HABERLER
Dini Haber
Aftiel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Aftiel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

İSLAM EVRENSEL MİDİR?

Aftiel, din, islamiyet, İslam evrensel midir?, İslam tüm insanlığı kapsar mı?, Kur'an evrensel midir?, Kur'an'da cinler, Arap inanışında cinler, Marid cini, Cinler
İslamistler İslam dininin her döneme ve bölgeye hitap edebileceğini öne sürerler. Acaba bu iddialarının doğruluk payı ne kadar? Dedikleri gibi evrensel bir kitap mı yoksa 6-7. yy. Arap kültürüne mi ait?

En’am 92. ayete bakacak olursanız Kur’an ın tüm dünyaya hakim olmak gibi bir amacının olmadığını fark edersiniz. Bahsi geçen ayette Kur’anın Mekkeye (oradaki deyim ile şehirlerin anasına) ve çevresine indiği anlatılmaktadır. Eğer Kur’an dedikleri gibi evrensel bir kitap ise Tanrı neden bu kadar yerel bir amaçla konuşmuştur?

Hicab. Yani baş örtüsü veya türban. Bu İslamiyet öncesinde Arapların kullandığı bir kıyafettir. İslamiyetten sonra ise kullanımı erkeklerin kadınları görüp etkilenmemesi için kadınlara zorunlu kılınmıştır(!). Yine Tanrı Arap kültüründen bir ögeyi kullanarak kendi istediğini gerçekleştirmiştir. Üstelik amacını başaramamıştır bile. Tesettür giymenin asıl amacı kadını gösterişten uzak tutmak ve erkeklerden sakınmasını sağlamaktır. Ancak günümüz Müslüman erkeklerinin kızları ve eşleri (Müslüman kadın demedim farkındaysanız çünkü Müslüman kadın diye bir şey yoktur. Müminlerin hanımları ve kızları vardır ki bu da başka bir günün konusu) tesettür takmakla beraber bir kova makyaj malzemesi kullanmaktadır veya sadece baş örtüsü takıp günlük giyilebilecek kot pantolon veya tişört giymektedirler. Bu durumda tesettürlü olmanın ne anlamı kaldı ki?

Diğer bir İslamiyet öncesi Arap kültürü ögesi ise cinlerdir. Bildiğiniz üzere cinler Kur’anda büyük bir yer kaplamaktadır. Ancak onlar da diğer birçok içerik gibi İslamiyet ile birlikte gelmemiştir. İslamiyetten önce de var olan “Marid” vb. Arap mitolojisi varlıklarındandır. Arap mitolojisinde cinler elementlerle özdeşleştirilmiştir. Ancak bu elementler bizim şu anki kullandığımız elementler tabloundakiler değildir elbet. Su, toprak, ateş ve havadır. Marid dediğimiz varlık da su cinidir. Diğer cinlerin arasında en güçlü olan ama en az bulunan cindir. Eğer İslamiyet dedikleri gibi eski cahiliye dönemini yıkıp yerine daha akılcı bir durum getirdiyse dilekleri yerine getirdiklerine inanılan ve varlıklarına dair hiçbir bilimsel kanıt bulunmayan bu varlıkları neden kendi sözleri içerisine sokmuştur?

İslami cezalar da yine eski yüzyıllardan kalma cezalardır. Suçluyu yere yatırıp falakaya tutmak, taşlayarak öldürmek, kafasını kesmek, ellerini çapraz şekilde kesmek. Tamamı ya canicedir ya da anlamsız ve çocukçadır. Tanrı resmen utanmasa kafalarını bir tahtaya geçirip domates fırlatın diyecektir. Günümüzde ötenazi hakkında tartışmalar yapılırken İslam zina cezası olarak ayaklara halk arasında sopa vurulması cezasını uygun görüyor. Şimdi lütfen söyler misiniz bunun neresi evrensel?

Zuhruf suresi 3. ayete bakacak olursanız Tanrı bizim Kur’anı daha iyi anlamamız için onu Arapça indirdiğini söylediğini görürsünüz. Günümüzde bile 7.53 milyar insan arasından sadece 220 milyon kişi konuşuyor. Yani dünyanın büyük bir kısmı Arapçadan bihaber. Peki bu durumda Tanrı neden Kur’an ı en çok konuşulan dillerden birinde göndermedi? Mesela Çinceyi konuşan 1.3 milyar kişi var. Tanrı en azından Çince gönderseydi dünyanın yaklaşık olarak çeyreği sıkıntı çekmeden Kur’anı anlayabilir ve üzerine düşünebilirdi.

Ayrıca Kur’anın Türkçeye çevrilmemesi, çevrilse bile Türkçe okunmaması da bu dinin bir Arap dini olduğunun diğer bir göstergesidir. İlla Kur’an ı Arapça okuyacaksın. Türkçe veya başka bir dilde okursan anlamını mı yitiriyor? Ya da tam çevrilemiyor diye mi Arapça okuman lazım? İyi de zaten çevrilemiyorsa nasıl bu anlamadığımız kitaptan sorumlu tutuluruz?

Kur’an 6-7. yy. Arabistan yarımadası yaşamını günümüze ve ülkemize aşılamayı günümüzde gayet iyi de başarıyor. Normal bir günde bedevi gibi gezenler mi dersiniz, karalar içinde suratı bile görünmeye kadınların etrafta korku filmi unsuru gibi gezmesi mi dersiniz her şey var.

Bir sonraki yazıma kadar modern kalın, mantıklı kalın.

Yazan: Aftiel

DİNİ REFORME ETMEYE ÇALIŞMAK NE KADAR MANTIKLI?

Aftiel, Caner Taslaman,İslami reformistler,Dini reformistler,Deve sidiği,Edip Yüksel,Martin Luther ve Protestanlık,din, islamiyet, İslami reform,İslamı güzel gösterme çabaları
Çoğunuz şu hikayeyi duymuşsunuzdur:
Zamanında Roma Katolik Kilisesi insanlara cennetten arsa satıyordu. İnsanlar yeterli ücreti ödediğinde cennetteki yerleri hazır oluyordu. Ancak bu fikir bazı kişilere anlamsız geldi.

Günlerden bir gün bir kişi kiliseye gelip sorar: “Cehennemden de arsa satıyor musunuz?”.

Cevap evettir. Ama kim cehennemden bir arsa almak ister ki diye düşünürler. Daha sonra ise çok ucuz bir fiyata bu kişi bütün cehennemi alır.

Cehennemin tapusuyla binlerce insana seslenir: “Bundan sonra kimse kiliseden cennet toprağı satın almasın. Çünkü cehennemin sahibi benim ve hiçbirinizin oraya giriş hakkı yok.”

