HABERLER
Dini Haber
Antik tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Antik tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

MARDUK'UN KEHANETİ VE TANRININ ÇALINAN HEYKELİ

Hazırlayan: A.Kara
din ve mitoloji, Marduk, 1.Nebukadnezar, Marduk heykelinin çalınışı, Çalınan Marduk heykeli, Asur tanrısı Aşur, Elamitler, Antik tarih, tarih, A, mitoloji, sümer mitolojisi, Enki'nin oğlu,

MARDUK'UN KEHANETİ VE TANRININ ÇALINAN HEYKELİ

İnsanlığın yaratıcısı ve koruyucusu olan güçlü tanrı Enki'nin oğlu olan Marduk, Mezopotamya mitolojisinde ve Babil tarihinde önemli bir rol oynamaktadır.

Babil, Marduk kültüne adanmış "kutsal şehir" idi ve şehirde onun tapınağı, altında da bir heykeli vardı. Antik çağda Babil neredeyse "dünyanın merkezi" olarak kabul edildi. Hatta Büyük İskender bile oranın güzelliği ve gücü ile büyülenmişti.

Eski bir Asur metni olan ve “Marduk Kehaneti” olarak da bilinen metin "Sulgi Kehaneti"nden de bahseder. Bu metinlerde Marduk'un Hitit, Asur ve Elamitlerin topraklarına olan yolculuklarını gördüğümüz gibi aynı zamanda güneybatı İran'ın eski bir ülkesi olan Elam'dan gelerek Marduk'u yeniden yönetecek olan krala dair kehaneti de görmek mümkündür.

Tarihçilere göre Marduk Kehaneti MÖ. 713-612 tarihleri arasında yazılmıştır. Bu eski belge Asur İmparatorluğu'nun ilk başkenti olan Asur kentindeki bir tapınağa yakın olan Cin Evi'nde ortaya çıkarıldı.

Bu belge büyük olasılıkla Kral 1.Nebukadnezar döneminde yazılmıştı ve çoğu tarihçiye göre bu yazıt onun zaferlerini kutlamak için kullandığı bir propaganda malzemesiydi.

Marduk kehaneti eve tanrı heykelini getirerek huzuru ve düzeni geri getirecek güçlü ve kudretli bir kralın dönüşünü anlatır.

Kral 1.Nebukadnezar: "Elam'a girdim ve çalınan Marduk heykelini geri getirdim".
Babil Kralının listesi onun 22 yıl boyunca hüküm sürdüğünü bildirir ve bir kudurru, Kral Nebukadnezar'ı işaret eder:
"Elamitlere karşı olan savaş sırasında tanrı Marduk'un heykelini geri aldım."

Babilliler üzerlerine oyarak ve keserek hitabeleri yazdıkları oyulmuş taşlara sahiptiler ve onlara "kuduru" diyorlardı. Sadece ekonomik ve dini nedenlerden ötürü değil, aynı zamanda Babil'deki Kassite egemenliği döneminden günümüze kalan tek sanat eseri olarak da önemliydiler (M.Ö. 16-12. yüzyıl). Bu kudurruların üzerine birçok önemli tarihi olay yazılmıştır.

Marduk Kehaneti'nin Kral 1.Nebukadnezar'a bir hediye olarak yazıldığı düşünmesine rağmen, belgenin başka bir amaca hizmet etmiş olması da mümkün.

Cin Evi'nde kazı yaparken arkeologlar ilginç bir şekilde diğer olaylarla da ilgili birkaç çivi yazısı tablet buldular.

“Marduk Kehaneti” dışında metnin yazarının Nebukadnezar'ın Elamit seferlerine ilişkin endişesi yer alıyor. İlaveten Asur baş tanrısı Aşur'un Marduk'dan daha üstün olduğunu ilan eden bazı metinler de bulundu.

Bu metinler bazılarının Marduk Kehaneti'nin, Asur'un başkenti Ashur'un en önemli ilahı olan tanrı Aşur ile ilgili olarak Marduk'un nasıl değerlendirildiğini anlatmak için yazıldığını düşünmelerine de yol açtı.

Kehanet ayrıca astrolojik kehanet metinleri içerir ve belirli takımyıldızlarıyla ilişkili bazı eski yerlerden bahseder.

Marduk ve Sulgi kehanetleri ile Uruk Kehaneti'nde olduğu gibi pek çok tahminin de aynı şekilde astrolojik külliyat ile tam olarak paralel olduğu görülüyor.

Babilliler ve Sümerler astronomi konusunda çok ileri bilgiye sahip olduklarından, çeşitli nedenlerden dolayı inandıkları gök cisimlerini keşfetmeleri şaşırtıcı değildir ve kehanet öngörüleri, astrolojik kehanetler ve astronomik olaylar arasında belirli paralellikler vardır.

AKADLI SARGON

Hazırlayan: A.Kara
A, tarih, Sargon, Akadlı Sargon, Sarru-kinnu, Büyük Sargon, Antik tarih, Akadlar, Ebla kasabası, Sargon tabletleri, Agade, Babil, Mezopotamya, Eski hükümdarlar, Kral Sargon,

SARGON; BİLİNMEZLİKTEN ÇIKAN BÜYÜK LİDER
Gerçek adı Sarru-kinnu, 'gerçek kral' anlamına gelse de tahta yükselirken Sargon adını aldı. Bunu neden yaptığı bilinmiyor fakat bazı araştırmacılar bunun tam olarak bir tercih olmadığını İncil'e ait bir çeviri olduğunu söylüyor.

Bu isim araştırmacılara Büyük Sargon'un bir kendi dilini konuşan bir Sami olduğu fikrini verdi. Asıl sorun Sargon adının orjjinal Sargon'a uygulanan gerçek tarihsel kayıtların uygulandığı tarihte sıkça kullanılmasıydı.

NEHİRDE YÜZERKEN BULUNUŞ
Efsaneye göre bir bahçıvan Sargon'u küçük bir sepet içinde nehirde yüzen bulmuş. Bu efsane İncil'deki Musa'nın hikâyesini yansıtır ve bazı bilginlere İncilli yazarların Sargon’un doğumunu kopyalanıp Musa’ya daha insani ve mütevazi bir başlangıç verdiğini iddia etmelerini sağlamıştır.

Sargon’un ailesi hakkında çok az şey bilinmektedir. Annesinin Fırat'ın ortasındaki bilinmeyen bir kasabada rahibe olduğu düşünülüyor. Babası tam olarak bilinmiyor. Akrabalarının kim oldukları net olmasada Sargon, Kiş'in hakimi olarak yükseldi ve bu durum onu bir orduya liderlik etmeye kadar götürdü.

Sargon, adını Büyük Sargon olarak belirleyerek güçlü imparatorluğunu büyütmeye, fethetmeye ve geliştirmeye devam etti.

