HABERLER
Dini Haber
A etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
A etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

NİHİLİZM VE ATEİZM ARASINDAKİ FARK

Hazırlayan: A.Kara
ateizm, nihilizm, Ahlaki nihilizm, Metafizik nihilizm, Nihilizm ve Ateizm, Ateizm ve Nihilizm, Nihilizme göre Tanrı ve ahlak, Ateizm ve ahlak, din, A, Ahlak ve Tanrı, din ve ahlak,
Ateizm tanrıların varlığına inanmaz, temelinde bu kadardır ve başka hiçbir şey yoktur. Nihilizmin birçok formu vardır ve sorunuzun yorumu, ne tür bir "nihilizme" başvurduğunuza bağlıdır.

İki biçimde inceleyelim:
Metafizik nihilizme (var olan herhangi bir şey olduğuna inanmamak)
Ahlaki nihilizm (nesnel ahlaka inanmamak)

Metafizik Nihilizm ve Ateizm
  1. Ateistler herhangi bir tanrı varlığına inanmazlar.
  2. Aşırı (metafizik) nihilistler, tanrılar ve kendileri de dahil olmak üzere herhangi bir şeyin var olduğuna inanmazlar.
  3. Dolayısıyla aşırı (metafizik) nihilistler ateisttir.
  4. Tüm metafizik nihilistler ateist değillerdir, çünkü tamamen ret yoktur, tanrıların var olduğu düşünülmektedir.
Ahlaki Nihilizm ve Ateizm
  1. Ateistler herhangi bir tanrı varlığına inanmazlar.
  2. Ahlaki nihilistler nesnel ahlak olduğuna inanmazlar, yani içsel olarak iyi veya kötü eylemler yoktur.
  3. Ahlaki nihilistler tanrılara inanabilir veya inanmayabilir, ancak objektif ahlaka inanmadıkları için herhangi bir Tanrının nesnel ahlakın kaynağı olduğuna inanmazlar.
  4. Ateistler, objektif ahlakın varlığına inanabilirler ya da inanmayabilirler ancak ahlakın tanrı tarafından verildiğine inanmıyorlar, çünkü herhangi bir tanrıya inanmıyorlar.
Dolayısıyla ateizm ve metafizik nihilizm birbiri ile ilişkilidir fakat ateizm ve ahlaki nihilizm birbiri ile ilişkili değildir çünkü büyük oranda örtüşmez. En önemli nokta: Felsefi ve pratik olarak ahlaki değerlere sahip olmanın veya herhangi bir tanrıya inanmanın mümkün olmadığıdır!

Metafizik Nihilizm ve Ateizm
Bu Nihilizm türü, en uç metafizik biçiminde, her şeyi inkar eden aşırı şüpheciliğin (kendi de dahil) felsefi bir duruşudur. Bu aşırı nihilist biçiminin ateizmi otomatik olarak gerektirdiğini söyleyebilirim. Öte yandan, bir veya daha fazla tanrıya inanmak, otomatik olarak nihilist olamazsınız demektir.
Bir ateist olarak, metafizik bir nihilist olabilirsiniz, ancak muhtemelen değilsiniz.

Ahlakî Nihilizm ve Ateizm
Nesnel ahlak gibi bir şey olmadığını belirten ahlaki (veya etik) nihilizmden bahsediyorsanız, ateizm ile bağlantısı yoktur.
Nesnel ahlakı anlamıyla kabul etmemek, doğru veya yanlış gibi bir şey olmadığını kabul etmektir.

Pek çok teist, tanrılarının bir ahlak kaynağı olduğuna inanıyor. Ahlakın tanrıdan geldiğine inanmak, teistsleri genellikle ateistlerin ve dinlere inanmayan insanların ahlaki değerlere sahip olmadığına inanmaya iter. Bu gerçek dışıdır! Tanrıya inanmak ve ahlaki değerlere sahip olmak felsefi olarak birbiri ile ilgisizdir. Çoğu ateist ve dinsizin ahlaki değerleri vardır. Sadece bunların tanrı tarafından verildiğini düşünmüyorlar.

Aynı şekilde, objektif ahlaka inanmamanın, herhangi bir tanrının varlığı ile ilgisi yoktur. Bir teistik ahlaki nihilist olmak isteseydim, objektif bir ahlakın kaynağı olmayan, yani doğru veya yanlış olanı yazmayan bir tanrıya basitçe inanabilirdim. Bu, bildiğim kadarıyla tüm mevcut insanlık dinlerini diskalifiye edecektir.

KAFİR OLAN PEYGAMBER

Hazırlayan: A.Kara
A, Allah peygambere hakaret ediyor, AY, Bel'am Baura, Bel'am Bin Baura, din, Dinden çıkan peygamber, Diyanet hadis, Elmalılı, Hadisler, İbni Kesir, islamiyet, Kafir olan peygamber, Yoldan çıkan peygamber,

YOLDAN ÇIKAN (KAFİR) OLAN PEYGAMBER
BEL'AM BÂÛRA (Belam Bin Baura)


“Onlara şu adamın haberini de oku: Kendisine ayetlerimizi verdik de onlardan sıyrıldı, çıktı,
şeytan onu peşine taktı, böylece azgınlardan oldu. Dileseydik elbette onu o ayetlerle
yükseltirdik, fakat o, yere saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu, tıpkı şu köpeğin
durumuna benzer: Üstüne varsan da dilini sarkıtıp solur, onu bıraksan da dilini sarkıtıp
solur. İşte ayetlerimizi yalanlayanların durumu budur. Bu kıssayı anlat, belki düşünürler.”
(Araf, 175-176)

ALLAH birine ayetler veriyorsa bu kişi peygamberdir. Ama sonra bakıyorsunuz Allah'ın seçtiği peygamberi ona inanmayı bırakıyor, Allah da bu peygamberine kızıyor, hakaret edip köpeğe benzetiyor.
Böyle bir şey nasıl olabilir ? Allah nasıl olur da sapıtacağını, yoldan döneceğini bildiği birini peygamber yapabilir yada yapacaklarını bildiği halde yine de kızabilir ? Çünkü her şeyi bilen Allah'ın olacakları da bilmesi, bildiği için de öfkelenmemesi, lanet okumaması gerekirdi.
Önce ayetler verdiği bir kimseyi peygamber yapan, sonradan peygamberini şeytana kaptıran, arkasından da peygamberini köpeğe benzeten ve aşağılayan bir tanrı olabilir mi?

Diğer kaynaklar tefsir ve çevirilere bakalım:
  • İbni Kesir: Kendisine ayetlerimizi verdiğimiz halde, onlardan sıyrılan ve şeytanın arkasına taktığı sonunda da azgınlardan olan o kimsenin haberini anlat.
  • Elmalılı (sadeleştirilmiş): Onlara o herifin kıssasını da anlat ki, ona ayetlerimizi vermiştik, ama o, onlardan sıyrılıp çıktı, derken onu, şeytan arkasına taktı da yolunu şaşırmışlardan oldu.
  • Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2): Onlara, kendisine âyetlerimizi sunduğumuz o adamın kıssasını da anlat; âyetlerden sıyrılıp çıktı, derken onu şeytan arkasına taktı, en sonunda da helak olanlardan oldu.
  • Diyanet İşleri: Kendisine âyetlerimizi verdiğimiz hâlde, onlardan sıyrılıp da şeytanın kendisini peşine taktığı, bu yüzden de azgınlardan olan kimsenin haberini onlara anlat.
  • Yaşar Nuri Öztürk: Onlara, şu adamın haberini de oku: Kendisine ayetlerimizi vermiştik; onlardan sıyrılıp çıktı, şeytan da onu peşine taktı; nihayet o, azgınlardan oluverdi.
Bel'am adlı bu kişinin Allah'ın dinini öğrenmiş olan, çok bilgili, duaları kabul olan fakat sonradan itaatsizliğe düşmüş biri olduğu anlatılıyor birçok hadis kaynağında. Peki bu itaatsizliğe düşmekten kasıt nedir, bu olay hadislerde nasıl geçiyor bakalım:

Rivayet edilene göre Musa, Kenanların Şam'daki topraklarına giriyor. Bu sırada da Bel'am adlı şahıs el-Belka'nın bir köyü olan Bal'a'da bulunmaktadır. Musa'nın topraklarına girdiğini gören Kenanlılardan bazıları Bel'am'a geliyor ve "Ey Bel'am, Musa bizi öldürmeye geldi, bizi öldürüp buraya İsrailoğullarını yerleştirecek" , "Senin kavmin olan bizler nereye yerleşiriz, yerimiz yok" diyorlar. Bel'am'ın dualarının kabul olduğuna inanıldığından ona Allah'a dua edip ondan Musa ve yanında gelenleri def etmesini iste diyorlar.
Bel'am ise "Size yazıklar olsun! O Allah'ın elçisidir, melek ve müminler onunla beraberler, aleyhine nasıl dua edeyim, bildiğimi bana Allah öğretti" diyor.
Sonrasında Bel'am eşeğine binip İsrailoğullarının çıkmakta olduğu Husban dağına doğru ilerliyor. Bir süre sonra eşeği yere çöküyor fakat o eşeğine tekrar binerek az daha ilerliyor ve hayvan tekrar çöküyor. Bu sefer eşeği yerden kalkana kadar dövüyor.
Sonra eşek dile geliyor ve "Ey Bel'am nereye gidiyorsun? Meleklerin önümde durup yolumu kestiğini görmüyor musun?" Allah'ın elçisi ve müminler senin kavmin aleyhinde dua etmekteler" diyor.
Buna rağmen Bel'am aldırış etmeyip eşeğini dövüp yoluna devam ediyor.
Bir süre sonra eşek sırtında Husban dağına ulaşıyor ve Musa'nın ordusunu, İsrailoğullarını karşısında görüyor ve onlara beddua etmeye başlıyor.
O Musa ve İsrailoğullarına beddua ederken Allah onun dilini ele geçiriyor ve kendi kavmi için beddua ettiriyor.
Bunu duyan Bel'am'ın kendi halkı "Ey Bel'am! Ne yaptığını biliyor musun? Sen İsrailoğullarına hayır dua ederken bize beddua ediyorsun" diyorlar.
Bel'am'da "ben bunu kendi isteğimle yapmıyorum, Allah dilime hakim oldu" diyince dili ağzından çıkıp göğsüne doğru sarkınca "Dünya ve ahiret benim elimden gitti" diyor.
[Taberi,Tefsiru’t-Taberî, IX, 124-126; Fahruddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, XV, 54; İbnü'l-Esir, el-Kâmil fi't-Târih, 1385/1965, I, 200 vd; İbni Kesir, el Bidâye ve'n-Nihâye, Riyad 1966, I, 322 vd]

Burada ne kadar çok mantık hatası ve çelişki olduğunun farkında mısınız? :
  1. Bel'am'dan dua ile yardım istediklerinde onlara "gelen Allah'ın elçisidir, melekler ve müminler onlarladır, nasıl aleyhlerinde dua edeyim bana her şeyi Allah öğretti" diyor. Sonra sanki bu sözleri o söylememiş gibi, kalkıp onlara beddua etmeye gidiyor.
  2. Eşek dile gelip konuştuğu halde nasıl oluyor da Bel'am yoluna devam ediyor? Bir insan böyle büyük bir mucize görse yapmakta olduğu şeyden geri dönmez mi? Bildiğin koca eşeğin 3-4 cümle kurduğu bir mucizeden bahsediliyor ufak, basit bir şey değil. Adam kafasız mı ki dinlemeyip yoluna devam etsin? Daha 2 dakika önce onlar aleyhinde konuşan halkına laf edip "Bana her şeyi öğretti" dediği Allah'a nasıl karşı geliyor?
  3. Allah neden beddua ettiriyor? Koca yaratıcı neden başka bir mucize göstermek yerine onu başka halka beddua ettirir? Hani beddua kötü bir şeydi? Üstelik beddua Allah'tan kötü şeyleri yapmasını istemektir. Şunu öldür, bunu kör et vs. gibi. Eee, Allah onu beddua ettirince kendi kendinden kötülük isteğinde mi bulunuyor? Beddua çok kötüdür diyen Allah sözde desteklediği Musa ve çevresindekilere kendisi de bizzat beddua ederek mi örnek oluyor?
  4. Madem dili çıkıp göğsüne kadar düştü nasıl oluyor da hala anlaşılır şekilde konuşmaya devam ediyor? İnsan üstü güçleri mi var?
Sayılamayacak kadar çelişki barındırıyor içinde...

