HABERLER
Dini Haber
A etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
A etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

BABA, OĞUL, KUTSAL RUH ÇELİŞKİSİ

hristiyanlık, Teslis inancı, Baba oğul kutsal ruh, Hristiyan tanrısı çelişkisi, İncil'deki çelişki, İncil ve Eski Ahit çelişkileri, İncile göre tanrı, A, Antik toplumlarda teslis inancı, din,
TESLİS İNANCINDAKİ ÇELİŞKİ

Öncelikle bu yazıya teslis inancı nedir? ile başlamak daha doğru olacaktır. Hristiyanlığı diğer ibrahimi dinlerden ayıran teslis inanışı tanrının baba, oğul ve kutsal ruhtan oluşan üçlü doğasını simgeler. Hristiyanlara göre birbirinden ayrılamayan bu üçlü, tanrının yansıması olarak görülür.
Daha basit bir söylemle birin içinde üç diyebiliriz, yani tanrıyı oluşturan, birbirinden farklı 3 parça. İnanış gereği tanrı 3 farklı şekilde betimleniyor yani.
Peki ama birbirinden farklı olan 3 kişilik nasıl olurda tek tanrıyı oluşturur?

Bu hem Hristiyan mezhepleri hemde Hristiyanlığın oluşturduğu yeni akım dinlerinde çeşitli çelişkilere, inanç farklılıklarına neden olmuştur. Örneğin ortodoks, katolik, protestan gibi mezheplerin tanrıya, meleklere vb. birçok konuya olan inanışları farklılık gösterebilir. Geçmişten günümüze tanrı ve teslis konusunda yaşanan bu kavram karmaşıklığı eski metinlerde bile görünmektedir. Hemen aşağıdaki 2 metne bakalım:

Eski Ahit, Tesniye 6.4'de şöyle yazar:
"Dinle, ey İsrail: Tanrımız olan Rab, tek bir Rab'dır."
Görüldüğü üzere burada yaratıcının tek olduğu söylenmektedir.

İncil, Matta 28:19'da ise şöyle yazar:
"Bu nedenle gidin, bütün ulusları öğrencilerim olarak yetiştirin; onları Baba, Oğul ve Kutsal Ruh'un adıyla vaftiz edin."

Eski Ahitte yazanın aksine burada tanrının 3 farklı kişiliğinden bahsedilir ve tek olduğu vurgulanmaz. O yüzden de "onları baba, oğul ve kutsal ruhun adıyla vaftiz edin" denir. Tek tanrının yada yaratıcının adıyla demek yerine üçlemeden bahseder.


Oldukça kafa karıştırıcı bir kavram değil mi? Hem tanrı tektir diyorsun, hemde baba, oğul, kutsal ruh diyerek tek dediğin tanrıyı üçe bölüyorsun. Yani İsa hem tanrı, hemde tanrı değil. Baba, Oğul, Kutsal ruh dediğinde hem baba tanrıdır diyorsun hemde Meryemin doğurduğu İsa. Ortada öyle bir karşama var ki, istediğin kadar kulaç at içinden çıkamıyorsun.

Çünkü mezhepler ve görüş farklılıkları, netlik içermeyip karmaşaya izin veren bu ifadelerle harmanlanıyor. Bu yüzden de bazı toplumlar İsa'nın hem tanrısal hemde insani doğasına karşı çıkmışlardır, örneğin: Yehova Şahitleri, Mormonlar vs.

Birçok Hristiyan bile aslında teslisi tam olarak anlamamaktadır. Hatta bazı Hristiyanlar biz insan olduğumuz için tanrıyı anlayamayız, dolayısı ile teslisi de anlamamamız normal diyerek bu konuya kafa yormaktan kurtulmak, vicdanlarını rahatlatmak için aşağıdaki iki metni öne sürüyorlar:
1. Korintliler 1:9: "Tanrı'nın, kendisini sevenler için hazırladıklarını
hiçbir göz görmemiş, hiçbir kulak işitmemiş, hiçbir insan yüreği kavramamıştır."
1. Korintliler 1:14: "Doğal haliyle kişi, Tanrı'nın Ruhuyla ilgili gerçekleri kabul etmez. Çünkü bunlar ona saçma gelir. Ruhça değerlendirildikleri için de bunları anlayamaz."
Peki teslis inancı paganlardan etkilenilerek oluşmuş bir terim ve yeni bir tanrı anlayışı olabilir mi? Çünkü bilindiği gibi hristiyanlar uzun zaman boyunca paganlar ile savaşmış, ticaret yapmış yani bir şekilde iç içe girmiş, onların inançlarını ve tanrılarını da öğrenmiştir. Birçok antik pagan toplumunda ve birbirinden farklı coğrafyalardaki bazı eski toplum inanışlarında teslis inancı bulunmaktadır.


TESLİS HRİSTİYANLIK İLE ORTAYA ÇIKAN ORJİNAL BİR TANRI İNANIŞI MIDIR?

Daha Hristiyanlık yokken farklı zamanlardaki toplumlarda zaten teslis inancının türevlerinin olduğu görülmektedir:

Bâbil geleneğinden üçlüler:
A) Birinci üçlü: Gök tanrısı Anu, yer tanrısı Enlil, ırmaklar tanrısı Ea.
B) İkinci üçlü: Ay tanrısı Sin, güneş tanrısı Şamaş, bereket tanrıçası İştar (Tammuz'un sevgilisi)
C) Şeytan üçlüsü: Labartu - Labazu - Ahatsu

Guatemala geleneği: Bitol - Alom - Quhalom,
Kelt geleneği: Teutates - Taranis - Esus,
Peru geleneği: Paçakamak - Kon - Virakoça,
Antik Mısır geleneği: İsis – Osiris – Horus,
Dogon geleneği: Nommo die - Nommo tityayne - O nommo,
Hitit geleneği: Teshup - Hepatu - Sharruma,
İndo - Aryen geleneği: Mitra – İndra – Varuna,
Mitanni geleneği: Mitrassil – İndar – Uruvanassel,
Sabiî geleneği: Hibil - Şitil - Anuş,
Etrüsk geleneği: Tinia - Uni - Minerva,
Grek ezoterizmi: Phanes - Ouranos - Kronos,
Grek mitolojisinde: Silene (Selene) - Hekate - Artemis,
Antik İran'ın Ehli Hak geleneğinde: Güneş'in efendileri olan üç kardeş ilah.

Ek olarak Sümer ve İskandinav geleneklerinde ve neo-platonizm'de de bu tür üçlü ilah gruplarına rastlanır.

Kaynaklar:
 a b "Trinity". Britannica.com | İncil | Tevrat

Yazan: A.Kara

İNCİL'DE TANRININ DİNLENMESİ

din, hristiyanlık, Tanrının dinlenmesi, İncilde tanrının dinlenmesi, Tanrı 7.günde dinlendi, Hristiyanlıktaki çelişkiler, Tevrattaki çelişkiler, İncildeki çelişkiler, A,
Bilindiği gibi İbrahimi dinlerin arasında oldukça benzer yönler vardır. Bunlardan biri de Tanrının dinlenmesi olayıdır. Özellikle Tevrat ve İncil'de açıkça geçen bu olay tıpkı dinini savunmaya çalışan herkes gibi bu dine inanan insanlar tarafından üzerinde kelime oyunları yapılarak kurtarılmaya çalışılmaktadır.

Öncelikle bakalım İncil'de Tanrının dinlenmesi nasıl geçiyor:
1) "Gök ve yer bütün öğeleriyle tamamlandı.
2) Yedinci güne gelindiğinde Tanrı yapmakta olduğu işi bitirdi. Yaptığı işten o gün dinlendi.
3) Yedinci günü kutsadı. Onu kutsal bir gün olarak belirledi. Çünkü Tanrı o gün yaptığı, yarattığı bütün işi bitirip dinlendi." [Yaratılış 2]

Burada açıkça görüldüğü gibi Tanrının göğü ve yeri tamamen yarattığı, sonrasında ise dinlendiği yazıyor. 2.ayete "bakarsanız yapmakta olduğu işi bitirdi" yazdığını görürsünüz. Yani Tanrının dünyayı yaratması bitti, peki akabinde ne diyor: "Yaptığı işten o gün dinlendi."

Dolayısı ile "yaptığı işten o gün dinlendi" sözünü "yaptığı işten çekildi" yada "bitirdi" gibi tercüme ederek, anlayarak burada mantık hatasını düzeltmeye çalışmak akıllıca değildir. Çünkü bir önceki cümlede zaten "yapmakta olduğu işi bitirdi" diyor. Bunu söyleyen bir yaratıcı neden bir cümle sonra tekrar aynı manaya gelecek cümleyi kursun ki? Mantıksız...

Kaldı ki 3. ayette zaten yarattığı bütün işi bitirip "dinlendi" yazıyor. Buradaki dinlendiyi de aynı şekilde "yaptığı işten çekildi" anlamında yorumlamak sağlıklı olmaz, bu sefer tanrısı sürekli aynı şeyleri tekrarlayan bir spamcı durumuna düşürürsünüz.

Bariz bir şekilde işi bittikten sonra Tanrının dinlenmeye çekildiği ve bunun da 7.gün olduğu açıktır. 7 rakamı ise rastlantısal değildir, yani Hristiyan inancına göre laf olsun diye 7. günde dinlenmemiştir tanrı. 7 Hristiyanlık ve birçok dinde kutsal olarak nitelendirilen bir rakamdır.

Ek not, Tanrının dinlendiği gün yahudilerde ise Cumartesidir. Musevilerin Şabat günü de buradan gelmektedir.
Meraklıları tıklayarak buradan okuyabilir.

Yazan: A.Kara

HİLAL VE YILDIZIN TARİHİ

A, din, islamiyet, Antik semboller, Hilal ve yıldız, Hilal ve yıldız sembolü, İslamiyetin sembolü, Camilerin tepesindeki ay, Ay tanrısı Sin ve İslam, İştar, Şamaş, Mezopotamya'da hilal ve yıldız,
Hilal ve yıldızın birlikte (ortak) kullanımı ilk olarak İsrail'dir ve antik İsrail krallığında yanyana kullanılmışlardır. MÖ. 13-14. yüzyıllarda Moabites tarafından kullanılmış olan bu sembol kendisine ait olan mühürlerde sıkça göze çarpmaktadır.

İslamiyetin sembolü olan hilal ve yıldız figürü aynı zamanda antik Sümer'de de en çok kullanılan öğelerdendir. Hilal, Ay Tanrısı "Sin"i temsil ederken yıldız ise Ishtar (İştar)'ı aynı zamanda Roma mitolojisindeki Venüs'ü sembolize eder.
Antik Sümer'de bu iki sembole ek olarak "Şamaş" adı verilen bir güneş diskinin de kullanımı yaygındır. Sümer medeniyetinde bu 3 sembol kullanılırken:
Ay: Sin'i, yıldız: İştar'ı, güneş: Şamaş'ı temsil etmektedir. (Arap diline Şems -güneş- olarak geçen Şamaş Asur ve Babil'de güneş tanrısı olarak tapınılmış bir ilahtır)

Hilal ve yıldızın bir arada kullanımı Mezopotamya medeniyetlerinde de görülmektedir. M.Ö. 147'de Kral 1. Mithridates, M.Ö. 58-38'de 2. Orodes ve M.Ö. 38-2'de 4. Phraates tarafından basılmış olan antik paralarda bu semollerin kullanılmış olduğu görülmektedir.
Kaldı ki yukarıda sayılan kişiler kullanmadan tam 2 milenyum yıl önc Elam devleti tarafından da kullanılmış, Babil mitolojisindeki zamanın ve ayın tanrısı Sin, güneşin kudretli hakimi, yeryüzü ve cennetin yargıcı olduğuna inanılan Şamaş ve yıldız tanrısı İştar sembolize edilirken bunlar babil krallarının güçlerinin kaynağı olarak kullanılmıştır (antik Mısır'da firavunların gücünü tanrıdan aldığını söylemesi gibi).

