tag:blogger.com,1999:blog-80674297930727151222024-03-16T04:10:43.351+03:00Din ve MitolojiDin ve Mitoloji ayırt etmeksizin tüm dinleri, inançları, felsefi akımları, mitolojiyi, mitoloji ile dinler arasındaki ilişkiyi ve bunlara dair ne varsa tümünü araştırıp irdeleyen bir platformdur.Din ve Mitolojihttp://www.blogger.com/profile/11918446048533085917noreply@blogger.comBlogger1048125tag:blogger.com,1999:blog-8067429793072715122.post-10088046587536875122023-12-31T02:19:00.003+03:002023-12-31T02:19:27.845+03:00FATİH SULTAN MEHMET NE KADAR İYİ BİR DEVLET ADAMIYDI?<div class="alert-message yazar">Yazan: Sedat Hakkı Karadayı</div>
<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhzxggSosLfXkouvzcwd26ud220VaaTZP_8GkXpKMSXwKypVfJRGdj_ZBoDAn6UmlfcQPmT688TcuHmceJJfreRUbVeZ8pwU51U3rLhFTmtN4KlrCFbFCY-SytEZmIy6-SO1gusA5sdE0_Lm1KyIU1q-z2G5kEf2M_pbNXsi2KvkcZ1H3O0dNXSI1EctUo/s1600/Webp.net-compress-image.jpg" style="display: block; padding: 0px; text-align: center;"><img alt="" border="0" data-original-height="452" data-original-width="950" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhzxggSosLfXkouvzcwd26ud220VaaTZP_8GkXpKMSXwKypVfJRGdj_ZBoDAn6UmlfcQPmT688TcuHmceJJfreRUbVeZ8pwU51U3rLhFTmtN4KlrCFbFCY-SytEZmIy6-SO1gusA5sdE0_Lm1KyIU1q-z2G5kEf2M_pbNXsi2KvkcZ1H3O0dNXSI1EctUo/s1600/Webp.net-compress-image.jpg" /></a></div>
<br />
<b><span style="color: #bf9000; font-size: x-large;">FATİH SULTAN MEHMET NE KADAR İYİ BİR DEVLET ADAMIYDI?<br /></span></b>
<br />Fatih Sultan Mehmet’in ne denli iyi bir padişah olduğu üzerine yazılar
yazılmış methiyeler düzülmüştür. Özellikle pozitif bilimlere olan düşkünlüğü,
birçok lisanı ana dili gibi konuşabilmesi, muzaffer bir komutan olması açısından
bakıldığında hakkında olumsuz bir şey söylemenin olanaksız olduğunu
düşünüyorum.<br /><br />Osmanlı Devleti’nin geleceğini düşünerek evlat ve kardeş
katlinin meşrulaştırılmasını kabul edecek olursak, aynı dikkati ve özeni
kendisinden sonra tahta oturacak evladının seçimi konusunda dikkat etmemesine ne
cevap vermemiz gerekir?<br /><br />Bir başka dikkatimi çeken nokta da seçtiği
Vezirler konusudur. Bu konudaki olumsuz gidişin şansızlığından mı yoksa
seçimdeki basiretsizliğinden midir çözemedim. Çalıştığı o kadar vezirden biri de
mi iyi çıkmaz?<br /><br />İlk sadrazamı Çandarlı Halil Paşa aslında Çandarlı
sülalesinden gelme ve o zamana kadar son derece başarılı devlet adamlığı yapmış
bir yöneticiydi. Oysa Fatih’in İstanbul fethi sırasında suçlanarak önce hapse
atıldı, sonra gözlerine mil çekildi ve daha sonra tüm mallarına devlet adına el
konularak idam edildi. Fatih’in vefatı ve II. Bayezit’in tahta oturmasından
sonra devlet tarafından el konulan tüm malları çocuklarına iade edildi. Peki
gerçekten Çandarlı Halil Paşa suçlu muydu?<br /><br />Çandarlı Halil Paşa’nın
hapse girmesinde en büyük sebeplerden birisi eski Lalası yeni Veziri Zağanos
Mehmet Paşa olmuştu. Fakat Zağanos Mehmet Paşa da 2 kez azledilmişti. Hatta kızı
ile evlenmiş olmasına rağmen Zağanos’un kızı olan eşi Hatice Hatun’u sırf Vezire
olan kızgınlığı sebebiyle boşamıştı.<br /><br />Zağanos Mehmet Paşa’dan sonra
Sadrazam olan Veli Mahmut Paşa’yı da bir kez azledip sonra yeniden göreve
çağırmıştı. İkinci sadrazamlığı sırasında ise oğlu Şehzade Mustafa ile husumet
yaşayan Veli Mahmut Paşa fatih tarafından önce hapse atılmış sonra idam
edilmişti.<br /><br />Veli Mahmut Paşa ile beraber vezirlik yapan Rum Mehmed
Paşa’yı da iki kez azletmek zorunda kaldı. Üstelik Rum Mehmed Paşa, son azlinden
sonra başarısızlıklarından dolayı boğularak öldürüldü.<br /><br />Fatih Sultan
Mehmet’in ölümle cezalandırmadığı iki veziri vardı. Bu vezirlerini sadece
azletmekle yetindi. Bu vezirlerden biri İshak Paşa idi ki o da iki kez
azledildi. Birinci azil Fatih Sultan Mehmet tarafından, ikinci azil ise
kendisini desteklemesine rağmen II. Bayezit tarafından yapılmıştı. Diğer veziri
ise Gedik Ahmet Paşa idi. O da bir kez Fatih tarafından azledildi. Vefatından
sonra II. Bayezit tarafından önce azledilip hapse atıldı daha sonra ise
boğdurularak idam edildi.<br /><br />Sanıyorum eğer kendinden sonra veliaht
olarak güçlü bir şehzadeyi tahta varis bıraksaydı ve kendine uygun akıllı, zeki
vezirleri seçebilmiş olsaydı, Osmanlı’nın geleceği çok daha güzel
olabilecekti.<br />Din ve Mitolojihttp://www.blogger.com/profile/11918446048533085917noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8067429793072715122.post-68927423286274348972023-12-27T15:57:00.014+03:002024-01-06T22:12:12.704+03:00DİNİ AZINLIKLAR SAYGI BEKLİYOR<div class="alert-message haber">Haber</div>
<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgInddP63TXCIYyOLAxzN7zwxtIKaOhkZPurSvz9qheiElh7Bk5YBcugXCljGFZko6uLAj84TWMJQgSFIG3HLfBwcpw77vrNpH6IaIv7lXyQT1vOJThu13SjBCGqEvJ8AXYyvjq3xuFm-QyxA-AGGfFrwdjrx2kqXPEhlAjYRTKswYWjT3PBJVHKHdSpzM/s1600/webRNS-Assyrian-Turkey1-102723-1536x1152-1-min.jpg" style="display: block; padding: 0; text-align: center; "><img alt="" border="0" data-original-height="543" data-original-width="950" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgInddP63TXCIYyOLAxzN7zwxtIKaOhkZPurSvz9qheiElh7Bk5YBcugXCljGFZko6uLAj84TWMJQgSFIG3HLfBwcpw77vrNpH6IaIv7lXyQT1vOJThu13SjBCGqEvJ8AXYyvjq3xuFm-QyxA-AGGfFrwdjrx2kqXPEhlAjYRTKswYWjT3PBJVHKHdSpzM/s1600/webRNS-Assyrian-Turkey1-102723-1536x1152-1-min.jpg"/></a></div>
<br />
<b><span style="color: #bf9000; font-size: x-large;">Türkiye'deki Hristiyanlar Yeni Kiliselerini Kutluyor, Ancak Dini Azınlıklar Hala
Saygı Bekliyor
</span></b><div>
<br />15 Ekim'de, Türkiye'deki yüzlerce Süryani Hristiyanı, İstanbul'un
yeşillikler içindeki Yeşilköy semtinde bir araya gelerek, cemaatin yüzyılı
aşkın süredir açtığı ilk yeni kilise olan Mor Efrem Süryani Ortodoks
Kilisesi'nin açılışına tanıklık etti.<br /><br />Bir nesil önce, İstanbul'da
yeni bir Süryani Hristiyan kilisesi inşa etme fikri hayalden öteye gidemezdi.
Kilisenin en eski kollarından biri olan Süryani Ortodoks Hristiyanlığı,
ayinlerinde hâlâ İsa ve havarilerinin dili olan Aramice'nin bir lehçesini
kullanıyor. Türkiye'nin azınlık halkları üzerine çalışan Süryani Katia Arslan,
"Biz çok eski bir halkız, bir Mezopotamya halkıyız" diyor.<br /><br />Ancak
bugün Türkiye'de Süryani Kilisesi, Doğu Süryani Kilisesi ve Roma'ya bağlı
Latin Birliği Kiliseleri'nde temsil edilen, ancak çoğu Süryani Ortodoks olan
yaklaşık 25.000 Süryani Hristiyan yaşamaktadır.<br /><br />Bir zamanlar
Türkiye'nin güneydoğusunda sayıları yüz binlerle ifade edilen ancak Osmanlı
İmparatorluğu'nun son dönemlerindeki savaş koşulları ve ekonomik sebeplerle
dünyanın çeşitli yerlerine göç etmiş bir topluluğun son kalıntılarıdır. Modern
Türkiye'nin ilk günlerinde daha fazla kitlesel biçimde yurtdışına veya
Türkiye'nin batı şehirlerine göç etmişlerdir. Göç sırasında devlet, kiliseler
ve manastırlar da dahil olmak üzere Süryanilere ait bazı mülkleri
kamulaştırmıştır.<br /><br />Öte yandan İstanbul, Ankara ve İzmir Süryani
metropoliti Yusuf Çetin, bu ay İstanbul'daki yeni kilisenin açılışında,
kilisenin kapılarını meshederken ve dua okurken kalabalığın alkış ve
tezahüratlarıyla karşılandı.<br /><br />Daha da önemlisi ve belki de daha da
şaşırtıcı olanı, önceki pazar günü, İslam'ı Türk kimliğinin bir parçası haline
getirmek için çok çaba sarf eden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın
kilisenin tamamlanmasını kutlamak üzere bir ziyaret gerçekleştirmiş olmasıdır.
<br /><br />Cumhurbaşkanı, "İnşa ettiğimiz kilise, ülkemizdeki din ve inanç
özgürlüğünün bir sembolüdür" dedi. "Bölgemizde ve dünyada dini ve etnik kökene
dayalı bölünmelerin, çatışmaların ve nefret suçlarının arttığı bir dönemde
Türkiye'nin bu kucaklayıcı tavrı çok önemlidir" dedi.<br /><br />Erdoğan'ın
1990'ların sonunda iktidara gelmesinden bu yana Türkiye'deki Hristiyanlarla
girift bir ilişkisi oldu. Seleflerinin yaklaşık bir asırlık katı laik
politikasının ardından Türkiye'de İslam'ı kamusal alana geri getirirken,
devletin kamulaştırdığı birçok kilise ve sinagogun müze ve kültür merkezi,
hatta aktif ibadethane olarak yeniden açılmasına da izin verdi.<br /><br />Mor
Efrem'in inşaatının başladığı 2019 yılında Erdoğan temel taşlarından birini
yerleştirdi.<br /><br />Metropolit Yusuf Çetin 15 Ekim'deki açılışta Türk
medyasına verdiği demeçte "Cemaat olarak ona inandık ve samimiyetine güvendik"
dedi. "Sadece Türkiye'deki Süryanileri değil, yurt dışındaki Süryanileri de
onurlandırdı."<br /><br />İstanbul'daki MEF Üniversitesi'nde siyaset bilimi
öğretim üyesi olan Özgür Kaymak, AKP'nin dini azınlıklara yönelik
politikalarının, hükümetin Türkiye'nin laik geçmişinden kopuşunun bir parçası
olduğunu, fakat aynı zamanda siyasi pragmatizmini yansıttığını belirtti.<br /><br />Süryani
diasporası üzerine yayın yapan Sabro dergisinin editörü David Vergili de aynı
görüşte. Vergili, "AKP'nin özellikle çatışma dönemlerinde ve Batılı ülkelerin
gözünde azınlıkların varlığından fayda sağlamaya çalıştığını açıkça görüyoruz"
dedi.<br /><br />Gerçekten de Mor Efrem'in açılışı sadece Süryani liderler
tarafından değil, diğer Hristiyan mezhepleri tarafından da kutlandı: Kilise
sadece ilk Süryani binası değil, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti'nin
kurulduğu 1923 yılından bu yana herhangi bir mezhebe ait yeniden inşa edilen
ilk kilisedir ki Cumhuriyet'in ilk yılları, üniter ve milliyetçi bir Türk
kimliğini pekiştirmek maksadıyla etnik ve dini azınlıkların baskı altına
alınmasıyla sonuçlanan Türkleştirme politikalarıyla şekillenmişti.<br /><br />Süryani
kilisesinin yakınında bulunan Tesbih'in Kraliçesi Meryem Katolik Kilisesi'nin
Dominiken papazı Rahip Luka Refatti, Mor Efrem'in açılışında kilisenin önünde
diğer din adamlarıyla birlikte durdu.<br /><br />Refatti'nin kilisesi,
İstanbul'da sadece tek bir kilisesi olan Süryani cemaatine yıllarca ev
sahipliği yapan birkaç Hristiyan cemaatinden (Ermeni ve Rum Ortodokslar, Latin
Katolikler ve diğerleri) biriydi ve İstanbul'daki 18.000 Süryani'nin çoğunun
kümelendiği Tarlabaşı semtinden uzakta bulunan bir kiliseydi.
<br /><br />Refatti, "Şimdi onlar için bu yeni bir dönem" dedi. "Umarım burası
sadece kendi kimliklerini gösterecekleri ve sergileyecekleri bir yer değil,
aynı zamanda dua edecekleri ve Tanrı'yla buluşacakları bir yer olur. Sadece
Süryani Hristiyanlar için değil, tüm mezhepler için" diye ekledi.<br /><br />750
kadar kişinin ayin yapabileceği bu yeni bina beş katlıdır ve modern mimari ile
geleneksel Süryani tarzını harmanlamaktadır. Dış cephesi, tarihi bir Süryani
bölgesi olan Türkiye'nin güneydoğusunda yer alan Mardin ilinde bulunan Süryani
kiliselerini yansıtan kumtaşından bir tasarıma sahipken, ibadethane de
dördüncü yüzyıldaki adaşı Suriyeli Aziz Efrem gibi erken dönem kilise
figürlerinin freskleriyle donatılmıştır.<br /><br />Kilisenin açılması pek çok
Hristiyan için sevindirici bir gelişme olsa da Türkiye'deki dini azınlıkların
durumunu uzun süredir takip eden bazı kişiler bu duruma şüpheyle yaklaşıyor.
Kaymak, Türk anayasasının gayrimüslim azınlıklara eşit haklar tanıdığını ancak
gerçek eşitliğin nadiren sağlandığını belirtiyor.<br /><br />Erdoğan'ın
Hristiyanlarla olan ilişkisinde de belirsizlikler var. Mor Efrem'in temelini
attıktan sadece bir yıl sonra Erdoğan, UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer
alan ve hem Bizans Ortodoks Hristiyanlığı'nın hem de Osmanlı İslamı'nın
merkezi olan Ayasofya'yı tekrar camiye dönüştürerek Hristiyan dünyasının
tepkisini çekmiştir.<br /><br />Bir ay sonra, Türkiye Cumhuriyeti'nin
kuruluşundan bu yana müze olarak tarafsız bir şekilde korunan antik Kariye
Kilisesi/Kariye Camii de Müslümanların ibadet mekanına dönüştü. Yunanistan
Dışişleri Bakanlığı bunu "tüm inananlara karşı bir provokasyon" olarak
nitelendirdi.<br /><br />Bu hamle Süryani cemaati tarafından da hoş
karşılanmadı. <br /><br />Vergili, "İstanbul'daki Ayasofya'nın ve ülkedeki
diğer kiliselerin dönüştürülmesi, Hristiyan mirasının yok edilmesi ve ülkedeki
kadim Hristiyan topluluklar için uzun süredir devam eden engeller ve zorluklar
halkımız için gerçek endişe kaynağıdır" dedi.<br /><br />Erdoğan'ın Mor
Efrem'deki açılış törenine katıldığı hafta, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi,
Türkiye'nin güneydoğusundaki Mor Gabriel Süryani Manastırı'na ait bir mülkle
ilgili anlaşmazlıkta Türkiye'nin Süryani cemaatinin haklarını ihlal ettiğine
karar verdi.<br /><br />Türkiye 2011 yılında manastırın arazisinin %60'ından
fazlasına el koymuştu. Bu arazinin büyük bir kısmı 2018 yılında Türkiye Büyük
Millet Meclisi'nin aldığı bir kararla Süryani kilisesine iade edildi, ancak
Mardin'de bulunan bir arazi üzerindeki anlaşmazlık devam ediyor.
<br /><br />Arslan, "Hükümetin Süryani cemaatine yaklaşımı biraz muğlak ve
değişken" diyor. "Güneydoğu bölgesinde farklı, batı bölgesinde farklı bir
politikası var."<br /><br />2021 yılında Türkiye'nin güneydoğusunda bir
Süryani rahip olan Aho Bileçen'in tutuklanıp hapse atılması da dünya çapında
Süryani toplumunun tepkisine sebep oldu.<br /><br />Her türden Hristiyan için,
Erdoğan'ın azınlıkların kamusal yaşamdaki yerine yönelik politikasının, kilise
mülkiyeti konusu kadar, gerçek anlamda çoğulcu bir toplumu oluşturmak adına
saygıyı yeniden tesis etme konusunu da kapsaması gerekiyor.
<br /><br />Vergili, "Süryani halkının ve Hristiyan topluluklarının korunması
ve refahı için hakikat, şeffaflık ve demokratik ilkeler doğrultusunda uzun
vadeli bir programa ihtiyaç var" dedi.
<div><br /></div>
<div>
<span style="color: #cc0000;"><b>NOT:</b> Haberin orijinalinde Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde
Süryanilerin soykırıma uğradığı yazıyor. Bu kısım aslına sadık kalarak
çevrilmemiştir. Batılı paradigmaya göre Türkler bahsi geçen dönemde adeta
bir canavar gibi bütün azınlıklara (Ermeniler, Süryaniler, Pontuslular,
Rumlar vs.) soykırım uygulamıştır. Doğru olmadığını, soykırıma uğradığı ve
neredeyse tümüyle yok edildiği söylenen toplulukların yurtdışında (ve
çevre ülkelerde) yaşayan milyonlarca ferdinin bulunmasından bildiğimiz bu
anlatının tekrarlanması sebebiyle haberin bir kısmı aslına uygun
çevrilmemiştir.</span>
<br />
<hr align="center" size="2" width="100%" />
<ul>
<b>KAYNAK</b>
</ul>
<p></p>
<ul>
<li>
<a href="https://religionnews.com/2023/10/27/as-turkeys-christians-celebrate-a-new-church-religious-minorities-still-call-for-respect/" target="_blank">As Turkey’s Christians celebrate a new church, religious minorities still call for respect</a>
</li>
</ul>
<p></p>
<span style="color: #bf9000;">●►</span>Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: <a href="https://www.patreon.com/dinvemitoloji" target="_blank"><b><span style="color: #bf9000;">PATREON</span></b></a><br />
<span style="color: #bf9000;">●►</span>Youtube 'Katıl': <a href="https://www.youtube.com/channel/UCU_G7HvGuGeqaHFD5e6-36Q/join" target="_blank"><b><span style="color: #bf9000;">KATIL</span></b></a><br /></div></div>Din ve Mitolojihttp://www.blogger.com/profile/11918446048533085917noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8067429793072715122.post-12840422306627123312023-12-21T15:29:00.006+03:002024-01-06T22:12:20.750+03:00BATILI KİLİSELER ATEŞKES ÇAĞRISINDA BULUNDU<div class="alert-message haber">Haber</div>
<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhNPs8JWp1ZCdJshDJKRa70czyUi7BoDw9s3YIbz0JtpfdF_POM2TYFma4Xr8iuTXIefLGrBeSFEeuS0ORAOA2p4md6itp2_UbFkZ04N5DUafLo0Q_BNGScW0lQ82Fcmxv30WI6bjdr5bnsDxFjNggtu5xrH2C_N5eLAMtlF3LW6aP2GnZV8JJB13QobR0/s1600/webRNS-Gaza-Crisis1-122123-min.jpg" style="display: block; padding: 0px; text-align: center;"><img alt="" border="0" data-original-height="634" data-original-width="950" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhNPs8JWp1ZCdJshDJKRa70czyUi7BoDw9s3YIbz0JtpfdF_POM2TYFma4Xr8iuTXIefLGrBeSFEeuS0ORAOA2p4md6itp2_UbFkZ04N5DUafLo0Q_BNGScW0lQ82Fcmxv30WI6bjdr5bnsDxFjNggtu5xrH2C_N5eLAMtlF3LW6aP2GnZV8JJB13QobR0/s1600/webRNS-Gaza-Crisis1-122123-min.jpg" /></a></div>
<br />
<b><span style="color: #bf9000; font-size: x-large;">Batılı Kiliseler Ateşkes Çağrısında Bulundu Ancak Filistinli Hristiyanlar
Boş Sözler İşittiler</span></b>
<div>
<br />Rahibe Sally Azar yıla yüksek bir notla başladı. Ocak ayında Luteryenler
onun ilk Filistinli kadın papaz olarak atanmasını kutlamak için dünyanın dört
bir yanından geldiler. Muhabirler ve fotoğrafçılar onunla vakit geçirmek için
can attılar ve Kudüs'te kırılan cam tavan hakkında yazılar yazdılar.<br /><br />Ancak
7 Ekim'den ve İsrail ile Hamas arasındaki savaşın patlak vermesinden bu yana
Azar, işgal altındaki topraklara ve Ürdün'e dağılmış 2.500 kişilik cemaatini
bir arada tutmak için mücadele ediyor. Batı Şeria'daki pek çok kişi hareket
özgürlüğünde ciddi kısıtlamalar, artan yerleşimci saldırıları ve iş kayıpları
yaşıyor.<br /><br />Azar, protestoların ve yerinden edilmelerin ortasında,
Batılı Hristiyan kilise liderlerinin İsrail'i desteklemelerinin ya da
çatışmanın her iki tarafı hakkında tarafsız beyanlarda bulunmalarının,
cemaatin kendisini terk edilmiş hissetmesine neden olduğunu söyledi. Ona göre,
bazıları savaşı Batılı mezheplerin sömürgeci geçmişleriyle hesaplaşması için
bir fırsat olarak görüyor.<br /><br />
<div>
Azar, "Herkes tarafsız olmaya çalışıyor ama Hristiyan bakış açısıyla, bunun
tarafsızlık için uygun bir zaman olduğunu düşünmüyorum" dedi.<br /><br />Filistin'deki
Anglikan toplumu ile İngiliz Mandası dönemine dek uzanan uzun bir ilişkisi
olan İngiltere Kilisesi'nin ruhani lideri Canterbury Başpiskoposu Justin
Welby, savaşın başlamasından bu yana İsrail'i birçok kez ziyaret etti. 13
Kasım'da çatışmayla ilgili bir konuşma yapan Welby, İsrail'in Gazze'ye
yönelik bombardıman ve kuşatmasının "ahlaki olarak haklı
gösterilemeyeceğini" söyledi. Ancak Hamas'ın vahşeti ile "İsrail'in kendini
savunma hakkı ve görevi" arasında bir denklik olmadığını açıklayarak 14
Aralık'ta bu tutumunu yineledi.<br /><br />Yaklaşık 20 milyon Alman
Protestanı temsil eden ve Azar'ın papazlık yaptığı kiliseyi 1898 yılında
kuran Almanya Evanjelik Kilisesi – İmparator Wilhelm II beyaz bir at
üzerinde Kudüs'e gelerek kutsamıştır – İsrail'in kendini savunma hakkını
tutarlı bir şekilde savunurken çatışmaların durdurulması çağrısında
bulunmuştu.<br /><br />Kilisenin kısa bir süre önce bir cinsel istismarı
örtbas ettiği iddiaları üzerine istifa eden lideri Annette Kurschus, 11
Kasım'da düzenlenen sinodda yaptığı konuşmada "Yahudi nefretinin hiçbir
haklı gerekçesi olamaz. Ve 7 Ekim katliamını hafifletmeye yönelik her türlü
girişim anti-semitizmdir. Her 'evet, ama' önemsizdir" dedi.<br /><br />Bu
tür al gülüm ver gülüm yaklaşımları bazı Filistinli Hristiyanları şaşkına
çevirdi. <br /><br />Beytüllahim'de, Luteryen bir papaz ve Filistinli bir
ilahiyatçı olan Rahip Mitri Raheb, "Ateşkes yeterli değil" dedi.<br /><br />Mevcut
savaş nasıl sona ererse ersin, yıllar içinde daha fazla çatışmanın
yaşanacağını öngören Raheb, Kutsal Topraklar dışındaki kilise liderlerinin
Batı'daki güçlü hükümetlere gerçek bir siyasi çözüm bulmaları için baskı
yapma konusunda aktif bir rol üstlenmeleri gerektiğini söyledi.
<br /><br />Raheb, "Filistinliler için adalet olmadan İsrail için barış
olmaz" dedi. "Adalet İncil'in kalbinde yer alır. Adalet konusunda taviz
veremeyiz. Diğer kiliseler adalet olmadan barış istiyor."<br /><br />27
Kasım'da Filistinli Hristiyanlardan oluşan bir heyet Biden yönetimi ile
temaslarda bulunmak üzere Washington'a gitti. Beytüllahim'deki Luteryen,
Ortodoks, Ermeni ve Katolik liderlerin mühürleriyle damgalanmış, kapsamlı ve
acil bir ateşkes talep eden bir mektup teslim ettiler.<br /><br />Delegelerden
biri olan Luteryen papaz Munther Isaac, çatışmanın geçmişine değinmeyen son
açıklamalardan dolayı "büyük hayal kırıklığına uğradığını" söyledi. "Olaylar
7 Ekim'de başlamadı. İsrail'in kendini savunma hakkına odaklanıyorlar, peki
ya Filistinlilerin kendilerini ve topraklarını kolonizasyona karşı savunma
hakkı ne olacak?" dedi.<br /><br />"Kiliseler İsrail'in anlatısını
sorgulamadan tekrarladığında rahatsız oluyorum," diye ekledi. "Bir soykırıma
makul bir zemin kazandırmaya çalışıyorlar."<br /><br />Vatikan'ın tepkileri
bile Isaac'ın gözünde yetersizdi. Papa Francis 22 Kasım'da genel sinodda
yaptığı konuşmada İsrail'in Gazze'de yürüttüğü harekatın "savaşın ötesine
geçtiğini" söyledi.<br /><br />Francis, "Bu savaş değil, terörizmdir"
açıklamasında bulundu. Francis'in daha güçlü bir duruş sergileyip
sergilemediğine ilişkin bir soruya Isaac şu yanıtı verdi: "Evet ama yeterli
değil. Daha fazlasına ihtiyacımız var."<br /><br />"Benim kiliselerden
beklentim her şeyin adını doğru koymalarıdır: Bu bir soykırımdır. Çok sayıda
kurum tarafından kanıtlandığı üzere ortada açık savaş suçları var. Kiliseler
hala İsrail'i açıkça ve doğrudan kınamaya yanaşmıyor" dedi.<br /><br />Washington'a
gelen bir diğer delege olan Tamar Haddad da benzer bir hayal kırıklığını
dile getirdi. Bölgedeki Ortodoks, Katolik ve Protestan kiliselerinin
oluşturduğu bir koalisyon olan Orta Doğu Barışı için Kiliseler'de
koordinatör olan Haddad, Batılı kiliseleri ateşkese verdikleri destekte
ikircikli davranmakla suçladı. "Ateşkes çağrısında bulunsalar bile" dedi,
"bunu her zaman çelişkili ifadelerle birlikte yapıyorlar."<br /><br />Haddad,
"Neden korktuklarını bilmiyorum" dedi. "Tekrar tekrar yanlış şeylere
odaklanıyorlar."<br /><br />Savaşın başlarında Batı Şeria'daki Anglikanlar
da 21 Ekim'de benzer itirazlarını ağır bir mektupla dile getirmişlerdi. Batı
Şeria'nın Ramallah ve Birzeit kentlerindeki cemaatler, Canterbury
Başpiskoposu'nun İsrail'in meşru müdafaa hakkını destekleyen
açıklamalarından dolayı "tamamen şaşkın" olduklarını yazmışlardı.<br /><br />Welby'ye
gönderilen mektupta "Kilise, yaşananların, tüm dünyanın gözleri önünde
halkımızın vazgeçilemez haklarının 75 yıldır sistematik olarak yok
sayılmasının bir sonucu olmadığına inanmıyor mu?" ifadeleri yer aldı.<br /><br />Raheb
ve Haddad, ABD'deki bazı mezhep ve örgütlerin, özellikle de Protestan
olanların Filistinlilere daha güçlü destek verdiğini belirtiyor. İsrail'i
apartheid devleti olarak niteleyen bir kararı 2022 yılında kabul eden
Presbiteryen Kilisesi (ABD), Filistinlilerin "işgal olmaksızın kendi
topraklarında özgürce yaşama hakkını" ve İsrail'in "özgür ve egemen bir ulus
olarak var olma hakkını" desteklediğini ifade etti.<br /><br />Birleşik İsa
Kilisesi, İsa'nın Havarileri ve Amerika'daki Evanjelik Lüteriyen Kilisesi,
diğer 26 Protestan grupla birlikte, 12 Ekim'de Kongre'ye gönderdikleri bir
mektupta Filistinlilere yönelik "on yıllardır süren kurumsallaşmış baskı ve
toplu cezalandırmaya" dikkat çekti.<br /><br />Ancak Raheb, Amerika'daki
Evanjelik Hristiyanlar ile Cumhuriyetçi Parti arasındaki uyuma işaret
ederek, bu kiliselerin tepede etkisi olan kiliseler olmadığını söyledi.<br /><br />Nitekim
bazı ibadethaneler tarihi bir leke taşıyor gibi görünüyor ve eleştirilen
resmi duruşları değil, emperyalist savaş makinesiyle olan köklü
bağlantılarıdır.<br /><br />Filistinli Hristiyanlar da Batılı kiliselerden
sadece mevcut tutumlarını değil, ülkelerindeki çatışma ortamının
yaratılmasındaki tarihi rollerini de değiştirmelerini ve tövbe etmelerini
istiyor. <br /><br />Raheb, "Başpiskopos neden 'Balfour Deklarasyonu ve
İngiliz Mandası eliyle siz Filistinlilere yanlış yaptık' diyemedi?" dedi.
"Bunun için özür dileriz ve hatamızı telafi etmek istiyoruz. Artık bu ülke
bir değil iki halk tarafından paylaşılmalı."<br /><br />"Filistin'de tüm bu
yerleşimci sömürge projesini başlattıkları için asla pişman olmadılar. Bu
hiçbir zaman ele alınmadı" diyen Raheb, İngiltere'nin İsrail'in
kuruluşundaki başlıca rolüne atıfta bulundu.<br /><br />Azar'a göre mesele
tarihi bir suçluluk değil, insanlık meselesidir. "Kiliseler politikacı
değildir. Biz Hristiyanca karşılık veririz." dedi.
</div>
</div>
<hr align="center" size="2" width="100%" />
<ul>
<b>KAYNAK</b>
</ul>
<p></p>
<ul>
<li>
<a href="https://religionnews.com/2023/12/21/western-churches-called-for-cease-fire-palestinian-christians-heard-empty-words/" target="_blank">Western churches called for cease-fire. Palestinian Christians heard empty words.</a>
</li>
</ul>
<p></p>
<span style="color: #bf9000;">●►</span>Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: <a href="https://www.patreon.com/dinvemitoloji" target="_blank"><b><span style="color: #bf9000;">PATREON</span></b></a><br />
<span style="color: #bf9000;">●►</span>Youtube 'Katıl': <a href="https://www.youtube.com/channel/UCU_G7HvGuGeqaHFD5e6-36Q/join" target="_blank"><b><span style="color: #bf9000;">KATIL</span></b></a><br />Din ve Mitolojihttp://www.blogger.com/profile/11918446048533085917noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8067429793072715122.post-63528217164409484422023-12-18T14:55:00.056+03:002024-01-06T22:12:29.962+03:00PAPA FRANCİS İSRAİL'İN KİLİSEYE YAPTIĞI SALDIRI HAKKINDA KONUŞTU<div class="alert-message haber">Haber</div>
<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiWa_MJQ-udtLAAf975rQeHOSza8IbQaRv9UEw_nVyrona_ABe6zW7SeWALNxiy6gSc5D7ua_pj6ERqVMbVz5e7O_EddaU54a6l7LihfneMNGXLO8ktjOR0hbKfVv7Nad3drqnrzcRWJBbcDpCEK12SFNyb3hFDPTxvakUfCw_e7v_Jq8Ugf_zFYhnz7VI/s1600/AP23280581439909.jpg-min.jpg" style="display: block; padding: 0px; text-align: center;"><img alt="" border="0" data-original-height="523" data-original-width="950" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiWa_MJQ-udtLAAf975rQeHOSza8IbQaRv9UEw_nVyrona_ABe6zW7SeWALNxiy6gSc5D7ua_pj6ERqVMbVz5e7O_EddaU54a6l7LihfneMNGXLO8ktjOR0hbKfVv7Nad3drqnrzcRWJBbcDpCEK12SFNyb3hFDPTxvakUfCw_e7v_Jq8Ugf_zFYhnz7VI/s1600/AP23280581439909.jpg-min.jpg" /></a></div>
<br />
<div><b><span style="color: #bf9000; font-size: x-large;">Papa Francis Cumartesi Günü İsrail'in Hristiyan Kilisesine Düzenlediği
Saldırıyı Terör Eylemi Olarak Niteleyerek Kınadı</span></b></div><div><br /></div>
Papa Francis, haftalık Pazar duasında (17 Aralık), İsrail'in cumartesi günü
Gazze'deki bir Hristiyan kilisesine düzenlediği ve iki kadının ölümüne, çok
sayıda kişinin de yaralanmasına yol açan keskin nişancı saldırısını kınadı.<br /><br />Aziz
Petrus Meydanı'nda toplanan inananlara seslenen Francis, "Gazze'den çok vahim ve
acı haberler almaya devam ediyorum. Çaresiz siviller bombalamaların ve silahlı
saldırıların kurbanı oluyor. Bu bir savaş, bu bir terörizm." dedi. Papa
uluslararası toplumu dünyada barış için çaba göstermeye çağırdı.<br /><br />Cumartesi
günü Nahida Khalil Anton ve kızı Samar Kamal Anton, çatışmalardan kaçarak
sığındıkları Gazze'deki Kutsal Aile Kilisesi'nin tuvaletine doğru yürürken
keskin nişancılar tarafından vuruldu. Kilise cemaatinden alınan bilgilere göre
iki kadın Hristiyan cemaatinin aktif üyeleriydi.<br /><br />Kudüs Latin
Patrikhanesi tarafından cumartesi günü yapılan açıklamaya göre kilisede bulunan
yedi kişi daha yaralandı. "Hiçbir uyarı yapılmadı, hiçbir bildirimde
bulunulmadı" diyen patriklik açıklamasında, iki kadının "hiçbir savaşçının
bulunmadığı Kilise binasının içinde soğukkanlılıkla vurulduğu" ifade edildi.<br /><br />Papa
da kilisede terörist olmadığını, "sadece ailelerin, çocukların, hasta ve
engellilerin, rahibelerin" bulunduğunu söyledi.<br /><br />İsrail ordusu "konuyu
ciddiye aldığını" ve saldırıyla ilgili bir soruşturma başlattığını açıkladı.