SARGON DÖNEMİNE DAİR TABLET VE TARİHİ KAYITLAR
Sargon hakkında bilgi bulmak oldukça zor. Aynı adı kullanan ve peşinden gelen birçok erkek var. Ancak Akad metinlerinin çoğunluğu Asur ve Babil metinlerinden gelmesine rağmen kraliyet yazıtları ona (Asıl Sargon'a) işaret etmektedir.

Ancak bunlar Sargon'a atıfta bulunan yazıtların bulunduğu tek yer değildi. Ebla kasabası gün ışığına çıkarıldığında önemi tam olarak anlaşılmadı. Ancak İtalyan arkeologlar biraz daha derine inmeye karar verdiler ve sonunda Ebla'nın altındaki çok eski bir şehre ulaştılar.

Bu eski kentin kalıntılarında Sargon dönemine ait 42 tablet bulundu. Kısa bir süre sonra 15.000 adet daha bulundu ve bu sayede farklı ülkelerle Sargon arasındaki iş ilişkilerini ve ticareti ayrıntılandırdılar. Bununla birlikte bu belgeler net olarak onun hükmetme tarihini belirlemez ve yaşamını çevreleyen olaylara tam açıklık getirmez.

Bu tabletler Sargon'un halkına dayattığı yasaları da açıkladı. Eğer bir erkek evlenmemiş, bakire bir kadınla cinsel ilişkide bulunursa para cezasına çarptırılıyordu ve kadının tecavüze uğrayıp uğramadığını anlamak için duruşmalar yapılıyordu. Ek olarak zamanın dini uygulamalarını gösteren dini tabletler de bulunmuştur.

İMPARATORLUĞUNU GENİŞLETİŞİ
Sargon askeri ve kişisel dehasını büyük bir imparatorluğunu büyütmek için kullanabildi. Sümer'i fethettikten sonra gözünü Suriye'ye, Elamitlerin Susa'sına, Güney Anadolu ve İran'ın batısına dikti.

Sargon için böylesine geniş bir imparatorluğun kontrolünü elinde tutmak zor değildi. İnsanların dini ve siyasi yollarla kontrol edilmesini sağlamak, tutsak şehirleri ve bölgeleri denetlemek için güvenilen adamlarını kullandı ve dini-politik işler için kızına yetki verdi.

Hiçbir imparatorun diğer ulusları yönetmesi kolay olmamıştır. Ulus halkı dış yönetimden hoşnutsuz kalmanın bir yolunu buluyor ve buna son vermek için yollar arıyorlardı. 56 yıl hüküm sürdükten sonra bile Sargon hâlâ isyancılara ve başka muhalefetlere sahipti.

Sargon'un, II.Sargon adında bir toruna sahip olduğu gerçeği, imparatorun ölümünden sonraki uzun süren saltanatlık döneminde yetenekli bir yönetim olduğunu gösteriyor. Onun etkisi de ölümünden sonra uzun yıllar sürdü.

SARGON'UN BÜYÜK MİRASI
Sargon büyük bir lider olmasına rağmen imparatorluğu çok uzun ömürlü olmadı. Güzel bir başkent inşa etti ve Agade adını verdi. Maalesef Guti dağı, Sargon’un başkentinin üzerine çökerek onu tahrip etti.

Ancak başkenti Sargon’un mirasının tek parçası değildi. Arkasında adı verilen iki Asur kralı vardı. Sargon ayrıca imparatorluğunu yönetmeye yardımcı olan yasa ve dini kuralları da geride bıraktı. Sonunda Agade kentinin adı 2000'lerde Mezopotamya tarihinin merkez noktası haline gelen Babil'e dönüştü.

Büyük Sargon karanlıktan çıktıktan sonra büyük bir lider haline geldi. Akkaran halkının mutlak liderliğini edinerek, aile ya da yaşamdaki statü eksikliğinden alıkonulmasına izin vermedi.

Bu muhtemelen başkalarına iktidardaki yükselişi ve genel başarıları incelediğinde “Büyük” unvanının verilmesinin sebeplerinden biriydi. Sargon, engellerin hedeflerine engel olmasına izin vermedi.

Sargon, Üma Lugalzagesi tarafından yürütülen genişleme çabalarına karşı direniş gösterdi. Genişlemeye kim başlamış olursa olsun bitiren Sargon'du. Onun etkisi Büyük İskender de dahil olmak üzere gelecekteki askeri liderlerin yön bulmasına yardımcı oldu.

MUĞLA'DA 2.300 YILLIK ANTİK TABLET BULUNDU

Derleyen & Çeviren: A.Kara
A, Arkeoloji, Antik tarih, tarih, Muğla'da tablet bulundu, Arkeoloji Türkiye, Arkeolojik keşif, Türkiye'de taş tablet bulundu MUĞLA'DA ANTİK ÇAĞA DAİR ÖNEMLİ BİR BELGE NİTELİĞİNDEKİ TABLET BULUNDU

Muğla ilindeki bir okulun bahçe duvarı içerisinde antik Yunan alfabesine sahip 2.300 yıllık bir tablet şans eseri keşfedildi.

Duvardan güvenli bir şekilde çıkarılan tabletin 3. yüzyıldan kalma olduğu ortaya çıktı. Arkeologlar bu tabletin başlangıçta bir heykele bağlı olduğuna inanıyorlar ve tabletin bir kısmının kırıldığını ve okunamadığını belirttiler.

Şimdilik eser hakkında çok fazla şey bilinmemekle birlikte, antik çağlarda tarihi öneme sahip olan bir bölgede bulundu.

Anadolu'da eski zamanlarda, güneydeki Menderes ve Dalaman (İndus) nehirleri arasındaki bölgeye Karya denirdi. Sakinleri Karyalılar ve Leleglerdi. Homer tarafından yazılan "İlyada" da Karyalılar, Truvalılar ile işbirliği içinde ortak seferlerle ülkelerini Rumlara karşı savunan, Anadolu’nun yerlileri olarak tanımlanırlar.

Antik bir Karya kenti olan Muğla'nın, bölgedeki Antik Yunan sömürgecileri tarafından yerleşilene kadar Mısırlılar, Asurlar ve İskitlilerden oluşan topluluklar tarafından baskınlara maruz kaldığı bilinmektedir.


Yunanlılar bu kıyılarda uzun süre yaşadılar ve Knidos (Datça Yarımadası'nın sonunda), Bodrum (Halikarnassos) gibi önde gelen şehirlerin yanı sıra Bodrum yarımadasının sahili boyunca ve iç kesimlerinde Fethiye'nin Telmessos, Xanthos, Patara ve Tlos kentlerini de kapsayan şehirler kurdular.

Sonunda sahil Büyük İskender'i yenen Persler tarafından fethedildi ve Karia'nın satraplığına son verdi(Satraplık: Bir satrapın yönetimi altındaki bölge).