Bunun üzerine kilise bu kişinin peşine düşer ancak bu kişi sığındığı kral sayesinde kiliseden kurtulur ve Protestanlık mezhebini kurar. Bu kişi Martin Luther'dir.

Bu hikayenin gerçeklik payı var mı bilmiyorum ancak gerçek olmasa bile günümüzde bu şekilde çalışan reformistler yok mu? Var. O zaman onlardan konuşalım.

İnsanlar ilerleyen zamanla dinin içindeki bazı saçma şeyleri görmeye başlıyorlar. Bir kısmı dinden çıkıyor, bir kısmı bunları görmezden geliyor, bir kısmı ise ikisini de yapamayacak kadar korkak ve kararsız olduğu için dinini kendi kafasına göre yamalıyor. Bizim ele alacağımız kişiler bu son grup.

Martin Luther (Tekrar söylüyorum. Hikaye eğer gerçekse geçerli bunlar.) madem dinin saçmaladığı noktaları tespit etti, neden toptan bu dini reddetmek yerine reforme etmeye çalıştı ki? Neden? Neden temelleri parçalanmış olan bir binanın temellerine hala çimento ile yama yapmaya çalışırsın ki? En mantıklısı o binayı yıkıp daha sağlam temellere dayanan bir bina yapmak değil midir?

Aynı soruyu bugün İslamı reforme etmeye çalışan Caner Taslaman, Edip Yüksel gibi kişilere de sormak isterim. Madem bu dinin saçma yönlerini görecek kadar cesursunuz, neden onu reddedemeyecek kadar korkak davranıyorsunuz? Caner Taslaman bey TV programlarına çıkıp Müslümanlara deve sidiği sunmayı biliyor. Ancak kendisi de Müslüman olduğunu iddia ederken o sidiği sanki yabancı birine sunar gibi sunuyor.

İslamda kadını dövmek yoktur, İslamda kadın erkek eşittir, İslam mantık dinidir, Kuranda bilimsel mucizeler vardır… Peki İslam böyle bir din mi? Siz Kur'an inmeye başladığında, İslam yayılmaya başladığında insanların kendini bilime ve felsefeye adadığını, kadınların yüksek mevkilere gelip rahatça yaşayabildiklerini, mantıksız uydurma hurafelerin terk edilip akılcı bir yaşam tarzının elde edildiğini mi düşünüyorsunuz?


Neden günümüz laik yaşantısı İslam sanılıyor? Eğer sen dışarıda istediğin gibi gezebiliyorsan, sevdiğin kişi ile sinemaya gidebiliyorsan, karşı cinsle eşit şartlarda okuyabiliyorsan, dinden çıktığın zaman kimse sana karışmıyorsa teşekkür etmen gereken kişi peygamber değil. Bu dinin getirisi değildir. Bu laik cumhuriyetin getirisidir.

Bu reformistler Kuranın kendilerine yeterli olduğunu iddia ediyorlar. Peki kardeşim. Uygulayalım mı Kuranda yazanların hepsini? Öldürelim dinden çıkanları. Kadınlardan hicab takmayanları sopayla dövelim. Kadına erkeğin yarısı kadar miras verelim. Var mısınız bunlara?

Aaa tabi unutmuşum. O gerçek İslam değil. Kuranda aslında orada öyle demek istemiyor.

E binlerce yıldır Araplar bunları yaşıyor ve yaşatıyor?

Ama onlar gerçek İslamı yaşamıyorlar. Onlar kendi dilinde yazan kitabı anlayamamışlar. Bir tek siz (Arapça bile bilmeyen) birkaç kişi en iyi şekilde anlıyorsunuz. Gerçek İslam tamamen modern bir bakış açısına sahiptir. Hiç akıl dışı işlere girişmemiştir bu din.

Hem tanrı korkunuzu yenemiyorsunuz hem de yaşam şeklinizden ödün veremiyorsunuz. Ancak gerçekten İslamı yaşayan kişilere gidip “Ben sizin dininizin kafiriyim.” derken hiç sıkıntı yaşamıyorsunuz. İstediğiniz kadar reddedin. İstediğiniz kadar değiştirmeye çalışın. İslam dini 6-7. yy. Arap dinidir. Dibine kadar Arap kültüründen oluşmaktadır. Evrensel hiçbir şey içermez. O dönemde Araplar neyi iyi görmüşse o yazılıdır Kur'an'da.

Bu akımı takip edenlerin sebebi de aynıdır. Bir yandan korkuyor bir yandan da böyle yaşamak istemiyorlardır. Çünkü gerçek İslama göre yaşayanlar birebir 6-7. yy. Araplarının hayatını yaşarlar. Gençler de bu yüzden bu hayat biçimi ile yaşamak istemiyor, ancak küçüklükten itibaren korkuyla yetiştirildikleri için de dinlerini terk edemiyorlar. O yüzden içlerini rahatlatmak için bu akıma kaptırıyorlar kendilerini.

İslamı radikal olarak yaşayanların bakış açısından bile daha tehlikelidir bu bakış açısı. Çünkü radikaller ne kadar ekstrem şeyler ile uğraşsalar da bu kişilere yeterli kanıt gösterdiğinde dini terk etmeye kadar varan bir sürece girerler. Ancak reformistler bu yolun sonuna bir duvar örüyorlar. Tehlikeli olmalarının sebebi de bu. İnsanları din denen hurafeler bütününü reddetmekten alıkoyarak onlara dini süsleyip püsleyerek yeniden satıyorlar.

Zaten bu kişilerin dürüstlükleri de ortadadır. Kendi uydurdukları doğrulanamaz veya anlamsız mucizeler ile avuturlar kendilerini. Bunun yanında bütün radikal ayetleri de kafalarına göre yeniden yazarlar. Bunu yaparken acaba inandıkları tanrıdan da mı korkmuyorlar?

Ayrıca bu bakış açısının yaygınlaşmasının asıl sebebi dinin artık bitmek üzere olmasıdır. Ülkemizde non-teizm çok hızlı bir şekilde yayılıyor. Dinden para kazanan ve kazanmaya devam etmesi gereken insanlar da bu yüzden bu ayrılışı bir şekilde durdurmalı. Bunu da onların istediği yaşama şeklini onlara çarpıtarak vererek başarıyorlar.

Bir sonraki yazıma kadar sağlam temelli rasyonel fikirlerle kalın.

