HABERLER
Dini Haber
A etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
A etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

TENGRİCİLİK VE ORHUN YAZITLARI

Düzenleyen & Çeviren: A.Kara
A, din, Orhun Yazıtları, İslamiyet öncesi Türkler, Orta Asya dinleri, Tengri, Tengri inancı, Tengricilik, Tengriizm, Göçebe Türkler, Türklerin eski dini, Göçebe yaşam, İslamiyet öncesi Türkler,

TÜRKLERİN ESKİ DİNİ "TENGRİCİLİK"
Türk halkları, kuzey, doğu, orta ve batı Asya, kuzeybatı Çin ve doğu Avrupa'nın bazı bölgelerinde yaşayan çeşitli etnik grupları içerir. İlk dönem Türk halkı, çevrelerine ve göç araçlarına (kağnı, at-öküz arabası vb.) bağımlı olan göçebe kabilelerdi bunlar da benzersiz mitolojilerini ve dini inançlarını süslüyordu. İçlerinde yaşadıkları, kurtların, ağaçların, atlar, mavi gökyüzü ve yalnız ağaçların bulunduğu manzara manevi dünyalarını da besliyordu.

Doğa ile iç içe olmak ve sürekli hareket etmek yalnızca hayatta kalma ve gelişebilme yeteneklerini değil aynı zamanda zengin bir kültürel inanç dokusunu ve eşsiz bir dünya görüşü yaratmalarını da sağladı. Eski Türk kabileleri arasında dini bir fikir birliği olmadığı görülüyor ancak bu gruplarla ilgili inanç sistemlerinin en popüler olanı Tengricilik'ti. Bazı bilginler, göçebe yaşam tarzlarının bir etkisi olarak yaşadıkları kültürel temaslar nedeniyle eski Türk inançlarının ayrıca Zerdüştlük, Maniheizm ve Budizm'den de parçacıklar bulundurduğunu iddia ediyorlar. Bunlar dünyanın ve insanlığın içindeki yerinin bir tür perspektifini oluşturmak için bir araya gelen çeşitli ideolojilerdi.

TENGRİCİLİK VE ORHUN YAZITLARI
Tengriciliğin kökenlerine eski Türk ve Moğol kabileleri arasında popüler olduğu Orta Asya bozkırlarına kadar rastlanmaktadır. Bu, şamanizm, totemizm, animizm ve atalara ibadet-saygı unsurlarını içeren ve dogmatik olmayan bir inanç sistemidir. Kök Tengri ('kök' hem “gökyüzü” hem de “zafer” anlamına gelir) eski Türk halkının yaratıcısı, sonsuz ve bilinmeyen tanrıları olan gök tanrısıydı (Gökyüzü tanrısı). Tengricilik inancında yerin, suyun, toprağın ve yeraltı dünyasının yarı tanrıları veya ruhları olduğu gibi ayrıca onlara rehber olarak hizmet eden atalarının ruhları vardır. Ruhların gökyüzüne (cennet), yeryüzünde, nehirlerde ve yeraltında yaşadığı düşünülmektedir. Tengricilik, ahlaklı ve çevreye duyarlı hayat süren insanların Tengri ve bazı iyi ruhlar tarafından korunacağı inancını içerir ve bu yönüyle doğaya uyumun önemini vurgular. Gökyüzü, toprak, su, ağaçlar ve dağlar gizemli bir öneme sahipti ve aynı zamanda onlara saygı duyulurdu.

Zengin bir tarımsal hasata sahip olma yönündeki yerleşik odaklamanın aksine göçebe Türk kabileleri, avcılıkta ve hayvancılıkta başarı sağlama girişimleri olarak dini uygulamaları sıklıkla kullandılar. Şamanlar toplumun özel üyeleriydi; bunlar hem insan hem de ruh dünyası ile etkileşime girebildiğine inanılan insanlardı. Bir şamandan şifa, kehanet, ata ruhlarıyla konuşma, çevreyi şartlarını değiştirme ve kayıp ruhları varış yerlerine götürmesi istenirdi. Bu güçlere rağmen bazı alimler şamanların eski Türk dini yaşamının veya toplumun liderleri olmadığını iddia ediyorlar. Dua da bireysel bir uygulama olduğuna inanılıyordu yani bir şamana ya da başkalarına bağlı bir şey değildi.

Şaman ayinleri, şamanın güç gösterilerini, davullarını, danslarını, ilahilerini ve detaylı kostümlerini içerir. Şamanlık yeteneğinin kalıtsal olduğu kabul edilirdi ve erkek yada kadınlar şaman olabilirlerdi.

Tengriciliğin en eski örneği Eski Türkçe bir yazı olan Orhun Yazıtları'nda görülür. Bu yazıtlardan birkaç örnek geçen zamana rağmen hayatta kalırken çoğu okunamaz hale geldi ancak sözlü gelenek eski dini inançların birçok yönünü canlı tuttu.

Orhun Abideleri'nden bir bölüm (Bilge Kağan Yazıtı'nın doğu yüzü):
Türk Tanrısı ve kutsal yer, su şöyle yapmışlar şüphesiz ki: Türk halkı yok olmasın diye, halk olsun diye, babam İlteriş Hakanı, annem İlbilge Hatun'u göğün tepesinde tutup yukarı kaldırdılar şüphesiz. Babam 17 erle baş kaldırmış. 'baş kaldırıyor' diye haber alıp şehirdekiler dağa çıkmış, dağdakiler şehre inmiş, derlenip toplanıp 70 kişi olmuşlar. Tanrı güç verdiği için babamın askerleri kurt gibi imiş, düşmanları koyun gibi imiş. Doğuya ve batıya sefer edip derlemiş toplanmış. Hepsi 700 kişi olmuşlar.

Türk dininin ve mitolojisinin ilk yazılı örnekleri söz konusu olduğunda Irk Bitig adlı 10. yüzyıl el yazması gözden kaçırılamaz. Uygurlara ait bu metin 1907 yılında Çin'in Dunhuang şehrinde bulundu. İngilizceye "Book of Omens" olarak çevrilen Irk Bitig, Orhun alfabesiyle yazıldığı gibi nesir ve şiir karışımı bir kitaptır.

TENGRİCİLİK VE TEMEL İLKELERİ

Düzenleyen & Çeviren: A.Kara
A, Tengricilik, Tengriizm, Orta Asya dinleri, Türklerin eski dini, Tengri inancı, İslamiyet öncesi Türkler, Tengri, Gök tanrı, Toprak ana, Eje, Türk mitolojisinde ilk kadın, Doğa ile uyum, din, TENGRİCİLİK

Eski zamanlarda Orta Asya'daki Türkler evren ve doğa ile uyum içinde yaşamaya odaklanan Tengricilik olarak bilinen bir dine sahipler. Eski zamanlarda oluşmuş olan bu din en yaygın şekilde uygulanıyordu ve bugün hala Tengricilik inancını benimseyen gruplar var.

Tengricilik (bazen Tengriizm, Tengerizm, Tengrianism veya Tengrianizm olarak da adlandırılır) güneş tanrısı Tengri'nin etrafında dönen ve doğa ile dengeli olmaya odaklanan bir dindir. Tengriciliğin gerçek kuruluş tarihi bilinmemektedir ancak MÖ 3.300-1.200 aralığından geçen Bronz Çağı'nda başlamış olduğuna inanılıyor. Bu yüzden en eski dinlerden biri olarak kabul edilir ve bünyesinde şamanizm, animizm, totemizm, çok tanrıcılık, tek tanrıcılık ve atalara ibadetin özelliklerini içerir. Tengriciliğe inananlar varoluşlarının ebedi mavi Gökyüzü (Tengri), bereketli Toprak Ana (Eje (Türk ve Altay mitolojisinde yeryüzündeki ilk kadın)) ve gökyüzünün kutsal ruhu tarafından sürdürüldüğü inancına sahiptir.

Tengricilik'te evrenin kökenleri Tengri ve onun kendisi yarattığı arkadaşı Kishi ile başladı. İkili, bir gün boyunca birlikte ilkel derinliğin üzerinde uçtular ve Kishi, Tengri'den daha yükseğe uçmak istediğine karar verdi. Bu kibri yüzünden Kishi uçma yeteneğini kaybederek denize düştü ve onu kurtarması için Tengri'ye çağrıda bulundu. Tengri denizden kayaları ve yeryüzünü ortaya çıkardı ve üzerinde durulması için ilkel bir höyük yarattı. Bu höyükte bir Kozmik Ağaç büyüdü (hayat ağacı) ve bu ağacın dallarından insanlar ve daha küçük tanrılar (yani ana tanrılardan güç olarak daha düşük) ortaya çıktı. Köpek ve yılanlarla kötülüklere karşı korundu. Tengri yeryüzü ruhuyla (Yer) uyum içinde yaşadı. Bazı araştırmacılar Tengri ile Yer'in evli olduklarını ve bunun da insanın yaratılmasında rol oynadığını söylüyor. Yer insana fiziksel bedenini verdi. Tengri, insana doğumda ruhunu verdi ve ölümünde onu geri aldı.