Müslüman arkadaşlar ise her zamanki gibi birçok çelişkinin üzerini örtme çabası güderek buradaki Bel'am adlı kişinin dünyevi çıkarlar ve yöneticilere yaranmak için Allah'ın hükümlerini çiğneyen kişileri temsil ettiğini söylüyorlar.
Bir insan hem Yaratıcıdan / Allah'tan vahiy-ayet alacak hemde gidip onun karşısında duracak? Akla gel, gel de inan.

Bu arada bazı Müslüman arkadaşlar bir peygamberin sonradan kafir olmasına sıcak bakmadığı için: "Araf 175'de "biz ona ayetlerimizi verdik" derken "ayetlerimizi gösterdik" demek istenmiştir" diyebilir. Fakat kim ne derse desin, kıvırmaya yer yoktur çünkü kelimenin anlamı bellidir:
وآتيناه : ve āteynāhu : "ve ona verdik"

Zaten Belam, Tevratta'da Balam ismiyle peygamber olarak bahsedilen ve kehanetlerine önem verilen biridir. Aynı zamanda kahin olarak takdim edilir. (Yeşu, 13/22)
Her zamanki gibi Tevratta'ki bir konu Kur'an'da da kendine yer bulmuş fakat detayları dahil edilmemiştir.

Çölde sayım 22:5-6'da Moav (Moab) kralı Balak, Beor oğlu Balam'ı çağırtır ve Mısır'dan bir halkın gelip hemen yanlarına yerleştiğini belirterek Belam'ın gidip o halka lanet okumasını, bu sayede onları yenebileceklerini söyler. Çünkü Belam'ın lanetlediğinin harap olduğu, kutsadığı kişinin korunduğuna inanılmaktadır.

2.Petrus,2:15-16'da Belam'dan bir peygamber olarak bahseder ve şöyle der:
Haksızlıkla elde ettiği kazancı seven Beor oğlu Balam’ın yolunu tutarak doğru yolu bırakıp saptılar. Balam işlediği suçtan ötürü azarlandı. Konuşamayan eşek, insan diliyle konuşarak bu peygamberin çılgınlığına engel oldu.

Daha baştan bu haliyle bile Tevrattaki anlatılar ile İslam hadislerinde geçen rivayetlerle birebir aynıdır ve A'raf 175-176'da üstü kapalı olarak anlatılan kafir olan peygamber konusuna ışık tutmaktadır.

Moav kralının lanetleme talebine cevap olarak Belam, tanrı onay verirse yapacağını söyler fakat Rab bunu yapmasına izin vermez ve Belam'a “Onlarla gitme! Bu halka lanet okuma, onlar kutsanmış halktır” der. (Ç.S. 22:12)
Kral Balak hemen vazgeçmez ve Belam'a daha saygın önderler göndererek isteğini yeniler, Belam "Balak sarayını altınla, gümüşle doldurup bana verse bile, Tanrım RAB’bin buyruğundan öte küçük büyük hiçbir şey yapamam. Lütfen siz de bu gece burada kalın, RAB’bin bana başka bir diyeceği var mı öğreneyim.” (Ç.S. 22:18-19) diyerek tekrar tanrıdan cevap beklemeye koyulur.
Enteresandır ki o gece tanrı Belam'a şöyle der: “Madem bu adamlar seni çağırmaya gelmiş, onlarla git; ancak sana ne söylersem onu yap” (Ç.S. 22:20)

Bir kısmını doğrudan Tevrat'tan okuyarak devam edelim:
Çölde Sayım, 22:21-29:
Balam sabah kalkıp eşeğine palan vurdu, Moav önderleriyle birlikte gitti. Tanrı onun gidişine öfkelendi. RAB’bin meleği engel olmak için yoluna dikildi. Balam eşeğine binmişti, yanında iki uşağı vardı. Eşek, yalın kılıç yolda durmakta olan RAB’bin meleğini görünce, yoldan sapıp tarlaya girdi. Balam yola döndürmek için eşeği dövdü.
RAB’bin meleği iki bağın arasında iki yanı duvarlı dar bir yolda durdu. Eşek RAB’bin meleğini görünce duvara sıkıştı, Balam’ın ayağını ezdi. Balam eşeği yine dövdü.
RAB’bin meleği ilerledi, sağa sola dönüşü olmayan dar bir yerde durdu. Eşek RAB’bin meleğini görünce, Balam’ın altında yıkıldı. Balam öfkelendi, değneğiyle eşeği dövdü. Bunun üzerine RAB eşeği konuşturdu. Eşek Balam’a, “Sana ne yaptım ki, üç kez beni böyle dövdün?” diye sordu.
Balam, “Benimle alay ediyorsun” diye yanıtladı, “Elimde kılıç olsaydı, seni hemen öldürürdüm.”

Tuhaf değil mi? Güya Balam denen peygamber lanetlemek üzere çıktığı yolculuğunda bir melek görüyor, ayağı eziliyor, bindiği eşek konuşmaya başlıyor ve adam sanki bunlar çok normal, sıradan şeylermiş, zaten sürekli konuşan eşekle karşılaşıyor veya melek görüyormuş gibi "yahu ben ne yapıyorum" demeden devam ediyor. Neden, güya gözleri kapalıymış, yani bakar körmüş. İlgili bab'ın devamında Balam, eşekle bildiğiniz sohbet ediyor ve sonrasında güya Rab, Balam'ın gözlerini açınca gerçeği görüyor ve yolun kenarındaki meleği görünce eğilip yere kapanıyor.
Yani Balam'ın gözünü daha erken açmayan Rab, sanki onunla oynar gibi bir süre sonra gözünü açmaya karar veriyor. İnsanın aklına Kur'an'daki Allah dilediğini saptırır ayeti gelmiyor değil çünkü durum tam olarak bu. Peygamber statüsündeki zat bile tanrının oyuncağı gibi adeta.

 Tevrattaki anlatıya geri dönersek, karşılaştığı melek Balam'a “Adamlarla git” dedi, “Ama yalnız sana söyleyeceklerimi söyleyeceksin.” der. Sabah olduğunda Bamot Baal'a çıkarlar. Kral Balak, Balam'ın isteği üzerine 7 sunak kurup bunların üzerinde 7 boğa ve koç kurban eder. Akabinde Balam'ın İsrail halkını lanetlemesini bekleyen Balak şaşıp kalır çünkü onları lanetlemek yerine kutsar. Tıpkı Kur'an'da da bir zamanlar Allah'ın İsrailoğullarını üstün kıldığını söylemesi gibi Bel'am da İsrail halkını över ve kutsar.

Fakat durum hep böyle gitmez. Kur'an'da Tevratta'ki bu hikayeyi duyup kabataslak yazmışlar fakat Tevrat'tan Bel'am'ın diğer eylemlerine bakalım ki yoldan nasıl saptığını anlayalım. 

İsrail halkını kutsayan aynı Balam bu sefer İsrail'in düşmanı oluverir, öyle ki onları günahkar yapmak için planlar yapar. Çölde Sayım, 31:14-16'da bu konuda ne yazıyor bakalım:
Musa savaştan dönen ordu komutanlarına –binbaşılara, yüzbaşılara– öfkelendi.
Onlara, “Bütün kadınları sağ mı bıraktınız?” diye çıkıştı, “Bu kadınlar Balam’ın verdiği öğüde uyarak Peor olayında İsrailliler’in RAB’be ihanet etmesine neden oldular. Bu yüzden RAB’bin topluluğu arasında ölümcül hastalık başgösterdi.

Balam bununla da kalmayarak İsrailoğullarına putlara sunulan kurban etlerinden yemelerini öğütler ve fuhuş konusunda onları ayartır, (Vahiy 2:14) onları günahkar yapar.

Yani ancak Tevrat'a ve İslam hadislerine bakıldığında A'raf 175-176'da bahsedilen ve kafir olan peygamberin kim olduğu, neden kafir olup yoldan saptığı ancak anlaşılabilmektedir..

Sağlıcakla kalın...

DHARMA

A, Dharma, din, hinduizm, Hint dini,Hindu dini,Dharma,Veda,Rita,Hinduizm inançları,Hinduizm kavramları,Bhagavad Gita,Savaşçı Arjuna ve Krişna,Sva-dharma
Dharma , Hint dinlerinde önemli bir terimdir. Hinduizmde 'görev', 'erdem', 'ahlak', hatta 'din' anlamına gelir ve evreni ve toplumu destekleyen gücü ifade eder. Hindular genelde Dharma'nın Vedalar'da ortaya çıktığına inanıyor, ancak 'evrensel hukuk' ya da 'dürüstlük' için daha yaygın bir sözcük "Rita"dır. Dharma, toplumu koruyan, çimleri büyüten, parıldayan güneş ve insanları ahlaki insanlar haline getiren ya da insanlara gerçekçi davranma fırsatı veren güçtür.

Ancak, haklı davranmanın, herkes için tam olarak aynı şeyi ifade ettiği anlamına gelmez; farklı insanların yaşlarına, cinsiyetlerine ve toplumsal konumlarına göre farklı yükümlülükleri ve görevleri vardır. Dharma evrenseldir ancak aynı zamanda somut koşullarda ve özeldir. Bu nedenle her insanın adı "sva-dharma" olan kendi dharması vardır. Bir kadın için doğru olan şey bir erkek için olmayabilir veya bir yetişkin için doğru olanın bir çocuk için olmayabileceğini anlatır.

Sva-dharma'nın önemi, Bhagavad Gita tarafından gösterilmiştir. Mahabharata'nın büyük savaşından önce belirlenen bu metin, Arjuna'nın savaş arabasına Krişna'nın büyük ordular arasında sürdüğü arabasına binen kahramanı tasvir etmektedir. Savaşçı Arjuna, savaşta neden savaşması gerektiğini Krishna'ya soruyor. Birinin yakınlarını ve öğretmenlerini öldürebiliriz diyor ve bu yüzden savaşmayı reddediyor.

Krishna, bu savaşın dürüst olduğunu ve görevini yerine getirip savaşmasını ya da savaşçı olan dharmasından dolayı mücadele etmesini ister. Arjuna'nın sva-dharması, savaşçı olduğu için savaşmalıydı,ancak eylemlerinin sonucundan ayrılmak ve savaşçıların kuralları dahilinde savaşmak zorundaydı. Fakat birinin dharmasına göre davranmamak yanlıştır ve adharma olarak adlandırılır.

Dharma'ya göre doğru hareket, aynı zamanda insanlığa ve Tanrı'ya hizmet olarak anlaşılmaktadır. Sanatana dharma olarak bilinen şey eski çağların metinleri olan puranalara kadar uzanabilir. Bu ebedi dharma veya anayasa fikrine uyanlar, diğer sıradan aksanlarının ötesine geçtiğini iddia eder - bu, benliğin nihai dharma olan para dharma'dır. Sık sık kişisel davranışlara ebedi bir hizmet tutumu bağlayan bhakti hareketleriyle ilişkilendirilir.

Kaynak: Bbc

Yazan-Çeviren: A.Kara

DİNLERİN YANLIŞ OLDUĞUNA DAİR 20 SEBEP

A, Camilere giden para, Çocuk gelin, din, Din insanları böler, Din sömürüdür, Din zararlıdır, Dine giden paralar, Dinler yanlıştır, Dinlerde kölelik, Hastane ve okul yerine cami, İsa efsanesi,
DİNLER NEDEN YANLIŞTIR?