Askerlerin Hamas teröristlerinin Hristiyan kilisesinin bulunduğu bölgeye
sığındıklarına inandıklarını iddia ettiler.<br /><br />Patriğin bildirdiğine
göre, cumartesi sabahı erken saatlerde bir roket 54 engellinin ikamet ettiği
Rahibe Theresa'nın kız kardeşleri manastırını hedef aldı. Binanın jeneratörü
tahrip oldu ve manastır yaşanmaz hale gelerek sakinleri yerlerinden oldu.<br /><br />"Tüm
Hristiyan cemaatiyle birlikte dua ederek, bu anlamsız trajediden etkilenen
ailelere yakınlığımızı ifade ediyoruz. Aynı zamanda, tüm kilise Noel'e
hazırlanırken böyle bir saldırının nasıl gerçekleştirilebildiğini anlamakta
güçlük çektiğimizi ifade etmekten başka bir şey yapamıyoruz" dedi.<br /><br />Kardinal
Pierbattista Pizzaballa tarafından yönetilen Kudüs Latin Patrikhanesi, Kutsal
Topraklardaki Katolik cemaatini temsil etmektedir.<br /><br />İtalyan medya
kuruluşlarına konuşan ve Kudüs'teki Katolikler için tarihi öneme sahip dini
mekânları denetlemekle görevli bir Fransisken tarikatı olan Kutsal Topraklar
Vesayeti, kiliseye karşı güç kullanımını "kesinlikle haksız" olarak
nitelendirdi.<br /><br />ABD Piskoposlar Birliği de cumartesi günü yaptığı
açıklamada son olaylara "büyük bir üzüntü ve dehşet" ile tepki göstererek
şiddetin durdurulması ve barış görüşmelerine bağlılık çağrısında bulundu. "Bu
çatışmanın tüm taraflarına savaşın asla bir çözüm olmadığını, aksine her zaman
bir yenilgi olduğunu hatırlatan Kutsal Babamız Papa Francis'e kararlılıkla eşlik
ediyoruz. Yalvarıyoruz, 'barış, lütfen barış!'" ifadeleri yer aldı.<br /><br />Francis
daha önce Hamas ve İsrail arasındaki şiddeti terörizm olarak nitelendirmiş ve
bunun "savaşın ötesine geçtiğini" belirtmişti. Bu terörizmdir" demişti.<br /><br />İsrailli
temsilciler Papa'nın İsrail güçlerinin eylemlerini Hamas militanlarınınkiyle bir
tutmasına karşı çıktılar. İsrail'in Vatikan Büyükelçisi Raphael Schutz,
patrikhanenin açıklamasının "kan iftirası olarak en sert şekilde kınanması
gerektiğini" söyledi ve iki Hristiyan kadının ölümünü "korkunç bir hata" olarak
nitelendirdi.
<hr align="center" size="2" width="100%" />
<ul>
<b>KAYNAK</b>
</ul>
<p></p>
<ul>
<li>
<a href="https://religionnews.com/2023/12/18/pope-francis-condemns-saturdays-israeli-attack-on-christian-church-as-act-of-terrorism/" target="_blank">Pope Francis condemns Saturday’s Israeli attack on Christian church as
act of terrorism</a>
</li>
</ul>
<p></p>
<span style="color: #bf9000;">●►</span>Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: <a href="https://www.patreon.com/dinvemitoloji" target="_blank"><b><span style="color: #bf9000;">PATREON</span></b></a><br />
<span style="color: #bf9000;">●►</span>Youtube 'Katıl': <a href="https://www.youtube.com/channel/UCU_G7HvGuGeqaHFD5e6-36Q/join" target="_blank"><b><span style="color: #bf9000;">KATIL</span></b></a><br />Din ve Mitolojihttp://www.blogger.com/profile/11918446048533085917noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8067429793072715122.post-24456635165270811212023-12-07T15:42:00.004+03:002024-01-06T22:12:38.855+03:00DANİMARKA PARLAMENTOSU DİNİ KİTAPLARIN YAKILMASINI YASAKLADI<div class="alert-message haber">Haber</div>
<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEilzrHy7c_MkMKRhDV5XShP3yXlhnPILbNvn3HWFMQH4aK0zwEHM68SbeHEm7Y9kY92avZBRaZId9XNihF2i9_wTyg-8oXYaYwjZoYtr9D1BhhafEDeRRS_oX1103Kw3yT99-p7eIbBqTMPr9XW6MOJVEOQZtHRrjHYoHCaGd-s0CCi1cIp0k-2cBI2ZyI/s1600/danimarka-min.jpg" style="display: block; padding: 0px; text-align: center;"><img alt="" border="0" data-original-height="534" data-original-width="950" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEilzrHy7c_MkMKRhDV5XShP3yXlhnPILbNvn3HWFMQH4aK0zwEHM68SbeHEm7Y9kY92avZBRaZId9XNihF2i9_wTyg-8oXYaYwjZoYtr9D1BhhafEDeRRS_oX1103Kw3yT99-p7eIbBqTMPr9XW6MOJVEOQZtHRrjHYoHCaGd-s0CCi1cIp0k-2cBI2ZyI/s1600/danimarka-min.jpg" /></a></div>
<br />
<span style="color: #bf9000; font-size: x-large;"><b>Danimarka Parlamentosu Kur'an-ı Kerim ve Diğer Dini Kitapların Yakılmasını
Yasaklayan Yasayı Kabul Etti</b></span>
<div>
<br />Yakın zamanda bir avuç İslam karşıtı aktivist tarafından Kuran'a yapılan
saygısızlıkların Müslüman ülkelerde şiddetli gösterilere yol açmasının
ardından Perşembe günü Danimarka parlamentosunda, ülkede herhangi bir kutsal
metne saygısızlık yapılmasını yasadışı hale getiren yeni bir yasa kabul
edildi.<br /><br />Bu İskandinav ülkesi yurt dışında diğer ülkelerin
kültürlerine, dinlerine ve geleneklerine hakaret edilmesini ve aşağılanmasını
kolaylaştıran bir yer olarak görülüyor. Adalet Bakanlığı, yasanın amacının,
diğer şeylerin yanı sıra Danimarka'da terörizm tehdidinin artmasına katkıda
bulunan "sistematik alaycılığa" karşı koymak olduğunu söyledi.<br /><br />Adalet
Bakanı Peter Hummelgaard yaptığı açıklamada "Danimarka'nın ve Danimarkalıların
güvenliğini korumalıyız" dedi. "Bu nedenle uzun zamandır gördüğümüz sistematik
saygısızlıklara karşı artık daha iyi bir koruma sağlıyor olmamız
önemlidir."<br /><br />Folketing yani parlamento, sekiz milletvekilinin
katılmadığı oylamada 94'e karşı 77 oyla yasayı kabul etti. Yeni yasa, "dini
bir topluluk için önemli bir dini anlamı olan bir yazıya ya da bu şekilde
görünen bir nesneye, alenen ya da daha geniş bir kesime ulaşmak amacıyla
uygunsuz muamelede bulunmayı" suç haline getirecek. "Küçük bir bölümü"
saygısızlık içeren ancak daha büyük bir sanatsal üretimin parçası olan sanat
eserleri yasak kapsamına girmiyor.<br /><br />Dört saatten fazla süren
tartışma sırasında sol ve aşırı sağ partiler merkez sağ hükümete karşı
birleşerek 25 Ağustos'ta taslağı sunan üç partili koalisyonun da tartışmaya
katılmasını talep etti. Hükümet hiçbir şey söylemedi, bu yüzden muhalefet
tarafından "korkak" olarak nitelendirildi.<br /><br />Sosyalist Halk
Partisi'nden Karina Lorentzen "İran, Danimarka bir İranlının yapabileceği bir
şeyden rahatsız olduğu için yasalarını değiştirir mi? Pakistan değiştirir mi?
Suudi Arabistan değiştirir mi? Cevap hayır" diye retorik bir soru sordu.
Göçmen karşıtı Danimarka Demokratları'ndan Inger Støjberg ise yeni yasanın
İslam'a teslimiyet ve "bizim değerlerimizi paylaşmayan" ülkelere boyun eğmek
anlamına geldiğini söyledi.<br /><br />Støjberg, "Danimarka gibi modern ve
aydınlanmış bir toplumda ifade özgürlüğünün kısıtlanması yanlıştır" dedi.<br /><br />Sadece
bu yıl içinde aktivistler, Müslüman ülkelerin büyükelçilikleri önünde, ibadet
yerlerinde ve göçmen mahallelerinde Kuran yakma da dahil olmak üzere 500'den
fazla protesto gösterisi düzenledi.<br /><br />Danimarka defalarca bu
saygısızlıklarla arasına mesafe koymuş ancak ifade özgürlüğünün Danimarka
toplumunun en önemli değerlerinden biri olduğu konusunda ısrar etmişti.
Hükümet "dini eleştiriye açık kapı bırakılması" gerektiğini ve 2017 yılında
yürürlükten kaldırılan dine hakaret maddesini yeniden yürürlüğe koyma
planlarının olmadığını söyledi.<br /><br />Danimarka'nın ikinci büyük şehri
Aarhus'ta bir camide imamlık yapan Oussama Elsaadi, B.T. gazetesine yaptığı
açıklamada bunun "tüm Müslümanlar için iyi bir mesaj" olduğunu söyledi.<br /><br />B.T.'ye
göre Elsaadi, "Kuran'ın yakılması ötekilere hakarettir" dedi ve ekledi:
"Kendinizi istediğiniz gibi ifade edebilirsiniz ama öteki insanların
hayatlarını altüst edecek şekilde değil."<br /><br />2006 yılında Danimarka'da
bir gazetenin aralarında türban olarak bomba takan bir Muhammed Peygamber
karikatürünün de bulunduğu 12 karikatürü yayınlamasının ardından Danimarka,
Müslüman dünyasında geniş çaplı bir öfkenin odağı haline geldi. Müslümanlar
peygamberin tasvirlerini kutsal değerlere saygısızlık ve putperestliğe teşvik
olarak görmektedir. Bu resimler dünya çapında Müslümanlar tarafından Danimarka
karşıtı şiddetli protestolara yol açtı.<br /><br />Yeni yasayı ihlal edenler
para cezasına ya da iki yıla kadar hapis cezasına çarptırılabilecek. Yasanın
yürürlüğe girmesi için Danimarka'nın temsili hükümdarı Kraliçe Margrethe'nin
yasayı resmen imzalaması gerekiyor. Bunun da bu ay içinde gerçekleşmesi
bekleniyor.<br /><br />İsveç haber ajansı TT, bir dizi Kuran yakma olayına ve
kutsal kitapların tahrip edilmesini içeren protesto gösterileri düzenleme
taleplerine sahne olan komşu İsveç'te, hükümet tarafından başlatılan bir
soruşturmanın sonucunda polis yönetmeliğinin gözden geçirilmesi gerekip
gerekmediğinin ortaya çıkacağını yazdı.<br /><br />TT, İsveç polisinin kutsal
kitaplara saygısızlık içeren bir halk toplantısı başvurusunu değerlendirirken
ülkenin güvenliğine yönelik tehditleri de göz önünde bulundurabilmesi
gerektiğini ve bu konudaki çalışmaların önümüzdeki yıl 1 Temmuz'a kadar
tamamlanacağını belirtti.<br /><br />İsveç'te Kuran'ın ya da diğer dini
metinlerin yakılmasını veya bunlara saygısızlık edilmesini özel olarak
yasaklayan bir yasa bulunmuyor. Pek çok Batı ülkesinde olduğu gibi İsveç'te de
dine hakarete ilişkin bir yasa bulunmuyor.<br /><br />Temel ilkelerin
çatışması konusu İsveç'in, Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinden sonra aciliyet
kazanan ancak mevcut tüm üyelerin onayına ihtiyaç duyduğu NATO'ya katılma
yönündeki isteğini zora soktu. Türkiye, Stockholm'deki Türk ve İslam karşıtı
protestoları gerekçe göstererek İsveç'in üyeliğini geçen yıldan bu yana
engelliyor.
</div>
<hr align="center" size="2" width="100%" />
<ul>
<b>KAYNAK</b>
</ul>
<p></p>
<ul>
<li>
<a href="https://religionnews.com/2023/12/07/denmarks-parliament-adopts-a-law-making-it-illegal-to-burn-the-quran-or-other-religious-texts/" target="_blank">Denmark’s parliament adopts a law making it illegal to burn the Quran or other religious texts</a>
</li>
</ul>
<p></p>
<span style="color: #bf9000;">●►</span>Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: <a href="https://www.patreon.com/dinvemitoloji" target="_blank"><b><span style="color: #bf9000;">PATREON</span></b></a><br />
<span style="color: #bf9000;">●►</span>Youtube 'Katıl': <a href="https://www.youtube.com/channel/UCU_G7HvGuGeqaHFD5e6-36Q/join" target="_blank"><b><span style="color: #bf9000;">KATIL</span></b></a><br />Din ve Mitolojihttp://www.blogger.com/profile/11918446048533085917noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8067429793072715122.post-37834820034328540852023-12-07T10:11:00.001+03:002023-12-07T10:11:03.987+03:00İSA'NIN SÜNNETİ VE SÜNNET DERİSİ<div class="alert-message admin">Hazırlayan: A.Kara</div>
<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgO3Bo6fyLyV4bTKXvhjqce4TdHO7r1LJTHDJNg2zIVCqDiaRUkRbOYtZAH1kJ3_f5RXg8S4Hlv7VfKu23so6kgoclNo0eiE0F_qSHRpF4n6FFx2w9No4ic6M6JpXqOHdbjq_BWU9nW4UEXg8jW-j3_D2WvC7q4MQKXTnKhyphenhyphentzPQ5EnvPVHB8hRRNCpPtg/s1600/S%C3%BCnnet-min.jpg" style="display: block; padding: 0px; text-align: center;"><img alt="" border="0" data-original-height="400" data-original-width="950" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgO3Bo6fyLyV4bTKXvhjqce4TdHO7r1LJTHDJNg2zIVCqDiaRUkRbOYtZAH1kJ3_f5RXg8S4Hlv7VfKu23so6kgoclNo0eiE0F_qSHRpF4n6FFx2w9No4ic6M6JpXqOHdbjq_BWU9nW4UEXg8jW-j3_D2WvC7q4MQKXTnKhyphenhyphentzPQ5EnvPVHB8hRRNCpPtg/s1600/S%C3%BCnnet-min.jpg" /></a></div><br /><div><b><span style="color: #bf9000; font-size: x-large;">İSA'NIN SÜNNETİ VE SÜNNET DERİSİ</span></b>
</div>
<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://youtu.be/f0CIS5hf56g" target="_blank"><img alt="" border="0" data-original-height="124" data-original-width="799" height="31" src="https://1.bp.blogspot.com/-KU28XmB55h0/XY82iJEg8II/AAAAAAAAD5Q/XeDVKx4uKak0JNDYNa5SSea8eaYSvt7wgCPcBGAYYCw/w200-h31/Youtube.png" width="200" /></a></div>
<div><br /></div>
İsa diye bir karakterin yaşayıp yaşamadığı tabi ki bilinmiyor ve hayali,
mitolojik bir figür olduğu, Mezopotamya'da tapınılmış ölüp-dirilen tanrıların
bir varyantı olarak ortaya çıktığı kuvvetli bir ihtimal gibi. Yine de İbrahimi
dinlere inananların gözünde gerçekten yaşamış biri olduğuna inanıldığından bu
makalede Hristiyan geleneğinin İsa'nın sünneti konusunda neler söylediğine
odaklanmak istiyorum.
<div><br /></div>
<div>
Luka İncili'nin "İsa'nın Tapınakta Tanrı'ya Adanması" adlı bölümünde İsa'nın
sünnet edilişi şöyle anlatılır:<br /><br /><b>Luka, 2:21-24:</b><br /><i><span style="color: #7f6000;">Sekizinci gün, çocuğu sünnet etme zamanı gelince, O'na İsa adı verildi.
Bu, O'nun anne rahmine düşmesinden önce meleğin kendisine verdiği
isimdi.<br />Musa'nın Yasası'na göre arınma günlerinin bitiminde Yusuf'la
Meryem çocuğu Rab'be adamak için Yeruşalim'e götürdüler. Nitekim Rab'bin
Yasası'nda, “İlk doğan her erkek çocuk Rab'be adanmış sayılacak” diye
yazılmıştır. Ayrıca Rab'bin Yasası'nda buyrulduğu gibi, kurban olarak “bir
çift kumru ya da iki güvercin yavrusu” sunacaklardı.</span></i>
<div><br /></div>
<div>
Anlatılanlara göre İsa, Yahudi geleneği gereğince doğduktan 8 gün sonra Brit
Milah, yani Yahudi sünneti uygulamasına tabi tutulmuş ve birçok Müslümanın
adak adını verdiği uygulamaya benzer şekilde çocuk sahibi olan Yusuf kurban
vererek kan akıtmıştır. İşte İsa'nın doğumundan 8 gün sonra gerçekleşen bu
sünnet gününün 1 Ocak olduğuna inanılır.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Bu sünnet olayı 10.yy'dan itibaren Hristiyan sanatında öne çıkan ve birçok
sanatçı tarafından resmedilen bir konu olmuştur.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Sünnet günü, hangi takvim kullanılırsa kullanılsın Doğu Ortodoks Kilisesi
tarafından 1 Ocak'ta "Sünnet Bayramı" olarak kutlanırken İngiliz Kilisesi
üyelerince (Anglikanlar) yine aynı tarihte kutlanmaktadır.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Bu sünnet günü son zamanlarda bazı kiliseler tarafından 3 Ocak'ta kutlanmaya
başlanmış ve Roma Katolikleri tarafından "İsa'nın Kutsal Adının Bayramı"
olarak adlandırılmıştır.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Çocuklara isimleri gerçek anlamda sünnet oldukları bu günde verilirdi. İşte
inanışa göre "Rabbimizin Sünnet Bayramı" dedikleri ve doğumundan 8 gün sonra
gerçekleştiğine inanılan bu bayram, İsa'nın adını aldığı gündür. İsa'ya
verilen isim İbranicede "kurtarıcı" ya da "kurtuluş" anlamlarına
gelmektedir.
</div>
<div><br /></div>
<div>
İlk kez 567'de gerçekleşen bir kilise konseyinde kaydedilmiş olsa da bu
inanışın çok eskilere dayandığı açıktır.
</div>
<div><br /></div>
<div>
İsa'nın sünnet olduğu yönündeki inanç sonrası ona ait olduğu söylenen
onlarca sünnet derisi ortaya çıkmış ve sergilenmek üzere koruma altına
alınmıştır.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Yani nasıl ki Muhammed'in saç ve sakalı olduğu düşünülen saç ve sakalları
korumaya alıp, saklayıp, hürmet edenler varsa çoğu Hristiyan için İsa'nın
sünnet derisi de böyledir.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Luka İncili'ndeki kanonik metinlere ek olarak Süryani Bebeklik İncili
(Arapça Bebeklik İncili), İsa'nın sünnet derisinin muhafaza edildiğine dair
ilk referansı içerir.
</div>
<div><br /></div>
<div>
İkinci bölümde şöyle bir hikaye vardır:
<i><span style="color: #7f6000;">"Ve onun sünnet zamanı, yani kanunun çocuğun sünnet edilmesini
emrettiği sekizinci gün geldiğinde onu bir mağarada sünnet ettiler. Ve
yaşlı İbrani kadın sünnet derisini aldı (göbek bağını onun aldığını
söyleyenler de vardır) ve onu hint sümbülü merhemi bulunan,
kaymaktaşından yapılma bir kutuda sakladı. Ve eczacı olan bir oğlu
vardı, ona dedi ki, "Dikkat et, bu kaymaktaşından yapılma hint sümbülü
merhemi kutusunu satma, buna karşılık sana üç yüz peni teklif edilecek.
İşte bu kutu, günahkar Meryem'in temin ettiği ve içindeki merhemi
Rabbimiz İsa Mesih'in başına ve ayaklarına döktüğü ve saçının telleriyle
sildiği o kaymaktaşı kutudur."</span></i>
</div>
<div><br /></div>
<div>
14. yüzyılın popüler eserlerinden olan Altın Efsane'de de yazdığı gibi
İsa'nın sünneti genel olarak Mesih'in kanının ilk kez döküldüğü an olarak
kabul edilir ve dolayısıyla insanlığın kurtuluş sürecinin başlangıcı ve
kanıtı olarak görülmüştür. Hristiyanlara göre bu kan aynı zamanda Meryem'in
7 Üzüntüsü'nden biridir.
</div>
<div><br /></div>
<div>
İnanışa göre İsa tamamen insandı (kimilerine göre tamamen insanken kimilerne
göre hem tanrı hem de insan doğasına sahipti.) ve Mukaddes Kitap'ın
yasalarına itaat emişti.[4] Ortaçağ ve Rönesans teologları bunu defalarca
vurgulamışlardı. Ayrıca insanlığının bir göstergesi ve Tutkusu'nun bir
habercisi olarak İsa'nın çektiği acıya dikkat çekmişlerdi. Bu görüşler 1657
tarihli bir incelemede İsa'nın sünnetinin Musa'nın yasasını yerine
getirirken onun insan doğasını kanıtladığını iddia eden Jeremy Taylor gibi
Protestan teologlar tarafından devam ettirildi. Johann Sebastian Bach bu
ziyafet günü için 1 Ocak 1724'te Rabbin Sünneti adlı birkaç kantata
yazmıştı.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Erken Hristiyanlık dönemindeki sünnet tartışmaları, Yahudi olmayan
Hristiyanların sünnet olmalarının şart olmadığı şeklinde bir düşünce ile
sonuçlandı. Pavlus, Hristiyanlığa geçiş için sünnetin gerekmediğini
söylemişti. Mısırlı Kıptilerin Kilisesi ve Yahudi Hristiyanlar dışında
sünnet uygulanmaz hale gelmişti. Zaten Kıptilerin sünnet uygulamaları
Hristiyanlıktan öncesine dayanıyordu.
</div>
<div>
İşte bu yüzden 1. binyıla ait Hristiyan sanat eserlerinde İsa'nın sünneti
nadiren ele alınan bir konuydu.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Konuya dair günümüze kadar ulaşan en eski tasvirlerden biri 979-984
aralığına tarihlenen ve Vatikan Kütüphanesi'nde yer alan minyatürdür. Burada
çizilen sahnede elindeki bir bıçakla Meryem ve Yusuf'un tuttuğu İsa'ya doğru
gelmekte olan bir rahip vardır. Burada yer alan yapı ise muhtemelen Kudüs
Tapınağı'dır. Burada İsa'nın sünnet oluş anı gösterilmek istenmemiş, bundan
kaçınılmıştır. Yahudi geleneğine göre sünnet aslında kişinin babası
tarafından evde yapılırdı, kimilerine göre İsa'nın sünneti de böyle olmuştu.
Bunun yansımalarından biri Verdun'lu Nicolas tarafından bir sunak üzerine
yapılan levhada gösterilmiştir. Burada İsa'nın babası Yusuf elinde bir bıçak
tutmaktayken bir sonraki levhada Hristiyan sanatında nadir görülen
sahnelerden biri yer alır: İshak ve Şemsun'un sünneti.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Sonraki tasvirlerin birçoğu gibi İsa'nın, İshak ile Şemsun'un sünnetleri
muhtemelen tapınağı temsil eden büyük bir binada yapılırken resmedilmiştir;
ki büyük olasılıkla törenler orada yapılmış bile değildir. Kutsal Topraklara
hacca giden Orta Çağ hacılarına İsa'nın Beytüllahim'deki kilisede sünnet
edildiği söylenmiştir.
</div>
<div><br /></div>
<div>
İşte İsa'nın sünnet olduğuna olan inanış onun kutsal sünnet derisi olduğu
iddia edilen birçok kalıntının kutsallaştırılmasına neden olmuş hatta bu
sünnet derilerinden bazılarına mucizevi güçler atfedilmiştir. Avrupa'daki
çeşitli kiliseler 'İsa'nın sünnet derisine sahip olduklarını" iddia
etmiştir. Tuhaf olan şudur ki bu iddiaların bazen aynı anda, farklı
kiliseler tarafından ortaya atıldığı da olmuştur.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Bu sünnet derilerinden en meşhuru Lateran Bazilikasında bulunuyordu ve güya
İsveçli Aziz Bridget'in gördüğü bir vizyon ile İsa'ya ait olduğu
doğrulanmıştı.
</div>
<div><br /></div>
<div>
İsa'ya ait olduğu söylenen bu sünnet derilerinin çoğu Fransız Devrimi
sırasında kayboldu ya da yok edildi. Enteresan bir olay da yaşanmıştır.
1983'te, Sünnet Bayramı'nda gerçekleşen geçit töreninde Kalkata'daki sünnet
derisini içeren kutsal emanet İtalyan köyünün yollarında teşhir edilmiştir.
Ancak daha sonra sünnet derisinin saklandığı mücevher kaplı kasa çalınınca
bu uygulama sona ermiştir.
</div>
<div><br /></div>
<div>
İsa'nın ölmediğine, göğe yükseldiğine inanan filozoflardan bazıları İsa
yükselirken, sünnet derisi gibi artık onun vücuduna bağlı olmayan parçaların
bile tanrı katına yükseldiğini iddia etmiştir. Öyle ki, bunu iddia eden
filozoflardan biri olan Leo Allatius uçukça bir iddia bulunarak İsa ile
birlikte yükselen sünnet derisinin Satürn'ün halkaları haline geldiğini
söylemiştir.</div>
<hr align="center" size="2" width="100%" />
<div id="spoiler" style="display: none;">
<ul>
<b>KAYNAKLAR</b>
</ul>
<ul>
<li>Luka 2:21.</li>
<li>Catholic Encyclopedia : Feast of the Circumcision</li>
<li>The Lost Books of the Bible (1979); Infancy of Jesus Christ 2:1-4</li>
<li>
Nicholas Penny, National Gallery Catalogues (new series) : The Sixteenth
Century Italian Paintings, Vol. I (2004), pp.116-117.
</li>
<li>
Leonard Glick, Circumcision from Ancient Judea to Modern America (2005),
pp. 93-96.
</li>
<li>Ray Pritz, Nazarene Jewish Christianity (1992), pp. 108-109.</li>
<li>
Gertrud Schiller, Iconography of Christian Art, Vol. I (1971) (English
trans from German), pp.88-89, and plate 225
</li>
<li>
Robert P. Palazzo, The Veneration of the Sacred Foreskin(s) of Baby
Jesus (2005).
</li>
</ul>
<span style="color: #bf9000;">●►</span>Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: <a href="https://www.patreon.com/dinvemitoloji" target="_blank"><b><span style="color: #bf9000;">PATREON</span></b></a><br />
<span style="color: #bf9000;">●►</span>Youtube 'Katıl': <a href="https://www.youtube.com/channel/UCU_G7HvGuGeqaHFD5e6-36Q/join" target="_blank"><b><span style="color: #bf9000;">KATIL</span></b></a><br />
<br /></div>
<button onclick="if(document.getElementById('spoiler') .style.display=='none') {document.getElementById('spoiler') .style.display=''}else{document.getElementById('spoiler') .style.display='none'}" title="Kaynakları görüntülemek yada gizlemek için tıklayınız!" type="button">Kaynakları Göster | Gizle</button>
</div>
Din ve Mitolojihttp://www.blogger.com/profile/11918446048533085917noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8067429793072715122.post-12388363566993586642023-11-08T10:06:00.004+03:002023-11-08T10:08:57.562+03:00KUTSALIMA HAKARET ETME !<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi0PYHm98P-k55OmEIRxbutxZGutfoPtlklNBkLXzf4r800NtZb5aErF_bKRx7RhplNMyYg6fx6TiSnvNAem3ofuf19qb_Z8F5BXvwyBNT_WX3KBSPzS8BTYrFTx4I237sc3o4Oup1EGgKMz_4Rsgti9JllGqyxrxXtP0Kbi_u2U7S0mdH4hrJlqdAcCgo/s1600/hakaret-min.jpg" style="display: block; padding: 0px; text-align: center;"><img alt="" border="0" data-original-height="400" data-original-width="950" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi0PYHm98P-k55OmEIRxbutxZGutfoPtlklNBkLXzf4r800NtZb5aErF_bKRx7RhplNMyYg6fx6TiSnvNAem3ofuf19qb_Z8F5BXvwyBNT_WX3KBSPzS8BTYrFTx4I237sc3o4Oup1EGgKMz_4Rsgti9JllGqyxrxXtP0Kbi_u2U7S0mdH4hrJlqdAcCgo/s1600/hakaret-min.jpg" /></a></div><br />
<div class="alert-message yazar">Yazan: Wiseman</div>
<b><span style="color: #bf9000; font-size: x-large;">KUTSALIMA HAKARET ETME !</span></b><br />
<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://youtu.be/vkfIc2-XtHI" target="_blank"><img alt="" border="0" data-original-height="124" data-original-width="799" height="31" src="https://1.bp.blogspot.com/-KU28XmB55h0/XY82iJEg8II/AAAAAAAAD5Q/XeDVKx4uKak0JNDYNa5SSea8eaYSvt7wgCPcBGAYYCw/w200-h31/Youtube.png" width="200" /></a></div>
<br />
Kutsal nedir? Sözlük ve kelime anlamına göre:<br /><br />1-Güçlü bir
dinsel saygı uyandıran ya da uyandırması gereken, kabul görmüş bozulmaması,
dokunulmaması gereken, üstüne titrenilen değerlerdir. Felsefe de ise Tanrı'ya
adanmış olan, tanrısal olandır. <br /><br />2-Tapılacak ya da yolunda can
verilecek KADAR sevilen deðerdir. <br /><br />Kutsal; kişilerin manevi yönden
değer verdiği, koruduðu, dini görüþ, kiþiler ve inançlardan oluşmaktadır.
<br /><br />Bu tanımlara göre kutsal, bir deðerdir ve hem dini hem de bireysel
güçlü saygıdır. Bu gösterilen saygı elbette ki bireysel olduðu kadar
toplumsaldır. <br /><br />Şimdi bu kutsalı, güçlü saygıyı hem dinsel hem
toplumsal hem de bireysel olarak ele alalım. <br /><br />Tanrı, peygamber, din,
inanç ve sözde getirdikleri kitaplar toplumdan topluma, kişiden kişiye farklılık
gösterse de kutsal kabul edilmiştir. Dünyada 4300 den fazla din olduğuna göre bu
demektir ki her bir din kendi coğrafyasında, kendi toplumunda ve kendi
inananları arasında kutsaldır. Bu durumda ortaya o kadar çok kutsal değer
çıkıyor ki haliyle kutsalların çatışması ve sınırları söz konusu oluyor. Sizin
için kutsal olan bir başkası için kutsal olmadığı gibi anlamsız, gereksiz,
mantıksız hatta iğrenç ve suç olabilmektedir. <br /><br />Sizin için insana,
ineğe, maymuna, köpeğe, fareye tapmak ne kadar mantıksız ve hatta iğrenç ise bir
başkası için de sizin taptığınız hatta görünmez olan kutsalınız ona mantıksız
gelebilmektedir. <br /><br />Sizin, insan insana tapar mı dediğiniz yerde pekala
Hristiyanlar İsa'yı tanrı ve oğlu olarak kutsal ruh kabul etmektedirler.
<br /><br />Siz ineğin sütünü içip, kesip yerken bir Hindudan kendi kutsalınıza
saygı duymasını bekleyebilir misiniz? Hindistan'da ineğe tekme atın bakalım size
ne yapıyor halk.<br /><br />Siz fareyi zararlı görüp öldürürken, Hindistan
Racastan'da fareler kutsaldır ve sütle beslenip korunuyorlar. İstedikleri gibi
her yerde serbest dolaşıyorlar. Racastanlar tüm çocukların fare olarak doğduğuna
inanıyorlar. <br /><br />Siz maymunu doğadaki sıradan bir hayvan olarak
görürken, onu kutsal kabul edip tapınanlar var. Diğer yandan maymunu kesip yiyen
toplumlar var.<br /><br />Siz köpekleri doğadaki sıradan bir hayvan olarak
görürken, evcil hayvan olarak beslerken, bazı toplumlar köpekle evlenirken, bazı
toplumlar etini yerken, Sufi-Şii'lerde köpek kutsaldır. <br /><br />Günümüzde
halen putlara tapanlar, doğasal varlıklara, maddi cisimlere tapanlar vardır.
<br />Sizlere kültürlerden bahsetmiyorum. Verdiğim örnekler bazı toplumlarca
kutsal kabul edilen, tapınılan ve dini ritüellerinde kullanılan değerlerdir.
<br /><br />Diğer toplumlar da islama, islamın tanrısına, peygamberinin
hayatına, kitabı Kur'ana ve müslümanların uygulamalarına baktıklarında var
olmayan, görünmeyen, bilinmeyen, etkisiz birine tapındığınızı söylüyorlar.
Peygamberinizin uygulamalarýna, kitabınıza, müslümanlara bakarak, İslam'ı
terörizimle, barbarlıkla ve cehaletle özdeştiriyorlar. Peygamberinizi pedofili
olarak görenler var.<br /><br />Sizin, tek hak din bizim dinimiz, son din bizim
dinimiz demeniz onlar için bir şey ifade etmiyor. Onlar için İslam 4300 dinden
sadece bir tanesi. Siz nasıl diğer 4299 dini çeþitli gerekçeler ile
reddediyorsanız, onlar da sizi, farklı gerekçeler ile reddediyorlar. Unutmayın,
dinler doğaları gereği rakip kabul etmezler. Tek kalmak isterler. Evi camdan
olan başkasına taş atarken iki kez düşünmelidir.<br /><br />4300 farklı dinin ve
tanrısının her biri, bir diğerini reddettiğine göre kutsala saygıda kriter ne
olmalıdır? Bana göre diyerek 4301nci dini oluşturmak istemem. Ama insanın
düşünen, sorgulayan, araştıran, aklını kullanan, vicdanı ile hareket eden, sevgi
dolu, bilim üreten bir varlık olduğu dikkate alınması gereken en önemli konudur.
<div>
<br />Bu durumda kriterin, ölçünün, terazinin, bakış açısının AKIL, VİCDAN,
SEVGİ, ADALET VE BİLİM olması kaçınılmazdır.<br /><br />Herkesin kutsalı
kendisinedir. Kendi kutsalına saygı göstermesi gereken de kendisidir. Hiç
kimse kendi kutsalına başkasından tapınmasını, sevmesini saygı göstermesini
beklemek hakkına sahip değildir. Çünkü inanç kutsal; kişinin kendisi ile
tapındığı arasında bireysel bir değerdir.<br /><br />Özellikle İslam özelinde
kullanılan "KUTSALIMA SAYGI GÖSTER" söylemi çok kullanılmaktadır. Son
zamanlarda bu "Allah'ıma, dinime, peygamberime, kitabıma inanmasan da saygı
göstermek zorundasın" tavrını ele almak istiyorum. Elbette ki bu saygı ve
hakaret meselesini ele alırken, inandığınız kitabınızdaki, Allah'ın
sözlerinden örnekler vereceðim. Kriterimde yukarıda saydıklarım olacak.
Kitabınızda yer alan ayetlerdeki sözde Allah'ın sözü olan birkaç kelime ve
cümleyi sizlere ayna tutmak istiyorum.<br /><br />"Kereste" (Münafkun 4)<br />"Piç"
Zenim kelimesi geçer. (Kalem 13) Bu konuda Prof. Dr. Mustafa Öztürk'ün
Youtubedaki yorumuna bakabilirsiniz. <br />"Hayvan" (Bakara 171-Araf
179-Furkan 44)<br />"Pislik" (Tevbe 24)<br />"Aşağılık Maymun" (Bakara 65)
<br />"Domuz" (Maide 60) <br />"Eşek" (Cuma 5)<br />"Köpek" (Araf 176)
<br />"Allah onları kahretsin!" (Tevbe 30- Munafikun 4) <br />"Akılsızlar!"
(Bakara 13 ve 142- Þuara 224) <br />"Yalancılar!" (Zariyat 10 ve 12- Nahl 39
ve 105- Mücadele 18- Munafikun 1- Mu'minun 90 ve Ali İmran, Vakıa, Tevbe gibi
bir çok surede geçmektedir.) <br />"Maymunlar!" (Araf 166- Bakara 65- Maide
60) <br />"Domuzlar!" (Maide 60) <br />"Hayvanlar hatta hayvandan da
aşağılıklar!" (Araf 179) <br />"Onlar, ancak hayvanlara benzerler, hatta
hayvandan da sapıktır onlar" (Furkan 44) <br />"Eşeğe benzerler!" (Muddessir
51- Cuma 5) <br />"Pislikler!" (En'am 125- Yunus 100- Tevbe 125)
<br />"Aşağılıklar! (Araf 166, Araf 168- Kalem 10- Bakara 65- Mucadele 18-
Nahl 27- Munafikun 4- Mu'min 60 v.s gibi daha birçok sure de geçmektedir.)