Zaman içinde Tengricilik dinine inanan birçok kişi arasında bazı farklılıklar oluştuğu görülmektedir. Mesela Tengrici Moğollar 99 tanrıya inanıyorken Türk Tengriciler sadece 17 tanrıya inanıyordu. En sık görülen tanrıların Tengri ve diğer alt tanrılardı. Bunlar; Yer, Umay, Erlik, Su, Ateş, Güneş, Ay, Yıldız, Hava, Bulutlar, Rüzgar, Fırtına, Gök Gürültüsü ve Yıldırım, Yağmur ve Gökkuşağı. Tanrılara duyulan saygının refah ve iyiliğe yol açacağına inanılıyordu.


TENGRİCİLİĞİN TEMEL İLKELERİ
  • Tengri en yüce tanrıdır. O her şeyi bilir, insanların iyi ve kötü eylemlerinin yargıcıdır ve onun ne yapacağı önceden tahmin edilemez.
  • Tengri, tüm doğanın arkasındaki güçtür ve tüm doğa onun tarafından kontrol edilir.
  • İyi ve kötü tabiata sahip çok çeşitli ruhlar vardır. Göklerde, yeraltı dünyasında veya toprağın ruhları olarak toprakta bulunabilir ve insanlara zarar verebilirler.
  • Dünyanın tek gerçek dini yoktur. Bir insan herhangi bir dine sahip olabilir ve Tengri hala onu adilce yargılayabilir.
  • Tüm insanlar zayıftır, bu yüzden eksikliklere tolerans gösterilmelidir. Farklı din ve inançlara da tolerans gösterilmelidir.
  • Kimse mükemmel değildir.

Tengricilik (Tengriizm) Gök-Türk İmparatorluğu ve Büyük Moğol İmparatorluğu'nda büyük rol oynadı. Cengiz Kağan ve takipçilerinin çoğu Tengri'ye inanıyordu. Aynı zamanda diğer dinlere karşı hoşgörüye teşvik ettiği biliniyordu ve birçok dinin aksine Tengriciliğin dünyadaki dini manzaraya hakim olma yönünde hiçbir zaman bir baskısı olmadı. Büyük Moğol İmparatorluğu'ndan Mengü Han (Möngke Han) şöyle diyor:

“Onun tarafından yaşatıldığımız ve onun tarafından öldürülğümüz ve onun için dik bir kalbe sahip olduğumuz tek bir Tanrı olduğuna inanıyoruz. Ancak Tanrı bize elin farklı parmaklarını verdiğinden, insanlara O'na yaklaşmaları konusunda çeşitli yollar sunar.”
[W. Rubruck tarafından 31 Mayıs 1254 tarihinde belgelenmiştir.]

Günümüzde Tengricilik, Kırgızistan, Kazakistan, Sakha, Buryatia, Tuva, Moğolistan ve Türkiye'de Tibet Budizmi ve Burkhanizme paralel olarak uygulanmaktadır. 1990'larda Orta Asya'da bir Tengriizm hareketi başladı ve bugün yayılmaya devam ediyor. Bu durum, bu eski dinin dayanıklılığını, zamana karşı direnişini ve günümüz insanlarının binlerce yıl önce atalarının yaptığı gibi onların inandığı şeye inanma isteklerinin varlığını göstermektedir.

AKADLI SARGON

Hazırlayan: A.Kara
A, tarih, Sargon, Akadlı Sargon, Sarru-kinnu, Büyük Sargon, Antik tarih, Akadlar, Ebla kasabası, Sargon tabletleri, Agade, Babil, Mezopotamya, Eski hükümdarlar, Kral Sargon,

SARGON; BİLİNMEZLİKTEN ÇIKAN BÜYÜK LİDER
Gerçek adı Sarru-kinnu, 'gerçek kral' anlamına gelse de tahta yükselirken Sargon adını aldı. Bunu neden yaptığı bilinmiyor fakat bazı araştırmacılar bunun tam olarak bir tercih olmadığını İncil'e ait bir çeviri olduğunu söylüyor.

Bu isim araştırmacılara Büyük Sargon'un bir kendi dilini konuşan bir Sami olduğu fikrini verdi. Asıl sorun Sargon adının orjjinal Sargon'a uygulanan gerçek tarihsel kayıtların uygulandığı tarihte sıkça kullanılmasıydı.

NEHİRDE YÜZERKEN BULUNUŞ
Efsaneye göre bir bahçıvan Sargon'u küçük bir sepet içinde nehirde yüzen bulmuş. Bu efsane İncil'deki Musa'nın hikâyesini yansıtır ve bazı bilginlere İncilli yazarların Sargon’un doğumunu kopyalanıp Musa’ya daha insani ve mütevazi bir başlangıç verdiğini iddia etmelerini sağlamıştır.

Sargon’un ailesi hakkında çok az şey bilinmektedir. Annesinin Fırat'ın ortasındaki bilinmeyen bir kasabada rahibe olduğu düşünülüyor. Babası tam olarak bilinmiyor. Akrabalarının kim oldukları net olmasada Sargon, Kiş'in hakimi olarak yükseldi ve bu durum onu bir orduya liderlik etmeye kadar götürdü.

Sargon, adını Büyük Sargon olarak belirleyerek güçlü imparatorluğunu büyütmeye, fethetmeye ve geliştirmeye devam etti.

SARGON DÖNEMİNE DAİR TABLET VE TARİHİ KAYITLAR
Sargon hakkında bilgi bulmak oldukça zor. Aynı adı kullanan ve peşinden gelen birçok erkek var. Ancak Akad metinlerinin çoğunluğu Asur ve Babil metinlerinden gelmesine rağmen kraliyet yazıtları ona (Asıl Sargon'a) işaret etmektedir.

Ancak bunlar Sargon'a atıfta bulunan yazıtların bulunduğu tek yer değildi. Ebla kasabası gün ışığına çıkarıldığında önemi tam olarak anlaşılmadı. Ancak İtalyan arkeologlar biraz daha derine inmeye karar verdiler ve sonunda Ebla'nın altındaki çok eski bir şehre ulaştılar.

Bu eski kentin kalıntılarında Sargon dönemine ait 42 tablet bulundu. Kısa bir süre sonra 15.000 adet daha bulundu ve bu sayede farklı ülkelerle Sargon arasındaki iş ilişkilerini ve ticareti ayrıntılandırdılar. Bununla birlikte bu belgeler net olarak onun hükmetme tarihini belirlemez ve yaşamını çevreleyen olaylara tam açıklık getirmez.

Bu tabletler Sargon'un halkına dayattığı yasaları da açıkladı. Eğer bir erkek evlenmemiş, bakire bir kadınla cinsel ilişkide bulunursa para cezasına çarptırılıyordu ve kadının tecavüze uğrayıp uğramadığını anlamak için duruşmalar yapılıyordu. Ek olarak zamanın dini uygulamalarını gösteren dini tabletler de bulunmuştur.

İMPARATORLUĞUNU GENİŞLETİŞİ
Sargon askeri ve kişisel dehasını büyük bir imparatorluğunu büyütmek için kullanabildi. Sümer'i fethettikten sonra gözünü Suriye'ye, Elamitlerin Susa'sına, Güney Anadolu ve İran'ın batısına dikti.

Sargon için böylesine geniş bir imparatorluğun kontrolünü elinde tutmak zor değildi. İnsanların dini ve siyasi yollarla kontrol edilmesini sağlamak, tutsak şehirleri ve bölgeleri denetlemek için güvenilen adamlarını kullandı ve dini-politik işler için kızına yetki verdi.

Hiçbir imparatorun diğer ulusları yönetmesi kolay olmamıştır. Ulus halkı dış yönetimden hoşnutsuz kalmanın bir yolunu buluyor ve buna son vermek için yollar arıyorlardı. 56 yıl hüküm sürdükten sonra bile Sargon hâlâ isyancılara ve başka muhalefetlere sahipti.

Sargon'un, II.Sargon adında bir toruna sahip olduğu gerçeği, imparatorun ölümünden sonraki uzun süren saltanatlık döneminde yetenekli bir yönetim olduğunu gösteriyor. Onun etkisi de ölümünden sonra uzun yıllar sürdü.

SARGON'UN BÜYÜK MİRASI
Sargon büyük bir lider olmasına rağmen imparatorluğu çok uzun ömürlü olmadı. Güzel bir başkent inşa etti ve Agade adını verdi. Maalesef Guti dağı, Sargon’un başkentinin üzerine çökerek onu tahrip etti.

