HABERLER
Dini Haber
A etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
A etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

MUHAMMED'İN BABASI ABDULLAH

A, din, islamiyet, Abdullah, Muhammed'in babası Abdullah, Abdullah ne demek?, Allahın kulu, Abdullah anlamı, Abd-al-ilah, Al ilahın kulu, Sin, Sin ne demek, Arap paganizmi, Baş put Al-ilah, Allah ismi,
Uzun zamandır yazmayı düşündüğüm, çelişki barındıran ve İslam'ın pagan geleneğinden kopmadığının en büyük ispatlarından birini bugün irdelemeye karar verdim. Bu da Muhammed'in babasının ismidir. Neden çelişkilidir, çelişki bunun neresinde diyeceksiniz? Hemen anlatayım.

Bildiğiniz gibi İslamiyet öncesinde Muhammed'de babası Abdullah'da putperest yani paganlar. Eğer burada "her insan İslam fıtratı üzerine doğar" geyiğine girecek varsa, bu konuda nasıl çamura battıklarını da anlatacağım.

Öncelikle İslam öncesi dönemde babasının adı Abdullah. Yani "Abd-al-ilah bu da Al-ilah'ın kulu demek oluyor. Öyle günümüz Müslümanlarının süslemeleri gibi "Allah'ın sevgili kulu" gibi bir anlamı yok, bu, onların duymak istediği ve Abdullah adını temize çıkarmak istedikleri anlam.

Neden temize çıkarmak istiyorlar?
Çünkü Al-ilah, diğer adı ile SİN, o zamanki Arap toplumunun, Muhammed ve babasının da taptığı tanrı putlarının en güçlü ve ilahi sayılan Ay tanrısının adı. Öyle ise Al-ilah'ın, yani Ay tanrısının kulu ismi kesinlikle sonradan Allah'ın sevgili kulu gibi anlamlara evrilemez. Çünkü ismin kökleri bellidir.

O zamanki pagan toplum, tıpkı günümüz Müslümanlarının çocuklarına Kur-an'dan isim koyduğu gibi, kendi inançlarından, tanrılarını yüceltecek isimler koyuyorlardı ve Abdullah bunun bir örneğidir çünkü bu isimle Ay Tanrısına olan inanç gösterilir ve baş put yüceltilir.

Eğer her insan İslam fıtratı üzerine doğuyor olsa idi;
1- Allah'ın adı, Arapların eski putunun ismi ile aynı olmazdı:
Kainatın yaratıcısı şüphesiz ki kendine farklı bir isim bulabilirdi!? Tabi ortada bir gerçek var ki, ismi zaten Muhammed koydu, baş putlarını tek ilan ederek yeni bir tanrı gibi piyasaya sürdü.


2- Eğer her insan İslam fıtratı üzerine doğuyor olsaydı Allah İslamiyeti göndermek için bu kadar beklemez, yüzlerce yıl kendi yarattıkları putlara tapınmalarını izlemezdi. Kur-an'da sürekli bunu lanetleyip duran, bu konuda öfke dolu olan Allah, İslamı göndermek için Muhammed'e kadar beklemez ve Arap putlarını çok daha erken dönemlerde yıktırabilirdi.

3- Her insan İslam fıtratı üzerine doğuyor ise İslam'ın içindeki isimlerin önceki putperest inançla benzerlik göstermemesi gerekirdi. Fakat Allah, Muhammed ismi gibi Abdullah ismi de sürekli yüceltilen ve kullanılan bir isim oldu, hatta Kur-an'da bile yer aldı. Yani sözüm ona var olan yaratıcı Allah, kendi ile aynı ismi taşıyan 360 puttan birinin ismini kendine isim olarak aldı, kullanılmasını uygun gördü, bu da yetmezmiş gibi o putun kulu olduğunu belirten Abd-al (el)-ilah ismini de özellikle putlara karşı gönderdiği Kur-an'a koydu öyle mi?
Her şeyin yaratıcısı olduğu söylenen Allah nasıl oluyor da lanetlediği putlardan birinin ismini almaktan rahatsız olmuyor?

Nasıl oluyor da, kafir sayılanlar Müslümanlığa geçerken isimleri değiştirilirken, Muhammed'in babasının İslam öncesi putperest ismi hala İslam camiası tarafından kullanılıyor?
Bunun 1 sebebi var:
Yeni dini getireceği toplumun baş tanrısını yücelten bir isim olduğu için bu isme İslam camiasında göz yumulması.

Müslümanlar, tıpkı diğer ibrahimi dinler gibi paganizmden hiçbir zaman kopmamış ve aynı pagan geleneklerini devam ettirmektedirler. Dini ortaya çıkaran Muhammed ise, başta babasının eski adını ve baş putlarının ismi olmak üzere birçok şeyi, Tanrıça İştar'a taparken etrafında beyazlar giyip 7 tur dönerek hac yapmaları gibi halkın önemli inançlarını değiştiremeyeceğini biliyordu. Bunun yerine aynı isimleri kullanarak, bir benzerini inşa edip kendini onun lideri yaptı.

Babası Abdullah ise, Ay Tanrısı Sin'i yücelten (YA-SİN!) ismi ile, Muhammed'in kendi sözleri ile oluşturduğu fakat tanrıdan geldiğini iddia ettiği kitabın içinde değişmeyen İslam öncesi "pagan" ismi ile yer aldı.

Yazan: A.Kara

KOZMOS VE İNSANLARIN İLAHİ YARATICILARI ARCHON'LAR

din, A, Anunnaki, Archonlar, Anunnaki ve Archon, İnsanların yaratıcısı, İlahi yaratıcı, İncil tanrısına atıf, Demiurji, İnsanı kim yarattı, Anunnaki Archon ilişkisi, Adem ve Havva, Seth, Yaldabaoth,
Demiurge'nin hizmetçileri olan Archon yada Archan'lar, antik çağda, yaratıcı tanrı olarak insan ırkı ile insanlardan üstün bir Tanrı arasında duruyordu. Archon, aynı zamanda eski çağdaki toplumların devlet makamlarında belirli bir kamu görevinin unvanı olarak kullanılan ve hükümdar anlamına gelen Yunanca bir sözcüktür ve gnostik açıdan bakıldığında Archonlar Eski Ahit'in melek ve iblisleri olarak kabul edilir.

Archon'ların Tanrısal İlkeleri | Kainatın ve İnsanlığın Kutsal Yaratıcıları
Hükümdarların Gerçekliği diye de adlandırılan metinler, Archon'ların varsayımları, Yaratılış kitabındaki 1-6. bölümlerdeki bir dini metnin, kozmosun ve insanlığın ilahi yaratıcılarının Gnostik mitolojisini ifade eden eleştirisel bir yorumdur.

Yaratılış Kitabı, İbranice İncil'in (Tanakh) ve Hristiyan Eski Ahit'in ilk kitabıdır.

Bu eski metin, Nag Hammadi Kütüphanesi'ndeki birçok kitap arasında saygı görmüştür. "Chenoboskion el yazmaları" ya da "Gnostik Müjde" adı verilen Nag Hammadi kütüphanesi, 1945'te Yukarı Mısır'da bulunan bir dizi eski Hristiyan ve Gnostik Metinlerin bir koleksiyonudur.

Hükümdarlar'ın Gerçekliği'nin, üçüncü yüzyıl aralığında yazılmış olduğuna inanılıyor. Araştırmacılar, bu metinlerin tamamen mitolojik bir durumdan felsefi bir safhaya dönüşürken diğer yandan Gnostisizm'de geleneksel bir döneme ait olduğuna inanıyorlar.

Hikaye, en yüce Archon olan Demiurji'nin övünmesiyle başlar ve İncil bu sözler İncil Tanrısına atfedilir: "Ben benim, Tanrı benden ayrı bir şey değildir."


Hükümdarların Gerçekliği'ndeki bu makale, Yaratılış'ın yaratılış hikayesindeki olayların revizyonistik bir "gerçek hikayesine" rehberlik eden, materyal dünyasının Gnostik güvensizliğini ve onu tasarlayan teğetleri ortaya koyan bir kozmogoni parçasından başlar. Bu anlatıda, "meleğin bir vahiy diyaloğu" ortaya çıkıyor. Burada bir melek, yazarın kozmogonik mit parçasını tekrar tekrar ve ayrıntılı bir şekilde anlatıyor ve kurtarıcının gelişi ile günlerin sonu hakkında tarihi bir kehanet oluşturuyor.

Yale Üniversitesi'ndeki Yakın Doğu Dilleri ve Uygarlıkları Profesörü Bentley Layton, "Archonların Varsayımı: Tercüme ve Sözlü Antik Mısır Dili Metinleri" isimli kitabında "Yaldabaoth'un yaratılışından gnostik hikayesi anlatılmaktadır. Nuh'a gelen büyük bir selden, kurtarıcının son gelişinden, şeytani güçlerin imhasından ve Gnostiklerin zaferi ile sonuçlanır." diyor. Bu noktada ilgisiz olmasına rağmen, sözde Archon'lar bir şekilde Anunnaki ile bağlantılı olabilir mi? Açıkçası bu da bir ihtimal olarak köşede durmalı. "Archon'ların Gerçekliği" metinlerindeki benzerliklerin dışında özellikle Anunnaki ile ilgili yazımı (Enki'nin 14 tableti) okuduysanız aşağıdaki mit karakterlerinden bazıalrını gördüğünüzde birbirleri ile olan benzerlik ve ilişkiyi daha da fark edeceksiniz.

Archon'ların varsayımlarına göre bunlar metinlerde geçen mit karakterleridir:
  • Bütünün Ebeveyni: Görünmez bakire ruh,
  • Çocuk: Bütünün üzerinde duruyor,
  • Dört Aydın: Eleleth ve diğer üçü,
  • Gerçek İnsan,
  • Hakimsiz Irk,
  • Bilgelik: Sophia ya da Pistis Sophia,
  • Zoe (Yaşam): Sophia'nın kızı,
  • Yaldabaoth: Baş hükümdar, Sakla ve Samael'i isimleri ile de çağrıldı.
  • Sabaoth: Yaldabaoth'un ilk yedi döllerinden biri,
  • Adam: İlk insan,
  • Eve (Havva): Adam'ın eşi ve emsali,
  • Cain: Havva'nın hükümdarlar tarafından olan oğlu,
  • Abel: Havva'nın Adam'dan olan oğlu,
  • Seth: Tanrıdan bir oğul,
  • Norea: Havva'nın kızı,

Kaynak: Nag Hammadi Kütüphanesi, Archonların Hipostazı (Hükümdarların Gerçekliği) Bentley Layton

Yazan & Çeviren & Derleyen: A.Kara

İSLAMİYET VE KÖLELİK

Yazan: A.Kara
A, din, islamiyet, İslamiyet ve kölelik, İslamda kölelik, Hz Muhammed'in cariyesi, Muhammed'in cariyesi Marya, Hristiyanlarda kölelik, Din ve köle ticareti, Kölelik, Müslümanların köle ticareti,

"Kölelik, merkezdeki Arabistan'dan batıdaki Kuzey Afrika'ya ve şu anda doğuda Pakistan ve Endonezya'ya kadar uzanan, yerleşik ve göçebeliği olan tüm İslam toplumlarında vardı. Osmanlı İmparatorluğu, Kırım Hanlığı ve Nijerya'nın Sokoto halifeliği gibi bazı İslam devletleri köle toplulukları olarak adlandırılmalıdır çünkü kölelik sayısal olarak yüksektir ve bu devletler gücünün büyük kısmını kölelikten almışlardır."
[Britannica Ansiklopedisi - Kölelik]

Tarih boyunca pek çok toplum köleliği uygulamıştır ve Müslüman toplumlar bir istisna değildir.
Atlantik köle ticaretinde olduğu gibi birçok kişinin doğu köle ticaretinde de köleleştirildiğini düşünüyor.

Atlantik köle ticareti kaldırılınca doğu ticareti genişledi ve bazı Afrikalılar için Atlantik ticaretinin kaldırılması özgürlüğe yol açmadığı gibi köle hedeflerini değiştirdi.

Atlantik köle ticaretine Hristiyan köle ticareti denmesi gerekir çünkü bundan sorumlu olanlar Hristiyanlardı. Pek çok Müslüman kültürde çeşitli zamanlarda kölelik var olmuş olsa da 'İslam köleliği' ve 'Müslüman köle ticareti' gibi ifadeler yanıltıcıdır; Onlar Hristiyan'dı.

İslam'dan önce kölelik
Kölelik, İslamiyet öncesi dönemde yaygındı ve birçok eski hukuk sistemi tarafından kabul edildi ve İslamiyet egemenliği altında devam etti.

