HABERLER
Dini Haber
İnsanın yaratılışı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İnsanın yaratılışı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

SÜMER MİTOLOJİSİ VE İSLAM

Hazırlayan: A.Kara


SÜMER MİTOLOJİSİ VE İSLAM


Kutsal Ereşkigal tahtında yerini aldı,
Anunnaki, yedi yargıç, onun huzurunda hükümlerini bildirdiler, 
Ölüm bakışlarını, gözlerini ona diktiler,
Sözleri üzerine, ruha işkence eden sözleri,
Güçsüz kadın bir cesede dönüştü,
Ceset bir kazığa asıldı.

Özellikle Ur, Uruk ve Kiş gibi yerlerde yapılan arkeolojik kazı çalışmaları ve Dicle-Fırat vadisi'nin eski kentlerinin bulunduğu bölgelerdeki araştırmalar Sümerlerin MÖ 4000 dolaylarında buralarda yaşadığını kanıtlamıştır.
Yaygın olan görüşe göre Sümerlerin bu deltaya Mezapotamya'nın kuzeydoğusundaki dağlardan geldiği düşünülüyor.

Ur kazılarını gerçekleştiren Sir Leonard Woolley, Sümerlerin tarımsal alanda oldukça gelişmiş olduklarını, tapınaklara, rahiplere, edebiyata, düzenleyici yasalara ve oldukça zengin bir mitolojiye sahip olduklarını belgeleriyle anlatmaktadır.

Evet, Sümerler Fırat-Dicle deltasına yerleşerek orada bir uygarlık kurmuş ve bunu günden güne geliştiriyorlardı fakat bir süre sonra Sami halklarının Sümer ve Akad bölgelerine saldırıları başladı, ilk Sami akınları Sümer üzerine gerçekleşti.

Samiler Sümer ülkesini yavaş yavaş ele geçirirken aynı zamanda yenilgiye uğrattıkları Sümerlerin sahip olduğu kültürü ve onların çivi yazılarını özümsediler fakat Arapça'nın atası olan ve büyük Sami dil grubunun önemli dallarından biri olan Akadça dilini kullanan Samiler Sümer dilini benimsemediler.

Fakat istilalar devam etti. Samiler bir süre sonra Amoritler olarak bilinen bir halk kanalıyla ikinci saldırı dalgasını gerçekleştirip başarılı olunca Babilonya'da ilk Amorit hanedanlığı kuruldu. Böylece Babilonya, Hammurabi yönetimi altında Sümer ve Akad bölgesinde egemenlik kurmuş oldu.

500 yıl kadar sonra Dicle vadisinin üst kavşağına, Yukarı Zap ile Aşağı Zap bölgesine yerleşmiş olan başka bir Sami halkı Babilonya'yı fethederek Mezopotamya'daki ilk Asur İmparatorluğunu kurdu.

Bunları bilmek önemli çünkü tamda bu nedenlerden dolayı bir mitolojinin Sümerli, Babilonyalı ve Asurlu biçimleri arasında büyük benzerlikler varken küçük farklılıklar bulunur.

Tüm bu bilgiler sonrası Sümer mitoslarına ve bu mitosların İslamiyette nasıl yer bulduğuna sırası ile bakalım.

En önemli Sümer mitosu Dumuzi ile İnanna ve burada konu alınan İnanna'nın yer altı dünyasına inişidir. Sümerce olan Dumuzi ve İnanna'nın Sami dilindeki karşılığı Tammuz ve İştar'dır. Dumuzi, yani Tammuz (Temmuz) ilkbaharda bitkilerin ve doğanın yeniden canlanışını sembolize ederken İnanna göğün kraliçesidir.
Sümerlerdeki ilkbahar kutlamalarının ve Samilerdeki Tammuz ayinlerinin ana motifini de bitkilerin yeniden canlanışını temsil eden Dumuzi'nin yeraltı dünyasında tutsak tutuluşu alır.

Bu efsaneye göre esir tutulan kocasını kurtarmak isteyen göğün kraliçesi İnanna, kız kardeşi tanrıça Ereşkigal'in egemenliğindeki yeraltı dünyasına, ölüler ülkesine iner. Fakat buraya inmeden önce önlem almalıdır. Bu yüzden İnana, veziri Ninşubur'a "eğer üç gün içinde geri dönmezsem benim için yas törenleri yaptıktan sonra Nippur tanrısı Enlil, ay-tanrısı Nanna ve bilgelik tanrısı Enki'ye gidip yeraltı dünyasında iken öldürülmemi engellemeleri için onlara yalvar" der.