Ancak başkenti Sargon’un mirasının tek parçası değildi. Arkasında adı verilen iki Asur kralı vardı. Sargon ayrıca imparatorluğunu yönetmeye yardımcı olan yasa ve dini kuralları da geride bıraktı. Sonunda Agade kentinin adı 2000'lerde Mezopotamya tarihinin merkez noktası haline gelen Babil'e dönüştü.

Büyük Sargon karanlıktan çıktıktan sonra büyük bir lider haline geldi. Akkaran halkının mutlak liderliğini edinerek, aile ya da yaşamdaki statü eksikliğinden alıkonulmasına izin vermedi.

Bu muhtemelen başkalarına iktidardaki yükselişi ve genel başarıları incelediğinde “Büyük” unvanının verilmesinin sebeplerinden biriydi. Sargon, engellerin hedeflerine engel olmasına izin vermedi.

Sargon, Üma Lugalzagesi tarafından yürütülen genişleme çabalarına karşı direniş gösterdi. Genişlemeye kim başlamış olursa olsun bitiren Sargon'du. Onun etkisi Büyük İskender de dahil olmak üzere gelecekteki askeri liderlerin yön bulmasına yardımcı oldu.

ANTİK MEDENİYETLER METEORLARI NASIL YORUMLUYORDU?

Derleyen & Çeviren: A.Kara


ANTİK MEDENİYETLERDE METEOR

Kuyruklu yıldızlar ve göktaşları ilk kez gece gökyüzünde görüldüğünden beri insan ırkını büyüledi. Ancak bu kaya ve buz parçalarının ne olduğunu bilmeyen ve açıklama getirmek isteyen eski kültürler haklarında bilimsellikten uzak birçok için efsane ürettiler. Bunlardan birini Kur'an'da bile görürüz çünkü kayan yıldızlara "Allah şeytanları taşlıyor" şeklinde açıklama getirilmiştir.

Yunanlılar ve Romalılar, kuyruklu yıldızların, meteorların ve meteor yağmurlarının önemli olduğuna inanıyordu. Onlara göre iyi ya da kötü bir şeyin olduğu ya da gerçekleşmek üzere olduğuna dair işaretlerdi. Bir kuyruklu yıldızın gelişi İsa gibi büyük bir figürün doğuşunu da müjdeleyebilirdi.

MÖ 44 ilkbaharında ortaya çıkan bir kuyruklu yıldız Jül Sezar'ın öldürülmesinin bir işareti olarak yorumlandı. Sezar’ın evlatlık oğlu Octavianus (İmparator Augustus), Sezar’ın düzenlediği oyunlar sırasında gökyüzünde yanan kuyruklu yıldızlara neden oluyordu. Bu büyük olay çoğu zaman eski kaynaklarda kutlandı. Destan şiiri Aeneid Virgil, “gündüz bir yıldızın nasıl ortaya çıktığını ve Augustus'un insanları kendinin Sezar olduğuna inanmaya nasıl ikna ettiğini” anlatır.

Augustus kuyrukluyıldızın gelişini ve babasını onurlandırıp kutlamak için madeni para üzerine bunu bastırdı. Bu olay sayesinde Roma İmparatorluğu'nda kendini tanrının oğlu olarak kabul ettirmesi kolaylaşmıştı.

METEOR YAĞMURU
Roma tarihçisi Cassius Dio, 30 Ağustos'ta meydana gelen “kuyruklu yıldızlara” atıfta bulundu. Bunların Mısır kraliçesi Kleopatra'nın ölümünden sonraki kehanetlerle ilişkili olduğu belirtiliyor. Uzmanlar, Dio'nun “kuyruklu yıldız” terimini kullanmasının ne anlama geldiğinden tam olarak emin değiller ancak bazıları bu kaydedilen olayın meteor yağmuru (Perseid) ile ilişkili olduğunu belirttiler.

Her ne kadar eski bir Yunan adına sahip olsa da günümüz teknolojisi sayesinde her Ağustos ayında gördüğümüz Perseid meteor yağmurunun aslında Dünya’nın yörüngesi Swift-Tuttle kuyruklu yıldızındaki enkazdan geçtiğini biliyoruz.

Meteor yağmuru, antik Yunan kahramanı Perseus'un oğulları olan Perseidai (Περσείδαι) ile bağdaştırılıp adlandırılmıştır. Perseus iyi bir soyağacına sahip efsanevi bir figürdü. Zeus ve Argive prensesi Danae'nin efsanevi oğluydu (altın yağmurun çocuğu). Perseus'un Gorgon kız kardeşi Medusa'yı öldürüşünün resmedildiği kalıntılarda da görüldüğü üzere Akdeniz ve Yakın Doğu'daki efsanevi maceralarının ardından takımyıldızını kazandı.

Perseus’un ünlü eylemlerinden bir diğeri de Andromeda prensesinin kurtarılmasıydı. Ailesi tarafından bir deniz canavarını yatıştırmak için terk edilmiş olan prenses, Perseus tarafından okyanusdaki bir kaya üzerinde bulundu. Onunla evlendi, yedi oğlu ve iki kızı oldu. Gökyüzü gözlemcileri, gece gökyüzünde Andromeda'nın hemen yanında bulunan Perseus takımyıldızının her yaz görebilecekleri göktaşlarının kökeni olduğuna inanıyordu ve bu yüzden Perseid adı sıkışıp kaldı.

GÖZYAŞLARI VE DİĞER GELENEKLER
Hristiyan geleneğinde Perseid meteor yağmuru, uzun süredir Diyakoz Saint Lawrence'ın şehitliğine bağlandı. Laurentius, Roma’nın ilk kilisesinde, İmparator Valerian’ın zulmünde, MS 258 yılında şehit olan bir diyakozdu (diyakoz: yardımcı papaz). İnanışa göre şehitlik, meteor yağmurunun yüksek olduğu zaman olan 10 Ağustos'ta gerçekleşmişti ve bu yüzden göktaşları azizlerin gözyaşlarına eşitti.

Astronomik olayların ve gökyüzü izlemenin ayrıntılı kayıtları Uzak Doğu'daki tarihî metinlerde de bulunabilir. Çin'den, Kore'den ve Japonya'dan gelen eski ve ortaçağ kayıtlarının hepsinin meteor yağmurunun ayrıntılı hesaplarını içerdiği görülmüştür. Bazen bu farklı kaynaklar gökbilimciler tarafından birbirleri ile bağdaştırılır, örneğin Halley kuyruklu yıldızının hem doğu hem de batıdaki eski toplumlar üzerindeki etkisini izlemelerine olanak tanıyan bağıntılarla ilişkilendirilebilir. Bu kaynaklar ayrıca Perseid meteor yağmuru ile ilgili ilk kaydedilen gözlemi, spesifik bir olay olarak MS 36 da Çin'in Han hükümdarlığı kayıtlarında bulmak için kullanılmıştır.

Efsaneler ve hikayeler eski uygarlıkların meteorların, kuyruklu yıldızların ve asteroitlerin ne olabileceği konusunda çok az bilimsel anlayışa sahip olduğunu düşünmesine rağmen, bu gerçeklerden daha fazla olamaz. Yakın Doğu'nun ilk astronomları, Babil ve Mısır takvimlerini yaratanlar ve sahip oldukları astronomik veriler bugünkinden çok farklı değildi, oldukça ileri düzeydeydi. Eski çiviyazılı metinler üzerine yapılan son bir araştırma, Babil'in kuyruklu yıldızları, gezegensel hareketleri ve gökyüzü olaylarını izleyebildiğini, binyıl kadar öncesinde inanıldığından çok daha karmaşık bir geometri içerdiğini kanıtlamıştır.

MUĞLA'DA 2.300 YILLIK ANTİK TABLET BULUNDU

Derleyen & Çeviren: A.Kara
A, Arkeoloji, Antik tarih, tarih, Muğla'da tablet bulundu, Arkeoloji Türkiye, Arkeolojik keşif, Türkiye'de taş tablet bulundu MUĞLA'DA ANTİK ÇAĞA DAİR ÖNEMLİ BİR BELGE NİTELİĞİNDEKİ TABLET BULUNDU

Muğla ilindeki bir okulun bahçe duvarı içerisinde antik Yunan alfabesine sahip 2.300 yıllık bir tablet şans eseri keşfedildi.

Duvardan güvenli bir şekilde çıkarılan tabletin 3. yüzyıldan kalma olduğu ortaya çıktı. Arkeologlar bu tabletin başlangıçta bir heykele bağlı olduğuna inanıyorlar ve tabletin bir kısmının kırıldığını ve okunamadığını belirttiler.

Şimdilik eser hakkında çok fazla şey bilinmemekle birlikte, antik çağlarda tarihi öneme sahip olan bir bölgede bulundu.