Yazan: Aftiel

TESLİMİYET DİNİ İSLAM

din, islamiyet, Aftiel, Teslimiyet dini,İslamiyette soru sormak,Müslümanın sorgulaması yasaktır,Düşünmek ve İslam,İslamiyet ve sorgulamak,Maide 101,Kehf 54,Maide 102,Bakara 108
İslamın kelime anlamı konusunda bazı tartışmalar var. Bazıları selam kökünden türediğini söyler, bazıları barış anlamına geldiğini söyler. Bazıları ise Müslümanın “teslim olmuş kişi” anlamına geldiğini söylerler.

Bazıları İslamın akıl dini olduğunu ve bize sorgulamamızı emrettiğini söyler. Bazıları ise teslimiyet dini olduğunu, mantık dini olmadığını söyler. Bakalım Kur’an bu konuda ne diyor.

Maide 101: “Ey iman edenler, size açıklanınca fenanıza gidecek şeyleri sormayın! Oysa Kur'an indirildiği esnada sorarsanız, onlar size açıklanır. Allah onları şimdilik affetmiştir. Allah, çok bağışlayan ve çok yumuşak davranandır.” (Elmalılı Sadeleştirilmiş)

Yani diyor ki ey iman edenler, sakın Kur’andaki bazı şeyleri kurcalamayın hoşunuza gitmeyebilir. Ama tam indiği sırada sorarsanız peygamber size onun açıklamasını yapar(!). Tıpkı bizim Caner Taslaman gibi değil mi bu? Yani işine geldiğinde ayetleri senin görmeni istediği şekilde bükme olayından bahsediyorum. Ne olacaktı peki bir kişi çıkıp peygamberi ayeti getirdiği sırada sorgulasaydı? Gerçekten peygamber ona sakince cevap verir miydi? Ya da peygambere kimlerin helal olduğunu anlatan ayet inerken biri sorsa “Yahu peygamberimiz, neden bunlar sadece sana helal de bize değil?”. Hani peygamber insanları kendinden birini peygamber olarak görsün diye insanlar arasından seçilmişti? E bunun neresi adil(!)?

Kehf 54:” Andolsun, biz bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali değişik şekillerde açıkladık. Fakat insan tartışmaya her şeyden daha çok düşkündür.” (Diyanet İşleri)

Yani diyor ki Allah “Ne yapsak yaranamıyoruz yahu(!)”. Acaba bu ayet ne tür bir durumda indi? E hani ayet inerken sorgulamak serbestti hocam? Neden hala insanların düşünmeye tartışmaya olan düşkünlüğü seni rahatsız ediyor? Şunun ne kadar saçma olduğunun farkında mısınız: “İnsanların düşünmeye düşkün olması kötü bir şeydir” düşüncesi kadar saçma bir düşünce var mı? Düşünmeyi, tartışmayı sevmemiz bizi tarihte buraya kadar tek şeydi. Aklını kullanan herkes tartışmaya açık olmalıdır değil mi? Ama nedense tanrı bundan rahatsız oluyor. Bak tanrı bir fikrim var. İnsanları bu şekilde yaratmayabilirdin. Yani yine suç sende.

Maide 102: "Nitekim, böyle meseleleri sizden evvel bir topluluk sordu da sonra bu yüzden kafir oldular." (Elmalılı Sadeleştirilmiş)

Çok ilginç. Hem tanrı bize benim sözlerim size gelirken sorgulayın diyor, hem de diyor ki bak sizden önce de soranlar oldu ama onların sonu pek iyi olmadı. O yüzden siz de sormayın. Bu yalanını örtmeye çalışan birinin kuracağı türden bir cümle değil midir? Yani bak beni sorgula ama son sorgulayan adamın sonu çok da iyi olmadı yani. Anladın mı? Şimdi sen de sorgulayabilirsin diyorum ama bence sorgulama. Harika bir korkutma ve bastırma yöntemi değil mi?

Bakara 108: ” Yoksa daha önce Mûsâ’nın sorguya çekildiği gibi, siz de peygamberinizi sorguya çekmek mi istiyorsunuz? Her kim imanı küfre değişirse, o artık doğru yoldan sapmış olur.” (Diyanet İşleri)

Yine benzer bir kullanım. Bakın sizden önce sorgulayanlar da vardı onlar yanıyor şu an. E hani İslam sorgulanabilir bir din idi? Neresini sorgulamamızı istiyor tam olarak? Peygamber sorgulanmıyor. Peki insan sorgulayamadığı bir şeyi kabul mu etmeli? Bazı pelerinli hocaların dediği gibi kendimizi teslim mi etmeliyiz dine?

Hadi bir örnek verelim. Bu hoca evinde otururken yanına gittim. Ona benim tanrının yeni elçisi olduğumu söyledim. Doğal olarak olamayacağımı, Muhammed peygamberin son peygamber olduğunu söyleyecektir.
Ben de ona Nahl suresi 101. ayeti gösteririm bu durumda:
“Biz bir âyeti değiştirip yerine başka bir âyet getirdiğimiz zaman -ki Allah, neyi indireceğini gayet iyi bilir- onlar Peygambere, “Sen ancak uyduruyorsun” derler. Hayır, onların çoğu bilmezler.” (Diyanet İşleri)

Tanrı ayetlerini değiştirdi pelerinli bilmem ne hoca. Şimdi bana teslim olmanızı istiyorum. Ne? Beni mi sorgulayacaksınız? Neden? Kendi dinini sorguladın da sıra bana mı geldi? Hayır teslim olacaksınız. Benim dinim teslimiyet dinidir. Sakın ola beni sorgulamayın. Daha önce peygamberini sorgulayanlar kafir oldu. Siz de mi kafir olanlardansınız? Hayır mı? Güzel. Zaten benim dinim akıl mantık dini değil. Ama bana inanırsanız size cennette “kadın” var kadın. Hem de en sevdiğinizden. “Göğüsleri henüz tomurcuklanmış kızlar”.

Sizce böyle bir konuşma geçer miydi? Sanmıyorum. Pelerinli bilmem ne hoca aniden dünyanın en büyük septiği haline gelirdi bence. Aniden beni sorgulamaya ve dediklerim arasında açık aramaya başlardı. Belki fetva verirken arada benimle ilgili espri yapardı.

Ama konu kendi inancına gelince kimse bir şeyi sorgulamıyor. Teslim oluyorlar. Şimdi size soruyorum: İslam kelimesinin anlamı barış mı, selam mı yoksa TESLİMİYET mi?

Akıl insanların evrimsel tarihte tek silahı olmuştur. Elinizdeki tek silahı kullanmanızı engelleyecek kişiler ve düşünceler sizin en büyük düşmanınız değil midir? Konu teslimiyet olduğunda bunu neden sadece dininize uyguluyorsunuz? Mesela evinize gelen dolandırıcılara neden direkt paralarınızı vermiyorsunuz? Sorgulayanların sonu iyi olmadı değil mi? Sorgulama teslim ol. Bak bir anda teslimiyet sana neler yaptı.