<br />"Canı çıkasıcalar! (Kahrolası-Geberecesiler)" (Muddessir 19-20)
<br />"Alçaklar" (Mucadele 18) <br />"Yabani eşekler" (Muddessir 51)
<br />"Susamış develer" (Vakıa 55) <br />"Dilini sarkıtıp soluyan köpekler"
(Araf 176) <br />"Lânet olsun geberesi yalancılara" (Zariyat 10)
<br />"Reziller" (Tevbe 14- Nahl 27- Tevbe 2- Hud 93- Haþr 5 v.s gibi birçok
ayette geçmektedir.) <br />"Sapıklar" (Vakıa 51, 92- Fatiha 7- Kasas 50 v.s
gibi birçok ayette geçmektedir.) <br />"Beyinsizler" ("Sefih"; fıkıhta,
beyinsiz-beyinsizlik anlamına gelir deseler de Kur'an'da beyin kelimesi
geçmez, Kur'an beynin işlevinden habersizdir. Bu ve benzeri kelimeler aptal,
ahmak, kafasız gibi anlamlar taşırlar.) (Bakara 13, 142) <br />"Onlar sanki
elbise giydirilmiş kütükler gibidirler." (Munafikun 4) <br />"Soysuzlar"
(Kalem 13) <br />"Kahrolasılar, geberesiceler" (Abese 17- Büruc 4- Zariyat 10,
12) <br />"Kahrolun, elleri kurusun" (Tebbet 111) <br /><br />Bunlar sizin
inandığınız Allah'ın, sözde yarattığı kullarına karşı kullandığı cümleler.
Bakın hadislerde yer alan aşağılayıcı, hakaret ve küfür içeren sözlere
girmiyorum bile. Kur'andaki çelişkilere girmiyorum bile. Kur'andaki kadını
insan yerine koymayan ve aşağılayan ayetlere girmiyorum bile.<br /><br />Sizce
gerçek bir yaratıcı, sevgi dolu bir yaratıcı, kendi yarattığı kullarına, sözde
gönderdiği kitapta ve sözde peygamberinin ağzından böyle küfürler, hakaretler
yapar mı? Yaparsa yarattığı kullar Ona itaat eder ve sever mi? Bu durumda
insanlardan bu kutsalınıza saygı duymasını ve göstermesini nasıl
beklersiniz?<br /><br />
</div>
<div>
Sakın Allah'ı yaratan ve Kur'an'da Allah adına konuşan Muhammed'in kendisi
olmasın? <br /><br />Sevgili kardeşim; lütfen kendine saygı duyuyorsan oku,
düşün, sorgula ve araştır!<br /><br />Diğer bir konu da bireysel kutsallardır.
Yani tapılacak ya da yolunda can verilecek kadar sevilen değerdir. Bu değerler
de tamamen bireyseldir, kişiden kişiye, toplumdan topluma değişir. Burada
ayrımı yapılacak nokta ise DİNSEL OLMAMASIDIR. Ancak tanımlama yapılırken
"tapılacak derecede" vurgusunun yapılması aşırı değer verilmesini vurgulamak
içindir. Unutmayın bu bireysel değerler, bireysel olduğu kadar toplumsal da
olabilir.<br /><br />Nedir bu bireysel olan kutsallar ve değerler.
<br /><br />Anne, baba, evlat, eş, namus, vatan, vatanını kurtaran ve kuran
kişiler. <br /><br />Bu değerlere hakaret edilmesini, saygısızlık edilmesini,
küfredilmesini hemen hemen dünyadaki tüm toplumlar kabul etmezler. Türk
toplumunda ise bu değerlerin tamamı neredeyse kutsal değer kabul edilir.
<br /><br />Bu noktada özellikle vatanı kurtaran ve kuran kişiler kapsamında
ulu önder Atatürk'ü ele almak istiyorum. Bazı müslümanlar tarafından en çok
yapılan hatalardan birisi Atatürk'ün peygamber ile karşılaştırılması, laik ve
seküler olanlara dönük "bakın siz de Atatürk'e tapıyorsunuz, Anıtkabir'e
tapınmaya gidiyorsunuz" söyleminin kullanılmasıdır. Peygamberler hem kutsal
hem değerdir. Atatürk ise kutsal değil sadece değerdir!<br /><br />Sevgili
kardeşim öncelikle bilmeli ve kabul etmelisin ki Atatürk dini bir lider ve
kutsal bir kişilik değildir! Tanrı tarafından gönderildiğini iddia etmediği
gibi yeni bir din de getirmemiştir. Atatürk'ü sevenler de onu bir dini kimlik
ve kişilik olarak görmezler. Bu yüzden Atatürk'ü peygamber ile karşılaştıran
bir Atatürk sever göremezsiniz, Atatürk'e de tapmazlar. Ancak ülkeyi
düşmanlardan kurtaran, yeni bir ülke kurup bizlere vatan bırakan, Cumhuriyet
sistemini kurup bizlere armağan eden, yüce bir insan, güçlü bir asker, güçlü
bir siyasetçi, lider ve önder, ülkenin en büyük ortak değeri olarak görürler.
Bunun gereği olarak da saygılarını sunmak, minnetlerini göstermek için
Anıtkabir'e ziyarete giderler. Dünyanın saygı duyduğu bir lidere, kendisini
kurtarmış bir toplumun, kendisini kurtarana saygı duymaması, hakaret etmesi
küfretmesi ihanetten başka bir şey olamaz.<br /><br />Sağlık, sevgi, akıl ve
bilimle kalınız.<br />
</div>
<div class="alert-message yazar">Yazan: Wiseman</div>Din ve Mitolojihttp://www.blogger.com/profile/11918446048533085917noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8067429793072715122.post-26567956887807714112023-09-08T13:13:00.001+03:002023-09-08T13:13:00.133+03:00 İBRAHİM’İN İLK İNANÇ SİSTEMİ “SABİÎLİK”<div class="alert-message yazar">Yazan: Sedat Karadayı</div>
<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiuHynvhbEiGMqrGXUQ4jFlInDaEdwXZm0MQ24Pz4516HpUwWCQk63c4EnuqHt-CZ4TVBgTHD1BtgcVZCxqc_rwuqjmTwUUMoPW5Ylo86WEl_LnnGCjmhFNf4PBR3XmIC6d_78y4P9FW-aPFWYyAmSQfEFd3wxUzX2QT6YGDPNYAiyTaIe2uSJlA6T2rqw/s1600/S%CC%A7anliurfa-Museum-Harran-Guide-10-copy-min.jpg" style="display: block; padding: 0px; text-align: center;"><img alt="" border="0" data-original-height="456" data-original-width="950" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiuHynvhbEiGMqrGXUQ4jFlInDaEdwXZm0MQ24Pz4516HpUwWCQk63c4EnuqHt-CZ4TVBgTHD1BtgcVZCxqc_rwuqjmTwUUMoPW5Ylo86WEl_LnnGCjmhFNf4PBR3XmIC6d_78y4P9FW-aPFWYyAmSQfEFd3wxUzX2QT6YGDPNYAiyTaIe2uSJlA6T2rqw/s1600/S%CC%A7anliurfa-Museum-Harran-Guide-10-copy-min.jpg" /></a></div>
<br />
<p><b><span style="color: #bf9000; font-size: x-large;"> İBRAHİM’İN İLK İNANÇ SİSTEMİ “SABİÎLİK”</span></b></p><p>Yaşayıp yaşamadığı konusunda herhangi net bir bilimsel bilgi bulunmamasına rağmen kutsal kitaplarda anlatılanlarla İbrahim hakkında bilgi sahibi olabildik. Ancak kutsal kitaplarda yazılanların da mantık açısından destekleyici kaynakları olmaması İbrahim’i daha gizemli bir hale getirmektedir.</p><p>İbrahim hakkında bilinenlerin bir kısmı Sümerlerin Ur kentinde putperest bir anne-babadan dünyaya geldikten sonra gençliğinde Nemrut isimli bir kral ile arasında anlaşmazlık olduğu ile başlar. Ancak İbrahim’in yaşadığı varsayılan tarihte ortada Nemrut isimli bir kral bulunmamaktadır. İbrahim daha sonra babası Terah’tan kavgalı bir şekilde ayrılıp bugünkü Harran’a göç ettiği bilinir. Atalarının yaşadığı Habur ovasından dolayı onlara Haburi ya da Habiru deniyordu. Harran’da kız kardeşi Sare ile evlilik akdini gerçekleştirerek hayvancılık işlerine girmiş yani celep olmuştu. Bu tarihten sonra yetiştirdiği küçükbaş hayvanların üretimini ve ticaretini yapmaya başladı. Tabii ki bundan dolayı da sürekli yeni taze otlaklar bulmak amacıyla göçebe bir hayat yaşıyordu.</p><p>İbrahim’in yaşadığı MÖ 2000’li yıllarda bölge coğrafyasında (Asur ve Babil) varlığını sürdüren Sümerlerin tanrısı Enlil ve Enki liderliğinde diğer tanrılardı. Sümer tanrılarının ikametleri gökler olduğu için yıldızlar ve gezegenler onların sorumluluk alanına girmekteydi. Zaten Enlil diğer anıldığı Baal ya da El gibi farklı isimlerde de olduğu gibi Boğa görüntüsü ile resmedilirdi ve bunun asıl sebebi de göklerde Boğa Burcunu temsil etmesiydi. Göklerin tanrısı olmasına rağmen yerden yani dünyadan sorumluydu ve bu yüzden de grubu toprak idi. Kardeşi Enki de yine göklerin tanrısı olmasına rağmen o suyu kontrol ediyordu bu yüzden de Kova (Aquarius) burcu ile simgelenmekteydi. Diğer Sümer tanrıları da her biri bir yıldızı temsil ediyordu bu yüzden Sümer tanrılarına inananların bir kısmı kendilerine “Mandaye” ve “Nasuraye” adını vermişlerdi. Aslı Aramice Mandaye kelimesinin kökeni olan Manda kelime anlamı itibarı ile “Bilgi”, “Hikmet” demekti. Batılı bilim insanları bu yüzden bu inancın adı için “Mandeizm” tanımlamasını kullandılar. Cemaat üyelerinde de Mandaye, Mandenler “Bilenler”, “Arif” adını verdiler. Araplar ise bu inanca sahip olanlara “Sabiî” adını vermişlerdi. Arapçada Sabiîlik “Yıldız içinden çıkıp yükselmek” gibi bir anlam içeriyordu. İbranilerde ise bu kelimenin Sub (Vaftiz için suya daldırmak) kelimesinden türetilen “İsabba” ile ilişkili olduğu iddia edilir. Bu kelimeden çıkartılan anlam ise yıldızların meleklerin yurdu olması ile ilgili olduğundan yıldızlara saygı duyulmasını ifade eder.</p><p>Sabiîlik genel olarak Sümer tanrılarının inanç şekline dönüştürülmüş bir oluşumudur. Doğrudan yıldızlara tapınmak şeklinde de ifade edilebilir. Bu konuda Yahudi bir filozof ve baş haham olan Musa bin Meymun, yıldızların birer tanrı ve güneşin de en büyük tanrı olduğunu söylüyordu. Ondan sonra ay ve diğer yıldızlar geliyordu. Sabiîler günlük ibadetlerini güneşin gökyüzündeki konumuna göre planlayıp ibadet öncesi su ile temizlenirlerdi.</p><p>Sabiîlik bir anlamda Zerdüşt inancına benziyordu. Onların da Zerdüştlerde olduğu gibi karanlık ve aydınlık tanrıları vardı. Gündüz 3 kez gece 2 kez kuzeye dönerek Işık Kralı’na ibadet ederlerdi. Temizlenme ile ilgili işlemin kesinlikle bir akarsuda yapılması zorunluydu ki bunun adına “Rişama” derlerdi. Sabiîler kökenlerinin Adem’e dayandığını iddia ediyorlardı.</p><p>Her ne kadar MÖ 2000’li yıllarda Sabiîlik yaygın bir din olarak kullanılıp daha sonra terk edilmesine rağmen sonraki yıllarda birçok uygulaması Yahudilerde, Hristiyanlarda ve Müslümanlarda ortaya çıkmıştır. Örnek vermek gerekirse Hristiyanlarda Yahya ile ortaya çıkan göllerde ve akarsularda başın ve gövdenin suya daldırılıp çıkartılmasıyla yapılan vaftiz uygulaması aslında Sabiîlerden kalmıştır. Müslümanlarda da namaz öncesi alınan abdest yine Sabiîlerden alıntıdır. Buna benzer başka uygulamalar da vardı.</p><p>İbrahim’in genel karakter yapısı duruma ve ortama göre davranmak şeklinde tanımlanabilir. Zamanın sert yaşam ortamında İbrahim’in oldukça mülayim bir yapısı vardı. Bu karakter yapısını yıllar sonra Firavun ile karısı Sare’nin de katıldığı sorunlu bir ilişkiden anlayabiliyoruz. İbrahim ölüm korkusu sebebiyle karısı Sare’ye karşılaştıkları başka kişilere eşi yerine kardeşi olduğunu söyletmesi bunun bir delilidir.</p>Din ve Mitolojihttp://www.blogger.com/profile/11918446048533085917noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8067429793072715122.post-91001399568823644622023-09-05T12:52:00.001+03:002023-09-05T12:52:00.148+03:00GÜLEN HAREKETİ<div class="alert-message yazar">Yazan: Sedat Karadayı</div>
<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjvSCu3b_jbCaFGenPk41IjEjuITibYAc6RCvR9j46BupBmE9ZX9rumj3-s91J6wGSOALIKNnvRodGZi_7R9pvbpyqvlV6TuJ101em9LiVhhkmSPdLCYrDvN51V3Hs2_XNtQS6bBwXK0q4Mb9L3CQLMGyPA4Q1TrIWSrkpgcIOtH3fTSzAxmnmDp_VryHM/s1600/resized_7a2d5-e3d87716fguler-min.jpg" style="display: block; padding: 0px; text-align: center;"><img alt="" border="0" data-original-height="504" data-original-width="950" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjvSCu3b_jbCaFGenPk41IjEjuITibYAc6RCvR9j46BupBmE9ZX9rumj3-s91J6wGSOALIKNnvRodGZi_7R9pvbpyqvlV6TuJ101em9LiVhhkmSPdLCYrDvN51V3Hs2_XNtQS6bBwXK0q4Mb9L3CQLMGyPA4Q1TrIWSrkpgcIOtH3fTSzAxmnmDp_VryHM/s1600/resized_7a2d5-e3d87716fguler-min.jpg" /></a></div>
<br />
<b><span style="color: #bf9000; font-size: x-large;">EMPERYALİZMİN TARİHSEL GELİŞİMİ-15</span><br /><span style="color: #7f6000; font-size: large;">GÜLEN HAREKETİ</span></b><div><br /></div><div><div>Edirne’de görevi biten Fethullah Gülen 10 Kasım 1961 tarihinde Ankara, Mamak’taki askeri birliğine teslim oldu. Askere 6 gün geç gitmişti. Bu 6 gün boyunca Ankara’da Salih Özcan ile görüşmekteydi. Salih Özcan, Saidi Nursi’nin bilinen 5 öğrencisinden biriydi. Görüşmeler daha sonra da devam edecekti. Gülen’in askeri birliğe teslim eden kişi Üsteğmen Mehmet Mutlu idi. Mehmet Mutlu Gülen’e hamilik yaparak birliğine teslim edip, konumunu ve önemini belirterek hem 6 günlük gecikmeden dolayı ceza almasını önledi hem de İstihbarat bölüğünde telsizci olarak görevlendirilmesini sağladı.</div><div><br /></div><div>Fethullah Gülen bir süre sonra İskenderun’a gönderildi. Buradaki görevi sırasında sarılık olduğu gerekçesiyle 3 ay hava değişimi alıp Erzurum’a gitti. Erzurum’da bulunduğu süre içerisinde camilerde vaaz verdi. Süresi yetmeyince 1 ay daha uzattığı izin ile vaaz vermeye devam etti. Yine 7 gün gecikerek geldiği birliğinden 1963 yılında terhis olup yeniden Erzurum’a döndü.</div><div><br /></div><div>Türkiye’de görev yapan CIA, her türlü fikir ve düşünce yapısına sahip gruplarla iş birliği içindeydi. Hatta bu amaçla yapılanmaları organize ediyordu. Bir taraftan Milliyetçi (Ülkücü) gruplarla yapılanma sağlarken diğer taraftan Radikal dinci grupları da kontrol edebiliyordu. Bunların yanında demokrat liberallerle ya da sol görüşlü demokratlarla da ilişkisini kesmiyordu. Hem de tüm bu grupları birbirine düşman yaparak amacına ulaşabiliyordu.</div><div><br /></div><div>27 Mayıs 1960 tarihinde gerçekleşen askeri darbeden sonra Komünizmle Mücadele Derneği’nin 7 şubesi kapatılmıştı. Darbeden sonra aynı dernek bu kez Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği olarak yeniden kuruldu. Derneğin yönetiminde aydın ve liberal demokratlar bulunuyordu. Ancak şubelerde radikal dincilere de görev verilmekteydi. 1963 yılına kadar faaliyete geçirilen 20’den fazla şubenin bazılarında radikal dinciler de bulunmaktaydı. Erzurum’da kurulan şubenin kurucu üyeleri arasında Fethullah Gülen, Diyarbakır şubesinin kurucu üyeleri arasında ise Recai Kutan vardı. Bu çalışmalara CIA “Yeşil Kuşak Projesi” adını vermişti.</div><div><br /></div><div>Erzurum’da işi biten Gülen ailesinin evlendirme isteklerine karşı gelerek yeniden görev yeri Edirne’ye döndü. Bu kez 3 Şerefeli Cami yerine Dar’ül Hadis caminde kuran kursu öğretmenliği ve fahri imamlık görevine başladı. Bu arada Eski Camide konuşmalarına devam ediyordu. Bu konuşmalarından dolayı birkaç kez karakola çağrılıp ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılmıştı. Konuşmalarına devam edince karakoldan uyarılarak serbest bırakıldı. Hala konuşmalarına devam edince mahkemeye sevk edildi ancak ceza almadan yine serbest bırakıldı. En büyük arzusu İzmir’e gitmekti bu yüzden İzmir’e tayinini istedi ancak başaramadı. İzmir’e gidemeyince, Edirne’de de faaliyetlerini sürdüremeyeceğinden dolayı Kırklareli’ne tayinini istedi. Edirne’deki faaliyetlerini Kırklareli’nde sürdürdü. En büyük arzusu olan İzmir tayini ise Mart 1966’da gerçekleşti.</div><div>Türkiye Komünizmle Mücadele Derneğinin son dönemlerdeki fahri başkanlığını askeri darbenin lideri Cemal Gürsel yapmaktaydı. Ancak 16 Temmuz 1965 tarihinde Türkiye İşçi Partisinin düzenlediği Bursa mitinginde yapılan saldırıdan sonra başkanlıktan ayrıldı. Bu tarihten itibaren başkanlığına İhsan Egemen Darendelioğlu’nun geçmesiyle dernek faaliyetleri yaygınlaştı. Bu tarihlerde 27 olan şube sayısı kısa sürede 110’a çıktı. Derneğin bir alt grubu olarak kurulan gençlik örgütüne Milli Türk Talebe Birliği adı verilmişti. Birliğin genç ve sağcı üyeleri sahada yani sokaklarda, meydanlarda aktif görev yapmaktaydı. Görevleri karşıt fikirlere saldırmak, halkı kışkırtmak ve olay çıkartarak anarşi yaratmaktı.</div><div><br /></div><div>Kasım Gülek 1967 yılında yapılan Genel Sekreterlik seçimlerinde rakibi olan Bülent Ecevit’e kaybedince CHP’den istifa ederek ayrıldı. Artık Kasım Gülek için yeni bir dönem başlıyordu. 1968 yılında NATO Parlamenter Asamblesi Başkanlığına seçildi. Bu görevi sırasında Vatikan’a giderek Papa 6. Paul’u ziyaret etti. Bu yöntem CIA’in yöntemiydi. Yıllar önce Opus Dei, Papa’nın rızasını almış ve onu yeryüzündeki her şeyden üstün tutmuştu. Daha sonra Moon Tarikatı lideri Sun Myung Moon da Papa’nın onayını almıştı. Şimdi sıra Kasım Gülek’teydi. Yıllar sonra da bu yola Fethullah Gülen gelecekti. Papa 6. Paul ile yaklaşık 1,5 saat görüşen Gülek, Türkiye’ye döndükten sonra Tarsus’ta (Aziz Paulus’un doğduğu kent) Saint Paul Cemiyetinin kurulmasını gerçekleştirdi. Amaç her zamanki gibi “Dinler arası Diyalog” olarak geçiyordu. Yine her zaman olduğu gibi Papa, Kasım Gülek’e diyalog çalışmasından dolayı Nişan verecekti ancak ömrü yetmeyince nişan, kızı Tayyibe Gülek’e verildi.</div><div>İzmir’in ABD ve CIA için ayrı bir önemi vardı. NATO’nun Müttefik Kara Komutanlığı İzmir Buca’daydı. O güne kadar yalnızca camilerde vaaz veren Fathullah Gülen, İzmir’de ilk kez Opus Dei’de ya da Moon tarikatında olduğu gibi gençlere yönelmişti. 1968 yılında oluşturmak istediği Gençlik Kampı için ihtiyacı olan parayı kendisine inanan müritleri tüccarlardan topladığı 3000 liralık senetlerle sağladı. Bu senetleri kırdırarak nakde çevirip ilk kampını oluşturmayı başardı. Kamplarda gençlere yaptığı öğretilerde din dersi vermiyordu. Gençleri komünizme karşı savaşacak duruma getirmeye çalışmaktaydı. Yani amacı İslam’a hizmet değil CIA’e hizmetti.</div><div><br /></div><div>İzmir Kestanepazarı’ndaki faaliyetlerine bölgede bulunan İmam Hatip Lisesi ve Yüksek İslam Enstitüsü öğrencilerini de dahil etti. Ayrıca Milli Türk Talebe Birliği ile de doğrudan ilişki kurmaktaydı. Bu süre içinde İzmir’de kendisine yakın hissettiği öğrencileri ile “Diriliş Derneği” isimli bir dernek kurup, çalışmalar yaptı. Ancak dernek çalışmaları istediği gibi ilerlemeyince İzmir’de yeni hücre evler (Buca, Bornova, Hatay semtlerinde) oluşturup buralara yoğunlaşarak faaliyetlerini hücre evlerde sürdürdü. Fethullah Gülen’in Mason Locası ile ilişkileri ilk kez 1969 yılında başladı. Bu dönemde yaptığı çalışmalar karşısında Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Locası tarafından Taltif Madalyası ile ödüllendirildi.</div><div><br /></div><div>2,5 senelik çalışmalarından sonra Fethullah Gülen İzmir’deki resmi memur olarak devam ettirdiği çalışmalarını bırakmıştı. Ancak CIA adına yaptığı çalışmalarına devam ediyordu. 1971 yılında gerçekleşen 12 Mart muhtırası sonrasında hakkında tutuklama kararı çıkarılan Gülen hapse atıldı.</div></div>Din ve Mitolojihttp://www.blogger.com/profile/11918446048533085917noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8067429793072715122.post-44481273961020046312023-09-02T12:34:00.003+03:002023-09-02T12:35:42.293+03:00KANDİLLERİMİZ NE KADAR MÜSLÜMAN?<div class="alert-message yazar">Yazan: Sedat Karadayı</div>
<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi5091d5yVgPAOyvuN8jTaVVoHfUXNzFFUoKUSpP3AqGHMd8iiIPndO9gKWzNcUy1c4VqNMgBD8Yv5q2c2Kyb_ow8s6CD03upZnyr6PI9yWmJ-Wr1GcAQP8AIEpsAxc-m2Nr0_SrFj24icPn5zNdKAyVgTArq8Bwt2YUqKrlxWuQNYsAf447Me1ygNogIw/s1600/regaip-kandili-ne-zaman-2-947_2-41.jpg" style="display: block; padding: 0px; text-align: center;"><img alt="" border="0" data-original-height="534" data-original-width="950" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi5091d5yVgPAOyvuN8jTaVVoHfUXNzFFUoKUSpP3AqGHMd8iiIPndO9gKWzNcUy1c4VqNMgBD8Yv5q2c2Kyb_ow8s6CD03upZnyr6PI9yWmJ-Wr1GcAQP8AIEpsAxc-m2Nr0_SrFj24icPn5zNdKAyVgTArq8Bwt2YUqKrlxWuQNYsAf447Me1ygNogIw/s1600/regaip-kandili-ne-zaman-2-947_2-41.jpg" /></a></div>
<br />
<b><span style="color: #bf9000; font-size: x-large;">KANDİLLERİMİZ NE KADAR MÜSLÜMAN?<br /></span></b><br />Regaib, Mirac. Berat ve Mevlid. Biz Türkler, bunların tamamını Kandil
diye tanımlıyoruz peki ya Arap ülkeleri veya diğer Müslüman ülkeler? Onlar da
İslam’ın önemli günleri olarak anıyorlar ama Kandil demiyorlar.<br /><br />Peki
Türkler neden bu günlere Kandil demekte ısrar ediyorlar. Açıklaması çok basit
çünkü Hristiyanların dönemsel benzeri günlerini mum yakarak şarkılarla anıp
kutladıkları içim Türkler de onlara özenerek İslam’ın bu günlerini onlara
benzemeye çalışıp, mum veya kandil denilen araçları yakarak şarkılarla kutlamak
istemişler. Yani bu konu tamamen Türklerin özenti, takıntısından başka bir şey
değil.<div><br /></div><div>Regaib gecesi adından da anlaşıldığı üzere adını verdiği Receb
ayında gerçekleşir. Bu kutlamanın sebebi ise Hz. Muhammed’in ana rahmine düştüğü
andır. Yani bu konudaki hadisin varlığını bize ısrarla anlatmaya çalışan Zâhid
Ebü’l-Hasan Nûreddin Ali b. Abdullah b. Hüseyin b. Cehdam der ki “Receb ayının
ilk Perşembe günü Hz. Muhammed’in babasının spermleri annesinin yumurtası ile
kavuştuğu ve Hz. Muhammed’in ana rahmine düştüğü o an yani o gece eğer namaz
kılar ve oruç tutarsanız bu size çok büyük sevap olarak işlenecektir.” Bu sözü
söylemiş olan kişi 1024 yılında vefat etmiş. Yani Hz. Muhammed ile aralarında
300 küsur yıldan fazla bir süre var. Sen nereden hesapladın be adam, nereden
duydun da sevgili peygamberimizin ana rahmine düştüğü o anı buldun? Hiç kimse de
“Hadi git yaa” demiyor. Pardon, aslında İbn-ül Cevzi buna itiraz edip “Ona
inanmayın dedikleri uydurmadır” diye açıklamış. Ama yine de ilk kez Kudüs’te
1056 yılında, Bağdat’ta da 1087 yılında kutlanmaya başlanmış. Fakat Mekke ve
Medine gibi yerler buna henüz inanmamışlar. Aslında işin en komik tarafı da Hz.
Muhammed’in yaşadığı ve vefatı sonrasındaki dönemlerde de böyle bir kutlamanın
hiç görülmediğidir. Fakat böyle bir moda çıkınca bu kez kendini İslam alimi diye
piyasaya süren herkes Regaib kutlamasını bilimselleştirince hızla yayılmayı
sürdürmüş.<br /><br />Berat gecesi, Regaib gibi değil çünkü özellikle Hz.
Muhammed döneminden itibaren kutlanmaya başlanmış. Berat gecesinin özelliği
peygamberimizin ifadesiyle her Şaban ayının 15. Gecesi Allah’ın rahmetiyle dünya
semasında görünmesidir. Bu geceye oruçlarla, dualarla, namazlarla katılanların
affedileceği ifade edilir. Berat gecesinin bir önemi de o gecelerin birinde
vahiy geldiği için kılınan namazlarda kıblenin Mescid-i Aksa yerine Kâbe olması
buyrulmuş olduğundan dolayıydı.<br /><br />Mirac gecesinin ne denli önemli
olduğunu ayrıca anlatmaya gerek yoktur belki ama bir iki cümle etmekte fayda
var. O gece Hz. Muhammed uykusundan Cebrail tarafından uyandırılıp, Burak isimli
ata bindirilerek birkaç saniyede Mescid-i Aksa’ya getirildi. Burada göğün tüm
katlarını ziyaret edip geçerken eski peygamberlerle özellikle de Musa ile
görüştükten sonra Allah Müslümanlara namaz kılmayı farz etmişti. Bu yüzden o
gecenin ayrı bir önemi var ve Müslümanlar o geceyi özellikle kutlarlar.<br /><br />Mevlid
gecesi ise o da Regaib’e benzer özellikler taşır. Regaib oluşumundan 9 ay 10 gün
geçtikten sonra dünyaya gelen sevgili peygamberimizin doğum gününün
kutlanmasıdır. Mevlid gecesi Rebülevvel ayının 12. Gecesidir. Yani Hz. Muhammed
o gece dünyaya gelmiştir. Fakat nedense kendi döneminde böyle bir kutlama
yapılmamıştı. Daha sonraki Ebu Bekir, Hz. Ömer, Osman ya da Hz. Ali dönemlerinde
de Mevlid kutlaması yapılmadı. Muaviye zaten yapmadı ve sonraki Emeviler
döneminde de böyle bir kutlama yapılmadı. Üstelik Abbasilerin döneminde de
Mevlid kutlaması hiç yapılmadı. Aradan tamı tamamına 350 koca yıl geçmiştir.
Mısır’da Abbasilerden sonra başlayan Fatımi dönemine gelindiğinde Fatımiler de
bakarlar ki Mısırlı Hristiyanlar İsa’nın doğum gününü kutluyorlar o zaman bizim
neyimiz eksik diyerek Şii Fatımiler de Rebülevvel ayının 17. Gününü Hz.
Muhammed’in doğum günü yani dünyaya gözlerini açtığı gün olarak kutlamaya
başladılar. Oldu mu sana yeni bir moda akımı?<br /><br />İşte bu geceler İslam
dünyasında özel ve önemli geceler olarak kutlanmaya başlanmış. Fakat Osmanlı
İstanbul’undaki gayrimüslimlerin kendi kutlamaları o kadar beğenilmiş ki
İstanbul Müslümanları da onlar gibi yapmaya çalışmışlar. Ellerine kandilleri
kapanlar ev ev dolaşıp şarkılarla kutlamalar yaparak yine Hristiyanlar gibi bir
de bahşiş toplamaya başlamışlar. Herkesin dilinde;
<div>
<br /><i>Yağ parası mum parası<br />Akşam oldu kandil parası<br />Kömürlükte
kömürlük,<br />Hanımlara ömürlük<br />Merdivenden iniyor<br />Bize para
veriyor<br />On para olsun<br />Beş para olsun<br />Hanım teyze sağ
olsun.</i><br /><br />Bu şarkı ile dolaşan çocuklar bir ellerinde yanan kandil ya da
mum para topluyorlardı. Bu çocukların Müslüman olduğunu görenler de
ücretlerini ödeyerek Müslüman kalmalarını sağlıyorlardı sanki.</div><div><br /></div><div>İşte
İslam dünyasında özel ve önemli günler olarak geçen o gecelerin Türklerde
Kandil ismi ile anılmasının sebebi tamamen geleneklerin farklı toplumların
birbirlerinden etkilenmesinden kaynaklanmasıdır.</div><div><br /></div><div>Son söz olarak
söylenebilecek tek şey; Regaib ve Mevlid gecelerinin İslam’ın özünde olmadığı
sonradan birileri tarafında uydurulduğudur. Alışkanlık yaptıkça derinlere
işleyip vazgeçilmez olmaları sağlanmış Aynen Sübahaneke duası gibi. Sübahaneke
duası da Kuran’da geçmez. Böyle bir sure de yoktur ayet de. Muaviye döneminde
çıkartılan bu dua cenaze namazlarının vazgeçilmezi olarak sürmektedir.<br />
</div>
</div>Din ve Mitolojihttp://www.blogger.com/profile/11918446048533085917noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8067429793072715122.post-17658515215673265622023-07-09T01:22:00.001+03:002023-07-09T01:22:14.658+03:00DİONYSOS VE ANTİK YUNAN DİNİ<div class="alert-message admin">Hazırlayan: A.Kara</div>
<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg_GgnxuAdkWL-7hZq1zPrxC2zooZOiLY3s1KW99NjoTJ2noov3UXo2REwjTPhDS0PzZXETwPvpW0bgUdKAmF_ftscBdTve6g9szqO7b1Tb4kieWJZPH6xVN4PAkr7wPK4vvhqjBodP60Of-UzomPzGZQMdij-64hNsI6rDiu1FFDvmNNX4GhPUZm5nh_k/s1600/Dionysos%20site.jpg" style="display: block; padding: 0px; text-align: center;"><img alt="" border="0" data-original-height="460" data-original-width="950" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg_GgnxuAdkWL-7hZq1zPrxC2zooZOiLY3s1KW99NjoTJ2noov3UXo2REwjTPhDS0PzZXETwPvpW0bgUdKAmF_ftscBdTve6g9szqO7b1Tb4kieWJZPH6xVN4PAkr7wPK4vvhqjBodP60Of-UzomPzGZQMdij-64hNsI6rDiu1FFDvmNNX4GhPUZm5nh_k/s1600/Dionysos%20site.jpg" /></a></div>
<br />
<b><span style="color: #bf9000; font-size: x-large;">
DİONYSOS VE ANTİK YUNAN DİNİ</span></b>
<div>
<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://youtu.be/7qzmRVgSxRw" target="_blank"><img alt="" border="0" data-original-height="124" data-original-width="799" height="31" src="https://1.bp.blogspot.com/-KU28XmB55h0/XY82iJEg8II/AAAAAAAAD5Q/XeDVKx4uKak0JNDYNa5SSea8eaYSvt7wgCPcBGAYYCw/w200-h31/Youtube.png" width="200" /></a></div>
<br /></div>
<div>
Paganizm inanışı ve ayinleri binlerce yıl boyunca var olmuş, birçok
uygarlıklarda değişik şekillerde ortaya çıkmıştır. Hem yaşanan etkileşimlerden
hem de insanların doğayı, doğuşu, ölümü, gökyüzü, gezegen ve yıldızları anlama
çabalarının sonucu olarak farklı coğrafyalarda benzer inanış ve anlayışlar var
olmuştur. Bunun örneklerinden biri İsa figürünün oluşumunda pay sahibi olan
Dionysos kültüdür.
</div>
<div><br /></div>
<div>
<div>
Dionysus, şarap ve ekmek tanrısıdır. Antik Yunanlı'nın gözünde her türlü
bitkiye yaşam veren, onları büyüten görünmez güçlerin toplamıdır. Bu yüzden
üzüm ve şarabın önemli olduğu antik dönem insanının gözünde onun sembollerin
biri asma oluvermiştir. Ek olarak boğa, yılan, kaplan, leopar da sembolleri
arasındadır. Kabul görmüş sembollerinden biri de incirdir. Genellikle
leopara binerken, leopar derisi giyerken veya panterlerin çektiği bir
arabada iken resmedilmiştir. Onu tanımlayan en önemli sembollerinden biri
elinde tuttuğu thyrsos yani ucunda çam kozalağı takılı olan ve asma dalları
ile bezenmiş değnektir. Değneğin ucundaki çam kozalağı onun bir Anadolu
tanrıçası olan Kibele ile ilişkili olduğunu düşündürür.
</div>
<div><br /></div>
<div>
"Şarap veren" sıfatına ek olarak "efendi", "tanrı", "ağaçların olan" gibi
sıfatları vardı. Başka ve en önemli sıfatı "kurtarıcı"ydı; tıpkı İsa gibi.
</div>
</div>
<div><br /></div>
<div>
Paganizm toplumlar arasında uygulanış olarak farklılık gösterebildiğinden
kimileri çılgınca uygulanan kanlı hayvan kurbanları ile kimileri ise
meditasyon benzeri yöntemleri ile öne çıkıyordu. Bugünün aksine geçmişte uzun
zaman boyunca bu tapınma biçimleri hor görülmemiş hatta devlet tarafından bile
onaylanmıştı. Bu yüzden tapınma ve ibadetler -ufak istisnalar hariç- gizli
saklı yapılmıyor ve kişiler ayıplanmıyordu. İlerleyen süreçte farklı dini
görüşe sahip baskıcı liderlerin başa geçmesi ile zulüm yaşamaktan korkan pagan
halklar ibadet ve ayinlerini daha küçük ölçekte tutup gizli yapmaya
çalışıyorlardı. Konum ve dil değişse de inanışın merkezinde ölüp yeniden
dirilen bir tanrı ya da insan miti bulunuyordu; tıpkı Dionysos gibi.
