HABERLER
Dini Haber
A etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
A etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

AZTEK ATEŞ TANRISI : HUEHUETEOTL

Aztek mitolojisi, Aztek tanrıları,Ateş tanrısı,Aztek ateş tanrısı,Huehueteotl,Antik inanışlar,mitoloji,A,Aztekler,Aztek inanışları
Huehueteotl Aztek mitolojisindeki en eski tanrılardan biri olabilir ancak insanlar Meksika Vadisi'ne ulaşana kadar onu Aztek tanrılarının arasına (panteon) eklememiştir.

Kolombiya öncesi kültürler arasında özellikle Orta Meksika bölgesinde yaşayanlar tarafından ibadet edilen Meso-amerikalı bir tanrıdır.

Aztek antik inanışlarında zamanı uyum ve dengede tutan Huehueteot'du.

Huehueteotl'un adı "eski" (Nahuatl: huēhueh) ve "tanrı" (teōtl) anlamına gelir. Bu tanrının eski Maya inançlarındaki "Mam" ("Büyükbaba") olarak bilinen Eski Tanrı ile ilişkili olduğuna inanılıyor.

Bu tanrı Meksika'nın en eski şehirlerinden biri olan Teotihuacan'ın yükselişinden önceki zamanlarda ortaya çıkar. Eski kaynaklar Huehuetéotl'a bir zamanlar Meksika'nın güneydoğusundaki önemli bir antik bölge olan eski Cuicuilco kasabasında ibadet edildiğini ancak M.Ö. 50'de tahrip edilerek terk edildiğini söylüyor.

Tarikatı oradan Teoityhuacán'a yayıldı. Bu da o bölgelerde tanrının kilden heykellerinin keşfedilmesiyle teyit edildi. Heykellerde ayaklarını çapraz bağlayarak oturan ve kafasında tuhaf bir gemi taşıyan, kambur, yaşlı bir adam olarak resmediyordu.

HUEHUETEOTL'UN ATEŞE İLİŞKİN ÖNEMİ
Aztekler için ateş çok önemliydi. Aztek dininde Huehueteotl hane halkının ocaklarının ateşini yönetirdi. Bilindiği gibi ocaklar Aztekler de dahil olmak üzere dünyadaki birçok antik kültürdeki aileler için her zaman önemli bir mekan olmuştur.

Tabi ki olay sadece yemek pişirilen ocaklar değildi. Aztekler için ateş aynı zamanda değişim ve yenilenmenin bir simgesiydi.

Aztek halkının yerleşim bölgelerinin kalıntılarında Huehueteotl'un pek çok imgesi ortaya çıkarılırken bu imgelere tapınaklarda rastlanmamıştır.


HUEHUETEOTL'UN TASVİRLERİ VE XİUTECUHTLİ İLE BENZER ÖZELLİKLERİ
Huehueteotl zamanı ve yaşlanmayı sembolize eder. Genellikle yaşlı bir varlık olarak çoğu zaman sakalları ile birlikte tasvir edilir. Xiutecuhtli olarak bilinen başka bir tanrı da Huehueteotl ile çok sayıda benzer özelliğe sahiptir ancak tek birbirlerinden ayrıldıkları en önemli nokta onun genç ve dinamik bir adam olarak tasvir edilmesidir. Xiutecuhtli ateş, gün ve ısı tanrısıdır ve volkanlara hükmeder. O soğuktaki (ateş) sıcağı ve karanlıktaki ışığı sembolize ediyordu.

Bu iki tanrının iki farklı mitolojik figürü mü yoksa tek bir tanesini mi temsil ettiği belli değildir. Bu iki tanrı gençliğin yaşlılığa dönüşümünü sembolize ediyor olabilir.

Floransa Kodeksi (el yazması kitap) muhtemelen Azteklerle ilgili bilgiler sunan birçok kodeksin en iyisidir. Bu kodeks Huehueteotl'u Xiutecuhtli için alternatif bir sıfat olarak tanımlar ve bu nedenle tanrının zaman zaman Xiutecuhtli-Huehueteotl olarak da adlandırıldığı görülür.

YENİ ATEŞ TÖRENİ
Yeni Ateş Töreni'nin Huehueteotl'a adandığı ve her 52 yıllık döngünün sonunda gerçekleştiği bilinmektedir.

Yeni Ateş ayini sırasında tüm arazi boyunca çıkan yangınlardan dolayı tüm Aztek nüfusu karanlığa gömüldü. Rahipler yıldızların hareketini izler ve kurban kurbanının kalbini sökmek için işaret ararlardı. İşaret sonrası bedenleri ateşe verecek ve bölgedeki evlere götüreceklerdi. Bu ayin Aztek tanrılarının ilk önce ateşi yarattığına inanmalarından kaynaklanıyordu.

Kaynaklar:
Susan Toby Evans, David L. Webster, Archaeology of Ancient Mexico and Central America
Ryan, Duncan. The Aztec

Yazan: A.Kara

RA'NIN GÖZÜ

Hazırlayan: A.Kara
A, Antik semboller, Ra'nın gözü,Horus'un gözü,mitoloji, mısır mitolojisi, Ra'nın gözünün anlamları,Ra ve Horus'un gözü,Mısır tanrısı Ra,Ra'nın gözünün gizli anlamları,semboller

GÜÇLÜ VE DERİN ANLAMLARI OLAN ANTİK MISIR SEMBOLÜ: RA'NIN GÖZÜ


Konu antik efsaneler, hikayeler ve semboller olduğunda bunların nasıl yorumlandığına dikkat etmek gerekir. Bunun nedeni eski dini sembollerin bazılarının bir kereden fazla kullanıldığı ancak farklı amaçlara hizmet etmiş olmasıdır.

Bu Horus'un Gözü ve Ra'nın Gözü için de geçerlidir. Temel olarak onlar aynı sembollerdir ancak kullanımlarında farklı amaçlar yatmaktadır. Horus’un gözü daha çok koruyucu bir ruh olarak görülürken Ra’nın gözüne atfedilen farklı işlevler vardır.

Ayrıca göz simgesi Sekhmet, Wadjet ve Bastet ile de bağlantılıdır. Efsaneye göre Bastet bu gözü kullanarak insan ırkını yok etmeye çalışmış ve Tanrı Ra tarafından durdurulmuştur.

RA'NIN GÖZÜNÜN AMACI
Eski tanrıların adlarının sembolleri birlikte anılmasını etkileyen en önemli şey eskiden ona tapanların tanrılarını gözlerinde nasıl canlandırdığı ve ona ne şekilde inandığıdır. Diğer Mısır tanrılarının aksine Ra'ya ibadet onun gerçek bir Firavun olduğu görüşü ile başladı. Tam olarak Mısırlı hükümdarlar arasına girdiği yer bilinmiyor hatta Mısır'ın orijinal yöneticilerinden biri bile olabilir.