Anadolu'da eski zamanlarda, güneydeki Menderes ve Dalaman (İndus) nehirleri arasındaki bölgeye Karya denirdi. Sakinleri Karyalılar ve Leleglerdi. Homer tarafından yazılan "İlyada" da Karyalılar, Truvalılar ile işbirliği içinde ortak seferlerle ülkelerini Rumlara karşı savunan, Anadolu’nun yerlileri olarak tanımlanırlar.

Antik bir Karya kenti olan Muğla'nın, bölgedeki Antik Yunan sömürgecileri tarafından yerleşilene kadar Mısırlılar, Asurlar ve İskitlilerden oluşan topluluklar tarafından baskınlara maruz kaldığı bilinmektedir.


Yunanlılar bu kıyılarda uzun süre yaşadılar ve Knidos (Datça Yarımadası'nın sonunda), Bodrum (Halikarnassos) gibi önde gelen şehirlerin yanı sıra Bodrum yarımadasının sahili boyunca ve iç kesimlerinde Fethiye'nin Telmessos, Xanthos, Patara ve Tlos kentlerini de kapsayan şehirler kurdular.

Sonunda sahil Büyük İskender'i yenen Persler tarafından fethedildi ve Karia'nın satraplığına son verdi(Satraplık: Bir satrapın yönetimi altındaki bölge).

Daha sonra il, Ege Adaları, Girit ve Venedik ve Mısır'a kadar ticaret yaparak önemli bir deniz gücü haline geldi. Menteşe döneminde Türk yerleşim yeri genellikle Kütahya-Tavas ekseni boyunca yer alan göçlerle gerçekleşmiştir.

Muğla 1390'da Osmanlı İmparatorluğu tarafından ele geçirilmişti ancak sadece on iki yıl sonra, Tamerlane ve güçleri Ankara Savaşı’nda Osmanlı'yı yendi ve diğer Anadolu beylikleri için yaptığı gibi, bölgenin kontrolünü eski yöneticileri olan Menteşe Bey’lere geri verdi. Muğla 1451'de Sultan II. Mehmed tarafından tekrar Osmanlı kontrolü altına alındı. Osmanlı döneminde bölgedeki en önemli olaylardan biri Marmaris'ten başlatılan Rodos'a karşı Kanuni Sultan Süleyman tarafından başlatılan seferlerdi.

Özalp, "Tabletin, şehre hizmet eden birini onurlandırmak için yazılmış olması ve kişiye teşekkür etmek için bir heykelin yanına yerleştirilmiş olması mümkün olabilir" dedi ve tabletin kesin tarihinin müze uzmanları tarafından yapılacak analizlerle belirlenebileceğini söyledi.

TANRILARIN BİNEĞİ GARUDA

Derleyen & Çeviren: A.Kara
A, mitoloji, Hint mitolojisi, Budizm, Hinduizm, Amrita, Garuda, Tanrı Garuda, Tanrıların bineği, Vişnu'nun bineği, Hint efsaneleri, Vinata, Kashyapa, Nagalar, Anzu, Zu, Mahabharata, TANRILARDAN ÖLÜMSÜZLÜK İKSİRİ AMRİTA'YI ÇALAN KUTSAL KUŞ GARUDA

Kutsal kuş Garuda, Hindu panteonundaki en ilginç figürlerden biridir. Yarı insan ve yarı kuş olan Garuda (tanrının kendisi değil) yılanların düşmanıdır (Nagalar).

Garuda cesareti sembolize ederken Vedaların kutsal öğretilerini ve onları okuyanların yıldırım gücü eşliğinde bilgelik kanatları üzerinde taşınmasını temsil eder.

Garuda gökyüzünde uçarken kanatlarının Vedaların ilahilerinin seslerini çıkardığına inanılıyor.

Benzer mitolojik yaratıklar diğer ulusların inançlarında da bulunabilir. Bir Babil / Sümer efsanesi insan gibi iki bacağı ile yürüyebilen dev bir aslan başı olan yarı insan ve yarı kuş bir yaratıktan bahseder. Anzu / Zu adlı bu yaratık tanrıların elçisidir ve bilgedir.

Slav folkloruna göre Ateşkuş güneş gibi parıldayan tüylere ve kristal gibi parlayan gözlere sahip bir yaratıktı. Roma, Yunan veya Mısır mitolojileri, Güneş, ölümsüzlük, yeniden doğuş, diriliş ve ebedi yaşamın sembolü olan efsanevi bir ateş kuşu olan Phoenix hakkında konuşur. Bu efsanevi yaratığın Çin ve Japonya'da da benzerleri vardır.

GARUDA'NIN DOĞUŞU, HİNDUİZM VE BUDİZM'DEKİ ÖNEMİ
Hindistan'ın büyük destanı Mahabharata'ya göre Garuda bir yumurtadan doğdu ve her çağın sonunda tüm dünyayı yok eden devasa kozmik felaketi başlatmak için güçlü ve son derece parlak bir ışık olarak göründü.

Garuda'nın sınırsız gücünden korkan Devalar, kendisini beden ve enerji bakımından küçültmesi için ona yalvarınca Garuda da onların dualarına kulak verdi.

Efsaneye göre Garuda öylesine büyüktü ki herkes onu ateş tanrısı Agni ile karıştırıyordu.

Garuda en sık şekilde, altın kanatları, keskin pençeleri ve gagasında bir yılan tutan insansı bir yaratık olarak tasvir edilir. Hindu ve Budist mitolojisine göre kanatlarının hareketi bir fırtınaya yol açtı; tüylerinin parlaklığı o kadar güçlüydü ki güneşin parlamasını bile gölgede bıraktı. Garuda'nın kanatları o kadar büyüktü ki birkaç mil boyunca uzanabiliyordu ve kanatlarının çırpılması, gökleri karartan ve evleri tahrip eden kasırga benzeri rüzgarlar yaratmaya yetiyordu.

Gücünü ihtiyaç duyduğu kadar arttırma yeteneğine de sahipti.


GARUDA'NIN ANNESİNİN ESARETİ
Garuda bilge Kashyapa ve kuşların annesi Vinata'dan doğdu. Kashyapa ayrıca bin yılanı (bugün dünyada yaşayan tüm yılanların ataları) doğuran Vinata'nın kız kardeşi Kadru ile evlendi. Bir gün, Vinata ve Kadru, Süt Okyanusu'nun çalkalanması sırasında ortaya çıkan yedi başlı uçan at olan Uchchaihshravas'ın kuyruğunun rengiyle ilgili önemsiz bir iddiaya girdiler. Kadru atın kuyruğunun siyah olduğunu iddia ederken Vinata beyaz olduğuna ikna olmuş.

Kadru'nun aldatması sonucunda Vinata bahsi kaybedince Kadru'nun kölesi olurken o ve yılan oğulları tarafından çok kötü muamele gördü.

ÖLÜMSÜZLÜK İKSİRİ AMRİTA'NIN ÇALINIŞI
Annesinin bu küçük düşürücü tutsaklıkta acı çekmesini durdurmaya çalışan Garuda, yılanlara gitti ve annesinin özgürlüğünü satın almak için onlara ne vermesi gerektiğini sordu.

Nagalar, annesini serbest bırakmak için tanrıların okyanusun derinliklerinden cesurca ele geçirdiği Ölümsüzlük Nektarı'nı (Amrita) getirmesi gerektiğini söylediler.

Garuda, devaların iksiri tüm gökyüzünü kaplayan bir ateş, keskin dönen bıçaklar ve iksirin yanındaki koruyucu bir şekilde yerleştirilmiş iki büyük zehirli yılanla fanatik olarak koruduğundan bunun başarılması zor bir görev olacağını biliyordu.

Ancak kuşların güçlü kralı korkmadı. Hepsini yendi ve Amrita'nın depolandığı ve korunduğu bölgeye girdi. Ağzındaki Amrita kabı ile doğrudan annesini kontrolünde tutan Nagalara doğru yöneldi.

Sonra aniden her şeyi koruyan, en yüksek ilahiyatlardan biri olan, genellikle mavi derisi ve dört koluyla tasvir edilen büyük Hindu tanrısı Vişnu (Vishnu) karşısında belirdi. Birbirlerine karşılıklı olarak söz verdiler ve Vişnu, Amrita'nın kabından içmeden Garuda'ya ölümsüzlük sözü verdi. Garuda ise Vişnu'ya özel bineği olarak hizmet vermeyi kabul etti.

Garuda ileride İndra ile karşılaştı ve ona iksiri Nagalara ulaştırdıktan sonra ilahi amrita'nın İndra'nın eline geçmesini sağladığından emin olacağını söyledi. İndra da Garuda'ya yılanları yiyecek olarak vereceğine söz verdi.