Akabinde İnanna kraliçelik kıyafetlerini giyip değerli takılarını takar ve ölüler dünyasına gider. Yeraltı dünyasının kapısına vardığında "7 kapı"nın bekçisi Neti ona meydan okur. Kız kardeşi Ereşkigal'in buyruğu doğrultusunda yeraltı dünyasının yasaları gereğince İnanna bu 7 kapıyı geçerken geçtiği her bir kapıda giysilerinin bir bölümünü çıkarır. 7 kapıdan geçen İnanna bunun ardından Ereşkigal'in ve yeraltı dünyası Anunnaki'sinin karşısına çıkarılır. Bunlar ölümün gözlerini İnanna'nın üzerine çevirince İnanna ölerek bir ceset olur ve kazığın üzerine asılır.

Aradan 3 gün geçer ve İnanna geri dönmeyince veziri Ninşubur daha önce onun emrettiği üzere harekete geçerek Enlil, Enki ve Nanna'dan yardım ister. Nanna ve Enlil bu işe karışmaya yanaşmazlar fakat Enki bir dizi sihir yaparak İnanna'nın tekrar dirilmesini sağlayacaktır. Enki, tırnaklarının dibindeki kirleri çıkarıp yaptığı efsun ile bunlardan, isimlerinin ne anlama geldiği bilinmeyen Kurgarru ve Kalaturru adında iki tuhaf varlık yaratır. Enki yarattığı bu iki varlık ile ölüler dünyasındaki İnanna'ya yaşam yiyeceği ve yaşam içeceği (âb-ı hayat) gönderir ve bu iki varlığa hayat içeceği ve yiyeceğini İnanna'nın cesedinin üzerine 60 kez serpmelerini emreder.

Kurgarru ve Kalaturru emri yerine getirince İnanna tekrar dirilir fakat ölüler dünyası kanunları gereği orada ölen biri yerine birini bulup koymadıkça yeryüzüne asla geri dönemez. Fakat İnanna'nın bir şekilde geri dönmesi gerektiğinden onu dirilten bu iki cin daha sonra yeryüzüne çıkarak onun yerine geçerek yeraltı dünyasına gelecek kurbanlar ararlar. 
Cinler tanrı Şara'yı, Latarak'ı hatta İnanna'nın veziri Ninşubur'u bile alıp İnanna'nın yerine geçsin diye yeraltı dünyasına götürmek isteseler de İnanna tarafından kurtarılırlar.

İnanna yeryüzüne dönmek için ölüler diyarından ayrılırken orada evleri olan ölülerin gölgeleri, gulyabaniler ve harpyalar da onun peşine takılır. Bu hayaletimsi ve korkunç orduyla sarılmış olarak Sümer’i kent kent dolaşır.

İlgili tabletin bundan sonrası kırık olduğundan ne yazık ki okunamayan kısımları olsa da mit bununla sona ermediğinden öykünün birkaç adım sonraki süreci-devamı tabletlerin kalan-okunabilen kısmından elde edilebiliniyor.

İnanna kendisine eşlik eden cinlerle birlikte kendi kenti Erek'e vardığında orada kocası Dumuzi'yi bulur. İnanna'nın cinlerin elinden kurtardığı 3 tanrı İnanna'nın önünde eğilerek ona saygılarını göstermişlerdi, fakat tablette yazana göre Dumuzi İnanna'nın önünde eğilmeyince İnnana öfkelenir ve cinlere kendinin yerine geçmesi için onu yeraltı dünyasına götürmeleri emrini verir.

Bunları duyan Dumuzi güneş-tanrı Utu'ya yakararak yardım dilenir.

Bu efsanede dikkat edilmesi gereken büyük bir nokta var: İnanna'nın 7 KAPI'dan geçerek yerin 7 KAT altına yani 7 KAT cehenneme inişi.
Kur'an'da Hicr suresi 43-44.ayetlerde şöyle yazar:  "Kuşkusuz cehennem, o sana uyanların tamamının buluşma yeri olacaktır. Onun yedi kapısı var; her kapıya da onlardan bir kısmı ayrılmıştır"

Dumuzi ve İnanna mitosundaki 7 Kapı ve 7 katlı yer altı dünyası ile Hicr suresindeki 7 kapının sadece bir rastlantı olduğunu düşünüyorsanız ilgili incelemeye Sümer Yaratılış Mitosu ile devam edelim.

Sümer tanrılarının isimlerinin yer aldığı bir tablette adı "deniz" yani su ile bağlantılı olan bir ideogramla yazılan tanrıça Nammu, "göğü ve yeri doğuran ana" olarak betimlenir. Öteki mitoslardan göğün ve yerin başlangıçta tabanı yer, tepesi gök olan bir dağı oluşturdukları anlaşılmaktadır.
Gök, tanrı An ile, yer ise tanrıça Ki ile kişiselleştirilmiş ve onların birleşiminden hava-tanrı Enlil doğmuştur. Enlil de gök ile yeri birbirinden ayırarak, dünyayı gökle yerin birbirinden hava ile ayrıldığı bir varlık biçimine sokar.

