HABERLER
Dini Haber
İslam çelişkileri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İslam çelişkileri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

İSLAM PEYGAMBERİ MUHAMMED GERÇEKTEN YAŞADI MI? | 4

Yazan: Gregoire de Fronsac
Bilgi çoğaldıkça değer kazanır sevgili arkadaşlar ve insanoğlu hayatının her döneminde yeni şeyler öğrenmeye devam eder. Herhangi bir olaya tek taraftan bakmak , bu kesin doğrudur demek , bazen ciddi yanılgılara sebep olabilir. O yüzden bu yazıda malum konuyu farklı bir şekilde ele almaya karar verdim.. Takip edenler bilir bu platformda  yayımlanan serinin ilk üç makalesinde , İslam peygamberi Muhammed'in yaşamadığını , onun olsa olsa bir literatür figürü olduğunu ve Eyyamü'l Arap içinde biri veya birilerinin Muhammed efsanesine esin kaynağı olmuş olabileceğini yazmıştım.
Evet somut tarihi veriler ışığında , hadis ve siyer kaynakları dışında bize anlatılan Muhammed hakkında somut hiç bir delil bulunmamaktadır. Hadis ve siyer kaynakları ise yine bu kaynaklara göre Muhammed'in ölümünden 150-200 sene sonra yazılmaya başlanmış , rivayete dayalı bilgilerden oluşur yani doğruluğu oldukça şüpheli bir rivayetler zinciridir.
Ama ilk başta da dediğim gibi bir olaya tek taraflı bakmamak gerekir. O yüzden bu yazıda hadis ve siyer kaynaklarının yüzde yüz doğru olduğunu varsayarak bu bilgiler ışığında Muhammed Peygamberin izini sürmeye çalışacağım.

Buradaki ana kaynaklarımız İbn Hişam , İbn İshak gibi siyer yapıcıları , Taberî gibi tarihçiler ve Buhari , Müslim , Ebu Davud gibi muhaddisler olacak.
Sevgili arkadaşlar , bize anlatılan klasik hikayede ; Muhammed yetim kalmış , amcasının himayesinde büyüyen çobanlıkla uğraşan ve genç yaşında Hatice isimli , kendinden yaşça büyük ve varlıklı bir kadınla evlenen bir profil. Kırk yaşlarında vahiy alıp peygamberliğini ilan ediyor. İlk başlarda kendisine inanan sayısı çok az olduğu için büyük sıkıntılar yaşıyor ve Medine'ye sürülüyor ( yada hicret ediyor ) Medine günlerine kadar geçen zaman ve Medine'den sonraki zaman yaşanan tüm olaylar Mekke'de geçiyor. İddiaya göre Mekke zengin bir ticaret kenti.
Peki gerçekten öyle mi ?

Mekke'nin o dönemde zengin bir ticaret merkezi olduğuna dair başta Bizans ticaret kayıtları dahil hiç bir medeniyetin kayıtlarında bir bilgiye rastlanmamaktadır oysa hadis ve siyer kaynakları aksini yazar. Aksine Mekke küçük bir köyden ibaret bir yerleşkedir.
Acaba hikayenin başlangıcında ve sonuna sahne olan Mekke bugün bildiğimiz Mekke mi , yoksa Ürdün'de  bulunan ve eski adı "Bekke" yada "Bekka" olan antik yerleşim yeri olan Petra mı ?
Bu yazının ana hatları anlaşılacağı üzere Petra merkezli olacak arkadaşlar.
Eğer Muhammed (yada ona esin kaynağı olan kişi) yaşadı ise , onun bugün bildiğimiz Mekke'de değil Petra da yaşadığını , yine onun hayatını anlatan kaynaklar ışığında takip edeceğiz ve Muhammed'in bugün bilinen Mekke'den Medine'ye değil , Petra'dan (Bekke yada Bekka) Medine'ye hicret ettiğini göreceğiz.


Önce İslamiyet'in ilk yıllarından kalan bazı camilerin kıble yönünden bahsedelim ; 750 yıllarından önce Basra , Kufe , Mısır , Suriye ve bölgede ki bir çok caminin kıblesi bugün bildiğimiz Mekke'ye değil net şekilde Petra'yı gösteriyor.
Örneğin , Ömer döneminde yaptırıldığı iddia edilen Amr ibn Al-As camii ki bu cami Afrika'da inşa edilen ilk camidir , 642 yılında inşa edilen bu caminin kıblesi 827 yılında bugün bildiğimiz Mekke yönüne çevriliyor , o tarihe kadar bu caminin kıble duvarının Petraya baktığına dair tarihi ve arkeolojik kanıtlar mevcuttur.
Örneğin Yemen'in başkenti San'a'daki Eski Cami , Kudüs'de ki el Aksa cami , yine Kudüs yakınlarındaki Baalbek cami , Şam'da bulunan Umayyad Cami (Meşhur Emevi Cami) , Quasr al Mushatta cami gibi  camilerin kıble yönlerinin 750-800 yıllarına kadar Petra'ya baktığını tarihi ve arkeolojik veriler ışığında görebiliyoruz.

Yine klasik hikayede anlatılan Muhammed sonrasındaki hilafet mücadelesi esnasında yaşanan meşhur Mekke kuşatması ve Kabe'nin mancınık taşları ile yıkılması da çok ilginç bir detaydır.
Haccac komutasındaki birlikler , Kabe'nin yakınlarındaki hakim tepelere mancınıkları konuşlandırıp Kabe'nin duvarlarını yıkana kadar ateşe devam etmişler . Oysa bugün umre ve hac vazifelerini yapmak için bölgeye gidenler dahi gayet iyi bilirler ki bugün bildiğimiz Mekke ve özellikle Kabe civarında o tür yükseltilerek , mancınık menzilinde olabilecek hakim tepeler yoktur , taşlık düz bir arazidir.
Oysa Petra kenti bu hikayeye ev sahipliği yapacak ideal bir coğrafi yapıya fazlasıyla sahiptir.
Yine aynı hikayede Mekke (Bekke - Bekka) valisi Zübeyr'in kutsal emanetler denilen karataş (Hacer'ül Esved) Muhammed'den kalan yazmalar ve bazı materyalleri , Kabe yıkılmadan önce kaçırdığı  , savaş alanından uzak , güvenli ve Kabe'si olan başka bir yere taşıdığı anlatılır..
Bakın sevgili arkadaşlar , İslam öncesi Arap coğrafyasında tek bir Kabe yoktur , Kabe yani küp İslam öncesi inançlarını kutsal mabetleriydi ve şuan da yıkıntı halinde dahi olsa bir çok Kabe mevcuttur. ( Bu detay unutulmasın , ilerleyen satırlarda bu konuya geri dönülecek)

Yine başka bir detay:
Buhari'nin aktardığı bir hadiste ; "Allah'ın elçisi Kabe'yi ziyaret edeceği zaman yukarı yarıktan gelir ve Kabe'yi terk ederken de aşağı yarıktan terk ederdi" diyor.. (Burada yarıktan kasıt dağ geçidi , kaya geçidi , kaya yarığıdır)
Bir çok İslami kaynakta Mekke'nin ve Kabe çevresinin dağ yarıkları ile ulaşılan bir vadide olduğu anlatılır.
Oysa bugün bildiğimiz Mekke görselde de görüleceği üzere ne bir vadide yer almakta ne de dağ yarıkları ile ulaşım sağlanmaktadır.

GF,din, islamiyet, Muhammed gerçekten yaşadı mı?, Hz Muhammed yaşadı mı?, Petra,Ayn al Bayda,Petra Mekke mi?,Hira mağarası,Safa ve Merve tepesi, İslam çelişkileri, Mekke ve Bekke

Fakat Petra bölgesi gerçek bir vadidir ve merkeze yani Kabe civarına giriş dağ yarıkları ile sağlanmaktadır.

GF,din, islamiyet, Muhammed gerçekten yaşadı mı?, Hz Muhammed yaşadı mı?, Petra,Ayn al Bayda,Petra Mekke mi?,Hira mağarası,Safa ve Merve tepesi, İslam çelişkileri, Mekke ve Bekke

Yine bu hadislerden aktarıldığı üzere , Peygamber Kabe'yi tavaf ettikten sonra Safa ve Merve tepeleri arasında yürürdü.
Bugün bildiğimiz Mekke'de bize Safa ve Merve tepeleri diye yutturulan yerler üzeri kubbe ile kapatılabilecek kadar küçük iki kayadan ibarettir.
Görselde de göreceğiniz gibi bunlar tepe falan değildir , iki tane küçük kaya parçasıdır.

GF,din, islamiyet, Muhammed gerçekten yaşadı mı?, Hz Muhammed yaşadı mı?, Petra,Ayn al Bayda,Petra Mekke mi?,Hira mağarası,Safa ve Merve tepesi, İslam çelişkileri, Mekke ve Bekke

Oysa Petra'daki gerçek Safa ve Merve tepeleri aşağıdaki görselde net şekilde görülmektedir..

GF,din, islamiyet, Muhammed gerçekten yaşadı mı?, Hz Muhammed yaşadı mı?, Petra,Ayn al Bayda,Petra Mekke mi?,Hira mağarası,Safa ve Merve tepesi, İslam çelişkileri, Mekke ve Bekke

Başka bir detaya bakalım simdi de ; Kur'an da Fil Suresinde geçen hikayeye göre , Mekke Muhammed'den çok önceki bir dönemde,  fillerle güçlendirilmiş bir ordu tarafından saldırıya uğramış.
Bu sure yorumlanırken İslam tarihçileri , Yemen'in Hristiyan valisinin gönderdiği bir ordudan bahsederler.
Sevgili arkadaşlar Yemen'de fil yaşamaz ve fillerle donatılmış bir ordunun Yemen'den kalkıp koskoca çölleri aşarak Mekke'ye kadar gelmesi imkansız bir olaydır zira fillerin günlük su ihtiyaci 1.5 ton üzerindedir.
Oysa Nebati tarihinde Petra ve civarında fil savaşları adı verilen savaşlar yaşanmıştır. Bölge Büyük İskender kontrolü altında iken Persler 200 filin bulunduğu bir ordu ile şehre saldırmışlar lakin geri püskürtülmüşlerdir.
İşte bu hikaye Kur'an'a fil suresi olarak geçmiş fakat olayın yaşandığı yer bugün bildiğimiz Mekke değil Petra'dır.