"İslam, diğer tek tanrılı dinler olan Hristiyanlık ve Yahudilik tarafından da kabul edilen ve onaylanan ve İslam öncesi dünyanın iyi kurulmuş eski bir geleneği olan köle ticaretini yönetmek için fazlaca yumuşatmış olsa da köleliğin kaldırılması için bir adım atılmamıştır."
Forough Jahanbaksh, İslam, Demokrasi ve Din Modernizmi, 1953-2000, 2001

İslam köleliği nasıl yumuşattı?
İslam köleliğe özgürlüğün insan tabiatı gereği olduğunu eklemiştir ve kölelerin maruz kaldıkları muameleleri düzenlemiştir:
  • İslam, köleleri insan ve iyi mal(mülk) olarak düzenledi,
  • İslam köleye kötü muameleyi yasakladı (fakat köleliği kaldırmadı),
  • İslam kölelerin özgürlüklerine kavuşmalarına ve erdemli davranışlarda bulunmalarına izin verdi,
  • İslam, Müslümanları diğer Müslümanları köleleştirmekten alıkoydu, böylece farklı din ve toplumdan olanlar köle olarak kullanılıyordu.

Fakat köleliğin esas doğası, başka yerde olduğu gibi İslam çatısı altında da aynı kalmıştır. Köleler insan hakları ihlallerine ciddi ölçüde maruz kalmışlardı. Kölelik yeniden düzenlenmiş olsa da kölelerin özgürlükleri kısıtlıydı ve yasalara uymadıkları zaman hayatları çok tatsız bir hal alabilirdi.

İslam, Muhammed ve Kölelik

İslam'da köleliğin yasal olduğunu ve 19. yüzyıla kadar bir çok yerde (ve daha sonra hala bazı ülkelerde) devam ettiğini peygamberleri Muhammed'in bizzat kendisinin köle ve cariye sahibi olması (örneğin Hristiyan cariyesi Marya) ele geçirmesi, köle satın alması ve satması örnekleri açıklayabilir. Bazı Müslüman düşünürler köleliği kaldırılmak için şiddetle eleştirmelerine rağmen, köleliğin kaldırılmasına yönelik itici güç büyük ölçüde sömürgeci güçlerden gelmiştir.

Hristiyan Atlantik köle tüccarlarının aksine Müslümanlar birçok kültürden ve Afrika'dan insanları köleleştirdiler. Diğer köle kaynakları ise Balkanlar, Orta Asya, Akdeniz ve Avrupa olmuştur.

Köleler nereden geliyordu?
Müslüman tüccarlar kölelerini üç ana alandan aldılar:
  • Gayrimüslim Afrika
  • Merkez ve Doğu Avrupa
  • Orta Asya

Kölelerin Müslüman toplumlarda asimile oluşu
Muhammed'in öğretisine göre köleler mülkiyet olarak değil haysiyet ve haklara sahip insanlar olarak görülmeliydi ve köleleri özgür bırakmak erdemli bir şeydi. Bu öğreti kölelerin Batı'da olduğundan çok daha fazla asimile oldukları bir kültür yaratılmasına yardımcı olmuştur.

İslam dünyasında köle her zaman sosyal hiyerarşinin dibinde değildi. Müslüman toplumlarda köle, daha geniş bir çalışma alanına sahipti ve Atlantik ticaretinde köleleştirilenlerden daha geniş sorumluluk alanlarına sahiplerdi.

Bazı köleler büyük gelirler kazanarak önemli güç elde ettiyse de yine de bu tür elit köleler bile sahiplerinin gücünün ve boyunduruğunun altında kaldı.

İslam köleliği sadece ekonomik amaçlı değildi
Batı köle ticaretinin aksine İslam'daki kölelik tamamen ekonomi amaçlı yürümemiştir. Bazı Müslüman köleler üretken emek olarak kullanılmış olsalar da genellikle Batı'da olduğu gibi aynı kütle ölçeğinde değil, daha küçük tarımsal işletmelerde, atölyelerde, yapılarda, madencilikte, taşımada veya saraylarda kullanılıyordu.

Köleler aynı zamanda askeri hizmet için de alınıyordu, bazıları devletin kontrolünü elzem hale getiren elit birliklerde görev yaparken, bazıları da sivil hizmetin eşdeğeri haline geliyordu.

Başka bir kölelik kategorisi, seks köleliği için genç kadınların birileri veya büyük haremler için cariye olarak alınmasıydı. Bu kadınlardan bazıları da zenginlik ve güç elde edebilmişti.
Bu haremler, köleleştirilmiş ve hadım edilmiş harem ağaları tarafından korunuyordu.

Sonuç: Kölelik İbrani dinlerinin egemen olduğu toplumlarca hiçbir zaman yasaklanmamıştır. Kölelere tanınan haklar farklılık göstermiş olsa da bu insanların Müslüman, Hristiyan ve Yahudilerce köle olarak alınıp satıldığı, seks işçisi gibi kullanıldığı gerçeğini değiştirmemektedir. Muhammed'in Marya adında bir cariyesi, Osmanlı devletlerinin ise oldukça büyük cariye odaları, haremleri vardır. Hristiyanlar köleleri daha sert, tam bir eşya gibi kullanırken Müslümanlar biraz daha ılımlı yaklaşmış, özellikle evlerinde yer vermişlerdir; ki bunun temel nedenlerinden biri eşleri ile cariyelerine belirledikleri cima günlerinde ilişkiye girmek, diğer sebebi ise daha ılımlı davranarak kendi dinine çekmektir.

HRİSTİYANLIK VE DİNLERİN BALTALANMAYA BAŞLANMASI

A, din, hristiyanlık, ateizm, Charles Darwin'in keşifleri, Thomas Hobbes, Musa'ya incilde atfedilenler, Eichhorn, Hegel, Hristiyanlığın çöküşü, Hristiyanlığın kan kaybı, Nietzsche,
19. yüzyılın ikinci yarısında Charles Darwin'in ileri sürdüğü evrim teorisi ve diğer bilimsel keşifler, dünyanın doğasını ve varlığını açıklamanın bir yolu olarak dinlerin değerini azaltmıştır.

İlahiyat ve İncil bursu
18. ve 19. yüzyıl boyunca, akademik araştırmalar dinin gerçek hakikatlerini zayıflatmaya başlayınca Tanrı'nın doğaüstü bir varlık olup olmadığı konusunda şüpheler başladı.

1651 yılında filozof Thomas Hobbes, Musa'nın İncil'de kendisine atfedilen tüm kitapları gerçekten yazamayacağını belirtmişti .

1779 yılında JG Eichhorn, Yaratılış Kitabı'ndaki öykünün gerçek tarih olmadığını, Yunan ve Roma mitolojisinin hikayeleri gibi sadece efsane olduğunu ileri sürerken, bu hikayelerin artık gerçekten Tanrı'nın sözüymüş gibi okunmaması gerektiğini söyledi.

Diğer teologlar Hegel'in fikirlerini, dini hikayeleri ve inançları insanlığın manevi hayatıyla ilgili gerçekleri göstermek için sembolik yollar olarak tasvir etmeye başlamışlardı.

Metnin edebi analizi İncil'in kendisi için güvenilir bir tarihsel belge olarak büyük şüphe uyandırmaya başladı.

Alman, DF Strauss, 1835'te Mesih hakkındaki Yeni Ahit hikayelerinin tam anlamıyla doğru olarak yorumlanmaması gerektiğini, Yahudi bir öğretmenin hayatını giyen ve dini sembolize eden bir elbise olarak görülmesi gerektiğini belirtti.

Tanrı bir insan icadıdır.
1841'de Ludwig Feuerbach, Tanrı'nın insani bir buluş olduğunu, korkularımızla ve isteklerimizle baş etmemize yardımcı olacak manevi bir araç olduğunu savundu.

Bu inançlılar için kötü bir haberdi, çünkü insanlar, tüm iyi niteliklerini Allah'a yansıttılar ve kendilerini şefkatli, akıllı, sevecen olarak görürken, birden kendilerini değersiz hissettiler. Bu yüzden insanlık kendisini gerçek kişiliğinden uzaklaştı.


Antropoloji
Antropologlar da önceki kesinlikler konusunda şüphe uyandırıyorlardı.

Karşılaştırmalı din araştırması, pek çok dinin ritüelleri ve hikayeleri arasında büyük benzerlik olduğunu ortaya koydu; hatta kabile dinlerinin Hristiyanlıkla ortak unsurlara sahip olduğu görülüyordu.

Bu, Hristiyanlığın (ya da başka herhangi bir dinin) tek gerçek din ve herhangi bir dinin Tanrı'nın vahyinin benzersiz sonucu olduğu görüşünde çalkantılar oluşturdu, zira bütün dinler çok fazla benzerliğe sahipti.

Nietzsche
19. yüzyılın sonunda filozof Friedrich Nietzsche (1844-1900) Tanrı'nın öldüğünü ve insanlığın onu öldürdüğünü ilan etti.

Nietzsche, artık Hristiyan Tanrı'sına inanmanın mümkün olmadığını söyledi. Modern insanların artık Allah'a inanmadığını düşündü ve bu inanmazlık Tanrı'yı ​​öldürmüştü.

Bunun ciddi ahlaki sonuçları vardı. Batılı toplumun bütün ahlak yasası Yahudilik ve Hristiyan ahlakına dayanıyordu ve er ya da geç insanlar, artık Tanrı'ya inanmazlarsa, Tanrı'ya dayanan bir ahlaki kural gereği yaşayamayacağını anlamış olurlardı.

Nietzsche sadece Tanrı'nın ölümünü ilan etmekle kalmadı, daha da radikal bir şey yaparak insanlık için bir anlam ve amaç kaynağı olabilecek herhangi bir dış dünya yani ahiret olmadığını söyledi.

Nietzsche yaşadığı bölge ve toplum nedeniyle özellikle Hristiyanlığı eleştiriyordu. Bu dinin sadece sahte değil, çarpıtılmış, bozulmuş ve "çelişkili" olduğunu düşünüyordu.

Yani bilim ve felsefenin ilerleyişi ile birlikte Darwin, Thomas Hobbes, Eichhorn, Ludwing, Nietzsche gibi isimlerin önderliği ile dinler, özellikle de Hristiyanlık kan kaybetmeye başlamıştı. Bu kan kaybı ise ateizm, deizm, agnostisizim ve nihilizm gibi felsefi akımların ortaya çıkışına zemin hazırlamış oldu.

Yazan & Çeviren: A.Kara

ALLAH'IN ŞEYTANI BİLEREK YARATMASI

A, din, islamiyet, Allah'ın şeytanı bilerek yaratması, Allah şeytanı neden yarattı, Allah merhametli mi?, Allah ve şeytan, İnsan ve günah, Günah kimin suçu? hristiyanlık, musevilik,
Öncelikle belirtmeliyim ki bu yazıyı tüm ibrahimi dinleri kümenin içine alarak yazıyorum. Yani Allah diyerek yazacak olsam da aynı zamanda İsa (Tanrı), ve Rab (Yehowa)'yı kapsadığını bilmenizi isterim.

İbrahimi dinlere göre Allah insandan önce melekleri ve cinleri yaratıyor. Tabi dinlerde bu melek ve cin kavramlarının arasında ciddi çelişkiler yatıyor fakat bu yazıda değineceğim şey bu değil.

Bu dinlere göre Allah'ın her şeyi bildiği ve bizim anlayamayacağımız ilahi planları olduğuna inanılır, fakat "anlayamayacağımız" bu planlarından dolayı piyon durumuna düşen bizizdir. Bu durumda, buradaki mantığa göre "anlayamayacağımız" işlerin dönmesi bile başlı başına adaletsizliktir.

Dinlerin ortak görüşüne göre Allah her şeyi biliyor, yani yaratırken yarattığı şeyin doğuracağı sonuçları, saniye saniye ne yaptığını ve ileride ne yapacağını, tümünü biliyor. Fakat, insanı yaratmasını geçtim, tüm olacakları bilmesine rağmen yine de melekleri ve cinleri yaratıyor. Melekleri ve cinleri diyorum çünkü inanışları göre onlar da bir birey gibiler, yani sayılabilirler, isimleri hatta aileleri var.

Burada "Allah merhametlidir" sözüne oldukça ters düşen şey, Allah'ın olacak her şeyi bildiği halde yine de baş kaldıracak ve insanlığa musallat olacak o meleği-cini yaratmasıdır. Melek veya cin diyorum çünkü bazı ibrahimi dinlerde şeytan eskiden melekken bazılarında cindir, o yüzden yazının devamında sürekli olarak "melek veya cin" diye yazmayıp "düşmüş melek" diye bilinen tabirden dolayı şeytandan bahsederken melek olarak yazacağım.

Allah yarattığı binlerce melek içinden başkaldıracak olan o meleği daha yaratmadan önce onun sebep olacağı şeyleri, güya sözü ona çok sevdiği yarattıkları olan insanoğluna acı çektirip onların hayatlarını burnundan getireceğini çok iyi biliyordu, bilmiyor ise zaten bu dinlerdeki Allah kavramı ile çelişirdi. Fakat tüm olacakları bildiği halde yine de Şeytan olacak meleği yarattı, bu da yetmezmiş gibi ona izin ve süre verdi.