Bu tür nedenlerden dolayı hiçbir şeye teslim olmayı kabul edemeyiz. Her şey sorgulanabilirdir. Eğer bir şeyi sorgulamanız izin verilmiyorsa o kesinlikle, şüphesiz kusurludur ve kusurlarını görmeniz istenmiyordur.

Bir sonraki yazıma kadar aklınızla, sorgulama yeteneğinizle kalın.

Yazan: Aftiel

AHLAKA DAİR BAKIŞ AÇILARIMIZ

Aftiel, Felsefe,Ahlak felsefesi,Ahlaka dair bakış açıları, Ahlak nedir?, Pragmatistik ahlak,Sokrates'in ahlak felsefesi,Kant ödev ahlakı, din ve ahlak, Aftiel,
Ahlakın varlığı binlerce yıldır tartışılan bir durum. Bazıları olmalıdır, gereklidir derken bazıları tamamen yok sayılması gerektiğini söylemiştir.

Bu yazımda size şunu kabul etmelisiniz demeyeceğim. Sadece size filozofların neleri hangi argümanlarla savunduğunu göstereceğim ve kendi bakış açımı anlatacağım. Kendi düşünceleriniz tamamen size aittir.

Dinlerin Getirisi Olan Mutlak Ahlak
Dinlere inanan herkesin sahip olduğu ahlaki bakış açısı. Bu kişiler için bütün yapmaları gereken ellerinin altındaki kitapları okumaktır. Onlara göre tanrı tarafından gönderilmiş sözler hakikatin tek kaynağıdır. Bu yüzden hepsi kutsal kitaplarını en az bir kez okumuşlardır(!).

Yaptıkları iyiliklerin kaynağı vicdanları değil de mitsel bir inanış olduğu için bu davranışları ne kadar ahlaki sayabiliriz siz karar verin.

Kant’ın Ödev Ahlakı
Kant’a göre ahlaki davranışın hedefi ödev olmalıdır. Ödev ise iyi olanı istemektir. Gerçekleşmesi ya da gerçekleşmemesi önemli değildir. Bir davranışın etikliği ona göre bu davranışın ödev duygusuyla yapılıp yapılmadığıdır.

Kant da ahlak kurallarının mutlak olması gerektiğini düşünür. Ahlak kuralları tüm insanlar için geçerlidir.

Pragmatistik Ahlak
Bu bakış açısına göre de bir davranış ne kadar yararlıysa o kadar ahlakidir. Ancak buradaki fayda herkesin yararına olan faydadır, bireysel fayda değildir. Ancak kesin bir çizgi çekmediği için bu bakış açısı öznel bir bakış açısından ibarettir.

Sokrates’in Ahlak Felsefesi
Sokrates’e göre her insan belli ahlak normları üzerine doğar. Ahlakını şekillendirmesi için de bu normları kabul etmelidir. Ancak bu değerler insan kaynaklı değerler değillerdir. İnsan ahlaki davranabilmesi için bu ahlak normlarını kullanmalıdır.

Ahlaki Nihilizm
Bu Nietzsche’nin önderliğini yaptığı bakış açısıdır. Ayrıca benim de kabul ettiğim görüştür. Nietzsche’ye göre “üstinsan” tüm değer yargılarını terk etmiş kişidir. Ahlak kuralları terk edilmelidir. Mutlak ahlak kuralları var olamaz. Davranışlar düşünülerek yapılmalıdır.

Ancak şöyle düşünenler olabilir: “Peki o zaman neden gidip birilerine tecavüz etmiyorsunuz?”. Bu soru “Peki ateistler neden gidip tecavüz falan etmiyor?” sorusu ile aynı cevaba sahip. Çünkü gereksiz zarar anlamsızdır ve bir getirisi yoktur kimse için.

Şöyle düşünün başkaları ile iyi geçinerek onları yanınızda mı tutmak istersiniz yoksa herkese kötü davranıp onları kendinizden soğutmayı ve siz de bir yardıma ihtiyaç duyduğunuzda birilerinden yardım istemeyi mi istersiniz?

Cevap sanırsam gayet açık.


Mutlak Ahlak Mümkün Olabilir mi?
Her an her yerde geçerli olabilecek bir ahlak sizce mümkün müdür? Eğer mümkünse bunun kaynağı ne olabilir? Ya da sınırları neler olabilir?

Bu durumda ahlaki dilemmalar işin içine giriyor. Bilmeyenler için:
Dilemma: İkilem.
(Kaynak)

Yani sorulan bir soru karşısında doğru cevabı bulamamaktır ahlaki dilemmalar. Mesela daha iyi kavramanız için şu örneği verebilirim:

Bir savaştasınız. Bu savaş o kadar büyük ki binlerce insan her gün bu savaşta can veriyor. Savaşı durdurabilmek için bir şansınız var. Ancak tek yapmanız gereken tamamen masum, savaşla yakından uzaktan alakası olmayan bir çocuğu öldürmek.

Birinci seçenekte yüz binlerce hayat kurtarıyorsunuz ancak hiçbir suçu günahı olmayan bir çocuğu öldürüyorsunuz,ikinci seçenekte ise bir çocuğu feda etmediğiniz için yüz binlerce hayatın bitmesini sağlıyorsunuz.

İki seçenek de aynı anda hem etiktir hem değildir.

Ya da şunu sorayım: Sizce ikinci dünya savaşında atom bombası kullanmak ne kadar ahlaki? Evet insanların hayatını hiçe sayan ve saniyeler içinde 140.000 kişiyi öldürebilen bir güçten bahsediyoruz. Ancak bu bomba yapılmasaydı ve kullanılmasaydı savaş daha da uzayacaktı ve muhtemelen bu sayıdan daha fazla insan uzun vadede can verecekti.

Bu gibi paradokslar insanı ikilem içinde bıraktığı için ben şahsen kararlarımı ahlaki değil mantıklı olmasına göre yargılarım. Böylece verdiğim kararlar başkaları tarafından sorgulansa dahi en azından elimde bir açıklama bulundururum.

Her ne kadar bazı kararlar herkes tarafından kabul görse de ahlakın değişkenliği ve üzerine yapılan tartışmalar her yerde farklı oluyor. Her ülkede, her şehirde hatta her sokakta dahi değişiyor.

Ancak dediğim gibi amacım size öznel fikirlerimi aşılamak değildi. Neyin ahlaki olduğuna karar verecek olan yine sizlersiniz. Umarım en azından vereceğiniz kararları sınırlandırılmış bir kitaptan değil de vicdanınızdan alırsınız. Bir sonraki yazıma kadar vicdanınızla kalın.