Başka bir detaya daha bakalım.
Yine klasik hikayede , Muhammed'in Hira dağındaki bir mağarada vahy aldığı anlatılır.
Oysa Hira mağarası bildiğimiz Mekke'deki kaybeden en az 5-6 km uzakta yer alır. Bir insanın her gün o mesafeyi yürümesi akla çokta yakın gelmiyor ayrıca yine hadis ve siyer kaynaklarında aktarıldığı üzere malum mağaranın ağzının baktığı yön Kabe'yi kesinlikle görmemektedir ve hatta mağaranın bulunduğu bölge Kabe'yi görmemektedir.

GF,din, islamiyet, Muhammed gerçekten yaşadı mı?, Hz Muhammed yaşadı mı?, Petra,Ayn al Bayda,Petra Mekke mi?,Hira mağarası,Safa ve Merve tepesi, İslam çelişkileri, Mekke ve Bekke

Oysa Petra'da Kabe'yi gören öyle mağaralar var ki şüpheye yer bırakmıyor. Özellikle birisinde, çok ilginçtir ki mağara duvarında kayaya oyulmuş bir hilal sembolü vardır. Bu sembol İslam öncesi inanışlarda ay tanrıçası Al-İlah'ın simgesidir. Aynı bölgede Al-ilah'ın kızlarına ait heykeller de mevcuttur.

Yine klasik hikayede hicretten sonra Medine'den Mekke'ye bir ilerleme ve Mekke'nin fethi anlatılır.
Muhammed ve yakınında bulunanlar Medine'de kendilerine taraftar toplayıp sayıca belirli bir üstünlük sağladıktan sonra ufak tefek saldırılar , kervan baskınları ve savaşlar başlıyor.
Dediğimiz gibi Muhammed ve yakınında bulunanların kovuldukları Mekke'ye yeniden saldırıp fethetme düşüncesi var akıllarında.
Fakat sevgili arkadaşlar bu ilerleme hiç bir şekilde güneye yani bugün bildiğimiz Mekke'ye yapılmıyor tam aksi yöne yani kuzeye , Petraya doğru yapılıyor.
Mesela Hayber savaşı; Hayber Medine'nin kuzeyinde Petra yolu üzerinde bir Yahudi yerleşkesidir.
Bu savaşta ilginç bir detay dikkati çekiyor arkadaşlar ve çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Taberi'nin aktardığına göre ; Kuşatma esnasında Al - Hajjaj isminde bir adam Muhammed'in huzuruna gelerek "Ey Allah'ın elçisi , ben zengin bir adamım Mekke'nin yakınlarında arazilerim ve mallarım var , benim ve eşimin canını bağışla , bütün mal varlığımı seninle bölüşeyim" der.
Muhammed bu teklifi kabul eder.
Aynı hikayeye Taberi'den devam edelim ; Al-Hajjaj diyor ki " Yola çıktım ve Mekke'ye vardım , al - Bayda'ya geldim"
Sevgili arkadaşlar Ayn al-Bayda, Petra'nın biraz kuzeyinde ama Petra'ya çok yakın bir yerleşim yeridir, bugün bilinen Mekke ile arasında binlerce kilometre vardır.

GF,din, islamiyet, Muhammed gerçekten yaşadı mı?, Hz Muhammed yaşadı mı?, Petra,Ayn al Bayda,Petra Mekke mi?,Hira mağarası,Safa ve Merve tepesi, İslam çelişkileri, Mekke ve Bekke

Kısacası arkadaşlar Bedir , Uhud , Hendek , Hayber , Ben-i Nadir , Ben-i Kurayza , Yarmuk , Mute , savaşları gibi önemli savaşlar ve bir çok gazve ile seriyye Medine'nin kuzeyine yani Petra'ya doğru gerçekleştirilmiştir.

Peki bu hikaye Petra'dan alınıp bugün bildiğimiz Mekke'ye nasıl uyarlandı ?
İşte erken İslam tarihindeki asıl kilit nokta bu sevgili arkadaşlar.
Üst satırlarda , Muhammed sonrasında yaşamıştır Mekke valisi Zübeyr'den bahsetmiştim.
Zübeyr , Ali'den ve Hasan ile Hüseyin'in ölümünden sonra Emevilerin hilafetini kabul etmez ve kendi hilafetini ilan eder , bunun neticesinde Emevi ordusu Mekke'yi ikinci kez kuşatır ve mancınıklarla Kabe'yi yıkar. Zübeyr ise Kabe'yi savunurken ölür. Fakat kuşatmadan önce Hacer'ül Esved ve Muhammed'den kalan yazmalar gibi materyallerin yani kutsal emanetleri Petra'dan yani gerçek Mekke'den kaçırır ve bugün Mekke dediğimiz küçük köyde saklanmasını sağlar.
O köy özellikle seçilmiştir zira Medine'nin de güneyinde savaş bölgesinden uzak , Kabe'si yani kutsal mabedi olan bir köydür. Bu köyün ismi daha sonraları Bekke - Bekka dan evrilerek Mekke'ye dönüşür. ( Kur'an da bir kez Mekke , bir kez de Bekke ifadesi geçer )
Bu süreçte kutsal emanetlerinde saklanması neticesinde o küçük köyde bir inanç , bir kült şekillenmeye başlar dönem içinde.
Abbasiler , Emevileri yenilgiye uğratıp güneye yani Medine ve bugün bildiğimiz Mekke civarına doğru işgal ederek kontrol altına aldıktan sonra , o bölgede halihazırda bulunan bu kültü , bu inanışı sahiplenmişler ve Kabe , Hacer'ül Esved gibi kutsal simgeleri benimseyerek bu inancı yeni bir din olarak kabul etmişler.
Fakat ellerinde bulunan rivayete dayalı bilgilere göre anlatılan hikaye bugünkü Mekke'ye uymadığı için hadisler yeniden yazılmaya başlanmış ve Petra'daki hikaye Mekke'ye uyarlanıp yeni bir peygamber hikayesi eklenerek kabul edilmiş ve muhtemelen 130-150 yıllık bir zaman diliminde , Muhammed'den kaldığı iddia edilen yazmalar , bölgede ki diğer inançlara ait yazmalarla ( Monofizit Hristiyanlar , İsmaili Yahudiler ) derlenerek bugünkü Kur'an oluşturulmuş, islamiyet genel hatları ile oluşmaya başlamıştır.

Her daim sevgi ve umutla kalın dostlar.
Yazan: Gregoire de Fronsac

Kaynaklar:
Es - Siretu'n Nebeviyye : İbn Hişam'dan aktaran , Taberî
Es - Sire : İbn İshak'dan aktaran , Taberî
Tarih er - Resul ve'l Muluk ve'l Hulefa : Taberî
El - Camius Sahih : Muhammed el - Buhârî
Sünen-i Ebu Davud : Ebu Davud Sicistani
El - Camius Sahih : Tırmizi
Sahih-i Müslim : Ebul - Hüseyn Müslim
The Origins Of İsmailism ; The Historical Backround of the Fatimid Chaliphate : Bernard Lewis
Karanlıktaki İlk Yıllar ; İslam'ın Menşei ve Tarihine Yönelik Güncel Araştırmalar : Karl Heinz Ohlig + Gerd Puin
The Nabataeans ; Builders of Petra : Dan Gibson

Serinin diğer yazıları aşağıdadır:
Muhammed gerçekten yaşadı mı? 1 | Muhammed gerçekten yaşadı mı? 2 | Muhammed gerçekten yaşadı mı? 3

Yazan: Gregoire de Fronsac

İSLAMI NEDEN TERK ETTİM ?

din, sizden gelenler, Dinden nasıl çıktım, Nasıl dinden çıktım?, Dini terk ediş hikayem, Dini neden terk ettim, Din yerine bilim, Dinsizlik, İslam çelişkileri, İslamı neden terk ettim?
Herkes gibi eskiden bende dindardım ta ki dinin iç yüzünü öğrenene ve Allah denilen Tanrı'yı tanıyana kadar. Müslümandım ama ailem Müslüman olsa da dindar değildi. Kalbimiz temiz ibadet etmesem de olur, iyilik yapsak yeter derlerdi. Ama bir türlü onlara "Allah size ibadet etmeyi buyuruyor başka yolla cennete gidemezsiniz, 5 vakit namaz kılın oruç tutun, İslam'ın şartlarını yerine getirin diyemezdim. İslami bilgileri en yakın arkadaşımdan alıyordum ve kendim de araştırıyordum. Bazen Kur'an bile okuyordum. İnancım ve Allah'a sevgimin büyüklüğünü kimseye anlatamazdım. O kadar güzel bir histi ki, namaz kılmak bile istiyordum. Ama ailem izin vermiyordu. Sen iyilik yap, iyi insan ol derlerdi. Çok üstlerine gidince (arkadaşım çok dindardı, İslam'ın her şartını sonuna kadar yapan biriydi ve günah işlememek için çok titiz davranırdı.) o seni Vahabi yapacak, İşid ve diğer dini terör örgütlerine yönlendirecek diyor ve çocuğumuz Vahabi oluyor diye söyleniyorlardı. Hatta işin büyüklüğü akrabalarıma kadar uzamıştı. Tarafımı tutan yoktu, boş işler bunlar derlerdi. Ama çocuk ehl-i sünnetti, hiç öyle şeylerle alakası yoktu fakat sert fikirleri vardı. Ben karşı çıkınca Kur'an'da var derdi ve bende o yüzden susardım. Taki bu dinin ve tanrının insanlara yaptığını öğrendikten sonra.

Geleceği görebilen bir tanrının yarattığı peygamberi oğluyla sınaması, cariyelik denilen köle kavramının kabul edilmesi, hırsızın elinin kesilerek cezalandırılabilmesi ve sırf iyilik olsun diye kurban bayramında hayvan kesip millete dağıtma kuralı, "hacca gittiğimde herkes bana hacı diyecek, güzel insan diyecek" diye oraya gidenler, peygamber o taşı öptü bizde öpmeliyiz diye Arabistan'a gidip Arapları paraya boğmalar, şeytan taşlamalar, eski mısırda diğerlerden farklı olmak için fahişelerin (tapınak rahibeleri) giydiği çarçafı günümüz insanlarının ve Türklerin giyinip simsiyah gezmesi, dinde zorlama yok dedikten sonra dinsiz veya o dinden olmayanları hoş karşılamamak ve adeta onlara düşman kesilmek gibi olaylar çok mantıksızca ve gerici geliyordu. Şu anda bile Arap dini olan İslam 7.yüzyıldan kalma bir din olduğunu, çağa uymadığını bile bile ayetleri eğip büküp o sert kanunları yumuşatıp sevimli bir hale getirmeleri beni İslamdan uzaklaştırmaya başladı.