Nagaların topraklarına ulaşan Garuda, iksiri içeren kabı çimlerin üzerine koydu ve hemen annesi Vinata'yı serbest bırakmalarını ve amritaları içmeden önce gerekli dini törenleri yapmalarını istedi. Nagalar ayinlerle meşgulken İndra hızlıca geldi ve amrita dolu kabı aldı. Yılanlar geri döndüklerinde iksirin ortadan kaybolduğunu ve yere dökülen amrita damlalarını yalamaya çalıştıkları sırada kabın orada olmadığını görünce şok oldular. Efsane yılanların (nagalar) dillerinin bu şekilde ikiye bölündüğünü söylüyor.

Garuda görevi yerine getirdiğinde ve amrita tanrılara döndüğünde Vişnu’ya verdiği sözü yerine getirmek zorunda kaldı. O andan itibaren Garuda, Vişnu ile yakından ilişkili oldu ve Vişnu'ya ek olarak karısı Lakshmi de Garuda'yı binek kuşu ('vahana') olarak kullandı.

TANRIÇA SERKET (SELKİS)

Derleyen & Çeviren: A.Kara
A, mitoloji, din ve mitoloji, mısır mitolojisi, Serket, Akrep tanrıça, Kötülük yapanları cezalandıran akrep tanrıça, Serqet, Selkis, Yarı akrep tanrıça, Zehirden koruyan tanrıça, Antik Mısır, Mısır Tanrıçaları, Kanopik ZEHİRLİ ISIRIKLARI İYİLEŞTİREN VE KÖTÜLÜK YAPANLARI CEZALANDIRAN AKREP TANRIÇA

Eski Mısır inancında Serket (Serqet, Selkis) hayatın soluğunu (nefes) kontrol ediyor, doğru işleri onaylayıp korurken, ölümcül yılan ve akrep ısırıklarını iyileştiriyor ve kötülük yapanları cezalandırıyordu.

Akrep veya bir kadın başı ve gövdesiyle bir akrep, hatta bazen başında akrep olan bir kadın olarak tasvir edildi. Akrep, M.Ö. 3100 civarındaki Erken Hanedanlar Dönemi'nin başlangıcında en eski insan yerleşim alanlarındaki Mısır eserleri üzerinde ortaya çıkan bir semboldür.

Yavrusunu korumakla ünlü olan akrep ile güçlü bir ilişki içinde olan Serket, anneliğin güçlü korumacı yanını ve çocukların beslenmesini sembolize ediyordu. Bu yönüyle, Horus'u çocukluğu boyunca kaos tanrısı Seth'ten koruyan Mısır tanrıçası İsis'le karıştırılıyordu.

Genel olarak yardımsever ve koruyucu bir tanrı olarak görülen Serket'e “Cennetin Hanımı”, “Kutsal Toprakların Hanımı”, “Güzel Çadırın Hanımı”, “Güzel Evin Hanımı” gibi farklı ve güzel sıfatlar verildi. Fakat inanışa göre bu tanrıça onaylanmadığı veya insanlarca onaylanmayacak kötü eylemler gerçekleştirenleri gerektiğinde cezalandırıyordu.

Eski Mısırlılar, Serket'in yılanlar ve akrepler, hatta onların zehirli, ölümcül ısırıkları üzerinde gücü olduğuna inanıyordu, böylece kötülük yapanlara acı çektirebiliyor, akrep sokmaları ve yılan ısırıklarından muzdarip olanları tedavi edebiliyordu.

Serket yılan ısırıklarını tedavi edebildiği için eski Mısır'da kötü yılan-tanrı olarak bilinen şeytani bir yılan figürü olan Apep (veya Apophis)'e karşı canlıları koruyan tanrıça olarak da biliniyordu. Yani Serket ayrıca yılana karşı mücadelede de rol oynuyordu.


Tabut Metinleri 752 tılsımında ölen kişi şöyle der: "Serket-Hetyt'in sanatında yetenekliyim; bu yüzden Apophis’i uzaklaştıracağım."

Piramit metinlerinde ölen kralın tabutunda yazanlar da Serket'in koruyucu rolünü kanıtlıyor (PT 1375): "Annem Isis, hemşirem Nephthys… arkamda Neith ve önümde Serket…”
Diğer üç tanrıça Nephthys, Isis ve Neith ile birlikte Serket, vefat eden kişinin vücudunu ve hayati organlarını koruyordu.

Organlar geleneksel olarak kanopik (Antik Mısır'da insanlar mumyalanırken iç organların konulduğu kaplardır) kavanozlarda saklanır ve 'Horus'un Dört Evlatı' olarak adlandırılan dört küçük tanrı tarafından korunurlardı.

Bunlardan biri akciğerleri koruyan ve Neftis'in (Nephthys) koruması altında olan maymun başlı Hapi (Hapy) idi. Ayrıca karaciğeri Isis tarafından korunan insan başlı Imsety, mideyi genellikle Neith (Nit) tarafından korunan çakal başlı Duamutef ve bağırsakları genellikle Serket tarafından korunan Qebehsenuef koruyordu.

Kavanozlar dört koruyucu tanrıça olan Isis, Nephtys, Neith ve Serket ile tanımlanıyordu.

Bu ilahın şerefine yükseltilmiş çok tapınağı yoktu ancak birçok toplulukta ona ibadet eden çok sayıda rahip vardı. Ona ilk başta Delta'da ibadet edildi, ancak ünü toprakların ötesine, Djeba (Edfu) ve Per-Serqet'te (Pselkis, el Dakka) bulunan tarikat merkezlerine kadar yayıldı.

Eski Mısırlılar, akrep tanrıçasına saygı göstererek kendilerini tüm zehirli yaratıklardan koruyabileceklerine inandılar.

Görünüşe göre bu tanrıça sihir ile de ilişkiliydi çünkü onun akrep ve yılanların zehirli ısırıklarıyla mücadele eden sihirli tıp pratisyenlerinin lideri olduğunu doğrulayan birçok büyülü tılsımı vardı.

Kaynaklar: Hart, G. A Dictionary of Egyptian Gods and Goddesses

SU RUHU VODYANOİ (VUDAŞ)

Derleyen & Çeviren: A.Kara
A, mitoloji, İskandinav mitolojisi, Slav mitolojisi, Su ruhu Vodyanoi, Vodyanoi, Slav efsaneleri, İskandinav efsaneleri, Suyun ruhu, Kötü ruh, Eski inanışlar, Antik efsaneler,

ANTİK SLAV İNANIŞINDAKİ SU RUHU "VODYANOİ"
Eski inançlarda gizemli ve güçlü ruhlar bölgeleri kontrol ediyorlardı ve şimdikinden daha fazla insani niteliklere sahiplerdi. Tehlike derecesine bağlı olarak kişiler onlara kötü ya da iyi bir nitelik kazandırmıştır.

Doğaüstü güçlerin temsilcilerinden biri suyun ruhu (özü) idi.

Eski Slav inancındaki Vudaş (Vodyanoi) isimli erkek su ruhu, suyu kıskançlıkla koruyan ve ona saygısızlık edenleri affetmeyen bir iblistir. İnanışa göre doğularak öldürüldükten sonra su cinine dönüşen bu varlık suçlu olanları boğabilir veya ciddi şekilde sakat bırakabilirdi. Ayrıca kendi alanına yaklaşanlar ile dalga geçmeyi de seviyordu.

O, sulak alanların koruyucusudur ve suda boğulan insanların ve hayvanların ruhlarını izler.

Bölgeye bağlı olarak çeşitli isimler altında bilinmektedir. Rusya'da, "Vodyanoi" ("Su-Dedesi"), Polonyalı eşdeğeri Wodnik (Vodnik) ve Slavların yaşadığı diğer bölgelerde benzer isimlerle bilinir. Bununla birlikte davranışları, görünüşü ve kökeni oldukça farklıdır.

VODYANOİ GÖRÜNÜMÜNÜ DEĞİŞTİREBİLİR AMA ASLA SEVİMLİ VEYA GÜZEL DEĞİLDİR
Şekil değiştirme ustası Vodyanoi nadiren güzel ve hatta sevimli olarak tasvir edilir. Bazen uzun yeşilimsi veya beyaz sakalı (genellikle ıslak, karışık sakalı), kurbağa yüzlü, uzun saçlı, yaşlı, çıplak bir adam olarak görünür. Diğer kılık değiştirmelerde ise bir hayvan, bir çocuk veya bir cüce olabilmektedir.

Çocukken vücuda göre orantısız şekilde büyük bir kafası vardır. Bazen kocaman ayak parmakları, pençeleri, boynuzları, balık kuyruğu ve insan yüzünde yanan gözleri olan bir yaratıktır. Bazen ise Vodyanoi yosun ve balçık kaplı bir gövdeye sahiptir, hatta yosun kaplı bir balık ve uçan bir ağaç gövdesi gibi göründüğüne dair inanışlar bile mevcuttu.