Burada aklıma şu sorular geliyor:
Allah şeytanı yaratmadan da insanı sınava tabi tutamaz mıydı ?
İnsan yaptığı hataları kendi mi yapıyor yoksa şeytan mı bunu yaptırıyor?


Çünkü eğer Allah insanı şeytan, cin vb. başka hiçbir varlık müdahale edemeyecek bir şekilde, tamamen insanın kendi vicdan ve iradesi üzerine sınava tutsaydı daha adaletli olurdu. Gerçi istemediği halde, sırf "bilinmek istiyorum" diyerek yarattığı canlıları zorla sınava tabi tutmak ve bu sınavda bir oyun gibi önüne engeller ve kazançlar koymak yarattığı ile eğlenmekten farksız değildir.

Eğer insan hataları ve iyilikleri tamamen kendi iradesi ile yaparak cennet-cehennem oyununa maruz kalsa, kısmen daha iyi olurdu ama tüm dinlerce bilinir ki şeytan insanı hataya sürükleyen bir etken, aslında bir kılıftır.

Eğer şeytan günahları etkiliyor, yani günahlar şeytana uyularak yapılıyor ise:
  • Adolf Hitler milyonlarca insanı öldürdüğünde,
  • Binlerce çocuk tecavüzcüsü bu eylemi gerçekleştirdiğinde,
  • Babalar kızlarını mahzenlere kapatıp ırzlarına geçtiğinde,
  • İnsanlar hırsızlık yaptığında,
  • Din adamları para aşırdığında,
  • Kadın kocasını aldattığında,
  • Bir adam boşanmak isteyen karısını 28 kere bıçakladığında,
  • Mini etek giydiği için kız tecavüze uğradığında,
  • Camiye ve kiliseye giden çocuklar taciz edildiğinde,
  • Köylerdeki hayvanlar seks işçisi gibi kullanıldığında,
Sayılamayacak bu ve benzeri milyonlarca eylemde, bunlar işleyenlerin değil, şeytanın, dolayısı ile olacak her şeyi bildiği halde şeytanı yaratan Allah'ın suçudur. Suçu işleyen kadar azlettiren de suçludur. Kaldı ki Allah, ondan izinsiz yaprağın bile kımıldamayacağını söylüyor, yani aslında bu olanlara sırf şu "SINAV" yüzünden o da göz yumuyor.

Allah şeytanı ve kötülükleri yaratmış da bize neden musallat etmiş? Kötülüğü yaratmak kötü, şerri yaratmak da şer değil mi? sorusuna birçok Müslümanın uydurduğu kılıf şudur:
"Şerrin yaratılması şer değildir, şerri işlemek şerdir."
Bunu da süslü cümleler ile insanlara yutturuyor ve bu şeytan-kötülük-Allah üçgeninin üzerine örtüyorlar. Böyle saçma bir mantık olamaz. Yani bu mantığa göre ben bir çocuğun eline bir pompalı tüfek veriyorum, yani şer yaratıyorum, eğer bu çocuk o silahı kullanır da kendini veya etraftakileri öldürür, zarar verir ise şer işlemiş oluyor. İyi de çocuğa bu silahı kim verdi? Ben verdim. Onun eline pompalı tüfeği tutuşturmasaydım kimseye bu silahla zarar veremeyecek, yani bu eylem hiç gerçekleşmeyecekti değil mi?

Eğer ben 4 çocuk sahibi isem ve bir şekilde doğacak 5. çocuğumun inanılmaz psikolojik sorunları olan bir sadist olacağını bildiğim halde onu dünyaya getiriyor, bu da yetmezmiş gibi onu diğer insanlarla uğraşıp zarar verebilecek şekilde donatıp eline silahı veriyor ve bunu diğer milyonlarca insanın bir sınavı olarak nitelendiriyor isem, bu olay, çocuğumun ruhsal bozukluğundan çok benim ruhsal bozukluğum ve şiddetten zevk alıyor oluşum ile ilgilidir.

Bu sorunla ilgili olarak ortaya atılan bir Müslüman görüşü de şu yöndedir:
Allah Teâla günah işleme kabiliyeti olmayan meleklerle, hiç sorumlu olmayan hayvanları yaratmıştır.

Bu iki varlıktan başka, hem melekleri geçecek kadar mükemmel, hem de aklı olmayan hayvanlardan daha aşağı olacak kadar kötü olma özelliğindeki insanı yaratmıştır. İşte böyle bir varlığın hangi özellikleri taşıdığının anlaşılması için şeytan yaratılmıştır.

Bu kadar komik bir durum olabilir mi? Üstelik bu görüşü sunanlar İslam alimleri ve büyük İslami siteler. İnsana "hani Allah olacak her şeyi biliyordu?" Allah insanların nasıl varlıklar olduğunu, nasıl özellikler taşıdığını şeytanı onlara musallat etmeden ve şer yaratmadan bilemiyor mu? Hani önceden biliyordu? Eğer önceden değilde gerçekleştiğinde biliyor ise buna bilmek değil "görmek" veya "öğrenmek" denir, ki bu özelliğe biz insanlar da sahibiz. O halde Allah'ı Allah yapan gaybı bilme özelliği nerede? Onu hangi rafa kaldırdınız?

Bu mantığa göre Allah şeytanı yaratıp insanların üzerine bir virüs gibi salıyor ve insanların nasıl sapkınlıklar yapacağını yada bazılarının bu virüse karşı nasıl direneceğini bekliyor. Sonra da insanların davranışlarını görünce onların taşıdığı özelliklerden haberdar oluyor.

Söz konusu yaratıcı olduğunda, nedense insanlar bu çelişkili olayı savunmak için binlerce söz ve inanç üretiyorlar. Eğer bir yaratıcı varsa ve bu yaratıcı canı sıkılıp bilinmek isteyerek beni yaratmış ve istemediğim halde beni cennet-cehennem oyununa dahil etmiş ise, bu da yetmezmiş gibi bu yolda planladığı bir sınavda beni test etmek için 3 yaşındaki kızımın tecavüze uğrayıp ölmesini bir malzeme gibi kullanıyor ise, bu yaratıcının beni alacağı cenneti de istemem. Şiddet ile gelen yolun sonunda gerçek bir "SEVGİ" asla yoktur.
Sizi sevmeyen bir kadını dağa kaldırıp günlerce döverek sizi sevmesini beklemek kadar mantıksızdır bu. Beni yarattığını söyleyen Allah'tan daha vicdanlıyım ve bu da başlı başına en büyük çelişkidir...

Yazan: A.Kara

ANUNNAKİLERİN SOY AĞACI

A, mitoloji, sümer mitolojisi, Anunakiler, Anunnakiler, Anunnakilerin soy ağacı, Sümer tanrıları, Sümer aile ağacı, Anunnakilerin izleri, Anunnakilerin yarattığı, Igigi, din ve mitoloji,
Mezopotamya'daki antik Sümer zamanında Anunnakilere dünya'da yaşayan ölümsüz tanrılar denirdi. Mezopotamya mitolojisine göre, Anunna veya Anunnakiler başlangıçta en güçlü tanrılardı ve Anu ile birlikte cennette yaşıyorlardı.

Daha sonra, zamanla Igigiler göksel tanrılar olarak kabul edilirken, Anunna terimi, Yeraltı dünyasındaki tanrıları belirlemek için kullanılır oldu. Özellikle Yeraltı Dünyasının hakimi olarak görev yapan yedi Anunnaki vardı.

Atrahasis efsanesinde, insan yaratılmadan önce tanrıların yaşamak için çalışmak zorunda kaldıkları belirtilmektedir.

Daha sonra, Anunna, çalışmaları için alt sınıf bir tanrı olarak Igigi sınıfını yarattı. Fakat Igigi'ler bir süre sonra isyan ederek çalışmak istemediler. Bunun sonrasında Enki, insanoğlunu yarattı, böylece küçük tanrıların terk ettiği görevleri yerine getirmeye devam etti ve inanç aracılığıyla tanrılara yiyecek temin edecekti.

Bundan farklı olarak Enuma Eliş destanında insanlığı yaratan ve sonrasında Anunna'yı cennet ve toprak arasında bölüp görevlendiren Marduk'tu. Daha sonra, Marduk'a minnettar olan Anunna, Babil'i kurdu ve onun onuruna Esagila adında bir tapınak inşa etti.

Yazar Zecharia Sitchin, bir düzine kitap yayınladı, bunlardan biri de Dünya Anıları Kitabı idi ve burada Anunnakileri detaylı olarak anlattı.

Sitchin kitaplarında Anunnaki'yi tanımlayan çivi yazılı bir senaryoda yazılmış eski Sümer kil tabletlerini ve metinleri tercüme etti.


Sitchin, 12. Gezegende, Anunnaki'nin yaklaşık 450.000 yıl önce Nibiru adında bir gezegenden dünyaya varışını şöyle anlatıyor: "Mezopotamya'ya yerleşecek olan beyaz tenli, uzun saçlı ve sakallı yüksekliği yaklaşık 3 metre olan uzun boylu varlıklar genetik mühendislikleri ile Neanderthal'lerin evrimini Homo Sapiens için hızlandırdılar. Köle işçi ihtiyaçlarını karşılamak için kendi genetik özelliklerinden de katkıda bulundular."

Sitchin'in yazılarına göre, Anunnaki'nin teknolojisi ve gücü, medeniyetimizin 21. yüzyılda bugün bile taklit edemeyeceğimiz bir şey.

Sitchin, eski Nibiru sakinlerinin 450.000 yıl önce uzay yolculuğu ve genetik mühendislik kabiliyetine sahip olduklarını Mısır, Maya, Aztek, Çin piramitlerinde, Stonehenge megalitik sitesinde, Baal ırmağı uzay istasyonunda, Nacza çizgilerinde, Machu Piccu'da ve dünyanın her yerinde varoluşlarının izlerini, çeşitli şekillerde var olan ve halen bilinmeyen bir teknolojiye işaret eden küçük ipuçları bıraktıklarını belirtti.

Bu konudaki teoriler çoktur ve bazı bilim adamları mitolojik bir tür olarak görürken bazıları binlerce yıl önce Dünya'ya gelen yıldızlar arası gezginler olarak görmektedir.

Fakat Anunnakiler gerçek miydi? Bunlar kimlerdi ve onlardan önce kim vardı? Onların nesillerinin durumu nedir ve biz onları tarihe özgü tanrılara kadar takip edebilir miyiz?

Farklılık gösteren çeşitli "soy ağaçları" vardır. Örneğin, aşağıdaki çizelge Mezopotamya'ya, özellikle de Anunnaki neslinin Babil versiyonuna eğimli bir aile ağacıdır. Bunun kanıtı Tiamat ve Marduk'un dahil edilmesidir.

Anunnaki Büyük Meclisinin, esasen egemen sınıfın (Sümer metinlerindeki "Tanrılar ve Tanrıçalar") soy ağacı. "Büyük Anunnaki Meclisi" Laurence Gardner, Bantam Press, New York, 1999:

A, mitoloji, sümer mitolojisi, Anunakiler, Anunnakiler, Anunnakilerin soy ağacı, Sümer tanrıları, Sümer aile ağacı, Anunnakilerin izleri, Anunnakilerin yarattığı, Igigi, din ve mitoloji,
Yazan: A.Kara

BAŞKA DİNDEN OLANLAR CEHENNEMLİK Mİ?

A, din, islamiyet, Başka dinden olanlar,Müslüman olmayanlar cehennemlik mi?,İyi insanlar neden cehenneme,Cehennemlik,Kur-an'ın cehennemlik çelişkisi,Bakara 62,Ali İmran 85,Kur-an çelişkileri
Müslümanlar ve hatta imamlardan sık sık şunu duyarsınız: "Müslüman olmayanlar cehennemliktir, ne kadar iyi olurlarsa olsunlar". Tabi bazıları insanın çok iyi biri olduğu halde cehennemlik olduğu iddiasını vicdanına sığdıramaz ama inancı gereği susar.

Peki bu konuda, Kur-an daha önceki yüzlerce çelişkilerde olduğu gibi, nasıl bir çelişki içindedir hemen bakalım.

Bakara 62
"Diyanet Vakfı Meali:Şüphesiz iman edenler; yani Yahudilerden, Hristiyanlardan ve Sabiilerden Allah'a ve ahiret gününe hakkıyla inanıp salih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur. Onlar üzüntü çekmeyeceklerdir."

Gördüğünüz gibi Bakara 62 de Allah açıkça Yahudi, Hristiyan ve Sabilerin aralarından iyi insanlar olanları ödüllendireceğini, "üzüntü çekmeyeceklerini" söylüyor, söylüyor derken bunu Allah'ın söylemeyip Muhammed'in yazdırdığını adım gibi biliyorum o da ayrı mesele. Nasıl bu kadar eminsin? derseniz daha önce sitede yayınlanan Kur-an çelişkisi üzerine yüzlerce yazıyı okuyabilirsiniz. Gerçekler gün gibi ortadadır.

Peki Bakara 62 de kişinin dininin sorun olmayacağı, önemli olanın salih amel olduğu ve ucunda mükafat olduğu söylenirken bakalım Ali İmran 85 de ne diyor?