Fakat bu sembollerin İslam öncesi kullanım yerleri ve onlara ne şekilde tapınıldığı bilinmesine rağmen hiçbir Müslüman:
"Neden İslamiyet'in sembolü de "hilal"dir?
"Putperestliğe tepki olarak doğduğu söylenen bir din neden kendinden önceki putperestlerin kullandığı sembolleri aynen kullanmaya devam eder?"
diye düşünmüyorlar...

Kaynaklar:
Irving L. Finkel, Markham J. Geller, Sumerian Gods and Their Representations, Styx, 1997, p71,
André Parrot, Sumer: The Dawn of Art, Golden Press, 1961,
A.H. van Zyl, The Moabites, Brill, 1960, pp 111-112, pp 157-158,
Othmar Keel, Christoph Uehlinger, Gods, Goddesses, and Images of God in Ancient Israel, Fortress Press, 1998, p322,
John Hansman, "The great gods of Elymais" in Acta Iranica, Encyclopédie Permanente Des Etudes Iraniennes, v.X, Papers in Honor of Professor Mary Boyce, Brill Archive, 1985, pp 229-232,
Michael R. Molnar, The Star of Bethlehem, Rutgers University Press, 1999, p78

Yazan: A.Kara

DEİZM DERNEĞİ BAŞKANI İLE RÖPORTAJ

Deizm Derneği röportaj, Deizm derneği ile röportaj, Dini Haber, Haberler, Tanrı kimdir, Yaşamın amacı, deizm, Dine neden inanmıyorsunuz, Röportaj, A, Adem ve Havva, Deizm röportaj, deizm nedir,
Merhaba dostlar, yakın zamanda kurulmuş olan Deizm Derneği'nin başkanı Özcan Pali ile röportaj gerçekleştirdim ve ona sosyal medyada merak edilen yada ağızlarda gevelenen soruları yönelttim (hatta bazılarını sorarken sorunun saçma olduğunu biliyordum ama maalesef bu soruların internette yazıp çizen, karalama kampanyası yapanlar için cevaplanması gerekiyordu).
Dernek başkanına zaman ayırdığı için teşekkür ederken sizleri de röportaj ile baş başa bırakıyorum.

Sosyal medyada deizmi sapıklık gibi göstermek için, bu derneği hükumetin kurduğu gibi birkaç iddia gördüm. Birde sizden dinleyelim.

Aslında bu söylemler yersiz değil. Birilerinin böyle düşünmesi çok makul çünkü tarih oldukça fazla komplonun kurulduğunu bize öğretir. Bu iddiaları ben de duysaydım yeni kurulmuş bir derneğe temkinli yaklaşırdım. Çünkü böyle diktatörlüğe giden bir hükumetten de ancak böyle kurnazca planlar beklenir. Ancak yine de böyle söylentileri benim bir şeyler söyleyerek ortadan kaldırmam suni bir çaba olur. Bu, Kur'an’ın tanrı sözü olduğunu iddia eden bir kişinin kanıt olarak “kitap öyle diyor” demesi gibi komik olurdu. Ancak madem soruldu yine de cevaplayayım.
  1. Öncelikle temkinli olun, evet bu yeni kurduğumuz dernek sizlerin de dediği gibi bir böyle olabilir,
  2. Ancak ipuçlarının bunu böyle göstermediğini görün. Mesela kurucu üyelerden 3 tanesi zaten Ateizm Derneği’ne üyeler ve uzun süre Etkinlik Komisyonlarında yer aldılar ve canla başla çalıştılar.
  3. Bir diğer ipucu, dinsel geçmişleri, kariyerleri ve hiç siyasi ve bürokratik geçmişlerinin olmaması. Ayrıca hiçbiri devlet dairesinde bile çalışmış değil. 
  4. Ve diğer ipucu ise, dernek kurucularının 6 tanesi birbirlerini en az 20 senedir tanıyor olmaları ve aynı semtte oturmaları. Diğer 6 tanesi ise daha yakın zamanda tanışıp dost oldukları kişiler. Sanırım en azından bu ipuçları kaygıları giderecektir.
Deizm, ateizmden önceki duraktır sözü ile ilgili düşünceniz nedir? Sizce deizm bir aşama mı?

Hayır değil. Eğer öyle olsa idi. Dünya’nın çoğu seküler yaşam tarzını seçen deistlerden olmazdı.

Aslına bakarsanız Ateizm, kendisinde “Yaratıcı yoktur” dogmatik öğretisini taşıdığı ve mutlak hakikatin de bu olduğunu söylediği sürece, dinlerden farkı olmayacaktır.

Deizm ise doğal bir düşünce, inanç veya felsefe biçimidir. Kendisi mutlak hakikati bulduğunu söylemeden evrenin bir yaratıcısı olduğuna kanaat getirir.  Dinlerin öğrettiği gibi Yaratıcının insani nitelikte olduğunu söyleyenlere karşı, biz deistler de “öyle tanrı yok” diyerek, dinlerin tanrılarına karşı ateistiz. Ancak evrenin var edene karşı da değiliz. Deizm hiç kesimizi zorlamadan ve argümanlara dahi daha ihtiyaç duymadan akıl, mantık ve sağduyu ile varılan en doğru düşünce biçimidir. Böyle söylemler şunu söylemeye benzer. “CHP ye oy verenler en sonunda komünist olurlar” gibi oldukça temelsizdir.

Deizmin türleri var mı?

Evet. Bazı deistler Tanrının yaratma eylemini değiştirmeden, onun niteliğinde düşünsel bir tahminde bulunarak bazı alt deist düşünce biçimini edinirler. Spiritüel Deizm, PanDeizm, PanenDeizm vs. Burada bunların anlamlarını söylemek yerine en kolay WikiPedia’ya bakmalarını tavsiye ederim.


Türkiye'de dinsiz olmanın zorlukları neler?

Dinsiz olmak öncelikle toplumda hakaret niteliği taşımaktadır. Bunun önemli bir nedeni öğretilen egemen din anlayışından gelir. Egemen din anlayışı Sünni İslam’dır. Ve bu inanca göre dinden çıkmak Allah’a hakaret ve ihanettir ve sonu ebedi cehennemdir. Şimdi bu öğretiye göre inançlı bir kişi, dinsiz bir kişiye nasıl bakar. Tabi ki kendi Allah’ı dinsize nasıl bakıyorsa öyle. Peki kendi Allah’ı dinsize nasıl bakıyor. Hain ve cehennemde ebediyen yanmayı hak etmiş biri. O halde inançlı bir kişinin, dinsiz bir kişiye kendi tanrısından daha merhametli olmasını bekleyemeyiz. O nedenle oldukça zor olmasının yanında düşüncelerinizi söylemenin hayati tehlikesinin olduğu bir toplumda yaşıyoruz.

İş yerinde düşüncelerinizi açıklamak işinizden olmanıza neden olabilir. Bu gerçekleşmezse size mobig uygulanır. Bu da olmazsa zaten iş arkadaşlarınız tarafından dışlanırsınız.

Aile durum daha da zordur. Hele alevi bir aileden çok inançlı ailelerde durum daha da vahim hal alabilir. Baba, cehennemi hak eden bir kafirin evde yaşamasına müsaade etmez. Bu hem inançlarına aykırıdır hem de komşulara ve akrabalara karşı utançtır. Dayak, baskı ve evden atma ve evlatlıktan reddetmeye kadar giden acı dolu bir yolculuk başlayabilir. Anne ise gözyaşları ve psikolojik baskı uygulayarak zaten yaralar. Laik ve demokratik bir ülkede yaşıyor olsak da iktidarın dindar ve dini kürsülerin ve cemaatlerin oldukça baskın olduğu ülkemizde durum bu şekildedir.

Bilindiği gibi deizm sapıklıktır gibi açıklamalar yapıldı. Deizmde sapık yakıştırmasını hak edecek bir durum var mı?

Bir kişinin hiçbir dine girmemesi sapıklık olabilir mi diye sormak lazım. Şöyle diyelim bir kişinin Müslümanken Hristiyanlığı seçmesi konu olsaydı Diyanet İşleri Başkanı aynı açıklamayı yapar mıydı? Hayır yapmazdı. O halde bu şu anlama geliyor. “Hangi dine giriyorsan gir sorun yok ama bir din seçmezsen sen sapıksın”

Bu anlayış bozuk bir zihniyetten gelir. Şöyle düşünülüyor. “İnsanların bir dini olmazsa, tüm kötülükleri yaparlar.” Bu anlayış çarpık bir anlayış. Bunu böyle söyleyenlere şu soruyu sormak lazım. “Sizler bir tarikata bağlı olmazsanız kötü biri mi olursunuz.?” Cevap Hayırdır. Ülkemizde Tekke ve Zaviyelerin kapatılması ile toplumsal gelişme sağlandığını hatırlatalım. Üstelik öyle olsaydı dinsiz yaşayan Avrupalıların ülkeleri oldukça tehlikeli ülkeler arasında olurdu. Deizm sapıklıktır iddiası oldukça asılsız, yersiz korku ve cehaletten gelir.

Derneğe üye olmak için neler gerekiyor? Üyelik ücreti ne kadar ve neden alınıyor?

İstanbul dışında olsanız bile bu, derneğe üye olmanıza bir engel değil.

Üye olmak için www.deizmdernegi.org sitemizden başvuru formunu indirip doldurmanız yeterli. Bu forma ekleyeceğiniz, 1) Resim, 2) Kimlik sureti, 3) E- devletten çıkartabileceğiniz ikamet belgesi yeterli. Bunları 3 şekilde kolayca bize yollayabilirsiniz:
1) Kargo
2) Elden
3) E-mail adresimize (deizmdernegiistanbul@gmail.com)

Ben derim ki en kolayı telefonunuzla bu 3 belgenin resmini çekin ve e-mail atın. Bu 10 dakikanızı alır. Yani derneğimize 10 dakikada üye olabilirsiniz. Aidatları sembolik tutuk. Aylık 10 TL'dir.

Deizm derneği neden gerekliydi?

Biz deistler dinsel baskı yaşıyoruz gerçekten. Fiziksel olarak yaşamak bir anlam katmaz insana. Düşünceleri ile vardır insan. Kendi ifade edemediği bir yerde yaşamak insan hakları ihlalidir ve zulümdür. Aslında düşüncelerimi açıklamak zulmü şöyle dursun, fiziksel ve dinsel baskı bizleri daha da yaşanılamaz kılar. Bu yaşamak gibi, nefes alamamak gibi bir şey.


Çoğu deist bir dernek kurulmasına ihtiyaç olunmadığını söylüyor, neden bu derneği kurdunuz, neden gerek vardı?

Böyle söylemelerini dar görüşlü olmalarına bağışlıyorum. Bunu bütün taraftarların Galatasaraylı olmalarını sağlayıp, takımı rakipsiz bırakmak gibi anlamsız bir girişime benzetiyorlar olabilirler. Ama iş öyle değil. Böyle dar görüşlü düşünenlere şu soruları sormak lazım.
  1. Anonim veya başka kötü niyetlerle yalanlar ve düşmanlıklarla dolu bir dinin varlığına devam etmesini arzuluyor musunuz?
  2. Çevrenizi saran dinin biat etme baskısı size çekici geliyor mu?
  3. Dinsel baskı görmek istiyor musunuz?
  4. Dinsel kölelik altında ezilen, batıl inanışlarla türlü korkular yaşayan, kendi bağnaz dinsel yaşamlarıyla başkalarını baskılayan insanların toplumda var olması ve artması sizi memnun ediyor mu?
  5. Hiçbir dine ait olmadan yaşayan, ama teşkilatlanmamış, dernekleşmemiş bir ortamdaki boşluktan yararlanan Diyanetin, toplum üzerinde egemen güç olma ve cemaatlerinin inançlarını toplumun inançları gibi gösterme, bazı sinsi retoriklerle kanalize etme girişimleri sizi mutlu ediyor mu?
  6. Dinsel karanlıkta yaşayan oldukça muhafazakâr insanların arasında yaşarken, onların ibadetlerini benimsemediğinizden, yerine getirmediğinizden dolayı hor görülmeye devam etmek istiyor muşunu?
  7. Eğer bu sorulara “Hayır” diyorsanız o halde neden bizler gibi derneklerin olması gerektiğini de cevaplamış olursunuz.
Eğer cevap vermekte yine zorlanıyorsanız biz cevabı verelim. Bizler insanların insanların ürünü olan dinlerden arınmasını, ayrılmaları ve batıl olan inançlarından gelen korkularından kurtulmalarını, tutsak oldukları inançları yüzünden başkalarının hayatlarını zehir etmemelerini, böylece din ve mezhep savaşlarına girmemelerini, laik devlet ve seküler toplum oluşmasını sağlayarak, ülke dünya barışına katkıda bulunmak istiyoruz.