1) Eğer Tanrı dünyayı ve içindeki her şeyi yarattı ise, mantık da yılanı, kötülüğü ve günahı yarattığını söyler. Bu da Nazilerin soykırımlarına ve Ruanda, Kamboçya, Çerkez, Azerbaycan, Hırvatistan, Sudan, Burundi ve Nanking'deki soykırımları onun kusuru yapar.
Açıkçası, eğer Tanrı var ise, o sadece sizi umursamayan kayıp bir babadır. O, can sıkıcı, intikamcı ve takıntılı biridir.

2) Din, ne için iyidir?! SAVAŞ! Haçlı Seferleri, Otuz Yıl Savaşı, Fransız Dinleri Savaşı, Nijerya İç Savaşı, Lübnan İç Savaşı, Etiyopya Adaleti Savaşı, Dungan Ayaklanması, Kutsal Savaşlar ve Yedi Yıl Savaşı, sadece birkaç isim ve hepsine de Tanrı ve dinleri tarafından izin verilmiştir.
Terörizm eylemleri ve Gazze'deki çatışma gibi modern çatışmalarımızı bile ekleyebilirsiniz. İkisinin de kökleri dini inançtır.

3) Fin Paganizmi, Kenanlılar, Atenizm, Minos Dini, Mithraizm, Maniheizm, Tengrizm, Ashurizm, Vedizm, Olmen Dini, Zerdüştlük ve sayısız diğer dinler, eski medeniyetler binlerce Tanrı ile birlikte öldüler. Tarihin kül yığınına gömüldüler.
Ancak, sizin takip ettiğiniz din kesinlikle doğru olandır. İyi şanslar dilerim!

4) "Tanrı insanı kendi şeklinde yarattı" deniyor. Bir zamanlar Tanrı'nın insani nitelikleri olduğu gerçeğini göz önüne alıp durduktan sonra, insanın Tanrı'yı icat etmesi daha muhtemeldir. Bu da, kesinlikle dinlerdeki sayısız çelişkiyi, belirsizlikleri ve kolayca şiddete başvurmayı açıklar.

5) Herkes efsane seviyor - Noel Baba, Diş Perisi, İsa, Muhammed falan - ama hepsi bu kadar. Tanrıya itaat ettiğiniz için size cenneti satan Yehova Şahitleri veya kapınızın ziline sürekli basarak size cüz, Kur-an satan seyyarlarla ve onlardan aldıklarınızla kendinizi cennete bir adım daha atmış hissedebilirsiniz. Böyle bir yer yoktur. Ölen yakınlarınızın dışarıda beraber takılmak için sizin gelişinizi beklediği özel bir kulüp falan yok.
Bakın, kimse ölmek istemiyor, cennete olan inanç sadece başa çıkma ve avunma mekanizmasıdır.

6) Tanrı yanan bir çalılıktan seslenerek seninle konuştu mu? Hakikaten güvenilirmiş. Belki de o zamandan beri kimsenin görmediği altın tabletler vardı. Veya size mağaradayken bazı görüntülüler gönderdi, tabi zehirlenme veya yanılsamaya neden olan, aklınızı kaçırmanıza kadar varacak rahatsızlığınız yoksa. Unutmayalım karalama hataları, silme, yanlış alıntılar ve kişisel gündemlerin üzerinde durulması gereken sorunlar da vardır. "Tanrı'nın sözü", dine inanan insanlar tarafından yazılmıştır. Muhtemelen ne ters gidebilir ki?

7) Din, insanları - Siyah, beyaz, Asya kökenli, kafir, Müslümanlar, Hristiyanlar, Yahudi olarak ayırırken kadın ve eşcinsellerden nefret etmeyi öğretir ve cinsel yaşamınıza, seçimlerinize karşı sağlıksız bir takıntıya sahiptir. Birçok din, başka dinden olanlarla evlenmeyi bile yasaklayarak size karışır. Din, kapalı görüşlü bir bağnazlık atmosferi beslemektedir.

8) Din, kendisini sevgi dolu, sevecen ve cömert olarak göstermeyi sever, ancak bu saçmalıktır. Gerçek şu ki, din, ölüm-ahiret korkusu, şeytan uydurmaları, cezalandırma tehditleri ve cehennem tehditleri yoluyla çoğalıyor. Bu, mantık ve aklı çalıştırmak için değil, inanmayanların korkunç ölümlerine odaklanarak bir terör ve korkaklık hissi uyandırmak için yapılan bir girişimdir.
İnanç, bağımsız düşünce ve bireysel cesaretin yerine geçer.

9) Karşılaştığınız en kötü yargılayıcı insanlar dindardır, sizi sanki bir kedi yavrusunu öldürmüşsünüz gibi yargılarlar. Dindar oldukları için özel ve kutsanmış olduklarına dayalı bencil ve küstah bir tavır sergilerler. Anlatılan o sözde tevazular sadece lafta kalır. Afrika'da açlıktan beslenemeyen çocuğa orta parmak gösteren Tanrı sizi nimet olarak seçmişse sizi özel kılan şey nedir?

10) Bütün bu vaaz, dua, ilahi, oruç, hac, ayin ve diz çökmeler size ne elde ettirir? Hiçbir şey! Bu faaliyetlerin hiçbirinin olumlu bir sonuç ürettiğine dair bir kanıt bulunmamaktadır.

Ayrıca, kiliseler ve camilerin neden para toplama kutusu uzatması gerekiyor? Gerekli olan şeyleri size tanrının sağlaması gerekmiyor mu? Ayrıca bu paralar nereye gidiyor? Okul veya laboratuvara gitmediğini hepimiz biliyoruz... İnsanları soymayı kesip Tanrı'ya bir çek yazın.

11) Din, şimdiye kadar icat edilen en büyük kitle kontrol şeklidir. Otoriter hiyerarşileri sayesinde akıllarından kuşkulu sürüler yaratır, kendi akıllarından şüphe eder ve hayatlarını dış varlıklar ele geçirir. İnanca olan bağlılık, gizemler, karışıklık ve uyuşmazlıkları gizler. Bunların hiçbiri sorgulanmamalıdır yoksa gökyüzündeki görünmez adam kızabilir.

12) Hiçbir şey yoksulluğu överek, güzel ve özel bir şeymiş gibi göstererek insanları din kadar iyi uyutamaz. Sizce Konstantin Hristiyanlığı Roma İmparatorluğunun resmi dini yaparken Hristiyanlığa inanıyor muydu? Komik! Din, insanları entelektüel zincir altında tutar ve onları köleliğe zincir eder.

13) Bir din seçtiğinizde ruhsal derinlik kaybı olur. Gerçekliği doğru algılama yeteneğinden kurtulmak için sabit bir algılamaya zorlanırsınız. Gerçek gerçeği, dini gerçeğin yerine koyduğunuzda, sınırlamalardan dolayı açıklık ve berraklığınızı kaybedersiniz. Sonuçta dini gerçekler, mitler, illüzyonlar, vizyonlar ve kötü kopyalanmış el yazmaları üzerine kuruludur. Kesinlikle güvenilecek bir şey değildir.

14) Her şey Tanrı-Rab-Allah'ın iradesine atfedilebilir, bu yüzden kime ne sorarsanız sorun, insanlar sorumluluktan kaçınmak için Tanrıyı kullanırlar. Olan tüm kötü şeyler hakkında endişelenmemelisiniz, çünkü Tanrı onların olmasını istiyor. Arkanıza yaslanın, rahatlayın, kola için, gülümseyin ve insan ölümlerine ve şifa getirip getirmeyeceğine Tanrı'nın karar vermesi için bekleyin!
Bu sırada ise din diğer yanağınıza dönmekle meşguldür.

15) Modern din daha önceki Yunan, Roma ve Norveç mitolojileri ile sayısız putperest ritüellerin birleştirilmesi ve intihal sürümlerinden başka bir şey değildir. Cennet gökyüzündekie Olimpos Dağıdır. Tanrı, muhteşem nitelikleri olmayan Zeus'tur. Modern dini metinlerde henüz dünyada olmayan bir şey yoktur. Din Türk Pop müziğine benziyor. İyi parçaları çalın ve "bu orijinal" diyin!

16) Horus, Attis, Mitra, Krişna, Dionysos ve İsa'nın ortak noktalarının neler olduğunu biliyor musunuz? Hemen hemen her şey. Bakire bir anneden doğmak, mucizeler, tekrar diriliş efsaneleri kültürden kültüre geçerken biraz değişse de neredeyse tamamen aynıdır, ancak Mesih efsanesinin temelleri asla değişmez. Bu nedenle, Mesih Kulübü 'nün en yeni üyesi olan İsa hakkında benzersiz ve yeni bir şey yoktur ve belkide diğerleri gibi, ileride yerini daha şirin, yeni bir versiyonu alacaktır.

17) Bununla birlikte, hayatta olan her şeyin Tanrı'nın planının bir sonucu olduğuna inandık diye düşünelim. Bu durumda Tanrı bir sadisttir.
Cinayet, ölüm, yıkım, hastalık, kanser, HIV, Alzheimer, Sodom ve Gomore, Kara veba ve Büyük Tufan var. Yaratmayı ve yarattıklarını seviyor gibi görünse de; Tanrı, onları öldürmek için yeni, yaratıcı ve farklı yollar bulmaktan hoşlanıyor gibi görünüyor.

18) Dindar insanlar, her şeyin bir nedenden dolayı gerçekleştiğini iddia ederken aynı zamanda, acının, günahın ve kötülüğün özgür iradenin bir sonucu olduğunu söyleyecek ve aynı zamanda Tanrı'nın bizim için olan gizemli planının bir parçası olduğunu iddia edecektir.
Hönk !?
Bu inanış kendi içinde çelişkilidir. Eğer Tanrı'nın benim için bir planı varsa, seçmek için hiçbir özgür iradem yok demektir ve eğer özgür iradem varsa, Tanrı, hayatımda bir şeyler olmasını sağlayan, bilen güçlü bir tanrı değildir.

19) Dindarsanız dininizin -sözde- iyi niyet beslediğine, empatiye yönelten sempatik bir olgu olduğuna inanabilirsiniz. Çünkü size göre Tanrı-Allah-Rab sevgidir ve diğerleri saçmalıktır. Bununla birlikte İncil, Tevrat, Talmud ve Kur-an'ın fazlasıyla ahlaksızlık içeren metinleri vardır ve Tanrı-Allah masum değildir. "Onun Sözü", köleliğe, eşcinsellerin öldürülmesine, çocukların, kadınların satılmasına, çocuk gelinlere, işkence yaptırımları uygulanmasına izin veriyor.
Listeye Tanrı adına insan öldürmeyi-kurban etmeyi de ekleyin. Hemen imzalayayım!

20) Dindar insanların "Kim daha dindar?" diyerek sadece cami-kilise-sinagoglara, devasa kubbelere ve tanesi trilyonları bulan, amacının ve anlatılan mütevazilik masallarının dışında oldukça lüks camiler için para ödediğini biliyoruz.
Belediye başkanı, vali vb. kişilerin "Hangi semt daha dindar" benzeri sidik yarışı yaparak halktan aldıkları vergi ve ödeneklerle (kafir dediği bizlerden aldıkları vergiler, haram dedikleri içki ve zina dedikleri genel evlerden aldıkları vergiler de dahil) aynı mahalleye ihtiyaç olmadığı halde 5. cami-kilise veya sinagogu diktiklerini de biliyoruz.
Bu yüzden de insanların eğitim ve sağlığına, tüm canlılar ve evrene fayda sağlayabilecek yapıtların (hastane, okul, laboratuvar, araştırma üsleri) yapılmadığına, bu yüzden yaşam kalitesinin, eğitim standartları ve bilimin tereyağı gibi erimesine sebep verdikleri EŞEK GÖZÜ kadar büyük ve NET bir gerçektir.
He bu arada, bu kişilerin bilhassa "yakında hastane falan da yok ki, hay ben böyle işin ..." diye söylenen kişiler olduğu ve kendilerine DİN adı altındaki sevap-yarış temalı tavır ve inançları ile  bu çukuru kendilerinin kazdığından habersiz olduklarını görebilirsiniz...