Yazan: Aftiel

TEİSTİK TANRI İLE İLGİLİ BAZI PROBLEMLER

Aftiel, din, Teistik Tanrı, Tanrı ve kötülük, Evreni yaratanı kim yarattı?, Tanrı neden yarattı?, Vahiy neden peygamberle gönderilir?, Tanrı duaları duyar mı?, Tanrı çelişkisi, Allah çelişkisi,
"Kötülük Problemi"
Dünya üzerindeki en eski problemlerdendir bu problem. Antik Yunandan günümüze kadar olan süreçte çözülememiştir. Konusu OMNİPOTENT(Her şeye kadir) tanrının neden kötülüğün var olmasına izin vermesidir.

Tanrının varlığını kabul edelim. Tanrı var evet. Ancak bunun yanında kötülük de var. Birinciden her ne kadar emin olmasak da ikincinin varlığına dair kanıt istiyorsanız ülkemizde yayınlanan herhangi bir gazetenin 3. sayfasına bakmanızı öneririm.

Tanrı ve kötülük var. Tanrı neden kötülüğü durdurmuyor?
Durdurmak istiyor ancak buna gücü yetmiyorsa omnipotent olamaz. Her şeye gücü yetmiyor demektir.

Gücü var ancak durdurmak istemiyorsa bu onu iyi yapmaz, kendi yarattığı şeytandan da kötü yapar. Bu durumda ona tapmamızın amacı nedir?

Hem gücü var hem de durdurmak istiyor. O zaman neden kötülük hala devam ediyor?
Ne durduracak gücü var ne de durdurmak istemiyorsa ona neden “TANRI” diyoruz ki?

"Evreni yaratanı kim yarattı?"
Teistler evrenin mükemmelliğine hayran olduklarını ve bu kadar harika bir oluşumun kendi kendine olamayacağını söylerler.

Peki biz de onlara soralım. Bu kadar “mükemmel işleyen” bir evreni yaratabilen, bizi 7/24 izleyen, yaptığımız her şeyden; bildiğimiz her şeyden haberdar olan, bu kadar harika bir varlık nasıl olur da kendi kendine oluşur? TESADÜFEN Mİ OLUŞTU YANİ? TESADÜF MÜ DİYORSUNUZ?(!)

"Tanrının evreni yaratma sebebi"
Her türlü kusurdan noksan, her şeye gücü yeten, her an her yerde olabilen, var olduğuna emin olduğumuz her türlü canlıdan daha güçlü olan bir varlık düşünün. Hatta bu varlığın yerine kendinizi koyun. Böyle bir güce sahip olsaydınız yapacağınız ilk şey zaten her istediğini anında var edebilen biri olduğunuz halde kendinize yardımcı yaratmak mı olurdu? Ya da sizin isteklerinize karşı çıkacak bir ergen yaratmak mı olurdu? Ya da size günde 5 vakit, veya hafta da bir tapınacak güçsüz varlıklar mı olurdu?

Ya da onlara size tapmalarını mı emrederdiniz? Onlara size inanmaları için bir elçi gönderip herkesin büyü yaptığı bir devirde asasını yılana çevirmesini mi emrederdiniz?

Ya da son gönderdiğiniz elçinin cinsel yaşamını mı takip ederdiniz? Ya da onun evine gelen misafirleri mi düşünürdünüz?
Bunların hiçbiri umurunuzda olur muydu?

"Vahiy neden peygamberle gönderilir?"
Yukarıdakileri kabul edelim. Siz böyle bir tanrısınız. Peki ne istiyorsunuz? Bir sınav yapmak. Sonucunu bildiğiniz bir sınavdan yarattıklarınızı geçirmek. Böylece zaten kimin nereye gideceğini bildiğiniz halde onları bir yarış haline soktunuz. Peki onların sınavı geçmesini mi istiyorsunuz?

Eğer cevap evetse yapacağınız şey çok basit. Her 10 yılda bir (bilerek bu sayıyı verdim çünkü sonuçta tanrısınız uğraşacak daha önemli şeyleriniz olmalı değil mi?) kendinizi bütün dünyaya gösterin. Böylece sizin yüzünüzü görmeden ölen kimse olmaz ve tüm hayatlarını elle tutulur devasa bir kanıta adayıp ibadet ederler. Ne kadar harika değil mi?
Eğer cevabınız hayırsa zaten size tapmamızın ne anlamı var?

"Tanrı dualarımızı duyuyor mu?"
Tanrı elinde büyük bir plan tutuyor. Her şeyi içeren bir plan. Neyin ne olacağını bu plana yazdı ki bir şeyler onu değiştiremesin.

Ayrıca bu tanrı bizden ona dua etmemizi istiyor. Çünkü eğer içten olursak dualarımız kabul olacakmış. Ne kadar harika bir tanrımız var.

Ancak sorun şu: Eğer bizim dualarımız geleceğimizi etkiliyorsa bu tanrının planını bozmaz mı? Ya da tanrı zaten elinde her şeyin nasıl olacağını yazdığı bir plan tutuyorsa bizim dualarımız kabul olur mu?

Eğer dualarımız tanrının planı ile çakışıyorsa dua etmemizin tam olarak amacı nedir ki ve neden dualarımız bazen işe yarar da bazen yaramaz ki?

Teizm, yani gökte bizi gözetleyen, dualarımıza yanıt veren, bizim için planları olan, her şeye kadir bir tanrıya inanma düşüncesi dibine kadar hastalıklı bir düşüncedir. Günümüzdeki suç oranları dahi böyle bir üst oluşumun olmadığına kanıttır. Eğer onlar dinsiz olduğu için öyle diyorsanız bu da tanrının başarısızlığıdır. İnsanların kendi sözlerini ciddiye almasını bile sağlayamamıştır. Böyle bir tanrı var ise bile sizce tapılmaya değer bir tanrı mıdır? Yoksa yaşlı ve huysuz bir dededen mi ibaret bu tanrı?

Bu tür düşüncelerin zihninizi yemesine izin vermemeniz umuduyla yazımı bitiriyorum bir sonraki yazıma kadar bilimle kalın.

Yazan: Aftiel

TEİSTİK TANRI VE DETERMİNİZM: EVREN GERÇEKTEN DE MÜKEMMEL Mİ ÇALIŞIYOR?

Yazan: Aftiel
TEİSTİK TANRI VE DETERMİNİZM: EVREN GERÇEKTEN DE MÜKEMMEL Mİ ÇALIŞIYOR?