Deklarasyonunuzda “Adem ve Havva gibiyiz” diyorsunuz. Adem ve Havva’ya inanıyor musunuz?

Bir metni gözden geçirirken, metnin ruhunu ve söylemek istediği şeyi iyi anlamak lazım. Eğer tek boyutlu okursanız her kelimeye takılır, arkasında aslında ne denmek istendiğini anlayamazsınız zaten.

Deklarasyonda “Adem ve Havva gibiyiz.” dedik. Ancak bu deklarasyon Ateist veya Agnostiklere hitaben hazırlanmadı. Bu deklarasyon inançlı kişilere karşı bir beyandır. Böyle olunca, bizlere sapık diyenlerin aslında kendi inandıkları Adem ve Havva’ya da sapık demiş olduklarını anlatmak istedik. Yani onların yanlış düşündüklerini, yine onların Adem-Havva öğretisi üzerinden göstermek istedik. Bunu anlamak bu kadar zor olmasa gerek. Şöyle düşünün, bizler deklarasyonumuzda “Biz deistler büyük bir aileyiz, her tür dinsel baskıya karşı Süpermen kadar güçlüyüz.” deseydik, o halde sizler bizlerin Süpermen’e de inandığımızı düşünecektiniz. Bu çok komik bir dar bakış açısı.

Bu derneği devletin, insanları fişlemek için açtığını düşünüyorum. Siz de polis olabilirsiniz?

Böyle düşünmek ile haklı olabilirsiniz. Netice de böyle bir ülkede yaşıyoruz. Ancak şöyle düşünün. 12 Kurucu üyenin hepsi mi polis? Değil ise bir iki polis deistleri kandırarak dernek kurmaya mı kalkıştı? Komplo teorinizi bir an için makul bulsak dahi, iç işleri ve valilik tarafından onaylanmış bir derneğin içinde bulunmak, anayasal hakkımızı kullandığımız sürece ne sakıncası olabilir. Ayrıca zamanında Ateizm Derneği için de böyle düşünülmüştü. Ancak bunu böyle olmadığı derneği kuranların geçmişinden açıkça belli olur. Bir araştırma yapıldığında bunun böyle olmadığına çok rahat kanaat getirilebilir ancak hiçbir araştırma yapmadan veya yapmak istemeden peşin olarak bunu söylemek, Cumhurbaşkanı’na ABD ajanı demek kadar kolaydır.

Bu derneği madem açtınız, inancınız gereği o zaman kendi haline bırakabilirsiniz şimdi?

Bu soruyu bir deistin sorduğunu düşünemiyorum. Olsa olsa deizmi anlayamamış bir inançlı sormuştur. Deizm dindarlar arasında sanıldığı gibi, bir tanrının dünyayı yaratıp bir kenara çekildiği gibi bir inanç değildir. Öyle olsaydı deizm temelden saçma ve mantıksız olurdu. Böyle düşünüyor olanlarından dolayı deizm elbette öyle gelecektir. Deizm, tarihsel bir süreç geçirmiştir. Şu an Modern Deizm sürecindeyiz. 1800’lü yıllarda Hristiyanlıktan bağlarını koparmış ve dinsiz bir şekilde yaşayan deistler, yaratıcıyı yine de dinlerdeki gibi bir tanrı olarak betimlediler. Dinlerin hakikat olmadığı sonucuna vardıktan sonra Tanrı tanımı ile pek fazla ilgilenmediler ve Tanrı tanımı yine insan biçimci yani antropomorfik olarak kaldı. Öyle olunca tanrının neden müdahaleci olmadığı konusundaki soru sürüncemede kaldı ve cevaplanmadı, cevaplanmaya da pek meraklısı olmadı. Zaman ilerledikçe Deizm felsefesi, evrimsel kanıtlar ve diğer bilimsel kanıtlarla kendini bu konuda kendini daha da ileri götürerek olgun bir hal aldı.  Modern Deizmde antropomorfik bir tanrı düşüncesi yok. Yani Deizmdeki tanrı tanımı dinlerdeki gibi insan biçimci, duyguları ve insani nitelikleri olan bir tanrı değil. Bunun yerini aşkın yani insanüstü, doğa ve evren üstü bir bizim tanımlama yapamayacağımız bir tanrı anlayışı var ki bu da tam yerindedir. Çünkü tarih boyunca insanlar putlardan yaptıkları tanrılara bile kendi insani niteliklerini vermişlerdir. Şimdiki deizmdeki bu tanrı anlayışından sonra kimse onun evreni yaratıp bir kenara çekildiği gibi insani davranış tarzını ona yükleyemez. Dolayısı ile tanrı yaratmış bir kenara çekilmiş değil, o yaratma eyleminde bulunmuş bir güç, bir nedendir. Bu tanımdan sonra onun müdahaleci mi, değil mi konusunda şöyle söyleyebiliriz. İnsanlık tarihi, yaşanan acılar ve ıstıraplarla dolu insanlık tarihi bize şunu gösteriyor ki, insanlığı düşünen ve onunla ilgilenmek isteyen bir tanrı hiçbir müdahalede bulunmamıştır. Müdahale diye konu edinenler tarihte geçmez sadece dinsel masal kitaplarında geçer. İkincisi, söz konusu tanrının, şu an bile, günlük yaşamımızla ilgileniyor olduğuna dair kanıt sunamayız. Müdahaleyi beş duyu organımızla algılayamıyoruz. Ve bilimsel, sosyal ve toplumsal bulgularımız yok. İnsanlar yine hala savaş, yoksulluk, adaletsizlik, hastalık ve daha çok sayabileceğimiz sıkıntılarla kendi çözümlerini üreterek mücadele ediyorlar. Asıl Tanrıya insani niteliklerini yükleyen ve kıyamete kadar dünyaya karışmayan bir şekilde tarif eden İslam'ın ve diğer dinlerin anlayışıdır ve oldukça mantıksızdır.


Bir Allah’ın varlığına inanıyorsunuz madem, neden O’nun bir din göndermediğine inanmıyorsunuz?

Olağan üstü şeyler, olağan üstü kanıtlar gerektirir. Dinler şimdiki insanlık için oldukça ilkel kalıyor. Şimdi birkaç örnek soru ile bu dinlerin tanrıdan mı yoksa zamane insanlardan mı geldiğine siz karar verin.
  1. Köleliği kim kaldırdı, Tevrat, Zebur, İncil, Kur’an mı yoksa Amerika Yurttaş Hakları ve diğer bildirgelerle insanlar mı?
  2. Çocuk haklarını kim en iyi savunuyor mu, söz konusu dinlerin kitapları mı Çocuk Hakları Bildirgesi ile insanlar mı?
  3. Kadınları cariyelikten kurtaran ve toplumun her alanında üretime katılmasını sağlayan söz konusu kitaplar mı yoksa insanların oluşturduğu medeni haklar mı?
  4. İnsanların refah ve konforuna hizmet eden bilimsel bulgu ve gelişmelere dinsel kitaplar mı neden oldu yoksa, dinlerden sıyrılan bilim adamları mı?
  5. İnsanlar daha çok dindar olurlarsa mı barış gelir dünyaya yoksa dinlerden sıyrılınca mı?
Bu sorular eğer eğer din değil, dinlerden sıyrılmış ve dini referans almayan insanlık yaptı diyorsanız, zaten bunları başaramamış dinlerin evreni ve kainatı yaratan bir tanrının eseri olmayacağını cevaplamış olursun.

Cehenneme inanmıyorsanız kötülük yapanın yanına yaptıkları kötülükler kar mı kalacak?

Yaşama dinsel pencereden bakarsanız, inandığınız insansı tanrıdan bir cezalandırma beklersiniz. Ancak yaşamın doğasını gözlemleyin. Doğadaki canlılar bir yaşam mücadelesi içindeler. Bütün canlılar birbirlerini yemekteler. Aynı türler bile kendi içinde savaş halindeler. Bir kaplanın bir ceylanı parçalamasından dolayı ceza almasını bekleyemezsiniz. Kendi içlerindeki mücadele kendi içlerinde kalır. Biz insan oğlunun da yaptıkları aramızda kalır. Buna tedbir olarak kanun ve nizamlar yaparken kendi içimizde cezalandırma yöntemini geliştirmişiz. Toplum içinde belirlediğimiz kanunları çiğneyenler olursa kendi oluşturduğumuz kanunlarla cezalandırıyoruz. Üstelik kötülükler görecelidir. Geçmişte ülkelerin ülkelere saldırması çok doğaldı ve suç değildi. Birleşmiş Milletlerin Kurulmasından sonra konulan kanunlar sayesinde çıkar amaçlı savaş açan ülkeleri kötülük yaparak suçlamış olduk. Bir yerde kanun konmamış ise yapılanlar suç değildir. Kanun konulduğu için eylemleri suç sayıyoruz. Adolf Hitler’in yaptığı kötülüklerden örnek vererek onun nasıl olurda deist düşünceye göre ceza almayacağını soruyorlar. Adolf Hitler’i savaş ilan edip işgalci olarak suç işlediğini ve tanrısal adalet ile cezalandırılmasını arzu edenlere, Osmanlı Padişahlarının da aynı şeyi, fetih arzusu ile yaptığını hatırlatmak isteriz. Ama Adolf Hitler’i katil ilan edip Osmanlı işgallerini fetih diye anmalarının nedeni, birinde birleşmiş milletlerin olmayışı diğerinin oluşudur. Birleşmiş Milletler yokken kötülük değildi, yasa koyucu olarak Birleşmiş Milletler olunca kötülük sayıldı. O halde sonuç şudur. Kötülük nesnel değil özneldir ve tarih içerisinde ve toplumdan topluma değişir ve kötülük yapanlar cezalarını oluşturduğumuz kanunlar sayesinde cezalandırılır. Kanundan kaçanlar ise ölünce bir yerlere kar götürmeyecekler. Onların suçları ya hapistir ya da kanundan kaçak yaşamaları gibi zorlu yaşamlarına mal olur ve bununla beraber vicdanları iyi bir yaşam sürdürmelerini engeller. Dahası suç işlemiş kişilerin kanundan kaçmaları da bizlerin, adalet sistemimizin acizliğidir. Kötülük konusunda son sözümüz şudur. Biz insanlık ailesi olarak birbirilerimize yaptığımız kötülük doğanın ve doğada yaşayan diğer canlıların ilgi alanı olmadığı gibi yaratıcının da müdahalesini gerektirmediğini görüyoruz.  Kol kırılır içinde kalır.

Yaşamın amacı nedir sizce?

Evrimsel süreç ne için yaşadığımızı değil nasıl yaşamamız gerektiğini söyler. Bazılarına göre yaşamın amacı neden yaşadığımızdır, bazılarına göre de nasıl yaşadığımız yaşamın amacıdır. Yaşamın amacının neden yaşadığımız sorusuna verilecek cevap olduğunu söylüyorsanız, bunun cevabının evreni var edende saklı olduğunu ve “Meraklanmayın güvenli ellerdeyiz.” demekle yetineceğimizi söylemek isteriz.

Tanrı kimdir?