Burada dikkat edilmesi gereken çok önemli noktalar var:
İlk olarak görüyoruz ki Sümer efsanelerinde de canlı hayatı su ile başlıyor, sudan yaratılıyor.

Sümerleri istila eden Samiler ile bu efsanelerin Arapça gibi Akad alt dil gruplarına ve çeşitli kültürlere geçtiğini başlarda belirtmiştim. Bakalım Kur'an'da bunların izine ne şekilde rastlıyoruz:

Enbiya suresi, 30.ayette: "İnkâr edenler, gökler ve yer bitişik iken onları ayırdığımızı ve her canlıyı sudan yarattığımızı görmezler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı?" yazar. Görüldüğü gibi bu anlatım Sümer efsanesindeki yaratılış sürecinin net bir kopyasıdır.

Önemli bir detayı belirtmekte fayda var ki Sümer mitoslarındaki bu yaratıcı, kadın, yani tanrıça iken, İslamiyet'teki yaratıcı her ne kadar cinsiyet atfedilmemiş dense de bir erkek görünümündedir. Peki neden? Bu süreç neden ve nasıl gerçekleşti? diye düşünüyor olabilirsiniz. Bu önemli konuyu başka zaman ayrıca ele alacağım.

Sümer Yaratılış Mitos'una geri dönelim.

Enlil bitişik olan yer ile göğü birbirinden ayırdıktan sonra gökler, ay-tanrı Nanna, güneş-tanrı Utu ve diğer gezegenler, yıldızlar tarafından aydınlatılır. 

Bitkiler, sığırlar (yani hayvanlar), tarım araçları gibi ögeler Enlil'in emirlerini yerine getiren daha küçük tanrılar ile yaratılmış olsa da bunların asıl yaratıcısı olarak Enlil'e inanıldı ve ibadet edildi.

Babilonyalı bilgelik tanrısı Ea'nın (Enki) önerisi doğrultusunda Enlil, tanrılara yiyecek ve giyecek sağlamaları için sığır-tanrı Lahar ve tahıl-tanrıça Aşnan olmak üzere iki küçük tanrı yaratır. Bu iki küçük tanrı sayesinde yeryüzünde büyük bolluk yaşanır. Ne var ki bu iki tanrı içip sarhoş olduktan sonra aralarında tartışmaya, kavga etmeye başlar, yaratılış görevlerini unutur ve yerine getirmezler. Böylece tanrılar ihtiyaç duyduğu şeyleri elde edemez olurlar. İşte tam da bu duruma çare olması amacıyla insan yaratılır.

İlgili dizelere bakalım:
O günlerde, tanrıların yaratış odasında,
Onların Dulkug evinde Lahar'a ve Aşnan'a biçimleri verildi; 
Lahar ve Aşnan'ın yapılışında,
Dulkug Anunnaki'si yediler ama doymadılar;
Katkısız koyun sütlerini... ve iyi şeyleri,
Dulkug Anunnaki'si içtiler, ama kanmadılar;
Katışıksız koyun sürülerinin sağlayacağı iyi şeyler hatırına 
İnsana nefes verildi.

İnsanın yaratılışında ona nefes verildiğini söyleyen çok tanrılı Sümer pagan dininden sonra bir de Kur'an'a bakalım:
Hicr suresi, 29. ayet: "Onun şeklini tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim vakit siz de hemen onun için secdeye kapanın."
Secde suresi, 9. ayet: "Sonra ona düzgün bir şekil vermiş ve ruhundan ona üflemiş; sizi kulak, göz ve gönüllerle donatmıştır."
Görüldüğü üzere bu iki ayette de "insanın Allah'ın ruhundan bir nefes olduğu" yazar.

Şimdi de evrenin düzenlenmesi mitosunda tanrıça İnanna yani İştar'ın yaptıklarına bakalım:

Antik Sümer inanışında "yazgıların tableti" adı verilen nesnelere sıkça rastlanır. Bu tablet oldukça önem arz eder çünkü tanrının niteliklerinden biri de ona sahip olmaktır.

İşte bu efsanede İnanna, uygarlaştırıcı bir tanrı olma özelliği taşıyan Enki'nin sahip olduğu bu yazgı tabletlerini almak ister. Çünkü kendi kenti olan Erek'i onlar sayesinde geliştirmek, uygarlaştırmak istemektedir. Fakat bunun için önce "Mi" denen şeylere sahip olması gerekmektedir; ki buradaki "Me (Mi)" yazgı tabletlerine sahip olduğunda kazanılan güçlerdir.