Daha sonra il, Ege Adaları, Girit ve Venedik ve Mısır'a kadar ticaret yaparak önemli bir deniz gücü haline geldi. Menteşe döneminde Türk yerleşim yeri genellikle Kütahya-Tavas ekseni boyunca yer alan göçlerle gerçekleşmiştir.

Muğla 1390'da Osmanlı İmparatorluğu tarafından ele geçirilmişti ancak sadece on iki yıl sonra, Tamerlane ve güçleri Ankara Savaşı’nda Osmanlı'yı yendi ve diğer Anadolu beylikleri için yaptığı gibi, bölgenin kontrolünü eski yöneticileri olan Menteşe Bey’lere geri verdi. Muğla 1451'de Sultan II. Mehmed tarafından tekrar Osmanlı kontrolü altına alındı. Osmanlı döneminde bölgedeki en önemli olaylardan biri Marmaris'ten başlatılan Rodos'a karşı Kanuni Sultan Süleyman tarafından başlatılan seferlerdi.

Özalp, "Tabletin, şehre hizmet eden birini onurlandırmak için yazılmış olması ve kişiye teşekkür etmek için bir heykelin yanına yerleştirilmiş olması mümkün olabilir" dedi ve tabletin kesin tarihinin müze uzmanları tarafından yapılacak analizlerle belirlenebileceğini söyledi.

BABİL KRALI HAMMURABİ

Yazan: A.Kara
A, Antik tarih, tarih, Hammurabi, Hammurabi kanunları, Hammurabi yasaları, Kral Hammurabi, İbrahimi dinler ve Hammurabi yasaları, Mezopotamya kralı, Babil kralı,

BABİL'İN BÜYÜK KRALI HAMMURABİ VE KURALLARI

Eski dünyanın en büyük kişilikleri arasında şüphesiz ki Hammurabi de vardır. Babil'in yöneticisi olarak askeri başarılarından gurur duyulan Hammurabi "tanrıların hizmetçisi", "halkının babası" ve "barış getiren çoban" olarak hatırlanmak istiyordu. (Çoban kelimesine dikkat, bildiğiniz gibi İncil'de İsa'nın da çoban sıfatı ile anlatıldığı görülür)

M.Ö. 1792-1750 yılları arasında hüküm süren ve Babil'in Birinci Amorite Hanedanlığı'nın altıncı kralı olan Hammurabi, babası Sin-Muballit'ten tahtı devraldı ve tüm eski Mezopotamya'yı fethetmek için krallığını genişletti.

43 yıl süren yönetimi sırasında ilk olarak Mezopotamya'yı birleştirdi ve sayısız savaşlar kazanarak Babil krallığının sınırlarını önemli ölçüde genişletti.

MÖ 1787'de güçlü Uruk ve İsin'i fethetti; Asıl amacı Dicle ve Fırat suları üzerinde kontrol sahibi olmaktı, ancak kolay değildi.

Bölgesel genişleme politikasının ardından Hammurabi komşu ülkeleri Asur, Elam ve Mari'lerle savaşmak zorunda kaldı. Sonunda, birçok savaştan sonra onların da yöneticilerini yendi ve topraklarını aldı. Babil Krallığı hem muazzam hem de güçlü olmuştu. Babil artık dünyanın en güçlü şehriydi.

Hammurabi hakkında bildiğimiz bir çok şey yazarının kendisinin olduğunu ilan ettiği ve kendini kralların bile favori kralı olarak nitelendirdiği yazılarından geliyor. Hammurabi uzun saltanatı boyunca ülkesinin ekonomik gelişimini üstlendi; sulama kanalı sistemlerini, tarımdaki ilerlemeleri, vergi tahsilatını ve birçok tapınağın yapımını bizzat kendisi denetleyerek yeniden düzenledi ve iyileştirdi. Bununla birlikte adı çoğunlukla “Hammurabi Kuralları” ile ilişkilendirilir.

Yasaların ilki ve en uzun olanları bir zamanlar Babil hayatını yöneten cezalar, şahsi haklar ve usule ilişkin yasaları içeriyordu. Yasalar sekiz metre boyundaki (2,4 metre) siyah dikilitaş üzerine kazınmış, dayanıklı olduğu ancak oyması zor olduğu bilinen dört tonluk bir diyorit (bir kaya türü) levhadan oyulmuştur ve aşağıdakilere benzer konuları kapsamıştır:

İFTİRA
Ör. Kanun # 127: "Eğer biri bir tanrının kız kardeşini (yani bir kadını) veya bir kimsenin karısını parmakla işaret ederse" (işaret etmekten kasıt suçlamak, iddiada bulunmak) ve iddiasını ispat edemezse bu adam hakimlerden önce alınmalı ve alnı işaretlenmeli (derisi  veya belki de saçı kesilerek).

TİCARET
Ör. Kanun # 265: "Sığır veya koyunların emanet edildiği bir çoban dolandırıcılık yapmaktan suçlu bulunursa ve hayvanlardan sağladığı kaynakların doğal artışları konusunda yalan söyler ya da para karşılığı satarsa suçlu bulunur ve mal sahibine kaybının on katı kadar ödeme yapar.

KÖLELİK VE KÖLELERİN MÜLK OLARAK DURUMU
Ör. Kanun # 15: "Şehir mahkemelerinin dışında biri, erkek veya kadın kölesini veya serbest bırakılmış bir erkeğin erkek veya kadın kölesini alırsa ölüm cezasına çarptırılır." (Yani eskiden köle olan birinin kölesini bile elinden alırsan cezası ölüm)

İŞÇİLERİN GÖREVLERİ
Ör. Kanun # 42: "Eğer biri tarlayı işlemek için alırda onu işlemez, hasat almazsa, bu onun tarlada çalışmadığının kanıtı sayılır ve komşusunun yetiştirdiği kadar tahılı arazi sahibine teslim etmelidir."

HIRSIZLIK
Ör. Kanun # 22: "Biri hırsızlık yapıyorsa ve yakalanırsa o halde cezası ölümdür."

TİCARET
Ör. Kanun # 104: "Eğer bir satıcı bir nakliyeciye mısır, yün, yağ veya benzer malları nakletmesi için verirse, nakliyeci tutara dair bir makbuz verir ve satıcı tüccara verdiği para ve malları için bir makbuz alır."

MESULİYET
Ör. Kanun # 53: "Eğer barajını en önemli unsur olarak iyi durumda tutamayacak kadar kayıtsız biri varsa ve bu ilgisizliğini sürdürürse, o zaman baraj yıkılır ve tüm alanlar sular altında kalırsa baraj para karşılığı satılır ve para mahvolmasına neden olduğu mahsuller için ilgili kişiye ödenir"

BOŞANMA
Ör. Kanun # 142: "Bir kadın kocasıyla kavga edip şöyle söylerse: "Sen benim için uygun değilsin" bu hükmünün sebepleri ortaya konmalıdır. Eğer kadın suçsuz ise ve kendinden kaynaklanan bir problem yoksa veya adam onu ihmal ediyorsa kadın hiçbir şekilde suçlanamaz, çeyizini alır ve babasının evine döner."