Yazan: A.Kara

HATHOR

A, mısır mitolojisi, mitoloji,Hathor,Ra,Ra'nın kızı,Horus'un eşi,Ra'nın günahkarları cezalandırışı,Hathor'un katliamı,Mısır mitleri,Hathor miti,Dendara,Kadınların tanrıçası
Hathor, Ra'nın kızı ve kadınların, sevginin, güzellik, zevk ve müziğin tanrıçasıdır. İnek, bir ineğin kulaklarına sahip bir kadın ve bir inek boynuzunun başlığını giyen bir kadın gibi 3 farklı şekilde tasvir edilmiştir. Bu son tezahürde, boynuzları arasındaki güneş diskini-dairesini tutmaktadır. Horus'un eşiydi ve onun adı aslında "Horus Evi" anlamına geliyordu. En ünlüleri Dendara'da bulunan adına inşa edilmiş birçok tapınak vardı.

Hathor'un birde karanlık yüzü vardı. Ra'nın onu günah işleyen insanları cezalandırması için gönderdiğine inanıyordu, fakat Hathor yeryüzünde öyle bir kanlı dehşete boğmuştu ki Ra onu geri gelmeye ikna etmeye kesin olarak kararlıydı. Onu kandırarak, adamotu (kankurutan) ve katledilenlerin insan kanları ile karıştırılmış geniş miktarda bira hazırlayarak içirdiler. İnsanları öldürmek onun susuzluğundan ibaretti ve Hathor birayı içip sarhoş olunca katliamına devam edemedi.

Yazan: A.Kara

YAHUDİ MİTOLOJİSİ

A, din, yahudilik, Yahudi mitolojisi, Yahudiliğin Hristiyanlığı etkileyişi, Yahudiliğin temelleri, Marduk'un evreni yaratışı, Eski Ahit, Cain ve Abel, Haggadah, Tanah, mitoloji, Midraş, Yaratılış,
Eski İsrail'liler Kenan'a yerleşen Semitik bir halkdı. Zamanla modern İsrail ulusunun bugün olduğu İsrail ve Yahuda krallıklarını kurdular. M.Ö. 722'de Asuriler İsrail Krallığını kontrol altına almışlardır. Babiller M.Ö. 586'da Yahuda'yı fethetti, Kudüs şehrini yok etti ve sakinlerini birkaç yıl Babil'e sürgün etti. Sonunda Yahuda halkı Yahudiler olarak bilinir hale geldi.

Yıllar boyunca Yahudiler, bazıları Tanrı'yı oluşturan kutsal kitaplar ürettiler; bunlar, Hristiyanlar'ın İncil'in Eski Antlaşma olarak bildiği bir dizi belgedir. Bu kitaplar, erken İsraillilerin tarihi, hakkındaki efsaneleri ve dini inançları hakkında bilgi içerir. Eski Yahudi hikayeleri, eski Semitik mitolojiden etkilenmiştir. Bağlantılar, Cain ile Abel arasındaki kavgada ve büyük tufandan gemi inşa ederek kurtulan Nuh efsaneleri ile kendini açıkça belli etmektedir. Aynı şekilde, Eski Ahit'te Yaratılış  Kitabı'ndaki yaratılış hikayesi, Mezopotamya mitlerindeki Marduk'un evreni yaratışı ile ilgili ciddi paralellikler içeriyor. Bununla birlikte, Yahudi geleneği ile önceki Semitik mitoloji arasındaki en önemli fark Yahudiliğin tek tanrılı olmasıdır. Tanrıların lideri-en güçlüsü yerine, bazen RAB diye bilinen, tek, çok güçlü bir Tanrı'ya atıfta bulunmuştur.

Yahudilik yüzyıllar boyu geliştikçe, eski metinler üzerinde yeni hikayeler, kutsal kitaplar ve yorumlar ortaya çıkmaya başladı. Midraş terimi, orta çağ döneminden daha eski veya öncesine kadar birçok mit, efsane, masal ve öyküler de dahil olmak üzere Yahudi kutsal edebiyatının bu geniş gövdesini ifade eder. Bu anlatıların adı Haggadah yada "söylüyorum" dur ve bu metinler eğlence ve eğitimi aynı anda yaşatmıştır.

Haggadah metinlerindeki anlatılar sayesinde 500-1500 arasındaki boşluklar doldurulmuş oluyor. Örneğin, Yaratılış kitabı Cain'in Abel'i nasıl öldürdüğüne dair bir bölüm içerir. Haggadah, kimsenin tanık olmadığı ilk ölüm olması nedeniyle, kimsenin Abel'in bedeniyle ne yapacağını bilmediğini söylüyor. Cain ve Abel'in babası olan Adam'ın, yerde bir delik açarak ölü kuşu gömen kuzgunu gördüğünü ve kendisinin de aynı şekilde Abel'i gömmeye karar verdiğini anlatıyor.

Yahudi geleneği Yahudiliğin bir atılımı olarak başlayan tek tanrılı inanç olan Hristiyanlığı etkilemiştir. İki din birçok kutsal öykü ve metin paylaşmaktadır. Tanah, özellikle de Yaratılış ve Göç kitaplarında Tanrı'nın dünyayı yaratması, Adem ve Havva, Eden Bahçesi, Nuh ve tufan, Musa ve Çıkış gibi Hristiyanlığın parçası olan hikayeler bulunur. Bununla birlikte, İsa'nın hayatını ve eserlerini ele alan Yeni Antlaşma Hristiyanlığa özgüdür.

Yazan-Çeviren-Derleyen: A.Kara

SABİİLİK'DE HAYAT, IŞIK VE ÖLÜMSÜZLÜK

A, din, mandeanizm, Sabiilik,Sabiilerin inancı,Mandeanların inancı,Sabiilerde hayat,Sabiilerde Işık,Işık kralı,Sabiilerde suyun önemi,Melka d Nhura,Mandeanizm'de ölümden sonra,El-Matatathi,Sabiilerde ahiret
MANDEANİZM'DE HAYAT
Hayat Nasurai'nin Aramca "Yaşamak" veya hayatın kendisi anlamına gelen "Hayyi" dediği bir Tanrı varlığının tanınmasıdır. Büyük Yaşam (veya Yüce Tanrı), evrenin yaratıcı ve devam eden gücünün bir kişiliğidir ve her zaman kişiliksiz çoğul olarak söylenir, gizem ve soyutlama olarak kalır. Chai (Yaşam) harflerini kolye gibi asılı olarak giymek, Mandean'ın hayata olan saygısı ile ilişkilidir. Büyük Yaşamın sembolü "yaşayan" su ya da bahçeyi akıtır. Bu nedenle, akarsular Nasurai ayinlerinde merkezi bir yere sahiptir, dolayısıyla nehirlerin yakınında yaşama gerekliliğini doğurur.

MANDEANİZM'DE  IŞIK
İkincisi ışığın hayat verme gücüdür. Melka d Nhura (Işık Kralı) ışığın kişiselleştirilmiş halidir ve sağlık, güç, erdem veren ışık ruhları ile temsil edilir. Mandaralıların etik sisteminde, Zerdüştlerde de olduğu gibi, temizlik, vücut sağlığı, vicdan sağlığı ve ahlaki yasalara aklın saflığı da itaatle eşlik etmelidir. Temiz ve saf akıl için disiplin kılavuzlarındaki bir cümle şöyle der: Yaşam ışığını görebilirler.

MANDEANİZM'DE  ÖLÜMSÜZLÜK
Ölümsüzlük dinin üçüncü önemli ayinidir; ruhun ölümsüzlüğüne olan inanç ve atalarının ruhlarıyla doğrudan ve ilahi olan yakın ilişkiyi ele alır. Vücut küçümsenirken, ruhun kaderi temel endişe kaynağıdır. Bir sonraki hayatın varlığına olan inancın içinde ödül ve ceza vardır. İnanışa göre günahkarlar El-Matatathi'de cezalandırılacak ve ardından Cennete girecektir. Allah, merhametli ve affedici olduğu için ebedi ceza yoktur.

Yazan-Çeviren: A.Kara

HİNDU KAVRAMI "ATMAN"

A, din, hinduizm, Atman, Hindu kavramları, Hinduizm'de ego, Hinduizm'de benlik, Hinduizm maneviyatı, Hindular neye inanır?, Manevi tecrübe ve reenkarnasyon,
Atman 'ebedi ben' demektir. Atman, egonun ötesinde gerçek benliğe veya sahte benliğe atıfta bulunur. Genellikle "hayalet" veya "ruh" olarak adlandırılır ve varlığımızın altında yatan gerçek özümüzü gösterir.

Kişisellik üzerine, Tanrı'nın sonsuz hizmetkarı olarak benlikten Tanrı ile özdeşleştirilen kendine kadar uzanan çok sayıda ilginç bakış açısı vardır. Benliğin ebedi olarak anlaşılması, aynı sonsuzluğun geçici cisimlerde yaşayabilmesi için reenkarnasyon fikrini desteklemektedir.

Atman fikri, benlik fikrini, maddi varlık olmaktan ziyade manevi bir şey olarak görür ve bu nedenle, maddi dünyadan ayrılmayı vurgulayan ve sofuluğa yükselmek gibi uygulamaları teşvik eden Hinduizmin güçlü bir boyutu vardır. Böylece, bu dünyada manevi bir varlık, atman, bir insanın manevi bir tecrübeye sahip olmasının insan olmasından daha önemli olduğunu söyler.

Yazan-Çeviren: A.Kara

PAGANİZMDE ÇOK TANRICILIK

A,din, Paganizm, Paganizmde çok tanrısalcılık,Paganizmde birden fazla Tanrı ve Tanrıça,Paganizmde Tanrılar,Paganlara göre Tanrılar,Paganizm ve Isis,Paganizmde çoğulculuk ve çeşitlilik
Paganizmde Çok Tanrısalcılık: Çoğulculuk ve Çeşitlilik
Paganizmin birçok tanrısı, Doğa'nın çeşitliliğinin tanınmasıdır. Bazı putperestler tanrıçaları ve tanrıları, bu dünyadaki farklı insan topluluğuna çok benzeyen bir topluluk olarak görürler. Eski çağlardan beri İsis ve Osiris'in takipçileri ve modern dünyadaki doğa merkezli Paganlar gibi diğerleri, bütün tanrıçaları bir Büyük Tanrıça olarak, tüm tanrıları bir Büyük Tanrı olarak görürler ve bunların tümü evrenin ahenkli etkileşimi olan büyük Tanrı'lardırlar.

Yine de başkaları, Heraklitus'un M.Ö. 5. yüzyılda yazdığı gibi, ya da Her Şeyin Büyük Tanrıça Anası olan İsis'in ilk sözü olduğu gibi "her ikisi de Zeus olarak adlandırılmasını ve istememesini" öngören yüce bir ilahi ilke olduğunu düşünmektedir. İmparator Julian gibi diğerleri, Hristiyan eskiden Paganizmin büyük restoratörü ve günümüzde birçok Hindu mistiği, her şeyin kaynağı ve kaynağı olan soyut bir Yüksek Prensibe inanmaktadır. Ancak bu son Paganlar bile, diğer ruhani varlıkların, belki daha büyük bir varlığa sahip olmakla birlikte kendilerinin ilahi olduklarını ve yanlış veya kısmi tanrısallıklar olmadığını kabul etmektedirler. Bir'e tapan putperestler, tek tanrılı prensiplere inananlar olarak tanrısal prensipte tanrısal, tek imanlılar olarak, diğer gerçek tanrıların yanı sıra diğer bütün tanrıların sahte olduğu düşünülür.

Kaynak:
Pagan federasyonu

Yazan: A.Kara

HRİSTİYANLARIN ZULMÜ "CADILIK"

A, din, hristiyanlık, Hristiyanların cadı zulmü, Cadı suçlamasıyla insanların yakılması, Hristiyanlık ve cadılık, Hristiyanlık tarihi ve cadılık, Hristiyanların cadı suçlaması,
Var oldukları sürece Orta Çağ'ın cadıları olarak adlandırıldılar ve muhtemelen eski dinin taraftarlarıydı. Örneğin Dionysos'un ayinleri, sözde cadıların ayinlerini hatırlatıyordu. Bu törenler genellikle geceleri, doğurganlık veya yeraltı dünyasının güçleriyle ilişkili yerlerde gerçekleşirdi. İbadet edenler ağırlıklı olarak meşaleler ve fallik (erkeklik organı sembolü) resimler taşıyan kadınlardı. Dionysus'un kendisi kaba tüylü, boynuzluydu ve doğurganlığı simgeleyen bir keçi tarafından temsil edildi. Ritürllerde şarap içilir, coşkulu danslar yapılır ve hayvanlar kurban edilirdi.