Yazdı tabletleri ve dolayısı ile Mi'ler Enki'nin elindedir. Bu yüzden tanrıça, babası Enki'nin yanına gider, Enki'de onun gelişi adına bir şölen düzenler. Fakat bu şölende İnanna babasını sarhoş eder ve ondan Me'leri yani tanrısal tüm kararları ve güçleri kendine vereceğine dair söz alır.
Tanrıça, babası Enki'den Mi'leri alarak göklerin teknesine yükleyerek kenti Erek'e doğru yelken açar.
Babası Enki kendine geldiğinde Mi'lerin olmadığını fark eder ve habercisi İsimud'u göndererek kızından onları geri vermesini ister. İsimud bu emri tam 7 kez tekrarlar fakat İnanna'nın veziri Ninşubur tarafından engellenir ve bu sayede tanrıça uygarlığın nimetlerini kenti Erek'e (Uruk) getirir.

7 rakamı tekrar karşımıza çıktı.
Peki neden 7 rakamı Sümerlerde bu kadar yaygın? Neden İnanna yerin 2-3 kat değil de 7 kat altına iniyor ya da Enki neden emrini 4-5 kez değil de 7 kez tekrarlatıyor.
Bunun cevabı da sonraları detaylıca ele alacağım Sümer Kozmolojisinde yatıyor olsa da kısaca bilgilendirmek istiyorum.

Sümer dininde en güçlü ve önemli tanrılar "Karar veren 7 tanrıydı". Yani yönetimde 7 baş tanrı olduğundan 7 sayısı kutsal kabul edilirdi. Bu 7 tanrı ise o dönemde çıplak gözle görülebilen gezegen ve yıldızlar olan "Venüs, Mars, Merkür, Jüpiter, Satürn, Güneş, Ay" dı. Gezegenlerle kişiselleştirilmiş olan bu 7 ilahın her birine bir kat-cennet atanmıştı ve bu katların değerli taşlardan yapıldığına inanılırken kat sayısının yüksekliğine göre taşın değerinin arttığı düşünülürdü. En üst cennet olan 7.kat en değerli taş olan luludānītu'dan yapılmıştı.   

İnsanın yaratılışına Lahar ve Aşnan adlı tanrıların yaratılış mitosu üzerinden değinmiştim.
Sümer mitolojileri Babilonya'da bölgeyi fetheden yeni topluluğun kültürel yapısı ve kullandığı dili sebebiyle değişiklik gösterir. Buna rağmen insanın yaratılışı mitosunun Sümer ve Babil versiyonları arasında farklılıklar olsa da insanın yaratılış amacının toprağı sürmek, tanrılara hizmet etmek ve onların geçimlerini sağlamak yani kulluk etmek olduğu yönünde ortak noktalar bulunmaktadır.

Gözden kaçırılmaması gereken nokta şudur ki; Sümer inancındaki insanın yaratılış sebebinin "tanrılara hizmet" oluşu ile Kur'an'da da karşılaşılmaktadır.
Örneğin Zariyat suresi 56. ayette: "Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım" ve Bakara suresi 21. ayette "Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin" yazar. 

Bu detaydan sonra insanın yaratılışını konu alan Sümer mitosuna devam edelim. Tanrılar yeteri kadar yiyecek alamadıkları konusunda yakınırlar. Bu gibi durumlarda başvurdukları bilgelik tanrısı su-tanrı Enki uykuda olduğundan tanrıların anası olan Nammu onu uyandırır. Enki'nin isteği üzerine ilkel okyanus Nammu ile doğum tanrıçası Ninmah diğer iyi ve soylu yaratıcıların da desteğini alarak derin suların üzerindeki balçığı karıp insanı var ederler.

Bu mitosta dikkat çeken şey şu ki yaratılışta "su" ile ilişkili olan Nammu ile Enki başlangıçta baş rolü oynarken diğer tanrıların da desteği ile derin suların üzerindeki balçığı, yani sudan arındırılmış "kuru balçığı" karıp el birliği ile insan yaratılıyor. Bu mitosun Kur'an'a Hicr suresi 26.ayet ile "Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş bir balçıktan yarattık." şeklinde dahil olduğu görülüyor.

İnsanın yaratılışı sonrası yaptıkları işi kutlamak isteyen Enki bir ziyafet düzenler. Enki ve Ninmah çok şarap içip sarhoş olduğunda Ninmah derin suların üzerindeki balçıktan biraz alıp kısır bir kadın ve hadım bir erkeği içeren 6 farklı insan yaratır. Enki hadım olan erkeğin görevinin krala hizmet etmek olduğunu bildirirken söz konusu mitos Enki'nin aklen ve bedenen zayıf bir insan yaratması ve Ninmah'a yarattığı bu acınacak yaratığın durumunu düzeltmesi için yakarması ile devam eder.
Ninmah hiçbir şey yapamadığı gibi böylesine kusurlu bir varlık yarattığı için Enki'yi lanetler.

Enki'nin aklen ve bedenen zayıf insan yaratması ile Nisa suresi 28.ayetteki "Allah (yükünüzü) hafifletmek ister; çünkü insan zayıf yaratılmıştır" arasında da bir çağrışım olabilir.