Bir efsaneye göre Ra yaşlı ve çok zayıf biridir. Güçsüz ve savunmasız olduğu için halkı onun yasalarını ve talimatlarını görmezden gelmeye başladı. Böylece Ra kızını yani Ra'nın gözünü halkını cezalandırmak için aslan biçiminde dünyaya gönderdi.

Başka bir efsanede ise bilgi elde etmek için kullanılan Ra'nın gözü vardır. Bazen bu amaç öncekiyle birlikte kullanılır ve onunla birleşerek gözünün topladığı bilgiler sayesinde adaletini sağlar ve halkı idare eder.

Ra'nın sevgi dolu bir baba gibi davranıp iki kayıp çocuğunu aramak için gözünü göndermesi gözün kullanımı için daha iyi bir amaç olarak görülebilir.

RA'NIN GÖZÜ İLE HORUS'UN GÖZÜ ARASINDAKİ FARK
Horus'un Gözü ile Ra'nın Gözü arasındaki farkı belirlemenin basit bir yolu vardır. En basit fark Horus'un gözünün irisinin mavi olması Ra’nın gözünü renklendirirken ise kırmızı kullanılıyor olmasıdır.

Ra’nın gözünün başka bir tasviri ise güneş diski etrafına sarılmış şekilde duran bir kobra sembolüdür. Bu sembolün temel sorunu onun tanrıça Wadjet'i betimlemek için de kullanılmış olmasıdır. Ayrıca kendisinin bir sembolü olarak göz sembolü ile de bir ilişkisi vardır.

Ra’nın güneş diskinin ortaya çıkış şekli de efsanelerden kaynaklanmaktadır. Ra’nın iki çocuğu kaybolduğunda onları aramak için gözünü gönderdiğine inanılır. Orijinal gözünün yokluğunda Ra'nın bir tane daha gözü çıkar. İlk göz başarılı bir şekilde çocuklarla birlikte geri döndüğünde yerine gelen gözü kıskanır ve çok üzülür.

Ra problemini çözmek için basitçe ilk gözünü bir uraeus'a (yılan figürü) çevirdi ve alnındaki diğer gözlerin üzerine koydu. Ra'nın gözünün bir başka tasvirinde ise göz bir kedi şeklinde görülür.

Bu kedi genellikle Ra'yı Apep adlı bir yılandan korumak için kullanılırdı. Bu tasvir de kedi sembolü en az farklı 7 Mısır tanrısı ile ilişkili olduğu için kafa karıştırıcı olabilir.

RA'NIN GÖZÜNÜN İBRAHİMİ DİNLERİN KİTAPLARI İLE BAĞLANTISI
Mısır hakkında edindiğimiz bilgilerin bir kısmını İncil, Kur'an ve Tevrattaki veba efsanelerinin anlatıldığı bölümlerde bulabilirsiniz. Araştırmacılar bu farklı veba hikayelerinin Mısır tanrılarının halkını korumak için yetersiz olduğunu göstermek için kullanıldığını söylemektedir.

Vebalardan biri çekirgelerin Mısır topraklarını istila etmesiydi.

Kur'an'da Mısır tanrılarının halkı korumada yetersiz olduğunu ifade eden ayete bakalım:

A'raf 132-133: Ve dediler ki: "Bizi büyülemek için ne işaret getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz." Biz de açık seçik mûcizeler olmak üzere onların üzerine tûfan, çekirge, haşarat, kurbağalar ve kan gönderdik. Yine de büyüklük tasladılar ve günahkâr bir kavim olmakta direndiler.

Mısırdan Çıkış Bab 10, 12-15.ayetlerde aynı durum şöyle anlatılır:

 12. RAB Musa’ya, “Elini Mısır’ın üzerine uzat” dedi, “Çekirge yağsın; ülkenin bütün bitkilerini, doludan kurtulan her şeyi yesinler.”
 13. Musa değneğini Mısır’ın üzerine uzattı. Bütün o gün ve gece RAB ülkede doğu rüzgarı estirdi. Sabah olunca da doğu rüzgarı çekirgeleri getirdi.
14. Mısır’ın üzerinde uçuşan çekirgeler ülkeyi boydan boya kapladı. Öyle çoktular ki, böylesi hiçbir zaman görülmedi, kuşaklar boyu da görülmeyecek.
15. Toprağın üzerini öyle kapladılar ki, ülke kapkara kesildi. Bütün bitkileri, dolunun zarar vermediği ağaçlarda kalan meyvelerin hepsini yediler. Mısır’ın hiçbir yerinde, ne ağaçlarda, ne de kırdaki bitkilerde yeşillik kalmadı.

Efsaneye göre bu vebada o kadar çok çekirge vardı ki güneş bile lekeli görünüyordu. Ra Mısırlılar ve doğal olarak dönemin Firavunu tarafından güneş tanrısı olarak görülüyordu fakat gökyüzü kararmıştı ve Ra çekirgelerin toprağın tahrip etmesini engellemek için gözünü bile kullanamamıştı, yani güçsüzdü.

Tanrı Horus'un da İncil ile bir bağlantısı olması mümkündür. Sığırları sarmalayan veba hikayesi tanrıça Hathor'a karşı bir yıkım olarak görülmektedir (Hathor'un farklı sembolleri olsa da büyük oranda inekle sembolize edilir). Hathor adı Horus'un evi anlamına gelmektedir.

RA İLE HORUS ARASINDAKİ BİR FARK DAHA
İki gözün yani Ra’nın ve Horus’un gözünün varlığı nedeniyle amaçlarına göre bir ayrım yapılması gerekiyordu. Ra güneş tanrısı olduğundan gözü güneşi temsil ediyordu ve Horus’un gözüne ise ayı temsil etmek kalmıştı.

Çoğu Mısır bilimci için önemli meselelerden biri eski kayıtlarda Horus'un kaybettiği gözünün sağ mı veya sol mu olduğu konusunda açık ifadeler bulunmamasıdır. Bazı efsanelerde sağ gözü bulunmaktadır ve bu efsanelerde Horus’un bir gözünün kaybolmasının güneş tutulmasıyla ilişkilendirildiği görülür.

RA'NIN GÖZÜNÜN MODERN ANLAMLARI
Eski Mısır'ın dışında Ra'nın gözü popülerliğini ve modern kullanımını kaybetmiş görünüyor. Farklı gizli organizasyonlar veya başka amaçlar için olsa da yaygın olarak kullanılmaz. Öte yandan Horus'un gözü Mısır'daki amaçları dışında tarih boyunca görülmektedir.

Tabutlar üzerinde farklı göz şekilleri görülür ve bunlar ölenlerin görmelerine yardımcı olmak için kullanılır. Bu gözler Horus’un veya Ra’nın gözleri olabilir çünkü kimin gözü olduğu net değildir. Fakat antik Mısır'ın dışında kullanım söz konusu olduğunda en çok kullanılan Horus’un gözüdür.

Amerikalılar her şeyi gören gözü dolar banknotlarının arkasında kullanıyorlar. Bazı araştırmacılar onun eski Mısır'daki Horus'un gözü olduğunu söyler.