Akdeniz tanrıları erken bir aşamada Hristiyanlık tarafından Şeytan olarak adlandırıldı. Daha sonra Kelt ve Cermen tanrıları da aynı tavırdan nasibini alınca onlara ibadet edenler Şeytana ibadet edenler gibi mahkum edildi. Kilise liderleri Hristiyan halkı Şeytan'ın güçlü, kötü niyetli temsilcileri olduklarını iddia ettikleri bu topluluklara karşı zulmetmeye teşvik etti.

Avrupada tek suçları Hristiyanlığı reddetmek olan ve sayısı bile bilinemeyen yüzbinlerce kişi yıllar boyunca  yargılanıp öldürüldü. Yaptıkları yargılama ve idamları on üçüncü yüzyılda cadıların öldürülmesine açıkça izin veren Papa 9. Gregorius gibi insanlara borçluydular.

Almanya'da Konrad adında bir papa işkencenin en şaşırtıcı itirafları ortaya çıkardığını keşfetti. İnsanlara ne kadar çok işkence yapılırsa yaptıkları itiraflar o kadar şaşırtıcı oluyordu. İşkence görenler itiraflarına başkalarını dahil etmek zorunda bırakıldıkları gibi, bunu yaptıklarında da paçayı kurtaramıyor ve itiraf ettikleri kişi ile birlikte işkence görüyorlardı. Konrad'ın din ile dolmuş beyni neredeyse herkesin işkence altında iken herhangi bir şeyi itiraf edilebileceği gerçeğini fark etmiyordu. Kafasındaki kurgu dünyada büyücülerin arttığı ve Hristiyan dünyasının tehlikede olduğu idi.

8. Papa tehdidi algılamıştı. 5 Aralık 1484'te "cadılar" boğa boğuyor", diyerek cadılara karşı son derece şiddet uygulanması çağrısında bulundu. Cadıların erkeğin cinsel eylemi yerine getirmesini ve kadınları gebe kalmasını engellediğini yazdı. Bu ve diğer yollarla şeytanlar insanların "cinsel yaşamlarını" engelliyorlardı (Kötü güçler asla masum Hristiyanları cinsel konularda ele alma şansını kaybetmemiş görünüyorlar. Tanrıların Çekici isimli bu kitap tanrıça Diana'ya ibadet eden kadınların gerçekte şeytanın ajanları olduğu ve rakip tanrıların son izlerini kaldırmak için bir sebep oluşturduğu kanısını güçlendirdi.
Yazarlara göre durum şöyleydi: "... bu kadınlar, Diana veya Herodias'la birlikte olduklarını hayal ettikleri halde, gerçekte onlar, bu tür bir putperest adlarla kendini çağıran şeytanla beraberler .... ". [Malleus Maleficarum]

Malleus Maleficarum cadıların keşfi, incelenmesi, işkence edilmesi, yargılanması ve infazına ilişkin pratik talimatlar veren bir "soruşturmacı" el kitabıydı. Bu, 1486'da yayınlanınca, Batı Hristiyanlık boyunca engizisyon mahkemeleri üyelerine ve hakimlere kadar dağıtıldı. Basılacak ilk kitaplardan biriydi. 1520 yılına kadar on dört kez yeniden basılmıştı. Cinsel fanteziyle doludur: Şeytanlarla tanışmak ve onunla çiftleşmek için havada uçan cadılar; kuşlardaki civcivler gibi yaşayan insan cinsel organlarını "yuvalarından kesmişler; iblisler erkeklerle çiftleşir, sonra da cinsiyeti uykuda olan kadınlarla birleştirmek için değiştirirler, ve onları eski erkek partnerlerinden kaçak olarak edinmiş insan spermleri ile embriyo haline getirirler. Kitap, binlerce kişiye işkence etmek ve öldürmek için kullanıldı. Yazarlara göre, büyü, Tanrı'nın ihtişamına karşı hem sapkın hem de vatan hainliği barındırıyordu;

Seviyesi ne olursa olsun herhangi biri, böyle bir suçlama üzerine işkenceye maruz kalabilir ve suçunu itiraf etse bile, suçunu itiraf etmesine rağmen, işine alınmasına izin verilirse, yasalara göre öngörülen diğer işkenceleri sırasıyla yaşamalı, suçlarıyla orantılı olarak cezalandırılmalıydı.

Yasal teknik kolaylıkla kabul edilebilir. Roma kanunları büyücüler için yeni yasalar çıkardılar, bu da "büyücü" ve "cadı" kelimelerini yeniden tanımlayarak işkence yoluyla büyünün itiraflarını çıkardığı için cadılara genişletilebilirdi. İtiraflar, işkence yoluyla garanti altına alındı ​​ve bu itiraflar, büyü gerçeğini doğruladı. İtiraflarla gelen büyü gerçeği cadı diye etiketlenen insanlara karşı terörü ateşledi. Terör de suçlamaları yarattı. Suçlamalar işkence yapılması çağrısında bulundu. Ve işkence itirafları ve daha çok suçlamayı üretti. Bu kısır daire, kilisenin otoritesi tarafından çalıştırılan büyük ve korkunç bir çarktı. Sorulan sorular, suçların işlenip işlenmediği değil, nerede ve ne zaman suçlar işlendiği ve kimlerin karıştığı idi. Suçluluk zaten varsayılıyordu. Doldurulması gerekenler sadece ayrıntılardı.

Sadece 1524'te, 1.000'den fazla kişi Como bölgesi içinde mahkum edildi ve yakıldı. 1587-1593 yılları arasında Trier Başpiskoposu (Johann von Schönburg) 368 cadı yaktı. 1623-1631 yılları arasında Würzburg Piskoposu (Philip Adolf von Ehrenberg) 900 kadar cadı yaktı ve bunların çoğu henüz çocuktu. 900 kişiyi cadı diye yakmak bir engizisyon mahkemesi üyesi için alışılmadık bir durum değildi. Bazı engizisyon mahkemesi üyeleri sayıları kaydetmemişti bile. Bamberg Piskoposu (Johann Georg II), komple hücreler ve işkence odaları ile yapılmış ünlü bir cadde evine sahipti. Ev sık kullanılan işkence aletlerini içeriyordu: Kelebek vidaları, bacak mengeneleri, sivri uçlu demir kırbaçlar, haşlanmış kireç banyoları, askılar ve diğer cihazlar. İşkenceyi dayanılmaz hale getirmek için ağırlıklar bazen kurbanın ayaklarına veya testislerine tutturuldu. Piskopos, 1633 yılına kadar on yılda 600'den fazla kişiyi yaktı. Johannes Junius, Bamberg'deki kurbanlardan biriydi. 24 Temmuz 1624 tarihli bir mektubunu kızına gizlice ulaştırması için bir gardiyana rüşvet verdi:

"... ve sonra da geldi - En yüksek cennetteki Tanrının merhameti yok - uygulayıcı ve baş parmak vidalarını üzerime taktı, her iki el de birbirine bağlıydı, böylece kanlar çivilerin etrafından  her yere aktı, yazdıklarımdan görebildiğin gibi, bu yüzden ellerimi 4 hafta kullanamadım ... Sonra beni soyup ellerimi arkamdan bağladılar ve beni strappado' ya çektiler (Strappado; kişinin kollarının arkasından bağlanarak yukarıya çekildiği vinç sistemli bir işkence aleti). Sonra cennet ve yeryüzünün bittiğini düşündüm; sekiz kez beni çekip tekrar aşağı bıraktılar, çok acı çektiğim için itiraf ettim ... Ama hepsi bir yalandı ... Sonra işlediğim suçları söylemek zorundaydım ... O yüzden onlara çocuklarımı öldüreceğimi söyledim, ama bunun yerine bir atı öldürdüm dedim. Hiçbir yardımı olmadı. Ben de kutsal bir kek aldım ve onun kutsallığını bozdum. Bunu söylediğimde beni rahat bıraktılar ... İyi geceler, çünkü babanız Johannes Junius sizi asla daha fazla göremeyecek."


A, din, hristiyanlık, Hristiyanların cadı zulmü, Cadı suçlamasıyla insanların yakılması, Hristiyanlık ve cadılık, Hristiyanlık tarihi ve cadılık, Hristiyanların cadı suçlaması,
Cadıların varlığını inkar etmek "açık biçimde sapkınlık"idi. Roger Bacon cadılık, büyücülük ve dolandırıcılık ile atfedildi, ancak Bacon kendini bir kafir olarak kınadı. İspanyol engizisyon mahkemesi görevlileri, büyü yapmayı delilik ve sanrılar olarak nitelendiriyorlar ve belki de kızartılacak başka balıkları olan Yahudileri ve Müslümanları ele almak için laik yetkilileri terk ettiler. Batı Hristiyanlık boyunca cadılar Kilise tarafından yakıldı veya Devlet tarafından asıldı. Hakim olan görüş, yanlışlıkla suçlanan herkesi kurtarmak için Tanrı'nın kendisi tarafından müdahale edileceği idi.

Friedrich von Spee, bir itirafçı olarak Würzburg'daki süreci yakından gördü. Malleus Maleficarum'un yazarlarının "yaratıcı ve kurnazca işkenceleri" vasıtasıyla Almanya'ya cadılığın tanıtımının yapılmasından sorumlu olduklarını belirtti. Her ne kadar Von Spee kurbanlar arasında yalnızca masumiyeti bulmuş olsa ve herkesin işkence altında itiraf edeceğini kabul etmiş olsa da, yine de protesto etmeksizin, masumların kazıklar üzerinde tutuklu olarak yakılışını izlemeye devam etti. 1631'de Cautio Criminalis adında bir teşhir yazısı yayınladı ve Engizisyon kendisine ulaşmadan önce dertten ölmek için iyi bir servet aldı. Kitabında, kullanılan teknikleri ortaya koydu ve suistimalleri sıraladı. Cadılar şeytani bir hayat sürdüyse açık bir şekilde suçludur, ancak cadıların özellikle erdemli görünerek aldattığı bilindiğinden iyi bir hayat sürdüyse eşit derecede zararlıdır "dedi. Ceza evine konulurken benzer iki yönlü bir argüman uygulandı:
  1. Eğer işkence çekenlerin görüntü veya seslerinden dolayı korkuyor ise, bu onun kesinlikle suçlu ve günahkar olduğunun kanıtıydı.
  2. Eğer bu, suçlamanın kanıtı sayılmaz ise, bu sefer de cadıların çok iyi masum taklidi yapabildiği ve cesur bir cepheden oluştukları söylenir ve bu da suçluluk kanıtı sayılırdı.
Sanığa yardım eden ya da prosedürü protesto eden herkes, bir büyücüyü destekleyen kişiler olarak etiketlenmişti, hal böyle olunca herkes ölüm korkusu yüzünden sessiz kaldı. Duruşma boyunca mahkumların verdiği savunmalar bile not edilmiyordu, böylece mükemmel bir savunması olsa bile göz ardı edilebiliyordu. İşkence iki aşamalı olarak gerçekleşiyordu, fakat sadece ikincisi işkence olarak nitelendirildi;
  1. Kurban, ilk aşamada itiraf etmiş olursa, işkence yapılmaksızın suçunu itiraf ettiği söylenirdi.
  2. İşkence görürken kurbanın gözleri yumuksa, işkence eden kişiler "gülüyor" diyorlardı. Eğer kendinden geçmişse "uyuyor" yada "büyülendi" deniyordu. İşkence altında ölürse "Şeytan onun boynunu kırdı" diyorlardı. Hiçbir çıkış yolu yoktu. İtiraf etmek de, itiraf etmeyi reddetmek de ölüme yol açtı.
Her ne kadar işkenceler itiraf elde etmek için her zaman yeterli olsa da, işkence başarısızlığı gibi durumlarda Hristiyan yetkililere de deliller verilmesi sağlandı. Rahipler kilise otoritesine uyduğu sürece, genellikle başkalarına uygulanan muamele türünden kurtuldular, ancak kilise makamları uygunsuz görürse, rahipler de aynı işkencelere maruz kalabilirdi.