Söz konusu Sümer Tufan Mitosu olduğunda burada da azımsanamayacak detaylar ve ipuçları bulmak mümkün.

İnsanlığın tanrı tarafından büyük bir tufan ile öldürüleceği mitosu dünyanın her köşesinde farklı isim ve ufak motif farklılıkları ile görülebilen bir efsanedir. Bunun da en temel nedeni Mezopotamya üzerine sürekli gerçekleşen akınlar ve buradan diğer bölgelere gerçekleşen göç veya akınlardır.

Sümer Tufan mitosunda tanrılar insanları yok etmek isterken diğer yandan insanları kurtarmak isteyen tanrı Enki'dir. Enki, Sippar kentinin sofu kralı Ziusudra'ya bir duvarın kıyısında dikilip beklemesini söyler çünkü ona tanrıların korkunç planından bahsedecek ve kurtulma yollarını anlatacaktır.

Başlayan tufan tüm kült merkezlerinin altını üstüne getirir ve bu durum şöyle anlatılır:

Yedi gün (ve) yedi gece sürdükten sonra Tufan ülkenin altını üstüne getirdi, (Ve) büyük suların üzerindeki fırtınalar koca kayığı bir o yana bir bu yana salladı durdu. 
Göklere (ve) yere ışık saçan [güneş-tanrı] Utu göründü. 
Ziusudra koca kayığının bir penceresini açtı, Kahraman Utu ışınlarını dev kayığın içine getirdi.
Kral Ziusudra Utu'nun önünde yerlere kapandı,

Daha sonra Kral Ziusudra bir öküz öldürür ve bir koyun boğazlar; yani tanrılara kurban verir. Kral'a ne olduğu tablette şöyle anlatılır:

Kral Ziusudra, Anu'nun ve Enlil'in önünde yerlere kapandı,
Anu (ve) Enlil hoş davrandılar Ziusudra'ya, Ona bir tanrınınki gibi sonsuz yaşam verdiler,
Bir tanrınınki gibi sonsuz soluk indirdiler onun için.
Sonra, kral Ziusudra'nın, bitkiler dünyasının (ve) insanlığın soyunun adını sürdüren kişinin,
Karşı taraftaki ülkede, Dilmun ülkesinde, güneşin doğduğu ülkede oturmasını sağladılar.

Yine dikkat edilmesi gereken noktalara gelelim:
Enki'nin Ziusudra'yı uyarması ile Cebrail'in Nuh'u uyarması, tufandan sağ çıkmak için kayık veya gemi inşa edilmesi gibi noktalar tamamen ortak. Yani Enki'nin (Şeytan) yerini Cebrail almış. İbrahimi dinlerin bir çok mitolojiden beslendiği ve en çok Sümer, Babil ve Mısır'dan beslendiği her defasında öne çıkacak bir gerçektir.

Daha önce defalarca olduğu gibi Sümer dininin kutsal olan 7 rakamı bu efsanede "7 gün ve 7 gece" ifadesi ile ortaya çıktığı gibi bir başka mitosta tekrar kendini gösterecektir.

Örneğin Enki ile Ninhursag mitosunda Ninhursag çılgına dönerek Enki'ye korkunç bir lanet okur.  Öyle ki tanrılar bile dehşete kapılırlar. Ninhursag'ın bu büyük laneti üzerine Enki bedeninin 7 yerinden hastalığa yakalanır.

Son olarak bir diğer ve İbrahimi dinlerde bariz şekilde yer almış, oldukça önemli mitos, temelde tarımcı, yani çiftçi ile çoban arasındaki rekabeti anlatan Dumuzi ile Enkimdu mitosudur.
Bu efsanede Babilonya adı İştar olan İnanna kendine bir koca seçecektir. Önünde iki seçenek vardır, ya çoban tanrı Dumuzi yani Tammuz ya da çiftçi tanrı Enkimdu'yu seçecektir. Güneş tanrı Utu, kız kardeşine Dumuzi ile evlenmesini söylese de İnanna, Enkimdu'yu istemektedir.

Dumuzi eş olarak onu seçmesi gerektiğini ve İnanna'ya Enkimdu'dan daha fazlasını sunabileceğini söylerken diğer yandan Enkimdu rakibi olan Dumuzi'ye İnanna'dan vazgeçmesi için hayvanlarına ot sağlamak, ona buğday ve fasulye vermek gibi türlü tekliflerde bulunur. İkili arasında sözlü yarışma devam eder ve İnanna sonunda eş olarak çoban tanrı Dumuzi'yi seçer.