Fakat Ra'nın gözü de dahil olmak üzere herhangi bir göz sembolünü "baskının" sembolü olarak gören insanlar da vardır. Onlara göre göz simgesinin kullanılması insanlara boyun eğdirileceği, maniple edilebileceği gibi daha pek çok anlama sahiptir.

BÜYÜK İSKENDER : AMUN'UN OĞLU VE BİR FİRAVUN

A,tarih, Antik tarih, Büyük İskender,Büyük İskender'in firavun ilan edilmesi,Tanrı Amun'un oğlu Büyük İskender, Antik Mısır, Eski Mısır'ı kurtaran Büyük İskender,İskenderiye
BÜYÜK İSKENDER'İN FİRAVUN OLARAK TAÇLANDIRILMASI VE TANRI AMUN'UN OĞLU İLAN EDİLMESİ
Tüm firavunlar Mısır kökenli değildi. Büyük İskender (MÖ 356 - 323) olarak bilinen Makedonyalı III. İskender sonraları firavun olarak taçlandırıldı ve eski Mısır'da Tanrı Amun'un oğlu ilan edildi.

MÖ. Mayıs 334'te Büyük İskender Pers İmparatorluğu'nu işgal etmeye başladı. Biga Çayı Savaşı sırasında Ahameniş İmparatorluğu'nun son kralı olan III.Darius'u mağlup etti.

Savaş Küçük Asya'nın kuzeybatısında Truva sahasının yakınında gerçekleşti ve bu savaş Büyük İskender ile Pers İmparatorluğu arasında gerçekleşen üç büyük savaştan ilki idi.

Büyük İskender'in başarısızlığa ve ölüme yakınlaştığı bir savaştı. Ancak sağ salim kurtuldu ve zaferden sonra Mısır'a yöneldi.

Büyük İskender’in Pers’ler üzerindeki zaferi Persler tarafından daha önce fethedildikten sonra artık egemen bir krallık olmaktan çıkan eski Mısır’da memnuniyetle karşılandı. Bu yüzden Büyük İskender Mısır'a girdiğinde insanlar onu Mısırlıları Pers İmparatorluğunun ellerinde yıllarca süren acımasız baskıdan kurtarmış bir kurtarıcı olarak görüyorlardı.

MÖ. 332 Sonbaharında o zamanlar sadece 24 yaşında olan Büyük İskender Memphis'te firavun olarak taçlandırıldı. Libya sınırından çok uzakta olmayan Mısır'ın çölünün batısında bulunan Amun'un Tapınağı'nı ziyaret etti. Büyük Makedonyalı savaşçı İskender daha sonra tanrı Amun'un oğlu ilan edildi. Bu çok özel bir ünvandı çünkü Amun'a Mısır halkı yaratıcı tanrı olarak tapınıyordu. O tanrıların kralı ve tüm firavunların babası olarak kabul ediliyordu.


Mısır'ın hükümdarı olan Büyük İskender Perslerin aksine insanları kendi dinlerini uygulamaya devam etmeye teşvik etti. İlginç olan şu ki İskender Mısırlıların tanrılarına ona rehberlik etmeleri için dua ettiğini söylemiş ancak dualarında onlara ne söylediğini asla açıklamamıştır.

Büyük İskender iki ayını harcayıp sarayda tanrı gibi yaşadığı halde bir yönetici olarak görevini kesinlikle ihmal etmedi.

Bir firavun ve askeri komutan olarak görev yapan Büyük İskender ülkedeki siyasi gücü geri kazandı ve başına Mısırlıları atadı. Ancak Mısır ordusunun kendi komutası altında kaldığından emin olarak gereksiz riskler almadı.

Yeni toprakları fethetmek için ayrılmadan önce Mısır'ın kuzeyindeki Akdeniz kıyıları boyunca uzanan İskenderiye şehrini kurdu. Muhteşem deniz feneri ve ünlü kütüphanesi ile bilinen İskenderiye bir zamanlar antik Akdeniz bölgesinin Roma'dan sonraki en güçlü ikinci şehriydi.

Büyük İskender, MÖ. 11 Haziran 323'te Babil'de öldü ve ölümü Mısır tarihinde yeni bir sayfanın açılmasına neden oldu.

Büyük İskender'in generallerinden ve milletvekillerinden biri olarak görev yapan I.Ptolemaios (M.Ö. 366-282) Mısır kralı oldu. Ülkeye önemli değişiklikler getiren Ptolemaios Krallığı'nı kuran da oydu.

Eski Mısır halkı kısa süre sonra Ptolemaios'u bağımsız Mısır'ın firavunlarının halefi olarak kabul ettiler. Ptolemaios hanedanlığı Mısır'ı Romalılar fethedene kadar yönetti. VII.Kleopatra Mısır'daki Ptolemaios Krallığı'nın son aktif hükümdarıydı ve oğlu Caesarion sayesinde sözde firavun olarak hayatta kaldı.

Antik Sayfalarda daha önce de belirtildiği gibi, Küçük Sezar - Sezar, 23 Ağustos 30, yalnızca 17 yaşında öldürüldü. Mısır Ptolemies'in son kralıydı, büyük olasılıkla Julius Caesar'ın oğlu ve annesi Kleopatra VII idi.

Mısır'daki Ptolemaios hanedanlığının son kralı olan küçük Sezar (Caesarion) büyük olasılıkla Julius Sezar ve VII.Kleopatra'nın oğluydu ve henüz 17 yaşında iken öldürüldü.

Yazan: A.Kara

DÜNYANIN EN ESKİ MAAŞ ÇEKİ SÜMERLERDEN

A,tarih, Antik tarih, Sümerler, Maaş olarak bira, Sümer tarihi, Antik Mısırda bira, Biranın tarihi, Sümerlerde bira, İşçilere maaşları bira olarak ödeme, Arkeoloji, Arkeolojik keşif,
Antik Mezopotamya kenti Uruk'ta bulunan 5000 yıllık bu çivi yazısı tablette biraların işçilere günlük çalışmalarının karşılığı olarak dağıtımı gösteriliyor.
SÜMERLERİN İŞÇİLERE BİRA ALMALARI İÇİN MAAŞ ÇEKİ VERDİKLERİ ORTAYA ÇIKTI
Londra'daki İngiliz Müzesin'de bulunnan ve tahminen 5.000 yıllık olduğu düşünülen bir tabletteki çivi yazıları işçilere günlük paylarının (yevmiye) sıvı altın (sıvı altın dedikleri şey bira) olarak ödenişini gösteriyor.

Bira ile ilgili en eski kanıtların Mezopotamya'daki bir Sümer tabletinde bulunduğunu zaten biliyordum ama bu bira çeki olayından haberim yoktu.

Sümerler döneminde bira o kadar popülerdi antik Sümer'de işçilere emeklerinin karşılığını bira ile ödediler ve bu uygulama antik dünyada yaygın olarak biliniyordu.