Loudan'da büyü yapmakla suçlanan bir Fransız rahip olan Urbain Grandier, ilk duruşmasında beraat etti ancak ikinci bir davada Kardinal Richlieu tarafından atanan savcılar Grandier ve Şeytan'ın imzaladığı ve bir dizi iblis tarafından mühürlenen iki pakt ürettiler - Lucifer, Beelzebub , Astori, Elimi ve Laviathan'ın hepsi bu pakta karışmıştı. Bunun sonucunda Grandier suçlu bulundu ve ölüme mahkum edildi. Onu suçlu bulan yargıçlar, "bu olağanüstü soruna", hemen hemen ölümcül olmayan bir işkence biçimine sokulmalarını emretti ve genellikle yargılanmadan kısa süre önce mağdurlara uygulandı. Grandier, işkence altında bile olsa büyücüyü itiraf etmedi, ancak sahtekarlıkların gücüyle suçlu bulundu ve 1634'te tehlikede can verdi. ve bu nedenle genellikle kurbanlara idam edilmeden kısa süre önce verildi. Grandier, işkence altında bile olsa büyücüyü itiraf etmedi, ancak sahtekarlıkların gücüyle suçlu bulundu ve 1634'te tehlikede can verdi. ve bu nedenle genellikle kurbanlara idam edilmeden kısa süre önce verildi. Grandier, işkence altında bile olsa büyücüyü itiraf etmedi, ancak sahtekarlıkların gücüyle suçlu bulundu ve 1634'te kazık üzerinde canlı canlı yakılarak öldürüldü.

Fail popüler biri değil ya da bir yabancı ise, neredeyse herhangi bir hareketi büyücülük sayılabilirdi. Yaşlı kadınlardan birçoğu evcil hayvan beslediği için bile kazık üzerinde yakılarak öldürüldü.

"Kırışık yüzlü, çatık kaşlı, dudakları kıllı, şaşı gözlü, bir gıcırtılı ses veya azarlayıcı dilli .... ve yanında bir köpek ya da kedi olan her yaşlı kadın için, sadece şüphelenilmekle kalınmıyor, aynı zamanda cadı olarak telaffuz ediliyordu." John Gaule, Select Cases of Conscience Touching Witches and Witchcraft , 1646

A, din, hristiyanlık, Hristiyanların cadı zulmü, Cadı suçlamasıyla insanların yakılması, Hristiyanlık ve cadılık, Hristiyanlık tarihi ve cadılık, Hristiyanların cadı suçlaması,
Şeytanı güçlendirme gücüne sahip oldukları düşünülen genç çocuklar yazısal hiçbir değeri olmayan uydurma belgeler okunurken canlı canlı yakıldı. Büyücünün etkinliğini inkar edenlerin, cezalandırmada az gayret gösterenlerin tehlikede olduğu çağrısında bulunuldu. Johann Weyer "De Praestigiis Daemonum" isimli büyü konulu kitabında, büyücülük vakalarının doğal açıklamalara sahip olduğunu ve açıkça belli olduğunu (gerçekten açıkça belli olduğunu), cadıların yalnızca zihinsel rahatsızlıktan muzdarip olduğunu savundu. Kendisi büyü ile suçlanıyordu. Trier'deki seküler bir yargıç olan Dietrich Flade, yerel piskoposunun tatları için bir cadde avcısı olarak yeteri kadar hevesli değildi. Yerel cadı deliliğini kontrol altına almaya çalışırken, kendisi büyücülük ile suçlandı. Zaten kendini diri diri yakan bir kadından sonra birçok insan kendilerini yaralamaya teşvik edildiler (yanmadan önce boğulması gerektiğine teşvik ediliyorlardı). Flade'nin kaderi mühürlendi. İşkence altında, yerel bitkilere zarar vermek için çamurları salyangoz haline getirdiğini itiraf etti ve 1589'da Trier'de idam edildi.

Adil yargılanmaya yaklaşacak herhangi bir soru yoktu. Doğal adaletin tüm unsurları terk edildi. Sanığın sanıklardan ziyade cadı ya da sihirbaz olarak anılmasıyla daha en başta suçlu oldukları kabul ediliyordu. Tüzük gereğince, sanıkların suçlamacılarının kimliğini bilmesine izin verilmedi (Malleus Maleficarum III, q 2). Hearsay kanıtları mahkeme tarafından kabul edildi (III, q 6). Bilinen itirafçıların kanıtı, imanın gayreti içinde olduğu sürece kabul edildi (III, q 4). Sanığın ailesinin diğer üyelerinin daha erken mahkum edilmesi, hatta büyücü şüphelileri olması bile kanıt olarak sayılırdı (III, q6). Bu, tüm ailelere zulme yol açtı. Tek bir ailenin sekiz üyesi 18 ay boyunca 1630 yılına kadar büyücülük suçlaması yüzünden idam edildi.  Sanığı "vücutlarının en gizli kısımlarında bile adlandırılamayacakları" bile olsa, bazı sihirli çekiciliğini gizleyebilecekleri gerekçesiyle sıyrılmış, tıraşlanmış ve yakından araştırılmışlardı (III, q 15, burada metin şunu varsayıyor: sanık bir kadın olurdu). İşkence "sık sık ve yoğun şekilde" uygulanacaktı (III, q 14). Sanığın avukat hakkı yoktu ve hakim savunma için avukata izin verdiyse, avukat sanık seçemezdi (III, q 10). Savunma danışmanı görevlendirildiyse, kritik delilleri (şahitlerin isimleri gibi) görmeye hakkı yoktu ve sapkınlığı savunmakla yükümlü olma riski altındaydılar (III, q 10).

Bazen kaba kuvvet yalancılıkla takviye edildi. Yazarlar, büyücü diye suçlananlara, cadı avcılarının duymak istediklerini söylemelerini önerdi. İstihbaratçılar, yalnızca itiraf ederlerse suçluları ölümle mahkûm etmeyeceğini teminat altına alabilirlerdi (III, q 14), fakat bu bir hileydi, çünkü hâlâ bir şekilde suçlananları öldürüyorlardı. Suçlanan kişi başkalarını dahil ederse, daha az ceza verileceğine inanmaya yönlendiriliyordu. İtiraf ettiğinde ise birkaç ay boyunca hayatta kalabileceği ekmek ve sudan oluşan bir diyetle ömür boyu hapis cezasına çarptırılıyordu. Bir başka seçenekse yakmadan önce bir süre ceza evine sokmaktı. Üçüncü bir seçenek, ceza evine gönderilmesini reddetmek ve onun yerine bir ölüm cezası vererek ölüm cezasına çarptırmaktı (III, q 14).

Sanıkların tümü ilk suç için idam ettirilmedi, ancak diğer kanunlardaki gibi, sözde suçun tekrarlanması fiili olarak ölümü garanti etti. Bir şüphe uyuşmazlığı, dini bir hakimin şüphelinin öldürülmesini sağlamak için yeterli gerekçesi oldu (II, q 6, Bölüm 16). Cümleyi yazılı olarak kaydettirmeye gerek yoktu (III q 18). Temyiz yoktu, ancak sanıklar kötü muamele görmüştü (II, q 1, C.16). Sivil makamlar, dini bir mahkemenin cezasını uygulamakla yükümlü olsalar da, geçici Lordlar'ın müdahale etmesi yasaklandı (II, q 1, C.16) (II, q 1, C.16). Canon kanunu, davayı denemek için bir dindar hakim, ancak ölüm cezasını yerine getirmek için laik bir kişi istedi (III). Ölüm cezasının uygulanmasını izlemek için gelen kişilere hoşgörüyle yaklaşıldı (III, q 29 ff.).

Çeviren-Derleyen-Yazan: A.Kara

NUH TUFANININ SÜMER'DEKİ KÖKENİ

A, mitoloji, sümer mitolojisi, Sümerler, Nuh Tufanı, Nuh Tufanı Sümer kökenlidir, Nuh Tufanı Sümerler tarafından yazılmıştır, Sümer tabletlerinde büyük tufan, Utnapiştim,
Sümer'den gelen bir diğer temel Semitik efsane, insanlar, tanrıları öfkelendirdikten sonra dünyayı saran bir sel felaketidir. Tanrılar tarafından (ya da Tanrı tarafından) bir tekne inşa edilmesi yönünde uyarıda bulunulan bir kişi, tıpkı Nuh gibi ailesi ile birlikte Tanrıyı dinleyerek botuyla kurtuluyor ve insanların neslinin devam etmesini sağlıyorlar.

Çağdaş Irak'ta 1800'lü yılların ortalarında yapılan kazılarda, birçok Mezopotamya dönemi tableti ele geçirildi. Bunların arasında Babil seli efsanesi "Gılgamış Destanı" da yer aldı . Bu serinin 11. tabletinde sel baskını (büyük tufan) yazıyordu ve bazı farklılıklar olsa da olayın büyük kısmı Tevrat, İncil ve Kur'an'da yer verilen Nuh Tufanı'na benziyordu.

Tablette yer alan bu efsaneye göre, arkadaşı Enkidu'yu kaybettikten sonra ölümsüzlüğün sırrını aramaya başlayan Utnapiştim anlatılıyor. Utnapiştim'e insanların çıkardığı sesler nedeni ile tanrıların uyuyamadıklarını ve bu yüzden dünyayı sular altına almayı istediklerini anlatıyor. Bilgelik tanrısı Ea, Utnapiştim'e evini tekne haline getirmesini, bütün canlı varlıkların tohumunu almasını ve teknesindeki insanlara Enlil'in  gazabından kurtulmalarını söyleyerek uyardı. Utnapiştim, buna uyarak 7 gün içinde tekne yapmış ve bütün hayvanları, zanaatkârları onunla birlikte götürmüştür. Gelen sel tanrıları korku içinde kaçıracak kadar korkunçtu. Dünya 6 gün boyunca sular altında kalmış ve sular 7. günü geriye çekilmişti. Daha sonra tekne Mt'de dinlenmeye başladı. Nisir ve Utnapiştim bir güvercin, sonra bir kırlangıç, sonra bir kuzgun gönderdi. Kuzgun geri dönmediğinde o bir fedakarlık yaptı ve tanrılar fedakarlık üzerine bir araya geldi.

Gördüğünüz gibi, bu efsanede Nuh'un seliyle çok benzerlikler var, fakat aynı zamanda pek çok farklılık var. Felaketten sadece Nuh'un ailesi sağ çıkmıştı, Nuh ve zanaatkârlar değil. Dünyanın günahı ve kötülüğü üzerine üzülen ve ceza veren tek bir Tanrı vardır ve bu da selin sebebi olmuştur. Birden fazla tanrı karakterinin çok fazla gürültü çıkaran erkekler tarafından rahatsız edilmesi ile başlamamıştı Tufan. Kutsal Kitap'ta sel yaklaşık bir yıl sürdü, ancak bu efsanede yalnızca bir hafta oldu. Nuh her türden iki tane almıştı ancak, Utnapiştim hayvanların tohumlarını aldı. Nuh kuzgunu güvercinden önce göndermişti. Bunun nedeni, kuzgunların leş yiyici olması, güvercinlerin vejetaryen olmasıydı ve amaçlardan biri bitki hayatının mevcut olup olmadığını öğrenmekti. Hikayede ise önce güvercin sonra kuzgun gönderiliyor

Gılgamış destanında inşa edilen tekne kübiktir (uzunluk, genişlik ve yükseklik hepsi eşittir) ve 7 katlıdır. Kutsal varsayılan kitaplardaki Nuh'un gemisi ise dikdörtgen şeklinde ve hassas ölçülere sahipti.