İşte bu mitos toplumdan topluma aktarılırken giderek değişir, her kültürün efsanelerinde ve inanışlarında farklılaşarak yer alır. Öyle ki Yehova'nın çiftçi olan Kayin'in ürünlerinden oluşan adakları reddetmesinin temelini oluşturduğu gibi Kur'an'da şu şekilde yer alır:

“Onlara Âdem’in iki oğlu hakkındaki haberi gerçek olarak oku. Hani her biri birer kurban sunmuşlardı da birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti..." (Maide suresi 27. ayet)

Sümerlileri yenen Sami'ler Sümer çivi yazısını benimsemiş olmakla birlikte, Sümerceden tamamen farklı olan bir Sami dili olan Akadça'yı yazabilmelerine olanak verecek uyarlamalar yaptılar. Tam da bu yüzden Babilonya ve Asurlularca benimsenen Sümer tanrı ve tanrıçalarının bir çoğu söz konusu Akad mitolojisi olduğunda uyarlanmış olan Sami adları ile görünürler. İnanna = İştar, Utu = Şamaş, ay-tanrı Nanna = Sin olurken tapınak isimleri ve ayin terimleri Sümerce biçimiyle değişmeden kalmıştır, tıpkı Latince'nin kilisenin dinsel tören dili olarak kalması gibi.

İşte bu yüzden ilerleyen süreçte Babil-İslam ilişkisini, Sümer ve Babil mitoslarının her birini tek tek ve daha detaylı şekilde ele alacağım gibi mitoloji ve arkeolojinin ortaya çıkardığı gerçekleri savuşturmak için sığınılan 124.000 peygamber yalanını da ayrıca işleyeceğim.

Mitolojiyi bilmek, geçmiş inanışlara dokunabilme, insan akıl ve hayal gücünün çalışma şeklini keşfedebilme ve dinlerin kökenine inebilme imkanı tanır.
Esen kalın.

ALAK SURESİNİ KİM YAZDI? YAZDIRDI?

Yazan: Demon Product

Bu yazıda soruları soracak ama cevaplarını bulmayacağız. Öncelikle hiçbir otorite veya uzmanın –İslami otoriteler de dahil olmak üzere- ittifak edemedikleri hususlarda bir cevap sunabilmek elbette haddim değil. Hemen her İslami kesim, coğrafya, mezhep, tarikat, cemaat, oluşum, grup vs. kendi cevabını oluşturmuş. Yani her inananın kendine göre bu sorulara cevabı var; ancak, bu cevapları bir diğer kabul etmiyor. Onlara göre cevap daha farklı. Madem Allah’ın kitabı ve kelamı “Hiç Şüphesiz açık ve seçik”, nasıl oluyor da anlam ve kavram karmaşaları arasında boğulup gidiliyor? Ülkemizdeki İlahiyatçılar dahi farklı bir notadan cevap veriyor. Bu cevaplar verilirken diğerleri bilgisizlik ve yetersizlik ile suçlanıyor. Özellikle hiçbir Kurani bilgiye sahip olmayan, Arapça tek bir kelime dahi bilmeyen, tefsir-fıkıh-kelam-hadis gibi unsurları sadece bazı kitaplardan ve internetten öğrenen kimi felsefeci ve sosyologlar, insanların-toplumumuzun bu konudaki eksikliğini ve çelişkilerini tatmin ederek kapatmak adına saçma sapan yorumlar ile medya önünde açıklama yapmakta ve kendilerini otorite ilan edebilmektedirler. Hatta akademik ünvanlı bu kişiler bağlı oldukları saygın Üniversitelerin bile adlarını bu şekilde lekelemekten geri kalmamaktadırlar. Maalesef toplumumuz, bu insanların isim ve soy isimlerinin önünde yer alan akademik unvanlara saygıdan ötürü sunulan yanlış ve çarpık bilgileri kabul etmekte, bunları İslami kabul ederek kendi vicdan ve beyinlerinde tatmin olmaktadırlar. Bu şahısların para kazanmak ve toplumda haksız yer edinme adına yaptıkları bu çalışmaları maalesef ibretle izlemekteyiz.

Sayın Celal ŞENGÖR Hocamızın ülkemiz üniversitelerinin eğitim kalitesini ve evrensel niteliklerini olumsuz anlamda sorgulamada ne denli haklı olduğunu bu noktada anlayabiliyoruz.

Konumuza dönecek olursak hiçbir İslami kaynakta üzerinde uzlaşılamadığı (ki bu noktada herkes kendi hocaları ve bilgileri doğrultusunda bu yazıya reddiye geliştirecek ve küfürleri sıralayacak) soruları soracağız.