Sualtı krallığı onun merkezidir. Nehirlerde, göllerde, göletlerde, kuyularda, su birikintilerinde ve değirmenlerin yakınında yaşar ancak deniz suyuyla ilişkili değildir çünkü deniz suyu onun için ölümcül derecede tehlikelidir.

VODYANOİ'NİN KÖTÜ DOĞASI
Bütün su tanrıları yardımsever değildi; birçoğu güçlerini zarar vermek için kullanırdı. Slav su ruhlarından biri olan Vodyanoi'nin aşırı derecede kötü niyetli olduğu biliniyordu ama aynı zamanda yardımsever olduğu da oldu. Denizcilere güvenli seyahat etmeyi garanti etti ve onlara iyi balık avları sağladı. Ancak kızdırılırsa eski balıkçıların da inandığı gibi onları suların altına sürüklüyor ve kurbanlarını dalgalar altındaki kristal meskeninde köle olarak kullanıyordu. Sinirli olduğunda barajları ve su değirmenlerini imha ediyordu.

Bir inanışa göre öğlen vakti veya gece yarısı banyo yapanları bile boğuyordu. Boğulan kurbanların cesetlerinin üzerindeki koyu izlerin şeytani ruhla mücadelelerinden kaynaklanan çürükler olduğuna inanılıyordu.

Boğulan bir bedeni almanın ruhu kızdırdığı düşünülürdü çünkü ganimetini korumak istiyordu. Gün ışığından hoşlanmıyordu ancak bazı inançlara göre köylülerin arasında gezinip onlardan biri gibi davranabilirdi ve gerçek doğası paltosunun sol tarafından akan su ile kolayca açığa çıkardı.

Aksi takdirde suların efendisi Vodyanoi sadece gece boyunca gün boyu ortaya çıkan pusuda gizlenirdi. Suda iken inanılmaz bir güce sahipti ancak karada iken çok zayıftı.

Eski insanlar suda olan biten herşeyin Vodyanoi'nin isteğiyle yapıldığına inanıyordu.

Kaynak: Giants, Monsters and Dragons., Carol Rose (2001), Norton & Company, p. 384. ISBN 9780393322118.

KADINLARA İLİŞKİN 10 TARTIŞMALI AYET

Yazan & Çeviren: A.Kara
A,din, islamiyet, Kur'an'da kadın, İslam'da kadın, Erkek kadından üstündür, Kadının şahitliği, Kadınlarla ilgili hadisler, İslam'da evlilik, İslamda cariyelik, Cariyelerle ilişki, Kur'an'da dayak, Çocuk gelin,Evlenme yaşı ,

1) Adam karısı ile toprağı sürer gibi birlikte olur.

Bakara Suresi 223.Ayet (Diyanet meali): "Kadınlar sizin ekinliğinizdir; ekinliğinize hangi taraftan isterseniz oradan varın. Kendiniz için de önceden hazırlık yapın. Allah’tan sakının ve bilin ki O’na kavuşacaksınız. Müminleri müjdele."

Çeşitli şekillerde zorlama farklı yorumlamalarla anlamı değiştirilmeye çalışılan bu ayet açık bir şekilde cinsel ilişki pozisyonundan bahsetmektedir. Aşağıdaki hadis de bu konuya ışık tutmaktadır:

"Cabir (Allah ondan razı olsun) Yahudilerin şöyle dediğini açıkladı:
Bir erkek karısı ile vajinadan cinsel ilişkiye girdiğinde, fakat bunu yaparken kadının arkasında olduğunda çocuk şaşı olacak. Bu yüzden de bu ayet geliverdi: "Kadınlar sizin tarlanızdır; tarlanıza hangi taraftan isterseniz oradan varın"
[Sahih-i Muslim, Kitap içi referans: 16, Hadis 138, Referans: Hadis 1435a, İlgili Kur'an ayeti: Bakara 223]

2) Erkek kadından bir derece üstündür.

Bakara Suresi 228.Ayet (Diyanet meali): "Boşanan kadınların kendileri üç âdet görünceye kadar beklerler. Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorlarsa, Allah’ın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri onlara helâl olmaz. Eğer taraflar arayı düzeltmeyi istiyorlarsa kocaları, onları kendilerine geri çevirme hususunda başkalarından daha ziyade hak sahibidirler. Kadınların, mâkul ve meşrû ölçülerde ödevlerine denk hakları vardır; erkeklerin ise onların üzerinde bir dereceleri mevcuttur. Allah izzet ve hikmet sahibidir."

Burada cinsiyet eşitsizliği teolojik bir bağlamda ortaya çıkmaktadır. Aşağıdaki hadis cehennem sakinlerinin çoğunluğunun kadın olduğunu, çünkü kocalarına karşı nankör ve kaba olduklarını göstermektedir. Fakat kocaların sadakatsizliği veya kabalığı hakkında bir ifade yoktur.

"Abdullah bin Abbas anlatıyor:
...Peygamber daha sonra, “Güneş ve ay Allah'ın belirtileri arasındaki iki işarettir ve birisinin ölümü ya da doğumundan dolayı batmazlar, bu nedenle güneşin battığını gözlemlediğinizde Allah'ı hatırlayın (Güneşin batışı için dua önerisi)." Onlar (insanlar), “Ey Allah'ın Elçisi! bir şey almak için elinizi uzattığınızı, sonra da geriye doğru adım attığınızı gördük.” dediler.
"Cenneti gördüm ve bir demet (üzüm) koparmak için elimi uzattım, eğer onu kopardıysam bu dünya var olduğu sürece onu yerdiniz. "Cehennem Ateşi"ni gördüm ve daha önce hiç böyle korkunç bir manzara gördüm ve cehennem sakinlerinin çoğunun kadın olduğunu gördüm."
Halk, “Ey Allah'ın Elçisi! Bunun sebebi nedir?” diye sordu.
"Nankörlüklerinden dolayı" diye yanıtladı.
“Allah'a mı inanmıyorlar?” diye soruldu.
“Onlar kendilerine yapılan iyiliklerden dolayı kocalarına müteşekkir değiller ve nankörler. Hayatınız boyunca onlardan birine iyi davransanız bile sizden biraz sertlik gördükleri zaman “senden herhangi bir iyilik görmedim" diyeceklerdi." dedi."
[Sahih-i Buhari, Hadis 5197, Kitap içi referans  Kitap 67, Hadis 131]

3) Erkek mirastan kadına göre 2 kat fazla pay alır.

Nisa Suresi 11.Ayet (Diyanet meali): "Allah size, çocuklarınız hakkında erkeğe, iki kadın payı kadar (vermenizi) emreder. İkiden fazla kadın iseler bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer yalnız bir kadınsa yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, ana-babasından her birinin mirastan altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da ana-babası ona vâris olmuşlarsa anasının hakkı üçte birdir. Ölenin kardeşleri varsa anasının payı, vasiyetten ve borçtan sonra altıda birdir. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin fayda bakımından size daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Bunlar Allah tarafından konmuş paylardır; şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir."

4) 2 Kadının şahitliği 1 erkeğin şahitliğine denktir.

Bakara Suresi 282.Ayet (Diyanet meali): "Ey iman edenler! Belirlenmiş bir zamana kadar bir borç ilişkisi kurduğunuzda bunu yazın. Aranızdan bir kâtip bunu adaletle yazsın. Kâtip Allah’ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan geri durmasın. Artık o yazsın, borçlu da yazdırsın; rabbi olan Allah’tan korksun ve borçtan hiçbir şeyi eksik bırakmasın. Eğer borçlu akılca zayıf veya eksik yahut kendisi yazdıramaz durumda olursa velisi adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki şahidi de tanık tutun. Şahitler iki erkek olmazlarsa, rıza göstereceğiniz şahitlerden bir erkekle -biri yanılırsa diğerinin ona hatırlatması için- iki de kadın olsunlar. Çağrıldıklarında şahitler gelmezlik etmesinler. Borç küçük olsun büyük olsun vadesini belirterek onu yazmaktan üşenmeyin. Böyle yapmanız Allah katında daha adaletli, şahitlik için daha destekleyici ve şüpheye düşmemeniz için daha uygundur. Borç ilişkisinin, aranızda alıp vererek bitirdiğiniz peşin ticaret olması müstesnadır; onu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Alış veriş yaptığınızda şahit tutun. Kâtip de şahit de zarar görmesin. Eğer bunu yapar da zarar verirseniz şüphesiz bu sizin yoldan çıkmanız demektir. Allah’tan korkun, Allah size öğretiyor, Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir."

Bu hadis Bakara 282'deki kadınların şahitliği ile ilgili her türlü belirsizliği ortadan kaldırıyor:

"Ebu Said El-Hudri: Peygamber "Bir kadının şahitliği bir erkeğin yarısına eşit değil mi?" Dedi. Kadınlar "Evet" dediler. Dedi ki, "Bunun nedeni kadının aklındaki eksikliktir."
[Sahih-i Buhari, Dar-us-Salam referansı Hadis 2658, Kitap içi referans Kitap 52, Hadis 22]

5) Bir kadının eski kocası ile tekrar evlenebilmesi için başka bir erkekle evlenip ilişkiye girmesi ve sonrasında bu ikinci adamın onu boşaması gerekir.