Kur'an'da kadına değer verilmemesi, aşağılanması, "kadınlar sizin tarlanızdır istediğiniz gibi girin denmesi", çok eşli evlilikler, faizin haram olması, sırf peygamber sakal uzattı diye bütün Müslümanların sakal uzatması ve sakalı olamayanlara erkek gözüyle bakılmaması ve "kendilerini kadına benzetiyorlar" sözleri, oruçlu olan birinin oruç tutmayan birini çevresinde yerken görünce "git o tarafta ye, burada içme, şurada yapma" diyerek kendilerini rahatlatırken diğerlerini kısıtlamaları beni adeta çileden çıkartmıştı.

Cübbeli gibi hocaların Mahmut'u neredeyse ilahlaştırması, söylediği sözler; "Mars'da ne var parayı bana verin söyleyeyim" o haram, bu haram ve diğer hocaların buna benzer akıl almaz fetvaları tırnak içinde "bizi iyi yola getireceklerini söylerken ülkeyi ve insanları cehalete sürükleyip yobazlaştırmaları" ve daha sonra bize saygı duyun demeleri beni dinden tiksindirdi.

İslamda mantıksız şeyleri görünce ve bu dinin insanları köle edip beyinlerini yıkamasına üzülüyordum. Orucun mahiyeti nedir? denince "açların halini anlamak için" diyorlardı. O zaman em-pati ve vicdan nereye kayboldu? Em-pati kurabiliyorsam demek ki oruç tutmadan da insanlara yardım edebilirim, bunun için özel bir gün olması gerekmez. İnsan insana her zaman yardım etmelidir. Fakirin halinden anlamak için fakir, zenginin halinden anlamak için zengin, hastanın halinden anlamak için hasta olmak mı gerekiyor?! Tabi ki hayır

Tarikatlar, mezhepler fikir ayrılıkları, mezhep düşmanlığı, din üzerinden kazanılan paralar, dini teröre alet etme ve insanların o terör örgütlerinde Allah için barınmaları ve kendilerini patlatıp yüzlerce insanı katletmeleri, bombalı saldırıda can veren veya yaralanan insanların "Allah'ım yardım et" diye ettiği ve karşılık bulmayan boş duaları, "ben sizi sınıyorum, bu bir imtihan" diyen tanrının 3 yaşındaki çocuğun tecavüze uğramasına göz yumması ve "imtihanı kazanırsan sana cennet vereceğim ne kadar ömrün varsa geçir, rezil yaşa bu hayatı" demesi... Bunları görünce "Tanrı yok, sadist bir varlık" demek geliyordu içimden.

Dinlerde barış vardır deyip Hristiyan ve Yahudilerle kafirlere dost olmayın, onlar gazaba uğramışlardandır denmesi kulağa hiç barışçıl gelmiyordu. Yoksa tanrı bu ayetle Yahudileri, Hristiyanları, Budistleri ve diğer şirke bulaşanları yoluna döndüreceğini mi sanıyordu? Yoksa gelecekte tüm bunların bu şekilde olmayacağını bilmiyor yada göremiyor muydu?! Bence böyle bir tanrı kavramı olamaz. Bu benim tanrım olamaz. Hele hele koskoca bir evrende, o sonsuzlukta sinek pisliği kadar yer kaplayan insan toplumunu tanrı neden sınasın ki? Birde Tanrı'nın Arap yarımadasına peygamber görevlendirip "ey peygamber dinimi yay, bu helal, domuz haram" demesi. Tanrı'nın işi gücü bitti de içkiye domuza mı karışıyor?  Koskoca Tanrısın, bizi sınıyorsun, cennet ve cehenneme göndermek için yarattığın yer küresinde berbat bir hal geçirerek özgürlüğümüzü kısıtlamamızı istemen, kısıtlamayanları da cehenneme gönderip orada orada yanacaklarını söylemen hiçte senin varlığını bana yansıtmıyordu.

Küçücük insanlarız bizim ibadetimize neden ihtiyacın var ki? Neden uzlaşmak istiyorsun bizimle? Yoksa bazı şeylere gücün mü yetmiyor?


Allah'ın  124,000 peygamberi her kavime gönderip onları görevlendirip bu insanları "bana tapın" demekle görevlendirmesi ve daha sonra insanların bu peygamberlere inanmaması ve puta tapması neden Allah'ın varlığına kanıt olsun ki? Kaldı ki 124,000 peygamberin varlığına dair sağlam bir kanıt dahi olmaması, dinin yayılması için yapılan savaşlar, katliamlar, Talas savaşı, Haçlı seferleri, hiç bir şey bilmeyen küçük çocuğun mecburen sünnet edilmesi dinlerin nasıl yayıldığını ve ortaya neler yaydıklarını açıkça gösteriyordu.

Meryem'in bakire olarak İsa'yı dünyaya getirmesinin, İsa'nın ölüleri diriltmesinin, 2 kişi olan Adem ve Havva'dan tüm insanların dünyaya gelmesinin bilimle baya çeliştiğine, hatta masal olduklarına kanaat getirdim.

Biraz mitoloji okudum Sümerleri araştırdım ve bunlarla neredeyse birebir aynı eşleşen hikayeleri gördüm. Enki, Marduk ve diğer eski mezopotomya tanrılarını araştırdım. Allah'ın 99 isminin bile çalıntı olduğunu öğrendiğimde tamamen her şey açıklığa kavuşuyordu. Kur'an ve ibrahimi dinlerin hepsinin kökeni Sümer'den geliyordu maalesef. İnançların nasıl ortaya çıkışını da araştırdım, Allah'ın ay tanrısı olduğunu ve eskiden put diye ona tapıldığını, Uzza, Lat, Menat'ı öğrendim. Günümüzde bile kullandığımız bazı kelimelerin eski Tanrı adları olduğunu fark ettim. Allah sözünün kökenine kadar indim ve düzmece bir tanrı karşıma çıktı.

Hatta mescitlerin neden hepsinin kıbleye baktığını daha sonra kıble yönünün değiştiğini araştırdım. Bu yolda bilgimin artmasına Muazzez İlmiye Çığ'ın, Tanrı'nın 4.000 yıllık tarihi kitabının ve Turan Dursun'un büyük faydaları oldu.

Salem güneş tanrısının kardeşi var ki, onun adı Seher'dir. Seher veya Sahar da denir. Allah'ın oğludur ve çıkmakta olan güneş tanrısıdır. Seher, Salem'in üvey kardeşidir ve annesinin ismi Anat'tır. Sama  hem güneş hem gök yüzü tanrısıdır ve biz buna sema diyoruz. Samas güneş tanrısıdır ve Kur'an'da da güneş şems olarak geçer. Peki neden Kur'an'da bir put adı kullanıyor? Dediğim gibi gündelik hayatımızda bile bu adları kullanıyoruz

İslamda ve ibrahimi dinlerde olan ve mucize denen şeylerin bin yıl öncede bilindiğini gördüm. Daha sonra evrim teorisini araştırdım ve çok mantıklı geldi. Darwin'in "Türlerin Kökeni" kitabını okudum ve burada yazan teoriler dinle çelişiyordu. İnsanın evrimleşerek şimdiki haline geldiğini ve giderek  evrimleştiğini dile getiriyordu. Bulunan fosiller, canlıların fosil kalıntıları meseleyi gün yüzüne çıkarmakta ısrarcıydı. Ben bilimi tercih ettim, okudum, araştırdım, gördüm ve dinden çıktım. Bu benim hikayem, seçim sizin...

SİZDEN GELENLER | Yazan: Zaur Hetemov

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

ÇELİŞKİLERİN ÜZERİNİ ÖRTME ÇABASI

Dünyada; gerçekler karşısında olayları kıvırma, gerçeklerin üstünü örtbas etmek için çeşitli bahaneler uydurma yarışması düzenlense açık ara Müslümanlar birinci olur.

Bu konuda gerçekten başarılı olduklarını itiraf etmeliyim. İslam'daki, Kuran'daki, Hadislerdeki çelişkileri, yanlışlıkları, açıkları o kadar güzel sıvayıp gizlemeye çalışıyorlar ki, aslında çoğu kendi bulduğu bahanelere kendilerinin bile inandığını zannetmiyorum. Muhtemelen kendileri bile "Ulen ne saçma sapan bahane buldum, ne güzel kıvırttım ama olsun tam oturdu valla" demektedirler.

Doğrunun ne olduğuna testten önce karar verirler. Ondan sonra da kalkıp dinin ne bilgilerinin, ne de yönteminin bilimle çelişmediğini söylerler.

Kuran'a göre evren 6 günde yaratılmıştır dersin. Oradaki gün bizim bildiğimiz gün değil derler. Allah yeryüzünü yaygı gibi yayıp uzatmış, dağları da destek olsun diye direk gibi dikmiş kurana göre dersin. Bunlar mecazi anlatımlar, öyle değil o iş derler.

Yakın göğü insanlar gece yön bulabilsinler diye yıldızlarla kandil gibi süslemiş ve bu gök boşluğunda kuşlar uçar kurana göre dersin. Yıldızlar için, yeryüzünden bakan insanin bakış acısından bir anlatım bu derler. Mantıksız bir yön bulmazlar, kuşların uçtuğu gökten ise uzayın değil, yakın atmosferin kastedildiği yorumunu yapıp, yine kendilerini rahatlatırlar.

Üstelik sizin kurduğunuz cümlenin nereden geldiğine, kaynağına göre bile 50 çeşit bahane üretebilmektedirler. Hadisse uydurma der geçerler, ayetse "cımbızlamışsın, yanlış meal, başını sonu da oku, orada öyle demek istemiyor, mecaz var, vs vs" gibi bahaneleri art arda sıralarlar..