Bu tablet MÖ 3100 ila 3000 arasında yapılmıştır. Tablet Fırat nehrinin mevcut yatağının doğusunda bulunan eski bir Sümer ve daha sonraları Babil kenti olan Uruk’ta yapılan kazılarda "istihkak" anlamına gelen bir kaseden yiyen insan kafasını ve "bira" anlamına gelen konik bir kabı gösterir. Kuşkusuz ki Bira'nın Mezopotamya'da bu kadar popüler olmasının birkaç nedeni var. Bira birçok içeceğe göre daha güvenliydi ve sudan daha lezzetliydi.


Bira biçiminde ödeme alan tek işçi Sümerler değildi. Bira eski Mısır toplumu için de ciddi öneme sahipti. Eski Mısır işçilerinin ve esnafının temel içeceği bira iken zengin insanların içeceği ise şaraptı.

Eski Mısır'da da işçilerin ücretleri bira ve çeşitli malzemeler ile ödendi ve Giza'daki işçi köyünde yaşayan işçiler çalışmalarının karşılığı olarak günde üç kez bira alıyorlardı. Günlük istihkak miktarı ise dört ila beş litre bira kadar olabiliyordu.

Ayrıca tarihte II.Richard'dan şairlerin ve "İngiliz edebiyatının babası" olarak bilinen Geoffrey Chaucher'ın yıllık maaşını 252 galon şarap olarak aldığı da bilinmektedir.

Ücretleri alkol şeklinde almak tarih boyunca birkaç kez olmuştur ve bu eğilim bazı modern şirketler tarafından hala uygulanmaktadır.

Eski Mısırlılar da biraya çok değer verdiler ve onu sadece sarhoş olmak için değil aynı zamanda ilaç ve ödeme yöntemi olarak da kullandılar. Bira eski Mısır toplumunda büyük öneme sahipti ve varlığı kadınlara ekstra para kazanma fırsatı veriyordu.

Giza'daki işçi köyünde yaşayan işçilere yevmiyelerinin bir parçası olarak günde üç kez bira veriliyordu. Mısır'da kazı yapan arkeologlar birayla yapılan ödemelerin ülkenin çeşitli yerlerinde görüldüğünü yani zannedilenden çok daha yaygın olduğunu keşfettiler.

Yazan: A.Kara

ANTİK MISIR MEDENİYETİNDE EVLENME VE BOŞANMA

tarih, Antik tarih, Antik Mısır medeniyeti, Antik Mısır'da evlenme ve boşanma, Eski mısırda evlilik, Eski Mısır'da kadın ve erkek, Eski Mısır evlilik yasaları, A, Ptahhotep,
ANTİK MISIR TOPLUMUNDA AİLE KURMAK & BOŞANMAK
Eski Mısır halkı evlilik ve boşanmanın anlamını ve amacını tanımlayan özel terimlere sahip değildi. Eski Mısır metinlerine bakıldığında bir ev kurulmasının evlilik sayıldığı söylenebilir.

Eski Mısır'da evlilik ve boşanma önemliydi ancak bu beraberliği resmileştiren herhangi yasal bir belge gerekmiyordu. Daha sonra Üçüncü Orta Dönem'in başlangıcında finansal düzenlemeler ve destek yükümlülükleriyle ilgili belgelerin imzalanması zorunlu hale geldi.

Bir çift evlenirken yapılan dini ya da resmi bir tören yoktu. Evlilik basitti, iki insan bir arada yaşadıklarında ve bir aile kurduklarında evlenmiş olurlardı. Çoğu durumda ebeveynler gelinin bedeli üzerinde anlaştıktan sonra evlilik ayarlanırdı. Kadın erkeğin evine üzerinde anlaşmaya varılan mallar ile girdiğinde evlilik tamamlanmış olurdu.

Beşinci Hanedanlık sırasında (MÖ 2.500-2.350 zaman zaman I.Ptahhotep, Ptahhotpe veya Ptah-Hotep isimleri ile karşımıza çıkan Mısırlı Vezir Ptahhotep'in bilgeliği ve deneyimlerine dayanarak çeşitli talimatlar yazdığı görülmektedir.

Ptahhotep hayatlarını yaşamaları gerektiğini tavsiye ederken aynı zamanda bir kocanın karısını sevmesi gerektiğini açıkça belirtti. Ptahhotep "Karını sev, onu besle, giydir ve onu mutlu et ... ama üstteki elini kazanmasına izin verme" dedi.

Boşanma eşlerden birinin konuttan ayrılması ve mallarının bölünmesiyle oluyordu. Kadın ve erkek birlikte yaşadıkları sürece malları istedikleri gibi kullanabilirlerdi ancak eşyalarını almak istediklerinde malların bölünmeleri gerekiyordu. Erkek malların üçte ikisini alırken karısı malların üçte birini alırdı (İbrahimi dinlerde kadına neden az pay düştüğünün nedeni bu olabilir).


Boşanmak utanç verici olmadığı gibi sonrasında yeniden evlenmek yaygın bir davranıştı. Zina bir tehdit sayılıyordu ama nedeni sadakatsizlik değil ailenin sahip olduğu malların payıydı. Çünkü meşru olmayan çocuklar da en az yasal çocuklar kadar önemli kabul ediliyordu ve onların da miras hakları vardı. Bu da demek oluyordu ki eşiniz eşlerden biri diğerini aldatıp çocuk yaptığında aldatma sonrası doğan çocuk da mallara ortak oluyordu.

Ayrıca eğer ailenin çocuğu yoksa veya olmuyorsa evlat edinmek mümkündü.

Kardeş kardeşe evlilikler kraliyet ailelerinde yaygındı ancak bu durum nüfusun geri kalanının cesaretini kırıyor ve onları aile içi evlilik-ilişkiden uzak tutuyordu. Kraliyet ailelerinin kan bağlarını koruması beklenirken sıradan insanları ailelerinin bir parçası olmayan kişilerle evlenmeye teşvik ediliyordu.

Eski Mısır'da bir ailenin istikrarlı bir toplumun temeli olduğu kabul edildi ve insanların kurdukları ailede birlikte, uzun süre yaşamaları bekleniyordu bu yüzden uygun bir eş bulmak için her zaman sevmek, aşık olmak gerekmiyordu. Bir erkek karısını sevmek zorunda değildi, çalışan masaya yiyecek koyan ve çocuklarını büyüten iyi bir eşe sahip olmak daha önemliydi.

Eski Mısır kadınları erkeklerle eşit haklara sahip olduklarından evlilikleriyle de özgürlüğün tadını çıkarıyorlardı. Bu eski Mısır kadınlarının kolay bir yaşam sürdüğü anlamına gelmiyordu ancak örneğin antik Yunanistan'daki kadınlardan kesinlikle daha iyi haklara sahip olduklarını gösteriyordu. Bu durumu da eski Mısır’ın en önemli dini kavramı olan, adalet ve dengeyi temsil eden Ma'at’a borçlulardı.