Tanrının kim olduğu sorusu, dinlerin antropomorfist anlayışının ürünü. Bizler tanrıyı kişi olarak görmek zorunda değiliz. Dinlerin anlayışıdır bu. Tanrı bir kişi midir, şahıs mıdır ki biz onun kim olduğunu söyleyebilelim. Kendisinin bizlerle etkileşim halinde olduğu kadar biz onunla etkileşim halinde olabiliriz. Başka türlü Tanrının niteliği hakkında öznel düşüncelerden öteye geçemeyiz. Belki de tanrının kim olduğu sorusu yerine tanrının ne olduğu sorusu doğrudur. Dolayısı ile bu bilgiye sahip olamayız şimdilik. Ama tanrının, “Evreni Yaratıcısı” olarak veya ”Evreni var eden” olarak belki de “Varlığımızın Nedeni” diye tanımlayabiliriz. Bu tanımlardan öteye geçmek dinsel öğreti uydurmaktan öteye geçmez.

Tanrının bizi ve evreni yaratmaktaki amacı nedir?

Bunu bilmek tanrının ne veya kim olduğu ve neden var olduğu sorusu ile aynı gizeme sahiptir. Bu sorulara cevap veremiyoruz, verseydik neden var olduğumuz sorusuna da yanıt bulurduk. Dediğimiz gibi tanrı ile etkileşimde olduğumuz kadar onun hakkında bilgi sahibi olabiliriz. Tarih kendisinin bizlerle etkileşim halinde olduğunu nesnel olarak ispatlayamamıştır.

Neden bir Tanrıya inanmak zorunda hissediyorsunuz?

Bu soruya bir soru ile cevap arayalım. Sizler evrende başka yaşam formları olduğuna inanıyor musunuz? İnanıyorsanız neden inanmak zorundasınız? Sizlerin şöyle cevaplandırdığını duyar gibiyim. “Bizler evrende başka yaşam formları olduğuna inanmak zorunda değiliz. Sadece milyarlarca galakside neden yalnız olduğumuzu düşünelim ki. Netice de biz varsak, başka galaksilerde başkaları da vardır.” Diye bir mantık yürüterek bir sonuca varırsınız. Bizler bir tanrıya inanmak zorunda olduğumuzdan dolayı değil. Sadece biz var isek onun da olduğu makul ve mantıklı. Hem evrende neden hiçbir şey yerine bir şeyler var? Bu soru, bir Yaratıcının olduğu konusunda bize mantıksal bir çıkarım sağladığı için onun olduğunu düşünüyoruz.

Röportajı Gerçekleştiren: Din ve Mitoloji (A.Kara)
Röportaj Yapılan Kişi: Deizm Derneği Başkanı Özcan Pali

CAMONİCA GÜLÜ

Antik semboller, A,Camonica gülü, Eski semboller, Antik sembollerin anlamları, Semboller, Semboller ve anlamları, Güneş sembolü,Çiçek sembolü
Camonica Gülü İtalya'nın Brescia kentindeki Val Camonica kaya oymaları arasında bulunan bir semboldür. Anlamı hakkında çeşitli teoriler vardır:
Ünlü arkeolog Emmanuel Anati astral harekete bağlı bir dini güneş sembolü olduğunu ileri sürmüştür. Zamanla iyi bir servet ve uzun yaşam getirme yeteneği ile pozitif bir güç sembolü haline gelmiştir.

Camonica Gülü dokuz farklı fincan işaretini incelikle saran kapalı bir çizgidir. Val Camonica'daki 27 kayanın üzerinde 84 “gül” bulunmuştur ve bunların hepsi 3 farklı şekil formatına uymaktadır:
● Simetrik
● Asimetrik
● Gamalı haç

Arkeolog Paola Farina gamalı haç şeklinin en eskisi gibi göründüğünü ve Camonica Gülü'nün yöreye özgü bir varyasyon olduğunu öne sürmüştür. Bir başka teori ise bu gülün binlerce yıl önce henüz çarklı pusulaların var olmadığı zamanda eski insanlar tarafından uygulanan mükemmel çevreler çizmesini sağlayan bir antik pusula olduğunu söylemektedir.

Bu gül İtalyanca'da “Rosa Camuna” olarak adlandırıyor çünkü tüm versiyonları çiçeklerle güçlü bir benzerlik taşıyor. (Orijinal isminin ne olabileceği bilinmemektedir.) Camonica Gülü'nün sanatsal bir versiyonu şuan İtalya'daki Lombardiya Bölgesi'nin sembolüdür.

Yazan: A.Kara

AJNA

Yazan: A.Kara
A, Antik semboller, Sembollerin anlamları, Ajna, hinduizm, Gizemli semboller,Semboller ve anlamları,Antik işaretler,Çakra Geleneksel bir Hindu sembolü olan Ajna üçüncü göz çakrasını yada geleceğin ayrıntılarını ortaya çıkardığı söylenen beynin bir parçasını temsil eden semboldür. Hindular çevreden gelen manevi enerjinin onlara Ajna aracılığıyla girdiğine inanırlar. Bu yüzden parlak kırmızı ile kutsal kül ve benzeri maddeleri alınlarını işaretlemek için kullanırlar. Budizm'de ise Ajna dünyayı fiziksel gözlerinin görebileceği şeylerin ötesini görmeye çağıran bilinç gözü olarak adlandırılır. Başka bir deyişle dünyayı zihinle birlikte görmek.

Bu sembol çoğunlukla şeffaf olarak kullanılır. 2 beyaz taç yaprağı ve Shakti Hakini'yi içeren bir perikarp vardır. 6 surat, altı kol, bir beyaz ay, bir tespih ve bir davul ile gösterilmiştir. Silahlar, iyiliklerin verilmesi ve korkuların ortadan kaldırılmasını tasvir eder. Aşağı doğru duran üçgen kutsal enerji olan "lingam"ı temsil eder. Diğer küçük üçgenler ise Om ve Bija mantralarını içerir.

Bir teoriye göre “hakimiyet” olarak da tercüme edilen Ajna sembolünün iç-görü ve sezgi ile ilişkili olduğunu söylenmektedir. Bu inanç çakranın gözlerin üzerinde konumlanmış olmasından ve algıyı etkilemesinden kaynaklanır.

ŞİNTOİZM'DE SAFLIK

Şintoizm, Şintoizm'de saflık, Şintoizm dini, Japonların dini, Şinto dini, Japon inançları,Her insan temiz doğar,Japonların inanışları, uzakdoğu dinleri, Şintoizm'de kirlenme,Kötü ruh, A,din,
Şintoizm'de "Saflık" iyi ve kötünün anlayışının kalbinde yer alır.
Şintoizm'deki kirlilik insanı kami'den ayıran her şeyi ve musubiyi, yaratıcılığı ve uyum gücünü ifade eder. Bizi çürüten şeyler tsumi - kirlilik veya günahtır.

Şintoizm'de saflık çok önemlidir, bu durumu Brandon Toropov ve Luke Buckles şöyle izah eder:
Batı'da 'saflık sofuluğun sonraki adımı' olduğunu söyledik ama Japon anlayışı için "saflığın sofuluktan farklı olmadığını' söyleyebiliriz.
-Brandon Toropov ve Luke Buckles O.P.
İNSAN SAF, TEMİZ DOĞAR
Şintoizm insanın kötü ya da kirli doğduğunu kabul etmez; Aslında Şintoizm insanların saf doğduklarını ve ilahi ruhta iştirak ettiklerini belirtmektedir.

Kötülük, kirlilik ya da günah daha sonraki yaşamda ortaya çıkan ve genellikle basit temizlik ya da arınma ayinleriyle kurtulabilinen şeylerdir.

KİRLİLİĞİN NEDENLERİ
Kirlenme - tsumi - fiziksel, ahlaki veya manevi olabilir. 'Tsumi', İngilizce 'günah' kelimesi ile aynı anlama gelir ancak günahtan farklıdır çünkü insanların kontrolünün ötesinde olan şeyleri içerir ve onlara kötü ruhların neden olduğu düşünülür. Eski Şintoizm inancında tsumi hastalığı, felaketi ve hatayı da kapsıyordu. Özellikle ölüm veya ölü ile bağlantılı herhangi bir şey kirletici olarak kabul edilir.

Yazan & Çeviren: A.Kara

SEKHMET (SAKHMET)

A,mitoloji, mısır mitolojisi, Sekhmet,Sekmet,Sakhmet, Mısır Tanrıçaları, Antik mısır tanrıları, Ra'nın gözü, Hathor,Ra,Ptah,Nefertum,Ma'at,Denge ve adalet,Aslan başlı tanrıça
Sekhmet (Sakhmet) bilinen en eski Mısır tanrılarından biridir. Adı antik Mısırda "güç, kuvvet" anlamına gelen bir sözcük olan "Sekhem" den türetilmiştir ve genellikle "Tek Güçlü" veya "Güçlü Olan" olarak tercüme edilir. Bazen aslan başlı bir kadın olarak tasvir edilirken zaman zaman başındaki güneş diski ile de tasvir edildiği görülür. Onun oturur vaziyetteki heykellerinde elinde yaşam "ankh"ını tuttuğu görülür fakat yürürken ya da ayakta durduğunda genellikle kuzey ile bağlantılı olduğunu düşündüren papirüs (kuzey ya da Aşağı Mısır'ın sembolü) ağacından oluşturulmuş bir asa tutar. Ancak bazı akademisyenler bu ilahenin aslanların daha bol olduğu bir bölge olan Mısır'ın güneyindeki Sudan'dan taşındığını iddia ediyorlar.

O sık sık Hathor'la (sevinç, müzik, dans, cinsel tutku, hamilelik ve doğum tanrıçası) ilişkilendirilmişti. Bu ortaklıkta dostu Hathor'un sert bir yönü olarak görüldü. 2. Amenemhet  tarafından Sekhmet-Hathor'a, Kom el Hisn'de (Batı Deltası'ndaki Imau) bir tapınak inşa edildi ve burada Hathor ile Sekhmet "Imau'nun Hanımı" olarak anıldı. Imau, doğuya doğru kaymış olan Nil'in bir kolunun yakınında bulunuyordu ama eski zamanlarda bu kasaba Libya sınırına giden yolda çölün kenarındaydı. Açıkçası Sekhmet'in bu sınırı koruyacağı umuluyordu.

Sekhmet'in ana tarikat merkezi onun yoldaşı Ptah (yaratıcı) ve Nefertum (şifacı) ile birlikte ona "yıkıcı" olarak tapıldığı Memphis'te (Men Nefer) bulunuyordu.

Sekhmet gün ortası güneşinin kurutan sıcaklığı ile temsil edildi. Bu açıdan bazen “Nesert” yani alev olarak adlandırıldı ve korkunç bir tanrıçaydı. Ancak arkadaşları için vebayı önleyebilirdi. Doktorların koruyucusuydu. Şifacılar ve rahipler yetenekli doktorlar haline gelmişlerdi. Sonuç olarak bazen “terörün tanrısı” olarak adlandırılan korkunç tanrı, “yaşam kadını” olarak da biliniyordu. Sekhmet'den Ölüler Kitabı'nda hem yaratıcı hem de yıkıcı bir güç olarak bir çok kez bahsetmişti ama her şeyden önce o Ma'at'ın (Denge yada Adalet) koruyucusuydu.

Ayrıca "Vebanın Hanımefendisi" ve çölle uyumlu olduğunu gösteren bir biçimde "Kızıl Leydi" olarak da biliniyorken onu kızdırdıranlara karşı veba gönderebileceği düşünülüyordu. İktidarının merkezi Mempis'ten Tibet üçlüsünün krallığına kaydığında (Amun, Mut, ve Khonsu) Sekhmet'in nitelikleri bazen bir aslan biçimini alan Mut'un içine çekildi.