Örneğin "Ay beyaz peynirden yapılmıştır" şeklinde bir cümle kursanız, hemen bu cümlenin kaynağının ne olduğuna göre kıvırtma ve bahane bulma işlemlerini gerçekleştirmeye başlarlar :

"Ay beyaz peynirden yapılmıştır" cümlesi bir çocuk masalında geçiyor deseniz ; doğaldır masal sonuçta saçma zaten deyip geçecek,

Bu cümle bir insanın iddiası deseniz ; bu kişinin bilgisizliğinden ve anti-bilimselliğinden dem vuracak,

Bu cümlenin İncil'de geçtiğini söylerseniz; doğaldır, zaten tahrif edilmiş kitap. biz yıllardır bunu söylüyoruz. incil tahrif edilip, değiştirilmiştir diyecek,

Bu cümle Kuran'da geçiyor derseniz ; Acaba bu cümlede ne demiş olabilir?, Bu cümleyi nasıl anlamalıyım ki bilimle çelişmesin diyecek. Ona göre de yorumlar yapacak. "Efendim, burada Ay'ın rengi ile ilgili sembolik bir anlatım yapılmakta, vs" tarzında yorumlama yoluna gidecektir.

Dediğim gibi bu konuda gerçekten başarılılar. Ancak bu başarı sadece kendilerini kandırma üzeredirler. Bir süre daha böyle devam edeceklerdir. Ancak bilim, teknoloji, internet, sosyal medya yayıldıkça bu kandırmacaları nereye kadar sürecek gerçekten merak ediyorum.


Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

DİNDEN ÇIKIŞ HİKAYEM

sizden gelenler, din, dinden çıkış hikayem, Dini neden terk ettim, Dinden neden çıktım, Dinden nasıl çıktım, Dinleri terk edişim, İslamı terk etme nedenleri, islamiyet, İslam çelişkileri,
Müslüman bir ailem var, beni de müslüman yetiştirdiler. Din dersi en sevdiğim derslerdendi. Konuşan karıncalar, yılana dönüşen asa falan..

Her Ramazan oruç tutar, arada namaz kılar, sık sık dua ederdim. Çünkü henüz Kuran'ı okuyup kafamı karıştırmamıştım.

Bi aralar bilime merak sardım (Bir müslüman için en tehlikeli şey). Kendi kendime şunu sordum:

Evren ne kadar büyük?

Evrenin ne kadar büyük olduğu bir türlü aklıma yatmadı. Çünkü kafamda dünya, herşeyin merkezindeydi ve herşey insan için yaratılmıştı.

Gökyüzünde gördüğümüz tüm yıldızların Samanyolu'nun sadece minicik bir bölümü olduğunu anladığımda çok şaşırmıştım.
(Bkz. Evrende Yolculuk Filmi)

Uzay görüntülerinde uçsuz bucaksız galaksi cümbüşünü gördüm. Dünya sınav yeriyse yüz milyarlarca galaksiye ne gerek vardı?

Kafam o kadar karışmıştı ki mutlaka bir sonuca varmalıydım. Gezegenlerin atmosferlerinden tutun da, kara deliklere kadar araştırdım. (Bkz. Kozmos Belgeseli)

Evrende o kadar fazla aktivite var ki.. Pulsar yıldızları, nebulalar, süpernovalar, göktaşları, galaksi çarpışmaları, karanlık madde, vs..
Bütün hepsini araştırmak çok zevkliydi. Kendi kendime birşeyler öğreniyordum. Bilime duyduğum ilgi artıyordu. Artık dünyamızı inceliyecektim.

Dünya nasıl oluştu diye merak ettim. Bunu öğrenirken geçmişten günümüze geçen süreçte karşıma EVRİM çıktı. (Bkz. Dünyanın Oluşumu Filmi)

Haydaa ben evrime inanmıyordum ki..
Tamam inan-mı-yordum ama neden inan-ma-dığımı da bilmiyordum.
Sadece toplumsal refleksti belki.
Müslüman evrime inanmaz diye işlenmişti kafama.

Evrim konusunu anlamaya çalışırken o kadar önyargılıydım ki..
Charles Darwin'in hayatını okumaya karar verdim. Bu iblise hayatta güven olmaz diye :)

Darwin'in hayatını ve bize neyi anlatmaya çalıştığını gördüğümde çok duygulanmıştım. Yaşamın ne olduğunu anladım.

Şimdi gerçeği mi merak etmeliydim, yoksa kendimi mi kandırmalıydım? İşte bu benim dönüm noktam oldu. Ben gerçeği seçtim.
Koyu Hıristiyan bir aileden gelen ve eşi Emma ile sonsuza kadar cennette yaşamayı hayal eden Darwin bile bulduğu gerçeğin peşinden gitmişti.


Benim dinimle bir sorunum yoktu. İnançlıydım ve ibadet de ediyordum. Fakat gerçekler ve masallar arasındaki çizgiyi görmüştüm artık.

Evrim karşıtı yazılmış bilimsel makale yok. Evrim yerçekimi gibi, dünyanın güneş etrafında dönmesi gibi bir gerçek. Tüm kanıtlar ortada.
Bunu öğrenmek hiç hoşuma gitmemişti.

Hemen Kuran'a sarıldım. Allah'ım nolur bu gerçek olmasın diye bir umutla Kuran okumaya başladım.

İlk kez Kuran'ı Türkçe okuyordum.
Yıllarca arapça okuduğum ve kayıtsız şartsız inandığım dinimin temel kaynağını daha ilk kez açıp anlamıyla okuyordum.

Ne garip değil mi?
Kuran da okuyorum ama tam 2 yıldır durmadan kitaplar, belgeseller, makaleler, vs. kafa zehir gibi bilim dolu.
Temeli sağlamlaştırmışım. ;)

Kuran'ı okurken fark ettim ki bu kitap bilimin günümüzde bildiği şeyleri bilmiyor ve hatta yanlış yorumluyor. Dünyayı düz sanıyor mesela.

Spermin testislerden değil, kaburgadan geldiğini anlatıyor.

Önce dünya sonra evren yaratıldı diyor. Gökyüzünü Allah tutmasa düşer diyor.

Sürekli batıya yürürsen dünyanın sonuna ulaşırsın, orda güneş kara bir balçığa batar diyor. Allah'ım aklıma muhafaza ol, bunu sen mi yazdın? Dedim defalarca.

Kuran'ı okudukça şaşkına döndüm. "Bu ne ya? Buna annem de inanıyor, başbakan da, öğretmenim de, arkadaşlarım da. Ama bu kitap yanlış.. İlkel ve çelişki dolu. Nasıl olur?
Hani evrenseldi?

En son hatırladığım Ahzab 53 ayetini okumuştum..
Okuduktan sonra da sokakta "Muhammed bizi kandırmış" diye bağırmak istedim.
Gerçi Kuran'da çok daha utandıran ayetler de var.
Mesela Muhammed'in hanımlarıyla hangi sırayla yatacağını belirten Ahzab 51 gibi..
Ben haksızlığı hiç gelemem.

Kandırıldığımı anladığım an dünyam karardı. Cennete gitme (hurilerle zevku sefa vs) hayalleri kurarken dinin sadece bir siyaset malzemesi olduğunu çözdüm.

Birkaç ay kendimi dış dünyadan izole edip yaşadım. Çünkü öğrendiklerimi kimselere anlatamazdım.
En başta da aileme.

Kafamda hep şu soru vardı:
"Neden Muhammed, neden bunu yaptın?"
Senin dinine 1.6 milyar insan inanıyor ama sen hepimizi kandırmışsın; Neden?
Bu noktadan sonra idolüm, yol göstericim Turan Dursun oldu. Kendisi ilahiyat mezunu, müftülük yapmış bir İslam araştırmacısı. Kureyş Arapçasını en iyi bilen biriydi. Yazdığı "Din Bu" kitapları yüzünden, Müslümanlar tarafından katledildi.

Her neyse
Kuran'ı anlamak için ayetlerin hangi kronolojide ve ne sebeple yazıldığını anlamalıydım. Ben de böyle yaptım. Her ayetin sebebini araştırdım.

Uzun uzun ayetleri yazmayacağım ama özetle Mekke'deyken barışçıl, Medine'deyken saldırgan bir psikoloji izlemiş, çok sevgili Peygamberimiz..
Gençliğinde fakir ve aşksız büyümüş. İki kez kız isteyip reddedilmiş. Kureyşliler altın, kumaş, cariye, herşeye sahipken o bekar ve fakir..
Hırs yapmış, bilenmiş. Önce tüccar ve varlıklı ama yaşı geçmiş bir kadınla (Hatice ile) evlenmiş. Parayı bulunca da tıkır tıkır planını uygulamış.

Dinlerin tarihini inceledim.
Tanrı'nın ve Şeytan'ın tarihte nasıl ortaya atıldığını ve nasıl değiştiğini inceledim.
Herşey ortadaydı..
Yahudi krallarının Tevrat'da uydurduğu dini hükümler İncil'e ve Kuran'a kopyalanmış.
O krallara da Muhammed "peygamber" diye atıfta bulunmuş.
Muhammed şahsi çıkarları için ortaya attığı dini ilk başta Mekke ve civarı için düşünmüş. (Bkz. En'am:92. ayet)
Medinelilerin Mekkelilere olan husumetini kullanarak da gücüne güç katıp ilerleyen yıllarda "evrensel" bir kitap (Kur'an-ı Kerim) iddiasını ortaya atmış.


Dinlerin yalan olduğunu anladığım an kendimi dev bir açık hava tımarhanesinde hissetmiştim. Herkes kandırılmış ama uyaramıyorsun!
İnsanların yakasına yapışıp aptal olmayın, nolur okuyun diyesim vardı ama "kardeşim bizi çok fena kandırmışlar" diye anlatsan dahi dayak yersin.

Çocuk gelinler, kafası kesilen kâfirler, idam edilen eşcinseller, kuma getirilenler, cariye olarak alınıp satılanlar hep bu yalanın sonucu..
Göstermelik namaz kılanlar, dinle insanların parasını çalanlar, Allah Muhammed diye diye oyları kapanlar hep bu bozuk düzenin sonucu..

En kötüsü de çocuk yaşta kız çocuklarının sırf Muhammed'in sünneti diye evlendirilmesi ve bunun meşrulaştırılması..
Bütün bunları görüp de isyan etmemek mümkün mü? Sessiz kalıp "bana ne başlarının çaresine baksınlar" demek mümkün mü?

Müslümanken mümkündü.
Çünkü Allah var, ahirette cezalarını çekerler derdim. Zaten Kuran'dan habersizdim. Onlar gerçek müslüman değil derdim.

Dini sorguladıktan sonra ise durum değişti. Eğer Allah yoksa bu insanlar asla cezasını çekmeyecek. Tüm yaptıkları yanlarına kâr kalacaktı. O halde bir şey yapmalı dedim.
Hani kolunu kaybetmiş birine bir müslüman bakıp haline şükredip geçer ya.. Ama dinsiz biri şükredemez. Protez kol yapması gerekir.