Hammurabi kanunları arasında en çok bilinenlerden biri de şuydu:
96 No'lu Yasa: "Eğer bir erkek başka bir erkeğin gözüne zarar verirse o da onun gözüne zarar verir. Eğer bir erkek diğerinin kemiğini kırarsa o da onun kemiğini kırar.
Eğer biri azad edilmiş (özgür) bir kölenin gözüne zarar verir veya kemiğini kırarsa bir mina (ağırlık birimi) altın ödeyecek ve eğer biri bir başkasının kölesinin gözünü tahrip ederse veya kemiğini kırarsa bu bedelin yarısını ödeyecektir."

Hammurabi'de birçok ceza vardı.
Örneğin bir oğul babasına saldırırsa elleri kesilirdi.

ZİNA
Ör. Kanun # 129: "Eğer bir erkeğin karısı başka bir erkekle yatarsa onları birbirlerine bağlar ve suya atarlar. Eğer eşin sahibi karısını kurtarırsa o halde kral da hizmetkârını koruyabilir."

YALANCI ŞAHİTLİK
Ör. Kanun # 3: "Eğer bir adam duruşmada yalancı şahitlikte bulmuşsa veya yapmış olduğu ifadesinin gerçek olmadığı ıspatlanmışsa ve bu dava bir kazanç duruşması ise adam ölümle cezalandırılır."

FİRAVUN 1.ŞEŞONK (ŞİŞAK)

A,tarih, Antik tarih, yahudilik, Firavun Şeşonk,Şişak,1.Şeşonk, Mısır firavunları, Kudüs'e düzenlenen sefer,Yehuda krallığına saldırı,Yahudi tarihi,Rehavam,Rehoboam,Yarovam
1. ŞEŞONK (SHİSHAK)
YEHUDA KRALLIĞINI VE BİRLEŞİK MISIR'I İSTİLA EDEN MISIR KRALI


İbranice İncil'e göre daha sonraları 1.Şeşonk olarak tanınan Shishak (Shishaq) M.Ö. 10. yüzyılda Kudüs'ü yağmalayan Mısırlı bir firavundu.

1.ŞEŞONK KİMDİR?
Şeşonk, İncil'deki adıyla Şişak semitik bir ailenin üyesi ve Libya şefinin görevlisiydi. Ailesi uzun zamandır Mısır'a yerleşmişti ve ikametgahı haline gelen Bubastis kasabası onların evi olmuştu. Shishak’ın dedesi (aynı isme sahipti) doğrudan kraliyet evine giden evlenme düzeni ile üst sıralarda yer aldı.

Eski Mısır adlı kitabında George Rawlinson şöyle diyor:
"Babası Nemrut (Namrut) o sırada ayakta kalan ordunun en önemli bölümünü oluşturan Libyalı paralı askerlerin komutanı olarak yüksek bir askeri bakanlık kurdu. Bu yüzden de Şeşonk'un itibarı Mısırlı mahkeme yetkililerinin önünde aşağı düşmüştü.

Onun adını kaynaklarda ilk gördüğümüzde "Majesteleri" olarak adlandırıldığı ve tüm paralı askerler arasında ilk sırayı aldığını düşündüren "prenslerin prensi" ünvanı göze çarpar.."

1.Şeşonk yönetimindeki Mısır birleşti ve Şeşonk meşru bir firavun olmak için etkili ve hızlı hareket etmesi gerektiğini anladı. 21 hanedanındaki son firavun olan 2.Psusennes'in kızı Mısırlı bir prenses olan Maatkare ile evlenerek önemli bir evlilik düğümü yaptı. Açıkça bu sayede oğlunun Amun rahibi ünvanını taşımasına da yardımcı oldu.

Güçlü bir yönetici olan Şeşonk bölünmüş olan Tanis ve Teb'i bir kez daha birleşmiş olan Mısır'ın bünyesine kattı.

Libya şeflerinin oğullarının öne çıkan yüksek yerlerde yetkili olmalarını mümkün kıldı ve böylece Mısır’ın politik durumunu da istikrara kavuşturdu.


ŞEŞONK'UN YEHUDA KRALLIĞINA VE KUDÜS'E SEFERLERİ
İbranice İncil'e göre (TaNah) 1.Şeşonk, Süleyman'ın saltanatının ilk yıllarında hüküm süren (M.Ö 943-922) İsrail'in kuzey krallığının ilk kralı Jeroboam'a sığınmıştı.

MÖ. 930'da Süleyman'ın ölümünün ardından Yehuda ve Süleyman'ın oğlu Rehav'am ile 1.Jeraboam'ın yönetimindeki İsrail krallıkları Şeşonk'un yaklaşmakta olan ordusuna karşı fazla direnç gösteremedi.

Mısır kralı Şeşonk İsrail kralı müttefiki 1.Yarovam'ı (Jeroboam) desteklemek için 60 bin süvari ve 1.200 savaş ordusundan oluşan devasa ve güçlü bir orduyla Yehuda Krallığına saldırdı. 2. Tarihler 12: 3'e göre, eski bir Afrika ülkesi olan Luvlu'lar (Lubim-Libyalılar), Kûş Krallığı ve Suklu'lar tarafından desteklenmişti:

[2.Tarihler 12:3]
3) Şişak’ın bin iki yüz savaş arabası, altmış bin atlısı ve Mısır’dan onunla birlikte gelen Luvlu, Suklu, Kûşlu sayısız askeri vardı.

Bu önemli olaylar Süleyman'ın oğlu ve Davut'un torunu olan Rehavam'ın yönetiminin 5.yılında gerçekleşmiştir. Rehavam onbeş müstahkem şehir kurmayı başarmıştı ve bu eylemleri Mısır yöneticisinin yapacağı saldırıların tamamen beklenmedik olmadığı anlamına geliyordu.