En yaygın teizm argümanlarından biri her şeyin mükemmel olduğu ve evrenin kusursuz bir düzen içinde çalıştığıdır.

İlk önce olaya tamamen yabancı olanlarımız için bu iki terimin kelime anlamını verelim.

TEİZM: Teizm ya da Tanrıcılık, en geniş tanımıyla en az bir tanrının var olduğu inancıdır. Daha kesin tanımıyla tanrının doğasını ve evrenle tanrı arasındaki ilişkiyi açıklayan; kişisel, mevcut ve aktif olarak evrenin kuruluş ve yönetiminden sorumlu bir Tanrı betimlemesi içeren, bu tanrının çeşitli yollarla din gönderdiğini savunan öğretidir. Bu yaklaşıma göre Tanrı dünya ve insanlar ile sürekli ilişki içerisindedir. Bu görüşleri benimseyenlere "teist" denir.
(kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Teizm)

DETERMİNİZM: Determinizm, belirlenircilik, gerekircilik veya belirlenimlilik evreninin işleyişinin, evrende gerçekleşen olayların çeşitli bilimsel yasalarla, örneğin fizik yasaları ile, belirlenmiş olduğunu ve bu belirlenmiş olayların gerçekleşmelerinin zorunlu olduğunu öne süren öğretidir. Yani öğretiye göre her şey belirlenmiştir ve değişmesi mümkün değildir. Bu görüş başta ahlak felsefesi olmak üzere felsefenin çeşitli dallarının uğraş ve çalışma alanına bir görüştür.
(kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Determinizm)

Peki gerçekte evren bu şekilde daha önceden karar verilmiş bir sistemler topluğu içerisinde mükemmel şekilde çarklarını döndürüyor mu yoksa evrendeki her şey yavaş yavaş değişerek ve evrimleşerek mi bugünkü halini aldı?

İlk önce fizik kurallarını ele alalım. Fizik kuralları teistlerin iddia ettiği gibi mükemmel çalışıyorlar mı?

Einstein’ın izafiyet teorisinin değindiği ana konulardan biri şudur: “Eylemsiz referans sistemlerinde bütün fizik kuralları aynıdır.”

Eylemsizliğin ne olduğunu bilmeyen arkadaşlarımız için şuraya bir tanım daha koyalım.

EYLEMSİZLİK: Eylemsizlik cisimlerin hareket durumlarını koruma eğilimleridir. Burada "hareket durumu" ile anlatılmak istenen, cismin diğer bir cisme göre sabit hızla hareket etmesi veya durağan halde bulunmasıdır. Maddeler için ortak özelliktir. Newton tarafından 1. hareket yasası olarak ifade edilmiştir. Bu yasa, bir cisim üzerine etkiyen dış kuvvetlerin bileşkesi (net kuvvet) sıfır olduğu zaman cismin hareket durumunun değişmeyeceğini söyler.
(kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Eylemsizlik)

Yani Teistlerin söylediğine göre bütün evren eylemsizlik içerisindedir. Ancak bu ne kadar doğru?

Yer çekimi-kütle çekimi  diye adlandırdığımız kuvvetin etki alanı sonsuzdur. Yani evrenin bir ucuna koyduğunuz en küçük kütleli varlık evrenin herhangi bir noktasında bulunan diğer bir kütleyi etkiler ve kendine doğru çeker. Bizim evrenimiz ise devasa oluşumlarla doludur ve sürekli hareket etmektedir.

Zaten bu yüzden gezegenlerin yörüngeleri eliptik yapıdadır. Elipsin iki adet merkezi vardır. Birisi o cismin içerisinde bulunduğu sistemin kütle merkezi olan cisimdir, diğeri ise evrendeki tüm kütle çekim kuvvetinin bileşkesinin oluşturduğu merkezdir. Gezegenler de bu iki merkeze uzaklıkları toplamının eşit olduğu noktalarda dolaşırlar.

Aslında öyle olmalıdır desek daha doğru. Çünkü evren o kadar “düzenlidir” ki (!) neredeyse hiçbir kanuna tam olarak uymaz varlıklar.

Gezegenlerin sistemlerinin kütle merkezi durumunda olan cisme en uzak oldukları noktaya “APHELİON”, en yakın oldukları noktaya da “PERİHELİON” denir.

Aftiel, Teistik Tanrı,Determinizm,Evren mükemmi mi çalışıyor,Evrenin işleyişi,Evren kusursuz mu,İşleyiş kusursuz mu?,Gezegenlerin oluşumu, Bilimsel, Eylemsizlik

Klasik mekanik ile sistemimizdeki gezegenlerin neden bu küçük miktarlarda saptığını açıklayabiliyoruz az çok. Ancak konu Merkür olduğunda işler biraz değişiyor.

Çünkü Merkür ilginç bir şekilde devasa sapmalara uğratıyor yörüngesini. Her güneşin etrafında dönüp perihelion noktasına geldiğinde çok büyük oranlarda sapmaya uğruyor ve yörüngesinde devasa bir değişiklik oluyor. Yani mükemmel bir çember üzerinde ileri geri gitmiyor maalesef.

Merkürün perihelion problemi Einstein İzafiyet Teorisini yayınlayana kadar açıklanamadı. Çünkü buradaki 43 yay saniyelik sapma görelilikten kaynaklanıyordu ve sadece Einstein’ın gravitasyon teorisi ile açıklanabiliyordu.

Evrenin değişkenliğin etkileyen nedenlerden biri ise sanal parçacık dediğimiz evrenin herhangi bir yerinde “kendiliğinden”,“hiçbir etki olmadan” ve “tahmin edilemez bir şekilde” oluşan parçacıklardır. Bu parçacıklar çok çok çok kısa süreliğine var olurlar ve ardından kendilerini imha ederler. Hatta var olmaları için bir maddeselliğe ihtiyaç duymadıkları için bu parçacıkların evren oluşmadan önce de var oldukları hatta belki de evreni yaratan “Big Bang” i oluşturdukları düşünülüyor.

Bu parçacıklar sayesinde “Hawking Radyasyonu” dediğimiz ve kara deliklerden yayılan ışımaların nasıl oluştuğunu da açıklayabiliyoruz.

Gezegenlerin oluşmalarına gelelim şimdi de…

Gezegenler ise kutsal kitaplarda anlatıldığı gibi 5-6 günde oluşmazlar. Oluşumları için ilk önce büyük kütlelerin birbirlerine yakın durumda olmaları lazım. Bu büyük kütlelerin ise birleşmeleri ve bir gezegen haline gelmeleri milyon-milyarlarca yıl alır.