Ali İmran 85
"Diyanet İşleri:Kim İslam’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır."


Şimdi bakın bu noktaya dikkat edin, Bakara 62 de söylene söz ile Ali İmran 85 de söylenenlerin arasında uçurum gayet bellidir. Bu yüzden hep diyorum ki Kur-an bir yaratıcının değil insanın eseridir, bunları yazdıran da Muhammed'dir.

Şimdi gel gelelim durum neden böyle, aslında biraz kafayı çalıştırmak bile yeterli.
Bakara suresi bana vahiy oldu dediği zamanlar Muhammed henüz çok güçlü değil, öyle inanılmaz bir takipçisi, onun için ölüp gözü kapalı savaşacak yüz bin kişilik orduları yok. Üstelik kendinin ve halkın eski inancı putperestlik. Fakat onların putlarından sadece birinin adını alıp tek ilah odur diyip diğerlerini geçersiz kılarak yeni dini getirirken çok fazla takipçisi ve gücü olmadığından yeni Tanrısının yani aslında kendisinin sözleri halkın kulağına yumuşak gelecek şekilde ılımlı olmalı. Aksi halde kimseyi safına çekemez.

Ali İmran ise Bakara'dan çoook sonra gelen bir sure. Fakat bu sure Bakara gibi o topraklarda yaşayan farklı inançtan kişilerin yanağını okşayıp, sırtlarını sıvazlarken "sizde benim evladımsınız" diyen türden değildir. Bunun sebebi aradan geçen onlarca yılda artık Muhammed'in daha fazla takipçi kazanmış, güçlenmiş olmasıdır. Hal böyle olunca topraklarındaki farklı inançtan kişilere artık hoşgörü göstermeye, onlara karşı ılımlı yaklaşmaya, "önemli olan ameldir din değil" demeye mecbur değildir, çünkü artık güçlüdür.

Birçok ayette benzer durum vardır, ilk ayetler hep ılımlı iken sonrasında gelen ayetler korkutucudur. Muhammed'in güçsüz ve güçlü iken bana vahiy geldi dediği sureler arasında inanılmaz farklar vardır. Şimdi dinini körü körüne savunmak isteyenler diyecekler ki "Hayır, Kur-an'ı Muhammed yazdırmadı"

İyi de, o zaman nasıl bir Tanrıya inanıyorsun? Tanrı dediğin sözünden döner mi? Bir dediği diğerini tutmayan, sözüne güvenilmeyen Tanrı mı olur? O olsa olsa Cumhurbaşkanı olur.

Bir gün "sorun yok ya, iyi biri ol yeter" derken 1-2 ay sonra "vazgeçtim, ille de müslüman ol yoksa ümüğünü sıkarım" diyen bir Tanrıya inanmayı aklınız nasıl kabulleniyor? Hani Allah kusursuz du?

Bir kaç soru ile yazımı bitirmek istiyorum.
  1. Müslümanlar olarak 1,5 milyardan fazla bir kitlesiniz.
  2. Bu 2 ayet arasındaki çelişkiyi hiç görmediniz mi?
  3. Görüp de görmezden mi geldiniz?
  4. Görmezden geldiyseniz akıl ve vicdanınız nasıl rahat ediyor?
  5. Daha da önemlisi Kur-an'ı hiç TÜRKÇE okumadınız mı?
Yazan: A.Kara

ANUNNAKİ'Yİ ONURLANDIRAN BÜYÜK TAPINAK

Anunnaki tapınağı,Anunnakiler,Sümer, sümer mitolojisi, Ur Tapınağı,Tanrı Sin,Tanrı Nanna,Anunnakiler için inşa edilen tapınak, Antik tanrılar Anunnakiler,mitoloji,Enlil ve Ninlil,Ay Tanrısı
Ur Tapınağı, bugünkü Irak'ta eski Sümer kenti Ur şehrinin kalıntılarının yanında bulunan eski bir tapınaktır. Sümerce "Ay" anlamına gelen Tanrı Nanna'ya ibadet yeri olarak kurulmuş ve M.Ö. 21. yüzyılda Kral Ur-Nammu tarafından yeniden inşa edilmiştir.

Elamlar tarafından yok edildikten sonra Babil Kralı II. Nebukadnessar tarafından yeniden inşa edilmesi emredilmiştir. Bu kademeli piramidin kalıntıları 1920'lerde ve 1030'larda Sir Leonard Woolley tarafından kazılmış ancak 1850'de William Kennett Loftus tarafından keşfedilmiştir.

Eski Dur Untash Tapınağı'nın yanı sıra, Ur tapınağı da dönemin en iyi korunmuş antik yapılarından biridir. Nitekim, Ur tapınağı, yeni Sümer kenti Ur'un üç iyi korunmuş yapılarından biridir.

Ur'un bu büyük tapınağı Nanna / Sîn adını onurlandırmak için Kral Ur-Nammu tarafından, M.Ö. yaklaşık 21. yüzyılda Ur'un üçüncü hanedanlığı döneminde inşa edilmiştir.

Antik Mezopotamya mitolojisinde Enlil ve Ninlil'in oğlu Nanna Ay'ın Tanrısı olarak ve "Parlak olan" şeklinde anıldı. Enlil hava ve yerin efendisi aynı zamanda kader çizelgesinin koruyucusuydu.

Bu basamaklı büyük piramit tapınağın yalnızca 64 metre uzunluğunda, 45 metre genişliğinde ve 30 metre yüksekliğinde olduğu sanılıyor; ancak tapınağın yüksekliği, temelleri tam olarak belirlenemediği için tartışılmaya devam ediliyor.

Anunnaki tapınağı,Anunnakiler,Sümer, sümer mitolojisi, Ur Tapınağı,Tanrı Sin,Tanrı Nanna,Anunnakiler için inşa edilen tapınak, Antik tanrılar Anunnakiler,mitoloji,Enlil ve Ninlil,Ay Tanrısı
Bilginlere göre, Ur tapınağı, kendini tanrı ilan eden Kral Shugi tarafından şehirlerin bağlılığını kazanmak için M.Ö. 21. yüzyılda tamamlandı. Kral 48 yıl hüküm sürdü. Ur, devletin başkenti olmak için büyüdü ve sonunda Mezopotamya'nın büyük bölümünü kontrol etti.

Ur Tapınağı, 8 metre yükseklikte bir duvarla çevrilidir ve 1970' lerin sonunda kısmen restore edilmiştir. Tapınak, 1991 yılında Birinci Körfez Savaşı sırasında ateşli silahlarla hasar gördü ve patlamalardan etkilenmiştir.

Antik Ur kenti, tarihin en önemli eski Mezopotamya şehirlerinden biri olarak Ubaid dönemi denen M.Ö. 3.800'lerde kurulduğu düşünülmektedir.

Ur'un ilk kaydedilen kralı, 80 yıl hüküm sürmüş olan Mesannepada'ydı. Bu tapınak, UNESCO tarafından "Ahwar'ın biyolojik çeşitliliğinin korunması" ve Güney Irak'taki Mezopotamya şehirlerinin arkeolojik manzarasının adayı olarak 2016 yılında Dünya Mirası Listesine seçilmiştir.

Kaynak: Ancient Code
Çeviren & Yazan: A.Kara

JAİNİZM, BUDİZM VE HİNDUİZM

A, din, hinduizm, jainizm, budizm, Jainler, Jainizm inançları, Mahavira, Buda, Jainizm ve vejetaryenlik, Hint dinleri, Karma felsefesi, Meditasyon, Reenkarnasyon, Jainizme göre karma,
Mahavira Buda'dan biraz daha önce doğdu. Buda, Budizm'in kurucusu iken, Mahavira Jainizm'i bulamadı. O binlerce yıl önce Mahavira'dan önce Rishabh ya da Adinath tarafından günümüzde kurulan Jain geleneğinin 24.büyük öğretmeniydi (Tirthankar).

Çoğu Hindular evrenin yaratıcısı, koruyucusu ve yok edicisi olan bir tanrıya (veya tanrıçaya) inanırken, Jainizm böyle bir tanrıyı (veya tanrıçayı) reddeder. Jainler için, evren sonsuz bir fenomendir; asla yaratılmamış ve yok edilmemiştir. Sebep ve etki ilkesinde (karma ve reenkarnasyon) çalışan, kendi kendini idame ettiren, kendini yöneten bir fenomendir.

Hindular ve Budistler de Karma felsefesini kabul ederken, Jain'ler Karma'yı ruhu kirleten parçacıklar olarak tanımlıyorlar. Her ruhun mokşa (moksha) kazanması için, bu karma parçacıklarını temizlemek için kendi çabalarına (purusharth) güvenmesi gerekir. Buda, gibi Mahavira da bir prens olarak doğdu, ancak kraliyet hayatını 30 yaşında bıraktı ve bir sofu oldu. Sonraki 12 yıl boyunca, tüm zorlukların kendisi için önemsiz olduğu ölçüde meditasyon uyguluyordu. İnsanların kulaklarını tırnaklarıyla delerek, taş atarak işkence yaptığı, ancak meditasyonunu bozamadığı söylenir. Sonunda, 42 yaşında, oğlu oldu, fakat henüz mokşa'ya kavuşamadı, çünkü hala adının, yaşının ve vücudunun karmasına sahipti. Nihayet 72 yaşındayken mokşa elde etti. Jainizm'de mokşa hali, ruhun ebedi olarak mutlu ve sonsuza kadar ayrı olduğu evrenin son sınırı olduğuna inanılır.

Jain'ler için, Mahavira ve diğer tirantankarlar sadece rol modelleridir, herhangi bir materyalist ya da manevi hediye sağlayıcısı değildirler. Mokşa'yı elde etmek için yalnızca kendi çabalarına bağlı olmalıdırlar. Jainizm'in şiddet içermeyen fikir ve inançları Hindistan'da her zamankinden daha fazla sayıda vejetaryenin var olmasına yol açtı.

Çeviren & Yazan: A.Kara

AMUN | AMON | AMEN

A, mısır mitolojisi, Amon,Amun,Amen,Amon Ra,Mısır tanrısı Amon,Mısır tanrıları,Karnak tapınağı,Theban tanrısı,Firavun tanrı,mitoloji
Amun aynı zamanda Amen ve Amon olarak da bilinir. Amun, Teb (Thebes) şehrinde gücünü artıran baş Theban tanrısı, eski Krallık'ta önemsiz bir köyden, Orta ve Yeni Krallıktaki güçlü bir metropole kadar büyüdü. Teb firavunlarının lideri olmaya başladı ve sonunda eski krallığın egemen tanrısı olan güneş tanrısı ile birleşti, Eski Krallık'ın egemen tanrıları olan Ra, Amun-Ra, Tanrıların Kralı ve Büyük Ennead'ın hükümdarı olmaya başladı.

Amun'dan, İlk Piramit Metinleri'nde (c.2400-2300) yerel bir Thebes tanrısı olarak eşi Amaunet ile birlikte bahsedilir. Şu anda Thebes'in en üst tanrısı savaş tanrısı Montu'ydu ve yaratıcı tanrı Atum (Ra olarak da biliniyordu) olarak kabul edildi. Montu, şehri korumanın ve büyümesine yardımcı olan şiddetli bir savaşçıydı. Atum, yaratılışın başında kaosun sularından ilk höyükte çıkan, son derece güçlü, kendi kendine yaratılmış tanrı idi. Amun, sonrasında kralın korunmasıyla ilişkiliydi, ancak büyük ölçüde, yaratılışın ilkel unsurlarını temsil eden sekiz tanrı olan Ogdoad'un bir parçası olarak eşi Amaunet ile eşleştirilmiş yerel bir doğurganlık tanrısıydı.

Orta Krallık zamanından beri Amun, Thebes'de güç kazanmıştı. Mut ve ay tanrısı oğlu Khonsu ile birlikte Theban'ın üçlüsünün bir parçasıydı. Ahmose, Hyksos'u mağlup edince, zaferini Amun'a atfederek onu ünlü güneş tanrısı Ra'ya bağladı. Amun, tanımlanamayan bir doğal fenomen veya prensibe bağlı olmayan "Gizli Olan" olduğu için, kendisine eklenmek istenen herhangi bir özellik ile uyacak kadar yumuşak bir formdaydı: Güneş, daha sonra, evrenin yaratıcısı Amun Ra ve Tanrılar Kralı oldu.

Amun'un adı "Gizli Biri, Gizemli Form" anlamına gelir ve çoğunlukla çift taçlı bir taç giyen insan olarak temsil edilmesine rağmen, bazen bir koç veya bir kaz gibi de tasvir edilir. Bunun anlamı, gerçek kimliğinin asla ortaya çıkamayacağıdır.

Karnak Amun'un baş tapınağıydı, ama ünü Mısır sınırlarının çok ötesine uzandı. Kültleri Etiyopya'ya, Nubya'ya, Libya'ya ve Filistin'in büyük bölümüne yayılmıştı. Yunanlılar, Amun için, onların tanrısı Zeus'un Mısır tezahürü olduğunu düşünüyorlardı. Büyük İskender bile, Amun'un kehanetinin zahmet değer olduğunu düşünmüştür.