Şeşonk'un Yehuda Krallığı'na (Tel Megiddo'da keşfedilen bir dikilitaş ile belgelenmiştir) karşı seferleri ve Kudüs'ü yağmalaması TaNah'da şöyle geçer:

[2.Tarihler 12:1-12]
  1. İsrail Kralı Yehu’nun krallığının yedinci yılında Yoaş Yahuda Kralı oldu. Yedi yaşında kral oldu ve Yeruşalim’de kırk yıl krallık yaptı. Annesi Beer-Şevalı Sivya’ydı.
  2. Yoaş Kâhin Yehoyada yaşadığı sürece RAB’bin gözünde doğru olanı yaptı. Çünkü Kâhin Yehoyada ona yol gösteriyordu.
  3. Ancak alışılagelen tapınma yerleri henüz kaldırılmamıştı ve halk oralarda hâlâ kurban kesip buhur yakıyordu.
  4. Yoaş kâhinlere şöyle dedi: “RAB’bin Tapınağı için yapılan bağışları: Nüfus sayımından elde edilen geliri, kişi başına düşen vergiyi ve halkın gönüllü olarak RAB’bin Tapınağı’na sunduğu paraları toplayın.
  5. Her kâhin bunları hazine görevlilerinden alsın. Tapınağın neresinde yıkık bir yer varsa, onarılsın.”
  6. Yoaş’ın krallığının yirmi üçüncü yılında kâhinler tapınağı hâlâ onarmamışlardı.
  7. Bunun üzerine Kral Yoaş, Kâhin Yehoyada ile öbür kâhinleri çağırıp, “Neden RAB’bin Tapınağı’nı onarmıyorsunuz?” diye sordu, “Hazine görevlilerinden artık para almayın. Aldığınız paraları da RAB’bin Tapınağı’nın onarımına devredin.”
  8. Böylece kâhinler halktan para toplamamayı ve tapınağın onarım işlerine karışmamayı kabul ettiler.
  9. Kâhin Yehoyada bir sandık aldı. Kapağına bir delik açıp sunağın yanına, RAB’bin Tapınağı’na girenlerin sağına yerleştirdi. Kapıda görevli kâhinler RAB’bin Tapınağı’na getirilen bütün paraları sandığa atıyorlardı.
  10. Sandıkta çok para biriktiğini görünce kralın yazmanıyla başkâhin RAB’bin Tapınağı’na getirilen paraları sayıp torbalara koyarlardı.
  11. Sayılan paralar RAB’bin Tapınağı’ndaki işlerin başında bulunan adamlara verilirdi. Onlar da paraları RAB’bin Tapınağı’nda çalışan marangozlara, yapıcılara,
  12. duvarcılara, taşçılara öder, tapınağı onarmak için kereste ve yontma taş alımında kullanır ve onarım için gereken öbür malzemelere harcarlardı.
[1.Krallar 14:21-25]
21) Süleyman oğlu Rehavam Yahuda Kralı olduğunda kırk bir yaşındaydı. RAB’bin adını yerleştirmek için bütün İsrail oymaklarının yaşadığı kentler arasından seçtiği Yeruşalim Kenti’nde on yedi yıl krallık yaptı. Annesi Ammonlu Naama’ydı.
 22) Yahudalılar RAB’bin gözünde kötü olanı yaparak, işledikleri günahlarla Tanrı’yı atalarından daha çok öfkelendirdiler.
23) Ayrıca kendilerine her yüksek tepenin üstüne ve bol yapraklı her ağacın altına tapınma yerleri, dikili taşlar ve Aşera putları yaptılar.
24) Ülkedeki putperest törenlerinde fuhuş yapan kadın ve erkekler bile vardı. Yahudalılar RAB’bin İsrail halkının önünden kovduğu ulusların yaptığı bütün iğrençlikleri yaptılar.
25) Rehavam’ın krallığının beşinci yılında Mısır Kralı Şişak Yeruşalim’e saldırdı.

Musevi araştırmacı Flavius Josephus'un yazdığı "Yahudi Gelenekleri" adlı kitaba göre Rehavam'ın en müstahkem şehirleri “savaşmadan” alınmış ve seferlerde Şeşonk'a direniş gösterilmemişti.

Pek çok kişi Şişak'ın Kudüs’ü tahrip etmediğine, eldeki tüm hazinelerin ona verilerek girmeden satın alındığına inanıyor. Böylece Yeruşalim yıkımdan kurtulmuştu çünkü Rehoboam Şişak'a haraç vermişti.

İncil'de yazılanlar dışında Şişak’ın zaferini ilan eden ve ele geçirdiği 50 şehri adlandıran bir anıt da bulunmaktadır. Bu anıt Karnak'taki Amun tapınağındadır. Şişak tarafından ele geçirilen şehirlerin sayısı ve Yukarı Mısır'da, Karnak'taki Amun tapınağında bulunan bir kabartma olan Bubastite Kapısı hala tartışılıyor.

Her zaman dediğim gibi, eğer mistik-mitolojik bölümlerini çıkarırsak kutsal olduğuna inanılan Kur'an, Tevrat, İncil gibi kitaplardaki bazı tarihi anlatımlar, bulunan arkeolojik metinler ve bulgular ile eşleştirilirse antik tarih hakkında bize bilgi verebilirler.



Yazan: A.Kara

BİR FİRAVUN : "AY"

A,tarih, Antik tarih, Mısır firavunları, Firavun Ay,Gizemli bir firavun,Gizemli firavunlar,Akhenaton,Zannanza,Şuppiluliuma,Ankhesenamen,Antik Mısır tarihi,Mısır tabletleri,Vezir Ay
Amhen mezarındaki bu taş blok Akhenaten'in Firavun Ay'a "Altın Şeref " ödülünü verişini resmediyor.


FİRAVUN AY GİZLİ İŞLER ÇEVİRMİŞ BİRİ Mİ YOKSA TALİHSİZ BİR KURBAN MI?
Firavun Ay'ın yaşamında olanları bir araya getirmek tarihçiler için gerçekten de kolay değildir. Firavun Ay, Keops, II.Ramses, Akhenaton, Hatşepsut kadar ünlü değildi, sadece bir kaç yerde ondan bahsediliyordu ama kesinlikle ilginç biriydi.

Kısa bir süre boyunca Mısır'a hükmetti ve firavun olduğu süre boyunca pek başarılı olamadı ama antik dönemde önem bir tarihsel dramda figürüydü.

Bu güne kadar tarihçiler ve Mısırbilimciler hala Firavun Ay'ın gizli bir gündemi olan ya da sadece talihsiz durumların kurbanı olan yalancı bir erkek olup olmadığını belirlemeye çalışıyorlar.

Firavun Ay masum olduğunu iddia etmişti ve asla tahttaki durumunu yükseltmek için kimseyi öldürmedi ancak sözlerinin birçoğu belgelenmiş tarihi olaylarla çelişiyormuş gibi görünüyor.

FİRAVUN AY KİMDİR?
Firavun Ay'ın Nil'in doğu kıyısında bulunan Ahmim kentinde Tanrı Min'e adanmış bir taş şapel inşa ettirmesi tarihçilerin Ay'ın yerli bir Mısırlı olduğunu varsaymasının nedenlerindendir. Ancak babasının adı Yuya Mısır'da nadir görülen bir isimdi ve bu durum Ay'ın Suriye kökenli olduğu yönündeki spekülasyonlara yol açtı.