</div>
<div><br /></div>
<div>
İnanışa göre Dionysus, Roma adıyla Bacchus tıpkı diğer bitki örtüsü tanrıları
gibi şiddetli bir ölüme maruz kalmış, tekrar dirilmiştir. Şarap ve bereketle
ilişki olan tanrının ayinlerinde onun çektiği acılar, ölümü ve yeniden
dirilişi canlandırılırdı. Ayinleri özünde, asma yetiştiriciliği ve onun yaşam
döngüsü ile ilgilidir. Tıpkı doğa gibi onun bir parçası olan bağ bahçeleri de
yaşayan tanrı olarak somutlaştırıldığından şarabın fermantasyonu parçalanarak
yeraltına inen tanrının özü ile ilişkilendirilmiştir.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Kültü yani insanların ona tapınması çok eskilere dayanır, öyle ki Miken'lere
kadar uzanır. Atina'daki Dionisya (Dionysia) ve Lenaia festivallerinde
fallisizm yani cinselliğini, cinsel organını kutsallaştıran törenler
düzenlenirdi.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Eleusis, diğer adıyla Elefsis, Yunanistan'da Atina'nın batısında yer alan bir
bölgeydi. Burada ana tanrıça ve tanrı-insan Dionysus şerefine kutlamalar
yapılıyordu. Burada yer alan Elefsis Tapınağında yaklaşık 1.100 yıl boyunca
kutlamalar yapılmıştı. Fakat buradaki tapınakları M.S. 396'da bir grup
Hristiyan keşişin yardım ettiği Vizigot kralı Alaric tarafından yok edilmişti.
[1]
</div>
<div><br /></div>
<div>
Her tanrının, tapınıcılarının, antik dinlerin bir yükseliş ve düşüş dönemleri
vardır. İşte Elefsis'deki Dionysos kutlamalarının zirvede olduğu zamanlar,
ruhani gelişim yaşamak ya da gizli öğretileri öğrenerek öğretici olmak
hevesiyle kadın-erkek, zengin-fakir, köle-imparator fark etmeksizin herkes
tapınağa akın ediyordu. [2] Sulla, Mark Anthony, Cicero, Augustus, Claudius,
Domitian, Hadrian ve Marcus Aurelius gibi birçok Romalı asil ve İmparator
kutlamalarda yer almıştı. Kutlamaların ünü öyle yayılmıştı ki Hindistan'da
yaşayan bir Brahmin rahibi olan Zarmaros bile Elefsis'e gitmiş, tapınak
açıldığında yanan büyük alev harlandığında alevlerin içine doğru yürüyerek
izleyenleri büyülemişti. [3]
</div>
<div><br /></div>
<div>
Hacca gitmek ya da oruç tutmak İbrahimi dinlere özgü değildir, bu dinler
ortada yokken çoktanrılı birçok topluluk hac yapmış, oruç tutmuş ve her biri
bunlara farklı anlamlar yüklemiştir.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Örneğin yaklaşık 30.000 kadar Yunan vatandaşı Dionysos adına kutlamalar yapmak
için kıyıda yer alan Elefsis'e gitmek amacıyla 30 kilometrelik bir yolu
yalınayak yürüyerek <b>hacca</b> giderdi. [4] Hac görevini tamamlayarak
bölgeye ulaşan Yunan hacılar Dionysos için <b>kurbanlar sunuyor,</b> arınma
ritüelleri yapıyor ve <b>oruç</b> tutuyorlardı.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Yunan pagan dininin gizli sırlarına erişmek isteyenler bu bölgeye kadar uzanan
Kutsal Yol boyunca ilerlerken zil ve tef sesleri eşliğinde dans ediyor,
kendilerine kötü davranan maskeli adamlar tarafından taciz ediliyor, hatta
bazen sopalarla darbe alıyorlardı. [5] Yani tanrının yaşadığı acı, çilecilik
yolu ile deneyimlenmeye çalışılıyordu. Kutsal Yol üzerinde gerçekleşen bu hac
yürüyüşünün başında Dionysos'un heykelini taşıyan görevliler bulunurdu.
Dolayısı ile yolculuk tanrının rehberliği ile gerçekleşirdi.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Temizlikte kullanılan su tarih boyunca, sıklıkla arındırıcı olarak
görülmüştür. Vaftiz inancının temelini de bu inanış oluşturmaktadır. İşte Ana
Tanrıça ve Dionysos'a hac yolculuğunu tamamlayan insanlar da çıplak olarak<b>
denizde yıkanır</b>, arınma törenleri yapar, daha sonra gizli sırları öğrenme hevesiyle
kalabalıklar halinde 3.000 kişilik kapasiteye sahip, Elefsis Gizemlerinin
merkez ve kutsal alanlarından biri olan Telesterion'un büyük kapılarına
gelirlerdi. Her hacı içeriye girme hakkına sahip değildi. İçeriye girecek
kişiler ya seçilmiş ya da daha önce buraya gelip öğretilere aşina olmuş
insanlar olmalıydı.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Peki içeri girmek neden bu kadar önemliydi? Önemli devlet isimlerini bile
heyecanlandıran bu törende neler yapılıyordu?
</div>
<div><br /></div>
<div>
İçeri giren herkes gördüklerini ve öğrendiklerini sır olarak tutmaları için
kutsal bir yemin ediyordu. Girdikleri bu yerde etkileyici, tiyatral bir törene
eşlik ediyorlardı. Törenin başrahibi Hierophant yani kutsal gizemlerin
koruyucu ve yorumlayıcısı, insanları kutsal sayılan şeylerin huzuruna çıkaran
kişi Dionysos'un hikayesini dramatik bir şekilde canlandırırken Dionysos gibi
giyiniyordu. [6]
</div>
<div><br /></div>
<div>Yeni Ahit ve Kilise Tarihi profesörü Samuel Angus şöyle demişti:</div>
<div><br /></div>
<div>
<div>
<i>"Bir Gizem Dini, ayrıcalıklı izleyicilerin hayret dolu gözleri önünde,
mücadelelerin ve ıztırapların hikayesi ile, koruyucu bir Tanrının
zaferini, yaşamın eninde sonunda ölüme galip geldiği ve acıdan neşenin
doğduğu doğanın meşakkatini tasvir eden ilahi bir dramaydı. Gizemlerin
ritüellerinin bir bütün olarak amacı, özellikle, duygusal hayatı
hızlandırmaktı. Bu tutku-oyununda duyguları kışkırtacı hiçbir araç göz
ardı edilmiyordu, ya ölçülü eğilimleri uyandırmak yolu ile ya da dış
uyaranlar sağlamak yolu</i>
</div>
<div>
<i>ile. Gergin zihinsel bekleyişlerin etkisi, oruç tutmak, derin
sessizlikler, görkemli alaylar ve karmaşık törenler, yüksek sesli ve vahşi
ya da yumuşak ve büyüleyici müzik, çılgınca danslar, spiritus likörlerin
içilişi, vücudu suya daldırmak,, yoğun karanlığı izleyen göz kamaştırıcı
ışık, harika tören cüppelerinin görünüşü, kutsal amblemlerin verilişi,
Hierophant'ın kendi telkinleri ve sözleri ile artırılıyordu-bunlar ve
duygusal coşkunun birçok sırları rağbetteydi."</i>
[7]
</div>
</div>
<div><br /></div>
<div>
Birçok araştırmacı ve bilim insanı Dionysos mitinin dramatize edilmesinin
tiyatronun kökenini oluşturduğunu söyler. [8] Dionysos törenini tiyatrodan
farklı kılan yönü izleyicilerin pasif olmamasıydı. Tiyatroya katılan bir kişi
sadece sahnelenen oyunu izlerken Dionysos törenine katılmaya hak kazanan
insanlar insan-tanrının ölümünü ve yeniden doğuşunu temsil etmek için onun
yaşadığı çileye ortaklık etmek, tutkusunu paylaşmak zorundaydılar.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Bu konuda otorite olmuş olan çağdaş yazarlardan Otto W. F. şöyle demiştir:
</div>
<div><br /></div>
<div>
<div>
<i>"Dioynsus, en kutsanmış esriyişin ve en coşkulu aşkın Tanrısı idi. Ama o,
aynı zamanda, eziyet edilen Tanrı idi, acı çeken ve ölen Tanrı idi ve onun
sevdiği herkes, ona hizmet eden herkes, onun trajik yazgısını paylaşmak
zorundaydı."</i>
[9]
</div>
</div>
<div><br /></div>
<div>
Dionysos'un acısına ortak olan insanlar bunu tiyatral bir gösteri amacı ile
yapmıyorlardı. Caferilerin kendilerini kamçılaması, Atargatis yani Kibele'nin
rahibelerinin kendilerini keserek kanatması gibi onlar da kendilerine zarar
veriyor ve ruhsal bir arınış, katarsis yaşıyorlardı. Kendini kaptıran bu
insanlardan kimileri huşu ile dolarken, kimileri kendilerini kutsal semboller
ile bağdaştırır, kimileri ise tanrılar ile birlikteymiş gibi hissederlerdi.
[10]
</div>
<div><br /></div>
<div>
MÖ 200 dolaylarında Dionysos tapınımı Roma'ya yayıldığında tanrının adı
Bacchus olmuştu. Kadınlar 16 ve 17 Mart tarihlerinde Roma'nın üzerine
kurulduğu ünlü yedi tepeden biri olan Aventine Tepesi'ndeki koruya giderek
Dionysos yani Bacchus için kutlama ve ayinler yapıyorlardı. Bu kutlamanın adı
Bacchanalia idi. Sonraları erkeklerin de katılmasına izin verilmiş ve
kutlamalar ayda beş kez yapılmaya başlanmıştı.</div>
<hr align="center" size="2" width="100%" />
<div id="spoiler" style="display: none;">
<ol>
<b>KAYNAKLAR</b>
</ol>
<ol>
<li>Samuel Angus, The Mystery Religions (1925), vol. vii.</li>
<li>
W. Burkert, Greek Religion : Arcaic and Classical (1985), 286; Harold R.
Willoughby, Pagan Regeneration (1929), 38.
</li>
<li>Carl Kerenyi, Eleusis (1967), 100 ff.</li>
<li>Herodotus, The Histories, 544, Book 8, 63-8.</li>
<li>Burkert, a.g.e., 287.</li>
<li>Kerenyi, a.g.e.., 55.</li>
<li>Angus, a.g.e., p. 61; Dover edition, p.50.</li>
<li>
Carl Kerenyi, Dionysos (1976), 315; W.K.C. Guthrie, Orpheus and Greek
Religion (1952), 32.
</li>
<li>
Walter Friedrich Gustav Hermann Otto, Dionysos Myth and Cult (1965),
49; V.D. Macchiro, From Orpheus to Pavlus (1930), 75.
</li>
<li>W. Burkert, The Orientalising Revolution (1992).</li>
</ol>
<span style="color: #bf9000;">●►</span>Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: <a href="https://www.patreon.com/dinvemitoloji" target="_blank"><b><span style="color: #bf9000;">PATREON</span></b></a><br />
<span style="color: #bf9000;">●►</span>Youtube 'Katıl': <a href="https://www.youtube.com/channel/UCU_G7HvGuGeqaHFD5e6-36Q/join" target="_blank"><b><span style="color: #bf9000;">KATIL</span></b></a><br />
<br /></div>
<button onclick="if(document.getElementById('spoiler') .style.display=='none') {document.getElementById('spoiler') .style.display=''}else{document.getElementById('spoiler') .style.display='none'}" title="Kaynakları görüntülemek yada gizlemek için tıklayınız!" type="button">Kaynakları Göster | Gizle</button>Din ve Mitolojihttp://www.blogger.com/profile/11918446048533085917noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8067429793072715122.post-21824743421826602072023-06-20T21:13:00.002+03:002023-06-20T21:13:16.887+03:00TARİKAT OKULLARI VE ADNAN OKTAR’IN EVRİM KİTAPLARINDAN DİNİ TERK ETMEYE UZANAN SÜREÇ<div class="separator" style="clear: both;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh5BR0-3WLklXgWk_paqo07bl_mJQTN_O6TjhxiaeNwG20wLYxsyqKi0-KWevAm-kzo7XSxTntUodpG2FKrCgVE21R0fov-25uMjOmWwwkd7Dzz86yGEu7h2hwgaI2xsLIIkjFiBulXdO16Z7CXTH5Cf-BqGO4fPHlj1TJqPY-kWcMyyKAq1SMgs-pJ5Rs/s1600/das-min.jpg" style="display: block; padding: 0px; text-align: center;"><img alt="" border="0" data-original-height="477" data-original-width="950" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh5BR0-3WLklXgWk_paqo07bl_mJQTN_O6TjhxiaeNwG20wLYxsyqKi0-KWevAm-kzo7XSxTntUodpG2FKrCgVE21R0fov-25uMjOmWwwkd7Dzz86yGEu7h2hwgaI2xsLIIkjFiBulXdO16Z7CXTH5Cf-BqGO4fPHlj1TJqPY-kWcMyyKAq1SMgs-pJ5Rs/s1600/das-min.jpg" /></a>
</div>
<br />
<div>
<b><span style="color: #bf9000; font-size: x-large;">TARİKAT OKULLARI VE ADNAN OKTAR’IN EVRİM KİTAPLARI İLE YIKANMIŞ BİR
BEYNİN ARINMA SÜRECİ</span></b>
</div>
<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://youtu.be/d-TqBZpR2tQ" target="_blank"><img alt="" border="0" data-original-height="124" data-original-width="799" height="31" src="https://1.bp.blogspot.com/-KU28XmB55h0/XY82iJEg8II/AAAAAAAAD5Q/XeDVKx4uKak0JNDYNa5SSea8eaYSvt7wgCPcBGAYYCw/w200-h31/Youtube.png" width="200" /></a></div>
<div><br /></div>
Herkese esenlikler, ben Faruk,<br />Öncelikle sorgulama sürecimi sizlerle
paylaşma nedenimi açıklayarak başlamak isterim; kurtuluşumun ardından öfke ve
kandırılmışlık hissinin getirdiği hayattan bezmişlik duygusunu ben sizlerin
hikayerlerini dinleyerek aştım. Benim de kendi hikayemi sizlerle paylaşarak
başkalarının da kurtuluşun ardından yaşanan travmayı aşmasına yardımcı olmak
istedim.<br /><br />Ben de her Türk gibi aslında İslam olmayan ama Türkiye’de
İslam zannedilerek yaşanan Anadolu Müslümanlığı içerisine doğdum ve büyüdüm.
Gerçek islamiyetle tanışana kadar hayatım normal akışında gidiyordu.
Çocukluk dönemimde sürekli namaza ve oruç tutmaya özendirilir ve para ile
ödüllendirilirdim. Böylece daha küçüklükten beni müslümanlığa alıştırmışlardı.
İlkokula başlamadan önce bol resimli bir ansiklopedi hediye edilmişti ve ilk
defa merak etmenin, keşif ruhunun ve bilimin hazzı ile o ansiklopediyle
tanışmıştım. O ansiklopediyi her gün yanımda taşır resimleri incelerdim ve
yazılanları daha okuyamadığım için sürekli anneme-babama ne yazdığını sorar bana
okumasını isterdim. Ama ansiklopedide evrim içeriği olduğunu yobaz dayım
öğrenince ve ben daha okuma yazma öğrenemeden, iki hafta içinde onu alıp yok
etmişler, tabi ben sonradan farkına varacaktım. O ansiklopedi yerine amcam,
kedici hocanın “evrim yalanı” temalı kitaplarını eve soktu ve yobazlıkla
daha okuma yazma öğrenemeden tanışmış oldum.<br /><br />İlkokul dönemimde sınıf
öğretmenimiz çok iyi bir insandı, bizlere okumanın, araştırmanın ne kadar
eğlenceli olduğunu gösterirdi, sürekli müfredat dışı çeşitli matematik, türkçe
ve fen ile ilgili mini oyunlar ve bulmacalarla dersleri süsler ve okul dışında
da bizlerle mümkün mertebe ilgilenirdi. Bundan dolayı sorgulayan, araştırmayı
seven bir çocuk olmuştum. Ortaokula geçtiğimde, sorgulayan, “uslanmaz” tavrım
yüzünden olsa gerek beni dinci yurt ve okula göndererek hayırlı bir evlat
yapmaya karar verdiler. Dayım yüzünden o dönem Mozambik partisinin kankilerinin
okulunda ortaokula başladım. Üniversiteye kadar önce okullarında ve
ardından yurtlarında kaldım. Sürekli anlamsız kitaplarını okumaya ve sohbet
videosunu izlemeye zorlanıyorduk. Kendi karakterimi inşa etmeye imkan bulamadan,
biraz olsun dünyayı tanıyamadan ortaokul ve lise dönemini boşa harcamama sebep
oldular ve bunun ceremesini üniversite hayatı boyunca çektim.<br /><br />Eğitim
hayatım boyunca her şeye rağmen ortalamanın çok üstünde bir öğrenci oldum ve
üniversite sınavında Türkiye’deki birkaç özel üniversitenin %100 burslu
bölümleri hariç herhangi bir yere girebilecek sıralamayı elde ettim. Ancak,
dinin ve dini yapılanmaların insana doğrudan ve dolaylı olarak ne kadar zarar
verebileceğini üniversite tercihleriyle birlikte doğrudan tecrübe ettim.<br /><br />Çocukluğumdan
beri biyoloji ve genetik alanına ilgim olmasına rağmen o dönemki dini
düşüncemden dolayı bu bölümleri okuyanların evrimci sapkınlar yetiştirdiğini
düşünür hale gelmiştim. Evrim ve genlere müdahele islama göre yasaktı, sonuçta
Allah herşeyi mükemmel yaratmıştı. Bu düşüncelerle kendi isteklerimi geri plana
atarak dini ön plana almış oldum. Alternatif olarak kendimce başka bir bölüm
seçerek tercih yapmaya karar vermiştim ki, ailem işe dahil oldu ve hangi ilde
okuyacağımdan nerede kalacağıma kadar her şeye müdahele ettiler. Anne babaya
itaat bize empoze edilen dinde çok elzem bir şey olarak anlatıldığı için vardır
bir hayır diyerek kabullenmedim.<br /><br />Üniversiteye dinci bir tarikatın
yurdunda başlamak hayati bir hata olsada sorgulama sürecini başlatan tüm
pisliklere ve insanlıkdışı fikirlere burada maruz kalacaktım. Belki de zehri
sürekli azar azar yemektense aşırı doza maruz kalıp “Ben hayatımla ne
yapıyorum?” sorusunu sordurması ve fikri dünyamda kurtuluş mücadelemi
başlatmamı sağlaması hasebiyle hayatımın geri kalanını kurtarmamı sağlamış
oldum. Beş yılımı bana adeta zindan edecek ve ardından kurtuluşa giden yoldaki
tüm soruları sorduracak süreç böylece başlamış oldu.<br /><br />İlk başlarda
müslümanlıkla ilgili hiç bir sorunum olmadığı için yurtta verilen zorunlu din
derslerini problem etmedim. Haftada 3 gün zorunlu din derslerimiz olurdu. (Kuran
okuma, fıkıh ve siyer) Hatta gerçek dini öğreneceğin için mutluydum. Zamanla
yurt görevlileri ve yurttaki ilahiyat ağırlıklı ve dinci öğrencilerle tanıştıkça
ve onların dini görüşlerinin daha doğru olduğu düşüncesiyle kendimi dine daha
fazla kaptırdım. Eskiden cumaları namaz kılar ve ramazanda oruç tutarken, artık
günde 6 vakit namaz kılmaya başladım. Evet 6 vakit çünkü, teheccüd namazını da
düzenlli kılardım.<br /><br />Her vakit namazlarını camide kılmaya özen
gösterirdim. Kılık kıyafetimi de değiştirmeye daha bol ve çirkin şeyler giymeye
ve yarım çıkan sakalımı uzatmaya başladım. Gittikçe korunkunç bir tarikatçı
tipine bürünüyodum. Kadınlardan korkar ve beni dinden uzaklaştırcak diye
onlardan kaçar hale geldim.<br /><br />Ardından bu duygular zamanla kadınlardan
nefrete dönüştü. Artık, kolunu bacağını açanlar bana düşmanlık yapmak için böyle
yapıyorlar düşüncesindeydim. Zamanla bu düşünceler beni okuldan da kopardı.
Artık derslere pek önem vermiyordum çünkü bu dünya oyalanlama yeriydi benim
için. Bundan sonra, benim için önemli olan tek şey dindi, dersleri sadece yarım
yamalak takip ediyor ve geçecek kadar bir şeyler ezberliyordum. Üniversiteler
küfür yuvasıydı, Atatürk hakkında da sürekli olumsuz fikirler aynı din gibi
bizlere empoze ediliyordu. Günümüzde ya bu insanlar nasıl böyle saçma sapan
fikirleri savunurlar dediğiniz tüm fikirlerin kaynakları işte bu tarikatlardır.
Türkiye ve medeniyet düşmanlığını bana empoze etmiş oldular. Üç yılımı bu
düşüncelere gönülden bağlı olarak yaşadım ta ki birgün oda arkadaşımın söylediği
bir cümle kafama dank edene kadar.<br /><br />Odada arkadaşlarla muhabbet
ederken, bir cümle beni kendime getirdi:<br /><br />“Oğlum, dedem beni
küçüklüğümden beri Atatürk düşmanı olarak yetiştirdi sence ben ... “ Beni bu
cümle sanki beynimden vurulmuş hale çevirdi. Tüm savunduğum fikirlerin, yaşam
tarzının ve öfkenin bana ait olmadığını, bana empoze edilmiş olduğunun farkına
vardım. O günden itibaren araştırmaya ve fikir dünyamı kendim inşa etmeye karar
verdim. Ortaokuldan beri ilk okuduğum kitap Montaigne’den Denemler olmuştu
ardından arkadaşlardan ödünç aldığım dönemin popüler kitapları olan, Hayvan
Çiftliği, Saphiens, 1984 gibi kitapları okudum ve düşünce dünyamı bir anda
genişletti. Hayata siyah-beyaz olarak değil de, sonsuz rengin olduğu, geçişlerin
tam olarak bilinemediği bir gökkuşağı gibi bakıyorudum. Dünyayı tekrar
algılamaya ve önyargısız bakmaya başlamamla beraber beraber dinin dogmalarını da
sorgulamaya başlamam bir oldu. İlk başta gerçek din bu olamaz diyerek daha
farklı insanları dinlemeye ve yeni bakışlar öğrenmeye başladım. Sinan Canan’ın
din hakkındaki görüşleri ilk etapta oldukça uygun buluyordum. Fakat, yaklaşık
bir sene sonra umreye gittiğimde sorunun çok daha derin olduğunu gördüm. Umreye
gitmek bana “ümmetin” ahval ve şeraitini göstermiş ve daha derin bir sorgulama
yapmam gerektiğini anlamıştım. Üniversite son sınıftaydım ve eğitim hayatım hiç
iyi gitmiyordu, bundan dolayı derin sorgulama sürecimi okul sonrasına erteledim.
Eğitimin son dönemini pandemiyle beraber uzaktan tamamladım.<br /><br />Pandemide
eve kapalı kaldığım dönemde tüm sorunlar üst üste geldiği için uzunca vakit dine
geri dönmeye çalışsam da fayda vermedi ve ertelediğm derin sorgulamamı yapmanın
vakti geldiğini anladım. Aşırı dindar dönemde aklıma takılıpta araştırmaya
cesaret edemediğim tüm konuları tek tek masaya yatırdım.
<div><br /></div>
<div>
Petra meselesini inceledim. Eski camiilerin baktığı yönler ile ilgili
çalışmaları okudum. San’a yazmaları, Roma kayıtlarında her hangi bir
bilginin bulunmaması, kabe ve karataş meselesi, ibadetlerin çevre inanışlardan
geçmiş olması, sadece Yahudi inanışının bile bu derece İslama etki
etmesi, bilimsel çelişkiler ve hepsinden de öte insan vicdanına
sığmayacak kötülükleri derinlemesine inceledim.
<div><br /></div>
<div>
İslamda kadına önem verilmez adeta yarı insan yarı evcil hayvan muamelesi
yapılır, müslüman olmayanlara ise kelle vergisi alınır ya da öldürülürdü. Bu
düşünce sistemi hiçbir insanın vicdanına sığamayacağı, kabul edemeyeceği
için Türkiyede saklanır, birisine sorsanız ya o tam öyle değil, yanlış
tefsire bakmış denirdi. Ancak, doğrudan kaynağın kendisine baktığınızda
aksini görürsünüz. Tüm bunları araştırdım ve elimde dini savunacak hiçbir
şey kalmadı. İslam inanışı elimde yavaşça parçalarına ayrıldı, neresinden
tutsam orası dağıldı, temizlemek için suya tutsam suya dahi dayanamayıp
eridi ve yitip gitti. Yıllarca bazen gönüllü bazen gönülsüz inşa ettiğim
gökdelen yıkılmaktaydı, kolonları yamuk, malzemesi zayıf, temeli yalan
üzerine kuruluydu. Biraz sallanınca desteklemek için derme çatma çıtalar
kullanılmıştı. Sonunda, elimde desteklenmediğinde kendiliğinden yıkılacak
ucube bir yapı kalmıştı. Ne iddia ettikleri gibi cennete uzanıyor ne de
yeryüzünde insanlığa bir fayda veriyordu. Ben de yıkılışını hüzünlü bir
mutluluk ile izledim. Bütüm hayatımın merkezinde olan ve sürekli yaşantımı
kısıtlayan din artık vaad ettikleri ve benden götürdükleriyle beraber yok
olup gitmişti. 23 yaşıma kadar sırtımda bir kambur olarak taşıdığım yükün
yorgunluğu ve 23 yılımı zindan etmesinin öfkesiyle beraber kalakalmıştım.<br /><br />Kurtuluş
ile beraber kendimi yeniden inşa etme sürecine girdim. Artık mütevazı,
doğaya ve insana saygılı bir kulübe inşa ediyorum. Sonuç olarak, kendimi
dini sessizce bir kenara bırakmış birisi olarak görüyorum. Bugüne kadar
yapamadığım, fırsat yakalayıp da değerlendiremediğim her şeyde dini
kuralların ne kadar beni kısıtladığını, 1400 yıllık dünya görüşünün günümüz
medeniyetine tarihi bir dipnottan başka hiçbir katkısının olmayacağını
anlamış oldum. Sadece İslam değil diğer dini inanışlar da sadece birer
inanış olduğunu, hayatta bir eğlencesi veya hobisi dahi olmayan insanlar
için bir oyalanma olduğunu düşünüyorum. Zaten dini kaynaklar çevresel
etkilerle beraber toplumların kültürlerinin bir harmanı olarak oluşuyor ve
gelişiyor. İslam, mezopotamyada değil de kuzey bozkırlarında olsa başka,
Doğu Hint adalarında ortaya çıksa başka olacaktı. Zaten oralarda oluşan
dinlerin çok başka dinamiklere sahip olduğunu görüyoruz sadece İslam
demiyoruz. Mütevazı bir gülümseme ile sizleri sevdiğimi söyleyerek sözlerimi
tamamlamak istiyorum.
</div>
</div>
<hr align="center" size="2" width="100%" />
<div style="text-align: center;">
<div style="text-align: center;">
<b><span style="color: #bf9000;"><a href="http://www.dinvemitoloji.com/search/label/sizden%20gelenler?&max-results=10" target="_blank">SİZDEN GELENLER</a> </span><span style="color: #bf9000;">| Yazan: Faruk</span></b>
</div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="text-align: left;">
<br />
</div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="text-align: left;">
Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın
değişim sürecini anlattığınız sorgulama
süreçlerinizi <b>dinvemitoloji@gmail.com</b> adresine
gönderebilirsiniz.
</div>
</div>
<ul style="text-align: center;">
<li style="text-align: left;">
Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz
olsun ışık tutacaktır.
</li>
<li style="text-align: left;">
Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla
yayınlanacaktır.
</li>
<li style="text-align: left;">
Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması
gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler
özgündür)
</li>
</ul>
<div style="text-align: center;">
<b><a href="http://www.dinvemitoloji.com/p/yazar-ol.html" target="_blank">Sitemiz yazarları arasında yer almak istiyorsanız tıklayınız.</a></b>
</div>
Din ve Mitolojihttp://www.blogger.com/profile/11918446048533085917noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8067429793072715122.post-28296702386999518492023-05-24T14:22:00.003+03:002023-05-24T14:22:43.718+03:00JAPON YELPAZESİ : BİR ZAMANLAR SERİNLETMEK İÇİN VARDIM<div class="alert-message admin">Hazırlayan: A.Kara</div>
<div class="separator" style="clear: both;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEilYtK7GT2BXL4aU5NrL5YbZiNC1R5WEeZqDdq175Em-bkQog4Hv_WCXMaZ6tE-y9wKEOqbOD4eYbx1rnvcEbcxpk1dhiNt7TIwyNx7PewvBWum5vvMmwfQmFQXC3Tgopo3mr1eStp0XIgHuj91kNiKxFPdDBml53oTzw59iIPK7ncqdamHVz7WtNFl/s1600/tessen-min.jpg" style="display: block; padding: 0px; text-align: center;"><img alt="" border="0" data-original-height="400" data-original-width="950" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEilYtK7GT2BXL4aU5NrL5YbZiNC1R5WEeZqDdq175Em-bkQog4Hv_WCXMaZ6tE-y9wKEOqbOD4eYbx1rnvcEbcxpk1dhiNt7TIwyNx7PewvBWum5vvMmwfQmFQXC3Tgopo3mr1eStp0XIgHuj91kNiKxFPdDBml53oTzw59iIPK7ncqdamHVz7WtNFl/s1600/tessen-min.jpg" /></a>
</div>
<br />
<div>
<b><span style="color: #bf9000; font-size: x-large;">JAPON YELPAZESİ : YELPAZEDEN SİLAHA</span></b>
</div>
<div>
<br />
<b>Uyarı : Bu makale çektiğim bir videoda anlatıklarımın metine dökülmüş halidir. Dilerseniz videoyu Youtube kanalımdan izleyebilirsiniz.</b><br />
<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://youtu.be/Kgi4wYmAVfo" target="_blank"><img alt="" border="0" data-original-height="124" data-original-width="799" height="31" src="https://1.bp.blogspot.com/-KU28XmB55h0/XY82iJEg8II/AAAAAAAAD5Q/XeDVKx4uKak0JNDYNa5SSea8eaYSvt7wgCPcBGAYYCw/w200-h31/Youtube.png" width="200" /></a></div>
<br />
</div>
<div>
Uzakdoğu film ve dizilerinde elindeki yelpaze ile düşmanlarını öldüren, sağa
sola kan püskürten karakterler görmüşsünüzdür. Hatta çocukluğumuzda başından
kalkmadığımız meşhur oyun Mortal Kombat da yelpazesi ile kasaplık yapan, çok
saygıdeğer, heykeli dikilesi, tapınılası, Kitana adlı bir kadın karakter
vardır. Hem filmlerde hem de oyunlarda yelpaze kullanan savaşçıları
gördüğümüzde genelde "hahahaha yelpaze ne lan, yelpaze ile adam mı öldürülür"
diye alay etmişizdir.
</div>
<div>
Peki bu olayın kökeni ne, yani neden insanlar elde yelpaze ile dövüşen
karakterler yarattı? Gerçeklik payı var mı?
</div>
<div><br /></div>
<div>
Şimdi işin o kısmına geleyim. Özellikle Japon kültürünü merak edenler,
toplayın bakayım yamacıma :)
</div>
<div><br /></div>
Temeli sağlam atabilmek adına konuya Samuraylardan gireyim.
<div>
Samuraylar kılıç, yay ve mızrak dışında birçok silah kullanıyorlardı. Bu
silahlar kılıçların taşınmasına izin verilmeyen yerlerde, kılıç kullanımının
uygun olmadığı durumlarda veya mecbur kalınca nefsi müdafaa amacıyla
kullanılırdı. İşte yelpazeye karşımıza tam da burada çıkar. Özünde bir silah
olmasa bile zamanla silaha evrilmiş eşyalardan biri Japonların katlanır
yelpazesi Sensu'dur.
</div>
<div>
<br />Yelpaze Japonya'da özellikle Samuraylar ve sosyal hiyerarşide savaşçı
sınıfına bağlı kabul edilen Chonin yani "kasabalılar" (町人) arasında yaygın
görülen bir moda aksesuarıydı.<br /><br />
<div>
Katlanabilir yelpazeler Japonya'da icat edilmiş ve 6.yy'ın başlarında Japon
aristokratlar tarafından kullanılmıştı. Bu katlanan yelpazeler yani
Sensu'lar sıcak ve nemli havalarda ferahlamak için kullanılan pratik birer
nesne olsalar da lüks bir eşya olarak kabul edildiğinden yalnızca
aristokratlar, zengin tüccarlar ve Samuraylar satın alıp kullanabilirdi.
Yani o zamanlar bu yelpazeler bir statü sembolüydü.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Sensu adlı yelpazenin en eski hali Hinoki yelpazesiydi. Japonlar bunları
uzun, ince Hinoki ağaçlarından yapıyorlardı. Tabi yıllar sonra katlanır
yelpazeler gelişerek daha zarif hale geldi. Zanaatkarlar bu yelpazeleri
gümüş ve altın folyo ile süslemeye, üzerlerine boya serpmeye başladı.
Şiirler, resimler ve dini yazılarla süslenen yelpazeler dönemin unutulmaz ve
değerli hediyelerinden olmuştu. O dönemi düşününce gerçekten de harika bir
hediye. Şuan bile biri bana kültürel motifli bir yelpaze hediye etse mutlu
olabilirim sanırım :)
</div>
<div><br /></div>
<div>
7.yy'da Sensu adlı yelpazeler, saray görgü krallarının önemli unsurları
haline geldi. Samurayların, özellikle yüksek rütbeli olanların Sensu'yu
nasıl taşıyacaklarını ve tutacaklarını bilmeleri gerekiyordu. Yani öyle
kafalarına göre "canım öyle istedi, kuşağımın köşesine tutturdum"
diyemezlerdi. Ayrıca yelpazelerini toplantılara katılırken yanlarında
getiriyorlardı.
</div>
<div><br /></div>
<div>
13.yy'da Japonlar Çin'e katlanır yelpaze ihraç etmeye başlayınca bu moda
akımı Avrupa'ya ulaşmış oldu. Fransa'nın Bourbon (okuşunu: buubun)
hanedanının saray mensupları bile o zamanlar Kyo Sensu'yu çok değerli bir
eşya olarak görüyorlardı.
</div>
<div><br /></div>
<div>
14.yy'da Kyoto şehrinin zanaatkarları müzikal drama, klasik Japon dansı ve
çay merasimi tarzında daha sanatsal yelpazeler yapmaya başlayınca yelpaze
akımı daha da büyüyüp hızla dünyaya yayılmıştı.
</div>
<div><br /></div>
<div>
<b><span style="color: #bf9000; font-size: large;">PEKİ JAPON ERKEKLER YELPAZE KULLANMAYA NASIL BAŞLAMIŞTI ?</span></b>
</div>
<div><br /></div>
<div>
Japon kadınlar kaba ifadeleri gizlemek için Sensu yelpazesi kullanırdı. Bunu
bir flört aracı olarak da kullanıyorlardı. Osmanlıda mendili flört aracı
olarak kullanan kadınlar gibi :)
</div>
<div>
Sosyal yönden kötü, iğrenç, saldırgan kabul edilen davranışları gizlemek
için de yelpaze kullanıyorlardı. Diğer yandan yiyecekleri çiğnerken veya
gülerken ağzı kapamak için de kullanılıyordu çünkü bunlar hoş karşılanmayan
durumlardı.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Diğer yandan Japon erkekler yelpazelerini ellerinde veya kuşaklarında takılı
olarak taşıyorlardı. Tören kıyafeti giyerken kuşaklarına tutturuyorlardı.
Katlanır yelpaze özellikle resmi etkinlikler sırasında öne çıkıyordu. Hatta
Edo döneminde yelpazesi bulunmayan bir hizmetli bile eksik görülüyor, Daisho
taşımayan samuraylara benzetiliyordu.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Daisho nedir derseniz, Samurayların taşıdığı, birine katana, diğerine
Vakizaşi denen iki samuray kılıcına verilen isimdir. Bir kişinin gerçek bir
Samuray olduğunun işareti bunları taşıyor olmasıydı.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Peki katlanır yelpaze gibi zarif ve lüks bir eşya nasıl oldu da ölümcül bir
silah olabildi?
</div>
<div><br /></div>
<div>
<div>
Samurayların çift kılıçlarına ek olarak kendilerini savunması için farklı
silahlar taşımasını gerektiren durumlar oluyordu. Japon tarihinde büyük
yeri olan Sensu yelpazelerinin birkaç değişiklik ile uygun birer silaha
dönüşebileceği düşünülmüştü.
</div>
<div><br /></div>
<div>
<div>
İşte burada karşımıza Japon savaş yelpazesi Tessen çıkar. Feodal
Japonya'da zararsız, sıradan bir aksesuar gibi taşınan eşyalardandı.