Öncelikle Alak Suresi ile küçük temel bilgilerimizi tazeleyelim. Alak Suresi Kuranı Kerimde geçen 96. Suredir ve 19 ayetten oluşur. Mekke döneminde inmiştir. Bu surenin ilk 5 ayeti ilk inen ayetlerdir.
  1. Yaratan Rabbinin adıyla oku!
  2. İnsanı bir alaktan (kan pıhtısından) yarattı! 
  3. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir.
  4. O Rab ki kalemle yazmayı öğretti.
  5. İnsana bilmediği şeyleri öğretti.
İslami kaynaklara bakıldığında bilgi şu şekildedir, İslam peygamberi Muhammed, Hıra dağında Ramazan ayının 27. gecesi “İnzivada yaratıcısını ve ibadetini İbrahim’i bir şekilde” düşünürken/yaparken tan yeri ağarmasından hemen önce bir Nur’un geldiğini görür. Bu noktadan sonrasını İslami bilgilere ters düşmemek adına hadislerden bakalım:

"Melek bana okumamı emretti. Kendisine okuma bilmediğimi söyledim. Beni kollarının arasına alıp kuvvetle sıktı; sonra 'Oku!' dedi. Ben yine, 'Okuma bilmem.' dedim. Beni tekrar kollarımn arasına aldı, kuvvetle sıktı ve 'Oku!' diye tekrar etti. Ben yine 'Okuma bilmem.' dedim. Üçüncü defa kollarının arasına alıp daha kuvvetlice sıktıktan sonra bıraktı ve şöyle dedi:

'Yaratan rabbinin adıyla oku; O, insanı alaktan yarattı. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O, kalemle öğretendir. İnsana bilmediklerini öğretmiştir.'
 (bk. Buhârî, Bed'ü'I-vahy, 3; Müslim, İmân, 252)

Bu noktaya kadar verilen bilgilerde hangi inanca sahip olursanız olun –hatta inançsız dahi olsanız- herkes ittifak eder. Yani inanmayan bir kişi dahi, “Evet İslami hikâyeler bunu anlatıyor” der. İnanlar için zaten sorun yok. Özellikle ülkemizde yaygın olan Sünni İslamiyet ışığında bu bilgiler tartışmasızdır.