Ian Shaw ve Paul Nicholson Antik Mısır Sözlüğü adlı kitabında şöyle diyor:
"Ay 'kraliyet atlarının müfettişi' ve 'tanrı'nın babası' ünvanlarını aldı. Bu nedenle Tiy'in erkek kardeşi Akhenaton'un amcası ve belki de Tutankamon'un amcası ya da büyük amcası olabileceği iddia edildi. 'Tanrı'nın babası'nın olağandışı makamının Ay'ı Nefertiti'nin babası yaparak bu makamı kayınpederinin elinde tutabileceği bile öne sürüldü."

Ay tahta çıkmadan önce Firavun Akenaton'un mahkemesinin bir üyesiydi. Generalin hemen altındaki en yüksek askeri rütbeye sahipti ve kraliyet ailesi ile yakın bir ilişkisi vardı.

Ay’ın karısı Tey, Nefertiti’nin hemşiresi olarak görev yaptı. Akhenaten’ın kraliçesi ve Ay’ın, ortodoks olmayan ailesiyle yaşadığı Tell el-Amarna’da kendi büyük mezarını inşa etmesine izin verildi.


TUTANKAMON'UN REHBERLİĞİNİ YAPAN VEZİR AY
Ay'ın hayatı iyiydi ancak Firavun Akenaton'un ölümünden sonra küçük oğlu Tutankhamun'un muhtemelen sekiz, dokuz yaşındayken tahta çıkması işleri karmaşık hale getirdi.

Firavun Tutankhamun Mısır'ı kendi başına yönetmek için çok gençti bu yüzden çevresi güçlü danışmanlar tarafından kuşatılmıştı. Bunlardan biri General Horemheb diğeri de Ay idi. Her ikisi de ona yardımcı olarak görevlerini yerine getiriyorlardı. Antik Mısır'da Firavun'dan sonraki en güçlü kişi vezirdi. Vezir en yüksek devlet memuru olarak kralın hemen altındaydı ve yasal konulardan sorumluydu. B nedenle de suçlular vezirden çok korkuyorlardı.

Mahkumlar Firavun Tutankhamun'a Mısır'ı eski ihtişamına kavuşturarak babasının hükümdarlığı döneminde yapılan bazı değişiklikleri tersine çevirmelerini tavsiye ettiler. Firavun Akenaton daha önce Mısır'da yalnızca tek bir tanrıya (Aten) ibadet ederek ve rahiplerin sahip oldukları güçlere kısıtlamalar getirerek tartışmalara yol açmıştı. Firavun Tutankhamun Amun rahiplerinin gücünü kabul ederek sahip oldukları hakları yenileyerek eski tanrıların ülkeye geri dönüşünü sağladı.

Tutankhamun hayatı gerçek bir trajedi kaynağı olan üvey kardeşi Ankhesenamen ile evlenmişti.

Eski Mısır'da ensest ilişki yaygındı ve yanlış kabul edilmiyordu. Mısırlılar kız kardeş ile veya kızlarıyla evlenerek kraliyetin kan bağını korumanın mümkün olduğuna inanıyorlardı Ankhesenamen'in ilk önce kendi babası olan Akenaton ile evlendiğine inanılmaktadır.

Firavun Tutankhamun ve Ankhesenamen'in hayatta kalan hiçbir çocuğu yoktu. Arkeologlar Tutankhamun’un mezarı içinde düşük yapılmış iki kız çocuğunun kalıntılarını keşfettiler.

Bu kızları yaşamış olsaydı sonunda Kraliçe Ankhesenamen'in yerini alabilecekti. Amarna kan bağının devam etmesi eski Mısır tarihini değiştirdi.

Firavun Tutankhamun öldüğünde Kraliçe Ankhesenamen kendisini büyük zorluklar içinde buldu. Amarna kan hattına devam etme ihtiyacı olduğunu hissetti ve büyük bir umutsuzluk hissi ile Hitit Kralı I. Şuppiluliuma'ya bir mektup yazdı. Bu da tartışmalı olan "Zannanza" meselesinin başlangıcıydı.

FİRAVUN AY İKİ CİNAYET İLE DE İLİŞKİLİ MİYDİ?
Tarihçiler Ankhesenamen'ın Hitit kralına yazdığı mektubu imzalarken Dakhamunzu ismini kullandığını öne sürüyorlar. Bu mektupta Hitit kralından onunla evlenebilecek birini göndermesini istemişti.

Kral Şuppiluliuma bir başlangıç yapmak için isteksizdi ancak evlilik talebinin ve mektubun gerçek olduğunu doğrulamak için bir elçi gönderdi. Daha sonra ise sonunda oğlu Zannanza'yı Tutankhamun’un eşi ile evlenmek üzere Mısır'a göndermeye karar verdi. O zamanın şartlarına göre akıllıca bir karar gibi görünüyor çünkü Zannanza yeni firavun olabilir buu yolla da Mısır Hitit imparatorluğunun bir parçası olabilirdi.

Ancak bu plan başarısız oldu çünkü Zannanza öldürülmeden önce Mısır sınırına bile ulaşmadı. Nasıl öldüğü ve onu kimin öldürdüğü ise bilinmiyor.

Kraliçe Ankhesenamen ittifaka yönelik güçlü itirazlarına rağmen Ay ile evlenmek zorunda bırakıldı. Ay tahta geçerek firavun oldu ancak iktidardaki gücünün durumu tam olarak belli değildi.

Kral Şuppiluliuma Ay'ın Mısır'ı yönetme isteğinden dolayı oğlu Zannanza'yı öldürmekle suçladı. Ay suçlamaları reddederek masum olduğunu söyledi.

Firavun Ay daha sonra tahttaki üstünlüğünü eline aldığını hissettiği General Horemheb ile de çatışmaya girdi.

Bu eski tarihsel dramda en şaşırtıcı olan şey Firavun Ay ile evlendikten kısa bir süre sonra ortadan kaybolan Kraliçe Ankhesenamen'ın gizemli ölümüdür. Aynı derecede şaşırtıcı olan diğer şey ise Firavun Ay'ın mezarını inceleyen arkeologların duvarlarda Ay'ın karısı ve Kraliçe Nefertiti'nin yaşlı hemşiresi Tey'in adını bulmuş olmalarıydı.

Kraliçe Ankhesenamen’ın adı hiç belirtilmemişti, sanki tarihten silinmiş gibiydi.

Pek çok tarihçi Firavun Ay'ın prens Zannanza'yı firavun olmasını engelleyeceği için işlediğini ve artık ihtiyaç duymadığı için Kraliçe Ankhesenamen'i öldürmekten sorumlu olduğunu ileri sürdü.

Firavun Ay'ın ise gizli işler çeviren bir adam mı yoksa sadece talihsiz durumların çaresiz bir kurbanı mı olduğu henüz belli değil.