Yani aslında gizli bir silahtı. Demirden yapılıyordu. Zaten "Tessen"
kelime anlamı olarak "demir yelpaze" demek.
</div>
</div>
<div><br /></div>
<div>
Samuraylar silahsız oldukları durumlarda demirden yapılan Tessen
yelpazelerini taşımaya başlamışlardı.
</div>
<div>
Silahsız kalmalarının birkaç nedeni vardı. Örneğin bir üstleri ile
tanışırken, ev işi yaparken veya kendilerine ayırdıkları boş zamanlarında
Samuray kılıçlarını üzerlerinde taşımazlardı. Başkalarının evine ziyarete
gittiklerinde de çift kılıçlarını girişteki görevliye teslim ederlerdi.
İşte Samuraylar bu gibi durumlardan dolayı ortaya çıkabilecek tehlikelere
karşı kendilerini korumak için Tessen taşıyorlardı. Aksi halde, üzerinde
hiçbir silah olmasa, öldürmek isteyen biri elinde bıçak veya kılıçla
üzerine doğru koşsa hiçbir şansı kalmazdı.
</div>
</div>
<div><br /></div>
<div>
Katlanamayan, düz bir Tessen'in kapalı bir yelpaze gibi görünmesi
sağlanıyor, sert ağaçtan yapılıyor ya da demirden dövülüyordu. Sadece
dayanıklı değil aynı zamanda üretimi de ucuzdu. Birçok kişi katlanamayan,
kapalı haldeki yelpaze gibi görünen Tessen'i katlanabilen varyantından daha
etkili bir savaş aleti olarak görmüştü. Bir saldırı olduğunda ellerine alıp
bıçak gibi kullanabiliyor, rakiplerine saplayabiliyorlardı.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Bu katlanamayan Tessenler Samuray ve Yakuzalar gibi birçok sınıf arasında
popüler olmuştu. Küçük, katlanabilir veya düz Tessen yaygın kullanılan bir
savunma silahı haline gelmişken katlanabilir büyük Tessen otoritenin simgesi
olmuştu.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Tessen adlı yelpaze silahların kullanımı yaygınlaşınca buna özel bir dövüş
sanatı bile gelişmişti : Tessen-jutsu.
</div>
<div>
Tessen-jutsu, klasik Japon silah sanatlarının bir parçası olarak kabul
edilse de esas olarak kendini koruma amaçlıydı. Bu yüzden teknikler
saldırıdan ziyade kendini korumaya odaklıydı. Tekniklerin çoğu yaralanma ve
ölüme neden olmak yerine rakibini dizginleme amacıyla tasarlanmıştı.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Yüksek rütbeli samuray ve generaller demir yelpazeleri işaret ve emir vermek
için kullanıyor, Tessen-jutsu'yu çok yönlü bir dövüş sanatı olarak
görüyorlardı. Onlar için Tessen-jutsu kullanmak kılıçlarla duello yapmaktan
daha merhametliydi.
</div>
<div>
Belki küçümseyenler olabilir ama bu demir yelpazeleri kullanarak daha
ölümcül silahlara, kılıçlara karşı mücadele edip kazanılan çok fazla düello
vardı. Aynı zamanda Japon kayıtlarında Tessen'den kaynaklanan darbe ile
ölenlerin olduğu listeler de mevcut.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Demem o ki, televizyon, oyun veya dergilerde iç yüzünü, tarihini, nedenini
asla bilmediğimiz şeyleri görünce gülüyor veya alay ediyoruz ama iç yüzünü
öğrendiğinde bir çoğu "hmmmm" dedirtiyor.
</div>
<div><br /></div>
<div>
İşte dostlar, yelpazeli savaş ve dövüş sahnelerinin hikayesi böyle.
Sağlıcakla kalın.</div>
<hr align="center" size="2" width="100%" />
<div id="spoiler" style="display: none;">
<ol>
<b>KAYNAKLAR</b>
</ol>
<ul>
<li>Cunningham, D. Samurai Weapons: Tools of The Warrior.</li>
<li>Cunningham, D. Secret Weapons of Jujutsu</li>
<li>Genbuken Tokyo Shibu and Tosen (Roy) Ron. 2018. Tessen Sensu.</li>
</ul>
<span style="color: #bf9000;">●►</span>Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: <a href="https://www.patreon.com/dinvemitoloji" target="_blank"><b><span style="color: #bf9000;">PATREON</span></b></a><br />
<span style="color: #bf9000;">●►</span>Youtube 'Katıl': <a href="https://www.youtube.com/channel/UCU_G7HvGuGeqaHFD5e6-36Q/join" target="_blank"><b><span style="color: #bf9000;">KATIL</span></b></a><br />
<br /></div>
<button onclick="if(document.getElementById('spoiler') .style.display=='none') {document.getElementById('spoiler') .style.display=''}else{document.getElementById('spoiler') .style.display='none'}" title="Kaynakları görüntülemek yada gizlemek için tıklayınız!" type="button">Kaynakları Göster | Gizle</button></div>Din ve Mitolojihttp://www.blogger.com/profile/11918446048533085917noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8067429793072715122.post-74910468189653332192023-05-24T14:03:00.003+03:002023-05-24T14:03:32.576+03:00ZAFER D.'NİN NURCULARDAN AYRILIŞI ve DİNİ TERK EDİŞİNİN HİKAYESİ<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjwGri1DsbGLR_saE9kpp21HgSzZe_k0_RubsMWVGSUfnk_0BqHevFfxaWXBw8ZkcUrcrHeqoWjkEako4fYgO08QUr2UX0WRZ71lvNcG42VTGeUeVPbj5jEhxazu7vQmc4DV1TIl1f0WK-FJgQje85HrdSEhZTiXPc7cYIhX2G0Yo2hSufd90_MXPQo/s1600/Podcast%20Kapa%C4%9F%C4%B1.jpg" style="display: block; padding: 0px; text-align: center;"><img alt="" border="0" data-original-height="367" data-original-width="950" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjwGri1DsbGLR_saE9kpp21HgSzZe_k0_RubsMWVGSUfnk_0BqHevFfxaWXBw8ZkcUrcrHeqoWjkEako4fYgO08QUr2UX0WRZ71lvNcG42VTGeUeVPbj5jEhxazu7vQmc4DV1TIl1f0WK-FJgQje85HrdSEhZTiXPc7cYIhX2G0Yo2hSufd90_MXPQo/s1600/Podcast%20Kapa%C4%9F%C4%B1.jpg" /></a></div>
<br />
<div><b><span style="color: #bf9000; font-size: x-large;">ZAFER D.'NİN NURCULARDAN AYRILIŞI ve DİNİ TERK EDİŞİNİN HİKAYESİ</span></b></div><div>
<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://youtu.be/iFwX6TGu488" target="_blank"><img alt="" border="0" data-original-height="124" data-original-width="799" height="31" src="https://1.bp.blogspot.com/-KU28XmB55h0/XY82iJEg8II/AAAAAAAAD5Q/XeDVKx4uKak0JNDYNa5SSea8eaYSvt7wgCPcBGAYYCw/w200-h31/Youtube.png" width="200" /></a></div>
<br /></div>
Merhabalar. "Nasıl dinden çıktım" videolarınızı ilgiyle izliyorum, bir çok defa size, ben de bu tarz bir paylaşımda bulunmaya niyet ettim ama iş yoğunluğundan fırsat bulamadım.<br /><br />Bu tarz konularda hala paylaşım yapmaya niyetiniz var mı bilemiyorum ama ben Deist olduğumu aileme nasıl anlattığımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Belki İslam hakkında düşüncelerini ailelerine anlatmak isteyen arkadaşlara yardımcı olur.<br /><br />Kendimden kısaca bahsedeyim, bir çoğumuzun olduğu gibi çocukluğumdan beri mutaassıp bir aile ortamında büyüdüm. Çocukken din ile o kadar haşır neşirdim ki bana büyüyünce ne olacaksın dediklerinde hoca olacağımı söylerdim.<br /><br />Hiç bir zaman bir yobaz gibi sarık ve cübbe ile gezmedim ama din, her daim hayatımın merkezinde vardı. Fetöcülerin okullarında, yurtlarında ve evlerinde yıllarca bulundum. O zamanlar anlayamasak bile bugün görüyorum ki sistematik olarak bizi birer mürit olacak şekilde yetiştiriyorlarmış. Ben o zamanlarda da sorgulardım ve abilere niçin bol bol risale okuduğumuzu sorardım çünkü risalelerin Osmanlıca dilinden dolayı, ne yazdığını anlamadan sayfalarca okurduk. Abilere, biz burada yazılanları anlamıyoruz dediğimizde, bize ‘Okuyun zamanla anlayacaksınız’ derler ve bize haftalık ödevler verirlerdi, mesela 20 sayfa risale, yarım sayfa Arapça Kuran okuma gibi. Tabi sorgulayan bir birey olarak niçin Allah'ın gönderdiği kitabı Türkçe okumak varken, niye risale okuyoruz niye sadece arapça okuyoruz diye sorardım ve abilerin verdiği cevap aynıydı. ‘Risale, Kuran'ın tefsiridir, Allah tarafından Bediüzzaman’a yazdırılmıştır, o yüzden Risale okuyunca Kuran da anlatılan bilgileri öğrenebilirsin.’ Aslında daha önce biraz meal okumuş biri olarak alakaları olmadığını biliyordum ama abiler öyle diyorsa vardır bir bildikleri diyordum.<br /><br />Zaten yıllarca bu dini öğrenmemizin önündeki en büyük engel hep bu düşünce olmuştur. Bize dini anlatan kişilerin bu dini gerçekten bildiklerini sandık, onların da yeterince bilgilerinin olmadığını hiç düşünmedik.<br /><br />Yıllar, yıllar geçti, kulaktan dolma bilgilerle dini inançlarımı sürdürdüm, elimden geldiğince namaz kıldım, oruç tuttum ama bir gün canıma tak etti. Çünkü bir hoca çocuklarla evliliğin caiz olduğunu söylerken, başka bir hoca caiz değil diyordu. İran insanları recmederken, Kuran'da bununla ilgili bir ayet yazmıyordu. Ben de Kuran'ı baştan sona Türkçe olarak okumaya ve gerçekleri birinci kaynaktan öğrenmeye karar verdim. Artık hangi hocanın doğruyu söylediğini bilecektim. İlk başlarda her şey gayet normal gözüküyordu ta ki okuduğum ayetlerin bazılarında çelişkiler olduğunu görene kadar. Bunun üzerine internette biraz araştırma yaptım, çelişki ve bilimsel hatalar olan başka ayetlere de rastladım. Bu bulduklarımı bir arkadaşıma anlattım, O da bana bir kitap tavsiye etti. ‘Bir Bedevinin Yaveleri’ isimli kitap, hiç iki kapak arasına girip basılmamış, sadece internette el altından dolaştırılan bu Pdf formatındaki kitabı okuyunca şok oldum, benim tespit ettiğim çelişkiler haricinde onlarca çelişki, hata ve saçmalık sıralanıyordu.<br /><br />Kitapta bahsedilen bazı ayetlerin meallerinde oynama yapılmış olabileceğini düşündüğüm için bu ayetlerin meallerini tek tek kontrol ettim. Hiçbir çarpıtma yoktu, kitapta yazılı mealler Diyanet veya Elmalı Hamdi’nin mealleriydi.<br /><br />Tüm kitabı bitirmem 2 günümü aldı. Kitabı bitirdiğimde büyük bir rahatlama hissetmiştim ve İslam hakkında tüm parçalar yerine oturmuştu. Artık, Işid'in niye kafa kestiğini, hocaların bazılarının niye hadisleri reddettiğini veya hocaların niye hepsinin bir birinden farklı hükümler verdiğini anlamıştım, hiç kimse bu saatten sonra beni kandıramayacaktı.<br /><br />İslam'ın gerçeklerini öğrenmiştim ama öğrendiklerimi hem başkalarına anlatmak için büyük bir heyecan duyuyor hem de çekiniyordum.<br /><br />Çünkü, ayetlerdeki çelişkileri anlatınca bazı insanlar, ya sinirleniyor ya da orada öyle demek istememiştir diyerek kestirip atıyordu.<br /><br />Ancak fark ettim ki benim gibi aklında sorular olan, sorgulayan kişiler, anlattıklarımı konuşmaktan çekinmiyor hatta memnun oluyorlardı. Bu tarz kişileri bulup konuşmaya çalışıyordum.<br /><br />Kendimce şöyle bir taktik geliştirdim, karşımdaki kişiyle dini konuları konuşmaya başladığımda aşırı tepki veriyorsa konuyu kapatıyorum, baktım bu tarz konuları konuşmaya açık ona Bir bedevinin yaveleri isminde ilginç bir kitap okuduğumu dilerse kendisine Whatsapp tan PDF formatında gönderebileceğimi dilerse Din ve mitoloji sitesinden ücretsiz indirebileceğini söylüyorum. İlgisini çeken kişiler, mutlaka geri dönüş yapıyor ve onlarla derinlemesine bu konuları daha rahat konuşabiliyorum. İlgisini çekmeyen kişiler zaten okumuyor ve gereksiz yere çenemi yormuyorum.<br /><br />Bu arada, bu tarz konuları başkalarına anlatmak gibi bir niyetiniz varsa, size birkaç tüyo vereyim.<br /><br />-Birkaç tane ayet ezberleyerek bir yere varamazsınız. Bu konular üzerine özellikle ayetler üzerine bilginizi arttırın,<br /><br />-Tartıştığınız kişiyi ayet bombardımanına tutun çünkü hadisleri anlatınca hemen sahte hadis deyip çıkıyorlar işin içinden ayetlerde bunu yapamıyorlar. Ayet bombardımanına tutun, dememin sebebi şu, bir iki tane ayet söyleyince orada öyle demek istememiştir diyerek konuyu geçiştiriyorlar ancak bir birinden farklı ayetleri peş peşe gösterince bir süre sonra cevap veremiyorlar.<br /><br />-Ateist olsanız bile bunu kesinlikle söylemeyin, ben Allah’a inanıyorum deyin. Sistematik olarak yapılan propagandalardan dolayı Müslümanlar Ateistleri çok antipatik ve itici buluyor ve dinlemiyorlar.<br /><br />-Tanrı kelimesini çok az kullanın Tanrı’dan bahsederken mutlaka ona Allah diye hitap edin. Özellikle Allah ile bir sorununuz olmadığını onu çok sevdiğinizi söyleyin ve Allah’ı methedin. <br /><br />-Peygamberden ve sahabelerden bahsederken, sakın direk isimleriyle hitap etmeyin, Muhammed, Ali veya Ayşe demeyin, Hz muhammed, Hz ömer Hz Ayşe vs. deyin veya Muhammed’den bahsederken ona Peygamber veya Muhammed Peygamber,halifelere de Halife Ali, Halife Osman gibi hitap edin.<br /><br />- Öyle ayetlerden giriş yapın ki kaçamak cevap veremesinler, yoruma açık ayetlerden uzak durun. örneğin, ben konuşmaya genellikle, dağların olduğu yerde deprem olmaz diyen Enbiya 31 ile başlarım. Dünyanın düz olduğunu anlatan Zülkarneyn ayetleriyle devam eder ardından, kendiyle çelişen ayetleri anlatırım.<br /><br />-Bildiğiniz her şeyi kısa sürede anlatamazsınız o yüzden karşınızdaki kişide merak uyandırdıktan sonra onu bir kaynağa yönlendirin ki merak ediyorsa gidip baksın, anlattıklarınız havada kalmasın. Mesela ben Bir bedevinin yaveleri kitabına yönlendiriyorum, siz Din ve mitoloji gibi sitelere veya Youtube kanallarına yönlendirebilirsiniz.<br /><br />Sevgili arkadaşlar yüzden fazla kişiyle bu konuları konuşmuş birisi olarak size tavsiyem şu ki sakın bu tarz konuları konuşmaya kapalı kişilere, bir şey anlatmaya çalışarak vakit kaybetmeyin. İnanın bu kişiler, anlamıyorlar, anlamak istemiyorlar ve içlerine şeytan girmiş gibi köpürüyorlar. Cahilce, bilmedikleri bir dini savunmak için sizinle kavga ediyorlar.<br /><br />Kavga ve gürültüye gerek yok, kimseyi ikna etmek zorunda da değilsiniz, atalarımızın dediği gibi ‘Anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az.’<br /><br />İslam üzerine, Yabancı insanlarla konuşabiliyor ancak aileme hala İslam'dan çıktığımı söyleyemiyordum. Bana tepki göstereceklerinden korkuyordum. Bunun üzerine onlara anlatmak için de bir taktik geliştirmem gerektiğini anladım. Direk, karşılarına gidip ben Deist oldum dersem, ne tepki vereceklerini bilemiyordum, o yüzden planlı ve kontrollü gitmeliydim.<br /><br />Öncelikle can alıcı ayetleri ve hadisleri tekrar gözden geçirdim.<br /><br />Sonra hayali olarak karşıma aile fertlerini, tek tek koyarak onlara ayetleri anlattığım pratikler yaptım, o şöyle derse ben böyle derim, o böyle derse ben böyle derim gibi. Bunu her bir aile ferdi için en az 50 kere denemişimdir. Bir yıl çalıştım, bu arada başka kişilerle bu tarz konuları konuştuğum için pratiğim artmıştı, çünkü aynı kulak dolgunluğuyla büyütülmüş Müslümanlar hep aynı şekilde cevap veriyorlar, yeni bir cevap üretmiyorlar, çünkü bilgileri yok.<br /><br />Sonra aile fertlerinin ağızlarını farklı zamanlarda yokladım, sorunlu ayetler ve hadisler hakkında konuşunca ne tepki veriyorlar gözlemledim. Artık onlara sunduğum argümanlara ne diyeceklerini biliyordum ve ona göre konuşmayı aklımda şekillendiriyordum. Sonra bu konuları konuşmaya kimlerin daha açık olduğunu tespit ettim. İlk hedefim sorgulayan ve bu konuları konuşmaya açık aile fertlerini kendi safıma çekmekti.<br /><br />İlk iş olarak ablamın eşine anlatmaya karar verdim. Kendisi akıllı, sorgulayan ve benimle benzer ortamlarda büyümüş biriydi. Daha önceki muhabbetlerimizde bu konuları konuşmaya açık olduğunu görmüştüm. Onunla uzun uzun konuştuktan sonra ona Whatsapp tan Bir Bedevinin yavelerini gönderdim, kitabı okumuş ablama da göstermiş onunla da, kitap üzerine, ayetler üzerine, uzun uzun muhabbet etmişler. Onlarla birkaç gün sonra buluştuğumda ikisi de benim gibi düşünmeye başlamıştı.<br /><br />Sonra küçük kız kardeşime gittim. O, bu konuları konuşmaya daha mesafeliydi ama buna rağmen ona kitaptan bahsedip whatsapptan gönderdim. Tepkisi şu oldu ‘Ben böyle kitaplar okuyarak, imanımı sarsamam’ dedi ve konuyu kapattı.<br /><br />Anladım ki onunla vakit kaybetmeye gerek yok.<br />Sıra geldi anneme ve babama bu konuyu anlatmaya.<br /><br />Özellikle ablam ve eşinin de bulunduğu bir ortamda, konuyu ayetlere getirdim ve konuşmaya başladım. Ben anlatacağım, onlarda muhalif olmayıp bana destek çıkınca annem ve babamın direncini kıracaktım. Anlattıklarımı ayetlerle destekleyip, evdeki Kuran mealinden açıp gösterdim. Ablam ve eşinin de benim anlattıklarımda haklılık payım olduğunu savunmaları, annem ve babamın anlattıklarımın dinlemeye dair olduğunu kabul etmelerini sağladı.<br /><br />Kuran’da sıkıntılar olabileceğini, Dünya’da birden çok Kuran olduğunu gösterip konuya girizgah yaptıktan sonra bilimsel hataların olduğu birkaç ayet gösterdim. Sonra, bir birini yalanlayan ayetleri, bir biriyle çelişen ayetleri gösterdim. Sonra çocuklarla evliliğe ve cariyeliğe izin veren ayetleri gösterdim. Muhammed ve 4 halifenin bir birlerine kızlarını nasıl ve kaç yaşında nikahladıklarını anlattım. Cariyelerin alınıp satılabileceğini, takas yapılabileceğini, sınırsız cinsellik yaşanabileceğini ve başka erkeklere pazarlanabileceğini anlattım. Kadınların yarım insan sayıldığını, mirastan yarı pay aldıklarını, şahitliklerinin yarım insan olarak sayıldığını ifade eden ayetleri gösterdim. Sonra Allah’ın Kuran’da inanmayanlara, domuz, köpek, eşek ve piç dediği ayetleri gösterdim. Sonra şiddet içeren ve kafirlerin öldürülmesini emreden ayetleri gösterdim. Peygamberin yaptığı katliamları hadislerden anlattım. Beni Kureyza katliamını, Ureyna ve Ukeyla kabilelerinden 9 kişinin el ve ayaklarının kesilip gözlerinin oyulmasını ve dağ başında ölüme terkedilmelerini, Ümmü Kırfe’nin iki deveye bağlanıp parçalanana kadar develer tarafından nasıl çekildiğini anlattım.<br /><br />Anlattığım her konunun ilgili mealini ve hadisini açıp tek tek gösterim tabi ki İslam kaynaklarından. 3 saat süren hararetli konuşmanın sonunda annem ve babam dinden çıkmamışlardı ama benim niye dinden çıktığımı anlamışlardı. Onlara da kitabı gönderdim ama okumadılar. Zaten okumalarını beklemiyordum, tek istediğim beni anlamalarını sağlamaktı.<br /><br />Ben dinden çıktığımdan beri kendimi onlara hep anlatmak zorunda olduğumu hissediyordum ve bunun için 1 sene plan ve pratik yapmamın ödülünü almıştım.<br /><br />Artık tamamen özgürdüm, kimseden bir şey saklamıyordum olduğum gibi yaşıyor ve inanıyordum. Umarım anlattıklarım size de ilham olur.<br /><br />Yazdığın kitap için teşekkürler Yol gezer, her kimsen ve neredeysen kurduğun bu kanal için teşekkürler Bay Kara, ismin neyse ve neredeysen.<br /><br />Sağlıcakla kalın.
<hr align="center" size="2" width="100%" />
<div style="text-align: center;">
<div style="text-align: center;">
<b><span style="color: #bf9000;"><a href="http://www.dinvemitoloji.com/search/label/sizden%20gelenler?&max-results=10" target="_blank">SİZDEN GELENLER</a> </span><span style="color: #bf9000;">| Yazan: Zafer D.</span></b></div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="text-align: left;">
<br />
</div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="text-align: left;">
Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın
değişim sürecini anlattığınız sorgulama
süreçlerinizi <b>dinvemitoloji@gmail.com</b> adresine
gönderebilirsiniz.
</div>
</div>
<ul style="text-align: center;">
<li style="text-align: left;">
Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz
olsun ışık tutacaktır.
</li>
<li style="text-align: left;">
Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla
yayınlanacaktır.
</li>
<li style="text-align: left;">
Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması
gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler
özgündür)
</li>
</ul>
<div style="text-align: center;">
<b><a href="http://www.dinvemitoloji.com/p/yazar-ol.html" target="_blank">Sitemiz yazarları arasında yer almak istiyorsanız tıklayınız.</a></b>
</div>Din ve Mitolojihttp://www.blogger.com/profile/11918446048533085917noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8067429793072715122.post-78545082716466301092023-05-24T13:47:00.003+03:002023-05-24T13:47:39.482+03:00TARİHİN İLK BİYOLOJİK VE KİMYASAL SAVAŞLARI<div class="alert-message yazar">Yazan: Sedat Karadayı</div>
<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgX0p0yEMPkX3H4_m4OzZPTrDucpIEwkssgbwGbsYZxGn37Mziqjb65QhvPFdPyT2EpRWQiXz4I8Ct5k4HO0xer5FKeQCbggkVrEJTlE7ALeDxQwdbXpfijaehnHmi856kmSU-R3addKhzNVdlshuDp2yOcCuCORQG8ZrIu2OosRmnRmOMRa3_vV0_6/s1600/142046-min.jpg" style="display: block; padding: 0px; text-align: center;"><img alt="" border="0" data-original-height="408" data-original-width="950" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgX0p0yEMPkX3H4_m4OzZPTrDucpIEwkssgbwGbsYZxGn37Mziqjb65QhvPFdPyT2EpRWQiXz4I8Ct5k4HO0xer5FKeQCbggkVrEJTlE7ALeDxQwdbXpfijaehnHmi856kmSU-R3addKhzNVdlshuDp2yOcCuCORQG8ZrIu2OosRmnRmOMRa3_vV0_6/s1600/142046-min.jpg" /></a></div>
<br />
<b><span style="color: #bf9000; font-size: x-large;">TARİHİN İLK BİYOLOJİK VE KİMYASAL SAVAŞLARI<br /></span></b><br />
Geçtiğimiz hafta bir Mardin gezisindeydim. Uzun süreden beri filmlerde
izlediğimiz Mardin’in dar sokaklarını, ağaçsız, yeşil yoksunu topraklarını fakat
bunun yanında milattan önceki dönemlerden bu yana yaşanan tarihini gözlerimle
görmek istedim.<br /><br />Mardin diye gittiğimiz topraklarda elbette ki
Dara’yı, Nisibis’i (Nusaybin), Midyat’ı görmemek olmazdı. Süryanileri,
Ezidileri, tanımamak olmazdı. Sasanileri, Romalıları hatırlamamak olmazdı. Ve
tabii ki Selçukluların ünlü komutanlarından, Alp Arslan’ın gazilerinden Artuk
Gazi’nin kurduğu devleti de hatırlamamak olmazdı.<br /><br />Sırasıyla tüm
konulara değinmek istiyorum ancak geçmişte de yazdığım iki konuyu burada
birleştirerek yeniden anlatmak istedim.<br /><br />Bildiğiniz üzere Mardin’in
doğusundan toprak yüzüne çıkan Dicle nehrinin suları ile Urfa’nın batısından
ovaya inerek Basra’ya doğru yol alan Fırat nehirlerinin arasında kalan
topraklara Yunanlılar Mezopotamya yani “İki Nehir Arası” demişlerdi. Bu
topraklar o kadar verimliydi ki birçok dünya insanı akın akın buralara yerleşip
bir uygarlık oluşturdular. Onlar kendilerine başka isimler verse de (Kengerler)
dünya onları Sümerler olarak tanımıştı. İlk sulu tarımı, ilk sanayi üretimini,
ilk yazıyı, ilk kanunları, ilk şehir devletlerini onlar bulmuşlardı. Hatta ilk
tanrıları da onlar yarattılar.<br /><br />Mezopotamya işte bu bereketli
toprakların kuzeyinde, Yunanlıların Anatolia dedikleri Türkçesi “Küçük Asya”
olan toprakların güneyinden itibaren başlıyordu. Bu topraklarda bulunan Nisbis
ise kendi döneminin ticaret ve finans merkezi olarak kabul edilmişti. Kral
Süleyman döneminde kuzeyde toplanan vergiler Nisbis’de toplanıyordu. Roma
imparatorluğu döneminde ise güneyde toplanan vergilerin saklandığı yerdi Nisbis
idi. Nisbis aslında Arapların Diyar-ı Rabbia dedikleri eyaletin başkentiydi.
Diğer eyaletler Diyar-ı Muta ve Diyar-ı Bekir’di. Nisbis’e daha önceleri
Nabulah, Naşipina dedikleri gibi sonraları Sibeyn adını verdiler. En sonunda da
bildiğiniz gibi Nusaybin oldu.<br /><br />Bu kadar önemli olan kent, Romalıların
elindeyken İran topraklarının hâkimi Sasani İmparatoru Şapur kenti ele geçirmek
istedi. Büyük bir ordu ile Nisbis’in üzerine yürüdü. Kentin surlarının önüne
geldiğinde teslim olmalarını istedi ama olmayacaklarından emindi. Her kralın,
ordu komutanının yapacağı gibi kente su taşıyan ırmakları zehirleyerek kent
halkını susuz bıraktı fakat bunda da başarılı olamadı. Çaresizce uzun yıllar
sürecek kuşatmanın ilk startını vermek amacıyla o dönemlerde Romalıların Hermes,
Sasanilerin Mitonya çayı dedikleri akarsuyun akış yönünü değiştirip önüne baraj
kurarak sularını biriktirmeye çalıştılar. Romalılar ise bu süre zarfında gelecek
için hazırlıklarını sürdürüyorlardı. Bölgenin Hristiyanlık konusunda önemli
metropolitlerinden olan Mor Yakup, manastırın öğrencilerini toplayarak kalenin
iç kısmına ikinci bir sur örüyordu. Birkaç yıl sonra Sasani imparatoru biriken
baraj sularını serbest bırakınca Nisbis’in kale duvarları yerle bir oldu. Ancak
hemen arkasında yeni yapılmış olan surları görünce hayal kırıklığına uğradı.<br /><br />Şapur
yine de Nisibis’i alma arzusundan hiçbir şey kaybetmemişti. Danışmanlarını
toplayarak ne yapabilecekleri konusunda tartışıp konuştular. Alınan ortak karara
göre İran’a gönderdikleri emirle binlerce küp dolusu zehirli çıyan, akrep ve
yılan geldi. Bu küpler mancınıklarla kale surları içine atılınca Nisbis halkı bu
kadar çok miktardaki zehirli hayvanla mücadele edemeden teslim olmak zorunda
kaldılar. Nisbis savaşı dünyadaki ilk yapılan biyolojik savaş olarak tarihe
geçti.<br /><br />Savaşı kaybeden Roma İmparatoru Anastosius, 30 kilometre geri
çekilerek eski bir yerleşim yeri olan Dara’da yeniden bir kent inşa etmeye
başladı. Dara bir zamanlar Büyük İskender’e yenilerek kaybeden Pers Kralı Darius
adına kurulmuş eski bir kentti. Yeniden kurulurken bir ordu kent olarak
tasarlanan şehir, kaybedilen Nisbis’in hemen yakınında Sasaniler için yeni bir
sınır kenti olarak tasarlanmıştı. Kenti kuran İmparatorun adı verilerek buraya
Anastosiopolis denildi. Yeni kurulan kent 4 km uzunluğundaki surlar ve
üzerindeki 28 adet kuleden oluşuyordu. İmparator bir süre sonra ölünce
Anastosiopolis kenti yeni imparator Justiniaus’un yönetimine kaldı.<br /><br />VI.
Yüzyılda Sasanilerin başında bulunan Kavad Anastasiapolis’i ele geçirmek için
çalışmalara başladı. Romalılarla yaptığı meydan savaşlarını kaybedince 18000
kişilik süvari, 23000 kişilik piyade ve 120000 kişilik köylüden oluşan bir ordu
ile kenti kuşatmaya karar verdi. Kuşatma sırasında yine her zamanki gibi kente
giden suların zehirlenmesi ile başladı. Ancak kent sakinleri buna
hazırlıklıydılar. Bugün Aytepe olarak bilinen 7 km uzaklıktaki bir su
kaynağından 20 cm genişliğinde 1,5 mt derinliğindeki kanallarla kente gelen
suları damıtarak bekletip zor günlerde su ihtiyaçlarını uzun süre
karşılayabiliyorlardı. Bu yüzden zehirlenmiş sudan etkilenmediler. Kavad’ın
askerleri bir süre surların dibini kazarak yıkmayı deneseler de bunda da
başarılı olamadılar. Sonunda Kavad da atası Şapur gibi danışmanları ile çözüm
yolu bulmaya çalıştı. Yapılan toplantılardan sonra alınan kararlara istinaden
büyük mancınıklarla binlerce zeytinyağı fıçısı kentin surları duvarlarında
patlatıldı. Zeytin yağla yıkanmış surların üzerine bu kez ateş atılarak yağlar
yakıldı. Surlar yanan zeytinyağlarla alev altında iken yeniden atılan zeytinyağı
fıçıları kalker kayalardan yapılmış surların ateş altında kirece dönüşmesini
sağladı. Henüz surlar soğumadan bu kez sirke fıçıları surların üzerine atılınca
kirece dönüşmüş duvarlar sirkenin etkisi ile yerle bir oldu. Surların yıkılması
ile savunmasız kalan Anastasiopolis Kavad’ın askerleri tarafından ele geçirildi.
Hızını alamayan Kavad Urfa’ya kadar olan Roma topraklarını da ele geçirmişti.
Böylece Mezopotamya’nın kuzeyi tamamen Sasanilerin eline geçmişti. Dara savaşı
da dünyada yapılan ilk kimya savaşıydı.<br /><br />NOT: Günümüzde Nisbis ve Dara
antik kentlerinden çok fazla kalıntı yok. Dara'da eski antik kentin henüz %10
kadarı gün yüzüne çıkmış durumda o da Necropol kısmı.
Din ve Mitolojihttp://www.blogger.com/profile/11918446048533085917noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8067429793072715122.post-31559883305287956772023-05-21T20:21:00.007+03:002024-01-06T22:14:21.122+03:00HİNDİSTAN DERS KİTAPLARINDAN EVRİMİ KALDIRDI<div class="alert-message haber">
Hazırlayan: A.Kara </div>
<div class="separator" style="clear: both;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi5ApI-b_3fEvEuNOWNvb_mdF0IkVxlK5ONAqJNkR4OqG1-PLwMzkgGKRT5DxfKtJ6AddwbdVfLMDlONqek6BB81kF5zAgryKMVhCnSnUw_5A_Mp-E5QSEeeOPsoPFzWDEdVGjGwxBcDp3qH-OfRnSEnxLYZpST62bJu90-kJHXffCS5IdE2MgxRuJU/s1600/343293234_928039348395154_2757938774814073151_n.jpg" style="display: block; padding: 0px; text-align: center;"><img alt="" border="0" data-original-height="423" data-original-width="950" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi5ApI-b_3fEvEuNOWNvb_mdF0IkVxlK5ONAqJNkR4OqG1-PLwMzkgGKRT5DxfKtJ6AddwbdVfLMDlONqek6BB81kF5zAgryKMVhCnSnUw_5A_Mp-E5QSEeeOPsoPFzWDEdVGjGwxBcDp3qH-OfRnSEnxLYZpST62bJu90-kJHXffCS5IdE2MgxRuJU/s16000/343293234_928039348395154_2757938774814073151_n.jpg" /></a>
</div>
<br />
<b><span style="color: #bf9000; font-size: x-large;">HİNDİSTAN DERS KİTAPLARINDAN EVRİMİ KALDIRDI<br /></span></b><br /><b>Uyarı : Bu makale çektiğim bir videoda anlatıklarımın metine dökülmüş halidir. Dilerseniz videoyu Youtube kanalımdan izleyebilirsiniz.