Bakara Suresi 230.Ayet (Diyanet meali): "İkinciden sonra koca eşini bir daha boşarsa, bundan sonra kadın, boşayandan başka bir koca ile evlenmedikçe ona helâl olmaz. İkinci koca da onu boşarsa, birinci kocası ile bu kadının, Allah’ın kurallarına riayet edeceklerini zannederlerse, tekrar evlilik hayatına dönmelerinde bir sakınca yoktur. Bunlar Allah’ın kurallarıdır, bilmek isteyenler için onları açıklamaktadır."

Görüldüğü gibi kadının kocası ile tekrar evlenmesine izin verilmiyor, öncesinde başka bir adamla evlenip birlikte olması ve o adamın onu boşaması şartı koşuluyor. Neden ikinci bir evlilik eski kocaya dönmek için gerekli bir basamak olarak şart koşulsun ve bir çözümmüş gibi sunulsun?

6) Köle kızlar, sahipleri için cinsel mülktür.

Nisa Suresi 24.Ayet (Diyanet meali): "Elinizin altında bulunan câriyeler müstesna, evli kadınlar da size haram kılındı; Allah’ın size emri budur. Bunlardan başkasını, iffetli yaşamak ve zina etmemek kaydıyla, mallarınızla (mehir ile) istemeniz size helâl kılındı. Onlarla karı-koca ilişkisi yaşamanıza karşılık kararlaştırılmış olan mehirlerini verin. Mehir kesiminden sonra karşılıklı anlaşmanızda size günah yoktur. Şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir."

Saygı duyulan geleneksel bir yorumcu ve bilgin olan Mevdudi (d. 1979) ayet yorumunda Müslüman savaşçıların kocaları hala hayatta olan köle kadınlarla (cariye) bile evlendiklerini ve bunun yasal olduğunu söyler:

Mevdudi, Cilt. 1, Sayfa. 319
"Başkalarının eşi olan evli kadınlar yasaktır, eline düşenler hariç (Savaş esirleri, cariyeler)"

Ama kocalar karılarıyla birlikte esir düşerse ne olur? Mevdudi, Müslümanların onlarla evlenemeyebileceğini söyleyen bir hukuk ekolünden bahsediyor ancak diğer iki ekol esir kocalarla eşleri arasındaki evliliğin bozulduğunu söylüyor (not 44).
Peki neden bu zulüm üzerine bir tartışma başlarda ortaya çıkıyor? Savaş mahkumları ile tutsakları arasında evli olsun olmasın, evlilik yapılmamalıdır. Esasında kadın esirlerle Müslümanların üst düzey yöneticileri arasında bir cinsel birliktelik olmamalıdır. İslam bu şekilde çaresiz durumda olan kadınlara karşı büyük bir ahlaksızlığa izin vermiş oluyor. Bunu kınayabilirsiniz ancak yine de Allah buna razı olur çünkü Kur'an öyle diyor.
Hadis, Müslümanların cihatçıların evli olsun olmasın esir düşen kadınlarla gerçekten seks yaptığını göstermektedir. Sonraki hadiste Humus savaş ganimetinin beşte birinden bahseder. Muhammed'in kuzeni ve damadı olan Ali rahatlatıcı bir banyodan yeni çıkmıştı. Niye? Hadise bakınız:

Bureyda anlatıyor: "Peygamber Humus ganimetini getirmesi için Halid'i Ali'ye gönderdi ve ben Ali'den nefret ettim çünkü Ali banyo yapmıştı (Humus'tan köle bir kızla cinsel ilişki sonrası). Ben Halid’e “Bunu görmüyor musun (yani Ali'yi)?” dedim. Peygamberin yanına vardığımızda ona bundan bahsettim. "Ey Bureyda! Ali'den nefret mi ediyorsun?" dedi. Evet dedim." "Ondan nefret mi ediyorsunuz, çünkü o Humus'ludan daha fazlasını hak ediyor" dedi."
[Sahih-i Buhari, Hadis 4350, Kitap içi referans  Kitap 64, Hadis 377]

Aynı kaynaktan çıkan hadis Muhammed'in köle kadınlarla da yakın olduğunu gösteriyor:

Ayşe anlatıyor: "Hz. Peygamber bu Kutsal Ayeti okuduktan sonra (Mümtehine Suresi 12.Ayet) kadınlardan bağlılık sözü alır. Allah'ın elçisinin eli o kadının dışında hiçbir kadın eline dokunmadı, sağ eli ile ele geçirdikleri hariç (yani esirleri veya kadın köleleri)."
[Sahih-i Buhari, Hadis 7214, Kitap içi referans  Kitap 93, Hadis 74]

7) Bir erkek dört kadınla evlenebilir.

Nisa Suresi 3.Ayet (Diyanet meali): "Yetimlerin hakkına riayet edemeyeceğinizden korkarsanız, beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın. Haksızlık etmekten korkarsanız tek kadın veya mülkiyetinizde bulunan câriye ile yetinin; bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır."

'Beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikahlayın' maddesi bir savaştan sonra yakalanan köle kadınları ifade eder. Erkekler onlarla 'evlenebilir' çünkü köleler özgür kadınlar kadar masrafa neden olmazlar. Bu da "dört eş" üzerindeki sınırın yapay olduğu anlamına gelir. Erkekler istedikleri kadar köle kızla cinsel birliktelik-evlilik yapabilir.

Mevdudi ayeti şöyle ifade eder:

“Birden fazla kadına ihtiyacınız varsa, ancak özgür insanlar arasından seçtiğiniz eşinize adaletli davranamayacağınızdan korkuyorsanız bu durumda daha az sorumluluğu olan köle kızları tercih edebilirsiniz (Bkz. Nisa Suresi 24.Ayet). Bununla birlikte, Muhammed damadı Ali için çok eşliliğe izin vermeyecekti çünkü fazladan bir eş Hatice tarafından Muhammed'in ilk kızı Fatima'ya zarar verecekti. Çünkü Fatima (Fatma) Ali ile evliydi."
[Sahih-i Buhari, Hadis 5230, Kitap içi referans  Kitap 67, Hadis 163]

8) Bir koca, arzu etmediği eşlerden birinden kurtulabilir.

Nisa Suresi 129.Ayet (Diyanet meali): "Ne kadar üzerine düşseniz de kadınlar arasında âdil davranmaya güç yetiremezsiniz; bari birine büsbütün kapılıp da diğerini askıda imiş gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir ve Allah’a itaatsizlikten sakınırsanız bilin ki Allah çok bağışlayıcıdır, engin rahmet sahibidir."

Mevdudi bu ayeti şöyle yorumlar [Cilt. 1, Sayfa. 383-84, Not 161]:
"Allah, kocanın kelimenin tam anlamıyla iki veya daha fazla eş arasındaki eşitliği koruyamayacağını açıkça belirtti çünkü kendileri her bakımdan eşit olamazlar. Bir kocadan güzel bir eşe ve çirkin bir eşe, genç bir eşe ve yaşlı bir eşe, sağlıklı bir eşe ve yararsız bir eşe eşit bir muamele göstermesini istemek çok fazla. Bu ve benzeri şeyler doğal olarak kocanın bir eşe daha fazla meyillenmesini etkiler.
Bu da bir erkeğin eşlerinin hepsine eşit muamele gösterememesinin kaynağı olduğu anlamına gelir. Biri güzel, diğeri çirkin gibi. Bu durumda Allah eşlerindeki değişen bu şartlar altında bir erkekten insanüstü bir gücü nasıl talep edebilir? (Tüm kadınları aynı anda memnun edebilmek)

Bu gibi durumlarda İslam hukuku şefkat ve sevgi içinde onlar arasında eşit muamele talep etmez. Talep ettiği şey bir kadının kocası olmayan bir kadın konumuna pratik olarak indirgenmesi nedeniyle ihmal edilmemesi gerektiğidir. Eğer kocası herhangi bir sebeple veya kendi isteği üzerine onu boşanmazsa en azından yine de karısı olarak görülmelidir. Bu şartlar altında kocanın doğal olarak en sevdiği karısına doğru eğilimli olduğu doğrudur, ancak diğer bir deyişle diğer kadınları karıları değil gibi bir gerginlik durumunda tutmaması gerekir."

9) Kocalar baş kaldırmasından endişe ettikleri eşlerine vurabilirler.