Nasıl ki Müslüman her işlediği suçta "Şeytana uydum tövbe ettim" diyip sıyrılır ya.. Dinsiz biri diyemez, ölene kadar vicdanına hesap verir.

Dinden çıkmış olmak bu yüzden zor.
Çünkü hayali arkadaşlarınız yoktur.
Artık vicdanınızla başbaşasınızdır.
Haksızlığa çözüm bulmaya zorlanırsınız.

Ben her gün insanların güneş tanrısına tapınma ibadetleri yapıp, Mısırlı ay tanrısı Al-ilah'a taptığı Türkiye'de yaşıyorum.

Ben ibranice adı "Gehinnom" olan Kudüs'teki ölülerin yakıldığı vadiye öldükten sonra gideceğini düşünen insanlarla yaşıyorum.
(Bkz. Gehinnom cehennem vadisinin adıdır)

Ben Mısır tanrısı "Amon"a tapanların yakarışından kopya edilen, her duaya "âmin" diyen insanlarla yaşıyorum.

Ben orjinali ibranice olan "şalom aleküm" kelimesini tanrının selamı sanıp "Selamın Aleyküm" diyen insanlarla yaşıyorum..

Ben 5 vakit ezanla, Ramazan gecesi davulla, ekranlarda dinî masallarla, ödediğim vergiler diyanete harcanarak yaşıyorum.

Bütün bu haksızlığa vicdanım razı gelmediği için İslam'ın ve insanlığa zarar veren tüm inanışların karşısındayım.


Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

DİN VE BİLİM 4 | GÖZ TEDAVİSİ MUCİZESİ - ŞEFAATİN GÜCÜ

DP, din, islamiyet, din ve bilim, Göz tedavisi mucizesi, Kur'an ve şefaat, Şefaat var mıdır?, Göz tedavisi hadisi, Peygamber şefaat edebilir mi?, Şefaat ve Allah, Din çelişkileri, İslam çelişkileri,

PEYGAMBERİN GÖZ DOKTORLUĞU, ŞEFAAT VE GÖZ MUCİZESİ (!)


Ünlü Fransız aktris Sophie MARCEU’ yu dünya sinemasına kazandıran meşhur “La Boum” film serisinin ikinci filminin soundtrack parçalarından birisi de Vladimir COSMA’nın seslendirdiği “Your Eyes” yani “SENİN GÖZLERİN” adlı şarkıydı. Film, ergenliğe yeni adım atan bir genç kızın aşk maceralarını konu alıyordu. Bu şarkı, sonlardaki dans sahnesinde öne çıkıyor ve filme damgasını vuruyordu. İzlemiş olanlar hemen hatırlar. Eğer Romantik şarkılardan oluşan bir Top 10 listesi yapmaya kalksam herhalde ilk 3 sırada yerini alır. Şarkının sözleri de inanılmaz anlamlı ve güzeldir. Dinlemenizi tavsiye ederim. Göz romantiktir, aşk unsurudur (Yazar Notu: İlk tanıştığımızda eşimin bakışları beni duman etmişti).

Bakışlar çok şey ifade eder. Göz hareket ve refleksleri sizin o anki psikolojik modunuz hakkında da veriler sunar. Sevinç, korku, mutluluk, panik, acı gibi hisleri gözlerden anlayabilirsiniz. Bizim müzik kültürümüzde de Selami Şahin seslendirmemiş miydi: “Gözler Kalbin Aynasıdır”…

Biyolojik açıdan ele alırsak Göz en hassas organlardandır. Karmaşık bir yapıya ve işleyişe sahiptir. Evrim karşıtı kimi yaradılışçının ya da akıllı tasarımcının tutunduğu “İndirgenemez Karmaşıklık” faktörüne dayanaklardan biridir. Neydi kısaca İndirgenemez Karmaşıklık, “Tek bir parçası çıkarıldığında işlevini yitiren sistem”. Yani sistem ne kadar kusursuz olursa olsun tek bir parça devre dışı kaldığında çöker. Bu nedenle gözü ele alırlar. Gözü bir sistem olarak düşündüğümüzde en küçük bir yapısı dahi devreden çıkarılırsa/oluşmaz ise işlevini yitirir.

Prof. Michael J. Behe indirgenemez karmaşıklığı bir makalesinde şöyle tanımlamıştır:
“İndirgenemez karmaşıklıkla söylemek istediğim birçok etkileşimli parçadan oluşan, temel bir görevi yerine getiren ya da katkıda bulunan tek bir sistemdir. Bu tür bir sistem, tedricen, küçük, başarılı öncü değişikliklerle üretilemez. Çünkü doğal seçilim işleyen bir görevi seçmeye dayanır. Bir indirgenemez karmaşık sistemin, eğer böyle bir şey varsa, doğal seçilim için tam bir bütün olarak çalışır halde aniden oluşması gereklidir”

Akıllı Tasarımı savunanlar şöyle bir yaklaşım geliştirirler:
İnsan gözü, 40 kadar küçük dokunun uyum içinde çalışması sayesinde işlev yapar. Gözü dış etkilerden koruyan göz kapakları, gözü nemlendiren ve yağlayan özel salgı bezleri, ışığın kırılarak içeri alınmasını sağlayan mercek, bu merceği odaklayan küçük kaslar, göze girecek ışık miktarını ayarlayan iris, antibakteriyal göz sıvısı ya da ışığı "yorumlayan" retina tabakası, bu 40 ayrı parçanın bazılarıdır. Önemli olan gözün tüm parçalarının doğru yerde, doğru büyüklükte, doğru işlevde olmasıdır. Eğer bu parçaların biri bile olmasa, ya da işlev göremese, insan kör olur. Gözün bu özelliği, bilimsel literatürde "indirgenemez komplekslik" denen özelliktir. Bu görüşe göre gözü daha basite indirgeyemez, daha ilkel hale getiremezsiniz; tek bir eksiklik, körlükle sonuçlanır.


Neyse şu akıllı tasarım ve yaratılışçı teorileri bir kenara bırakalım. Evrim süreci ve ilerleyişi bilimsel olarak –gözün dahi- ne şekilde ve nasıl evrildiğini mantıklı ve akla uygun bir biçimde açıklayabiliyor. Kısaca bilimsel çevrelerde bu husus tartışılmıyor. Ayrıca eğer Richard DAWKINS’in “Tanrı Yanılgısı” ve “Kör Saatçi” adlı kitaplarını okursanız söylemek istediğim hususu daha rahat anlarsınız.

Bu kadar karmaşık yapıya sahip, hassas, dış ortamdan kaynaklı tehlikelere karşı dikkat edilmesi gerek bu organda meydana gelen rahatsızlıklar hepimizin yaşam kalitesini olumsuz yönde etkiliyor.

Günümüz yeme alışkanlıkları, hastalıklar, yaşam ve iş koşulları gibi birçok faktörden dolayı göz rahatsızlıkları ile karşılaşırız. Bu rahatsızlıklardan korunmak için türlü yöntemler deneriz. İnternet ortamında denk geldiğimiz kürlerden tutun da göze iyi gelen meyvelere kadar. Birçoğumuz kaçınılmaz olarak doktora gider. Rahatsızlığın türüne ve boyutuna bağlı olarak bir tedavi süreci başlar. Kimilerinde gözlük bir rahatlama unsuru iken, yaşam kalitesini artırma adına bir kısmımız ameliyat olur.

Gözde meydana gelebilecek en tehlikeli durum görme yetisinin kalkmasıdır. Görme yetisinin kalkmasına karşı bir takım tedavi süreçleri yürütülür. Kimi hafif kimisi ise ağırdır. Eğer neticede görme yeteneğiniz ortadan kalkar ise en kötü senaryo gerçekleşmiş demektir.

Bazı insanlar görme yeteneğinden mahrum olarak doğar. Hayatın renklerini, biçimini hiç bilemezler. Dünya algıları duydukları, dokundukları ve hissettikleri ile sınırlıdır.

Görme yeteneğini tekrar kazanabilmek için de ayrı tedavi mekanizmaları vardır. Nakiller, ilaçlı veya ilaçsız tedaviler bunlardan bazılarıdır.

Etrafımızı gözlemlediğimizde bu durumdan mustarip çok insan görebiliriz. En basitinden ailemizdeki yaşlılar. Özellikle katarakt, görme yeteneğini önemli ölçüde azaltabiliyor.

Göz tedavisi maalesef oldukça pahalı. Devlet imkânları bir yana eğer yüksek kalitede bir tedavi süreci başlatmak istiyorsanız paraya kıymak zorundasınız.

İşte bu noktada devreye “Şüphesiz gaflet içinde olan!”, kesinlikle iş ve ortaklık yapmamamız gereken, dost edinmememiz gereken Yahudi ve Hristiyanların ya da daha da fenası Allah’ı tanımayan ateist ve deist gibi kâfirlerin icat ettiği makineler ve tedavi formatları ile ilaçlar devreye giriyor.

Bu şekilde, iman edenler, mümin ve mümineler kandırılmaktadırlar. İnananlar için hiç şüphesiz Kuran-ı Kerim’de gözde meydana gelebilecek sorunlara karşı çözümlere dair örnekler bulunmakla birlikte, İslam Peygamberi Muhammed’in sahih hadislerinde de göz’ de meydana gelebilecek en ağır rahatsızlık olan körlüğe tedavi bulunmaktadır.

Okumayan, iman etmeyen, zalimlerin ve saptırılmışların peşinde olanlar bunları görmemekte ve büyük bir yanılgıya düşmektedirler.

Peki, son hak din olan İslamiyet’te gerçekten bu hususta neler var bir inceleyelim. İlk örnek Kuran-ı Kerim’in bizzat kendisinden. Kör olan bir göz nasıl iyileşir?

Hadi Yusuf Suresi 2. Ayete bir göz atalım:
“Muhakkak ki Biz, O'nu Arapça Kur’ân olarak indirdik. Böylece siz akıl edersiniz.”

Şimdi bu ayete bakarak akıl edebilmek için Kuran-ı Kerim’i okumamız gerekiyor. Alak suresinin de ilk beş ayeti bunu destekliyor. Bu tamam. Yani Kuran ve İslamiyet her konuda cevap veriyor.

Şimdi Yusuf 93:
“Bu gömleğimi götürün, sonra da onu babamın yüzüne sürün. Görme hassası (geri) gelir. Ve ailenizin hepsini bana getirin.”