Yazan: A.Kara

PİSAGOR VE TAKİPÇİLERİ FASULYE YEMEZ MİYDİ?

tarih,A,Pisagor,Pisagor fasulyeyi neden yasakladı?,Pisagor ve fasulye,Pisagor'un takipçilerine mesajı,tarih,Yunan filozof Pisagor,Felsefe,
PİSAGOR'DAN FASULYE YASAĞI
Matematiğe büyük katkıda bulunan ve Güney İtalya'da bir Yunan limanı olan Cortona'da bulunan Pisagor Matematik Okulu'nu kuran antik dönemin meşhur Yunan filozofu Pisagor vejeteryandı.

Ama Pisagor'un sadece etten değil fasulyeden de uzak durduğunu biliyor muydunuz? Vejeteryanların çoğu fasulye tüketir, ancak Pisagor takipçilerine fasulyeden uzak durmaları gerektiğini söyledi. Pisagor mide problemlerinden mi endişe duyuyordu yoksa beslenme menüsünden fasulyeyi çıkarmak için daha derin bir nedeni var mıydı?

Bunun arkasındaki neden tam olarak bilinmemekle birlikte büyük filozofun fasulyeye isteksizliği hakkında akılda oluşan soru işaretlerine biraz olsun ışık tutabilecek bazı teoriler var.

Pisagor bir kişinin huzur ve barışı elde etmek için çaba göstermesi gerektiğine inanıyordu. Fasulye Yunanca'da ruhun göçüne, özellikle de ölümden sonra yeniden doğuşuna değinen felsefi bir terim olan "metempsisis" ile ilişkilendirilmişti. Pisagorcular fasulyenin yaşam potansiyeline sahip olduğuna inanıyorlardı çünkü onları insan cinsel organlarına ya da fetüslerine benzetiyorlardı.

Pisagor insanların ve fasulyenin aynı kaynaktan üretildiğini göstermek için bilimsel bir deney yaptı. Biraz fasulye aldı ve onları çamura gömdü. Birkaç hafta dinlenip bekledikten sonra çıkarılan fasulye Pisagor tarafından incelendi ve Pisagor onun insan fetüsleri gibi göründüğü sonucuna vardı.


Eski Mısırlılar gibi Yunanlılar da fava fasulyelerinin ölümcül olabileceğini biliyorlardı. Pliny'e göre Pisagor'un takipçileri fava fasulyelerinin yer altı tanrı Hades ile ve yeraltı dünyası ile bağlantılı olduğuna inanıyordu. Bitkilerin siyah lekeli çiçekleri ve içi boş sapları insan ruhları için merdiven görevi gördü ve reenkarnasyonla ilişkilendirildi.

Aristoteles fasulyenin soğanlı şeklinin tüm evreni temsil ettiği için tüketilmediğini belirtti.

Başka bir teori daha var. Bu teoriye göre Pisagor fasulyeye karşı hiçbir görüşe sahip olmayabilir. Ancak eski Yunanistan'da fasulye oy sisteminde araç olarak kullanılmıştır. Beyaz fasulye evet oyunu, siyah ise hayır'ı temsil ediyordu.

Pisagor öğrencilerine "Fasulyeden uzak durun" derken onlara doğrudan ve açık bir şekilde fasulye yemeyin demediği için bu söylemle öğrencilerinin politikaya ya da hükümete bulaşmamalarını tavsiye etmiş olabilir.

H. L. Sumner'ın konuyla ilgili şöyle diyor: "Ne demek istediğini aslında takipçileri hemen anlamıştı, onlara politikanın entrikalarından ve politikanın peşine takılmaktan kaçınmaları gerektiğini söylüyordu"

Kısacası geçmişten kalan yazıtlardan Pisagor'un fasulyeyi onaylamadığını biliyoruz ancak bu tutumunun arkasında ne olduğunu tam olarak bilmiyor, sadece teoriler üretiyoruz.

Yazan: A.Kara

KANDİLİN İLK KEŞFİ VE CRO-MAGNONLAR

Cro-magnon,Cro-magnon insanı, Bilimsel, Cro-magnon insanlarının keşifleri,Tarihteki ilk kandil,Cro-magnon ve ışık,A, Antik tarih, Mağara insanlarının keşifleri,Antik çağda ışık
CRO-MAGNON İNSANINDAN TARİHTEKİ İLK KAPALI ALAN IŞIĞI KEŞFİ
Elektrik kesintisi olduğunda hepimiz biraz gergin ve huzursuz oluruz. Elektriksiz ve ışıksız ortamda kalmak kendimizi çaresiz hissettiriyor. Şimdi bu bazıları için bir sürpriz olabilir fakat Cro-Magnon insanları da karanlıkta oturmaktan da zevk almıyordu. Bu yüzden ilk iç mekan ışığı hakkında bir şeyler yapmaya karar verdi ve icat etti. İcadın elbette elektrikle bir ilgisi yoktu çünkü böyle karmaşık bir teknolojiden haberleri yoktu.

Yine de yaklaşık 40.000 yıl önce hayvansal yağlarla donatılan ipliksi, lifli bir fitilin uzun süre yanmaya devam ettiğini fark edecek kadar zekiydiler. Böylece ilk kandili keşfedip kullandılar.

Fitil kokulu hayvansal yağları da tutan tabağa benzer üçgen biçimli bir çöküntüde yatan fitil ile bir taş lamba yarattılar. Kulağa çok ilkel bir keşif gibi gelebilir ancak Cro-Magnonlar bu buluşları ile ışığa sahip olan, mağarasında da bunu kullanabilecek bir buluş sağlamış oldu ve bu buluşları binlerce insanlara hizmet etti.

Tarihin ilerleyen kısımlarında daha ileri medeniyetler çok daha gelişmiş kandilleri icat etti. Eski Mısırlılar tapınaklarında ve evlerinde ışığa ihtiyaç duyuyorlardı. Sıklıkla dekore edilmiş, oyulmuş çanak ve çömleklerinde parşömenden yaptıkları fitilleri kullanarak bu sorunu çözdüler.

Eski Yunanlılar ve Romalılar ise meşe ve keten fitilleriyle bronzdan yapılma kandillerini üretmişlerdir.

Ortaçağ'da antik mezarlarda ve tapınaklarda sürekli yanan lambalar keşfedilmiştir. Eski kayıtlara dayanarak bu gizemli nesnelerin tüm dünyada, Hindistan, Çin, Güney Amerika, Kuzey Amerika, Mısır, Yunanistan, İtalya, Birleşik Krallık, İrlanda, Fransa ve diğer birçok ülkede bulunduğunu görmekteyiz.

Sürekli yanan lambalar olağandışıydı çünkü yüzlerce yıl yakıtsız yanabiliyorlardı.

Mum ve elektriğin icadından önce bu kandiller eski insanların bir süre boyunca sürekli ışık üretmelerine yardımcı olmuş ve önemli ev eşyaları olarak kabul edilmiştir.