A,mitoloji, mısır mitolojisi, Sekhmet,Sekmet,Sakhmet, Mısır Tanrıçaları, Antik mısır tanrıları, Ra'nın gözü, Hathor,Ra,Ptah,Nefertum,Ma'at,Denge ve adalet,Aslan başlı tanrıça

O ayrıca "Ra'nın gözü" unvanı verilen tanrıçalarla da ilişkiliydi. Efsaneye göre Ra öfkelendi, çünkü insanlık yasalarını takip etmiyor ve Ma'at'ı (adalet veya denge) korumuyordu. Kızının bir yönü olan "Ra'nın gözü"nü göndererek insanlığı cezalandırmaya karar verdi. Kaşlarındaki bir üreden Hathor'u yolarak onu aslan şeklinde dünyaya gönderdi. Sekhmet "Ra'nın Gözü" oldu ve onun yıkımını başladı. Tarlalar insan kanıyla doldu. Ancak Ra zalim bir tanrı değildi ve katliamın görüntüsü pişman olmasına neden oldu. Ra ona durmasını emretti ama o kana susamıştı ve dinlemiyordu. Ra, yoluna 7,000 sürahi bira ve nar suyunu yoluna döktü. O "kan"ın içinde boğulurcasına patlayacak kadar içti, çok sarhoş oldu ve üç gün boyunca uyudu. Uyandığı zaman ise insanları katletme arzusu dağıldı ve insanlık kurtarıldı. Efsanenin başka bir versiyonunda ise Ptah uyanışta gördüğü ilk şeydir ve anında ona aşık olur. Onların birliği (yaratılış ve yıkım) Nefertum'u (şifa) yaratır ve Ma'at'ı yeniden kurar.

Her yıl Hathor-Sekhmet'in bayram gününde insanlığın kurtuluşu anıldı. Herkes nar suyuyla lekelendirilmiş bira içti ve "Tanrıça ve ölümün hanımefendisi, merhametli olan, isyanın yıkıcısı, büyülü olan" sıfatlarıyla ona taptılar. Batıya bakan Sekhmet heykeli kırmızı renkte giyindirilirken, doğuya bakan Bast yeşil renkte giydirilir. Bast bazen Sekhmet'in muadili (ya da efsaneye bağlı olarak ikizi) olarak görülüyordu. Sekhmet Yukarı Mısır'ı temsil ederken Bast Aşağı Mısır'ı temsil ediyordu.

Sekmet krallık ile de yakından ilişkiliydi. Sıklıkla firavunun ve piramit metinlerinin koruyucusu olan aslan tanrı Maahes'in annesi olarak tanımlanıyordu ve Firavun'un Sekhmet tarafından tasarlandığını ileri sürülüyordu. Örneğin bir kabartma Sekhmet tarafından emzirilen Firavun Niuserre'yi tasvir eder. Bu antik efsane Seti Tapınağındaki Yeni Krallık kabartmalarında yankılanır. Burada Hathor tarafından emzirilen firavun tasviri vardır ve "Sekhmet'in malikanesinin hanımı" başlığı yazılıdır. 2. Ramses (Seti'nin oğlu) onu savaştaki gücünün bir sembolü olarak kabul etti. Kadesh Muharebesini tasvir eden duvar süslerinde Sekhmet atın üstündedir ve alevleri düşman askerlerini yakmaktadır. Ancak özellikle bir Firavun'un Sekhmet ile ilgili takıntısı olduğu görülmektedir. 3. Amenhotep (Akhenaten'ın babası) Karnak'taki Büyük Amun Tapınağı'nın güneyinde Mut'un tapınağının bulunduğu semtte yüzlerce Sekhmet heykeli yaptırdı. Yılın her günü için bir tane olduğu ve her gün kurbanlar sunulduğu düşünülüyor..

Kaynaklar:
Bard, Kathryn (2008) An introduction to the Archaeology of Ancient Egypt
Goodenough, Simon (1997) Egyptian Mythology
Kemp, Barry J (1991) Ancient Egypt: Anatomy of a Civilisation
Lesko, Barbara S (1999) The great goddesses of Egypt
Pinch, Geraldine (2002) Handbook Egyptian Mythology
Redford Donald B (2002) Ancient Gods Speak
Watterson, Barbara (1996) Gods of Ancient Egypt
Wilkinson, Richard H. (2003) The Complete Gods and Goddesses of Ancient Egypt
Wilkinson, Richard H. (2000) The Complete Temples of Ancient Egypt

Yazan & Çeviren: A.Kara

ŞABAT GÜNÜ

yahudilik, A,din,Şabat, Şabat günü, Yahudilerin tanrıyla anlaşması, Yahudilikte Şabat,Musevilerin Şabat günü,Yahudilerle anlaşma yapan tanrı,Yehova, Yehovanın Şabat emri,Musevilikteki çelişkiler
Bilindiği gibi neredeyse her dinin özel günleri vardır. İnsanlar kendi dinlerini oluştururken içine halka kendini özel hissettirecek yada onları manevi olarak besleyip kendi dininden olmayanlardan ayıracak gün ve ayinler belirlemişlerdir. Aynı durum Musevilik'te de mevcuttur.

Musevilik inancında tanrı tıpkı bir insanmış gibi ve sanki tapınılmaya ihtiyacı varmış gibi yahudi halkı ile karşılıklı bir anlaşma imzalamıştır (bu anlaşmanın imzası da sünnet olmaktır denebilir). Bu anlaşma yahudiler arasında Şabat isimli özel günü oluşturmuştur.

TANRI TARAFINDAN EMREDİLEN ŞABAT GÜNÜ
Şabat yahudilerin dinlenme günü olan Cumartesi günüdür. Her hafta dindar yahudiler, yahudi kutsal gün olan Şabat'a uyar, yasalarını ve adetlerini muhafaza ederler.

Şabat, Cuma günü akşam vakti başlar ve cumartesi günü akşam saatlerine kadar sürer. Pratik açıdan anlatılacak olursa Şabat Cuma günü gün batımından birkaç dakika önce başlar ve cumartesi günü güneş battıktan sonra bir saat kadar daha devam eder yani yaklaşık 25 saat sürer.

Yehova (yahudi tanrısı), yahudi halkına Şabat'a uymalarını ve on Emir'in dördüncüsü olarak onun kutsallığının bilinmesini emretti.
10 Emir'in dördüncüsü şu şekildedir:
"Cumartesi günü hiçbir iş yapmayacaksın!"

Dinlenme günü fikri Tevrat'taki Yaratılış hikayesinden gelir: Tanrı evreni 6 günde yarattıktan sonra haftanın yedinci gününde dinlenir ve bu günü yahudilere hediye eder, dolayısıyla Yahudiler Şabat günü hiçbir iş yapmaz ve dinlenirler.

Yahudiler genellikle Sabbath için İbranice olan ve din için İbranice kelimeden gelen Şabat gününü ararlar.

SÖZLEŞMENİN HATIRLATICILARINDAN BİRİ
Bilindiği gibi Yahudi inancında, kutsal saydıkları kitapları Tevrat'ta da yazdıkları gibi tanrı ile yapılmış bir anlaşma vardır. Şabat, tanrı ile yahudi halkı arasındaki bu anlaşmanın bir parçasıdır, o günü kutlamak yapılan antlaşmanın bir hatırlatıcısı olduğu gibi tanrının vaadlerini, verdiği sözleri tuttuğu için bir sevinme günüdür.


TANRIDAN BİR HEDİYE
Çoğu yahudi hafta boyunca Şabat'ı dört gözle bekler. Çünkü Şabat gününü Tanrı'nın, seçtiği insanlara, gündelik şeylerden özel hissetmek için zaman ayırdıkları bir "gün hediyesi" olarak görüyorlar.

Bu özel gün bir durgunluk zamanıdır. Şabat, televizyonun olmadığı, telefonlara bakmak ya da yoğun bir çalışma programına koşmak zorunda kalınmadığı bir gündür. İnsanlar o gün iş veya başka stres verici şeyler hakkında düşünmezler.
Bu güne özel geleneksel selamlar vardır. Bunlar İbranice "Şabat Şalom" Yidiş (Eskenazi) dilinde "Gut Shabbos"dur.

ŞABAT GÜNÜ GELENEKLERİ
O gün iş yapmamak için ve Şabat'ın özel olmasını sağlamak için Şabat günü gelmeden alışveriş, temizlik ve yemek pişirme gibi tüm işler cuma günü bitmiş olmalıdır.

İnsanlar Şabat için giyinir ve Şabat'ı bir zevk haline getirme emrini yerine getirmek ve her şeyin düzenlendiğinden emin olmak için büyük sıkıntıya girerler.

Şabat mumları cuma günü gün batımında yakılırlar. Genellikle bu ayini yerine getiren kişi evin kadınıdır. Bu bölüm yahudi gelenek ve töreninin ayrılmaz bir parçasıdır.

Mumlar şamdanlara yerleştirilir. Her bir Şabat'ın başlangıcını işaret ettikleri gibi aynı zamanda iki emir olan Zachor (Şabat'ı hatırlamak) ve Shamor'u (Şabat'a uymak) temsil ederler.

Mumlar yandıktan sonra yahudi aileler şarap içmeye başlarlar. Şabat şarabı tatlıdır ve genellikle Kiddush Kupası olarak bilinen özel bir kadehden içilir. Şabat'ta şarap içmek sevinç ve kutlamayı sembolize etmektedir.

Ayrıca o gün örgü şeklindeki yumuşak, yumurtalı bir ekmek olan "challah" yemek de bir gelenektir. Bizim pastanelerimizdeki açmaya çok benzemektedir, tek farkı şeklinin örgü gibi olmasıdır. Challah sadece Şabat günü ve yahudi dini bayramlarında yenir fakat yahudilerin "hamursuz günü" bunların dışındadır.

Yahudi kanunları gereğince Şabat günü her yahudi üç öğün yemek zorundadır. Bu yemeklerden biri mutlaka ekmek içermelidir. İtaatkar olan yahudiler genellikle Şabat yemeğinin en başında challah ekmeği yerler.

Challah yenilmeden önce aşağıdaki dua okunur:
"Baruch atah Adonai, Eloheinu Melech ha'olam, hamotzi lechem min ha'aretz."
Anlamı şudur:
"Yüce tanrınız, Efendimiz, Dünyaya ekmeği getiren kâinatın kralı."

Bunun dışında iyi dilekler dilenir, çeşitli dualar edilir, şarkılar söylenir. Ailelerin ise çocuklarını Şabat gününde kutsaması bir gelenektir.

Kaynaklar: BBC, Wikipedia, Wikiwand ve bazı yahudi platformları.

Yazan & Çeviren & Derleyen: A.Kara

SÜNNETİN KÖKENİ VE TARİHİ

Hazırlayan: A.Kara
A, din, hristiyanlık, İslamda sünnet, islamiyet, Kuranda sünnet, Sünnet, Sünnet geleneği, Sünnet olmadan ümmet olmaz, Sünnetin dindeki yeri, Sünnetin kökeni, Sünnetle ilgili ayet var mı?, yahudilik,
[Antik Mısır'da M.Ö. 1360 yılında 18.Hanedan 3.Amenhotep döneminde Luxor bölgesindeki Khonspekhrod Tapınağı'nın kuzey duvarındaki kayanın üzerine sünnetin yapılışını gösteren bir kabartma oyulmuştur.]

ERKEK SÜNNETİNİN TARİHÇESİ VE MİTOLOJİK KÖKENLERİ


Erkek sünneti hakkındaki en eski belgesel kanıtlar eski Mısır'dan gelmektedir. 6. Hanedanlık döneminden (MÖ 2345-2181) kalan sanat eseri lahitler sünnetli penisleri olan erkekleri gösterir ve bu dönemde yapılmış olan bir kabartma işçiliğinde ayakta durarak sünnet olan bir erkeğin tasviri ve o anki sünnet uygulaması gösterilir. Mısır mumyalarının incelenmesi sonrasında bazılarının sünnetli olduğu görüldü.