</b>
<div>
<div class="separator" style="clear: both;">
<a href="https://youtu.be/e6d-h58qZ30" target="_blank"><img alt="" border="0" data-original-height="124" data-original-width="799" height="31" src="https://1.bp.blogspot.com/-KU28XmB55h0/XY82iJEg8II/AAAAAAAAD5Q/XeDVKx4uKak0JNDYNa5SSea8eaYSvt7wgCPcBGAYYCw/w200-h31/Youtube.png" width="200" /></a>
</div>
<br />Hindistan’ın Başbakanı Narendra Modi’nin Hindu milliyetçisi hükümeti
özellikle dini gerekçeler ile devlet okullarında 9 ve 10. sınıflarda okutulan
fen bilgisi kitaplarıdan evrime dair her şeyi ve Darwin’den söz edilen
bölümleri çıkardı. Hindistan’da milyonlarca öğrencinin okuduğu kitapları
seçen, müfredatı belirleyen eğitim konseyi, yani Hindistan’ın MEB’i bu kararı
bir süre önce açıkladı.<br /><br />Ülkeyi yönetecek olan kişilerin gençlerin
geleceğine, eğitim kurumlarına temas etme, zorlama hakkının olması, eğitimi
kendi inancı üzerinden şekillendirmesi ne kadar acı değil mi? Gerçi bizim de
tanıdık olduğumuz bir durum bu.<br /><br />Tabi tanıdık olduğumuz durumların
geri kalmış ülkelerle benzer olması da başka bizi düşündürmesi gereken bir
başka nokta.<br /><br />Konumuza dönersek evrim artık Hindistan’daki orta
öğretim öğrencileri için yasaklı konular listesinde. Haliyle bu duruma ses
yükseltenler olmadı değil. Nasıl ki bizim ülkemizde bağnazlığı savunanların
karşısında yer alabilen satılmamış birkaç aydın eğitimci, bilim insanı varsa
tabi ki Hindistan’da da var.<br /><br />Hint bilim insanları özellikle dini
gerekçeler üzerinden evrimi reddeden Hindu milliyetçisi Modi rejimini
eleştirip bilimi siyasallaştırdıklarını, bunun büyük bir yanlış olduğunu
söylediler. Kimi bilim insanları bu karar için “çok yönlü olması gereken ort
aöğretim hakkında verilmiş gülünç bir karar” dediler.<br /><br />Hindistan’da
“Breakthrough Science Society” yani “Çığır Açan Bilim Topluluğu” adlı, kar
amacı gütmeyen bir topluluk var. Onlar da tepkilerini gösterdi; “Eğer
öğrenciler bilimin bu temel keşfinden mahrum kalırlarsa düşünce süreçlerinde
de ciddi şekilde engelli kalacaklardır” şeklinde açıklama yaptılar; ki oldukça
haklılar. Tepki göstermekle kalmayıp fen bilgisi kitaplarına evrimin mutlaka
geri konmasını istedikleri bir mektup yazıp yaklaşık 5.000 bilim insanı ve
araştırmacıdan imza topladılar.<br /><br />Diğer yandan, diyelim ki 11 ve 12.
sınıflarda seçmeli olarak biyoloji okumayı tercih etmiş bir öğrencisiniz, o
zaman kitaplarınızda evrim var.<br /><br />Gerçi bilirsiniz belli bir
seviyenin üzerine çıkamamış ülkelerde oy toplayıp hüloyyy diye bağıracak
fanatik toplamanın en güzel yolu dini pohpohlamak, bilim ve eğitimi
kısıtlamak, dinin çatısı altına koymaktır. O yüzden belki ileride bu
kitaplardan da evrimi çıkarabilirler. Tabi bu seçmeli ders kitaplarında evrim
anlatılıyor olsa da orta öğretim öğrencilerinin eğitim kitaplarından dini
gerekçelerle evrimin çıkartılmış olmasından dolayı hükümete olan eleştiriler
devam ediyor.<br /><br />Özellikle Hindistan’da Cevahirlal Nehru İleri
Bilimsel Araştırma Merkezi diye tanınmış bir birim var. Burada görev yapan
evrimci biyolog Amitabh Joshi bilim merkezini temsilen hükümetin kararına
eleştiriler getirdi. Evrimin tüm vatandaşlar tarafından bilinmesi gerektiğini,
insanların kim ve ne olduklarını, dünyadaki konumlarını anlamalarını
sağlayacak önemli bir konu olduğunu vurguladı. Yasağı kınadı. Bu arada ek bir
bilgi vermek isterim. Söz konusu eğitim merkezi adını Hindistan’ın ilk
başbakanı Cevaharlil Nahru’dan almıştır. Kendisi Hindistan’ın bağımsızlık
hareketinde önemli rol oynamış bir ateistti. Fakat ateistliğini halka
agnostisizm veya şüphecilik gibi yansıtıyordu çünkü inançlı Hint halkının
tanrıya inanmayan bir lideri kabul etmeyeceğini, rahatsız olacağını
biliyordu.<br /><br />Konuya döneyim. Milliyetçi Hindular Darwin’in bizlere
anlattığı evrimi reddediyor olsalar da hayvan ve insan yaşamanın çeşitli
biçimlerini Hinduların yaratıcı tanrısı Vişnu’nun avatarları veya cisimleşmiş
halleri olarak gördükleri alternatif bir evrimi destekliyorlar.<br /><br />Hinduizm
soslu alternatif bir evrim görüşünü ortaya atan milliyetçi Hindular diyorlar
ki evrimin temeli aslında Hindu kutsal metinlerinde Dashavatara olarak
bilinen, dünyaya gelmiş 10 Vişnu avatarıdır. Onlara göre dünyanın farklı
aşamalarında ortaya çıkan avatarların yarattığı her bir canlı grubu kendinden
önceki avatarın yarattıklarından daha karmaşıktı.<br /><br />Daha anlaşılır
olması açısından bir örnek vereyim. Yani diyorlar ki Vişnu’nun 2. avatarı
karidesi yarattı, sonrasında gelen 3. avatarı ondan daha karmaşık, daha
gelişmiş olan kerevit ve ıstakozları yarattı. Gülmeyin, canlıların evrimini
açıklama yöntemleri bu :) Yani dine uydurulmuş, din soslu evrim :) Aklıma
bizim modernistler geldi. Hani İslam ile evrimi bir araya getirip İslam soslu
evrim anlatanlar varya, işte onlar :)<br /><br />Size bir şey sorayım.
Köktenci ve aşırı milliyetçi yöneticilerin elleri yalnızca bilime mi uzanır?
Cevabın hayır olduğunu biliyoruz.<br /><br />Dolayısıyla müdahale ettikleri
tek şey kitaplardaki evrim olmamıştı. Çeşitli sınıflara okutulan siyaset ve
tarih kitaplarından Hindu milliyetçilerini rahatsız edecek kısımleri silmiş,
kimilerinde ise değişiklik yapmışlardı. Hemen örnek vereyim. Mesela 2020
yılında, 11 ve 12. sınıflara okutulan siyaset bilimi kitaplarından Mahatma
Gandi’nin inanç ve başarılarını anlatan metinlerden kimilerini kaldırdılar.<br /><br />Kaldırılan
cümlelerden birinde “Gandi’nin Hindistan’ı yalnızca Hinduların yaşayacağı bir
ülke yapmaya kalkışmanın Hindistan’ı yok edeceğine ikna olduğu” yazıyordu.
Silinen bir başka metinde ise “Hindu-Müslüman birliğinin kararlılıkla
sürdürülmesinin aşırı Hint milliyetçilerini rahatsız ettiği, bu yüzden
Gandi’ye suikast girişiminde bulundukları” anlatılıyordu. Bu tarz metinleri
ders kitaplarından sildiler çünkü ucu aşırı dinci Hint milliyetçilerine
dokunuyor, onları rahatsız ediyordu. <br /><br />Yeri gelmişken objektif olmak
adına bir noktaya daha değinmek istiyorum.<br /><br />Bildiğiniz gibi
Hindistan’da birçok Müslüman var ve doğal olarak Hindistan tarihinde de önemli
Müslüman isimler var.<br /><br />Söz konusu Hindu gruplar ülkede egemen dinin
Hinduizm olmasını istediğinden eğitim kurumunun başındakiler Hindistan
tarihinde önemli katkıları olan Müslümanları gayrimeşrulaştırmaya çalışıyor.
Hatta bunu o kadar abarttılar ki 16.yy’da Hindistan’ın alt kıtasını yönetmiş
olan Babürler’e dair tüm metinlerinden tarih kitaplarından silinmesini
emrettiler. Dolayısıyla Hint çocukları bir zamanlar Hindistan’dan Bangladeş ve
Afganistan’a kadar uzanan Babür İmparatorluğu hakkında hiçbir şey öğrenmeden
Hint tarihi okuyacaklar. Nasıl olacaksa artık. Yumurta koymadan menemen yapmak
gibi bir şey :)<br /><br />Yani iktidar diyor ki tarih ve siyaset oku ama
bizim istediğimiz gibi oku. Gerçi dir dakika, bizde de aynı değil mi? Şaka
maka, sevgili hüloycular, aşırı dinciler, birçok konuda Hindistan’ı küçük
görüp haklarında makara yapıyorsunuz ama birbirinize de çok benziyorsunuz
:)<br /><br />Ülkemizde eğitime bu tarz müdahaleler olduğunda ve bizler ses
yükselttiğimizde bir şey değişti mi? İktidar veya MEB “madem tepki geldi,
kararımızı hemen geri çekelim” dediler mi? Genellikle hayır. İşte Hindistan’da
da durum aynı olduğundan ülkedeki akademisyenler eleştiri ve protestoların
kısa vadede bir sonuç getireceğine inanmıyor. Üzerinde çok fazla durulur ve
çaba harcanırsa uzun vadede bir şeylerin değişebileceğini umuyorlar.<br /><br />Diğer
yandan Hindistan’ın yaklaşık %14’lük kesimi Müslüman olduğu için Hindu
milliyetçileri eğitim bakanlığına Hindistan’ın tarih boyunca Müslüman
azınlıklar tarafından nasıl baskı altına alındığına dair kurusal hikayeler
konması için baskı yapıyorlar. Evet, Hint tarihinde Müslüman etkisi yok değil,
hatta tarihlerinde bir zamanlar İslam’ı yaymak için halkı öldüren Müslüman
isimler de var tabi.<br /><br />Hemen bir örnek vereyim. Mesela 1752 yılında
Lahor şehrinin Müslüman valisi Mir Mannu, Sih kadınları yakalattırdıktan sonra
İslam’a geçmeleri için çocukları üzerinden tehdit ederek baskı yapmış,
kadınlar İslam’a geçmeyi reddedince kadınları işkenceler ile öldürtmüş,
çocuklarının, 300’den fazla Sih çocuğun uzuvlarını keserek katlettirmişti.
[1]<br /><br />Gerici Hinduların ders kitaplarına eklenmesini istediği uydurma
hikayelere dair komik ve absürt bir örnek vereyim. Mesela Eğitim Bakanlığı’na
baskı yaparak eski Hindu bilim insanlarının modern bilimden çok önce kök hücre
araştırmaları yaptığı, hatta uzaya gidebilecek kadar gelişmiş uçan makineler
icat ettiğine dair hikayelerin bir gerçekmiş gibi eğitim kitaplarına dahil
edilmesini istiyorlar.<br /><br />Ne güzel kafa değil mi? Kendin icat etme,
emek verme, uğraşma, var olan ne varsa üzerine konabilmek, bu sayede milli
duygularını ve dinini pohpohlayabilmek için işine geldiği şekilde kendince
tarih yaz. Oh, mis!<br /><br />İnanna’nın güzelliğine yemin olsun bir an için
Hindistan’dan mı bahsediyorum yoksa kendi ülkemizden mi bahsediyorum diye
afallamadım değil.<br />
<hr align="center" size="2" width="100%" />
<div id="spoiler" style="display: none;">
<ol>
<b>KAYNAKLAR</b>
</ol>
<ol>
<li>Evans, Suzanne (2007). Mothers of Heroes,
Mothers of Martyrs: World War I and the Politics of Grief. McGill-Queen's
Press - MQUP. p. 36; Khushwant Singh, A History of the Sikhs, Volume I:
1469–1839, Delhi, Oxford University Press, 1978, pp. 127-129.
</li>
</ol>
<div>
<ul>
<li>
<a href="https://www.newswise.com/coronavirus/india-schools-erase-darwinism-from-textbooks">https://www.newswise.com/coronavirus/india-schools-erase-darwinism-from-textbooks</a>
</li>
<li>
<a href="https://www.thenationalnews.com/world/asia/2023/04/05/indias-government-under-fire-for-deleting-historical-chapters-from-school-textbooks/">https://www.thenationalnews.com/world/asia/2023/04/05/indias-government-under-fire-for-deleting-historical-chapters-from-school-textbooks/</a>
</li>
<li>
<a href="https://www.theguardian.com/world/2023/apr/06/indian-government-accused-of-rewriting-history-after-edits-to-schoolbooks">https://www.theguardian.com/world/2023/apr/06/indian-government-accused-of-rewriting-history-after-edits-to-schoolbooks</a>
</li>
<li>
<a href="https://www.dw.com/en/india-history-books-rewritten-by-government/a-65385029">https://www.dw.com/en/india-history-books-rewritten-by-government/a-65385029</a>
</li>
<li>
<a href="https://www.islamchannel.tv/blog-posts/indias-pm-narendra-modi-accused-of-attempting-to-erase-muslims-from-the-history-books">https://www.islamchannel.tv/blog-posts/indias-pm-narendra-modi-accused-of-attempting-to-erase-muslims-from-the-history-books</a>
</li>
</ul>
</div>
<span style="color: #bf9000;">●►</span>Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: <a href="https://www.patreon.com/dinvemitoloji" target="_blank"><b><span style="color: #bf9000;">PATREON</span></b></a><br />
<span style="color: #bf9000;">●►</span>Youtube 'Katıl': <a href="https://www.youtube.com/channel/UCU_G7HvGuGeqaHFD5e6-36Q/join" target="_blank"><b><span style="color: #bf9000;">KATIL</span></b></a><br />
<br /></div>
<button onclick="if(document.getElementById('spoiler') .style.display=='none') {document.getElementById('spoiler') .style.display=''}else{document.getElementById('spoiler') .style.display='none'}" title="Kaynakları görüntülemek yada gizlemek için tıklayınız!" type="button">Kaynakları Göster | Gizle</button></div>Din ve Mitolojihttp://www.blogger.com/profile/11918446048533085917noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8067429793072715122.post-11541059317857191522023-03-21T12:32:00.002+03:002023-03-21T12:32:49.144+03:00KERGİTLİ'NİN DİNDEN KURTULMA SÜRECİ<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgfWHeeoI8kK5F7qXJDbRhaN8pOBsNn0FNZirgFBAIS8jtR-4zGzaD433uws2jc8TD8G2RfEjqRmCR1QFBZjw88qKtfydr1sOlyA9ODRG_eL_eK1dKGDFAoX8fUwKXuPbMw6e5aqhGs2H0n5D0zsLp7ho-dW5KDFA93rUmBMOC627fLSNqe5UcdZ2nv/s1600/pexels-brenoanp-1136575-min.jpg" style="display: block; text-align: center;"><img alt="" border="0" data-original-height="470" data-original-width="950" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgfWHeeoI8kK5F7qXJDbRhaN8pOBsNn0FNZirgFBAIS8jtR-4zGzaD433uws2jc8TD8G2RfEjqRmCR1QFBZjw88qKtfydr1sOlyA9ODRG_eL_eK1dKGDFAoX8fUwKXuPbMw6e5aqhGs2H0n5D0zsLp7ho-dW5KDFA93rUmBMOC627fLSNqe5UcdZ2nv/s1600/pexels-brenoanp-1136575-min.jpg" /></a></div>
<br />
<div><span style="color: #bf9000; font-size: x-large;"><b>KERGİTLİ'NİN DİNDEN KURTULMA SÜRECİ</b></span></div><div>
<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://www.youtube.com/watch?v=sr8gCuQzdAo" target="_blank"><img alt="" border="0" data-original-height="124" data-original-width="799" height="31" src="https://1.bp.blogspot.com/-KU28XmB55h0/XY82iJEg8II/AAAAAAAAD5Q/XeDVKx4uKak0JNDYNa5SSea8eaYSvt7wgCPcBGAYYCw/w200-h31/Youtube.png" width="200" /></a></div>
<br /></div>Yarı muhafazakar yarı alevi, minik tatlı bir şehirde doğdum. Annem Diyanette Kur'an kursu öğretmeni, babam çok dindar biri ve dedem emekli imamdı... Evet böyle başladı hayatım. 4 yaşında Kur'an kursuna gönderildim ve gayet kendimden memnun bir şekilde 5 yaşına kadar Kur'an okumayı güzelce öğrenmiştim. İlkokul bitene kadar dinle ilgili çok yoğun bir şey yaşamadım. Ortaokulda arkadaşlarımdan koparılıp imam hatibe gönderildim. Bu süreçte bayağı dindarlaştım, yurtta kalıp hafızlığa başladım. Hatta molla olmak istiyordum :) Babam yüzünden Atatürk'e karşıt yetiştirildim, tipik bir muhafazakar çocuğuydum.<div><br /></div><div>İmam hatipte fazla dayanamadım. Ailemin durumu iyiydi ve o çevredeki insanlar sırf bu yüzden beni dışlarılar, bolca kavga ettik. Bu yüzden tekrar arkadaşlarımın yanına döndüm. 6. sınıfta dindarlıkla alakam kalmamıştı; namaz kılmıyordum fakat hala İslam bilgim oldukça fazlaydı. Hafızlık yapmasam da Osmanlıca İlmihal ezberlemiştim ve bolca ilmihal bilgim vardı. Daha sonra Alevi ve çağdaş arkadaşlarımla çokça zaman geçirmiştim. Artık kafam daha da rahatlamış, sıradan bir Türk vatandaşı kadar dindardım :) Alkol ve sigara ile beraber ailemden oldukça soyutlandım ve kendi çizgimi oluşturdum.</div><div><br /></div><div>Liseye geçiş döneminde büyük şehre taşındık, benim hikayem de burada şekillenmeye başladı. Yaz tatilinde yine muhafazakar bir toplumda diksiyon, hitabet ve liderlik gibi dersler aldım. Tekrar ailemin istediği yöne doğru evrildim ama çok uzun sürmedi... 1. sınıf bitmiş, bu yıllarda benim siyasi algım da iyice değişmişti. Artık felsefe kitapları okuyor, düşünüyor ve her türlü eleştiriye açık yaklaşıyordum.</div><div><br /></div><div>Bir gün üyesi olduğum oyun grubunun yöneticisi ile sohbet ederken konu dinlere geldi. Yönetici bana kendisinin Tengricilik inancına sahip olduğunu söylediğinde oldukça şaşırdım. İlk defa bu inanca mensup birini gördüm ve sorular sordum. Altın soru şu oldu: "Seni İslam'dan çıkaran şey neydi?". Cevap olarak "sana kesin bir şey söyleyemem fakat şunlara bir göz at." dedi. Bana çok uzun bir metin gönderdi ve metinde şüpheli, ilginç ayetler vardı. Oturdum ve bu ayetleri farklı birçok meallerden inceledim. Hem diyanetten hem de birçok siteden araştırıp ve okudum. Sonucunda ayetlere saf gibi inandıklarını, bazen bu uğurda can çekiştiklerini gördüm.</div><div><br /></div><div>Bir gün ailecek sofrada yemek yerken şu soruyu sordum. "Diyelim ki bir insan var, Avrupa'da yaşıyor. Bu insan görebileceğiniz en iyi insan, hep ince düşünen, kimseyi incitmeyen, çok zengin olduğu halde gelirinin yarısını düzenli olarak ihtiyaç sahiplerine dağıtan birisi; fakat Müslüman değil. Şimdi bu adam cehenneme mi gidecek ?" bu soru karşısında "inançsız ise cehenneme gidecek" cevabını aldım. Zaten imansız insanlara ne olacağını Allah da acımasızca anlatıyordu.</div><div><br /></div><div>Tabi ki dinden hemen soğuyamadım, hep araştırma içinde oldum. Yalnızca Sözler köşkü, Hayal hanem gibi kanalları izleyen ben artık başka kanal ve kaynaklara da bakmaya başlamıştım. İlk başta 2 ay içerisinde etrafımdaki iki insan sayesinde Tengricilik inancını benimsedim. Tabi ki bu inancın gerçek olmadığını biliyordum fakat beni bu dönemde oldukça rahatlattı ve bu inancın 3 kuralı çok hoşuma gitmişti; Doğaya saygı duy, Kimseye boyun eğme (bazen Tanrı bile olsa), Atalarına ve geleceğine sahip çık... İşte bu kurallar beni kendine hayran bırakmıştı. Doğaya, evrene farklı bir gözle bakmamı sağladı. Bana kattığı en önemli görüş ise Tanrının bizim ibadetimize muhtaç olmadığıydı. Üç ay kadar bu inancı benimsedim ve artık kendimi cehennem korkusundan arındırmıştım.</div><div><br /></div><div>İslam'ın tamamen çıkar ve korku üzerine kurulu olduğunu gördüm. Deist olarak hayatıma devam ettim ve daha sonra Panteizm'i mantıklı buldum. İslamiyet'in bize anlatılanlardan çok farklı olduğunu öğrenince kendimi çok kötü hissetmiştim. Var olduğuna inanılan bir tanrı yüzünden atalarımın öldürülmesi, kadınlara tecavüz edilmesi ve cariye olarak alınmaları, Türklerin İslam dinini bu şekilde zorla kabul ettiğini öğrendiğimde çok kötü oldum. Çünkü annem bu dine inanıyordu. İçimden herkese nefret kustum ve hep bu durumu düzeltebilmek için hayaller kurdum. Şimdi aynı doğrultuda ilerliyorum. 17 yıl enayi olarak yaşamışım, bu yüzden kendimi kandırılmış hissettim. Bu durum beni hala çok üzüyor. Kafama taktığım çok şey var ve halkın şu anki durumundan hiç hoşnut değilim. Evrimin derslerden kaldırılması, küçük yaştaki çocukların beynine zorla İslam inancının sokulması, başka hiçbir dinden veya felsefi akımdan bahsedilmiyor olması beni üzüyor. Bunu söylediğimde bana "İslam tarafsız anlatılıyor" diyorlar. Kimi kandırıyorsunuz? Ben "Allah'ın delillerine mantıksal örnek verin?" sorusuna "delil yoktur" yazdığım için eksi puan aldım.</div><div><br /></div><div>Emin olun milyarlarca gezegen ve onca galakside, sadece Dünya üzerinde, özellikle de Arabistan'da çıkan bir din, hak değildir. Zaten hak din bile olsa, ben böyle acımasız ve egoist bir Tanrıya secde etmektense yanarım daha iyi.</div>
<hr align="center" size="2" width="100%" />
<div style="text-align: center;">
<div style="text-align: center;">
<b><span style="color: #bf9000;"><a href="http://www.dinvemitoloji.com/search/label/sizden%20gelenler?&max-results=10" target="_blank">SİZDEN GELENLER</a> </span><span style="color: #bf9000;">| Yazan: Kergitli</span></b></div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="text-align: left;">
<br />
</div>
</div>
<div style="text-align: center;">
<div style="text-align: left;">
Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın
değişim sürecini anlattığınız sorgulama
süreçlerinizi <b>dinvemitoloji@gmail.com</b> adresine
gönderebilirsiniz.
</div>
</div>
<ul style="text-align: center;">
<li style="text-align: left;">
Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz
olsun ışık tutacaktır.
</li>
<li style="text-align: left;">
Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla
yayınlanacaktır.
</li>
<li style="text-align: left;">
Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması
gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler
özgündür)
</li>
</ul>
<div style="text-align: center;">
<b><a href="http://www.dinvemitoloji.com/p/yazar-ol.html" target="_blank">Sitemiz yazarları arasında yer almak istiyorsanız tıklayınız.</a></b>
</div>Din ve Mitolojihttp://www.blogger.com/profile/11918446048533085917noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8067429793072715122.post-36380251202761011272023-02-16T22:20:00.006+03:002023-02-22T15:32:12.975+03:00İNGİLTERE KRALI VIII. HENRY VE ANGLİKAN KİLİSESİ
<div class="alert-message yazar">Yazan: Sedat Karadayı</div>
<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhkpSrWTj16PUzZy7_Ab6qCvQt_00YlvVgf3yt6bc7kh73hMJd7JBTTOgf999AVW-_ixWUkQ2HbM2gux6bj6ZcKOWypP1Wl9T2dg5eiw__YJAqIt13j0i91XXA0AI0J4udNN022fIEAqBcUC3YRy3csdhYM0BVIMTbRautgGQ7TaTbtUrGSvO8Kkzlu/s1600/HenryVIII_2-min_950x.jpg" style="display: block; padding: 1em 0px; text-align: center;"><img alt="" border="0" data-original-height="466" data-original-width="950" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhkpSrWTj16PUzZy7_Ab6qCvQt_00YlvVgf3yt6bc7kh73hMJd7JBTTOgf999AVW-_ixWUkQ2HbM2gux6bj6ZcKOWypP1Wl9T2dg5eiw__YJAqIt13j0i91XXA0AI0J4udNN022fIEAqBcUC3YRy3csdhYM0BVIMTbRautgGQ7TaTbtUrGSvO8Kkzlu/s1600/HenryVIII_2-min_950x.jpg" /></a></div>
<b><span style="font-size: x-large;">İNGİLTERE KRALI VIII. HENRY VE ANGLİKAN KİLİSESİ<br /></span><span style="color: #bf9000; font-size: large;">BİR UÇKUR İNADI İLE ORTAYA ÇIKAN HRİSTİYANLIK MEZHEBİ<br /></span></b><br />Tudor Hanedanından, İngiltere kralı VII. Henry ile York’lu Elizabeth’in 6 çocuğu olmuştu. VIII. Henry, hayatta kalan dört çocuktan biriydi. Diğer kardeşleri Margaret Tudor, Mary Tudor ve ağabeyi Arthur Tudor’du. Henry 1494 yılında York Dükü ilan edildi. 1502 yılında Kral olması beklenen ağabeyi Arthur ve 7 yıl sonra da babası Kral VII. Henry ölünce VIII. Henry tahta oturdu.<div><br /></div><div>VIII. Henry, İngiltere tarihinde birçok hikâyenin kahramanı olmuş olabilir, ancak bunların hemen hemen hepsi de mutlaka kadınlarla olan ilişkileri ya da eşleri ile ilgili veya onların da içinde olduğu hikayelerdir.</div><div><br /></div><div>Henry ilk evliliğini daha sonra soruna dönüşecek olan Aragonlu Catherine ile yaptı. Aragonlu Catherine, İspanya Kralı II. Ferdinand ile Kraliçe Isabel’in en küçük kızlarıydı. Bu evlilikteki amaç İngiltere ile İspanya arasındaki bağları güçlendirmekti.</div><div><br /></div><div>Catherine aslında Henry’nin ağabeyi Arthur ile evlendirilmişti. Ancak Arthur’un beklenmeyen erken ölümü sonrasında yeni taze gelinin diğer erkek kardeş ile evlenmesine karar verildi. Bu uygulama normal koşullarda Katolik inancına göre yasak olmasına rağmen evlilik, araya giren Papa’nın izin vermesi ve gelinin ölen damadın kendisine hiç dokunmadığı konusunda yemin etmesi ile gerçekleşebildi. Henry’nin Aragonlu Catherine’den 6 çocuğu olmasına rağmen hayatta kalan tek kızı Mary oldu. Diğer çocukların erken ölmeleri ve Catherine’nin erkek veliaht verememesi ve yaşlandığı için veremeyecek olması sorun olmuştu.</div><div><br /></div><div>Henry’nin evlilik dışı ilk metresi Bessie Blount olmuştu. Evliliğe dönüşmeyen bu yasak ilişkiden Henry Fitzroy doğdu. Henry’nin ikinci metresi ise Mary Boleyn oldu. Mary Boleyn o sırada William Carey ile evliydi. Mary Boleyn’den de Catherine ve Henry adını verdiği iki çocuğu daha oldu. Çocukların kayıtlarında baba olarak William Carey geçmişti.</div><div><br /></div><div>Henry’nin ikinci karısı, ikinci metresinin kız kardeşi Anne Boleyn oldu. Anne Boleyn, ablası Mary Henry ile metres olduğu dönemlerde yurt dışındaydı ve o sırada Fransa kraliçesi olan Henry’nin ablası Mary Tudor’un nedimeliğini yapmaktaydı. Ülkesine döndüğünde ilk olarak Dük Henry Percy ile evlenen Anne Boleyn, Dük’ün başkası ile nişanlı olması sebebiyle bu evlilik iptal olmuştu. Anne Boleyn güzelliği, zekâsı ve kendine güvenli tavırları ile Henry’yi etkiledi. Henry ile metres olarak başladığı ilişki sırasında sürekli ona vereceği erkek çocuklarını anlatarak evliliği kolaylaştırdı. Böylece Kraliçe Catherine’den ve sevgilisi Mary Boleyn’den vazgeçen Henry, Anne Boleyn ile evlenmeye karar verdi. Ancak bir sorun vardı ki Catherine’den boşanabilmesi için Papa’nın buna izin vermesi gerekiyordu. Çünkü Katolik nikahı boşanmayı reddediyordu.</div><div><br /></div><div>Henry’nin Catherine’den boşanmasına yeğeni İspanya kralı V. Şarlken karşı çıktığı gibi Papa da onay vermiyordu. Bu yüzden 6 yıl daha boşanamayan Henry, Anne Boleyn ile 6 yıl metres yaşamak zorunda kaldı. Anne Boleyn ile gizli evliliğini haber alan Papa, Henry’yi aforoz edince ipler koptu. Tam da o yıllarda Avrupa’da Protestanlık hareketi baş göstermeye başlamıştı. Biraz da bundan cesaret alan VIII. Henry, İngiltere’deki Roma Katolik Kilisesi ile olan bağları kopartarak yerine Anglikan Kilisesini kurulmasını emretti. Dönemin Canterbury Başpiskoposu olan Thomas Cranmer tarafından yazılmış olan Book of Common Prayer derlemeleri baz alınarak Anglikan Kilisesi kurulmuş oldu. Henry Catherine ile olan evliliğini geçersiz kılıp, ondan olan kızını da evlilik dışı ilan ettikten sonra Anne Boleyn ile evlendi. Böylece VIII. Henry, istediği kadınla evlenebilmek için yeni bir mezhep kurarak tarihe geçmiş oldu.</div><div><br /></div><div>Anglikan Kilisesinin kurulması o kadar kolay olmamıştı. Ülkedeki koyu Katolik halk ve kiliseler birer birer isyan etmeye başladılar. Ancak Henry’nin gözü dönmüştü bir kere. Ülkede isyan eden kiliselerin keşişlerinden, halktan ve diğer Katolik taraftarlardan yaklaşık 40 bin kişiyi idam ettirdi.</div><div><br /></div><div>Anne Boleyn ile olan evliliği sürerken eşinin hamile olduğunu öğrendi ve doğacak çocuğunun onuruna şölenler düzenleyerek mızraklı turnuvalar yapıldı. Bu gösterilerden birinde attan düşen Henry, sağ bacağında kalıcı bir yara ve sakatlık oluştu.</div><div><br /></div><div>Henry’nin cinsel arzuları dinmek bilmiyordu. Anne Boleyn ile olan evliliği 3 yıl sürdü. Bu süre içinde Anne’nin kuzeni olan Madge Shelton ve sonraki eşi olacak olan Jane Seymour ile yine metres ilişkisi yaşadı. Anne Boleyn çocuğunu ölü doğurunca, Henry başına gelen bunca kötü olayların, evliliğin büyü ile oluşması sonucu olduğuna karar verdi. Anne Boleyn’den boşanmak için bulduğu yöntem aynı zamanda ondan intikam da almak isteği ile sonuçlandı. Aralarında kardeşi Rochford Vikontu George Boleyn’in de bulunduğu 5 kişiyle zina, vatan hainliği ve ensest ilişki suçlaması ile tutuklanıp yargılandı. Suçlamalar konusunda hiçbir delil olmaksızın 19 Mayıs 1536 tarihinde kendisi, kardeşi ve diğer 4 soylu kişi idam edildiler.</div><div><br /></div><div>Anne Boleyn’in idamından 10 gün sonra 3. Karısı Jane Seymour ile evlendi. Yeni kraliçe birkaç ay sonra hamile kaldı. 1537 yılında Prens Edward doğdu. Doğumdan 12 gün sonra Kraliçe Jane Seymour öldü.</div><div><br /></div><div>1540 Yılında bu kez Cleves’li Anne ile evlendi. Ancak bu evliliği sadece 6 ay sürdü. Cleves’li Anne’den boşandıktan sonra Boleyn ailesinden Anne Boleyn’in kuzeni, kendisinden 30 yaş küçük olan Catherine Howard ile evlendi. Catherine Howard ile iki yıl evli kaldıktan sonra Anne Bıleyn’in başına gelen onun da başına geldi. Bu kez de Catherine Howard iki farklı kişi ile zina yapmak suçundan hiç yargılanmasına gerek görülmeden idam edildi.</div><div><br /></div><div>VIII. Henry son evliliğini Catherine Parr ile yaptı ve öldüğü güne kadar onunla evli kaldı. Yazılı tarihe ve hakkında yapılmış olan filmlere bakılacak olursa, İngiltere’nin tarih yazarlarının o dönemdeki tek işleri Henry’nin ilişkilerini takip etmek olmuş.