Mesele şu ki çoğu araştırmacının ilkel bir tür olarak varsaydığı Cro-Magnon insanları aslında bizim gibiydiler. İsimleri 1868'de iskeletlerinin keşfedildiği Fransa'nın ünlü Dordogne Vadisi'nde bulunan Cro-Magnon kaya evine kadar izlenebilmektedir.

Modern insanlar gibi Cro-Magnonların da düz bir alnı vardı ve beyinleri bugünki insanların sahip olduğundan biraz daha büyüktü. Doğal olarak Neandertallerden daha akıllıydılar.

Cro-Magnonlar birçok yönden akıllıydılar. Araçlar kullandılar, silahlar yaptılar, kulübeler inşa ettiler,  mağara resimleri yaptılar ve hatta zamanı bile takip etmeye çalıştılar.

Dolayısıyla ilk kapalı mekan ışık kullanımının aslında 40.000-10.000 yıl kadar önceki Buz Çağı'nın sonlarında gezegenimizde yaşayan ve akrabalarımız olan Cro-Magnonlar tarafından icat edildiğini öğrenmek çok şaşırtıcı olmamalı.



Yazan & Çeviren: A.Kara

HAMSA SEMBOLÜ

A, Antik semboller, Fatmanın eli, Hamsa, Hamsa nedir?, Hamsa sembolü, İbranilerin nazar sembolü, Meryemin eli, Miryam'ın eli, mitoloji, Nazara karşı, Nazardan korunma, Semboller,
NAZARA KARŞI KORUMA SEMBOLÜ : HAMSA
Hamsa, Tanrı'nın elini hatırlatmak ya da Nazar'a karşı korunmak için sıklıkla muska olarak taşınan eski, güçlü bir semboldür. Yahudi, Hristiyan ve Müslüman alimler Hamsa'nın yorumunda hemfikir olamadıkları için bu eski sembolün köklerini takip etmek pek kolay değildir.

Açık bir elin avuç içinde gömülü bir göz olarak gösterilen Hamsa simgesinin çağlar boyunca birçok başka adı vardı. Bazı bilim adamları sembolün Pagan kökenli olduğunu ve daha sonra diğer dinler tarafından benimsendiğini düşünüyor. Hamsa sembolünün kökeninin Mezopotamya olduğuna, tanrıça Tanit'e ibadet eden Kartacalılar ve Fenikelilerin bu sembolü kullandığına ve Eski Mısır'dan geldiğine ihtimal verilmektedir.

HAMSA'YA OLAN İNANIŞ: NAZARDAN KORUR
Koruyucu bir işaret olan Hamsa ve türevleri sık sık karşımıza çıkmaktadır. Sembolün sahibine mutluluk, şans, sağlık ve iyi kısmet getirdiğine inanılıyor. Ayrıca inanışa göre Hamsa nazardan kaynaklanan zararlara karşı koruma sağlar. Çünkü özellikle eski dönemde bazı insanların felakete, hastalığa ve hatta ölüme neden olabilecek doğaüstü bir güce sahip olduğuna dair neredeyse evrensel sayılabilecek batıl bir inanç vardı (maalesef ülkemizde hala var).

İnanışa göre bazı insanlar bunu hoş olmayan bir his uyandıran bakışları ile yapıyorlar. Nazardan dünyanın birçok yerinde geniş çapta korkuluyor.

Bu nedenle Hamsa sembolünü günümüzde özellikle Orta Doğu'da bulabilirsiniz. Takılar ya da muska takmak teknik olarak Kuran yasalarına aykırıdır ancak yine de İslam ülkelerinde üzerinde Hamsa sembolünün bulunduğu eşyalar sıklıkla görülebilir. Hamsa sembolü olan bilezikler, kolyeler, kapı tokmakları vb. birçok nesne var.

İnsanlar onu taşıyarak ya da evde tutarak kendilerini kontrollerinin dışında gelişen olumsuz etkilerden koruyabileceklerine inanıyorlar. Elin parmakları kötülükten uzaklaşmak için dağılmış olarak ya da iyi şans getirmesi için kapalı olarak tasvir edilir.


YAHUDİLER, HRİSTİYANLAR VE MÜSLÜMANLAR TARAFINDAN KULLANILAN HAMSA SEMBOLÜ
Hamsa sembolü özellikle Yahudiler ve Müslümanlar arasında popülerdir. Hamsa, Fatma'nın (Muhammed'in kızı) ve Miryam'ın Elinin (Musa'nın kız kardeşinin) sembolü olarak bilinir. Bu yüzden de bu sembol hem Yahudilerce hem de Müslümanlarca önem taşır. Aynı zamanda bazen İsa'nın annesi olan Meryem'i temsil eden Meryem Eli olarak da adlandırılır.

"Hamsa" sözcüğü ismini eldeki beş parmaktan almaktadır. Hamsa ismi Arapça olmasına rağmen bu sembolün ilk kullanımı İslam'dan öncedir. Cezayir'in ulusal sembollerinden biridir ve kullandıkları amblemlerde öne çıkar.

Bir teoriye göre eski Mısırlılar iki parmaklı bir muska taşıyorlardı ve bu muska Isis, Osiris'i temsil ederken baş parmağı ise Horus'u temsil etmekteydi. Muska ebeveynlerin çocukları üzerindeki koruyucu ruhlarını çağırmak için kullanılıyordu.

Diğer araştırmacılar Fenikelilerin MÖ. 1550 - 330 Kartacalıların başkentlerinin ve ay döngüsünün tanrıçası Tanit'i temsil etmek için el görüntüsünü kullandıklarını öne sürmektedirler. Bazı araştırmacılar ise Tanit'in Hera ve Athena gibi Yunan tanrıçalarından biri olabileceğini öne sürdüler.

İbranice'de 5 rakamı "hamesh" veya "Hamesh" Tevrat'ın beş kitabının temsilcisidir. Ayrıca İbrani alfabesinin beşinci harfini, Tanrı'nın kutsal isimlerinden birini temsil eden "Het" i sembolize eder ve Yahudilere tanrılarını överken beş duyularını kullanmalarını hatırlatır. Bazı Sünniler Hamsa'nın beş parmağının İslam'ın Beş Şartını temsil ettiğini iddia etseler de kökenleri daha eskiye dayanıyor.

Günümüzde birçok Yahudi ve Arap, Hamsa'yı paylaştıkları ortak alanları ve dinlerinin ortak noktalarını göstermek için kullanıyor. Böylece modern dünyada Hamsa'nın kullanımı biraz değişerek kısmen umut ve barışın sembolü haline getirilmiş oldu.