Kaynaklar:
Ian Shaw, Paul Nicholson - The Dictionary of Ancient Egypt
Wikipedia
John Haywood, Simon Hall - The Penguin Historical Atlas of Ancient Civilizations

Yazan: A.Kara

ANTİK ÇAĞDA SOLAK OLMAK

Yazan: A.Kara
A,tarih, Antik tarih, Eski inanışlar,Sol el,Sol el ile yemek,Sol eli kullanmak,Dinlerde sol,Kur'an'da sol,din, Batıl inançlar, Solak olanlara işkence,Antik Mısır'da solak olmak,Roma'da sol el

ANTİK ÇAĞDA SOLAK OLMAK KÖTÜLÜĞÜN BİR İŞARETİ OLARAK MI GÖRÜLDÜ?


Eski zamanlarda sağ yön iyi demekti. Günümüzdeki birçok söylem bu anlayıştan gelir. Güvenilen birine "falanca kişinin sağ kolu" denir. Sol kolu değil. Doğru ve akla uygun kararlar veren birine solduyulu değil de sağduyulu deriz. Tokalaşırken sağ elimizi kullanırız.

Çünkü insanlar solakların gerçekten kötü bireyler olduğuna inanıyorlardı. Sağ el kullanımı Yunanistan, Roma, Çin, Mısır ve Mezopotamya genelinde yaygındı. Ayrıca birinin sağında oturmak ya da dikilmek bir ayrıcalıktı. Mezopotamyalılara göre solaklık Tanrıların verdiği bir cezaydı. Eski Mısır'lılar ciddi şekilde sol karşıtıydılar. Düşmanlarını sıklıkla solak tasvir ederken kendilerini sağ el kullanan veya sağ yönden gelen kişiler olarak tasvir ediyorlardı. [Stanley Coren, Advances in Psychology. Cilt. 67. Left-Handedness: Behavioral Implications and Anomalies. 1990.] Ayrıca dini figürlere dair heykellerde sağ el sembolizmi hakimdi. Örneğin bir Mezopotamya rahibi veya herhangi bir Tanrı sağ eli havada tasvir ediliyor, insanları sağ eliyle selamlıyordu. Tıpkı kralların da yaptığı gibi. 

Romalılar alyansları sol elin üçüncü parmağına takıyor, böylece kötülükleri uzak tutacaklarını düşünüyorlardı. Selamlaşırken sağ ellerini kullanarak silahsız olduklarını da göstermiş oluyorlardı. [Coren S. The left-hander syndrome: the causes and consequences of left-handedness. 1992]

Birçok din ve inanışta solaklık kötülük, şeytan ve şeytani eylemler ile ilişkilendirilmişti.
Yunan inancına göre Kiklop ve Titanlar Uranüs ile Gaia'nın çocuklarıydı. Uranüs Kiklopları yeraltı dünyası Tartarus'a kapattğında anneleri Gaia intikam almak isteyip Titanları babalarına karşı kışkırtmıştı. Gaia ile Uranüs'ün seviştiği bir sırada en genç titan olan Kronos sol elinde tuttuğu taştan yapılmış orak ile babasının cinsel organını kesmişti. [Graves R. The Greek Myths. 1963]

Havva ile Adem'in yasak elmayla birlikte resmedildiği çizimlerde Havva her zaman Adem'in solunda çizilmiştir. Çünkü elmayı alıp Adem'e veren Havva'dır. Ayrıca unutulmamalıdır ki İbrahimi dinlere göre Havva Adem'in sol yanından çıkmış yani sol kaburgasından yaratılmıştır. Bu yüzden yüzyıllar boyunca sol taraf dişilik ve aşağılık-bayağılık ile ilişkilendirilmiştir.

Çoğu kültürde olduğu gibi eski Âsurlular da sağ elin yemekte, ayin ve dini törenlerde kullanılması gerektiğine inanıyorlardı. Sanat uğruna bile olsa bu inançlarından sapmadılar. Kabartmalarında insanlar sağ elleri ile tokalaşıyor veya sağ elleri havada tasvir ediliyorlardı.

Sol kötüyle-cezalandırmayla ilişkilendirildiğinden Hristiyan sanatında İsa her zaman tanrının sağında resmedilir. Aynı nedenden ötürü "tanrının sol eli" denen Cebrail tanrının solunda yer alır.

Hristiyanlığın yayılmasıyla birlikte sol tarafa verilen özellikler kendi kurucu mitleriyle harmanlandı. Hristiyanlık solu zayıflığın da ötesinde bir yere koyarak ahlaksızlıkla ilişkilendirdi. Birçok tarihçi solun kötülükle olan ilişkisinin ortaya çıkışını açıklamaya çalışırken Matta Kitabındaki bir bölümü işaret eder. Hesap (Yargılanma) Günü'nde şöyle yazar:

Matta 25: 31-41:
31. “İnsanoğlu kendi görkemi içinde bütün melekleriyle birlikte gelince, görkemli tahtına oturacak.
32. Ulusların hepsi O’nun önünde toplanacak, O da koyunları keçilerden ayıran bir çoban gibi, insanları birbirinden ayıracak.
33. Koyunları sağına, keçileri soluna alacak.
34. “O zaman Kral, sağındaki kişilere, ‘Sizler, Babam’ın kutsadıkları, gelin!’ diyecek. ‘Dünya kurulduğundan beri sizin için hazırlanmış olan egemenliği miras alın!
35. Çünkü acıkmıştım, bana yiyecek verdiniz; susamıştım, bana içecek verdiniz; yabancıydım, beni içeri aldınız.
36. Çıplaktım, beni giydirdiniz; hastaydım, benimle ilgilendiniz; zindandaydım, yanıma geldiniz.’
37. “O vakit doğru kişiler O’na şu karşılığı verecek: ‘Ya Rab, seni ne zaman aç görüp doyurduk, susuz görüp su verdik?
38. Ne zaman seni yabancı görüp içeri aldık, ya da çıplak görüp giydirdik?
39. Seni ne zaman hasta ya da zindanda görüp yanına geldik?’
40. “Kral da onları şöyle yanıtlayacak: ‘Size doğrusunu söyleyeyim, bu en basit kardeşlerimden biri için yaptığınızı, benim için yapmış oldunuz.’
41. “Sonra solundakilere şöyle diyecek: ‘Ey lanetliler, çekilin önümden! İblis’le melekleri için hazırlanmış sönmez ateşe gidin!

Solun kötü sağın iyi olduğu düşüncesi Yahudi yazarlar arasında da görülür. Eski Ahit insan doğasını anlamlandırırken insanların “yetzer” olarak adlandırılan iki dürtüsü olduğunu yazar. Sağa doğru eğilimi olanlar için "Yetzer tov", sol tarafa yani kötülüğe eğilimi olanlar için "Yetzer Ra" ifadeleri kullanır.