Şimdi Yusuf 96:
“Böylece müjdeci geldiği zaman onu (Yusuf’un gömleğini), onun (babasının) yüzüne sürdü. Görme hassası hemen geri döndü. Yâkub (a.s): “Ben size demedim mi? Gerçekten, ben sizin bilmediğiniz şeyleri Allah’tan (vahiy olarak) biliyorum.” dedi.”

Buradan çıkartacağımız sonuç, Allah’ın izni ile Yusuf babasına şefaatçi olarak gömleğini göndermiş, onun gömleğini yüzüne ve gözüne süren babası Yakub’un görme yeteneği yerine gelmiştir. Kuran-ı Kerim’e göre bu husus sabit. Şüphesiz inananlar için bir mucize.

Yani, Allah’ın izni ve şefaatçi vasıtası ile görme yeteneğinin geri kazanılabildiği, Kuran’da yer alan bir gerçek. Peki, İslam peygamberi Muhammed bu mucizeyi gösterebilmiş midir? Kuran-ı Kerim’de böyle bir ayet yok.

Bu durumda Ehl-i Sünnet Vel Cemaat olmamızdan sebep, ikincil kaynak olarak “sahih” hadis kaynaklarına yönelelim.

Şimdi sakın bu hadisler için “Yok efendim onlar sahih değil, peygamberimize atfedilmiş saçmalıkları hadis diye yutturup güzel dinimizi karalamayın!” diye Karadeniz ağzı ile “Afkurmadan!” önce şunu düşünün. Siz namazınızı ve diğer İslami ibadetlerinizi de sahih hadislere ve sünnete göre yapıyorsunuz. Suç ve ceza mekanizmalarınızı, Cuma namazınızın vaktini ve şeklini, hac görevinizi kısaca tüm İslami pratiklerin çoğunu sahih hadis ve sünnete göre yapıyorsunuz. Boşuna inkar ederek inandığınız dinden çıkıp “Mürted” olmayın. Biliyorsunuz Mürted’liğin cezası açık ve seçik bir şekilde Kuran-ı Kerim’e göre ÖLÜM’dür.

Konumuza geri dönersek, sahih hadislere baktığımızda şunu görürüz:
Tirmizi ve Nesai’nin (Sünen) kitaplarında diyor ki, iki gözü a’ma bir kimse gelip, ya Resulallah, Allahü teâlâya dua et, gözlerim açılsın dedi. (Kusursuz bir abdest al! Sonra Ya Rabbi! Sana yalvarıyorum. Sevgili Peygamberin Muhammed aleyhisselamı araya koyarak, senden istiyorum. Ey çok sevdiğim Peygamberim Muhammed aleyhisselam! Seni vesile ederek, Rabbime yalvarıyorum. Senin hatırın için kabul etmesini istiyorum. Ya Rabbi! Bu yüce Peygamberi bana şefaatçi eyle! Onun hürmetine duamı kabul et!) duasını okumasını buyurdu. Adam, abdest alıp dua etti. Hemen gözleri açıldı. Bu duayı Müslümanlar, her zaman okumuşlar ve maksatlarına kavuşmuşlardır.

Bu olayı detaylı olarak incelersek:
Âmâ Hadisi
Sunen-i Tirmizi, Nesai ve diğer kaynaklar tarafından Osman bin Huneyf el Ensari r.anh'ten sahih olarak rivayet edilen aşağıdaki hadisi delil olarak göstermektedirler.

Hadiste ravi şöyle anlatmaktadır:
"Âmâ bir adam Peygamber (s.a.v.)'e gelerek "bana sıhhat ve afiyet vermesi için Allah'a dua et" dedi.
Rasulullah (s.a.v.) : "istersen senin için dua ederim. Ama dilersen sabredersin. Bu senin için daha hayırlıdır" buyurunca, adam: Dua et dedi.

Peygamber (s.a.v.) 'de güzelce abdest almasını ve şu şekilde dua etmesini emretti:
"Allah’ım senden istiyorum ve rahmet peygamberi olan peygamberin Muhammed ile Sana yöneliyorum. Ben şu ihtiyacımı gidermesi için seninle Rabbime yöneldim. Allah’ım, O'nu benim için şefaatçi kıl" Bu sayede Âmâ adam şifa buldu ve iyileşti." [1]

Tüm bu bilgiler ışığında, Allah’ın izni ile bir peygamberin (Yusuf) gömleğini kullanmak sureti ile körlüğü iyileştirdiğini öğrendik.

Sahih hadisler ışığında bu ilahi sırra Muhammed’in de nail olduğunu, onun şefaati ile körlüğün tedavi edilebildiğini öğrendik. Yine bu sahih hadis ışığında görme yeteneğinin, yukarıdaki duanın okunması şartı ile gerçekleşebildiğini öğrendik.

Cübbeli Ahmet Hoca efendinin de göz tedavisi için bol bol duası mevcut. Kendi site ve kaynaklarında yer alıyor. İnanmıyorsanız araştırıp bakabilirsiniz. Adam hem Kuran-ı Kerimden hem de sahih hadisler ile sünnetten detay veriyor.

Evet? Aklınızda bir soru kaldı mı? Kalmamıştır diye umut ediyorum.

Yazıma burada son verirken…
Bir dakika bir dakika. Tüm inançlı arkadaşlardan özür dilerim. Bir kere “Allah dışı şefaatçi” kavramı tümden Kuran dışıdır. Nasıl olur da dilime dolar ve şefaat işinin peygamber dahi olsa başkaları tarafından aracı kılınarak yapılabileceğini söylerim. İnançlı arkadaşlar bu konuda haklılar. Neden mi? Hadi Zümer Suresine bakalım:

Zümer 43:
Yoksa onlar, Allah’tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: "Onlar bir şeye (bir güce) malik olmasalar ve akıl etmeseler de mi?"

Zümer 44:
De ki: "Şefaatin hepsi Allah’a mahsustur. Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Sonra O’na döndürüleceksiniz."

Kısacası Allah’tan başkası şefaatçi olamaz. Şefaat sadece Allah’a mahsustur. Zümer 43 ve 44 açık ve seçik belirtmiş.

Hatta Müşrikler için sorun da buydu. Kureyşli Müşrikler Allah’a inanıyor, ancak araya şefaatçi olsun diye putları koyuyordu. İslamiyet Öncesi Allah inancı ve Arabistan yarımadasındaki din ile ilgili bu sitede ibadullah kaynak mevcut.

Peygamberin babasının isminin dahi Abdullah olması (Abdullah Allah’ın kulu demektir) bir örnek teşkil ediyor. (Site başyazarı ve yöneticisi A.KARA’nın bu konuda makalelerine bakabilirsiniz)

Pardon ne dediniz? Aracılar şefaat edebilir mi dediniz? Kuran’da var mı dediniz? Olamaz ki? Allah ile arasına şefaatçi koyanlar putperest müşriklerdi. Bizim dinimizde Allah ile kul arasına kimse girmez. Giremez. Biz dinimizi böyle öğrendik kusura bakmayın. Allah ile kul arasına peygamber dahi girmez diyen bizim hocalar değil miydi? İyi de o zaman bu yazıda daha önce bahsettiğim hadis patladı?

Ama bir dakika. O hadiste peygamberin şefaati söz konusuydu. Ben de tümden sapkın olup her şeyi çarpıttım. Objektif olmam lazım.


Toparlayalım. Zümer 43 ve 44 ışığında sadece Allah şefaat edebilir. Anladım.
Hadise göre peygamber şefaatçi olabiliyordu ki peygamber herkes değildir. O Rabbin elçisidir. Yusuf suresi de bu kapsamda mantıklı geldi şimdi.

O halde sadece peygamber/peygamberler şefaat edebilir. Her ne kadar Zümer ve 43 ve 44 olsa da orada bahsedilen hususu ben anlayamamışım demek ki. Yani hadise göre peygamber edebilir ama gerisi edemez. Yani hacılar ve hocalar şefaat edemez. Tamam, şimdi gönlüm huzurla doldu.

Ne? Var mı? Bakara 255’ mi? Ne diyor ki Bakara 255:
Allah ki, O’ndan başka ilâh yoktur (Sadece O vardır). Hayy’dır Kayyum’dur. O’nu ne bir uyuklama ve ne de bir uyku hali tutmaz. Göklerde ve yerde olan herşey O’nundur. O'nun izni olmadan, O’nun katında kim şefaat etme yetkisine sahiptir? Onların önlerinde ve arkalarında olanları (geçmiş ve geleceklerini) bilir. Ve O’nun lminden, O’nun dilediğinden başka bir şey ihata edemezler (kavrayamazlar). O’nun kürsüsü gökleri ve yeri kaplamıştır. Ve o ikisini muhafaza etmek (yerlerin ve göklerin dengesini korumak, gözetmek), Kendisine zor gelmez ve O Alâ’dır (çok yücedir), Azîm’dir (çok büyüktür).

Yani Allah’ın izni ile biri ya da birileri şefaatçi olabiliyor. Hacılar Hocalar şefaatçi olabiliyor. İyi de Zümer 43 ve 44 böyle demiyordu? Ayetleri cımbızla seçmeyip tüm sureleri, hatta Kuran-Kerim’in bütünü ele alındığında da böyle anlam çıkmamalıydı. Çelişki mi var? Yok, zannetmem. Benim sapkın zihnim bunları algılayamadı o kadar.

Bakara 255’e göre şefaatçi olanlar kimler? Seçilme kriterleri neler? Onları kim nasıl tanıyacak? Kuran-ı Kerim ve hadislerde :”Şefaatçileri Tanıma Rehberi” olabilecek kıstaslar var mı?

Yahu beynim yandı. Konuyu Göz’den açtık, tedaviye para vermeyin. Yapın Duanızı geçsin dedik, konu şefaate kaydı.

Tam Zümer 43-44’e göre Allah’tan başkası şefaatçi olamaz dedik karşımıza Yusuf 93-96 çıktı. Ayrıca peygamberin şefaatçi olabildiğine dair sahih hadiste çıktı ki Göz tedavisinin sırrı bu hadiste idi.

Hadi peygamberler olabilir dedik karşımıza Bakara 255 çıktı ki peygamber haricinde başkaları da şefaatçi olabilirmiş onu öğrendik.

İyide Bakara 255 ile Zümer 43-44 birbiri ile çelişti?
O da benim cahilliğimden anlaşılamamış olsun.