Yazan: A.Kara

KIZILDERİLİLERİN HİLECİ RUHU İKTOMİ

Hazırlayan: A.Kara
A,mitoloji,Kızılderili mitolojisi,Kızılderili efsaneleri,İktomi,Kızılderililer,Kızılderili öyküleri,İktomi ve tavşan,Amerikan yerlileri,Yerli efsaneleri,Kızılderili öğretileri

KIZILDERİLİLERİN AHLAKİ DEĞER ÖĞRETEN HİLECİ RUHU İKTOMİ


Diğer birçok mitolojik hileci gibi İktomi de başını sürekli derde sokuyor ve bu durum çoğunlukla kendisi için çok yıkıcı oluyor. İktomi oyun oynamaktan ve insanları kandırmaktan hoşlanır ancak çoğu durumda başkasına zarar vermek için yaptığı karmaşık planlar sonrası kendisini umutsuz durumların içinde buluyor.

Lakota mitolojisinde şekil değiştiren ve örümcek hileci olan İtkomi insanları kuklalar gibi kontrol etmek için ipler kullanmakla da ünlüdür.

O eğlenceli bir karakterdir ve hikayesi bir nesilden diğerine aktarılan hikayeler boyunca canlı tutulur.

Halen Kuzey ve Güney'deki ovalarda yaşayan üç siyu kabilesinden biri olan Lakota halkı İktomi hakkında yazılı mitoloji kayıtlarına sahip olmasa da onun hakkındaki masalları anlatmaya devam ediyor. İktomi, Lakota halkı için kültürel bir kahramandır ve çoğu zaman hikayelerde gençlere ders vermenin bir yolu olarak kullanılır.

İktomi insanlara mutluluk getiren Kızılderililerin hileci tanrısı Kokopelli kadar çekici değildir ve onu kötü olarak nitelendirmek yanlış olur. Tüm hileci karakterler gibi onun da iyi ve kötü bir yanı var. Karmaşık olan doğası onu tahmin edilemez kılıyor.

Belki bazılarınız Amerikan yerlilerinin hileci-tanrısı olan Çakal (Coyote) hakkındaki efsaneleri bilir. Bazı kabileler Çakal'ın tüm kötülüklerin taşıyıcısı olduğuna, kışı ve hatta ölümü getirdiğine inanıyor. Ancak Çakal'ın kutsal bir hayvan olduğunu söyleyen Yerli Amerikalılar da var. Bilgelik öğretmeni olan aldatıcı tanrı Çakal'a düzgün bir şekilde yaklaşılmalıdır diyorlar ve eğer bu olursa, bu güzel hayvanın paha biçilmez bilgeliğini insanlarla paylaşabileceğine dair inanış var.

Kızılderili mitolojisinde ilginç bir diğer hileci Pukwudgie'dir. Genellikle Kuzeydoğu Yerli Amerikan folkloruna göre Pukwudgie bir zamanlar insanlarla dosttu ancak zaman geçtikçe değişti ve insanlara karşı oldu.

Mitolojik hilecilerin doğası ve davranışı zamanın geçişine bağlı olarak değişebilir ve bu nedenle bunların herhangi birini saf kötülükler olarak nitelendirmek zordur, İktomi'de bunlardan biri.

Yaratıcı tanrı İnyan'ın (Kaya) oğlu olmak başlangıçtan önce varolan en güçlü ruh tanrılarından biriydi, Iktomi'nin güçlü bir ruh haline gelmesi gerekirdi ancak unvanını alma hakkını sürekli edepsizlik ederek yitirdi.

Efsaneye göre ismi Ksa olan Iktomi Kozmik Yumurta'dan doğmuştur. Bir de İktomi'nin fırtına canavarı olan küçük kardeşi Iya vardı.

Iya'nın sonsuz bir iştahı vardı, insanları hatta bütün köyleri yutabiliyordu ama bu onu kötü bir varlığa dönüştürmedi. Lakota halkı için İya sadece görevini yerine getiren kutsal bir varlıktı.

Diğer yandan inanışa göre İktomi tam bir baş belasıydı bu yüzden de siyu standartlarına göre sosyal açıdan uygunsuz davranan olumsuz bir rol modeli olarak kabul ediliyor. İktomi ile ilgili hikayelerin çoğu komiktir ama aynı zamanda dünyaya bir uyarı vermeyi amaçlayan hikayeleri de var. Bu hikayelerde İktomi insanları kurtarmak ve kendilerini şeytandan korumalarına yardımcı olmak için gelen ciddi bir figür olarak öne çıkar.


İktomi sıradan bir insan büyüklüğündeydi ancak ince kolları ve bacakları olan bir örümcek gibi yuvarlak bir vücudu vardı. Bir örümcek ya da örümcek adam olarak tanımlanırdı. Onun insanlara zarar vermek veya yardım etmek için kullandığı olağanüstü büyülü güçlere sahip olduğu söylenir.

Lakota halkı arasındaki kehanete göre tıpkı bir örümcek gibi İktomi de bir gün ağını dünya üzerine yayacaktı. Bazı modern Yerli Amerikalılar internet vb. modern teknolojilerin bu kehanetin yerine getirildiğinin işaretleri olduğuna inanıyor.

İKTOMİNİN TAVŞANLA BULUŞMASI VE TAVŞANIN BİLGECE TAVSİYESİ
Iktomi ile ilgili birçok bilgelik hikayesi vardır. Bunlardan biri tavşanla olan buluşmasını anlatıyor. Başıboş dolaşan İktomi bir gün bir su birikintisine gider. Sudaki yansımasını görür ve saatlerce kendine hayran kalarak oturup izler. Kendisinin çok yakışıklı olduğunu düşünür ve kendi yansımasına bakmayı bırakamaz.

Kendisine hayran olan İktomi ertesi gün aynı gölete gitmeye karar verdi ve tekrar güzelliğine hayran kaldı ancak bu kez bir şey farklıydı. Suya baktığında ve onun yansımasını gördüğünde artık o kadar yakışıklı değildi. İktomi çarpık bir yüz gördü ve bu onu üzdü. Sudaki çirkin görüntünün yok olacağını umarak birkaç kez gözlerini kapatıp açtı. Umutsuzca güzel yüzüne bir kez daha bakmak istedi ama hiçbir şey değişmedi.

Sinirlenerek mekanı terk etti. Yeni bir bakış açısı elde etmek için yiyecek aramaya karar verdi. Sonra şiddetli yağmur yağmaya başlayınca İktomi mağarasına geri döndü. Dönüş yolunda bir kez daha su birikintisinde durdu. Yansımasının orada olup olmadığını görmek için su kenarında diz çöktü. Karanlık ayırt edilemez bir gölgelik ona geri döndü. Gölgenin gözleri, burnu ve ağzı yoktu. Sadece karanlık bir damla olmuştu. Korkan İktomi kaçtı ve yağmurdan kurtulmak için hızlı adımlarla inine giderken kimin yansımasını gördüğünü merak ediyordu çünkü bu kesinlikle onun yansıması değildi.

Ertesi öğleden sonra uyandı. Yine aç, ama aynı zamanda kızgındı. Su birikintisinin ona oyun oynadığından emindi. Bir çalılık içinde ilerlerken aniden önüne bir Tavşan çıkageldi ve dikkatlice hilebaz İktomi'yi selamladı.