Tabii ki bu kütlelerin cinsi ne ise oluşan gezegenin yapısı da o şekilde olur. Bu maddeler küresel simetri sayesinde birbirini çeker ve bir dönme hareketi ile birbirine yaklaşır. En sonunda bir araya gelip sağlam bir yapı oluştururlar.

Bir sürü farklı yapıda gezegenin olması ve gezegenlerin çok uzun zamanlarda oluşmaları bana hiç de ince ayar çekilmiş gibi gözükmüyor.

Yine de "Yahu kardeşim hep teori teori" diyorsunuz. Teori dediğiniz şey herkes tarafından kabul edilmek zorunda mı? "Sonuçta sadece bir teori." diyecek arkadaşlar çıkacaktır. Bu arkadaşlara önerim bir önceki yazımı okumalarıdır.
(bkz: http://www.dinvemitoloji.com/2018/09/dinlerin-evrim-ile-olan-problemi.html)

Bir sonraki yazıma kadar kendinize iyi bakın ve bilimle kalın.

DİNLERİN EVRİM İLE OLAN PROBLEMİ

Aftiel, Bilimsel, din, Dinler ve Evrim, Dinlerin evrim ile olan problemi, Evrim teorisi, evrim kuramı,din ve evrim,insanın evrimi,canlıların evrimi, Doğal seçilim,
İbrahimi dinlerin ortak özelliklerinden birisi başlangıç mitleridir. Bu hikayelere göre Tanrı ilk iki insan olan Adem ve Havvayı yaratmış ve onları işledikleri günah yüzünden dünyaya göndermiştir. İnsan ırkı da bu iki insanın karması olarak dünyaya gelmiştir. Ancak bugünkü verilere bakarak açıkça söyleyebiliyoruz ki böyle bir şeyin mümkün değildir.

Canlıların değişerek ortama uyum sağlaması fikri antik Yunana kadar dayanır. O dönemdeki bazı düşünürler dahi insanların geçmişte şu anki formları ile hayatta kalamayacaklarını fark etmişlerdir. Ancak İbrahimi dinlerin yaratılış miti ile evrimsel süreç birbiri ile çeliştiği için bu durumda insanlar bir seçim yapmak zorunda kalmışlardır(Ha tabi bazıları “Yahu kardeşim Kuranda evrimle ilgili ayetler var” falan diyebilme cesaretini gösteriyor o ayrı bir konu.).

Bütün hayatını yaratılış mitine inanarak geçiren bir kimse evrim konusu açıldığında belli kalıplaşmış soruları sormaktadır. Bu sorulardan bazıları şunlardır:
  1. Yahu kardeşim ara form gösterir misin bana bir tane! Nerede bu ara formlar?
  2. Evrim hayatın başlangıcını açıklayamıyor. Ancak Kuran açıklıyor. Neden başı sonu belli olmayan bir şeye inanalım?
  3. Evrim geçmişte olmuş bitmiş bir şey diyorsunuz ancak bugün bilim yaparken her şeye gözle görülebilir bir kanıt istiyorsunuz. Hani kardeşim ben görmüyorum kimseyi evrimleşirken? Evrimi gözlemleyemiyorsam inanmam(!)
  4. Seni kim doğurdu? Anneni kim doğurdu? Onun annesini kim doğurdu? Onun annesini kim yarattı? (FATAL ERROR)
  5. Evrim bir teori değil midir kardeşim? Neden bunu bir gerçekmiş gibi kabul ediyorsunuz?
Şimdi yavaştan bu birkaç soruya cevap verelim ki sorgulamak üzere olan bazı arkadaşlar evrimin yapısını daha rahat anlasın ve bir kararsızlığa düşmesinler bu konuda. İlk önce evrimin tanımıyla başlayalım.

Evrim, biyolojide canlı türlerinin nesilden nesle kalıtsal değişime uğrayarak ilk halinden farklı özellikler kazanması sürecidir. (Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Evrim)

Yani bir canlı türünün ortam koşullarından etkilenerek zorunlu değişimlere maruz kalmasıdır. Bu değişimler DOĞAL SELEKSİYON ve YAPAY SELEKSİYON dediğimiz prensipler sayesinde gerçekleşir.

Bu iki terim yanında bilmemiz gereken 3 terim daha var. Pozitif mutasyon, negatif mutasyon ve nötr mutasyon.

Mutasyonlar genetik yapıdaki hatalar sonucu oluşan değişimlerdir. Pozitif mutasyon bu hatalar sonucunda ortaya çıkan ve canlının hayatta kalma şansını arttıran değişimlerdir. Örneğin bir hata yüzünden tüy çıkaran dinozorlar büyük çaplı iklim değişikliğinden sonra bu şans eseri çıkardıkları yapı sayesinde kendilerini soğuktan korumayı başarabilmiştir. Bu tür mutasyonlar, doğal seçilim ile o canlı türünün hayatta kalmasını sağladığı için bu genler nesilden nesle aktarılır ve canlı genetik mirasını sağlama almış olur.

Negatif mutasyonlar ise canlının hayatta kalma şansını azaltan mutasyonlardır. Doğal seçilim bu durumda canlılara acımaz ve bu hataların nesilden nesle aktarılmasını engelleyerek gelecek nesle daha sağlam bir genetik harita bırakır. Bu tür mutasyonlara örnek olarak günümüzde gördüğümüz birçok genetik hastalığı örnek verebiliriz. Bu hastalıklar canlıya acı vermekte ve hayatını zorlaştırmaktadır.

Nötr mutasyonlar ise canlının hayatta kalma şansını ne arttırmakta ne de azaltmaktadır. Yani var olmalarından canlı çok fazla etkilenmediği için doğal seleksiyon bunları çok da önemsememektedir. Bu tür mutasyonlara örnek olarak eşcinsel yönelim verilebilir. Çünkü eşcinsel ilişkide yeni bir canlı oluşmadığı için bu özellik yeni nesle aktarılmaz. Yeni nesilde oluşsa dahi bir sonraki nesle kasıtlı olarak iletilmez.

Bu terimleri basitçe açıkladığımıza göre kafanızda daha iyi canlanması için size bir örnek vereyim.

Harward üniversitesi tarafından yapılan deneyde devasa dikdörtgen şeklindeki bir petri kabı 9 bölüme bölünmüştür. En dış katmanlar olan 1. ve 9. bölümlerde hiç antibiyotik bulunmamaktadır. 2. ve 8. bölümlerde 1 birim, 3. ve 7. bölümlerde 10 birim, 4. ve 6. bölümlerde 100 birim ve tam merkezde yani 5. bölümde 1000 birim antibiyotik bulunmaktadır. Her bölümde bakterilerin beslenebileceği besinler bulunmaktadır. Bu tür evrimsel deneylerde bakterilerin kullanılmasının ana sebebi evrimin nesiller arası değişimi ele almasıdır. Ortalama bir insan 20-30 yılda bir ürerken bakteriler birkaç saatte milyonlarca kez çoğalırlar. Yani birkaç saat içerisinde birçok nesli gözlemleme imkanı sunarlar size.