Nisa Suresi 34.Ayet (Diyanet meali): "Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılmasına bağlı olarak ve mallarından harcama yapmaları sebebiyle erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudurlar. Sâliha kadınlar Allah’a itaatkârdırlar. Allah’ın korumasına uygun olarak, kimsenin görmediği durumlarda da kendilerini korurlar. (Evlilik hukukuna) baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve onları dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür."

Bu hadis Muhammed zamanında Müslüman kadınların evlilik yasalarını karıştırmama bağlamında aile içi şiddete maruz kaldıklarını söylüyor:

“İkrime anlatıyor:  Rifâa karısından boşandı sonra da Abdurrahman b. Zübeyr el-Kurazî onunla evlendi. 'Hz.Ayşe, kadının yeşil bir örtü takarak yanına geldiğini ve ona kocasının uyguladığı şiddetten dolayı yeşile dönen yerlerini göstererek şikayet ettiğini söyledi. Birbirlerini desteklemek kadınların alışkanlığıydı, bu yüzden Allah'ın elçisi geldiğinde Ayşe ona “İnanan kadınlar kadar acı çeken bir kadın görmedim. Bak! Teni kıyafetlerinden daha yeşil!” dedi."
[Sahih-i Buhari, Hadis 5825, Kitap içi referans  Kitap 77, Hadis 42]

Bu hadis ise Muhammed'in çocuk yaşta onunla evlendirilen Ayşe'ye vurduğunu gösteriyor:

"Muhammed b. Kays dedi ki (insanlara): Size yetkim ve annemin yetkisi hakkında (Kutsal Peygamberin bir hadisini) söylememeli miyim? Biz, onu doğuran annesini kastettiğini düşündük. O (Muhammed B. Kays) daha sonra bunu anlatanın 'Hz. Ayşe' olduğunu bildirdi: Size kendim ve Allah'ın elçisi hakkında bilgi vermeli miyim? diye sordu. Evet dedik. Dedi ki: Allah'ın resulünün geceyi benimle geçirme zamanı geldiğinde (sıram geldiğinde) kendi tarafına döndü, mantosunu giydi, ayakkabılarını çıkardı ve ayaklarının yanına koydu, şalını yatağına aldıktan sonra uyuduğuma inanana kadar uzandı. Mantosunu yavaşça tuttu ve yavaşça ayakkabılarını giydi, kapıyı açtı, dışarı çıktı ve hafifçe kapattı. Başımı örttüm, peçemi taktım ve bel sargıcımı sıktım ve Baki'ye ulaşana kadar adımlarını izledim. Orada durdu ve uzun süre ayakta dikildi. Sonra üç kez ellerini kaldırdı, sonra geri döndü ve ben de geri döndüm. Adımlarını hızlandırınca ben de adımlarımı hızlandırdım. Koştu ve ben de koştum. O geldi (eve) ve ben de (eve) geldim. Eve ondan önce geldim ve yatağa uzanırken O (Kutsal Peygamber) eve girdi ve şöyle dedi: Ayşe neden nefesin kesildi? 'Hiçbir şey yok' dedim. Dedi ki: Söyle ya da beni bilgilendir. 'Allah'ın Elçisi, anam babam sana kurban olsun dedim ve sonra ona tüm hikayeyi anlattım. Dedi ki: Önümde gördüğüm karanlık senin gölgen miydi? 'Evet' dedim. Bana acı veren bir şekilde göğsüme vurdu."
[Sahih-i Muslim, Kitap içi referans  Kitap 11, Hadis 132, referans  Hadis 974b]

10) Yaşlı erkeklerin ergenliğe girmemiş kızlarla evlenmesine izin verilir.

Talak Suresi 4.Ayet (Diyanet meali): "Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlarla, henüz âdet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Hamile olanların bekleme süresi ise, doğum yapmalarıyla sona erer. Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir."

Mevdudi, boşanma bağlamında görünen 4. ayetin sade anlamını doğru bir şekilde yorumlamaktadır:

Mevdudi, Cilt. 5, Sayfa. 620, Not 13:
"Henüz adet görmemiş olan kızların bekleme süresinden bahsetmek sadece erkeğin bu yaştaki kızdan kurtulmasına (boşanmasına) izin verilmediğini aynı zamanda kocanın onunla olan evliliğini devam ettirmesine izin verildiğini açıkça göstermektedir. Şimdi, açık bir şekilde, hiçbir Müslüman Kuran'ın izin verdiği bir şeyi yasaklama hakkına sahip değildir."

Ergenliğe girmemiş kızlardan boşanmak, onlarla evlenildiği anlamına gelir. Evlenmediğin biriyle boşanamazsın değil mi? Öyleyse ergenliğe girmemiş kızların babaları onları veriyor ve yeni kocalarının onlarla evlenmelerini sağlıyor olabilir."
(Arap kültüründe kız çocuklarının eşe-dosta evlenmeleri için verildiğini kaynaklardan biliyoruz).

Tüm bunlara bakıldığında Diyanet veya bir hoca tarafından "9 yaşındaki kızla evlenilebilir dendiğinde" kimse şaşırmamalıdır çünkü hem Arap gelenek ve kültürü hem de Kur'an buna açık kapı bırakmakta ve onaylamaktadır.



TUHAF BİR JAPON AYİNİ : HİNA MATSURİ

Yazan: A.Kara
A, din, Şintoizm, Japon ayinleri, Şinto ayini, Şinto geleneği, Şintoizm geleneği, Eski Japon geleneği, Japon oyuncak bebek, Hina Matsuri, Kötülüğü def etme, Oyuncak bebekler ve ruhlar

HİNA MATSURİ FESTİVALİ
Hina Matsuri festivali bize ve farklı kültürden birçok insana göre oldukça değişik bir manzaradır. Çünkü bu festivalde okyanusa doğru sürüklenmekte olan teknelerde oturan kırmızı ve sarı kimono giymiş çeşitli şekillerde bin oyuncak bebek görüyorsunuz.

Peki Japonlar neden bu festivali her yıl 3 Mart'ta kutluyorlar?

Hina Matsuri festivali dekoratif sanat ve sosyal anlam birliğini temsil etmektedir.
Miras ve geleneğini korumaya oldukça düşkün bir ülke olan Japonya, eski bir Şinto ayini olan Hina Nagashi (bebek yüzdürme) adlı töreni hala uygulamakta ve yaşatmaktadır. Eski Japon inanışlarına göre talihsizlikler el yapımı bir oyuncak bebeğe aktarılabilirdi. Eğer bırakıldıktan sonra bebek bir nehir veya okyanusun üzerinde batmadan-devrilmeden durursa bütün sıkıntıları ve kötü ruhları alırdı. (Aynı olmasalar da aklıma Yahudilerin günahlarını tavuğa aktardıklarına inandığı Kaparot ayinini getirdi)

Hina Matsuri festivali Japonya'da Oyuncak Bebek Günü veya Kızların Günü olarak bilinir. Japon aileleri her yıl güzel giyimli bebekler hazırlayıp onları dilek ve duaların mesajlarıyla birlikte tahta teknelere yerleştirirler. Japon şehirlerinde bulunan Şinto tapınakları bu ayin için platformlar kurmaktadır.

Şinto tapınağının baş rahibi kötü ruhları yok ettikten sonra küçük, sevimli bebekler tekneyle okyanusa salınır. Bu sırada insanlar ailelerindeki genç kadınların mutluluğu ve sağlığı için dualar eder ve bu bebeklerin kötü şansı engellemesini umuyorlar.

Üçüncü ayın üçüncü günü bu bebekler evlerde misafir ediliyor ve evleri kutsadıklarına inanılıyor. Festival süresince kelimenin tam anlamıyla bebeklerin bedenlerinde ikamet ettiğine inanılan ruhlar gelecek yılın nimetlerini koruyacakları ve güvence altına alacaklarına inanıldığı için eğlendiriliyor ve evlerde misafir ediliyor.

Dışarıdan tuhaf görünen bu ayin Japon halkı için oldukça önemlidir.

Erkeklerin de ayrıca kendi bebek festivalleri vardır. Buna Musha Ningyo (Savaşçı bebekler) denir ve 5 Mayıs'ta kutlanır. Buradaki bebekler Samuray'ın savaş ruhunu somutlaştırmak için kullanılır.

Erkekler için olan festival beşinci ayın beşinci günü yapılıyordu ve "Tango no Sekku" olarak adlandırıldı. Ancak bu gün artık Japonya'da Çocuk Günü olarak kutlanmakta.

Özetle oyuncak bebeklerin dahil olduğu bu ayinler bize hem diğer dinlerde de bulunan iyi-kötü gibi etkileri bir nesneye aktarma inancının özellikle eski Japon halkında ve Şinto'larda yaygın olduğunu hem de uzakdoğu korku filmlerinde neden daha çok "bebek" kullanıldığını, bunların neden iyi-kötü ruhlarla ilişkilendirildiğini daha iyi açıklıyor.