<div class="alert-message yazar">Yazan: Sedat Karadayı</div></div>Din ve Mitolojihttp://www.blogger.com/profile/11918446048533085917noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8067429793072715122.post-17396860861950889212023-02-09T23:58:00.003+03:002023-02-22T15:33:04.343+03:00BİR İNSAN VE BİR İLÇE : SALİH GÜN VE TAVŞANCIL<div class="alert-message yazar">Yazan: Sedat Karadayı</div>
<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhlujAQ5e-DIGHKpc8oQMaZEvAceFjY3L1D45xZ5Wr_ytagnQiZkYjKhvWiIOcwHA6Y4ZnV5qE0e3N1KsXplxqteXTHqfMnOJJ8Y94jcCcUjRveIwq8_hSpwSfKSiwccKb9abhnYtQZT7H9hucgN2HAG-rfgafjpXFSzTO7F_a3iti0TtOZo5GiDoX_/s1600/Polish_20230209_235155530.jpg" style="display: block; padding: 1em 0px; text-align: center;"><img alt="" border="0" data-original-height="2304" data-original-width="4096" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhlujAQ5e-DIGHKpc8oQMaZEvAceFjY3L1D45xZ5Wr_ytagnQiZkYjKhvWiIOcwHA6Y4ZnV5qE0e3N1KsXplxqteXTHqfMnOJJ8Y94jcCcUjRveIwq8_hSpwSfKSiwccKb9abhnYtQZT7H9hucgN2HAG-rfgafjpXFSzTO7F_a3iti0TtOZo5GiDoX_/s1600/Polish_20230209_235155530.jpg" /></a></div>
<span style="font-size: x-large;"><b>BİR İNSAN VE BİR İLÇE<br />SALİH GÜN VE TAVŞANCIL</b></span><br /><br />Salih Gün 1946 yılında Kocaeli’ne bağlı Dilovası bölgesinde bulunan Tavşancıl’da dünyaya geldi. İlkokul mezunu olup sonraki eğitim sürecini okullarda olmasa bile kendi kendine geliştirip siyasete atıldı. 1989 ve 1994 yerel seçimlerinde doğup yaşadığı beldesinde Sosyal Demokrat Halkçı partiden Belediye Başkanı seçildi. 1999 yılında ise 22. Dönem Cumhuriyet Halk partisinden milletvekili seçilmişti fakat bu yazının konusu o değil.<div><br /></div><div>Belediye başkanı seçildiğinde ilk yaptığı işlerden biri beldenin imar planını gözden geçirip deprem riski olan bir bölgede olması sebebiyle en yüksek 3 katı olan imar planı hazırladı.</div><div><br /></div><div>Hazırlanan bu imar planı halk arasında tepkiyle karşılandı. Çok olumlu bulanlar olduğu kadar “Buna ne gerek vardı” diyenler de çoğunluktaydı. Hele ki en yakın akrabalarından en yakın arkadaşlarına kadar kendisine küsenler bile olmuştu. İstemeyen ve karşı çıkanların hepsi Tavşancıl’ın köy gibi kaldığından rahatsız olduklarına değiniyorlardı. Tüm şikâyet ve karşı çıkmalarına rağmen Salih Gün beldenin fay hattı üzerinde olduğunu hatırlatıp 3 katta ısrar etti.</div><div><br /></div><div>17 Ağustos 1999 gece yarısı saat 03.02’de yer sallandı. Kocaeli Gölcük merkezli deprem Richter ölçeğine göre 7.4 olarak belirlenmişti. Ankara’dan Edirne’ye kadar etkisi hissedilen depremde resmi rakamlara göre 17480 kişi hayatını kaybetti. 23781 kişi yaralanmış, 500’den fazla kişi sakat kalmıştı. Toplamda 350 bin bina hasar görmüştü. Bu rakamlar daha sonraki Meclis araştırması raporlarına göre 18,500 kişinin öldüğü 50,000 kişinin yaralandığı şekliyle kayıtlara geçmişti. Bu deprem sırasında 16 milyon kişi değişik düzeylerde depremden etkilenmişti.</div><div><br /></div><div>O gün o depremin gerçekleştiği sıralarda Salih Gün’ün belediye başkanlığı yaptığı belde olan Tavşancıl’da bırakın tek bir kişinin ölmesi, tek bir kişinin bile burnu kanamamış, hiç kimse yaralanmamış, hiçbir bina hasar görmemişti.</div><div><br /></div><div>Tek sebep; akıllı, sorumluluk ve liyakat sahibi bir belediye başkanının, fizik kurallarını dikkate alarak bilimsel bir şekilde imar planını uygulamaya koyması idi.<br /></div>Din ve Mitolojihttp://www.blogger.com/profile/11918446048533085917noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8067429793072715122.post-35377269956273311742023-01-18T12:50:00.000+03:002023-06-18T12:51:26.177+03:00DAVUT'UN TUHAF AİLESİ<div class="alert-message yazar">Yazan: Sedat Karadayı</div>
<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiDb3jQxeFFYmtNSSnBHsRGKm9RHBkmdM8q2ioom6BliQTrVx-uDfPWXWnv3vgV1Cf7fIC1ZL205BuBO1_qgRiz9yx3KOhlQf2zrzICLU3P4q4TUnHGGtbYTKOBb1VkMmIVKq-cpa3W2yQc__ovniNRWmgC1fWBPWeTgqr-hBTA5UV6c7jq41BXPf-7/s1600/Amnon_and_Tamar,_Roman_school,_17th_century-min.jpg" style="display: block; padding: 0px; text-align: center;"><img alt="" border="0" data-original-height="463" data-original-width="950" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiDb3jQxeFFYmtNSSnBHsRGKm9RHBkmdM8q2ioom6BliQTrVx-uDfPWXWnv3vgV1Cf7fIC1ZL205BuBO1_qgRiz9yx3KOhlQf2zrzICLU3P4q4TUnHGGtbYTKOBb1VkMmIVKq-cpa3W2yQc__ovniNRWmgC1fWBPWeTgqr-hBTA5UV6c7jq41BXPf-7/s1600/Amnon_and_Tamar,_Roman_school,_17th_century-min.jpg" /></a></div>
<br />
<b><span style="color: #bf9000; font-size: x-large;">DAVUT’UN TUHAF AİLESİ<br /></span></b><br />Samuel 2 kitabında 3 büyük olay anlatılır. Her üç olay da Rab’ın yasalarında cezası ölüm olarak geçen konulardı. Rab’ın bizzat seçtiği ve meshettiği Davut’un böyle bir suçu işlemiş olması ayrı bir soru, Davut’un çocuklarının bu suçları işlemesi de ayrı bir konu. Kaldı ki Tevrat’ın kitaplarından biri olan Rut kitabından hatırlarsanız Naomi’nin dul gelini Rut, Boaz isimi yaşlı bir akrabası ile evlenmişti. Rut ve Boaz’ın Ovet isminde bir oğlu olmuştu. Daha sonra Ovet’in de İşaya isminde bir oğlu ve onun da Davut isminde bir oğlu olacaktır. Yani Davut öyle önemli biriydi ki soyu Rab’ın istediği şekilde oluşturulmuştu. Bununla da bitmeyecekti, bundan sonda Davut’un oğulları yine her seferinde Rab’ı kızdıracaklardı. Bunların içine yine çok sevip meshedeceği Kral Süleyman da dahil. Peki bu soy neden bu kadar lanetli ve sorunlu çıktı?<div><br /></div><div>Üç olaydan birincisi, geçen yazıda bahsedilen Davut’un Bat-Şeba ile yaptığı zina idi. İkincisi ise bu yazının konusu Davut’un çocukları arasında meydana gelen kan davası. Olay Davut’un 3 çocuğu arasında geçer. Taraflardan biri ilk eşlerinden olan Yizreelli Ahinoam’dan doğan Amnon isimli oğlu. Diğer tarafta ise Geşur Kralı Talmay’ın kızı Maaka isimli eşinden doğmuş olan oğlu Avşalom ve kızı Tamar bulunuyor. Yani üvey kardeşler arasında yaşanan bir olay.</div><div><br /></div><div>Davut’un Amnon ismindeki oğlu, üvey kız kardeşi Tamar’ı çok beğenmektedir. Hatta o kadar beğeniyordur ki bir türlü aklından çıkartamıyordur. Onun bu sıkıntılı hallerini gören kuzeni ve arkadaşı Yonadav, Amnon’a akıl verir. Amnon’a hasta gibi yatmasını, babası geldiğinde ondan Tamar’ın ona yemek yapması için gelmesini isteyecektir. Tamar geldiğinde de ona aşkını anlatmasını önerir. Amnon hasta gibi yattığında babası onu ziyarete gelir ve Yonadav’ın dediği gibi yapar, babasından Tamar’ın ona gelip gözleme yapmasını ister. Davut bu isteği olumlu karşılar ve sarayda yanında yaşayan kızı Tamar’a, “Haydi kardeşin Amnon'un evine gidip ona yiyecek hazırla” der. Tamar, Amnon’un yanına gidip gözlemeyi tavaya koyar ve pişirmeye başlar. Amnon ise bu sırada odada bulunan Tamar dışında herkesin dışarı çıkmasını ister. Amnon, Tamar’dan gözlemeyi yatak odasına getirmesini ister. Tamar yemeğini götürdüğünde Amnon Tamar’ı kolundan yakalayarak yatağa çeker ve “Gel, benimle yat, kız kardeşim” diyerek zorlar. Tamar buna cevap olarak; “Hayır, kardeşim, beni zorlama! İsrail'de böyle şey yapılmamalıdır! Bu iğrençliği yapma! Sonra ben utancımı nasıl üstümden atarım? Sense İsrail'de alçak biri durumuna düşersin. Ne olur krala söyle; o beni senden esirgemez” der. Amnon, buna rıza göstermeyen Tamar’la zorla yatarak üvey kız kardeşine tecavüz eder. Tecavüz sonrasında emeline ulaşan Amnon, kız kardeşinin kendisini istememesinden dolayı hiddetlenir ve onu evden kovar. Tamar, ağabeyinin kendisine yaptığından dolayı ona kızgın olsa da artık iş işten geçmiştir diye susar. Ancak bir de evden kovulması katlanılacak bir durum değildir ve buna itiraz eder. Fakat Amnon onu dinlemez ve uşağını çağırarak “Bu kadını yanımdan dışarı çıkar, ardından da kapıyı sürgüle” diye emir verir. Kovulan ve evden atılan Tamar, kızgınlığından, üzüntüsünden sinir krizi geçirir ve üstünü başını yırtarak başından aşağıya külleri döker ve saraya dönmek yerine öz ağabeyi Avshalom’un evine gider.</div><div><br /></div><div>Avsahlom olayı ve detayını öğrenince durumu babası Kral Davut’a iletir ve Amnon’un cezalandırılmasını ister. Bu suçun; üvey bile olsa kız kardeşe tecavüz olduğu için cezası ölümdür ve cezasını Davut vermek zorundadır. Ancak Davut öfkelenmekle kalır ve Amnona ceza vermez.</div><div><br /></div><div>Avshalom kız kardeşine yapılan bu saygısızlığı affetmez. Üvey kardeşi Amnon’u cezalandırmak için fırsat kollamaktadır. Aradan 2 yıl geçip olay herkes tarafından unutulduktan sonra bir gün Avshalom, Baal-Hasor’da koyunlarını kırktırdığı yerde bir ziyafet verir. Bu ziyafete ailenin ve yakın akraba olan tüm erkekleri çağırır. Kral Davut, bu davete “Hayır, oğlum, hepimiz gelmeyelim, sana yük oluruz” diye cevaplasa da Avshalom kardeşi Amnon’un gelmesi için ısrar eder. Davut bir sorun olacağını düşünmese de tüm kardeşler hep bir arada olacağı için Amnon’un gitmesinde bir sakınca görmez ve izin verir.</div><div><br /></div><div>Avshalom tüm hizmetkarlarını çağırarak onlara Amnon’un sarhoş olduğu bir anda onu öldürmeleri emrini verir. Hizmetkarlar uygun bir anı kollayarak Amnon’un sarhoş olduğu sırada onu kılıçla öldürürler. Kardeşlerinin ölümünü izleyen diğer kardeşler katırlarına atlayıp kaçarlar. Bu olayın haberi Davut’a Avshalom’un tüm kardeşlerini öldürdüğü şekliyle ulaşır. Davut üzüntüsünden elbiselerini yırtarak isyan eder. Bu arada Davut’a ağabeyi Şima’nın oğlu Yonadav, “Efendim kral bütün oğullarının öldürüldüğünü sanmasın; yalnız Amnon öldü. Çünkü o üvey kız kardeşi Tamar'a tecavüz ettiği günden bu yana, Avşalom buna kararlıydı. Onun için, ey efendim kral, bütün oğullarının öldüğü haberini dikkate alma; çünkü yalnız Amnon öldü” bilgisini verince Davut biraz daha sakinleşir. Bir süre sonra kralın oğulları Davut’un yanına vardığında hep beraber hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlarlar.</div><div><br /></div><div>Amnon’un öldürülmesinden sonra Avshalom, Geşur Kralı Ammihut’un oğlu Talmay’ın (Talmay, anne tarafından dedesi Geşur Kralı Talmay’ın torunuydu) yanına kaçtı. Avshalom Geşur’da 3 yıl kaldı. Bu sürede Davut oğlu Avshalom’u merak ediyordu ve duyduğu endişeden dolayı onun yanına gitmek istiyordu. Amnon’un ölümü Davut’u üzse de yaptığı suçun cezasını çektiğini düşünerek avunmuştu. (Tevrat, Samuel 2, 13. Bölüm)</div><div><br /></div><div>Davut’un ve oğullarının bu ahlaksız yaşamı Tevrat’a Rab tarafından yazıldıysa Kuran’da neden yer almadı? Eğer Tevrat’a Ezra tarafından yazıldıysa Ezra neden bu konunun geçmesini gerekli gördü? Bunların açıklaması yok. Başka bir konuya gelirsek Rab koyduğu yasalara uymadığını görüyoruz. Bir başka konu da Rab nasıl bir tanrıysa ya adam seçmesini bilmiyor ya da kader yazmaktan haberi yok. Rab, Davut’un kral olmasına karar vermişti ve onu kutsayarak meshetmişti. Fakat Davut bu sevgiye karşılık Rab’ın yasalarına karşı gelerek zina suçu işlemekten geri kalmadı. Yasayı koyan Rab ise Davut’a ölüm cezası vermesi gerekirken günah çocuğu olarak dünyaya gelen oğullarının canını aldı. Amnon da kız kardeşine tecavüz ederek zina suçu işlemişti fakat Davut Rab’ın yasasına uymayarak oğluna ceza vermedi. Avshalom da her ne kadar hakkı olduğunu düşünürsek yine de kardeşini öldürdüğü için Rab’ın yasalarına karşı gelmişti ve suçluydu fakat o da ceza almadı. Bu durum gelecek konularda bu şekilde devam edecek. Davut’un soyu suç işleyecek ama hiçbiri Rab tarafından cezalandırılmayacak.</div>Din ve Mitolojihttp://www.blogger.com/profile/11918446048533085917noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8067429793072715122.post-48060357654488122462022-12-13T21:15:00.001+03:002023-06-20T21:22:56.656+03:00ORHAN GAZİ’NİN EŞLERİ NİLÜFER (HOLOFİRA) HATUN, ASPORÇA HATUN, THEODORA HATUN<div class="alert-message yazar">Yazan: Sedat Karadayı</div>
<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgzgQbaUlYF4GNp2_ll_QWzO6HvE0qHe9FUgEK1b7jnX-bGNw8kYZCXGLVswriMy88GbX83Bn_oyoCf9_EdNDhzyE9tsuEyTXHxnEHGARfIfsmiQq2PX5-M_S42Rcbvu94YnaQTpkRbSU1TNeCOvevvLBMipqPmwm1lqbWyttaNUsCYbs0YUPD0u8Unldo/s1600/FT7eGUqWYAAefp0.jpg" style="display: block; padding: 0px; text-align: center;"><img alt="" border="0" data-original-height="552" data-original-width="950" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgzgQbaUlYF4GNp2_ll_QWzO6HvE0qHe9FUgEK1b7jnX-bGNw8kYZCXGLVswriMy88GbX83Bn_oyoCf9_EdNDhzyE9tsuEyTXHxnEHGARfIfsmiQq2PX5-M_S42Rcbvu94YnaQTpkRbSU1TNeCOvevvLBMipqPmwm1lqbWyttaNUsCYbs0YUPD0u8Unldo/s1600/FT7eGUqWYAAefp0.jpg" /></a></div>
<br />
<b><span style="color: #bf9000; font-size: x-large;">ORHAN GAZİ’NİN EŞLERİ NİLÜFER (HOLOFİRA) HATUN, ASPORÇA HATUN, THEODORA HATUN<br /></span></b><br />Holofira ile Orhan Gazi’nin karşılaşması aslında tesadüfen gelişen bir durumdu. Osman Gazi’ye Bilecik Tekfurunun oğlu ile Holofira’nın düğünü için tuzak amaçlı bir davet gelmişti. Birleşen Tekfurlar bu düğüne davet ettikleri Osman Gazi’yi eğlence sırasında öldürmeyi planlamışlardı. Haberi alan Osman Gazi bir oyun hazırlayarak önceden hazırlık yapmaları amacıyla kaleye kadın kılığındaki Alpleri gönderdi. Kaleyi ele geçirdikten sonra düğüne baskın yapmıştı. Tekfurun planladığı düğünün baskından dolayı gerçekleşememesi üzerine Osman Gazi gelin adayı Holofira’yı oğluna alarak onları evlendirdi.<br /><br />Holofira için her ne kadar Yarhisar Tekfurunun kız denilse de bu iddia Aşıkpaşazade’den kaynaklanmaktadır. Oysa Bizans tarihçileri tarafında böyle bir bilgi yoktur. Bu durumda Holofira muhtemelen İznikli soylu bir aileden geldiği daha gerçekçi olabilir. Çünkü hayatı boyunca sürekli İznik’te yaşamayı tercih etmişti. Bu isteğinin kökeninde İznik’in Hristiyanlar için bir kutsallığı olmasından kaynaklanıyordu. Hristiyanlık İznik’ten dünyaya açılmıştı ve İznik’te ikinci Ayasofya Kilisesi bulunmaktaydı. Yani İznik aslında Hristiyanlık için Kudüs gibi kutsal bir yerdi o tarihte. Bu yüzden Müslüman olmuş olsa bile Hristiyanlığından hiçbir zaman vazgeçmemiş olduğu apaçıktır. Tekfur kızı olmamasına rağmen soyluluğunda da şüphe yoktur. Çünkü eğer soylu olmasaydı bir Tekfur oğlu onunla evlenmek istemezdi.<br /><br />Holofira Orhan Gazi ile evlendikten sonra ismini Nilüfer (Ülüfer) olarak değiştirdiler. Nilüfer hem Holofira adıyla benzeşme yapıyordu hem de Türkçede çiçek adı olarak geçiyordu. Ancak İbn-i Batuta’nın aktardığı bilgiye göre İznik’te Nilüfer hatun ile tanıştığında kendisini Beylûn Hatun olarak tanıttığını söyler. Üstelik Orhan Gazi’nin hem ilk hem de baş hatunudur.<br /><br />Holofira bir Bizanslı yani Rum idi. Ondan olan oğlu I. Murat ve sonrakiler de padişah olduğundan dolayı Osmanlı’nın devam eden soyu Türk ve Rum genleri ile devam edecekti.<br /><br />Orhan Gazi’nin ikinci eşi ise Asporça Hatun idi. Asporça hatun da Bizanslı yani Rum olup Bizans İmparatoru III. Andronikos‘un kızıydı. Orhan Gazi’nin Asporça Hatundan İbrahim adında bir oğlu ve Fatma ile Selçuk adında iki kızı olmuştu.<br /><br />Orhan Gazi’nin son eşi ise yine Bizans imparatorunun kızı Theodora Kantakuzini idi. Theodora, Bizans İmparatoru VI. Ioannis’in Cermen asıllı eşi olan Kraliçe İrini Asanina’dan olma kızıydı. VI. İoannis Bizans iç savaşı sırasında Orhan Gazi’nin desteğini almak için ona kızını verdi. Düğünden sonra Orhan Gazi kendi otağına döndü İmparator, kızı Theodora, Orhan Gazi’nin oğullarını ve akrabalarını alıp Konstantinopolis’e Kraliçeyi ziyaret etmeleri için götürdü. Dönüşte hediyelerle uğurladılar. Theodora evlendikten sonra diğerleri gibi devşirilmedi. Hristiyan olarak kalan tek Osmanlı geliniydi. Üstelik evliliği süresince bulunduğu her ortamda Hristiyanları desteklemişti.<br /><br />Orhan Gazi’nin oğlu Şehzade Halil (Korsanlarca kaçırılan Şehzade) Theodora’dan olmuştu. Şehzade Halil evlilik çağına geldiğinde teyzesinin kızı (Theodora’nın kızkardeşi Eleni Kantakuzini’nin kızı) ile evlendi. Theodora evliliği boyunca Orhan Gazi ile beraber yaşadı. Ancak Orhan Gazi’nin vefatı sonrasında Konstantinopolis’e döndü. Bir süre IV. Andonikos Theodora’yı Galata’da hapsetti.Din ve Mitolojihttp://www.blogger.com/profile/11918446048533085917noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8067429793072715122.post-402157687514937602022-08-10T12:45:00.005+03:002023-02-09T23:56:18.309+03:00KUTSAL KÂSE - 1<div class="alert-message yazar">Yazan: Sedat Karadayı</div>
<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiCbjdC5Ce8sOPlt4EX3ErMiaCyaa_hyozjP5RzA3Wn49fH405_Eg_uBCqYB14oET2T9WeaGPeGXyrbLjS1SY7gzvTkS_ngVI1PAAmatrNhEPKqWn01ZTB8EzFB0cuzXWq_N0a2t7J8-vvl37S5eRdvKL-SpC3nB9L7XbQlB_47qT2WEpd9sEjihLtD/s1600/l-intro-1638987284-min.jpg" style="display: block; padding: 0px; text-align: center;"><img alt="" border="0" data-original-height="535" data-original-width="950" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiCbjdC5Ce8sOPlt4EX3ErMiaCyaa_hyozjP5RzA3Wn49fH405_Eg_uBCqYB14oET2T9WeaGPeGXyrbLjS1SY7gzvTkS_ngVI1PAAmatrNhEPKqWn01ZTB8EzFB0cuzXWq_N0a2t7J8-vvl37S5eRdvKL-SpC3nB9L7XbQlB_47qT2WEpd9sEjihLtD/s1600/l-intro-1638987284-min.jpg" /></a></div>
<br />
<b><span style="color: #bf9000; font-size: x-large;">KULAKTAN KULAĞA YAYILAN BİR YALAN<br /></span></b><br />
<div>
Kutsal Kâse hikayesi İsa’nın Son akşam yemeğinde kullandığı söylenen ve mucize
güçleri olan bir kadeh diye anlatılır. Ayrıca Aramatyalı Yusuf’un çarmıha
gerildiğinde İsa’dan damlayan kanları bu kadehte biriktirdiğine inanılır.
Ancak bu olaydan yüzyıllarca hiç söz edilmez. İsa ile ilgili olan her şey
şimdiye kadar yazılmış tüm İncillerde bir bir, harfi harfine ve en ince
detayına kadar anlatıldığı halde ne Matta’da ne Yohanna’da ne Luca da ne de
Markos da Kutsal Kâse ya da Kadeh ile ilgili tek bir kelime bile geçmez. Hatta
Son Akşam Yemeği ile ilgili bölümde dahi yedikleri kuru ekmekten içtikleri
şaraptan söz edilir ama Kutsal Kâse’den hiç söz edilmez.<br /><br />Bir
kahramanımız daha var; Aramatyalı Yusuf. Yusuf, Roma İmparatorluğunun Yahudiye
Eyaletinin Aramatya kasabasında doğmuştu. Söylentilere göre Yusuf, Kutsal
Kâse’yi yanında taşıyordu ve İsa’nın bedeninden akan kanı bu kâse içinde
biriktirmişti. İsa’nın ölümü gerçekleştikten sonra onu mağaraya kadar taşımış
olan kişi de Yusuf idi.<br /><br />Kanonik İnciller olarak geçen yukarıda
yazılı 4 İncil’de de Aramatyalı Yusuf hakkında Kudüs belediyesinde yüksek
mevkiye sahip bir üye olduğundan, zengin ve erdem sahibi olduğundan, Yahudiye
valisi Pontus Pilatus’tan İsa’nın cesedini isteyecek kadar cesur olduğundan,
bu yüzden Yahudi yasalarına aykırı davranarak İsa’nın suçlu sayılmasına ve
onursuz bir şekilde gömülmesi gerektiğine rağmen Yusuf tarafından alınıp
mağaraya götürülmesine kadar her şey yazılı iken Kutsal Kâseye İsa’nın
damlayan kanını topladığından hiç söz edilmez. Petrus’un yazmış olduğu
İncil’de Aramatyalı Yusuf hakkında hem İsa hem de Pontus Pilatus’un arkadaşı
olduğundan söz edilir. Nikodemus’un yazdığı İncil’de ise Yusuf hakkında
İsa’nın çarmıha gerilmesinden sonra tutuklandığı, İsa’nın dirilmesinden sonra
İsa tarafından kurtarıldığı yazılıdır ama Kutsal Kâse ile ilgili hiçbir yazı
bulunmamaktadır.<br /><br />Peki bu insanlar neye inanıyorlar? Dedikodulara
mı?<br /><br />Aslında hikâyenin orijinal hali daha farklı bir şekilde Kelt
mitolojisinde anlatılırken işgüzar bir Fransız şairin yazdıkları ile tüm dünya
Hristiyanları Kutsal Kâse’nin peşine düştü. Fransız şair Robert de Boron
Kâse’yi ilk kez Hristiyan dini açısından derleyen ve yaratan kişiydi. Boron’lu
Robert, döneminin efsanevi hikayelerinden etkilenerek kendi efsanelerini
yaratmıştı. Okuyup etkilendiği Kelt Mitolojisindeki sihirbaz Merlin
masallarından, Kral Arthur hikayelerinden esinlenerek Kutsal Kâse’ye dönüşen
bu efsaneyi ortaya çıkardı. 1200’lü yıllarda 4. Haçlı seferi sırasında
Haçlıları galeyana getirmek amacıyla, Tapınak Şövalyelerini onurlandırmak ya
da cesaretlendirmek amacıyla yarattığı yalana tüm Avrupa ve dünya sahiplenerek
sürdürmeyi tercih ettiler.<br /><br />Robert de Boron anlattığı masalda Son
Akşam Yemeğinde kullanılan Kâse’nin Aramatyalı Yusuf’ta olduğundan söz ediyor.
Bu çok doğal çünkü İsa’yı en son gören ve mezara koyan o değil miydi? Daha
sonraki hikayelerde Aramatyalı Yusuf’un Kâse’yi de Kutsal olmasından ötürü
yanına alıp Havari Filipus tarafından İngiltere’nin Glastonbury kasabasına
gönderilen 12 Misyonerin başında buraya geldiğinden söz ediyor. Ve tabii ki
çok da doğal olarak Robert de Boron’un ortaya attığı bu yalan başka yazarların
da hoşuna giderek aynı masalı destekleyip yazdıkça halk tarafından doğru kabul
ediliyor. Bu da yetmiyor ve Avrupa’nın saygın Hristiyan devletlerinin
Hristiyan kralları ve tüm şövalyeler Kutsal Kâse’nin peşine düşüyor. Tam da
Türkçede dediğimiz gibi; “Delinin biri kuyuya bir taş atmış kırk akıllı
çıkaramamış” gibi bir şey. Aslında çıkarmaya çalışan da yok hala taş atmaya
devam ediyorlar.<br /><br />Peki işin gerçeği ne? Gerçek şöyle başlıyor;
Kutsal Kâse ile ilgili ilk söylenti 12. Yüzyılda yani 1100’lü yıllarda, Kral
Arthur ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri ile ilgili anlatılan efsanelerde geçer. Bu
efsanelerin genel adı “Graal Efsaneleri” olup tamamı Kelt Mitolojisine
dayanmaktadır. Kelt mitolojisi ise kullanılan eşyaların sağladığı mucizeleri
fazlasıyla işlemesiyle meşhurdur. Kayadan çıkarılamayan ve sadece Camelot
Kralı, Uther’in soyundan birisinin çıkarabileceği Excalibur gibi ya da bolluk
yaratan boynuzlar gibi veya hastaları iyileştiren, ölüleri dirilten kazanlar
gibi hikayeler Kelt Mitolojisini besleyen efsanelerdir. Bu efsanelerden birisi
Dagda isimli iyi bir Tanrıyı anlatır. Kelt Tanrıların babası olarak geçen
Dagda, Tuatha De Danaan ırkının lideridir. Tanrıça Danu’un da oğlu olan
Dagda’nın bir kazanı vardır. İşte bu kazan sihirli olup iyi tanrı Dagda’ya
sonsuz bir gençlik vermektedir. Başka bir efsanede ise yine Dagda’ya
benzetilen Kutsanmış Bran’a bu kazan ölümsüzlük vermekteydi.<br /><br />Etimolojik
açıdan bakacak olursak “Holy Grail” olarak bilinen Kutsal Kâse Orta Çağ
Latincesinde “Gradalis” sözcüğünden geliyordu. Tam Türkçesi tabak anlamına
gelen Gradalis, Kelt Mitolojisinde ise geniş ağızlı veya kenarları alçak kap
anlamına gelen “Graal” kelimesi ile biliniyordu.<br /><br />Kâse ile ilgili
ilk hikâye Fransa’nın Troyes kasabasında dünyaya gelmiş olan Chertien de
Troyes isimli bir halk ozanı ve hikayecisi (Türklerdeki Meddah’ın yazı ile
anlatanı) tarafından İngiltere’de Kelt, Fransa’da Gal olarak bilinen halkın
efsanevi hikayelerini yazmasıyla başladı. Kâse ile ilgili anlatılan ilk
hikâyenin asıl kahramanı Kral Arthur’un şövalyelerinden olan Percival idi.
Masal havasında yazılan bu eserin İngilizce adı “Percival, The story of the
Grail” olarak geçiyor. İngiliz ve Fransız edebiyatında daha sonra diğer bir
Yuvarlak Masa Şövalyesi olan Sir Galahad ile değiştirilmesine rağmen Kâse ile
ilgili hikâye aynen devam etti. Ve tabii ki daha sonra Hristiyan
metinlerindeki kahramanlar da ilave edilerek bugünkü konuma kadar geldi.<br /><br />Percival’in
hikayesini de anlatmak gerek ancak burada değil. O ikinci yazının konusu olsun
çünkü o da yeterince uzun sayılır.<br />
</div>
Din ve Mitolojihttp://www.blogger.com/profile/11918446048533085917noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8067429793072715122.post-69108609971569822282022-08-07T12:45:00.005+03:002022-08-07T12:46:47.279+03:00BAKÜ'NÜN KARANLIK TARİHİ<div class="alert-message admin">Hazırlayan: A.Kara</div>
<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjoixXvYWed_sKnSjP9XcdFxmUnJrnwEyQ92P57kELdL-88XVxvhAajwo1IBmoJK5cCLlej6vSeVTuSwnismTlwBbCqXilYAC-ur7ukN6BarwDkZ66zibXZi9s_BqIS-ZntX7k7nhjWMjSfiwE8ZXGv1kDveI3c5ztNOrdjmZDsDdlJkA1lus7lYyfe/s1600/Bak%C3%BC%20yaz%C4%B1s%C4%B1z-min.jpg" style="display: block; padding: 0px; text-align: center;"><img alt="" border="0" data-original-height="534" data-original-width="950" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjoixXvYWed_sKnSjP9XcdFxmUnJrnwEyQ92P57kELdL-88XVxvhAajwo1IBmoJK5cCLlej6vSeVTuSwnismTlwBbCqXilYAC-ur7ukN6BarwDkZ66zibXZi9s_BqIS-ZntX7k7nhjWMjSfiwE8ZXGv1kDveI3c5ztNOrdjmZDsDdlJkA1lus7lYyfe/s1600/Bak%C3%BC%20yaz%C4%B1s%C4%B1z-min.jpg" /></a></div>
<br />
<b><span style="color: #bf9000; font-size: x-large;">BAKÜ’NÜN (SURLU ŞEHİR) KARANLIK TARİHİ<br /></span></b>
<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://youtu.be/EqCdwnfheDg" rel="nofollow" target="_blank"><img alt="" border="0" data-original-height="124" data-original-width="799" height="31" src="https://1.bp.blogspot.com/-KU28XmB55h0/XY82iJEg8II/AAAAAAAAD5Q/XeDVKx4uKak0JNDYNa5SSea8eaYSvt7wgCPcBGAYYCw/w200-h31/Youtube.png" width="200" /></a></div>
<br />Azerbaycan’ın surlarla çevrili başkenti Bakü neredeyse 20.yüzyıla kadar
kanlı bir kargaşa içindeydi. Surlarla çevrili deyince şaşırmayın, çünkü Surlu
Şehir (İçerişehir), Bakü’nün en eski kısmıdır. M.S. 12. yüzyıla kadar uzanan
şehir birçok rejim değişikliğinden ve birkaç istiladan kurtulmayı
başarmıştır.<br /><br />Şehrin çevresine sürekli olarak takviye yerler
yapılıyordu çünkü sürekli saldırıya maruz kalıyorlardı. 10.yy’dan önce Hazarlar
tarafından defalarca saldırıya uğramışlardı. 10.yy’dan itibaren Ruslar Bakü’ye
baskınlar düzenlemeye başladı. I. Şirvanşah Bakü limanında büyük bir donanma
inşa ettirip 1170’de büyük bir Rus saldırısını püskürtünce bu dönem sona ermiş
oldu.<div><br /></div><div>1191’de Şamahı şehrinde büyük bir deprem olunca Şirvanşah’ın
sarayı Bakü’ye taşındı. Şirvanşah geçmişte komşularının onlara düzenlediği
saldırılardan habersiz değildi. Bu yüzden şehri güçlendirmek ve darphane inşa
ettirmek için çalışma başlattı. Ölümünden sonra, 12-14. yüzyıllar arasında Bakü
surlarında büyük bir artış olmuştu.</div><div><br /></div><div>14.yüzyıl bu şehrin en iyi
dönemiydi denebilir. Çünkü şehrin sorumlusu olan Muhammed Olcaytu ağır vergileri
indirmiş, böylece büyüme başlamış ve refah artmıştı. Şehir kısa süre sonra bir
ticaret limanı haline geldi, öyle ki Marco Polo'nun kayıtlarında yazanların Bakü’deki petrol-yağ zenginliği hakkında olduğu düşünülür:</div><div><br /></div><div><i>"Gürcistan sınırına yakın bir yerde, o kadar bol miktarda yağ fışkıran bir kaynak var ki yüz gemi oraya aynı anda yüklenebilir. Bu yağın yenmesi iyi değil; ancak yakmaya ve kaşıntı veya kabuktan etkilenen deve ve erkeklere merhem olarak faydalıdır. Erkekler bu yağı almak için uzun bir mesafeden geliyorlar ve tüm mahallelerde bundan başka petrol yakılmıyor."</i><div><div><br /></div><div>Altın Orda Devleti, Moskova Prensliği ve
Avrupa ülkeleriyle ticaret yapılıyordu. Ani bir büyüme gösteren şehir kısa süre
sonra kendi başarısının kurbanı haline geldi. Çünkü Hazar Denizi’ndeki
zenginliği ve stratejik konumuyla ünlü olan şehir Safevi Devletinin kurucusu ve
ilk lideri olan Şah İsmail’in (1. İsmail) dikkatini çekmişti. 1501’de şehri
kuşattı. Bakü halkı direndi çünkü şehri geliştirmek için 200 yıldan fazla zaman
harcamışlar ve güçlü duvarlar inşa etmişlerdi. Bu duvarların onları koruyacağına
inanıyorlardı; ki pek öyle olmadı. İsmail adamlarına surları yıkma emri
verdikten kısa bir süre sonra şehrin savunması düştü. Halk İsmail’in adamları
tarafından kılıçtan geçirildi.<br /><br />İsmail belli şartlar eşliğinde ve
Safevi yönetimi altında Şirvanşahların Bakü’de kalmasına izin vermişti fakat
halefi 1. Tahmasb onları iktidardan kalıcı olarak uzaklaştırmıştı. Şirvan Evi
etkili bir şekilde yok edildi, zaten daha sonra tekrar da kurulamadı. Şirvanşah
9-16. yy aralığında Şirvan hükümdarları için kullanılan bir unvandı. [Barthold,
W., C.E. Bosworth "Shirwan Shah, Sharwan Shah]<br /><br /><span style="color: #7f6000; font-size: large;"><b>RUSYA VE İRAN’IN BAKÜ İÇİN SAVAŞMASI<br /></b></span><br />Rus İmparatorluğu ile İran (Kaçarlar) arasında 1813’de imzalanan Gülistan
Antlaşması ile Bakü resmi olarak Rusya yönetimine geçmişti. O zamana kadar şehir
çeşitli İran hanedanlıklarının egemenliği altında kalmıştı. Bu Bakü halkına en
büyük zararı getirmişti çünkü Bakü’deki kontrollerini sürekli olarak
kaybediyorlardı, barışçıl bir dönem değildi. Bu yüzden Bakü’nün nüfusu uzun bir
süre 5.000’in üzerine çıkma şansına sahip olamamıştı. Sürekli meydana gelen
savaşlar yüzünden bir zamanlar oldukça hareketli olan ekonomi büyük zarar
görmüştü.<br /><br />1578-1590 Osmanlı-Safevi Savaşı sırasında Bakü Osmanlı’nın
eline geçmişti; ki kısa bir süre sonra, 1607’de tekrar Safevi Devleti’nin
kontrolüne geçti. 1722’de Safeviler İran’a geri dönünce Rus İmparatorluğunun
başındaki Büyük Petro fırsat bu fırsat diyerek Bakü’yü işgal etti. Safeviler
zaten kargaşa içindeydiler, bu yüzden Bakü’yü Ruslara bıraktılar. Fakat bu kısa
süreli bir zafer olmuştu. Çünkü hemen 3 yıl sonra, 1725’te Rus hükümdarı Büyük
Petro ölmüş, Rusya’da karışıklıklar başlamıştı. Böylece 1735’te imzalanan Gence
Antlaşması ile Rusya Bakü de dahil olmak üzere aldığı her bölgeyi onlara geri
vermeyi kabul etti. [Justin McCarthy, Ölüm ve Sürgün, çev. Bilge Umar, İnkılap
Kitapevi, İstanbul, 1998, s. 32.]<br /><br />Yine de Bakü sevdaları bitmemişti.
Bu sefer Rusya, Kırım’ı Rus topraklarına katmasıyla tanınan II. Katerina emrinde
1796’da 13.000 kişilik ordu ile Bakü’ye saldırdı, kolayca ele geçirdi. Yine de
bu Bakü’nün tarihteki en kısa işgali olmuştu. Sadece 1 yıl sonra, Katerina’nın
oğlu I. Pavel Rusya’nın yeni imparatoru olmuştu. Rus-İran düşmanlığına son
verilmesini emredince Ruslar Bakü’yü geri vererek terk etmişlerdi.<br /><br />Ne
yazık ki Bakü’deki kargaşa bitmiş değildi. Kısa bir süre sonra Rus İmparatorluğu
ve İran tekrar savaşmaya başladılar ve 1804-1813 Rus-İran savaşının sonucunda
imzalanan Gülistan Antlaşması ile Bakü Ruslara geri verildi. Birkaç yıl sonra,
1826-1828 yılları arasında tekrar Rus-İran savaşı patlak verdi. Kısa bir
süreliğine de olsa Bakü tekrar İran’ın eline geçti. Ancak bir kez daha Rusya’ya
yenildiler. Bu çok daha kötü bir sonuç doğurdu çünkü 1828’de imzalanan
Türkmençay Antlaşması ile Bakü’yü resmen Rusya’nın kalıcı parçası
yapmışlardı.<br /><br />Rus hükümdarları şehrin surlarını onarmak ve genişletmek
için çalışmışlar yaptırmış, bu sırada surlara “artık burada kalıcıyız” mesajı
veren düzinelerce top yerleştirmişlerdi. Sürekli ortaya çıkan savaşlar sona
erince Bakü halkı tekrar ticarete odaklandı, liman yeniden açıldı. Yani Bakü
tekrar işbaşı yaptı.<br /><br />Surlu Şehir geliştikçe surlarınının dışında yeni
mahalleler inşa edildi. Bu sırada Bakü, İç Şehir ve Dış Şehir olarak ikiye
ayrılıyordu. Surların içinde yaşayanlar kendilerini gerçek Bakü yerlileri olarak
görüyor, surların dışında yaşayanlara tepeden bakıyorlardı. Şehre para geldikçe
mimari de değişmeye başlamış, bir kısmının yerini Gotik ve Barok tarzındaki
Avrupa mimarisi almıştı.<br /><br /><b><span style="color: #7f6000; font-size: large;">PETROL</span></b><br /><br />Bakü’de petrol keşfedilmesiyle şehrin büyümesi hız kazandı. Rus
yetkililer Bakü topraklarını özel yatırımcılara satmaya başladı. Bunlar arasında
Nobel Kardeşler ve Rothschild Ailesi gibi tanınmış isimler vardı. Bakü’nün
petrol dolu olduğu ortaya çıkmıştı. 18.yüzyıldan 20.yüzyıla kadar neredeyse
uluslararası olarak satın alınan petrolün yarısı buradan çıkarılıyordu. Petrol
parayı, para gelişim ve genişlemeyi getirdiği için surlarla çevrili şehir
büyüyemezken dış şehrin nüfusu oldukça hızlı artmıştı. Ancak bu refah ortamı
Bakü’de tekrar kan dökülmeyeceğinin garantisi değildi; hatta Bakü’nün en kanlı
dönemi yaklaşıyordu. Sovyetler Birliği yıkılana kadar defalarca kan akacaktı.<br /><br />1905’te
Rus işçi sınıfı Çar’a ve soylulara karşı ayaklanınca (1905 Rus Devrimi) Rusya’da
siyasi huzursuzluk patlak vermişti. Bu sırada Bakü’de Ermeni ve Tatarlar
(Azerbaycan Türkleri) arasında şiddet olayları yaşandı ve iki taraftan da
binlerce insan hayatını yitirdi.<br /><br />Bakü bir türlü nefes alamadı, 1.