TANRILARIN KRALI
Amun'un Yeni Krallık dönemindeki yükselişinden sonra, kendisi de dahil olmak üzere her şeyi yaratmış olan "Kendini Yaratan" ve "Tanrıların Kralı" olarak selamlandı. Heliopolis'in daha önceki tanrısı Atum'la ilişkili olan Güneş tanrısı Ra ile ilişkilendirildi. Her ne kadar Amun, Atum'un özelliklerinin bir çoğunu almış olsa da, ikisi de farklı tanrılar olmaya devam etti ve Atum'a duyulan saygı devam etti. Tanrı, Amun-Ra rolünde rüzgar olan görünmez yönünü ve görünen yönünü hayat verici olan güneş ile birleştiriyor. Amun, hem Ra'nın hem de Atum'un en önemli yönleriyle yaratılışın her yüzü olan yönlerini kapsayan bir tanrı oluşturmak için birleştirildi.

Onun kültü o kadar popülerdi ki, akademisyen Richard H. Wilkinson'ın gözlemlediği gibi, Mısır dini hemen hemen tek tanrılıydı ve Amun "bir tür tek tanrı - ilah olmaya çok yakındı". Çok tanrılı ibadeti yasaklayan ve bir gerçek tanrı olan Aten'in devlet dinini kuran Akhenaten (MÖ 1353-1336) döneminde Mısır'da ilk tanrılı dini harekete geçti.

Akhenaten'in gayretleri tarihsel olarak dini reformda samimi bir çaba olarak görüldüyse de, büyük olasılıkla Amun Rahiplerinin büyük servetinden motive olmuştu; Amun, o zaman tahta çıktı ve firavundan daha fazla arazi ve zenginliğe sahipti.

ANLAM & TAPINMA
Bir zamanlar Amun'un evrendeki en güçlü tanrı olarak tanımlandığına ve çeşitli yönlerini mümkün olan en iyi şekilde anlatan yazımlar elde edinildi. Wilkinson "Mısırlıların kendileri onu" Amun asha renu "ya da" Amun isimleri zengin "olarak adlandırdıklarını yazıyor ve tanrı ancak onun içinde birleştirilen pek çok yönüyle tam olarak anlaşılabilir" (92). O, "Gizli Tanrı" olarak biliniyordu - doğası bilinmiyordu ve havayla ya da hissedilebilen ancak görülemeyen ya da dokunulan rüzgarla ilişkilendirilmişti. Aynı zamanda başlangıçta ilk kuru zeminde duran ve kendile çiftleşerek dünyayı yaratan Yaratıcı Tanrı'ydı.

Mısırlıların kendileri onu "Amun asha renu "ya da"İsimleri zengin olan Amun"olarak adlandırıyordu ve tanrı ancak onun içinde birleştirilen pek çok yönüyle tam olarak anlaşılabilirdi. O, "Gizli Tanrı" olarak biliniyordu - doğası bilinmiyordu ve havayla ya da hissedilebilen ancak görülemeyen ya da dokunulan rüzgarla ilişkilendirilmişti. Aynı zamanda başlangıçta ilk kuru zeminde duran ve kendisi ile çiftleşerek dünyayı yaratan Yaratıcı Tanrı'ydı.

Onun gizemli doğası, insanoğlunun görüp göremeyeceği her şeyi onunla birleştirmesini sağladı. En güçlü olan ve doğal olarak Tanrıların Kralı olan evrensel bir tanrıydı. Mısır uzmanı Geraldine Pinch şunları yazıyor:

Thebes''de bulunan Karnak'daki baş kült tapınağında Amun, ilahi bir firavun olarak hüküm sürdü. Diğer önemli tanrıların aksine, Amun'un uzaktaki bazı göksel alanlarda yaşadığı düşünülmemiştir. Onun varlığı her yerde olmuştur, görünmeyen fakat hissedilen bir rüzgar gibi. Kâhinler ilahi iradeyi insanlığa ilettiler. Amun'un savaş alanındaki Mısır krallarına veya yoksullara yardım ettiği inancı hızlı bir şekilde yayıldı. Heykellerden anlaşıldığına göre Amun düzenli olarak Theban Tanrılarının mezarlığını tanrıça Hathor ile birleşmek için ziyaret etti ve ölüme yeni bir hayat getirdi.

Yeni Krallık'taki Amun hızla Mısır'da en popüler ve en saygıdeğer tanrı oldu. Amun'a Mısır'daki birçok tapınakta ibadet ediliyordu. Karnak'daki Amun Ana Tapınağı halen inşa edilmiş en büyük dini yapıdır. Bu tapınaklarda ve diğerlerinde Amun'a ait kalıntılar bugün hala görülebilmektedir. Bunların arasındaki en etkileyici eser "Amun Barque" olarak bilinen "yüzen tapınak" dır.

AMUN'UN RAHİPLERİ VE FİRAVUN AKHENATEN
Kral Ammose'un Amun'a özgü barque'u inşa ettirmek için kullandığı para, Amun'un Thebes'deki ve başka yerdeki rahipleri ile kıyaslandığında çok az kalıyordu. III. Amenhotep zamanında (M.Ö. 1386-1353), rahipler daha fazla araziye sahipti, ellerinde daha fazla nakit vardı ve firavun kadar güçlüydüler. III. Amenhotep, papazlığın gücünü azaltmak için dini reformlar başlattı, fakat pek etkili olmadı.

En önemli reformu, eskiden küçük bir tanrı olan Aten'i kişisel koruyuculuğuna yükseltmesi ve insanları Amun'la birlikte bu tanrıya da ibadet etmeye teşvik etmesiydi. Fakat Amun kültü bundan etkilenmedi ve büyümeye devam etti. Aten, Amun ve Ra ile birleşmiş güneşin ilahi gücünün temsilcisi olan güneş diski ile ilişkilendirilmişti. Aten'in simgesi haline gelen bu güneş diski, birinin Amun'a olan bağlılığını ifade etmenin başka bir yolu haline geldi ve rahipler, rahat yaşamlarını ayrıcalık içinde sürdürmeye devam ettiler.

IV. Amenhotep babasının firavunluğunu ele geçirdiğinde bu durum çarpıcı biçimde değişti. IV. Amenhotep, babasının politikalarını ve uygulamalarını takip etmişti ancak daha sonra adını "Başarılı", "Tanrı Aten" anlamına gelen "Akhenaten" olarak değiştirmiş ve herkesi etkileyen çarpıcı dini reformlara başlamış ve Mısır'daki yaşamın yönü değişmiştir. Dinsel yaşam, kişinin günlük varlığına yakından bağlıydı ve tanrılar kişinin işinin, ailenin ve boş vakit faaliyetlerinin bir parçasıydı.

İnsanlar tanrıların tapınaklarını yalnızca ruhsal rahatlık ve güven kaynağı olarak değil, aynı zamanda istihdam yeri, yiyecek deposu, doktor muayenehaneleri, danışma merkezleri ve alışveriş merkezleri olarak kullanıyorlardı. Akhenaten tapınakları kapattı ve Mısır tanrılarının geleneksel ibadetlerini yasakladı; Aten'i saygı görmesi gereken tek gerçek tanrı ilan etti.

AMUN'UN POPÜLERLİĞİNİN DEVAM EDİŞİ
Horemheb döneminden sonra, Amun'un kültleri eskisi gibi devam etti ve aynı derecede popülerdi. Yeni Krallık'ın 19.Hanedanlığı boyunca yaygın bir kabul gördü ve Ramessid Dönemi'nde (M.Ö. 1186-1077), Amun rahibeleri, Üst Mısır'ı Thebes'dan firavun olarak yönetebildikleri kadar güçlülerdi. Aslında, Amun rahiplerinin gücü, Yeni Krallıkğın çöküşünde önemli bir faktördür. İsis Kültü daha fazla takipçi kazanmasına rağmen,  Amun Kültü Üçüncü Ara Dönem (M.Ö. 1069-525) sırasında Thebes'tan kontrol etmeye devam etti.

Ahmose tarafından yüceltilen bir gelenek ile şenliklerde ve törenlerde görev yapan kraliyet kadınları  "Amun'un eşleri" olarak kutsallaştırıldı. Bu pozisyon I. Ahmose'den önce de varlığını sürdürdü, ancak "Tanrı'nın Makamı" idi, fakat "Amun'un eşleri" şeklindeki kutsallaştırma daha büyük bir prestij ve iktidar sağladı. 25 hanedanın Kushite kralları bu uygulamaya devam etti ve Nubianlar Amon'u kendi tanrıları olarak kabul ettiler. Asur kralı Ashurbanipal M.Ö. 666'da Thebes'de görevden aldığında, Amun'a Mısır genelinde yaygın bir şekilde ibadet edildi ve popüler kaldı.

A, Amen, Amon, Amon Ra, Amun, Firavun tanrı, Karnak tapınağı, mısır mitolojisi, Mısır tanrıları, Mısır tanrısı Amon, mitoloji, Theban tanrısı,

Kraliçe Hatshepsut bir zamanlar Amun'un babası olduğunu iddia etti ve böylece hükümdarlığını meşrulaştırdı. Büyük İskender, aynı şeyi, 338 yılında, Siwa Oasis'de yaparak kendini tanrı Zeus-Ammon'un, tanrının oğlu olarak ilan etti. Yunanistan'da Zeus-Ammon, Amun koçunun boynuzlarıyla dolu sakallı Zeus olarak tasvir edildi. Boğa ve koç da dahil olmak üzere imge yoluyla iktidar ve cinsel güç ile ilişkilendirildi. Tanrı, Jüpiter-Ammon olarak Roma tarafından alındı ve başka yerlerde de olduğu gibi aynı gerekçelerden dolayı ona tapınmaya devam edildi.

Isis popüler hale geldiği için Amun'un popülerliği Mısır'da genel olarak geriledi, ancak kent Asur istilasını takiben şehir yıkıldıktan sonra da hala düzenli olarak ibadet edildi. Kültleri, özellikle Mısır'da olduğu gibi rahibelerinin, Meroe krallarının iradelerini yerine getirecek kadar güçlü ve zengin oldukları Sudan bölgesinde tutuldu. Mısır tarihinin Amarna Dönemi'nde olduğu gibi, Akhenaten, Amun rahibelerine karşı hareket ettiğinde, Meroe Kralı Ergamenes, Amun'un rahibelerinin gücüne artık ülkesinde tahammül edemez oldu ve onları katlettirdi. Böylece Mısır'la bağlarını kopararak ve özerk bir devlet kurdu.

Kaynaklar:
Bunson, M, Encyclopedia of Ancient Egypt (Gramercy Books, 1991).
David, R, Religion and Magic in Ancient Egypt (Penguin Books, 2003).
Freud, S, Moses and Monotheism (Vintage, 1955).
Pinch, G, Egyptian Mythology: A Guide to the Gods, Goddesses, and Traditions of Ancient Egypt(Oxford University Press, 2004).
Van De Mieroop, M, A History of Ancient Egypt (Wiley-Blackwell, 2010).
Wilkinson, R.H, The Complete Gods and Goddesses of Ancient Egypt (Thames & Hudson, 2003).

Çeviren & Yazan: A.Kara

VAROLUŞÇULUK VE NİHİLİZM

din, A, nihilizm, Varoluşçuluk, Varoluşçuluk ve Nihilizm, Nihilizm türleri, Gerçekten var mısın?, Şuan var mıyız?, Gerçek miyiz?, Hayat gerçek mi?, nonteizm, teizm, nihilist düşünce,
Nihilizme ve Varoluşçuluk temelde kutup karşıtı felsefelerdir. Nihilistler her şeye, hatta kendi varlıklarına kuşkuyla bakarken, varoluşçular varlığı, özellikle insanın varlığını daha yakından incelemekle ilgilenirler.

Var mısın?
Hiç hayatınızdaki bir şeyi derince sorguladınız mı? Belki Tanrı'nın varlığını araştırdınız ya da belki sadece birinin hayal gücümüzü ya da rüyasını anlatan kavramımız hakkında düşünmüştünüz. Bunlar, filozofların düzenli olarak ele aldığı düşünce ve sorulardır; Anlamak için çok düşünce ve çalışma gerektiren sorular. Bununla birlikte, insan varlığı hakkında düşüncenin karşıt uçlarını tanımlamaya yaklaşan iki düşünce kolu vardır ve biraz daha bütün olma felsefesini anlamamıza yardımcı olur: Nihilizm ve varoluşçuluk. Bu iki felsefe, gördüğümüz ve yaşadığımız şeylerle ilgili en temel insani soruların derinliklerine girmektedir. Bunların hepsi bir illüzyon mudur yoksa gördüğümüz ve yaşadığımız şeylere güvenebilir miyiz? Neyin gerçek olduğunu ve neyin önemli olduğunu nasıl belirleyeceğiz? Bunlar varlık felsefesinde araştırılan bazı sorular.