Ben çıkamadım işin içinden. Şüphesiz apaçık zalimlerden olduğum için ve zır cahil olduğum için olabilir. Bu hususu size bırakıyorum. Sonuçta cımbızla seçip çarpıttığım ayetler ile sizin zihninizi bulandırmak istemem. Karar sizin. Benim gibi sapkın, apaçık ayetleri görüp de ibret alamayan bir zalim ehlinin deliliğine verin.

Amacım Göz organı ve tedavisi ışığında Din ile Bilim uçurumundan bahsetmekti, konu kaydı da kaydı. Sapkın ve cahil olduğum kadar yazarlıktan da anlamıyorum ki önceki yazılarımı okuyanlar bunu rahatlıkla anlayabilir. Bir türlü konuyu yakalayamıyorum (!). Hiçbir yazımda cevap üretmiyor, sadece saçma sapan sorular soruyorum.

Dedim ya, cahilliğime verin.
Her şeyi bir kenara bırakın. Neye inandığınız önemli değil. Sadece “Bir Dua” ile iyileşen kaç tane kör tanıyorsunuz? Kaç hastalığın iyileştiğine tanık oldunuz?

Kuran ve Hadisler ışığında iyileştiren duaları internette veya dini kaynaklarda araştırın bakalım böyle dualar var mı yok mu? Bunların hurafe olmayıp gerçekten dinde olduğunu göreceksiniz. İnkara kalkmayın. Unutmadan imkan bulursanız ayrıca tatbik edin. Bakalım sonuçlar neler olacak. Bunlar hurafe demeyin. Değiller. İnandığınız dine göre bunlar güvenilir ve sabit. Açın artık “GÖZ” ünüzü.
Sağlıcakla kalın.

Kaynaklar:
[1] Ahmed (4/138) Tirmizi : No 3578) Nesai es Sunenu'l Kubra (No 10419 10420) İbn Mace (No 1385) İbn Huzeyme-es Sahıhun (No 1219) Taberani el,Mu'cemu'l-kebir (9/No 8311-rivayetin merfu olan son bölümü), el-Mucemu,s-sağır, (er Ravdu-d Dani No :508 rivayetin merfu olan son bölümü)
[2] Kur'an (Yusuf 2,93,96, Zümer 43,44, Bakara 255)

Yazan: Demon Product

ALLAH İLE NAMAZ PAZARLIĞI

A, din, islamiyet, Allah ile namaz pazarlığı, Miraç öncesi namaz, Namaz vaktinin düşmesi, 50den 5e inen namaz, Miraç'ta Muhammed'in Musa'ya uğraması, İslam çelişkileri, Kuran çelişkileri, Miraç olayı
Bilindiği üzere Müslümansanız miraç olayına inanmak zorundasınız. Miraç olayının en önemli hadisesi 50 vakit olan namazın 5 vakte düşürülmesidir.

Şöyle ki, inanışa göre Muhammed, miraç sırasında Musa'ya uğruyor (yorumsuz) ve namaz sayısının düşürülmesi böylece başlamış oluyor.

Bu görüşme sırasında Musa, Muhammed'e Allah'ın ümmetine neyi farz kıldığını soruyor. Muhammed'de 50 vakit namazın farz kılındığını söylüyor (oldu olacak hiç yaşamasınlar, sanırım Allah o sıralar insanları yaratıldıklarına pişman etmeyi planlıyordu...)

Musa 50 vakit namazı duyunca Muhammed'e "Rabbine dön ve eksiltmesi için ricada bulun, ümmetin gücü buna yetmez" diyor (zaten makine olsa dayanmaz).

Bunun üzerine Muhammed dönüp Allah'a bu sayıyı düşürmesi için yalvarıyor ve Allah 10 vakit namazı indiriyor, yani geriye kaldı 40. Sonra nedendir bilinmez, Muhammed tekrar Musa'nın yanına dönüyor ve ona Allah'ın 10 vakit düşürdüğünü haber veriyor. Haberi alan Musa, "Tekrar dön ve niyazda bulun çünkü Müslümanların gücü buna da yetmez" diyor.

Buradan sonrasını yazmaya kalkarsam bir nevi tekerleme okuyor gibi hissedebilirsiniz çünkü namaz sayısı 10 vakte düşünceye kadar, Muhammed sürekli Musa'ya uğruyor ve oradan tekrar Allah'a gidip yalvarıyor ve Allah her gidişinde 10 vakit düşürüyor namaz vaktini.

En son düşe düşe namaz vakti sayısı 10'a düşüyor ve Muhammed tekrar Musa'ya namaz vaktinin 10'a indiğini söyleyince Musa "Ümmetin buna da güç yetiremez" diyor.

Muhammed tekrar namaz vaktinin indirilmesi için Allah'a yalvarınca Allah:
"Benim katımda hüküm değişmez, Onlar her gece ve gündüzde 5 vakit namazdadır. Her namaz içinde 10 ecir vardır ki bu da 50 namaz eder" diyor.


Böylece Muhammed tekrar Musa'nın yanına dönüyor ve "5 vakit namazla emrolundum" diyor.
Bunun üzerine Musa "Ümmetin her gün 5 vakit namaza da güç yetiremez, ben senden önce İsrail oğullarını çok tecrübe ettim, bilirim." diyor ve Muhammed'e tekrar Rabbinden ricada bulun diyor (Bilemiyorum ama bana Musa'nın namaz kılası yok gibi geldi).
Muhammed'de cevap olarak Allah'a zaten çok niyaz ettiğini, bir daha niyazda bulunmak konusunda utandığını söylüyor (Sîre 2/50) ve böylece namaz vaktinin sayısı en son 5 olarak kalıyor.

Şimdi bu konuyla ilgili sizlere bazı sorularım var:
  • Muhammed insanların gücünün yetmeyeceğini neden bilemiyor da sürekli gidip Musa'ya anlattıktan sonra, Musa'nın yönlendirmesi ile tekrar gidip Allah'a yalvarıyor?
  • Muhammed, Musa söylemese "neden 50 vakit namaz çoktur" diye düşünemiyor?
  • Muhammed neden sanki tekrarlanan bir bant kaydı imiş gibi sürekli Musa'ya gidip inen vakit sayısını söylüyor ve Musa'dan bir nevi onay bekliyor?
  • Her şeyi öngören Allah 50 vakit namazın insanlara ağır geleceğini bilemiyor mu? (Kim olsa bilir)
  • Allah neden geleceği, olan ve olacak her şeyi bildiği halde, yani Muhammed'in gelip ona ümmeti için yalvaracağını, defalarca git-gel yapıp tekrar ve tekrar niyaz edeceğini bildiği halde 50 vakit namazı farz kılıyor?
  • Yine aynı sebepten ötürü, neden namaz vakitlerini her seferinde 10'ar 10'ar düşürüyor Allah? Bunun da insanlara ağır geleceğini bilemiyor mu?
  • Yoksa ilk başlarda bu ibadeti uygulamaya çalışan insanların ayaklarının şişip patlaması, acılar çekmeleri ve Muhammed'in gelip sürekli Allah'a yalvarması Allah'ın hoşuna mı gidiyor? Bu egoist bir tavır değilse nedir?
  • Bu olay size de açıkça, bariz bir şekilde insan ağzından yazılan bir hikaye gibi gelmiyor mu?

Tarafsızca - dürüstçe söyleyin, benzer bir olay eğer Yahudi veya Hristiyanların külliyatlarında, kitaplarında geçseydi "bu ne saçmalık" demeyecek miydiniz?
Körü körüne, sıkı sıkıya, anne-babanın yoğurup büyüttüğü şekilde inanmak yerine, Muhammed'in tanrısının aslında Muhammed'in kendisi ve hayal dünyası olduğunu ne zaman anlayacaksınız?

Kaynaklar:
Buharî, Bed'ü'l-Halk 6, Enbiya 22, 43, Menakıbu'l-Ensar 42; Müslim, İman 264 (164); Tirmizî, Tefsir İnşirah (3343); Nesâî, Salat 1, (1, 217-218)
(Sîre, 2/50)
Müslim, İman: 263; Ahmed Naim, Sahih-i Buharî Muhtarası Tecrîd-i Sarih Tercemesi. (Ankara: Diyanet işleri Başkanlığı Yayınları, 1981), II/277.
Bedrüddin el-Aynî. Umdetü’l-Karî Şerhu Sahihi’l-Buharî. (Beyrut: İhyâü’t-Türhasi’l-Arabî), IV/48.

Yazan: A.Kara

İSLAM ÇELİŞKİLERİ VE BİD'AT'LAR

DP, din, islamiyet, İslam çelişkileri, Dini çelişkiler, Bidat, Bid'at, Yatır, Türbe, Kandil geceleri, İçtihat nedir, Müslümanların bid'atları, Tahrim suresi, Necm suresi, Kuran, Hacc suresi, Enfal suresi, Kur'an, Hz Muhammed, İslami ritüeller,
Aklı biraz çalışan ve bir nebze sorgulama yapan, güncel tabir ile “Tatlı su Müslümanı” diye adlandırılan bir çoğunluk var ülkemizde. Bu çoğunluk kenarından azıcık yaptıkları araştırmalar neticesinde karşılaştıkları çelişki ve çarpıklıkları fark ettiklerinde hemen bir kulp bulma yarışına girerler. Genel hatları itibari ile bu konuya Site Başyazarı ve Yöneticisi A. KARA “Neden Deist Oldum 3” adlı yazısında ayrıntılı olarak değinmişti.

Ülkemiz dini dinamikleri ile öyle bir oynanmıştır ki, diğer Müslüman ülkeleri ve Arap toplumu için Türkler, “kendi Yarattıkları İslam’ı Yaşayan Ülke” konumundadır. Bu hususta haksız oldukları söylenemez. Yatır ve Türbe kültürü, mezarlık kültürü, mevlit ve benzeri dine atfedilen ritüeller diğer Müslüman ülkelerde kutlanmaz.