Tanrıların onların arzularına uyduğu ve insanın tohumunu koruduğu için mutluydu. Tanrıların güven ve sadakati karşılığında kendisine ve eşine ölümsüzlüğün armağanı ve göksel tanrılar arasında bir yer verilmişti.

Yazan: A.Kara

İSLAM MİTOLOJİSİ

İslam, Hristiyanlık gibi, Pagan & Yahudi geleneklerinden gelişmiş tek tanrılı bir Semitik inançtır (İslamiyet öncesi Arap dini paganizm yani putperestlikti). MS622 sonrası, Muhammed adlı bir Arap kendini Tanrı'nın peygamberi olarak ilan etti. İslami gelenek İbrahim'i, Nuh'u, Musa'yı ve Yahudiliğin diğer eski patriklerini daha önceki peygamberler olarak tanır. Müslümanlar, İslam'ı takip edenler, İsa'nın peygamber olduğuna da inanmaktadırlar.

Muhammed'e bildirildiğine inanılan Allah'ın sözleri, İslami kutsal metin olan Kuran'da yer almaktadır. Zaman geçtikçe, İslam dünyasındaki Müslüman akademisyenler ve öğretmenler Muhammed ve onun takipçileriyle ilgili daha fazla bilgi yanı sıra İslam hukukunun yorumları ve peygamberlerin sözlerini de eklemişlerdir. Semitik, Fars ve Yunan mitolojisinin unsurlarını ya da Muhammed, ailesini ve İslam tarihindeki diğer kilit figürleri anlatan hikayeler eklediler.

Böyle bir hikaye anlatımı resmi olarak İslam'ın bir parçası değilse de ve bazen İslami yetkililer tarafından cesaret kırıcı olsa da, birçok Müslümana hitap ediyordu. İslam yeni alanlara yayılırken, yerel gelenekler ve efsaneler temel İslam inançlarıyla karıştı. Örneğin, Pakistan'da, sevgiyle ölmekte olan kızlarla ilgili eski halk hikayeleri, Allah'la birleşmeye özlem duyan ruhların simgesi olarak görülüyordu.

Muhammed'i çevreleyen efsanelerin birçoğu ona mucizevi olaylar hediye etti. Bazı masallarda Muhammed'in zehirli et yemek üzerindeyken etin onu yememesi konusunda Muhammed'i uyardığı söyleniyor. Bir efsaneye göre ise, melek Cebrail, Burak adındaki kanatlı bir ata bindirdiği Muhammed'e eşlik ederek diğer peygamberlerle tanıştığı cennete mistik bir yolculuğa çıkarıyor.

Aynı şekilde, mistik İslam kardeşliklerini kuran tarihsel figürler, aslanlara binmek ve hastayı iyileştirmek gibi mucizelerin öyküleri ile bağlantılı hale geldi. Bazı durumlarda, bu efsane İslam öncesi tanrı ya da kahramanlar hakkında geleneksel efsanelere sahiptir. Büyük İskender hakkında romantik hikayeler, Musa'nın bir arkadaşı olduğu söylenen bir İslami efsanevi figür olan ve yolcuların koruyucusu olan Khir hakkındaki hikayelerin bazılarını renklendirmiş olabilir.

Yazan: A.Kara

ŞAMANİZM VE TENGRİ SEVEN MÜSLÜMAN

islamiyet, din, A, Şamanizm seven müslüman, Tengrici müslüman, Hem müslüman hem Tengrici, Türkler nasıl müslüman oldu?, Talkan ve Curcan katliamları, Kılıç zoruyla müslüman olan şaman Türkler

ŞAMANİZM VE TENGRİ SEVEN MÜSLÜMAN

Bir konuda beni aydınlatmanızı istiyorum? İslam dininin yeni bir sürümü daha çıktı da benim haberim mi yok? Adı da "Şamanislamizm" falan mı?

Yok yok ben kesinlikle eminim, Şamanislamizm diye bir din çıktı fakat benim haberim olmamış.
Aksi halde nasıl olur da, bir sürü insan profiline kam davulu fotoğrafı yükleyip, üzerine Tengricilik sembolleri ve eski Türk Şaman toplumunun sembolleri ile yazılar bulunan profil fotoğrafları yükleyip bunları severken diğer yandan da Müslüman olabilir ki !?

Eğer olabiliyor ise, helal olsun derim, 3 yemeği aynı tabakta karıştırıp mideyi bulandırmadan yemek zor iştir çünkü. Neyse, midesi sağlam olan yesin bir şey diyemem de, parmağına kam davullu, tengrili yüzükler takıp, Şamanizm paylaşımları yapıp duran, Şamanizm seven ama aynı zamanda Müslümanım diyip sabah akşam Muhammed'i savunan bu arkadaşlara birkaç soru sormak istiyorum:

1-Profiline koyduğun kam davulu, Atan olan eski Türk Şamanların davulu. Peki bu Türk şamanları babam mı zorla Müslüman yaptı? Talkan ve Curcan katliamlarını babam mı yapıp Türkleri katletti? Şimdi sorup geldim, babam öyle bir şey yapmamış, fakat sizin o çok sevdiğiniz, öpüp baş ucunuza koyduğunuz Arap Müslümanlar bunu yaptılar haberiniz olsun.

2-Talkan ve Curcan katliamlarını bilmiyor isen, bu cehaletini neye borçlusun? (Çekinme araştır bu katliamları ve fazlasını, araştırmak bedava)

3-Bu katliamları biliyor, fakat bildiğin halde, "Teke Tek"e çıkan İslam bilgini gibi "İyi ki Türklerin kafalarını kesti yahu, yoksa Türkler Müslüman olmazdı" diyen adam kadar pişkin ve suratsız mısın? Yani senin ecdadını kılıçtan geçirmiş ve Arap siyasetini sana din diye yutturmuş bu insanları savunurken, diğer yandan o çok sevdiğin kam davulu eğer var ise "vicdanını" sızlatıp, yine eğer kullanıyor isen "aklını, zihnini" rahatsız edip düşünmeye sevk etmiyor mu?

4-Bir diğer ihtimal ile, Türklerin İslamiyeti kendisi seçtiğine, hatta Arapların gelip çiçek dağıtarak, oyun oynayarak, güle oynaya Türkleri İslamiyete çağıracak kadar kaliteli pembe bir gözlüğün mü var?

5-Eski Türkçe sembolizmiyle yazılan Tengri sözcüğünü giydiğin tişörtle dolaşırken yada camide namaz kılarken gerçekten kafan yerinde mi? Yoksa şaman atalarının Tengri'sini de Türk atalarını da gelip yeni tanrıları olan Allah adına kesenler Müslümanlar değilde başkaları mıydı? Mesela ebem?

Bir inme geldi şimdi bana, yoksa "Türkler İslamiyet ile Şereflendiler" sözüne inanıyor musun sen? Eyvaaah!... Bir insan nasıl olur da karısının kızının kolu kafası kesilerek, öldürme tehditleri ile bir dine geçerek şereflendirilir, buna nasıl inanılır, bende bu kafadan istiyorum lütfen, lütfen, lütfen.

Bence inanç konusunda tarafını seçmelisin çünkü saçmalıyorsun, hem Şamanizmi hemde İslamiyeti savunarak saçmalığın daniskasını yaşatıyorsun. Bu bilgisizliğin, tarihten habersizliğin en başında da asıl atalarını bilmezliğin en büyük işaretidir. En az Budist'im deyip elinde haçla dolaşan bir Budist kadar yada eski Türklerin kılık, kıyafet, model ve geleneklerinden haberi olmayıp gemlik zeytinine dönmüş suratı ile "Ne bu evladım sen Türk değil misin karı gibi saç uzatmışsın" diyen teyze kadar saçma...

Tarih-i Taberi | Cilt 3 (Syf-343): Her kim Türklerden baş getirirse yüz dirhem vereceğim. İmdi Müslümanlar bir bir Türklerin başını kesip getirip 100 dirhemi aldılar. Ve Türkleri dağıtıp hesapsız kırdılar ve mübalağa ile mal ve ganimet alıp yeniden dönüp Merv’e geldiler.

Hadi size iyi uykular, ama ayakta uyumayın sağlığa zararlı, sonra kan beyin yerine bacaklarda birikiyor.

Yazan: A.Kara

AİŞE ALİ'YE KARŞI SAVAŞIYOR

Hazırlayan: A.Kara
AY, din, İslamiyet, Aişe ile Ali'nin savaşı, Hz Ali ile Hz Aişe savaşıyor, Cemel Olayı, Gerdanlık Olayı, İslam iç savaşı, Hz Aile ile savaş, Hz Ali, Basra'da halife Ali ile savaşan Ayşe, Ümeyye,Huneyfe

CEMEL SAVAŞI


"Cemel" kelimesi Arapçada جَمْل ‎ "deve" anlamına gelir. Cemel Vakası, Aişe'nin devesi etrafında gerçekleştiği için bu isimle anılmıştır.

Aişe, 627 yılında (henüz 15 yaşında iken) Gerdanlık Olayı olarak da bilinen olay gerçekleşmişti. Bu olay Aişe’nin İslam Peygamberi ve kocası Muhammed’i bir sefer dönüşünde Müslüman bir askerle aldattığı iddiasıdır. Olaylar Muhammed’in Aişe’nin masumiyetini destekleyen ayetleri halka bildirmesi ve iddiaları yayan münafıkların kırbaçlanması ile sonuçlandı. Bu olay esnasında Ali’nin tavrı sebebiyle Aişe ve Ali’nin arasının açıldığı düşünülür.

Konuya bu olayda Ali'nin konuşmalarından, tavrından bahseden hadislere bakarak başlayalım:

Abdullah İbnu Ziyâd anlatıyor: "Hz. Talha, Zübeyr ve Hz. Aişe (r.a) Basra'ya yürüyünce, Hz. Ali, Ammar İbnu Yasir ve Hasan'ı (r.a) gönderdi. Bu ikisi Küfe'ye yanımıza geldiler ve minbere çıktılar. Hz. Hasan (r.a) minberin yukarısında idi. Ammar (r.a) da ondan aşağıda idi. Biz onların etrafında toplandık. Ammar'ın şöyle konuştuğunu işittim:
"Aişe, Basra'ya yürüdü. Muhakkak ki o, dünyada da ahirette de Peygamber aleyhissalatu vesselam'ın zevcesidir. Ancak Allah sizi imtihan ediyor: Kendisine mi itaat edeceksiniz, yoksa ona (Hz. Aişe'ye) mi?"
[Buhari, Fezailu'l-Ashab 30, Fiten 17]

Şakik İbnu Abdillah anlatıyor: "Ben, Ebu Musa el-Eş'ari, Ebu Mes'ud el-Ensari ve Ammar (r.a) ile oturuyordum. Ebu Mes'ud, Ammar'a:
"Senin arkadaşlarından herkese dilediğim takdirde bir kulp takabilirim. Ama sen hariçsin. Senin hakkında bir şey söyleyemem. Senin, Resulullah (sav)'a arkadaş olduğun günden beri şu işteki aceleciliğinden başka bir kusurunu görmedim!" dedi.!"

Ebu Mes'ud -zengin birisiydi- şu karşılıkta bulundu: "Ey oğlum! İki hulle (takım) getir. Birini Ebu Musa'ya ver, diğerini de Ammar'a!" Ve ilave etti: "Bunların içinde ikiniz cumaya gidin."
[Buhari, Fiten 18, Fezailu'l-Ashab 30]

Kays İbnu Abbâd (r.a) anlatıyor: "Ali (r.a)'a: "Söyle bize! (Savaş için) şu yürüyüşünü Resûlullah (s.a.v)'ın bir emrini yerine getirmek üzere mi yapıyorsun, şahsi bir içtihadın olarak mı?" diye sordum.