Nihilistik ve Varoluşçu Düşünce Tarihi ve Karşılaştırması
Nihilizme 19. yüzyıl boyunca popülerlik kazandı ve romancı Ivan Turgenev'in yazıları sayesinde daha görünür hale geldi. Filozoflar, bu fikri, gerçek olanın var olmadığı için imkansız olmanın değişim kavramını belgeleyen Elea'nın Parmenides'iyle (b. C. 515 - 450) binlerce yıldır bu fikri terfi ettirmişlerdir. Buda aynı zamanda varoluş illüzyonuyla ilgili fikirleri ya da çevremizdeki şeyler gerçek gibi görünse de, hepimizin yanılsamayla yaşadığından ve kaçmak ya da daha yüksek bir realiteye tercüme etmesi gerektiğinde iyi biliniyordu. Bu düşünceler, tarih boyunca Filizofiye Immanuel Kant'a (1724 - 1804) süzüldü. Varoluş hakkındaki düşünceleri, kişinin kendi anlayışının merkezinde olduğunu varsaydı. Bu, solipsizm fikrini ya da sadece sizin var olduğunuzu, görüp yaşadıklarınızın yalnızca hayal gücünüzün ürünleri olduğu görüşünü desteklemektedir.

Varoluşçu düşünce çoğunlukla insan varlığı ve anlamı ile ilgilidir. Bu felsefe insan özgür iradesi, yaşam tercihleri, bireysel doğaya karşı mücadele, yaşam mücadelesi, mantıksızlık ve kişisel sorumluluk da dahil olmak üzere birçok alanı araştırıyor. Hiçbir inanç sistemi, din ya da siyasi sistem varoluşçuluk felsefesine münhasır iddia edemezken, çeşitli köklü birçok filozof, temel ilkelerini kabul eder. ya da örneğin, bir dini filozof olan Kierkegaard, bir anti-Hristiyan Nietzsche, bir ateist Sartre ve bir ateist Camus, varoluşçuluğun gerçek anlamın aranmasıyla ilgili olduğuna ve insanın acı çekmesi, yoksulluk, ölüm ve diğer gelişmemiş olaylar. Bununla birlikte, çoğunlukla varoluşçular özgür irade ve kişiliğe sıkıca inanır ve birinin inanç sistemini başkalarına dayatmaya şiddetle karşıdırlar.

Nihilizmin Türleri ve Varoluşçuluk
Nihilizmin başlıca türleri, metafizik nihilizm, mereolojik nihilizm, kısmi nihilizm ve ahlak nihilizmidir.

Metafiziksel nihilizm, hiçbir şeyin bulunmadığı ve her şeyin bir illüzyon olduğu hipotezidir. Hayat sadece bir rüyadır.

Mereolojik nihilizm ise, cisimlerin mevcut olmadığını, sadece atomik ve atom altı parçacıkların bulunduğunu belirtir. Bu felsefede, yaşadığımız şey nesne ve nesneler değil, onlara atfettiğimiz fikirlerdir.

Yazan: Öğretim Üyesi: Joshua Sipper
Çeviren: A.Kara

NİHİLİZM VE ATEİZM ARASINDAKİ FARK

Hazırlayan: A.Kara
ateizm, nihilizm, Ahlaki nihilizm, Metafizik nihilizm, Nihilizm ve Ateizm, Ateizm ve Nihilizm, Nihilizme göre Tanrı ve ahlak, Ateizm ve ahlak, din, A, Ahlak ve Tanrı, din ve ahlak,
Ateizm tanrıların varlığına inanmaz, temelinde bu kadardır ve başka hiçbir şey yoktur. Nihilizmin birçok formu vardır ve sorunuzun yorumu, ne tür bir "nihilizme" başvurduğunuza bağlıdır.

İki biçimde inceleyelim:
Metafizik nihilizme (var olan herhangi bir şey olduğuna inanmamak)
Ahlaki nihilizm (nesnel ahlaka inanmamak)

Metafizik Nihilizm ve Ateizm
  1. Ateistler herhangi bir tanrı varlığına inanmazlar.
  2. Aşırı (metafizik) nihilistler, tanrılar ve kendileri de dahil olmak üzere herhangi bir şeyin var olduğuna inanmazlar.
  3. Dolayısıyla aşırı (metafizik) nihilistler ateisttir.
  4. Tüm metafizik nihilistler ateist değillerdir, çünkü tamamen ret yoktur, tanrıların var olduğu düşünülmektedir.
Ahlaki Nihilizm ve Ateizm
  1. Ateistler herhangi bir tanrı varlığına inanmazlar.
  2. Ahlaki nihilistler nesnel ahlak olduğuna inanmazlar, yani içsel olarak iyi veya kötü eylemler yoktur.
  3. Ahlaki nihilistler tanrılara inanabilir veya inanmayabilir, ancak objektif ahlaka inanmadıkları için herhangi bir Tanrının nesnel ahlakın kaynağı olduğuna inanmazlar.
  4. Ateistler, objektif ahlakın varlığına inanabilirler ya da inanmayabilirler ancak ahlakın tanrı tarafından verildiğine inanmıyorlar, çünkü herhangi bir tanrıya inanmıyorlar.
Dolayısıyla ateizm ve metafizik nihilizm birbiri ile ilişkilidir fakat ateizm ve ahlaki nihilizm birbiri ile ilişkili değildir çünkü büyük oranda örtüşmez. En önemli nokta: Felsefi ve pratik olarak ahlaki değerlere sahip olmanın veya herhangi bir tanrıya inanmanın mümkün olmadığıdır!

Metafizik Nihilizm ve Ateizm
Bu Nihilizm türü, en uç metafizik biçiminde, her şeyi inkar eden aşırı şüpheciliğin (kendi de dahil) felsefi bir duruşudur. Bu aşırı nihilist biçiminin ateizmi otomatik olarak gerektirdiğini söyleyebilirim. Öte yandan, bir veya daha fazla tanrıya inanmak, otomatik olarak nihilist olamazsınız demektir.
Bir ateist olarak, metafizik bir nihilist olabilirsiniz, ancak muhtemelen değilsiniz.

Ahlakî Nihilizm ve Ateizm
Nesnel ahlak gibi bir şey olmadığını belirten ahlaki (veya etik) nihilizmden bahsediyorsanız, ateizm ile bağlantısı yoktur.
Nesnel ahlakı anlamıyla kabul etmemek, doğru veya yanlış gibi bir şey olmadığını kabul etmektir.

Pek çok teist, tanrılarının bir ahlak kaynağı olduğuna inanıyor. Ahlakın tanrıdan geldiğine inanmak, teistsleri genellikle ateistlerin ve dinlere inanmayan insanların ahlaki değerlere sahip olmadığına inanmaya iter. Bu gerçek dışıdır! Tanrıya inanmak ve ahlaki değerlere sahip olmak felsefi olarak birbiri ile ilgisizdir. Çoğu ateist ve dinsizin ahlaki değerleri vardır. Sadece bunların tanrı tarafından verildiğini düşünmüyorlar.

Aynı şekilde, objektif ahlaka inanmamanın, herhangi bir tanrının varlığı ile ilgisi yoktur. Bir teistik ahlaki nihilist olmak isteseydim, objektif bir ahlakın kaynağı olmayan, yani doğru veya yanlış olanı yazmayan bir tanrıya basitçe inanabilirdim. Bu, bildiğim kadarıyla tüm mevcut insanlık dinlerini diskalifiye edecektir.

KAFİR OLAN PEYGAMBER

Hazırlayan: A.Kara
A, Allah peygambere hakaret ediyor, AY, Bel'am Baura, Bel'am Bin Baura, din, Dinden çıkan peygamber, Diyanet hadis, Elmalılı, Hadisler, İbni Kesir, islamiyet, Kafir olan peygamber, Yoldan çıkan peygamber,

YOLDAN ÇIKAN (KAFİR) OLAN PEYGAMBER
BEL'AM BÂÛRA (Belam Bin Baura)


“Onlara şu adamın haberini de oku: Kendisine ayetlerimizi verdik de onlardan sıyrıldı, çıktı,
şeytan onu peşine taktı, böylece azgınlardan oldu. Dileseydik elbette onu o ayetlerle
yükseltirdik, fakat o, yere saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu, tıpkı şu köpeğin
durumuna benzer: Üstüne varsan da dilini sarkıtıp solur, onu bıraksan da dilini sarkıtıp
solur. İşte ayetlerimizi yalanlayanların durumu budur. Bu kıssayı anlat, belki düşünürler.”
(Araf, 175-176)

ALLAH birine ayetler veriyorsa bu kişi peygamberdir. Ama sonra bakıyorsunuz Allah'ın seçtiği peygamberi ona inanmayı bırakıyor, Allah da bu peygamberine kızıyor, hakaret edip köpeğe benzetiyor.
Böyle bir şey nasıl olabilir ? Allah nasıl olur da sapıtacağını, yoldan döneceğini bildiği birini peygamber yapabilir yada yapacaklarını bildiği halde yine de kızabilir ? Çünkü her şeyi bilen Allah'ın olacakları da bilmesi, bildiği için de öfkelenmemesi, lanet okumaması gerekirdi.
Önce ayetler verdiği bir kimseyi peygamber yapan, sonradan peygamberini şeytana kaptıran, arkasından da peygamberini köpeğe benzeten ve aşağılayan bir tanrı olabilir mi?

Diğer kaynaklar tefsir ve çevirilere bakalım:
  • İbni Kesir: Kendisine ayetlerimizi verdiğimiz halde, onlardan sıyrılan ve şeytanın arkasına taktığı sonunda da azgınlardan olan o kimsenin haberini anlat.
  • Elmalılı (sadeleştirilmiş): Onlara o herifin kıssasını da anlat ki, ona ayetlerimizi vermiştik, ama o, onlardan sıyrılıp çıktı, derken onu, şeytan arkasına taktı da yolunu şaşırmışlardan oldu.
  • Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2): Onlara, kendisine âyetlerimizi sunduğumuz o adamın kıssasını da anlat; âyetlerden sıyrılıp çıktı, derken onu şeytan arkasına taktı, en sonunda da helak olanlardan oldu.
  • Diyanet İşleri: Kendisine âyetlerimizi verdiğimiz hâlde, onlardan sıyrılıp da şeytanın kendisini peşine taktığı, bu yüzden de azgınlardan olan kimsenin haberini onlara anlat.
  • Yaşar Nuri Öztürk: Onlara, şu adamın haberini de oku: Kendisine ayetlerimizi vermiştik; onlardan sıyrılıp çıktı, şeytan da onu peşine taktı; nihayet o, azgınlardan oluverdi.
Bel'am adlı bu kişinin Allah'ın dinini öğrenmiş olan, çok bilgili, duaları kabul olan fakat sonradan itaatsizliğe düşmüş biri olduğu anlatılıyor birçok hadis kaynağında. Peki bu itaatsizliğe düşmekten kasıt nedir, bu olay hadislerde nasıl geçiyor bakalım:

Rivayet edilene göre Musa, Kenanların Şam'daki topraklarına giriyor. Bu sırada da Bel'am adlı şahıs el-Belka'nın bir köyü olan Bal'a'da bulunmaktadır. Musa'nın topraklarına girdiğini gören Kenanlılardan bazıları Bel'am'a geliyor ve "Ey Bel'am, Musa bizi öldürmeye geldi, bizi öldürüp buraya İsrailoğullarını yerleştirecek" , "Senin kavmin olan bizler nereye yerleşiriz, yerimiz yok" diyorlar. Bel'am'ın dualarının kabul olduğuna inanıldığından ona Allah'a dua edip ondan Musa ve yanında gelenleri def etmesini iste diyorlar.
Bel'am ise "Size yazıklar olsun! O Allah'ın elçisidir, melek ve müminler onunla beraberler, aleyhine nasıl dua edeyim, bildiğimi bana Allah öğretti" diyor.
Sonrasında Bel'am eşeğine binip İsrailoğullarının çıkmakta olduğu Husban dağına doğru ilerliyor. Bir süre sonra eşeği yere çöküyor fakat o eşeğine tekrar binerek az daha ilerliyor ve hayvan tekrar çöküyor. Bu sefer eşeği yerden kalkana kadar dövüyor.
Sonra eşek dile geliyor ve "Ey Bel'am nereye gidiyorsun? Meleklerin önümde durup yolumu kestiğini görmüyor musun?" Allah'ın elçisi ve müminler senin kavmin aleyhinde dua etmekteler" diyor.
Buna rağmen Bel'am aldırış etmeyip eşeğini dövüp yoluna devam ediyor.
Bir süre sonra eşek sırtında Husban dağına ulaşıyor ve Musa'nın ordusunu, İsrailoğullarını karşısında görüyor ve onlara beddua etmeye başlıyor.
O Musa ve İsrailoğullarına beddua ederken Allah onun dilini ele geçiriyor ve kendi kavmi için beddua ettiriyor.
Bunu duyan Bel'am'ın kendi halkı "Ey Bel'am! Ne yaptığını biliyor musun? Sen İsrailoğullarına hayır dua ederken bize beddua ediyorsun" diyorlar.
Bel'am'da "ben bunu kendi isteğimle yapmıyorum, Allah dilime hakim oldu" diyince dili ağzından çıkıp göğsüne doğru sarkınca "Dünya ve ahiret benim elimden gitti" diyor.
[Taberi,Tefsiru’t-Taberî, IX, 124-126; Fahruddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, XV, 54; İbnü'l-Esir, el-Kâmil fi't-Târih, 1385/1965, I, 200 vd; İbni Kesir, el Bidâye ve'n-Nihâye, Riyad 1966, I, 322 vd]