Sünnet, evrensel olmasa da eski Semitik halklar arasında yaygındı. Yaratılış kitabı sünnetten, Tanrı'nın İbrahim ile olan antlaşmasının bir emri olarak bahseder. Bu sünnetler erkek çocuğun doğumdan sonraki sekizinci gününde gerçekleştirilirdi. M.Ö. 5. yüzyılda Yunan tarihçi Herodotus tarafından yazılmış olan metinler Koliselileri, Etiyopyalıları, Fenikelileri ve Suriyelileri sünnet kültürüne sahip toplumlar olarak listeler.

Ancak Büyük İskender'in fethinin ardından Yunanların sünnetten hoşlanmaması daha önce sünnetin uygulandığı pek çok halk arasında uygulama sıklığının azalmasına neden oldu.

Makkabiler'in yazarı, Selevkos İmparatorluğunda bulunan birçok Yahudi erkeğin sünnetli olduğunu gizlemeye çalıştıklarını veya sünnet işlemini tersine çevirmeye çalıştıklarını, ancak bu şekilde çıplaklığın normal olduğu Yunan spor salonlarında egzersiz yapabildiklerini yazar. Sünnetli olduklarını gizleme yöntemlerinden biri, deriyi penisi kapatacak şekilde çekip ucunu bağlamaktı. Bu şekilde sünnetli gibi görüneceklerdi.

Yahudi sporcular evlerine döndüklerinde, yaşlılar onların bağlanmış derilerini görüp öfkelendiler. Uygulamaya bir son vermek için, sadece sünnet derisinin tamamen çıkarılmasının yerine penisin altındaki ince ve hassas zarın (frenulum) keskinleştirilmiş bir tırnakla yırtılmasını içeren Periah uygulamasını başlattılar. [1]

İlk Makkabiler'de ayrıca, Helenistik bir imparatorluk olan Selevkos'ların, Brit Milah olarak bilinen Yahudi sünneti uygulamasını yasakladığını, sünnet eden kişileri sünnet ettikleri bebekler ile birlikte öldürdüğünü anlatır.

Sünnetin alt-ekvatoryal Afrika'da çeşitli etnik gruplar arasında antik kökleri vardır ve hala savaşçı statüsüne ya da yetişkinliğe geçişlerini sembolize etmek için ergenlik çağındaki erkek çocuklara sünnet uygulanmaktadır. [2]

Yahudilikte sünnet geleneksel olarak doğumdan sonraki sekizinci günde erkekler arasında uygulanmaktadır. Erkek sünneti çoğu zaman ayinlerin karmaşık bir geleneğinin bir parçası olarak batılı gezginler ile ilk temas sonrası Avustralyalı Aborjinler ve Pasifik adalıları arasında ortak bir uygulama haline gelmiştir. Geleneksel olarak hala nüfusun bir kısmı tarafından uygulanmaktadır. [3]

KÖKENLERİ
Erkek sünnetinin ilk çıkış noktası kesin olarak bilinmemektedir ve çeşitli şekillerde başlamış olabileceği öne sürülmüştür:
  1. Dini bir fedakarlık olarak,
  2. Bir çocuğun yetişkinliğe girmesini işaret eden bir geçit töreni olarak (Örneğin Antik Mısır, Afrika ülkeleri vs.)
  3. Doğurganlığı sağlamak için bir sihir formu olarak,
  4. Cinsel hazzı azaltmanın bir yolu olarak,
  5. Düzenli yıkanmanın mümkün olmadığı durumlarda hijyene yardımcı olarak,
  6. Daha yüksek sosyal statülere işaret eden bir araç olarak,
  7. Düşmanları ve köleleri aşağılama aracı olarak,
  8. Bir topluluğu diğer komşularından ayırmanın bir aracı olarak,
  9. Mastürbasyon veya diğer toplumsal olarak yasaklanmış cinsel davranışları engellemenin bir aracı olarak,
  10. Aşırı zevkten kaçınmanın bir yolu olarak,
  11. Bir erkeğin kadınlara çekiciliğini arttırmanın bir yolu olarak,
  12. Kişinin acıya dayanma yeteneğinin bir kanıtı olarak,
  13. Doğuştan sünnetli olan, yani Hipospadias hastalığı olan önemli bir lider gibi sünnetli görünmek, [4]
  14. Şeytanları kovmak için bir yol olarak, [5]
  15. Sünnet derisinin kıvrım yerlerinde topaklanan kirli beyaz maddeden (smegma) iğrenme nedeni olarak.
Sünnetin farklı nedenlerle farklı kültürlerde bağımsız olarak ortaya çıkması mümkündür.

Sünnet derisine birtakım sihirli özellikler atfedildiğini söylemiştim. Sünnet derisi çoğunlukla sarımsak ve soğanla birlikte bir ipe tutturulur ve yarası iyileşene kadar sünnetli çocuğun boynuna ya da ayak bileği etrafına asılırdı. [6]

Şiraz'da (İran'da bir şehir) sünnet derisi 40 gün boyunca bekleyerek kuruması ve toz haline gelmesi için çocuğun ayak bileğine konur. Toz haline getirildikten sonra nabit denen bir şeker ile karıştırılır ve çocuğa verilir. [7]

Benzer bir uygulama Horasan'da yapılmaktadır. Amacının yeniden diriliş gününde çocuğun sağlam bir şekilde dirilmesini sağlamak olduğu bildirilmektedir. [8]
Sünnet derisinin bazen tavuklara veya horozlara verildiği de görülmektedir, sebebi ise çocuğun bir savaşçı olarak büyüyeceğine inanılmasıdır. [9]

Sünnet derisinin bir Yahudi dükkan yada evine atılmasının çocuğun üzerinde sakinleştirici bir etkiye sahip olduğuna; onu gömmenin ise çocuğu bilge ve ihtiyatlı yapacağına inanılmaktadır. [10]
Kadınlar sünnet derisini çok istiyorlardı çünkü yutulmasının çoraklığı tedavi edeceğine ya da erkek çocuğa hamile kalmalarına yardımcı olacağına inanıyorlardı. [11]

Sünnet derisinin sihirli olduğu inancı nedeniyle yutulmasına Orta Doğu'daki Yahudi ve Arap kadınları arasında rastlandığı kanıtlanmıştır. [12]
Ayrıca kadınların sünnet olan çocuklarının kurulmuş ve toz haline getirilmiş sünnet derilerini kocalarının yemeğine bir aşk büyüsü olarak gizlice koydukları bilinmektedir. [13]

SÜNNETİN ANTİK DÜNYADAKİ KÖKENLERİ
Altıncı Hanedanlığın (M.Ö. 2345–2181) Mısır'daki türbesinin sünnet konusunda en eski belgesel kanıt olduğu düşünülmüştür. Sünnete dair en eski tasvir Sakkara'daki kabristanda bulunan (M.Ö. 2400) yarı kabartma bir antik kitabın okunmasıyla birlikte su yüzüne çıkmıştır. Kabartmada şu gibi yazılar bulunmaktadır:

"Merhem ona yardımcı olur."
"Onu [adamı] düşmemesi için tutun".

Mısır hiyerogliflerinde "penis" sünnetli ve dik biçimde tasvir edilmiştir. En eski yazılı metinde toplu sünnet tarifi vardır ve burada Uha adlı bir 23 yaşındaki Mısırlı bir adamın sünnet acısına tahammül etme kabiliyetine sahip olduğu yazar. Bu antik metnin okunabilen kısımlarında toplu sünnete dair şöyle bir kısım göze çarpmaktadır. Şöyle yazar: "Ben 120 adamla birlikte sünnet olunduğumda..." [14]

Ankmahor'un (Ankhmahor) mezarındaki gözden geçirilmeye değer bir tasvir vardır. Kral Teti'nin (M.Ö. 2355-2343) hüküm sürdüğü 6.hanedanlık döneminde eski Mısır'daki sünnet eylemlerine dair en eski tasvirdir.

Ankmahor'un mezarı küçüktür fakat yüksek rütbeli biri olduğundan mezarı kabartma oymalar ile güzelce dekore edilmiştir. Teti'nin piramit alanında bulunur. Onun sıfatları bütün kralların çalışmalarının gözetmenlerini ve iki hazinenin gözetmeni olan Maat rahibi ve lektör rahibini içeriyordu. [15]


Bu kabartma sünnet olan iki adamı gösteriyor. Bu sahne önceleri farklı şekillerde yorumlanmıştı fakat sağdaki çıplak adamın şu sözlerinin yazılı olduğu yazıt sayesinde yanlış anlaşılmaların üstesinden gelinmiş oldu: "kesmek, gerçekten, tamamen" (sin vnnt r mnx).
Onun önünde diz çökmüş olan adam ise şöyle diyor: "dikkatlice devam edeceğim" (iv (.i) r irt r nDm).

Solda çıplak erkeği tutarak orada sabitleyen bir adam diğer tarafta onun önünde sünneti gerçekleştirmek için diz çöken biri var. Diz çökmüş adamın önündeki glifler onu bir Hm-kA yani ölüm rahibi olarak tanımlıyor.
Yazıtta ayaktaki adama sünnet olacak kişiyi sabitlemesi söyleniyor: "Çabuk tut onu. Bayılmasına-düşmesine izin verme" (nDr sv m rdi dbA.f ).
Sabitleyici şöyle cevaplıyor: "İstediğiniz gibi yapacağım" (iri.i r Hst.k). [16]

Herodot M.Ö. 5. yüzyılda Mısırlıların “temizlik için sünnet yaptıklarını, temizlik fikrinin alımlı olmaktan çok daha iyi olduğunun düşünüldüğü dolayısı ile temizlik amacı gözeterek uyguladıklarını” yazmıştır. [17]

Gollaher ise eski Mısır'daki sünnetin çocukluktan yetişkinliğe geçişin bir işareti olarak görmüştür. Vücuttaki değişimin ve sünnet ayininin çok eski antik gizemlere erişim hakkı sağladığından bahseder. [18]

Sünnet sonrası erişim hakkı kazanılan bu gizemlerin neler olduğu yani içeriği belirsizdir ancak büyük olasılıkla Mısır dininin merkezinde bulunan efsane, dua ve büyülü olduğuna inanılan sözlerdir. Örneğin Mısır Ölüler Kitabı güneş tanrısı Ra'nın kendini kestiğini ve ondan akan kanın iki küçük koruyucu tanrıyı yarattığını anlatır. Mısır Medeniyeti Uzmanı Emmanuel Vicomte de Rougé bunu bir sünnet eylemi olarak yorumlamaktadır. [19]

Sünnetler ayin eşliğinde taş bıçak kullanılarak halka açık bir törenle gerçekleştiriliyordu. Toplumun üst kademeleri arasında daha yaygın olduğu düşünülmekte olup yaygın olmasa da sosyal düzenin aşağı kısmının da sünnet prosedürünü gerçekleştirdiği bilinmektedir. [20]

Eski Mısır'da, dulların definlerinde acımasız bir şekilde her iki cins için tören düzenlenir ve onların doğurganlık tanrılarını memnun etmek için bir kurban ayini olarak sünnet uygulaması yapılırdı.

Eski Mezopotamya'da ise genç çocukların genital organının vahşice kesildiği ve doğurganlık tanrıçasını memnun etmek için sunulduğu şenlikler vardı.

Sünnet ayrıca Mısır'da ve çevresinde yaşayan bazı Semitik halklar tarafından da benimsenmiştir. Herodotus sünnetin sadece Mısırlılar tarafından benimsenmediğini, Etiyopyalılar, Fenikeliler, 'Filistinli Suriyeliler', 'Terme ve Bartın Çayları çevresinde yaşayan Suriyeliler ve onların komşuları Makronlar tarafından da benimsenerek uygulandığını bildirmiştir. Ancak “Yunanlılar Fenikeliler ile ticaret yapmaya geldiklerinde Mısırlıların bu geleneği takip etmekten vazgeçip çocuklarının sünnetsiz kalmasına izin verdiklerini” de belirtmektedir. [21]

İncil'deki Yaratılış bölümüne göre Tanrı İbrahim'den kendisini, ev halkını ve kölelerini sünnet etmesini ve bunu aralarındaki sonsuz bir antlaşma olarak görmesini söyler. Sünnet edilmeyenlerin ise kendi halklarından ilişiği kesilecekti.