En dış kısımlar konan bakteriler 2. ve 8. kısmın sınırına kadar çoğalırlar. Çünkü bu kısma geldiklerinde antibiyotik ile karşılaşırlar ve önümüzde 1. ve 9. bölümlerin tamamen dolduğu bir resim çıkar. Ancak bir süre sonra bu sınırlardan bir tomurcuk çıktığını ve bu tomurcuğun içinde 2. ve 7. bölümdeki antibiyotiğe direnebilen bakteriler gözlemlenir. Buradan çıkabilen dirençli bakteriler çoğalır ve 2. ile 7. kısmı da doldururlar. Yani 9 kısımdan dördü dolmuştur. 1. ve 9. bölümde duran bakteriler çoğaldıkça bir sürü mutasyon üretirler. Ancak bu mutasyonlardan biri olan antibiyotik direnci rastgele bir noktadaki 1 bakterinin 2. bölüme geçebilmesine olanak sağlamıştır. Yani gördüğünüz üzere deneme yanılma ile elde edilmiştir bu sonuç. Hiçbir ilahi güç yoktur burada. Yüz binlerce, belki de milyonlarca bakteri arasından şans eseri 1 bakteride bu mutasyon gerçekleşiyorsa ve bu bakteri diğer kısma geçip daha fazla besin elde edebilmişse evet dostum bu mutasyon tesadüf sonucu ortaya çıkmıştır diyebiliriz.

Daha sonra aynı yöntemle 10 birim, 100 birim ve en sonunda 1000 birim antibiyotiğe dirençli nesiller ortaya çıkmıştır. Zaten her sene yeni bir grip aşısı olmamızın, doktorun bize “İyi bile hissetsen antibiyotik bitene kadar kullanmalısın.” demesinin, her yıl daha ölümcül hastalıkların ortaya çıkmasının sebebi de bu doğal seçilimdir.

Şimdi gel gelelim sorularımıza…

1-Ara form görmek mi istiyorsun? Aynaya bak.

Bütün canlılar kendi atası ile çocukları arasındaki ara formlardır. Senin ile yan komşunun genleri tamamen farklıdır. Her ne kadar ikiniz de insan gibi dursanız da farklı özellikleriniz bulunmaktadır. Farklı çevrelerde yaşayan insanları ele alalım. Kuzeyliler bembeyaz tene sahipken Afrika sıcağından korunmak için siyah tene sahip Afrikalılara bakalım. Farklı çevrelerde yaşayan bu tür canlıların tür içindeki ırkları ilerleyen zamanla onları farklılaşmaya daha çok itecek ve ayrı türler olmasını sağlayacaktır. Ancak bu farklılaşmayı görebilmen için tahmini olarak 8 milyon yıl falan yaşaman lazım. Bol şans.

2-Çünkü evrimin işi bu değil.

Evrimin tanımını tekrarlayalım.

Evrim, biyolojide canlı türlerinin nesilden nesle kalıtsal değişime uğrayarak ilk halinden farklı özellikler kazanması sürecidir.

Yani evrimin olayı canlıların nesilleri arasındaki değişimi gözlemlemektir. Canlılığın başlangıcı evrimin konusu değildir. Ha bunu konu alan teoriler var mı? Var(bkz:abiyogenez).

Sen istersen ilk canlıyı Allah yarattı de istersen tesadüfen oluştu de. Ne dersen de. Evrimi ilgilendirmez bu durum. Ha bol keseden sallamak da kolay. Sırf Allah ol dedi oldu demek seni haklı çıkarmaz. Yani illa başlangıca bir hikaye uydurmak istiyorsan buyur ben söyleyeyim bir tane. Kutsal Uçan Spagetti Canavarı geldi ve ilk canlıyı kendi makarnasından yarattı. Buyur buna inanabilirsin.

3-Anlattığım örneği araştırabilirsin gönül rahatlığıyla. Senin insanlardaki değişimi görememe sebebini de açıkladım. Eğer insanlar da bakteriler gibi hızlı çoğalsaydı emin ol birkaç saate torununun torununun torununun torununun torununun torununun torununu hiç beklemediğin bir biçimde görürdün.

4- :) Açıklamama gerek yok herhalde…

5-Hayır dostum. Evrim bir kanundur.

Evrim tıpkı yer çekimi gibi bir doğa kanunudur(Her ne kadar bizimkiler yer çekimini reddedince uçtuklarını sansalar da). İlk önce bu ayrımı yapman gerekir. Kanun nedir, teori nedir?

Bir bilimsel kanun, gözlem ve deneylerle iyi desteklenip kanıtlanmış prensiptir.

Bilimsel teori; iyi kanıtlanmış, sürekli olarak test edilen, doğrulanan deney ve gözlem ile bilimsel metot aracılığıyla elde edilen, doğanın bazı yönlerinin açıklamasıdır.

Bizim günlük hayatta kullandığımız gibi “Faruk abi benim bir teorim var. Bence yer çekmiyor gök itiyor.”,yani öylesine ortaya atılmış bir düşünce anlamında değildir. Bilimsel teoriler bilimsel kanunların yapısını açıklamakla yükümlüdür. Tıpkı yer çekimi kanununu açıklayan “Newton Kütle Çekim Teorisi” ya da Einstein’ın “Görelilik” teorisi gibi.

Biz izafiyete de teori diyoruz. E yani istersek bunu da reddedebiliriz değil mi?

Hayır kardeşim. Eğer sen izafiyeti de sırf teori olduğu için reddedersen kuantum boyutundaki kütle çekim etkilerini nasıl açıklayacaksın? Merkürün perihelion problemini nasıl açıklayacaksın?

Kısacası evrim bir doğa yasasıdır ancak onun yapısını açıklamaya çalışan teoriler vardır. Darwinin evrim teorisi ya da modern evrim teorisi gibi. Ki az önceki cümleden de anladığınız üzere biz şuanda Darwinin teorisini kullanmıyoruz. Darwinin eksiklerini ve hatalarını düzeltmiş olan modern evrim teorisini kullanıyoruz.

Umarım anlattıklarım sizi sıkmamıştır ve kafanızdaki bazı sorulara cevap verebilmiştir. Bir sonraki yazılarımıza kadar sağlıcakla kalın, bilimle kalın.

Yazan: Aftiel