Burada ne kadar çok mantık hatası ve çelişki olduğunun farkında mısınız? :
  1. Bel'am'dan dua ile yardım istediklerinde onlara "gelen Allah'ın elçisidir, melekler ve müminler onlarladır, nasıl aleyhlerinde dua edeyim bana her şeyi Allah öğretti" diyor. Sonra sanki bu sözleri o söylememiş gibi, kalkıp onlara beddua etmeye gidiyor.
  2. Eşek dile gelip konuştuğu halde nasıl oluyor da Bel'am yoluna devam ediyor? Bir insan böyle büyük bir mucize görse yapmakta olduğu şeyden geri dönmez mi? Bildiğin koca eşeğin 3-4 cümle kurduğu bir mucizeden bahsediliyor ufak, basit bir şey değil. Adam kafasız mı ki dinlemeyip yoluna devam etsin? Daha 2 dakika önce onlar aleyhinde konuşan halkına laf edip "Bana her şeyi öğretti" dediği Allah'a nasıl karşı geliyor?
  3. Allah neden beddua ettiriyor? Koca yaratıcı neden başka bir mucize göstermek yerine onu başka halka beddua ettirir? Hani beddua kötü bir şeydi? Üstelik beddua Allah'tan kötü şeyleri yapmasını istemektir. Şunu öldür, bunu kör et vs. gibi. Eee, Allah onu beddua ettirince kendi kendinden kötülük isteğinde mi bulunuyor? Beddua çok kötüdür diyen Allah sözde desteklediği Musa ve çevresindekilere kendisi de bizzat beddua ederek mi örnek oluyor?
  4. Madem dili çıkıp göğsüne kadar düştü nasıl oluyor da hala anlaşılır şekilde konuşmaya devam ediyor? İnsan üstü güçleri mi var?
Sayılamayacak kadar çelişki barındırıyor içinde...

Müslüman arkadaşlar ise her zamanki gibi birçok çelişkinin üzerini örtme çabası güderek buradaki Bel'am adlı kişinin dünyevi çıkarlar ve yöneticilere yaranmak için Allah'ın hükümlerini çiğneyen kişileri temsil ettiğini söylüyorlar.
Bir insan hem Yaratıcıdan / Allah'tan vahiy-ayet alacak hemde gidip onun karşısında duracak? Akla gel, gel de inan.

Bu arada bazı Müslüman arkadaşlar bir peygamberin sonradan kafir olmasına sıcak bakmadığı için: "Araf 175'de "biz ona ayetlerimizi verdik" derken "ayetlerimizi gösterdik" demek istenmiştir" diyebilir. Fakat kim ne derse desin, kıvırmaya yer yoktur çünkü kelimenin anlamı bellidir:
وآتيناه : ve āteynāhu : "ve ona verdik"

Zaten Belam, Tevratta'da Balam ismiyle peygamber olarak bahsedilen ve kehanetlerine önem verilen biridir. Aynı zamanda kahin olarak takdim edilir. (Yeşu, 13/22)
Her zamanki gibi Tevratta'ki bir konu Kur'an'da da kendine yer bulmuş fakat detayları dahil edilmemiştir.

Çölde sayım 22:5-6'da Moav (Moab) kralı Balak, Beor oğlu Balam'ı çağırtır ve Mısır'dan bir halkın gelip hemen yanlarına yerleştiğini belirterek Belam'ın gidip o halka lanet okumasını, bu sayede onları yenebileceklerini söyler. Çünkü Belam'ın lanetlediğinin harap olduğu, kutsadığı kişinin korunduğuna inanılmaktadır.

2.Petrus,2:15-16'da Belam'dan bir peygamber olarak bahseder ve şöyle der:
Haksızlıkla elde ettiği kazancı seven Beor oğlu Balam’ın yolunu tutarak doğru yolu bırakıp saptılar. Balam işlediği suçtan ötürü azarlandı. Konuşamayan eşek, insan diliyle konuşarak bu peygamberin çılgınlığına engel oldu.

Daha baştan bu haliyle bile Tevrattaki anlatılar ile İslam hadislerinde geçen rivayetlerle birebir aynıdır ve A'raf 175-176'da üstü kapalı olarak anlatılan kafir olan peygamber konusuna ışık tutmaktadır.

Moav kralının lanetleme talebine cevap olarak Belam, tanrı onay verirse yapacağını söyler fakat Rab bunu yapmasına izin vermez ve Belam'a “Onlarla gitme! Bu halka lanet okuma, onlar kutsanmış halktır” der. (Ç.S. 22:12)
Kral Balak hemen vazgeçmez ve Belam'a daha saygın önderler göndererek isteğini yeniler, Belam "Balak sarayını altınla, gümüşle doldurup bana verse bile, Tanrım RAB’bin buyruğundan öte küçük büyük hiçbir şey yapamam. Lütfen siz de bu gece burada kalın, RAB’bin bana başka bir diyeceği var mı öğreneyim.” (Ç.S. 22:18-19) diyerek tekrar tanrıdan cevap beklemeye koyulur.
Enteresandır ki o gece tanrı Belam'a şöyle der: “Madem bu adamlar seni çağırmaya gelmiş, onlarla git; ancak sana ne söylersem onu yap” (Ç.S. 22:20)

Bir kısmını doğrudan Tevrat'tan okuyarak devam edelim:
Çölde Sayım, 22:21-29:
Balam sabah kalkıp eşeğine palan vurdu, Moav önderleriyle birlikte gitti. Tanrı onun gidişine öfkelendi. RAB’bin meleği engel olmak için yoluna dikildi. Balam eşeğine binmişti, yanında iki uşağı vardı. Eşek, yalın kılıç yolda durmakta olan RAB’bin meleğini görünce, yoldan sapıp tarlaya girdi. Balam yola döndürmek için eşeği dövdü.
RAB’bin meleği iki bağın arasında iki yanı duvarlı dar bir yolda durdu. Eşek RAB’bin meleğini görünce duvara sıkıştı, Balam’ın ayağını ezdi. Balam eşeği yine dövdü.
RAB’bin meleği ilerledi, sağa sola dönüşü olmayan dar bir yerde durdu. Eşek RAB’bin meleğini görünce, Balam’ın altında yıkıldı. Balam öfkelendi, değneğiyle eşeği dövdü. Bunun üzerine RAB eşeği konuşturdu. Eşek Balam’a, “Sana ne yaptım ki, üç kez beni böyle dövdün?” diye sordu.
Balam, “Benimle alay ediyorsun” diye yanıtladı, “Elimde kılıç olsaydı, seni hemen öldürürdüm.”

Tuhaf değil mi? Güya Balam denen peygamber lanetlemek üzere çıktığı yolculuğunda bir melek görüyor, ayağı eziliyor, bindiği eşek konuşmaya başlıyor ve adam sanki bunlar çok normal, sıradan şeylermiş, zaten sürekli konuşan eşekle karşılaşıyor veya melek görüyormuş gibi "yahu ben ne yapıyorum" demeden devam ediyor. Neden, güya gözleri kapalıymış, yani bakar körmüş. İlgili bab'ın devamında Balam, eşekle bildiğiniz sohbet ediyor ve sonrasında güya Rab, Balam'ın gözlerini açınca gerçeği görüyor ve yolun kenarındaki meleği görünce eğilip yere kapanıyor.
Yani Balam'ın gözünü daha erken açmayan Rab, sanki onunla oynar gibi bir süre sonra gözünü açmaya karar veriyor. İnsanın aklına Kur'an'daki Allah dilediğini saptırır ayeti gelmiyor değil çünkü durum tam olarak bu. Peygamber statüsündeki zat bile tanrının oyuncağı gibi adeta.

 Tevrattaki anlatıya geri dönersek, karşılaştığı melek Balam'a “Adamlarla git” dedi, “Ama yalnız sana söyleyeceklerimi söyleyeceksin.” der. Sabah olduğunda Bamot Baal'a çıkarlar. Kral Balak, Balam'ın isteği üzerine 7 sunak kurup bunların üzerinde 7 boğa ve koç kurban eder. Akabinde Balam'ın İsrail halkını lanetlemesini bekleyen Balak şaşıp kalır çünkü onları lanetlemek yerine kutsar. Tıpkı Kur'an'da da bir zamanlar Allah'ın İsrailoğullarını üstün kıldığını söylemesi gibi Bel'am da İsrail halkını över ve kutsar.

Fakat durum hep böyle gitmez. Kur'an'da Tevratta'ki bu hikayeyi duyup kabataslak yazmışlar fakat Tevrat'tan Bel'am'ın diğer eylemlerine bakalım ki yoldan nasıl saptığını anlayalım. 

İsrail halkını kutsayan aynı Balam bu sefer İsrail'in düşmanı oluverir, öyle ki onları günahkar yapmak için planlar yapar. Çölde Sayım, 31:14-16'da bu konuda ne yazıyor bakalım:
Musa savaştan dönen ordu komutanlarına –binbaşılara, yüzbaşılara– öfkelendi.
Onlara, “Bütün kadınları sağ mı bıraktınız?” diye çıkıştı, “Bu kadınlar Balam’ın verdiği öğüde uyarak Peor olayında İsrailliler’in RAB’be ihanet etmesine neden oldular. Bu yüzden RAB’bin topluluğu arasında ölümcül hastalık başgösterdi.

Balam bununla da kalmayarak İsrailoğullarına putlara sunulan kurban etlerinden yemelerini öğütler ve fuhuş konusunda onları ayartır, (Vahiy 2:14) onları günahkar yapar.

Yani ancak Tevrat'a ve İslam hadislerine bakıldığında A'raf 175-176'da bahsedilen ve kafir olan peygamberin kim olduğu, neden kafir olup yoldan saptığı ancak anlaşılabilmektedir..

Sağlıcakla kalın...

DHARMA

A, Dharma, din, hinduizm, Hint dini,Hindu dini,Dharma,Veda,Rita,Hinduizm inançları,Hinduizm kavramları,Bhagavad Gita,Savaşçı Arjuna ve Krişna,Sva-dharma
Dharma , Hint dinlerinde önemli bir terimdir. Hinduizmde 'görev', 'erdem', 'ahlak', hatta 'din' anlamına gelir ve evreni ve toplumu destekleyen gücü ifade eder. Hindular genelde Dharma'nın Vedalar'da ortaya çıktığına inanıyor, ancak 'evrensel hukuk' ya da 'dürüstlük' için daha yaygın bir sözcük "Rita"dır. Dharma, toplumu koruyan, çimleri büyüten, parıldayan güneş ve insanları ahlaki insanlar haline getiren ya da insanlara gerçekçi davranma fırsatı veren güçtür.

Ancak, haklı davranmanın, herkes için tam olarak aynı şeyi ifade ettiği anlamına gelmez; farklı insanların yaşlarına, cinsiyetlerine ve toplumsal konumlarına göre farklı yükümlülükleri ve görevleri vardır. Dharma evrenseldir ancak aynı zamanda somut koşullarda ve özeldir. Bu nedenle her insanın adı "sva-dharma" olan kendi dharması vardır. Bir kadın için doğru olan şey bir erkek için olmayabilir veya bir yetişkin için doğru olanın bir çocuk için olmayabileceğini anlatır.

Sva-dharma'nın önemi, Bhagavad Gita tarafından gösterilmiştir. Mahabharata'nın büyük savaşından önce belirlenen bu metin, Arjuna'nın savaş arabasına Krişna'nın büyük ordular arasında sürdüğü arabasına binen kahramanı tasvir etmektedir. Savaşçı Arjuna, savaşta neden savaşması gerektiğini Krishna'ya soruyor. Birinin yakınlarını ve öğretmenlerini öldürebiliriz diyor ve bu yüzden savaşmayı reddediyor.

Krishna, bu savaşın dürüst olduğunu ve görevini yerine getirip savaşmasını ya da savaşçı olan dharmasından dolayı mücadele etmesini ister. Arjuna'nın sva-dharması, savaşçı olduğu için savaşmalıydı,ancak eylemlerinin sonucundan ayrılmak ve savaşçıların kuralları dahilinde savaşmak zorundaydı. Fakat birinin dharmasına göre davranmamak yanlıştır ve adharma olarak adlandırılır.