Şimdi bu noktadan sonra bazı soru işaretleri aklımıza geliyor. Sadece Alak Suresinin ilk inen 5 ayeti üzerine yöneleceğiz:
  • Cebrail “Oku!” demesine rağmen peygamber “Okuma Bilmiyorum!” diye cevap vermiştir. Arapça “Ikra” kelimesi Oku, yani gördüğün yazılı bir objeyi oku manası taşır. Cümle içerisinden aldığı yere göre anlamı değişmez. Mecaz anlam taşımaz. Önüne yazılı bir metin mi gelmiştir? . Bu durumda vahiy katiplerine ne ihtiyaç var? Neden bazı ilahiyatçılar ve İslami görüşler buradaki oku kelimesine “kalbinden geçeni oku” manası yüklemeye çalışmışlardır? Yoksa onlara da mı çelişkili gelen bir husus vardır? Madem önüne gelen yazılı bir metin yok, yani vahiy sözlü, o halde neyi okuması istenmektedir?
  • Madem vahiy yazılı metin olarak gelebiliyor, bunlara neden sahip değiliz?
  • Madem Cebrail O’ nu sıktıktan sonra peygamber okumaya başladı, Neden vahiy katiplerine ihtiyaç duydu? Okuma bilen bir insan doğal olarak aynı anda yazma yeteneğine de sahip olmuyor mu? Okuma bilirken yazma bilmeyen kaç insan var?
  • Melekler madem nurdan varlıklar, Meleğin sıkmak için kolları nasıl oluyor?
  • Melek peygambere “Oku!” derken neden kolları arasında sıkıyor? Neden fiziki baskı uyguluyor? Allah’ ın inayeti ve izni ile Peygamber okuyamaz mı?
  • “İnsanı Alaktan Yarattı” derken Alak ne? Embriyo mu? Kan pıhtısı mı? Kan mı? Askıda bir unsur mu ne? Hiç yaratıcı kelamı eksik ya da yoruma açık olur mu? Neden her İslami kesim farklı konuşuyor? Neden anlamlar farklı? Bu da mı Yahudilerin bir oyunu?
  • Allah insanı kan pıhtısından mı yarattı? Bu durum Biyoloji ve Bilim ile ters düşmüyor mu? İnsan kan pıhtısından değil, sperm ve yumurtanın bir araya gelmesi ile oluşuyor. Bunların birleşimi hiçbir zaman kan pıhtısı olmuyor. Madem bu “Alak” kan pıhtısı anlamına geliyor, neden daha birçok anlam daha yüklenmeye çalışılıyor? Allah kelamı hiç değişir mi? Değiştirilir mi? Değiştirilmesi teklif edilir mi?
  • Alak ilk medeniyetlerde kan pıhtısı olarak değerlendiriliyor iken neden daha sonra medeniyetin ilerlemesi ile Embriyo olarak değerlendirdi? Yaratılanlar yaratıcıdan daha mı bilgili ki onun kelamına devamlı yorum geliştiriyorlar? Neden bazıları ısrarla Embriyo kelimesini reddederek Kan Pıhtısı anlamında ısrar ediyor? Kimileri yanlış mı inanıyor? Kimler, hangi mezhepler ya da fraksiyonlar yanlış inanıyor? Madem Allah dilediğine iman veriyor, neden insanlar yanlış inanıyor? Allah neden düzeltmiyor?
  • “Ki O, kalem ile öğretti.” Ayetinden ne anlayacağız? Sadece kalem ile mi öğretim yapılıyor? Geçmiş jenerasyonlarda kalem yoktu? “Kalem ile öğretti” cümlesinde geçen kalem ilk çağlarda yoktu? Kalem yokken insanlar ilahi dinden bağımsız mı yaşıyordu? Gelecekte belki kalem kullanılmayacak, o halde kalem istisnasız tek eğitim ya da bilgi aktarım materyali mi? Madem kalemsiz de aktarım oluyor, yaratıcı neden “her çağa hitap eden” kitapta bundan bahsetmedi? “Eğer o dönem vahiylerde bilgisayar gibi yeni nesil teknolojiler anlatılsa idi insanlar anlamazdı ve kitabı reddederdi?” savunması ne kadar gerçekçi ve vicdanınıza uyuyor?
  • 5. Ayette bahsedilen “İnsanlara bilmediği şeyleri öğretti!” cümlesini yorumunuza bırakıyorum. Günümüz yeni teknolojilerini geliştirme ve üretme, icat etme yeteneklerini neden Allah sadece Yahudi ve Hristiyanlara vermiştir? Sadece Yahudi ve Hristiyanlara mı öğretmiştir? Yoksa bu yeteneklere ve akla sahip olmaları bizim ibret almamız için bir sınav mı? Onların icatları ile hayatımızı idame ettiriyor ve yaşıyor isek bunda nasıl bir ibret olabilir? Onların icatları ile yaşıyorken“adeta onlara mahuûm iken” nasıl Yahudi ve Hristiyanları Dost Edinmeyin ayetine uyuyorsunuz? Onları dost edinmeyen, ortaklık yapmayan bir tane İslam ülkesi var mı? Hani ayette yazdığı gibi “Onlar ile cizye alana kadar savaşacaktık?”Facebook paylaşımlarında yaptığımız klavye delikanlılığı gerçek hayatta sökmüyor mu? Yaratıcı sizi cesaret yoksunu mu yarattı? Madem kusur yönetimlerde, bizde değil, bu yönetimleri biz seçmiyor muyuz? Yani dolaylı olarak inandığınız dinin kitabında yer alan ayeti “Açıkça İnkâr Ederek!” Onları bilerek ve isteyerek dost edinmiyor musunuz? Bilal-i Habeşi gibi tüm sahabeler onları dost edinmiş miydi? Neden onların icat ettiği şeyleri kullanıyorsunuz? Neden onların icat ettiği ilaçları, cep telefonları, arabaları, uçakları, uzay teknolojilerini, biyokimya, fizik, astronomi, kimya, nükleer fizik, savunma sistemlerini, prezervatiflerini, kadın pedlerini, makyaj malzemelerini, bilgisayarlarını, donanımlarını, yazılımlarını, bilgilerini… Kısaca her şeylerini kullanıyorsunuz? Neden mi prezervatif ve kadın pedi örneğini verdim? Adamlar sizin uçkurunuza, namusunuza, cinsel organınıza kadar dokunuyor değerli Müslüman anlamadın mı hala?

O halde ya yaratıcı İslam aleminden ümidini kesti ve İslam alemi şüphesiz bir hıyanet içerisinde, Ya da yaratıcı baktı ki Müslümanlarda hayır yok, Yahudi ve Hristiyan aleminde gelecek görüyor…

Bir ihtimal daha var. O da yaratıcı yok mu dersin?

Var mısın? Yok musun?

Bilim hiçbir şey için var ya da yok demez. Kısacası var ya da yok demek tamamen insanın kendi inanç ve benliği ile alakalıdır.

Eğer dediğiniz gibi Allah var ve bizi gözetiyor ise, bu kadar İslami bilgi ile ayrıca biz ilk ayette söylendiği gibi “herhangi bir cennet vaadine uymaksızın, ceza olduğunu, yanacağımızı bile bile” –OKU!- kuralına uyarak okuduğumuz ve araştırdığımız, ayrıca sorguladığımız için sizin tabiriniz ile CENNETLİĞİZ. Ancak siz ilk ayete ters düşerek okuyup araştırmadığınız için, “Allah kelamına ters düştüğünüz için!” cehennemliksiniz.

Eğer yoksa zaten ne sizin ne de bizim kaybedecek bir şeyimiz yok demektir. Yani her halükarda kazanan biz, kaybeden siz.
Sağlıcakla kalın.
Yazan: Demon Product