Dünya Savaşı sırasında Almanların hedefi oldu. Almanya, müttefiklere petrol
tedarik etmekle sorumlu olan Bakü topraklarına girmek için Gürcistan’a asker
gönderdi. Karşı hamle olarak İngiltere bölgeye kendi askerlerini gönderdi.<br /><br />1917’de
Bakü sokakları bu sefer Rus devrimi ile kana bulandı (1917 Şubat Devrimi). Rusya
İmparatorluğunun çöküşünün yarattığı iktidar boşluğu sırasında Bolşevik ve
Taşnaklar (Ermeniler) Bakü’yü ele geçirmeye çalıştı. Azerbaycan Türkleri şehri
korumak için dirense de gerçekleşen katliamlarda yaklaşık 13.000 kişi hayatını
kaybetti. Bunlar 1918 Mart Olayları adıyla bilinir. <br /><br />Dökülen onca
kanın sonunda Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti kuruldu. Fakat Cumhuriyetin bir
sorunu vardı. Ordu olmadan kendilerini savunamazlardı. Geçmişte yaşadıkları onca
işgal ortada iken bu oldukça önemli bir sorundu. Azerbaycan Osmanlı’dan yardım
isteyerek Bakü’ye yürüyüşe geçti. Böylece 1918 Bakü Muharebesi gerçekleşti.
Savaş kazanılmış, Bakü Azerbaycan’ın olmuştu.<br /><br />Ama hasta adam denen
Osmanlı zaten zayıftı ve Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti savunmasız kalmıştı.
Diğer yandan Ruslar kaybettiklerini geri almaya can atıyorlardı. 28 Nisan
1920’de Bakü Kızıl Ordu tarafından işgal edilince Bolşevikler yeniden iktidara
geldi.<br /><br />Sovyetler Birliği’nin ele geçirdiği Bakü tekrar
zenginleşmişti. Sovyet ülkeleri Bakü’nün petrolüne bağımlı olduğundan şehir
Sovyetlerin baş tacı olmuştu. Ruslar Bakü petrol sahalarına büyük yatırımlar
yaparken Bakü’nün çehresi büyük oranda değişti.<br /><br />1991 yılında
Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Bakü ve Azerbaycan bağımsızlıklarını kazanmış
oldu.
</div></div></div>Din ve Mitolojihttp://www.blogger.com/profile/11918446048533085917noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8067429793072715122.post-88768230061963923312022-06-29T11:07:00.003+03:002022-06-29T11:07:57.969+03:00MAYA-MEKSİKA MİTOLOJİSİNDE KÜÇÜK İNSANLAR<div class="alert-message admin">Hazırlayan: A.Kara</div>
<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEis3lAH-uel4iMfNuq2fEbA0EXIHyw4BmAWfDt8BAd_dEM5TT0N5q_4bNPqUSNuMg2Npke2nYyUl7LjLd5PRsjqmUPbdAFIyouwTreNhXJp3OrBvwu1fVH9eZUYt-MBSG7lguYEf7jcAEVtGu2jsL3NM05qIIAUUlcicp74g_LottY4QgJOVV1-lGEv/s1600/Maya%20mitolojisi%20-%20Alu%C5%9F-min.jpg" style="display: block; padding: 0px; text-align: center;"><img alt="" border="0" data-original-height="528" data-original-width="950" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEis3lAH-uel4iMfNuq2fEbA0EXIHyw4BmAWfDt8BAd_dEM5TT0N5q_4bNPqUSNuMg2Npke2nYyUl7LjLd5PRsjqmUPbdAFIyouwTreNhXJp3OrBvwu1fVH9eZUYt-MBSG7lguYEf7jcAEVtGu2jsL3NM05qIIAUUlcicp74g_LottY4QgJOVV1-lGEv/s1600/Maya%20mitolojisi%20-%20Alu%C5%9F-min.jpg" /></a></div>
<br />
<div>
<span style="color: #bf9000; font-size: x-large;"><b>BİR NEVİ MAYA CİNİ : ALUŞ</b></span>
</div>
<div><br /></div>
<div>
Dünyanın birçok bölgesinde gittikleri yerde karmaşaya neden olan insan benzeri
küçük varlıklara dair efsaneler bulmak mümkün. Bunlar karşımıza goblin, golem,
elf ya da cin gibi efsanevi varlıklar olarak çıkarlar. Benzer şekilde Meksika
bölgesinde de Mayalardan kalma bir "küçük insan" efsanesi vardır. Onların
inandığı efsanevi küçük insan ırkı olan Aluş kargaşa çıkaran, yıkıma neden
olan bir tür ruhsal varlık gibidir.
</div>
<div><br /></div>
<div>
İnanışa göre Yucatan yarımadasının civarında yaşadığına inanılan bu küçük
insanlar genellikle insanlar tarafından görünemezler. Fakat yaramazlık yapmak
istediklerinde ve eğlence arayışına girdiklerinde kendilerini görünür hale
getirebilirler. Genellikle orman, tarla, mağara gibi yerlerde bulunurlar.
Yiyecekleri ve içecek suları olduğu sürece hemen hemen her şeyin içinde
yaşayıp onu yuvaları haline getirebilirler. [1]
</div>
<div><br /></div>
<div>
Tasvirlere göre Aluş, çoğul adıyla Aluşob denen bu varlıklar insanların diz
hizasındadır ve baykuş benzeri gözlere sahiplerdir. Hızlı hareket etmelerinin
yanı sıra bazılarının vücutlarının bir kısmının panter, iguana, geyik,
papağan, çakal gibi hayvanlardan oluştuğu da inanışlar arasındadır. Fiziksel
görünüşlerine dair diğer tasvirler genel olarak onları peri benzeri yaratıklar
olarak tanımlar. Bazı Yucatan yerlilerinden bazıları Aluşların gölgeler
içinden kırmızı gözleriyle etrafa baktığını belirterek onları daha korkunç
varlıklar olarak anlatır.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Yerliler bu varlıkların ormanda yaşadığına inanıyorlar fakat aynı zamanda eğer
ormandan ayrılmayı ve kasaba, şehir gibi yerleşim yerlerine doğru gitmeyi daha
faydalı bulacak olurlarsa buralara hücum edeceklerini düşünüyorlar. Bu yüzden
günümüzde bile ormanın belli bölgelerinden ayrılıp dışarı çıkmasınlar diye
onlara yiyecek, içecek gibi sunular bırakılıyor. İnanışa göre onlara verilen
bu sunular devam ettikçe yaşam yerlerinden ayrılmayacaklardır.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Kolay memnun olabildikleri gibi çabuk sinirlenebilen bu varlıklara saygısızlık
edilir ve dikkate alınmazlarsa bölgede yaşayan yerlileri korkutmak, rahatsız
etmek için harekete geçer ve daha tehditkar olurlar. İnsanların eşyalarını
çalar veya ormanda gezenlere can sıkıcı şakalar yaparlar.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Bu inanışlara bağlı olarak kimi bölge insanları yaşadıkları şanssızlıkları bu
efsanevi varlıklarla ilişkilendirmiş, onları memnun etmediklerini hatta
saygısızlık ettiklerini düşünmüşlerdir. Bu durumu telafi etmenin yolu onlara
yeni teklifler sunmak ve yaşamaları için bir ev inşa etmektir.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Peki insanlar bu varlıklardan neden korkuyor? Sadece eşya çalacak ya da can
sıkacaklar diye mi? Şimdi o kısma gelelim. İnanışa göre bu küçük yaratıklar
siz ormanda dolaşırken birden önünüze geçip sizden bir sunu isteyebilir. Eğer
reddederseniz reddettiğiniz Aluş diğer Aluşlara haber verip hepsini
toplayacaktır. Toplanma nedenleri her zaman saldırıp tekme atmak ya da ısırmak
değildir. Hepsi bir araya gelip ona sunu vermeyi reddeden kişiye hastalık
büyüsü yaparlar. Aynı zamanda Müslümanlar arasındaki inanışa benzer şekilde
eğer onların adını söylerseniz çağırmış olursunuz. Geldiğinde çağırdığınız
için rahatsız olacak ve kargaşa yaratacaktır. Bu yüzden isimlerini söylemekten
uzak durmak gerekir.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Bazıları hala bu varlıklara inanmaya devam ederken kimileri inanmayı bırakmış
durumda. Biliyoruz ki mitolojiler genellikle öylesine birdenbire ortaya
çıkmazlar. Genelde hepsinin bir çıkış noktası olur. İşte tarihçilerin
iddiasına göre Aluş ismi zaman zaman İspanyolcada gnomlar, leprikonlar ve
goblinler gibi insan benzeri varlıklar için kullanılan "duende" terimi ile
karıştırılmıştır. Benzerlikleri dikkate alındığında karıştırılabilmeleri tabi
ki muhtemeldir. [2]
</div>
<div><br /></div>
<div>
Duende kavramını Yunanistan, Portekiz, Filipinler gibi İspanya'nın ötesindeki
birçok ülkenin halk masallarında, geleneklerinde görmek mümkündür. Bölgeden
bölgeye terim ufak farklılıklar gösterse de hepsinin ortak noktası küçük ve
kargaşaya neden olan varlıklar olmalarıdır. Yemekleri yaktıklarına,
başkalarının yemeklerini yediklerine, şiddetli yağmur veya kar
yağdırdıklarına, geceleri insanları rahatsız edip uyandırdıklarına, küçük
çocukları yaramazlık yapmaya teşvik ettiklerine dahi inanılır.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Diğer yandan tıpkı Aluş gibi insanlara şans getirebilir ve yıkılan binaları
yeniden inşa edebilir, ormanda kaybolanlara yardım edebilir, araziyi kutsayıp
daha verimli kılabilir, yaşlı balıkçıların kürek çekmelerine yardımcı olmak
gibi iyi işler de yapabilirlerdi.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Kimi tarihçiler duende teriminin bazen aluş sözcüğünün yerine kullanılmasının
ve Aluş efsanesinin ortaya çıkmasının 15.yy'da Mayaların İspanyollar ile olan
etkileşiminden kaynaklandığını düşünür. Diğer yandan Mayalar benzer efsanevi
varlıklara inanan Britanya Adaları korsanları ile temas kurup bu varlıklara
dair inanışları onlardan alıp türetmiş de olabilir. Ancak kimi Maya insanları
için Aluşlar diğer topluluklardan alınmış efsanevi varlıklar değildi. Onlara
göre kökenleri çok daha eskiye dayanıyor, Aluşlara atalarının ve ülkelerinin
ruhları olarak tapılıyordu.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Mayaların Aluş tasvirlerin okuduğumda aklımda oluşan fikri destekler şekilde
bazı kriptozoologlar<span style="color: #0b5394;"><b>*</b></span> Aluş efsanesinin o dönemde yaşamış cüce insanlardan
kaynaklandığını öne sürerler. Çünkü cücelik o dönemde yaygın görülen bir tıbbi
durum değildi. Haliyle cüce birine tanık olan Mayalar onlarla karşılaşmalarını
sözlü ve yazılı olarak aktarırken karşılaştıkları cüceleri efsaneleştirerek
iyi-kötü yönlere sahip cüce varlıklar inancını var etmiş olabilirler. Çünkü
kayıtlar onlardan yaklaşık 1 metre boyunda varlıklar olarak bahseder, bu da
cücelerin efsaneleştirildiği ihtimalini güçlendirir.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Hala Mayalar soyundan gelen insanlardan kimileri Aluş ruhlarına inanıyor.
Özellikle çiftçiler 7 yıl boyunca topraklarını verimli kılması için onları
davet eden törenler yapıyorlar. Bu sırada onlara kalacakları verip sunular
sunuyorlar. Kimi çiftçiler bu varlıkların gerçekten var olduğuna inanmasa da
gelenekleşmiş bir batıl inanç olarak bu uygulamayı devam ettiriyorlar.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Tabi bu varlıklara inanmayı devam ettirenler sadece çiftçiler değildi. Örneğin
Aluşlarla ilişkilendirilen ve çok yakın tarihlerde yaşanmış olan bir olay
vardır. Bu anlatıya göre 1990 yılında iki noktayı birbirine bağlamak için bir
köprü inşaatı başlatılır. İnşaatta çalışan Maya yerlileri diğer işçileri
Aluşlardan izin almadan yapıma başladıkları için diğer çalışanları uyarana
kadar köprü inşaatı üç kez başarısız olmuştu. Bölgedeki bir çiftçi onlara bir
tavsiye verir: Aluşlara bir ev inşa ederek onları ikna etmeli, saldırılarından
korunmalılardır. Bu yüzden işçiler bir Maya şamanından yardım almaya gitmiş,
akabinde onlara ufak bir ev yapmıştı. Sonrasında iş başına döndüklerinde
işleri yolunda gitmiş ve köprü inşaatı başarısız olmamıştı.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Günümüzde bile birçok otel, dükkan ve restoranda Aluşların gönlünü almak,
hoşnut etmek için yapılmış minik evler bulundurur. Bu evlerin geçerlilik
süresi 7 yıl olduğundan 7 yıl dolduğunda eski evlerin mühürlenip yenilerinin
yapılması gerekiyordu. Bu yüzden bazı mekanlarda çok fazla minik eve
rastlanır. Batıl inançları geride bırakmak kolay olmadığından bu efsanenin
izleri Maya kültürünün hakim olduğu topraklarda bir batıl inanç olarak devam
etmekte.</div><div><br /></div><div><span style="color: #0b5394;"><b>DİPNOT: </b>Kriptozoolog halk efsanelerinde yer alan, kanıtlanmamış doğaüstü varlıkları araştıran kişilere verilen addır.</span></div>
<hr align="center" size="2" width="100%" />
<div id="spoiler" style="display: none;">
<ol>
<b>KAYNAKLAR</b>
</ol>
<ol>
<li>
Montemayor, Carlos; Frischmann, Donald H. (2004). Words of the True
Peoples: Anthology of Contemporary Mexican Indigenous-language Writers.
University of Texas Press. p. 265.
</li>
<li>Garza, Xavier (2004). Creepy Creatures and other Cucuys, pp. 2-11).</li>
</ol>
<span style="color: #bf9000;">●►</span>Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: <a href="https://www.patreon.com/dinvemitoloji" target="_blank"><b><span style="color: #bf9000;">PATREON</span></b></a><br />
<span style="color: #bf9000;">●►</span>Youtube 'Katıl': <a href="https://www.youtube.com/channel/UCU_G7HvGuGeqaHFD5e6-36Q/join" target="_blank"><b><span style="color: #bf9000;">KATIL</span></b></a><br />
<br /></div>
<button onclick="if(document.getElementById('spoiler') .style.display=='none') {document.getElementById('spoiler') .style.display=''}else{document.getElementById('spoiler') .style.display='none'}" title="Kaynakları görüntülemek yada gizlemek için tıklayınız!" type="button">Kaynakları Göster | Gizle</button>Din ve Mitolojihttp://www.blogger.com/profile/11918446048533085917noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8067429793072715122.post-13521650587144745812022-06-29T10:38:00.004+03:002022-06-29T10:38:37.933+03:00FİRAVUN "SAHURE"<div class="alert-message admin">Hazırlayan: A.Kara</div>
<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhJL25Qdp9U4auuDm3GLLQNs7lUXGbOh5NrqXqnR5ZnEwZuxsmNUI1ylyUArpzdSU-ebnQQ1qdgNoCcnjKgYEJ8AUJ-pB3UNlk5kjKCzNoyYd4RrGYhGe6dRILD8bjA5WC3f6eDf8046D3fm3WcQR9aFF_B7HIVf0B7z4iz1GtSo2kAiHI4jXsHNGmy/s1600/firavun%20sahure-min.jpg" style="display: block; padding: 0px; text-align: center;"><img alt="" border="0" data-original-height="556" data-original-width="950" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhJL25Qdp9U4auuDm3GLLQNs7lUXGbOh5NrqXqnR5ZnEwZuxsmNUI1ylyUArpzdSU-ebnQQ1qdgNoCcnjKgYEJ8AUJ-pB3UNlk5kjKCzNoyYd4RrGYhGe6dRILD8bjA5WC3f6eDf8046D3fm3WcQR9aFF_B7HIVf0B7z4iz1GtSo2kAiHI4jXsHNGmy/s1600/firavun%20sahure-min.jpg" /></a></div>
<br />
<b><span style="color: #bf9000; font-size: x-large;">BARIŞÇIL MISIR FİRAVUNU : SAHURE <br /></span></b>
<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://youtu.be/-fSkEajKwX0" target="_blank"><img alt="" border="0" data-original-height="124" data-original-width="799" height="31" src="https://1.bp.blogspot.com/-KU28XmB55h0/XY82iJEg8II/AAAAAAAAD5Q/XeDVKx4uKak0JNDYNa5SSea8eaYSvt7wgCPcBGAYYCw/w200-h31/Youtube.png" width="200" /></a></div>
<br />
<div>
Sahure, Eski Krallık döneminde yaşayan bir Mısır firavunuydu. 5. Hanedanlığın
hükümdarıydı ve saltanatı boyunca barış ve refah hüküm sürmüştü. Bunların yanı
sıra yabancı topraklarla ticaret yapmış, bir donanma geliştirmiş ve madenler
açmıştı.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Sahure, özellikle kendisi için inşa ettirdiği Sahure Piramidi ile tanınır. Bu
piramit Mısır'da Kahire yakınlarındaki Ebûsir'de (ابو صير) bulunur. Sahure'nin
halefleri de o bölgede kendi piramitlerini inşa ederek onun izinden
gitmişlerdir.
</div>
<br />Sahure Piramidi, daha önce inşa edilmiş olan Giza'daki üç ana
piramitten çok daha küçüktür. Bunu piramit yapımında bir düşüş olarak yorumlamak
mümkündür. Öte yandan bu piramit kompleksi, yapımında kullanılan taşların
kalitesi ve ölüm tapınağının zengin kabartma süslemeleri ile dikkat çekicidir.
Dolayısıyla söz konusu eski Mısır piramitlerinin kalitesi olduğunda boyut tek
kriter olmamalıdır.<br /><br />Adı “Re'ye yakın olan” anlamına gelen Sahure, MÖ
3. binyılın ortalarında doğmuştur. Genellikle babasının 5. Hanedanlığın kurucusu
Userkaf olduğu düşünülmektedir. Çünkü Userkaf'ın saltanatı sırasında antik
Mısır'ın güneş tanrısı Ra ve Ra kültü önem kazanmıştır. Oğlunun adı olan
“Sahure”, Userkaf'ın güneş tanrısı Ra'ya yaptığı atıfın bir yansımasıdır.
<div><br /></div>
<div>
<div>
Babası bellidir ama annesinin kimliği biraz muammalıdır. Userkaf'ın 4.
Hanedanlığın üçüncü firavunu olan Redjedef'in soyundan geldiğine inanılır.
Zaman geçtikçe hanedanlık mücadelelerine neden olan rakip dallar ortaya
çıkmıştır. Pozisyonunu güçlendirmek isteyen Userkaf, kraliyet ailesinin ana
kolunun soyundan gelen Khentkaues ile evlenir. Bu, hanedan mücadelelerini
sona erdirerek Userkaf'ın yeni bir hanedan kurmasına olanak sağlar. Bu
nedenle geleneksel olarak Sahure'nin annesinin Khentkaues olduğu
varsayılmıştır.
</div>
<div><br /></div>
<div>
I. Khentkaus, Giza'daki mezarında 'iki kralın annesi' olarak anılır ve
muhtemelen bunlardan biri Sahure'dir. [7] Khentkaus, mezarında kraliyet
kobrası (uraeus) ve sakal ile tasvir edilmiştir, bu da Sahure'nin vekili
olarak hizmet etmiş olabileceğini düşündürmektedir. Ancak annesi olduğu
anlamına gelmez. Sahure piramidinin geçidinde yapılan kazılarda, firavunun
annesinin Userkaf'ın diğer eşlerinden II. Neferhetepes olduğunu gösteren
kabartmalar bulunmuştur. [4][5][6]
</div>
<br />Sahure MÖ 2.487 civarında firavun olmuştur. Turin Kral Listesi'nde
yazanlara göre toplam 12 yıl hüküm sürmüştür. Antik Mısır'ın Eski Krallık
döneminden kalma Kraliyet Yıllıkları olarak bilinen bir dikili taşın geniş bir
parçası olan Palermo Taşına göre ise Mısır'ı yönettiği toplam süre 13 yıldır.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Fakat Firavunlar, tıpkı diğer onca Sami halkları gibi işgalci, yağmacı,
yayılımcı bir politika izlerken Sahure'nin hükümdarlığında bunlar pek
yaşanmamıştır. Onun saltanatı sırasında krallığında barış ve refah hakim
olmuş, bu durum komşu halklara kadar yayılmıştır. Bunun sonucunda Mısır ile
komşuları arasında her iki tarafa da fayda sağlayan ticaretler yapılır
olmuştur. Yani diğer firavunların yaptığı gibi saldırıp işgal ederek mallara
el koymak yerine ticarete yönelmiştir.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Cenaze tapınağını süsleyen rölyeflerde ticaret faaliyetlerini anlatan
sahneler-çizimler yer almaktadır. Örneğin bir sahnede Mısır gemileri,
günümüzde Lübnan'da bulunan bir kıyı kasabası olan Biblos'tan evlerine
dönerken gösterilirler. Tasvirlerde ayrıca Lübnan'ın ünlü sedir ağaçlarıyla
doldurulan gemiler yer alır. Diğer gemilerde köle ya da tüccar olan ve
Sahure'yi selamlayan yetişkin ve çocuklardan oluşan "Asyalılar" ile yüklü
olarak temsil edilmiştir. [2][3][8][9]
</div>
<div><br /></div>
<div>Sahure'ye şöyle demektedirler:</div>
<div>
<i>Selam sana ey Sahure! Yaşayanların Tanrısı, güzelliğini görüyoruz!. </i>[10]
</div>
<div><br /></div>
<div>
Aynı kabartma, yabancı topraklar arasında ticareti kolaylaştırmak için
gemilerde tercüme yapmakla görevli tercümanların bulunduğunu kuvvetle
göstermektedir. Mısır sanatına özgü kabartmalarda muhtemelen Doğu Akdeniz
kıyılarından açık deniz gemileriyle getirilen birkaç Suriye boz ayısını tasvir
eder. Bu ayılar, Suriye ortaya çıkan 12 adet kırmızı boyalı, tek kulplu
kavanozlar ile birlikte ortaya çıkmıştır. Bazı Mısırbilimciler, birlikte ele
alındığında, ayılar ve kavanozların muhtemelen bir haraç olduğunu öne
sürmüşlerdir. [11][12]
</div>
<div><br /></div>
<div>
Yağma, saldırma yerine izlediği işbirlikçi politikanın kanıtları Lübnan'da
ortaya çıkan eserlerde görülmektedir. Bunlar arasında Sahure'nin mührü ile
damgalanmış taş kaplar ve ince bir altın parçası üzerinde damgasının bulunduğu
sandalye yer alır.
</div>
<div>
<br />
<div>
Firavunun, Lübnan dışındaki Punt ülkesine bir ticaret heyeti gönderdiği de
kayıtlar arasındadır. Bu, Punt'a yapılan ilk belgelenmiş Mısır seferidir.
Mısırlılar bu efsanevi topraklardan kendi topraklarında bulunmayan çeşitli
mallar almışlardır. Bunların en değerlisi ise 80.000'lik ölçü ile alınıp
Mısır'a getirilen mür'dür. Mür, ilaç yapımında ve parfümlerde
kullanılan, kokulu, yapışkan bir reçine türüdür. [13][3] [15]
</div>
<div><br /></div>
<div>
Alınan mallar arasında ayrıca 23.030 tahta ve doğal bir altın ve gümüş
alaşımı olan 6.000 ölçülük elektrum bulunur. Punt'a yaptığı seferin ticaret
açısından önemine ek olarak, bu olay aynı zamanda onun Mısır donanmasını
kuruşu olarak kabul edilir.
</div>
<br />
<div>
Sahure'nin Punt topraklarına yaptığı ticari sefer, sonraki firavunlar için
bir emsal teşkil ettiği için uzun vadeli bir etkiye de sahipti. Örneğin Orta
Krallık döneminde, kendinden sonraki çeşitli firavunlar tarafından da Punt
ülkesine ticaret amaçlı seferler düzenlenmiştir. [14]
</div>
<div><br /></div>
<div>
Tabi o zamana kadar seferlerin ölçeği muazzam bir şekilde artmıştı. Örneğin
MÖ 1985'te gerçekleştirilen ticari amaçlı bir keşif gezisinde 3.000 erkeğin
bu olaya dahil olduğu iddia edilir. 50 yıl sonra gerçekleştirilen bir başka
seferde ise 3.700 erkeğin katıldığı yazılmış ve bununla övünülmüştür.
</div>
<br />Ancak Punt'a yapılan en ünlü sefer, Yeni Krallık firavunu Hatşepsut'un
düzenlediği seferdir. Bu, bilinen ve en iyi şekilde belgelenmiş en büyük keşif
gezisiydi. Şüphesiz tüm bu keşif gezileri Sahure'den ilham alınmıştı ve
düzenleyen firavunun saltanatının refahını sağlamaya hizmet edecekti.<br /><br />Fakat
ne kadar barışçıl politika izlersen izle, eğer bir firavun ya da kralsan
mutlaka atalarının sana öğrettiği, metinlerin övgüyle kaydettiği şeyi
yapacaksındır; Savaşmayı.
</div>
<div><br /></div>
<div>
<div>
Sahure'nin Punt topraklarına yaptığı seferi ticaret amaçlı ve barışçıl
olmasına rağmen, onun denizaşırı ülkelerde askeri seferler yürütmüş
olabileceği anlaşılmaktadır. Çünkü Mısırlıların, komşuları olan Libyalılara
yaptığı baskını tasvir eden kabartma sahneleri bulunmaktadır. Bir sahnede
firavun, korku içinde önünde çömelmiş olan Libyalı esirleri cezalandırmak
üzere iken tasvir edilmiştir. Bu baskından başarı elde eden Mısırlılar,
düşmanlarının yanı sıra onların hayvanlarını da ülkelerine getirmişlerdir.
</div>
<br />
<div>
Sahure'nin Libyalılara karşı düzenlediği askeri harekatın tasviri olduğu
düşünülen ve dolayısıyla firavunun saltanatının o kadar da barışçıl
olmadığını gösteren kabartmanın gerçek bir olayı tasvir etmeyebileceği,
sadece bir tür "ayini" anlattığı da ileri sürülmüştür.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Alternatif bir görüş, Sahure'nin seleflerinden birinin başarısını
kopyaladığı şeklindedir. Firavunun düşmanlarını cezalandırmak üzere olduğu
aynı sahnenin, 6. Hanedan firavunu II. Pepi'nin cenaze tapınağında ve 25.
Hanedan firavunu ve Kuş Kralı Taharka'nın Sudan'ın Kava ilindeki
Tapınağı'ndaki bir kabartmada da yer alabileceğine dikkat çekilmiştir. Bu
nedenle eğer bu firavunlar söz konusu sahneyi Sahure'den kopyalamışlarsa,
Sahure'nin de bu sahneyi seleflerinden birinden kopyalamış olması mümkündür.
Yani Sahure belki de hiç savaşmamış, yağma yapmamış, sadece hanedanlığı için
önemli olan olayları anlatan kabartmalara yer vermiştir.
</div>
<br />Sahure'nin en bilinen yönlerinden biri madenler açtırmasıdır. Örneğin
Sina yarımadasında turkuaz madenleri açtırmıştır. Bu madenlerin Mısır'daki
"Mağara Vadisi" (وادي مغارة) ve "Harita Vadisi"nde (وادي الخريط) bulunduğu
tahmin edilmektedir. [1]
</div>
<div><br /></div>
<div>
<div>
Güneydeki Nübye'de diyorit yani yeşiltaş madenleri açtırmıştır. Bu
madenlerden çıkan taşlar genellikle anıtsal binaların yapımında
kullanılmıştır ve Sahure'nin gerçekten de birkaç anıt inşa ettiği
bilinmektedir.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Firavunun inşa ettiği anıtlardan biri de bir güneş tapınağıdır. Güneş
tanrısı Re yani Ra'nın kültü 5. Hanedanlık döneminde baskın hale geldiğinden
firavunlarının bu tanrıya adanmış tapınaklar inşa etmesi gayet doğaldır. Bu
tapınağa 'Re'nin Tarlası' anlamına gelen Sekhet-Re denildiği bilinmektedir.
Ne yazık ki tapınağın yeri tarihe karışmıştır ve belki de asla tespit
edilemeyecek.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Sahure'nin inşa ettirmiş olduğu bilinen bir diğer anıt ise "Uetjes Neferu
Sahure" adı verilen ve 'Sahure'nin Görkemi Cennete Yükseliyor' anlamına
gelen saraydır. Bu ismin Sahure'nin haleflerinden biri olan Neferefre'nin
cenaze tapınağında yakın zamanda ortaya çıkarılan yağ kaplarında da yazılı
olduğu görülmüştür. Güneş tapınağı gibi, sarayın da yeri bilinmiyor ancak
Abusir'de olabileceği tahmin edilmekte. [16]
</div>
<div><br /></div>
<div>
Neyse ki Sahure'nin anıtsal yapı projelerinden biri bugüne kadar ayakta
kalmış; Abusir'deki piramit kompleksi. Bu isim, Grekçedeki Busiris'in Arap
versiyonudur ve eski Mısır'da "Osiris'in Evi" anlamına gelen "Pr-vsir"
kelimesinden türetilmiştir. Bu isim söz konusu alanın Osiris'e adanmış bir
tapınakla ilişkili olduğunu gösterir.
</div>
<br />
<div>
Abusir, kuzeyde Giza ve güneyde Sakkara olmaz üzere iki kabristan (nekropol)
arasında yer alır. Sahure bu bölgede bir piramit kompleksi inşa eden ilk
firavundur.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Giza ve Sakkara'nın zaten piramit ve mezarlarla dolu olması nedeniyle
Abusir'de yeni bir mezarlık (nekropol) kurulduğu düşünülüyor. Buna ek olarak
söz konusu alan Abusir Gölü üzerinden Nil Nehri'ne bağlanmış, bu da yapı
malzemelerinin yeni mezarlığa tekneyle taşınmasını kolaylaştırmıştır.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Sahure, Abusir'de piramit kompleksi inşa eden ilk firavun olmasına rağmen
orada bir anıt inşa eden ilk kişi değildir. Bu başarı onun selefi Userkaf'a
aittir.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Abusir'de bir firavun tarafından inşa edilen ilk anıt eski Mısırlılar
tarafından "Re'nin Kalesi" anlamına gelen Nekhen-Re olarak bilinen
Userkaf'ın Güneş Tapınağı'ydı. Bu, Abusir'deki bilinen ilk güneş
tapınağıdır. Ancak Sahure'nin Sekhet-Re'sinden farklı olarak Userkaf'ın
güneş tapınağının yeri arkeologlar tarafından tespit edilebilmiştir. [17]
</div>
<div><br /></div>
<div>
Sahure'nin yerine geçen 5. Hanedan firavunları Abusir'de piramitler inşa
etmeye devam ettiler ve burayı bu hanedanlığın ana kraliyet nekropolü haline
getirdiler. Bir zamanlar Abusir'de 14 kadar piramit olduğuna inanılır. Ancak
bugün sadece Sahure, Neferirkare, Niuserre ve Neferefre'nin piramitleri
tanımlanabilmekte.
</div>
<div><br /></div>
<div>
Buna ek olarak, 5. Hanedan firavunları Abusir'de başka güneş tapınakları
inşa ettiler ve bunların sonuncusu, hanedanlığın yedinci hükümdarı Menkauhor
döneminde inşa edildi. İlginç bir şekilde Userkaf gibi Menkauhor da
piramidini Abusir'in dışında Dahšūr'un (دهشور) yakınında inşa ettirmiştir.
Menkauhor'un saltanatından sonra Abusir, firavunlar tarafından terk edilmiş
olsa da eski Mısır soyluları arasındaki popülerliğini korumuştur.</div></div>
<hr align="center" size="2" width="100%" />
<div id="spoiler" style="display: none;">
<ol>
<b>KAYNAKLAR</b>
</ol>
<ol>
<li>
Verner, Miroslav (2001b). "Old Kingdom: An Overview", p.
588; Gardiner, Alan Henderson; Peet, Thomas Eric; Černý, Jaroslav
(1955). The Inscriptions of Sinai, p. 15.
</li>
<li>Clayton 1994, pp. 60-63.</li>
<li>
Baker, Darrell (2008). The Encyclopedia of the Pharaohs: Volume I -
Predynastic to the Twentieth Dynasty 3300–1069 BC. pp. 343-345.
</li>
<li>
El Awady, Tarek (2006). "The royal family of Sahure. New
evidence". pp. 192–198; In Bárta, Miroslav; Krejčí, Jaromír (eds.).
Abusir and Saqqara in the Year 2005; Prague: Academy of Sciences of the
Czech Republic, Oriental Institute. pp. 31-45.
</li>
<li>
Labrousse, Audran; Lauer, Jean-Philippe (2000). Les Complexes Funéraires
d'Ouserkaf et de Néferhétepès. Bibliothèque d'étude, Vol. 130 (in French).
</li>
<li>
Baud, Michel (1999b). Famille Royale et pouvoir sous l'Ancien Empire
égyptien. Tome 2. p. 494; Bibliothèque d'étude 126/2.
</li>
<li>Clayton, Peter (1994). Chronicle of the Pharaohs. p. 46.</li>
<li>
Hayes, William (1978). The Scepter of Egypt: A Background for the Study of
the Egyptian Antiquities in The Metropolitan Museum of Art. Vol. 1, From
the Earliest Times to the End of the Middle Kingdom. pp. 66-67.
</li>
<li>
Bresciani, Edda (1997). "Foreigners". In Donadoni, Sergio, The
Egyptians. p. 228.
</li>
<li>
Redford, Donald B. (1986). "Egypt and Western Asia in the Old Kingdom".
Journal of the American Research Center in Egypt. 23: 125-143. p.
137.
</li>
<li>
Sowada, Karin N. (2009). Egypt in the Eastern Mediterranean During the Old
Kingdom: An Archaeological Perspective, p. 160 and Fig. 39.
</li>
<li>
Smith, William Stevenson (1971). "The Old Kingdom of Egypt and the
Beginning of the First Intermediate Period", p. 233.
</li>
<li>
Mumford, Gregory (2006). "Tell Ras Budran (Site 345): Defining Egypt's
Eastern Frontier and Mining Operations in South Sinai during the Late Old
Kingdom
</li>
<li>
Hawass, Zahi (2003). The Treasure of the Pyramids, pp. 260-263.
</li>
<li>Wicker, F. D. P. (1998). "The road to Punt". p. 155.</li>
<li>
Wilson, John A. (1947). "The Artist of the Egyptian Old Kingdom". 6 (4):
231-249.
</li>
<li>Lehner, Mark (2008). The Complete Pyramids, p. 150.</li>
</ol>
<span style="color: #bf9000;">●►</span>Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: <a href="https://www.patreon.com/dinvemitoloji" target="_blank"><b><span style="color: #bf9000;">PATREON</span></b></a><br />
<span style="color: #bf9000;">●►</span>Youtube 'Katıl': <a href="https://www.youtube.com/channel/UCU_G7HvGuGeqaHFD5e6-36Q/join" target="_blank"><b><span style="color: #bf9000;">KATIL</span></b></a><br />
<br /></div>
<button onclick="if(document.getElementById('spoiler') .style.display=='none') {document.getElementById('spoiler') .style.display=''}else{document.getElementById('spoiler') .style.display='none'}" title="Kaynakları görüntülemek yada gizlemek için tıklayınız!" type="button">Kaynakları Göster | Gizle</button>Din ve Mitolojihttp://www.blogger.com/profile/11918446048533085917noreply@blogger.com