Dharma'ya göre doğru hareket, aynı zamanda insanlığa ve Tanrı'ya hizmet olarak anlaşılmaktadır. Sanatana dharma olarak bilinen şey eski çağların metinleri olan puranalara kadar uzanabilir. Bu ebedi dharma veya anayasa fikrine uyanlar, diğer sıradan aksanlarının ötesine geçtiğini iddia eder - bu, benliğin nihai dharma olan para dharma'dır. Sık sık kişisel davranışlara ebedi bir hizmet tutumu bağlayan bhakti hareketleriyle ilişkilendirilir.

Kaynak: Bbc

Yazan-Çeviren: A.Kara

DİNLERİN YANLIŞ OLDUĞUNA DAİR 20 SEBEP

A, Camilere giden para, Çocuk gelin, din, Din insanları böler, Din sömürüdür, Din zararlıdır, Dine giden paralar, Dinler yanlıştır, Dinlerde kölelik, Hastane ve okul yerine cami, İsa efsanesi,
DİNLER NEDEN YANLIŞTIR?

1) Eğer Tanrı dünyayı ve içindeki her şeyi yarattı ise, mantık da yılanı, kötülüğü ve günahı yarattığını söyler. Bu da Nazilerin soykırımlarına ve Ruanda, Kamboçya, Çerkez, Azerbaycan, Hırvatistan, Sudan, Burundi ve Nanking'deki soykırımları onun kusuru yapar.
Açıkçası, eğer Tanrı var ise, o sadece sizi umursamayan kayıp bir babadır. O, can sıkıcı, intikamcı ve takıntılı biridir.

2) Din, ne için iyidir?! SAVAŞ! Haçlı Seferleri, Otuz Yıl Savaşı, Fransız Dinleri Savaşı, Nijerya İç Savaşı, Lübnan İç Savaşı, Etiyopya Adaleti Savaşı, Dungan Ayaklanması, Kutsal Savaşlar ve Yedi Yıl Savaşı, sadece birkaç isim ve hepsine de Tanrı ve dinleri tarafından izin verilmiştir.
Terörizm eylemleri ve Gazze'deki çatışma gibi modern çatışmalarımızı bile ekleyebilirsiniz. İkisinin de kökleri dini inançtır.

3) Fin Paganizmi, Kenanlılar, Atenizm, Minos Dini, Mithraizm, Maniheizm, Tengrizm, Ashurizm, Vedizm, Olmen Dini, Zerdüştlük ve sayısız diğer dinler, eski medeniyetler binlerce Tanrı ile birlikte öldüler. Tarihin kül yığınına gömüldüler.
Ancak, sizin takip ettiğiniz din kesinlikle doğru olandır. İyi şanslar dilerim!

4) "Tanrı insanı kendi şeklinde yarattı" deniyor. Bir zamanlar Tanrı'nın insani nitelikleri olduğu gerçeğini göz önüne alıp durduktan sonra, insanın Tanrı'yı icat etmesi daha muhtemeldir. Bu da, kesinlikle dinlerdeki sayısız çelişkiyi, belirsizlikleri ve kolayca şiddete başvurmayı açıklar.

5) Herkes efsane seviyor - Noel Baba, Diş Perisi, İsa, Muhammed falan - ama hepsi bu kadar. Tanrıya itaat ettiğiniz için size cenneti satan Yehova Şahitleri veya kapınızın ziline sürekli basarak size cüz, Kur-an satan seyyarlarla ve onlardan aldıklarınızla kendinizi cennete bir adım daha atmış hissedebilirsiniz. Böyle bir yer yoktur. Ölen yakınlarınızın dışarıda beraber takılmak için sizin gelişinizi beklediği özel bir kulüp falan yok.
Bakın, kimse ölmek istemiyor, cennete olan inanç sadece başa çıkma ve avunma mekanizmasıdır.

6) Tanrı yanan bir çalılıktan seslenerek seninle konuştu mu? Hakikaten güvenilirmiş. Belki de o zamandan beri kimsenin görmediği altın tabletler vardı. Veya size mağaradayken bazı görüntülüler gönderdi, tabi zehirlenme veya yanılsamaya neden olan, aklınızı kaçırmanıza kadar varacak rahatsızlığınız yoksa. Unutmayalım karalama hataları, silme, yanlış alıntılar ve kişisel gündemlerin üzerinde durulması gereken sorunlar da vardır. "Tanrı'nın sözü", dine inanan insanlar tarafından yazılmıştır. Muhtemelen ne ters gidebilir ki?

7) Din, insanları - Siyah, beyaz, Asya kökenli, kafir, Müslümanlar, Hristiyanlar, Yahudi olarak ayırırken kadın ve eşcinsellerden nefret etmeyi öğretir ve cinsel yaşamınıza, seçimlerinize karşı sağlıksız bir takıntıya sahiptir. Birçok din, başka dinden olanlarla evlenmeyi bile yasaklayarak size karışır. Din, kapalı görüşlü bir bağnazlık atmosferi beslemektedir.

8) Din, kendisini sevgi dolu, sevecen ve cömert olarak göstermeyi sever, ancak bu saçmalıktır. Gerçek şu ki, din, ölüm-ahiret korkusu, şeytan uydurmaları, cezalandırma tehditleri ve cehennem tehditleri yoluyla çoğalıyor. Bu, mantık ve aklı çalıştırmak için değil, inanmayanların korkunç ölümlerine odaklanarak bir terör ve korkaklık hissi uyandırmak için yapılan bir girişimdir.
İnanç, bağımsız düşünce ve bireysel cesaretin yerine geçer.

9) Karşılaştığınız en kötü yargılayıcı insanlar dindardır, sizi sanki bir kedi yavrusunu öldürmüşsünüz gibi yargılarlar. Dindar oldukları için özel ve kutsanmış olduklarına dayalı bencil ve küstah bir tavır sergilerler. Anlatılan o sözde tevazular sadece lafta kalır. Afrika'da açlıktan beslenemeyen çocuğa orta parmak gösteren Tanrı sizi nimet olarak seçmişse sizi özel kılan şey nedir?

10) Bütün bu vaaz, dua, ilahi, oruç, hac, ayin ve diz çökmeler size ne elde ettirir? Hiçbir şey! Bu faaliyetlerin hiçbirinin olumlu bir sonuç ürettiğine dair bir kanıt bulunmamaktadır.

Ayrıca, kiliseler ve camilerin neden para toplama kutusu uzatması gerekiyor? Gerekli olan şeyleri size tanrının sağlaması gerekmiyor mu? Ayrıca bu paralar nereye gidiyor? Okul veya laboratuvara gitmediğini hepimiz biliyoruz... İnsanları soymayı kesip Tanrı'ya bir çek yazın.

11) Din, şimdiye kadar icat edilen en büyük kitle kontrol şeklidir. Otoriter hiyerarşileri sayesinde akıllarından kuşkulu sürüler yaratır, kendi akıllarından şüphe eder ve hayatlarını dış varlıklar ele geçirir. İnanca olan bağlılık, gizemler, karışıklık ve uyuşmazlıkları gizler. Bunların hiçbiri sorgulanmamalıdır yoksa gökyüzündeki görünmez adam kızabilir.

12) Hiçbir şey yoksulluğu överek, güzel ve özel bir şeymiş gibi göstererek insanları din kadar iyi uyutamaz. Sizce Konstantin Hristiyanlığı Roma İmparatorluğunun resmi dini yaparken Hristiyanlığa inanıyor muydu? Komik! Din, insanları entelektüel zincir altında tutar ve onları köleliğe zincir eder.

13) Bir din seçtiğinizde ruhsal derinlik kaybı olur. Gerçekliği doğru algılama yeteneğinden kurtulmak için sabit bir algılamaya zorlanırsınız. Gerçek gerçeği, dini gerçeğin yerine koyduğunuzda, sınırlamalardan dolayı açıklık ve berraklığınızı kaybedersiniz. Sonuçta dini gerçekler, mitler, illüzyonlar, vizyonlar ve kötü kopyalanmış el yazmaları üzerine kuruludur. Kesinlikle güvenilecek bir şey değildir.

14) Her şey Tanrı-Rab-Allah'ın iradesine atfedilebilir, bu yüzden kime ne sorarsanız sorun, insanlar sorumluluktan kaçınmak için Tanrıyı kullanırlar. Olan tüm kötü şeyler hakkında endişelenmemelisiniz, çünkü Tanrı onların olmasını istiyor. Arkanıza yaslanın, rahatlayın, kola için, gülümseyin ve insan ölümlerine ve şifa getirip getirmeyeceğine Tanrı'nın karar vermesi için bekleyin!
Bu sırada ise din diğer yanağınıza dönmekle meşguldür.

15) Modern din daha önceki Yunan, Roma ve Norveç mitolojileri ile sayısız putperest ritüellerin birleştirilmesi ve intihal sürümlerinden başka bir şey değildir. Cennet gökyüzündekie Olimpos Dağıdır. Tanrı, muhteşem nitelikleri olmayan Zeus'tur. Modern dini metinlerde henüz dünyada olmayan bir şey yoktur. Din Türk Pop müziğine benziyor. İyi parçaları çalın ve "bu orijinal" diyin!

16) Horus, Attis, Mitra, Krişna, Dionysos ve İsa'nın ortak noktalarının neler olduğunu biliyor musunuz? Hemen hemen her şey. Bakire bir anneden doğmak, mucizeler, tekrar diriliş efsaneleri kültürden kültüre geçerken biraz değişse de neredeyse tamamen aynıdır, ancak Mesih efsanesinin temelleri asla değişmez. Bu nedenle, Mesih Kulübü 'nün en yeni üyesi olan İsa hakkında benzersiz ve yeni bir şey yoktur ve belkide diğerleri gibi, ileride yerini daha şirin, yeni bir versiyonu alacaktır.

17) Bununla birlikte, hayatta olan her şeyin Tanrı'nın planının bir sonucu olduğuna inandık diye düşünelim. Bu durumda Tanrı bir sadisttir.
Cinayet, ölüm, yıkım, hastalık, kanser, HIV, Alzheimer, Sodom ve Gomore, Kara veba ve Büyük Tufan var. Yaratmayı ve yarattıklarını seviyor gibi görünse de; Tanrı, onları öldürmek için yeni, yaratıcı ve farklı yollar bulmaktan hoşlanıyor gibi görünüyor.

18) Dindar insanlar, her şeyin bir nedenden dolayı gerçekleştiğini iddia ederken aynı zamanda, acının, günahın ve kötülüğün özgür iradenin bir sonucu olduğunu söyleyecek ve aynı zamanda Tanrı'nın bizim için olan gizemli planının bir parçası olduğunu iddia edecektir.
Hönk !?
Bu inanış kendi içinde çelişkilidir. Eğer Tanrı'nın benim için bir planı varsa, seçmek için hiçbir özgür iradem yok demektir ve eğer özgür iradem varsa, Tanrı, hayatımda bir şeyler olmasını sağlayan, bilen güçlü bir tanrı değildir.

19) Dindarsanız dininizin -sözde- iyi niyet beslediğine, empatiye yönelten sempatik bir olgu olduğuna inanabilirsiniz. Çünkü size göre Tanrı-Allah-Rab sevgidir ve diğerleri saçmalıktır. Bununla birlikte İncil, Tevrat, Talmud ve Kur-an'ın fazlasıyla ahlaksızlık içeren metinleri vardır ve Tanrı-Allah masum değildir. "Onun Sözü", köleliğe, eşcinsellerin öldürülmesine, çocukların, kadınların satılmasına, çocuk gelinlere, işkence yaptırımları uygulanmasına izin veriyor.
Listeye Tanrı adına insan öldürmeyi-kurban etmeyi de ekleyin. Hemen imzalayayım!

20) Dindar insanların "Kim daha dindar?" diyerek sadece cami-kilise-sinagoglara, devasa kubbelere ve tanesi trilyonları bulan, amacının ve anlatılan mütevazilik masallarının dışında oldukça lüks camiler için para ödediğini biliyoruz.
Belediye başkanı, vali vb. kişilerin "Hangi semt daha dindar" benzeri sidik yarışı yaparak halktan aldıkları vergi ve ödeneklerle (kafir dediği bizlerden aldıkları vergiler, haram dedikleri içki ve zina dedikleri genel evlerden aldıkları vergiler de dahil) aynı mahalleye ihtiyaç olmadığı halde 5. cami-kilise veya sinagogu diktiklerini de biliyoruz.
Bu yüzden de insanların eğitim ve sağlığına, tüm canlılar ve evrene fayda sağlayabilecek yapıtların (hastane, okul, laboratuvar, araştırma üsleri) yapılmadığına, bu yüzden yaşam kalitesinin, eğitim standartları ve bilimin tereyağı gibi erimesine sebep verdikleri EŞEK GÖZÜ kadar büyük ve NET bir gerçektir.
He bu arada, bu kişilerin bilhassa "yakında hastane falan da yok ki, hay ben böyle işin ..." diye söylenen kişiler olduğu ve kendilerine DİN adı altındaki sevap-yarış temalı tavır ve inançları ile  bu çukuru kendilerinin kazdığından habersiz olduklarını görebilirsiniz...

Yazan: A.Kara