Bu şanslı bir karşılaşmaydı çünkü İktomi biriyle gölet hakkında konuşmak istiyordu. Göletle karşılaştığından, kendisine gerçek olmayan yansımalar gösterdiğinden ve memnun olmadığından şikayet etti. Tavşan bir süre boyunca onun hikayesini üzerinde düşündü ve bir sonuca ulaştı. İktomi'ye tüm yansımaların gerçekten kendisine ait olduğunu ancak güneş, rüzgar ve yağmur nedeniyle her birinin farklı ve garip göründüğünü açıkladı.

Elbette bu cevap İktomi'yi aydınlatmak için pek işe yaramadı. Düşünmeye başladı, eğer bu yansımalardan hepsi ona ait ise hangisine inanmalıydı ki? Bunu Tavşan'a sordu. Tavşan’ın tepkisi basit ve doğruydu. Ne kadar iyi, kötü ya da garip göründüğü önemli değil, hepsine inanmaktan başka seçeneğin yoktu. Ve akabinde Tavşan bir tavsiye verdi: “Eğer kim olduğunu bilmiyorsan, neye inandığın önemli değil.”

Birçok Kızılderili mit ve efsanelerinin göründüğünden derin anlamları vardır ve Kızılderililerin hikayeleri genel olarak birinin hayatında doğru yolu nasıl bulacağı konusunda rehberlik etmeyi amaçlar. İktomi hakkındaki hikayeler genellikle ahlaki değerleri ve iyi davranışları öğretmek için kullanılır.

ZERDÜŞT'ÜN KIYAMET KEHANETİ : KUYRUKLU YILDIZ

Yazan: A.Kara
din,A, Zerdüştlük, Zerdüşt,Zerdüştlükte kıyamet,Kıyamet anlatımı,Zerdüşt'ün kıyamet kehaneti,Comet Gochihr,Zerdüştlük ve Hristiyanlık,İncil'de kıyamet,Zerdüştlükte mesih,Saoshyant,Mesih hikayesi

ZERDÜŞTLERİN KIYAMET KEHANETİ İLE VAHİY KİTABI KIYAMETİNİN BENZERLİĞİ
Zerdüşt'e göre Gochihr adlı bir kuyruklu yıldız Dünya'ya çarptığı zaman dünyanın sonu gelecek. Zerdüştlük dininin peygamberi Zerdüşt'ün kıyamet gününe dair tahmini ve İncil Vahiy Kitabı'nda açıklanan Ahir Zaman Süreci şaşırtıcı şekilde benzerdir. Bu iki anlatım sanki aynı olaydan bahsediyor gibi.

ZERDÜŞT KİMDİR?
Zerdüştlük gezegendeki en eski dinlerden biri olarak kabul edilir. Zarathustra olarak da bilinen kurucusu Zerdüşt 628 yılında doğan eski bir Pers peygamberiydi ve MÖ 550'de öldüğüne inanılıyor.

Zerdüştlerin kökenleri ve hatta orijinal öğretileri günümüzde kaybedilmekte veya gizlenmekte fakat korunan bilgilere dayanarak en azından Zerdüşt ve inancı hakkında bazı şeyler biliyoruz.

Doğu İran’da yaşadı ve kendisini hakikati vaaz etmeye adayan Zerdüşt, Akil Efendisi Ahura Mazda'dan emir (görüş) aldığını söyledi. Işık Tanrısı Ahura Mazda ve kötülük ilkesi Ahriman arasında devam eden kozmik esas hakkındaki öğretileri ona birçok takipçi kazandırdı.

Zerdüşt insanların iyiyle kötüyü arasında seçme gücüne sahip olduğunu belirtti.

Öğretilerine göre hepimizin manevi bir seçimi vardı. Aša'yı (ilahi olan gerçeği) kabul edebilir ve druj'u (cehalet ve kaosa yol açan yalanları) reddedebilirsiniz diyordu. Anlatılara göre Zerdüşt takipçilerini iyi düşünceler düşünmeye, güzel sözler söylemeye ve başkaları için iyi işler yapmaya teşvik etti

Onun takipçileri binlerce yıldan fazla bir süredir öğretilerini diğer kuşaklara aktardılar. Ardından Zerdüşt'ün tecrübe ve bilgileri yazılarak Avesta olarak bilinen kutsal yazıya dahil edildi, ancak bundan yalnızca birkaç kopya yapıldı.

Ne yazık ki, Araplar, Moğollar ve biz Türklerin müteakip saldırılarında eski yazılar kayboldu veya yok edildi. Şuan var olan en eski kopya 1323’ten kalmadır.

ZERDÜŞT'ÜN KUYRUKLU YILDIZ KEHANETİ
Zerdüşt Gochir kuyruklu yıldızının bir gün dünyaya çarpacağını söyledi ancak olayın kesin bir tarihini vermedi. Bu gerçekleştiğinde, "ateş ve ışık halkası" bütün metalleri ve mineralleri eritecek ve dünyayı yakıp kavuracak. Ortaya çıkan metalin kaynar seli bir nehir gibi yeryüzünden akacak. Cehennemden serbest bırakılmış olan kötü ruhlar insanların içinden geçecek. Kötüler günahlarından arınacak ama iyi olan insanlar sanki ılık sütün içinden geçiyor gibi hissedecekler.

Bunun en ayrıntılı açıklaması Bundahişnih'in 30. bölümünde bulunur.

İncil, Vahiy 8:8-9 da şöyle diyor:
"İkinci melek borazanını çaldı. Alev alev yanan, dağ gibi büyük bir kütle denize atıldı. Denizin üçte biri kana dönüştü. Denizdeki yaratıkların üçte biri öldü, gemilerin üçte biri yok oldu."

Gatha'lar adlı Zerdüşt metinlerinde Zerdüşt Dünyanın Kurtarıcısı Saoshyant'ın gelip kana susamış ve kötü insanların zulmünü durduracağını, dünyayı yenileyeceğini ve ölümü sona erdireceğini ortaya koymaktadır.

Bu anlatı Hristiyanlık ve İslamiyet'teki İsa'nın geri geleceğini anlatan bölümlere de oldukça benziyor.

Ayrıca Zerdüşt'lükteki bu felaketin Bundahişnih 30'daki anlatımı ve İncil, Vahiy 8:8-9'daki anlatımlara ek olarak Kur'an'da kıyamet için bir göktaşı-yıldız anlatımı bulunmasa da hadisler doğrultusunda inanılan kıyamet alametlerinden biri "Yemen'den ateş çıkması"dır ve bu "insanları mahşer yerine süren ateş" olarak anlatılır. Bu hadis kısmen Zerdüştlükteki kıyamet kehanetinden türemiş olabilir.

Zerdüştlerin inanışlarının bir şekilde İbrahimi dinlerin içine de girdiği, etkilediği (aslında Pers uygulaması olan 5 vakit namaz gibi) birçok bölümde olduğu gibi burada da görünüyor. Ayrıca İsa'da tıpkı Zerdüşt gibi başının arkasındaki bir güneş ile resmediliyordu.