Geçmişlerine ve ne zaman başlandıklarına göz atacak olursak, Kandil geceleri diye bilinen geceler; Mevlit, Regaip, Miraç, Beraat ve Kadir Gecesidir. Bu gecelere Kandil denmesinin sebebi Osmanlı padişahı 2. Selim (1566-1574) zamanında başlayarak, minarelerde kandiller yakılarak duyurulup kutlandığı için "Kandil" olarak anılmaya başlamıştır. (Nebi Bozkurt, “Kandil”; Halit Ünal, Berat Gecesi maddesi. Diyanet İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, 2001, c. 24, s. 300)

Hicretten 300 yıl sonra ilk kez Mısır'da, Fatımiler döneminde Mevlit; 400 yıl sonra da Kudüs'te Miraç, Regaip ve Berat geceleri kutlanmaya, bu geceler camilerde toplu biçimde yapılan ibadetlerle geçirilmeye başlandı. Daha sonra bu kutlamalar İslam dünyasının bazı bölgelerine yayılarak gelenekleşti

Özellikle “Kandiller Hususu” ülkemizde en çok tartışılan hususlardan birisidir. Çok açık ifade edebiliriz ki mevlitler hakkında ilahiyat profesörleri dahi (!) kesin bir görüş belirtemezler. Bunun sebebi aslında İslami kültüre göre Kadir Gecesi haricindeki tüm geceler uydurmadır. İlahiyat uzmanları bunu bilmekte, ancak toplumsal ve çevresel baskı faktörlerini göz önünde bulundurarak susmayı yeğ tutarlar. İslami akademik çevrede sadece Mehmet OKUYAN, Mustafa İSLAMOĞLU ve Yaşar Nuri ÖZTÜRK gibi isimler bu konuda radikal sayılabilecek yorumlar geliştirmişlerdir.

Peki, neden diğer İslam ülkelerinin hiç kutlamadığı sadece önemsemekle yetindiği gün ve gecelere biz kutsallık katarak adeta din bayramı haline getiriyoruz? Asıl itibari ile dinleri sorgulayan bir sitede ve dinleri sorgulayan bir yazar nasıl olurda İslami anlamda yazı yazıyor diye düşünebilirsiniz. Yazının devamında sebebini anlayacaksınız.

Önce İslami literatür bu konuda ne diyor göz atalım:

“İbadette İçtihat Olmaz.” Peki, içtihat nedir? Kitabı tanımına bakmakta fayda var: “Kesin ve açık delillerle sabit olmayan öznel yargıları, şer’i delillere uygun olarak ortaya çıkarma konusunda bütün güç ve takatini sarf ederek çalışmaktır. Yani, Kur'an, hadis ve icma ile sabit olan şer’i delillerden hüküm çıkarmaktır. “ Bu tanımdan hareketle İslami anlamda ibadet usul ve esasları, Kuran ve Sünnet çerçevesinde çizilmiştir. Kısacası İlk cümlede bahsedilen İbadette İçtihat Olmaz hükmü gereği dinde yeni bir ibadet veya tapma formatı geliştiremezsiniz. Herhangi gün ve gecelere kutsallık atfedemez ve bunları kutlayamazsınız. Bunlar yapıldığı takdirde İslami açıdan bidat kabul edilir ve şirk koşmak olarak değerlendirildiğinden yapan için günah varsayılır; bu bid’atı dine sokarak uygulatan da ayetlerde belirtildiği üzere lanetlenir. Örneğin Ali İmran 78. Ayet hükmü açıktır: “Onlardan bir grup var ki, kitapta olmayan bir şeyi siz kitaptan sanasınız diye dilleriyle kitabı çarpıtırlar ve Allah'tan olmadığı halde "Bu Allah katındandır!" derler, böylece bile bile Allah hakkında yalanlar uydururlar”

Kısacası eğer Müslüman olarak yaşayan bir insansanız Kuran ve Sünnet dışında yaptığınız her türlü dini aktivite, ritüel, ibadet tümden şirk sayılacak ve günah işlemiş olacaksınız. Bunun tersini iddia etmeye çalışmak dahi bu dine inanan kişiyi –inandığı değerler ile- cehennemlik etmeye yetmektedir. Özellikle Nahl 116 kesin uyarıda bulunmaktadır ki: “Buna göre, artık, kendi yalanınızı Allah'a isnat ederek öyle dilinize geldiği gibi yalan yanlış "Bu helaldir şu haramdır" demeyin; çünkü haberi­niz olsun, Allah'a yalan isnat edenler asla kurtuluşa eremezler.”

Bu hususta bizi daha büyük bir paradoks beklemektedir ki, bu husus Kur'an’daki çelişkiler yumağı hakkında bize “apaçık” delil verir. Tahrim Suresi 1. Ayet: “ Ey Peygamber! Eşlerini memnun etmek için, neden Allah'ın sana helal kıldığı bazı şeyleri haram kılıyorsun?” Kısacası İnandığı Tanrının hükümlerine uymak ve vahiyleri insanlara açıklamak üzerine elçi kılınan Muhammed bile (!) -40 yaşında kalbi çıkarılıp melekler tarafından yıkanarak duru ve saf hale getirilmesine rağmen- keyfiyeti uğruna vahiyleri göz ardı ederek kendi nefsince helal-haram belirleme işine soyunmuştur. Bu noktada “E peygamberde insanoğlu, şaşar beşer, o da yanılabilir. Rabbim onu da uyarmış” diyebilirsiniz. Peki, daha önce belirttiğim üzere 40 yaşında kimin kalbi açılarak formatlandı da kusursuz bir şekilde güncellendi? Hani onun sözleri Allah kelamı idi? Allah kelamı şaşar mı? Hani o tüm kusur ve hatalardan bağımsızdı diye sormazlar mı adama? İşin özü İslam peygamberi dahi kendi bid'at üretebiliyorsa yani, Allah katından vahiy ile bildirilmediği halde helal- haram belirleme merci oluşturmuş ise, diğer Müslümanlardan beklememek tuhaf olur.

Şimdi Necm Suresi 3-4-5’e bir göz atalım: “O, nefis arzusu ile konuşmaz. (Size okuduğu) Kur'an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir. (Kur'an'ı) ona, üstün güçlere sahip, muhteşem görünümlü (Cebrail) öğretti.” Kısacası Kuran diyor ki: peygamber hata yapmaz, eksiksizdir, Kuran dışı konuşmaz ve hareket etmez. Sanırım bu konuda mutabıkız. Peki, yukarıdaki paragrafta yazdığımız Tahrim-1’i tekrar okuyun? Hatta şöyle örnekleri çoğaltalım:

Hacc 52’de :”Senden önce hiçbir resul ve nebi göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, ayetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” Yani şeytan peygambere dahi karışabilmektedir. Hemen ardından şu ayete bakalım: Nisa Suresi 113. Ayet
(Ey Muhammed!) Eğer Allah'ın sana lütuf ve merhameti olmasaydı, onlardan bir grup seni saptırmaya çalışırdı. Halbuki onlar, ancak kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler. Allah sana kitabı (Kur'an'ı) ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah'ın sana lütfu çok büyüktür.

Şimdi bu noktaya kadar ayetler birbirleri ile örtüşemedi. Hem şeytan hem de gruplar peygamberi saptırabiliyor. Allah pekiştirmese durum berbat. O halde daha önce yazdığımız Necm 3-4-5? Hatta Tahrim-1’ de olduğu gibi peygamberin kendi kendine helal-haram belirlemesi?

Kutsal gün ve ibadetlere ekleme hususuna geri dönecek olursak, bu hususta Kuran adeta dükkânı kapatarak yapılan ilaveleri geçersiz kılmakta ve kendisi haricinde yapılan ve söylenen her ibadeti, kutsallığı yok saymaktadır: En’am 59: “Gaybın anahtarları yalnızca O’nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah’ın bilgisi dâhilinde, Levh-i Mahfuz’da) olmasın.” Yani Kuran dışı yapılan ibadet, iş, yaşam vesaire her şey geçersiz ve İbadet ya da Kurana ait gibi gösterilirse şirk ve bid’attır. Yani doğruluğu şüpheli olan Peygamber sünnetinden sonra dahi kendini alim-ulema diyen bir grup dine –Kuranda şirk ve günah olduğu belirtilmesine rağmen- çıkarları uğruna ilave yapmaktan çekinmemişler ve geri durmamışlardır. Hiç bunları sorgulamayan ve koşulsuz uyan Tatlı su Müslümanları “E benim niyetim halis, suç onların, onlar beni kandırdı” diyerek inandıkları dinde cezadan kurtulduklarını mı sanıyorlar? Okudunuz mu? Sorguladınız mı? Hayır. Kusura bakmayın ancak sizlerde –inandığının dinin gereği- cehennemliksiniz.

Peki, neden kutsal gün ve geceler belirlenerek ilave ibadet işine soyunuluyor? Sebebi çok açık. İnsanları tek bir yolda ve doğrultuda sabit tutarak sorgulamaların ve yorumların önüne geçmek. Kısaca uyutma terapileri. Bu duruma ilk Emeviler döneminde rastlanılıyor. Günümüz “Tatlı su Müslümanlığının” temelleri o dönemde atılıyor. Ne zaman insanları bir arada koyun sürüsü gibi tutmak gerekiyor, o zaman hemen DİN alarmı çalıştırılıyor ve birlik beraberlik naraları altında uyuşturulma seansları devam ediyor. Zaten ülkemizde inandığı dinin kitabını bir kez dahi okumamış, başındaki hocası bir tarafını öptürmek istese sevap diye öpecek bir çoğunluk var. Din adına ne söyleseniz “Eyvallah” diyecek bu çoğunluk sistemi, ülkemizde mükemmel kurulmuş durumda. Bu durum öyle bir hal aldı ki neredeyse 5 vakit namaz kılmıyor diye mahalle bakkalından alış verişi kesen çoğunluklar türedi memlekette. Aksini iddia etmeyin şu zamana dek okuduklarımız ve yaşadıklarımız bunun kesin kanıtı. Neyse; konumuz doğru İslam değil, aksine çelişkiler.

Buraya kadar bahsettiğimiz hususlar bile İslam dininin ne kadar likit, değişken ve kişiden kişiye değişiklik gösterebildiğinin kanıtıdır. Hiçbir İslami toplum, ülke, coğrafya “apaçık” olduğu iddia edilen Kuran ve İslamiyet üzerinde uzlaşamazlar.

Kuran ve çelişkileri üzerine İlhan ARSEL ve Turan DURSUN, kitaplarında hali hazırda detaylıca irdelemiş ve örnekler sunmuşlardır. Bu noktada o kitapların okunmasını daha sağlıklı buluyorum.

Konudan ayrı ve bağımsız olarak bir ayet ile yazının sonuna geliyorum:
Enfâl Suresi 67. Ayet:
Yeryüzünde düşmanı tamamıyla sindirip hakim duruma gelmedikçe hiçbir peygambere esir almak yakışmaz. Siz geçici dünya menfatini istiyorsunuz, halbuki Allah ahireti (kazanmanızı) istiyor. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Birisi barış dini mi dedi?

Yazan: Demon Product