Bakalım bu konu Yaratılış 17:10-14'de nasıl geçiyor:

“Seninle ve soyunla yaptığım antlaşmanın koşulu şudur: Aranızdaki erkeklerin hepsi sünnet edilecek. Sünnet olmalısınız. Sünnet aramızdaki antlaşmanın belirtisi olacak. Evinizde doğmuş ya da soyunuzdan olmayan bir yabancıdan satın alınmış köleler dahil sekiz günlük her erkek çocuk sünnet edilecek. Gelecek kuşaklarınız boyunca sürecek bu. Evinizde doğan ya da satın aldığınız her çocuk kesinlikle sünnet edilecek. Bedeninizdeki bu belirti sonsuza dek sürecek antlaşmamın simgesi olacak. Sünnet edilmemiş her erkek halkının arasından atılacak, çünkü antlaşmamı bozmuş demektir.”

İncil'de bulunan sözleşmeler genellikle bir hayvanı parçalayarak mühürlenmektedir; bunun anlamı, sözleşmeyi bozan şahıs veya tarafın benzer bir kadere maruz kalacağıdır. İbranicede bir antlaşmayı mühürlemek anlamına gelen fiilin karşılığı tam anlamıyla "kesmek"tir. Yahudi akademisyenler tarafından sünnet derisinin kesilmesinin sembolik olarak bu tür bir antlaşmayı temsil ettiği varsayılmaktadır. [22]

Yeşu 5:2-7'ye göre Musa sünnetli olmayabilir hatta onun oğullarından birinin ve çölde seyahat ederken onu takip edenlerin bir kısmının sünnetli olmadığı anlatılır.

Bu arada RAB, Yeşu’ya şöyle seslendi: “Kendine taştan bıçaklar yap ve İsrailliler’i eskisi gibi sünnet et.”
Böylece Yeşu taştan yaptığı bıçaklarla İsrailliler’i Givat-Haaralot’ta sünnet etti. Bunu yapmasının nedeni şuydu: İsrailliler Mısır’dan çıktıklarında savaşabilecek yaştaki bütün erkekler, Mısır’dan çıktıktan sonra çölden geçerken ölmüşlerdi. Mısır’dan çıkan erkeklerin hepsi sünnetliydi. Ama Mısır’dan çıktıktan sonra yolda, çölde doğan erkeklerin hiçbiri sünnet olmamıştı. İsrailliler Mısır’dan çıktıklarında savaşacak yaşta olanların tümü ölünceye dek çölde kırk yıl dolaştılar. Çünkü RAB’bin sözünü dinlememişlerdi. RAB bize verilmek üzere atalarımıza söz verdiği süt ve bal akan ülkeyi onlara göstermeyeceğine ant içmişti. RAB onların yerine çocuklarını yaşattı. Sünnetsiz olan bu çocukları Yeşu sünnet etti. Çünkü yolda sünnet olmamışlardı.

Mısır'dan Çıkış 4:21-26'da ise Tanrı, Musa'nın karısı Sippora'yı Musa'yı öldürmekle tehdit edince tüm oğullarını sünnet ettiriyor:

RAB Musa’ya, “Mısır’a döndüğünde, sana verdiğim güçle bütün şaşılası işleri firavunun önünde yapmaya bak” dedi, “Ama ben onu inatçı yapacağım. Halkı salıvermeyecek. Sonra firavuna de ki, ‘RAB şöyle diyor: İsrail benim ilk oğlumdur. Sana, bırak oğlum gitsin, bana tapsın, dedim. Ama sen onu salıvermeyi reddettin. Bu yüzden senin ilk oğlunu öldüreceğim.’ ”
RAB yolda, bir konaklama yerinde Musa’yla karşılaştı, onu öldürmek istedi. O anda Sippora keskin bir taş alıp oğlunu sünnet etti, derisini Musa’nın ayaklarına dokundurdu. “Gerçekten sen bana kanlı güveysin” dedi. Böylece RAB Musa’yı esirgedi. Sippora Musa’ya sünnetten ötürü “Kanlı güveysin” demişti.

HELENİSTİK VE YAHUDİ KÜLTÜRÜNDE SÜNNET
Hodges'e göre antik Yunan'da insan formunun estetiği, sünneti "zaten mükemmel şekilli bir organın bir parçalanması" olarak değerlendiriyordu. Dönemin Yunan sanat eserleri, Satir (yarı keçi yarı insan) ve barbar tasvirleri hariç olmak üzere genelde penisleri sünnet derisi (bazen zarif detaylarda) ile birlikte yani sünnetsiz olarak resmetmiştir. [23]

Sünnetli penisin doğru olan bir şeyi bozmak olarak görülmesinden dolayı Helenistik dönemlerde daha önce bunu uygulamış olan birçok halk arasında bile sünnet sayılarında azalma oldu.

Mısır'da ise sadece papaza ait kast sınıfı sünneti devam ettirdi ve 2. yüzyıla gelindiğinde Roma İmparatorluğu'ndaki sünnet olan tek grup Museviler, Yahudi Hristiyanlar, Mısırlı rahipler ve Nebatilerdi.

Nebatiler, Kuzey Arabistanlı, Ürdünlü, Kenanlı Araplardı. Fırat Irmağından Kızıldeniz'e kadar olan bölgede ve Suriye ile Arabistan arasındaki vahalarda, Nebate adı verilen alanda yaşayan Araplardı.  

Sünnet uygulamalarının bir sürü yapılış şekli vardı. el-Asir vilayetindeki Arapların uyguladığı sünnet işlemi gerçekten korkunçtur ve muhtemelen yapılış nedeni acıya dayanılabildiğinin, bir savaşçı olunduğunun göstergesidir. 

Burada yapılan sünnete "kazıma" deniyordu. Bu deriyi soyma işlemiydi. Sünnet edilen 10-12 yaşındaki genç sağ elinde bir mızrak tutarak yerden yüksek bir alana yerleştirilirdi. Kabile üyeleri sünnet olan gencin dayanıklılık ve cesaretini gözlemlemek için onun yanında durur ve sünnetçi, jilet kadar keskin olan bir hançer ile işlemi gerçekleştirirdi. Önce göbek deliğinin hemen altındaki göbek boyunca deriyi keserek yüzeysel bir kesi yapar ve iki kasıktan aşağı doğru benzer kesiler yaparak devam ederdi. Ardından üst deriyi kesiklerden aşağıya doğru yırtıp testisleri ve penisi yüzerek sünnet derisini keserdi. Önemli bir nokta vardı ki tüm bunlar olurken gencin elinde tuttuğu mızrak titrememeliydi. [24]

İbrahimi dinlerin coğrafyasında sünnet dendiğinde akla gelen ilk toplum Yahudilerdi. Sünnet, Yahudi olmayanlar arasında o kadar az görülen bir durumdu ki, sünnet Roma mahkemelerinde birinin Yahudi olduğunun kesin kanıtı olarak görülüyordu.

Romalı tarihçi Suetonius, Roma İmparatoru Domitianus'un (Domitian) biyografisinde (12.2) 90 yaşındaki bir adamın soyulduğu bir mahkeme sürecini anlatmaktadır. Adamın soyulmasının sebebi ise Roma'nın Yahudilere uyguladığı kafa vergilerinden kaçıp kaçmadığına karar vermektir. Bu yüzden adam mahkeme önünde çıplak kalacak şekilde bırakılmış, sünnetli olup olmadığına bakılmıştır. [25]

Helenistik dünyanın kültürel baskısı altında yapılan sünnetlerde oldu: Yehudalı Kral Yohanan Hurkanus İdilleri fethettiğinde halkı sünnet olmaya ve Museviliğe geçmeye zorladı fakat onların ataları olan Edomitler Helenistik dönem öncesinde zaten sünneti uygulamışlardı.

Eskiden sünnet edilmiş bir penisin sünnetsiz gibi görünmesini sağlayan teknikler M.Ö. 2. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bu teknikte sünnet derisinin kalıntılarından bir kısmı zamanla penis ucunu kaplaması için yeterince gerilmiş hale gelene kadar bakırdan yapılmış bir ağırlıkla asılırdı. 1. yüzyıl yazarı Celsus (Kelsos) yaptığı bilimsel incelemesi "De Medicina"da sünnet derisi restorasyonu için 2 teknik açıkladı. [26]

Bunlardan birinde cilt penis ucunun tabanı etrafında kesilerek gevşetiliyor, daha sonra deri penis ucunun üzerine geriliyor ve sünnetsiz bir penis görünümünü verilerek iyileşmeye bırakılıyordu. Bu uygulama mümkündü çünkü İncil'de (Yahudi İncili = Tevrat) Milah olarak isimlendirilen sünnet antlaşması nispeten küçük bir sünnetti. Bu sünnete göre sadece penis ucunun ötesine uzanan sünnet derisinin kesilmesi gerekiyordu. Buna karşılık olarak Yahudi dinî yazarları 1. Makkabiler ve Talmud'daki İbrahim'in antlaşmasından dolayı bu tür uygulamaları kınadılar. [27]

Bu girişimler ve diğer nedenlerden ötürü sünnet prosedürüne ikinci bir radikal adım eklenmiştir. Bu işlem "Birit Periah" olarak adlandırılmıştır. Bu aşamada "coronal sulcus" denen işlem uygulanarak sünnet derisi daha geriden, penis ucunun arka sırtına kadar kesiliyor sonra birtakım işlemlerle penis ucunun altından yeni derinin gelmesi sağlanıyordu. [28]

Daha sonra Talmud döneminde (M.S. 500-625) Metzitzah olarak bilinen üçüncü bir yöntem uygulanmaya başlandı. Bu aşamada, mohel, yani Yahudilerde sünneti yapan kişi, kötü olduğuna inanılan kanları çıkarmak için sarılı sünnetten ağzıyla kan emerdi. Tüberküloz ve zührevi hastalıklar gibi enfeksiyonların gerçekleşme olasılığını artırdığı için çok sonraki dönemlerde moheller kan emmek için bebeğin penisi üzerine bir cam tüp yerleştirip onu kullanırlardı. Birçok Yahudi sünnet ayininde Metzitzah'ın bu aşaması ortadan kaldırılmıştır. [28]

İlk Makkabiler "Brit milah"ın uygulanmasını yasakladığını, bunu yapanların ve bu işleme tabi tutulan bebeklerin bile ölümle cezalandırdığını söylüyor.