"Resûlullah (s.a.v) bana bu yürüyüşü yapmam için herhangi bir emirde bulunmadı. Ben bunu şahsi reyimle yapıyorum!" cevabını verdi."
[Ebu Davud, Sünnet 13, (4666)]

Osman bin Affan'ın öldürülmesinden sonra Müslümanların çoğu Ali'nin hilâfetini kabul etmişti.
Fakat önce Osman'ın öldürülüşünü anlatan hadise bakalım. Çünkü bu hadis hem bazı ayetlerin geliş nedenini hemde Osman'ın öldürülüşünü detaylandırıyor:

Abdullah İbnu Selam'ın kardeşioğlu, amcası (Abdullah İbnu Selam) (ra)'ndan naklediyor. "Hz. Osman (ra) öldürülmek istendiği zaman yanına geldim. Osman bana: "Sen niye geldin?" diye sordu. "Sana yardım edeyim diye geldim" dedim. "Öyleyse halka çık. Onları benden uzaklaştır. Zira sen bana hariçte olursan, yanımda olmaktan daha faydalı olursun!" dedi. Ben de çıkıp: "Ey insanlar! Bilirsiniz, benim adım cahiliye devrinde falandı. Ama Resulullah (sav) beni Abdullah diye tesmiye buyurdu. Benim hakkımda Kitabullah'ta bir kısım ayetler nazil olmuştur. Şu ayet benim hakkımda nazil olanlardan biridir: "De ki: "Söyleyin bana, eğer bu Kur'an Allah tarafından gönderildiği halde, onu inkar ettiyseniz ve İsrailoğullarından bir şahit de Tevrat'a dayanarak onun hak kitap olduğuna şahitlik edip iman ettiği halde siz iman etmeyi büyüklüğünüze yediremezseniz, zalim olmaz mısınız? Muhakkak ki, Allah zalimler güruhuna yol göstermez" (Ahkaf 10). Keza şu ayet de benim hakkımda nazil oldu: "İnkar edenler "Sen Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber değilsin" diyorlar. De ki: "Sizinle benim aramızda şahid olarak Allah ile O'nun kitapları hakkında bilgi sahibi olanlar yeter" (Ra'd 43). Allah'ın size karşı kınına konmuş bir kılıcı var. Resulullah (sav)'ın inmiş olduğu bu beldenizde melekler size mücavir oldular. Öyleyse bu adamı öldürmekten Allah'tan korkun! Allah'tan korkun! Allah'a yemin olsun eğer onu öldürürseniz, komşularınız olan melekleri buradan tardetmiş olacaksınız ve Allah'ın size karşı kında tuttuğu kılıcı kınından çıkartacaksınız ve artık o kıyamete kadar kınına girmeyecek!" Bu sözlerim üzerine: "Şu Yahudiyi öldürün! Osman'ı öldürün" diye bağrıştılar."
[Tirmizi,Tefsir, Ahkaf]

Hatta halife adaylarından Zübeyr bin Avvam ve Talha bin Ubeydullah da Ali’ye biat etmiş, fakat daha sonra onlar da öldürülen halifenin öcünü almak için Aişe'ye katılıp Ali'ye isyan etmişlerdir. İsyan etmelerinin bir başka sebepleri ise yıllardan beri Zübeyr’le, Talha’nın Kûfe ve Basra'ya vali olmak istemeleriydi. Ali ise onların bu isteğine cevap vermeyince hac bahanesiyle Mekke'ye giderek Aişe'ye katıldılar. Ali başa geçince bir önceki halife Osman bin Affan’ın akrabaları olan Ümeyye oğullarını devlet işlerinden uzaklaştırmaya başladı. Çünkü Ümeyye oğulları, üçüncü halife Osman bin Affan’ın yakın akrabalarıydı ve İslam devletinde mevki olarak önemli yerlerde bulunuyorlardı. Bunlar Müslümanların beytülmaldan istedikleri kadar para alıp harcayabiliyorlardı. Zaten üçüncü halife Osman bin Affan’ın öldürülmesine sebeplerden biri de buydu. Mesela Suriye eyalet valisi Muaviye bin Ebu Süfyan, yıllardan beri Suriye’de Müslümanların malını sömürüyor, bu işine rağmen birkaç defa halife Osman’a şikayet geldiyse de Muaviye, yine de yaptığını yapıyordu. Bir başka örnek, Kûfe Valisi Velid bin Ukbe içkili haldeyken birkaç defa namaz kıldırmıştı. Yeni halife seçilen Ali, bunları göze alarak Ümeyye Oğulları’nı devlet idaresinden uzaklaştırmakla meşguldü ki Mekke'de Aişe'nin kıyam haberini aldı.

Aişe, Osman’a karşı isyan başlayınca hac için Mekke’ye gitmişti. Katilleri yakalamakta yavaş davrandığı gerekçesiyle Ali’ye karşı tavır aldı. Ayrıca İfk hadisesi olarak bilinen olaydaki tavrından dolayı Ali'ye öfkeliydi. Talha ve Zübeyr’i de yanına aldı ve birlikte Ali’nin hilafetinden memnun olmayanların çoğunlukta olduğunu düşündükleri Basra şehrine gittiler.

Aişe, Osman’ın öldürülmesinden önce Osman için “O kitabın hükmünü çiğnemiştir” derken Osman’ın öldürülüp yerine Ali’nin seçildiğini duyunca “Mazlum olarak öldürülmüştür" dedi.

Talha ve Zübeyr ise Osman hayatta iken onu eleştirmişler ve aleyhinde bulunmuşlar, başlangıçta Ali’ye biat etmişler, fakat umdukları valilik taleplerine olumlu cevap alamayınca ona karşı tavır almışlardı.

Basra Valisi Abdullah ile Talha ve Zübeyr’in Mekke’ye gidip hac dolayısıyla burada bulunan Aişe’ye katılmaları ve Osman’ın kanını talep etmek üzere bir araya gelmeleri, Emevi Oğulları için bulunmaz bir fırsattı.

Bu arada Ali, kendisine ilk tepki Muaviye’den geldiğinden ona karşı savaş hazırlığı yapıyordu. Fakat Aişe ve diğerlerinin Basra’ya gittiklerini haber alınca onların Basra’ya girmelerine engel olmak için hemen harekete geçti. Fakat geç kalmış ve Basralılar, Aişe’nin yanında yer almışlardı.

Aişe, 30.000 kişilik kuvvetle Basra'ya yola çıktı, çünkü Basra’da eski halife Osman bin Affan’ın taraftarları vardı. Bunun üzerine halife Ali, Basra Valisi İbn-i Huneyfe’ye mektup yazarak isyancılarla şahsen görüşmesini ve savaşın başlamasını önlemesini söyledi. Fakat Basralılar ihanet ederek İbn-i Huneyfe’yi Aişe'ye teslim ettiler. Ali, 10.000 kişilik Mâlik–El Eşder komutasında bir ordu göndererek ardınca da kendisinin Medine'den ek kuvvetle geleceğini söyledi. İki gün sonra Halife Ali, kendisinin komuta ettiği 10.000 kişilik ek kuvvetle Mâlik–El Eşder’e katıldı. Böylece Ali, 20.000 kişilik ordusu ile Aişe’nin karşısına çıktı.

7 Kasım 656’da meydana gelen Cemel Savaşı’nda Aişe’nin ordusunun mağlubiyeti, bu savaşa katılan Ümeyye Oğulları kanadının da mağlubiyeti oldu. Talha bin Ubeydullah ve Zübeyr bin Avvam, bu savaşta öldürüldü.

Ali, savaşı kaybeden Aişe’ye zarar vermedi, ancak onu Medine’ye sürgün etti.

Sünni kaynaklardan sonra birde Şia'ya bakalım:

Şia'ya göre Savaşın Nedenleri

Ali’nin Görüşü
İmam Ali’nin (a.s) sözlerine göre muhaliflerin fitne ateşini körüklemelerinin iki delili vardır:

Birinci Delil: Talha ve Zübeyr’in güç ve kudret talebi
İmam Ali (a.s) Nehcü’l Belağa’nın 148. hutbesinde şöyle buyurmaktadır: “Her ikisi de (Talha ve Zübeyr) idareciliği (hilafeti) üzerine almak; öbürüne vermeyip kendine mal etmek ister.”
[Nehcü’l Belağa, s. 144]

İkinci Delil: Kin ve nefret
Müminlerin Emiri İmam Ali’ye (a.s) karşı beslenen kin ve nefretin varlığı inkar edilemez. Hz. Ali (a.s) kendisine karşı kin ve nefret duyulmasına neden olan etkenlerin geçmişini beyan etmiştir. Onlardan bazıları şunlardı:
Çünkü Peygamber (s.a.v) beni, Ayşe’nin babasına üstün kılmıştı.
Çünkü Peygamber (s.a.v) beni, kendisine kardeş seçmişti.
Çünkü Allah Teala mescide açılan bütün evlerin kapılarının, hatta Ayşe’nin babasının evinin kapısının bile, kapatılmasını emretti. Ancak benim evimin kapısı kapatılmadı.
Çünkü Allah Resulü (s.a.v) Hayber günü, diğerlerinin başarısız olmasından sonra, bayrağı benim elime vermişti ve ben de zafer kazanmıştım. İşte benim zafer kazanmam da onların üzülmesine neden olmuştur…
[Mufid, s. 409]

Ayrıca kendilerini İmam Ali (a.s) ile aynı seviyede gören Talha ve Zübeyr, devlet işlerinde Hz. Ali’nin (a.s) kendileriyle istişare edeceğini ve üçüncü halife Osman’ın ölmesiyle hükumetin bir bölümünü de elde edeceklerini ümit ediyorlardı. Ancak bunlardan hiçbiri gerçekleşmedi. Durum böyle olunca da bu ikisinin Müminlerin Emiri İmam Ali’ye (a.s) olan husumetleri aşikar oldu.

Sonuç olarak Cemel Vakası, İslam Devleti'nde yaşanan ilk iç savaştır ve İslam aleminin ikiye bölünmesinde kilometre taşı olan olaylardan birisidir.

TÜRKLERİN NOEL BABASI "AYAZ ATA"

Ayaz Ata, mitoloji, Türk mitolojisi, Ayaz Han, Ayas Han, Noel baba, Türklerin Noel babası, Türk kış Tanrısı, Ak Ayas, Ayoz Bobo, Türklerde kışı getiren Tanrı, Türklerde yılbaşı kutlaması, A,
Ayaz Ata, özellikle Kazak ve Kırgız Türklerinin soğuk Tanrısıdır ve Türk, Altay ve Orta Asya mitolojisinde, İslamiyet öncesi Türk toplumlarında ve geleneklerini koruyan günümüz Öz Türk toplumlarında önemli bir karakterdir. Ayas(z) Han olarak da bilinen bu karakter Santa'nın (Noel baba) Türk versiyonudur.

"Ak Ayas" olarak da bilinen bu karakter inanışa göre ay ışığından yaratılmıştır ve soğuk havaya neden olmaktadır. Ayoz Bobo, Ayaz Ota, Ayas Han gibi isimlerle de bilinen bu karakter, göğün altı deliği olan Ülker yıldız kümesindeki 6 yıldızın deliğinden soğuk hava üfleyerek kışı getirir. Yılbaşına yakın geçen bu dönemde, yakıcı soğuk olan ayazlar meydana çıkmışken, ay da gökyüzünde göründüğü için eski Türklerce Ayas Han'ı Ay Tanrısı'nın gönderdiğine inanılırdı.

Ayaz Ata isimli bu mitolojik karakter, kimi Türk toplumlarında bir Tanrıdan ziyade Noel baba gibi insani bir figürdür. Örneğin Kazaklardaki hali ile Ayaz Ata, soğukta ortaya çıkıp kimsesiz ve açlara yardım eden bir varlıktır.

Etimolojik ve kültürel yönleri ile Ayaz Ata karakterinin gerçekten var olmuş olabileceğine kesin gözüyle bakan birçok insan vardır, bazılarına göre bu karakter bir Hristiyan azizidir (Özellikle Hristiyanlığın erken yayıldığı Türk toplumlarında bu görüş bulunmaktadır).

Ay kökünden türeyen Ayaz Ata isminde soğuk ve ay ışığı anlamı vardır. Mehtap (ay ışığı) anlamına da gelen Ayas aynı zamanda kara kış anlamına da gelmektedir.