1. yüzyıl yazarlarından, İskenderiyeli, Ortodoks Yahudi bir filozof olan Filon (MÖ. 20-MS. 50), sağlık, temizlik ve doğurganlık da dahil olmak üzere çeşitli gerekçelerle Yahudi sünnetini savundu. [29]

Ayrıca sünnetin mümkün olduğu kadar erken bir zamanda yapılması gerektiğini düşünerek kişinin kendi özgür iradesiyle yapılmasının mümkün olmayacağını düşünmüştür. Sünnet derisinin spermin vajinaya ulaşmasını engellediğini ve bu nedenle de milletin nüfusunu arttırmanın bir yolu olarak yapılması gerektiğini iddia etmiştir. Ek olarak sünnetin cinsel hazzı azaltmak için etkili bir yol olduğunu ve yapılması gerektiğini belirtti. [30]

Yahudi filozof Maimonides (Musa bin Meymun, 1135–1204) sünnetin imanın tek göstergesi olduğu konusunda ısrar etti. Yapmanın çok zor olduğunu ancak “bazı dürtüleri bastırmak” ve “ahlaki açıdan kusursuz olanı” başarmanın yolu olarak sünneti onayladı. Zamanın bilgeleri sünnet derisinin cinsel hazzı arttırdığını fark etmişti. Maimonides koruyucu derinin kesilmesinin ve kan kaybının penisi zayıflattığını, böylece bir erkeğin şehvetli düşüncelerini azaltmada ve daha az zevkli bir şekilde seks yapmada etkili olduğunu belirtmiş ve şöyle demiştir: [31]

"Bilgelerimiz net bir şekilde "Bir kadının cinsel birliktelik yaşadığı sünnetsiz bir adamdan ayrılması zordur" der. Sanırım sünnetin emredilmesinin en iyi nedeni budur." [32]

13. yüzyılda, Maimonides'in, Fransız öğrencisi (Isaac ben Yediah) sünnetin bir kadının cinsel isteğini azaltmanın etkili bir yolu olduğunu iddia etti. Sünnet olmamış bir adamla birlikte her zaman orgazm olduğunu ve böylece cinsel iştahının hiçbir zaman yerine gelmediğini ancak sünnetli bir adamla "orgazmda büyük ısı ve yanma nedeniyle" hiç zevk almadığını söyledi. [33]

SÜNNETİN HRİSTİYAN DÜNYASINDAKİ DÜŞÜŞÜ
Elçilerin İşleri 15'de Kudüs Konseyi Hristiyanlığa yeni geçenlerde sünnetin gerekip gerekmediği konusunu ele aldı. Hem Aziz Petrus (Simon Peter, d. MS 30; ö. MS 64-68) hem de Âdil Yakup (diğer adları: James the Just, İsa'nın kardeşi Yakup, Rabbin kardeşi Yakup), Yahudi olmayanların dine geçişinde sünnete ihtiyaç olmadığını söyleyince tüm konsey sünnetin gerekli olmadığına karar verdi.

Ancak, Elçilerin İşleri 16 ve Pavlus'un Mektuplarındaki birçok referans uygulamanın hemen ortadan kaldırılmadığını göstermektedir. Örnek olarak bazı ayetleri inceleyelim:

Elçilerin İşleri 16:1–3' de Pavlus'un bir Yunan'ı sünnet ettirdiğini görüyoruz:
1. Pavlus, Derbe ve Listra’ya da uğradı. Listra’da Timoteos adında bir İsa öğrencisi vardı. Annesi imanlı bir Yahudi, babası ise Grek’ti.
2. Listra ve Konya’daki kardeşler ondan övgüyle söz ediyorlardı.
3. Timoteos’u kendisiyle birlikte götürmek isteyen Pavlus, oralarda bulunan Yahudiler yüzünden onu sünnet ettirdi. Çünkü hepsi, babasının Grek olduğunu biliyordu.
Romalılar 3:1-2'de Tarsuslu Paul Yahudi sünnetini övüyor gibi görünmektedir:
1. Öyleyse Yahudi’nin ne üstünlüğü var? Sünnetin yararı nedir?
2. Her yönden çoktur. İlk olarak, Tanrı’nın sözleri Yahudiler’e emanet edilmiştir.
Fakat bununla çelişir bir şekilde 1.Korintliler 7:18-19'da sünnet önemli değildir vurgusu yapılır:
18. Biri sünnetliyken mi çağrıldı, sünnetsiz olmasın. Bir başkası sünnetsizken mi çağrıldı, sünnet olmasın.
19. Sünnetli olup olmamak önemli değildir. Önemli olan, Tanrı’nın buyruklarını yerine getirmektir. 
Galatyalılar 6:11-13'de ise sünnet ettirmek isteyenler etiyle övünmekle suçluyor ve sünnet karşıtlığı artışa geçiyor:
11. Bakın, size kendi elimle ne denli büyük harflerle yazıyorum!
12. Bedende gösterişe önem verenler, yalnız Mesih’in çarmıhı uğruna zulüm görmemek için sizi sünnet olmaya zorluyorlar.
13. Oysa sünnetlilerin kendileri bile Kutsal Yasa’yı yerine getirmiyor, sizin bedenlerinizle övünebilmek için sünnet olmanızı istiyorlar.
Daha sonra ise Filipililer 3:2-3'de Hristiyanlar "bozulmaya" karşı uyarılıyor:
2. Kötülük yapan o adamlardan, o köpeklerden sakının; o sünnet bağnazlarından sakının!
3. Çünkü gerçek sünnetliler Tanrı’nın Ruhu aracılığıyla tapınan, Mesih İsa’yla övünen, insansal özelliklere güvenmeyen bizleriz.
Yahudi Hristiyanlar "sünnet olanlar" veya sünnetli Hristiyanlar olarak adlandırılırken sünnet daha çok Yahudi erkeklerle ilişkilendirilmiştir. Sünnetli-sünnetsiz terimleri genel olarak Yahudiler ve Yunanlılar anlamına gelmekteydi. [34]

Bununla birlikte, 1. yüzyıla ait Yehuda Eyaleti'nde artık sünnetli olmayan bazı Yahudiler, ve bazı Yunanlılar ve Mısırlılar, Etiyopyalılar ve Araplar gibi başkaları da vardı. Thomas'ın 53. Müjdesi'ne göre İsa şöyle diyor:
53. Havarileri ona dediler : Sünnet faydalı mı değil mi ? Onlara dedi: Eğer faydalı olsaydı, babaları onları daha annelerindeyken sünnet ederdi. Ama Ruh’taki gerçek sünnet çok faydalı.!
Thomas 53 ile Pavlus'un Romalılar 2:29'u, Filipililer 3:3, Korintliler 7:19, Galatyalılar 6:15 ve Koloseliler 2:11–12 arasında paralellikler bulunmaktadır.

Yuhanna 7:23'de İsa Şabat gününde uyguladığı şifa için onu eleştirenlere cevap veriyor:
23. Musa’nın Yasası bozulmasın diye Şabat Günü biri sünnet ediliyor da, Şabat Günü bir adamı tamamen iyileştirdim diye bana neden kızıyorsunuz?
Kudüs İncili: Şimdi eğer bir adam Musa'nın Yasası'nın bozulmaması için Şabat günü sünnet edilebiliyorsa bir erkeği Şabat gününde sağlıklı ve eksiksiz yaptığım için bana neden kızgınsın?

Bu metinler penisin sünnet edilmesinin onu iyileştirdiği üzerine gelişen Tanrısal inanca ya da sünnet uygulaması üzerine bir eleştiri olarak görülmüştür. [34]

Avrupalılar, Yahudiler hariç erkek sünnetini hiç uygulamamışlardı fakat silahlı seferberlik kralı Vamba'nın sivil topluma karşı zulüm yapan herkesi sünnet ettirdiği Vizigot İspanya'sında nadir bir istisna meydana gelmiştir. [35]

Katolik Kilisesi, Mısır'ın en eski halklarından Kıptilerin (Koptlar) ve Katoliklerin sünnet uygulamalarını sonlandırmak için sünnetin ahlaki bir günah olduğunu söyleyerek sünneti ve yaptıranları kınamıştır. 1442'de Basel-Floransa Konseyi'nde sünnet uygulamasına karşı emir verdi. Bu karar, vaftiz edilmenin sünnetin yerine geçtiği inancına dayanıyordu (Kol. 2:11–12). [36]

Birleşmiş Milletler Aids Programı'na (UNAIDS) göre bu konseyde Papa sünnetin Hristiyanlar için gereksiz olduğunu belirtti. [37]

18. yüzyılda Edward Gibbon sünneti yalnızca Yahudiler ve Türkler tarafından uygulanan "tuhaf bir sakatlama-bozma" olarak ve "acı verici, sıklıkla tehlikeli bir ayin" şeklinde nitelendirdi... (R. Darby) [38]

Londra'da 1753'te Yahudilere eşit haklar vermek için bir öneri yapıldı. Yahudilere eşit haklar verilmesinin evrensel sünnet anlamına geldiği korkusunu yayan zamanın broşürcüleri tarafından şiddetle karşı çıkıldı. Erkekler korunmaya ve savunmaya çağrıldı:

"Mülkünüzün en iyisini ve onun tehdit altındaki sünnet derilerini koruyun!" Seksle ilgili popüler inançların, erkeklikle ilgili korkuların ve Yahudiler hakkındaki yanlış kavramların sıra dışı bir şekilde dışa vurulması aynı zamanda dönemin erkeklerinin kendi üreme organlarını ve sünnet konusunu nasıl dikkate aldığının çarpıcı bir göstergesiydi. (R.Darby) [38]

Bu olumsuz tavırlar 19. yüzyıla kadar devam etti. İngiliz kaşif Sir Richard Burton, "Hristiyan aleminin sünnet uygulamasından korktuğunu ve nefret ettiğini" gözlemledi.

İSLAM TOPLUMLARINDA SÜNNET
Kur'an'da sünnet ile ilgili herhangi bir ayet-sure GEÇMEMEKTEDİR! Bunu okuyunca bana küfretmeye kalkacak olan dostlardan rica ediyorum Google'a "Kur'an'da sünnetten bahsedilir mi?" yazıp arasınlar yada gidip en güvendikleri hocalarına sorsunlar, hiç olmadı evdeki Kur'an'ı açıp baksınlar. Görecekler ki kesinlikle hiçbir ayette sünnetten bahsedilmemektedir.
Sünnet uygulaması sadece bazı hadislerde geçmektedir. Bu yüzden de hadislere inanmam, güvenmem yada "benim için tek kaynak Kur'an'dır" diyen arkadaşlarımızın içinde oldukları çelişkiyi görmeleri gerekir.

Şimdi sünnetin geçtiği bazı hadislere bakalım:
  • "Doğuştan insan ruhuna yakışan hususlardan bir kısmı şunlardır: Ağzı su ile yıkayıp çalkalamak, buruna su çekmek ve temizlemek. Bıyıkları kesmek (veya kısaltmak), tırnakları kesmek, koltuk altının kıllarını gidermek, etekteki kılları gidermek ve sünnet olmak." [39]
  • "Hiç kuşkusuz ilk misafir edinen, ilk defa don giyen ve ilk kez sünnet olan Hz. İbrahim'dir." [40]
  • "Dört şey var ki, bunlar peygamberlerin sünnetlerindendir. Sünnet olmak, güzel koku sürünmek, misvak kullanmak ve evlenmek." [41]
  • "Peygamberimiz (s.a.s)'e geldim ve İslamiyet'i kabul ettim. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurdular: 'Kendinden küfrün kıllarını at ve sünnet ol.' " [42]
  • "Sünnet (hıtan), erkeklere sünnet, kadınlar için fazilettir." [43]

    Günümüzde zaman zaman doğuştan sünnetli olan çocuklarla karşılaşırız ve Hipospadias adı verilen bu hastalık ciddi sonuçlar doğurabilmektedir.

    Bazıları Muhammed'in “Peygamber” olduğunun göstergesi olarak sünnetli doğduğu efsanesine inanmaktadırlar. Çünkü inanışa göre Allah onu mükemmel bir biçimde yaratmıştır. 
    Bu inanış ise apayrı bir çelişki içerir çünkü eğer Allah Muhammed'i kusursuz yani sünnetli yarattı ise, Allah'ın sünnetsiz yarattığı insanlar kusurlu mudur? Hani Allah kusursuz ve eksiksiz yaratandı? hani hata yapmaz, eksik yaratmazdı?

    Bazı Müslümanlar, Eski Ahitte yazanların geçerli olduğunu, bu nedenle İbrahim ile Tanrı arasındaki sünnet anlaşmasına bağlı kalınması gerektiğini düşünürler. Tevrat değiştirilmiştir diyenlerin sünnete açıklama getirirken Tevrat metinlerini delil göstermeleri büyük bir çelişkidir. Değiştirilen ya da hatalı olduğu iddia edilen bir kaynağın içinden seç, beğen, al yapılamaz.

    Bunca kaynak gösteriyor ki; sünnet Yahudilere antik Mısır'dan, Müslümanlara da Yahudilerden geçmiştir. Yani "sünnet" tıpkı İslamiyet'teki birçok inanış, metin ve gelenek gibi başka toplumlardan, onların dinlerinden alınmış, uygulamaya başlanmıştır.