Mezopotamyalılardan Mısırlılara, Yunanlılara ve Romalılara kadar dünyanın ilk büyük uygarlıklarının tümü sağ el konusunda taraflı olmuştur. Tanrıların sağ elinin şifa verici ve faydalı olduğu düşünülürken sol ellerini lanetlemek ya da cezalandırmak için kullandıklarına inanılırdı. Bu kültürlerin neredeyse hepsinde törenlerde ve yemeklerde sağ el kullanılmış ve sağ taraf her zaman tercih edilen konum olmuştur.

Tanah'da solak insanların başka bir yönlerine atıf yapılır. Birkaç örneğe bakalım ve Ehut'un, Moav kralına düzenlediği suikasti anlatan hikayeden başlayalım [Hakimler 3: 12-21]
12) Sonra İsrailliler yine RAB’bin gözünde kötü olanı yaptılar. RAB gözünde kötü olanı yaptıkları için Moav Kralı Eglon’u onlara karşı güçlendirdi.
13) Kral Eglon Ammonlular’la Amalekliler’i kendi tarafına çekerek İsrail’e saldırdı. Onları bozguna uğratarak Hurma Kenti’ni ele geçirdi.
14) İsrailliler on sekiz yıl Moav Kralı Eglon’un boyunduruğu altında kaldılar.
15) Ama RAB’be yakarmaları üzerine RAB onlar için Ehut adında bir kurtarıcı çıkardı. Benyaminli Gera’nın oğlu Ehut solaktı. İsrailliler Ehut’un eliyle Moav Kralı Eglon’a haraç gönderdiler.
16) Ehut kendine bir arşın uzunluğunda iki ağızlı bir kama yaptı ve bunu sağ kalçası üzerine, giysisinin altına sakladı.
17) Varıp haracı Moav Kralı Eglon’a sundu. Eglon çok şişman bir adamdı.
18) Ehut haracı sunduktan sonra, haracı taşımış olan adamlarını salıverdi.
19) Ama kendisi Gilgal yakınındaki taş putlardan geri döndü. “Ey kral, sana gizli bir haberim var” dedi. Kral ona, “Sus” diyerek yanındaki adamların hepsini dışarı çıkardı.
20) Ehut, üst kattaki serin odasında yalnız kalan krala yaklaşarak, “Tanrı’dan sana bir haber getirdim” deyince kral tahtından kalktı.
21) Ehut sol eliyle sağ kalçası üzerindeki kamayı çekti ve kralın karnına sapladı.

Taş askılarını yani taş fırlatmak için kullanılan antik savaş aletini ölümcül bir doğrulukla kullanabilen Benyaminoğullarından iki yerde şöyle bahsedilir: [Hakimler 20:16]
16) Solak olan yedi yüz seçme adam da bunların arasındaydı. Hepsi de bir kılı sapanla vuracak kadar iyi nişancıydı.
2) Benyamin oymağından, Saul’un ailesindendiler. Yay taşır ve yayla ok, sapanla taş atmak için hem sağ, hem sol ellerini kullanabilirlerdi. [1. Tarihler 12:2]

İncil öykülerinin Benyaminoğulları kabilesinin solak insanları içerdiğini söylemesi önemlidir. Görünüşe göre onları tıpkı tanrının sol eli gibi zarar verebilecek,kötü insanlar olarak görüyorlardı.

Sağ eli, sol elden üstün tutarak onurlandırmak Müslümanlar arasında da yaygın görülür. Sağ eli tüm onurlu amaçlarla kullanırken sol el yapılacak olan kirli işlerde kullanılır. Sağ elle yemek yenir, taharet sol el ile yapılır, bir yere sağ ayakla girilir, sol ayakla çıkılır. Bunlar Kur'an'da yazan şeyler olmasa bile Mezopotamya ve Mısır'dan Arap coğrafyasına taşınan inançların kalıntılarıdır. Bu sayede rivayet ve hadislerde kendilerine yer bulmuşlardır.

Ayrıca tıpkı Tevrat ve İncil'deki gibi Kur'an ayetlerinde de sol tarafın kötülükle, kötü olan şeylerle ilişkilendirildiğini görebiliriz. Bir örnek olması için Hakka suresi 25. ayete bakalım:
"Kitabı kendisine sol tarafından verilen ise şöyle der: “Keşke kitabım bana verilmeseydi.”
İlaveten, ayetlerde ve hadislerde cariye, köle ve ganimetlerden bahsederken "sağ elinizin sahip oldukları" ifadeleri yer alır. Yani Kur'an Müslümanların savaşırken kullandıkları "sağ el" üzerinden vurgu yaparak savaşlarda ganimet ele geçirmelerini, köle ve cariyeler edinmelerini ayıplamaz. Hatta sağ el ile alınanlara ayrıcalıklar tanıyarak onları savaş ve yağmaya teşvik eder.

Sol elin ve sol tarafın kötüyle ilişkilendirilmesi ile ilgili bazı rivayetler de vardır:
Peygamber bana geldi ve benim sol elim sağ elimin üzerindeydi. Benim sağ elimi tuttu ve sol elimin üzerine koydu. [Sünen İbni Mâce 811; Kitap 5, Hadis 9. Statü: Sahih]
Her kim yemek yiyecekse sağ eliyle yemelidir ve içecekse sağ eliyle içmelidir. Çünkü Şeytan sol eliyle yer ve sol eliyle içer. [Sahih Müslim 2020a; Kitap 36, Hadis 139; Sünen-i Tirmizi 1799; Kitap 25, Hadis 13. Statü: Sahih]

SOLAKLIĞI KÖTÜLÜK OLARAK GÖREN FİLOZOFLAR VE YAKIN TARİH

Plato ve Aristoteles bile hemen hemen her zaman iyi olanı sağ el ile kötü olanı ve suç unsuru taşıyanı ise sol el ile ilişkilendirdiler. Büyük filozof Plato uzuvların doğal olarak eşit güçte ve kabiliyette olduğuna ve bu düşüncelerin tamamen kültürel olduğuna ikna olmuştu. Ama yinede solak olan çocukların, sol elini kullanan bakıcılardan ve annelerin yanlış eğitiminden kaynaklandığını söylemekten geri kalmadı. Diğer yandan Aristoteles insanların el kullanımının doğuştan gelen bir miras olduğuna inanıyordu.

Filozof ve matematikçi Pisagor'un Zıtlıklar Tablosunun sağ tarafında hafif, iyi, erkek, sınırlı, durgun ve heteroseksüellik gibi şeyler yer alırken sol tarafında karanlık, kötülük, kadın, sınırsız, hareketli ve çarpıklık gibi şeylerin yer alması şaşırtıcı değildir. Anaksagoras'ın yalnızca sağ testisten gelen spermin erkek çocuğa gebe bırakacağını düşünmesi de muhtemelen bu bakış açısıyla ilgiliydi. [Corrbalis M. 1983. Human laterality. 1983]

Anaksagoras'ın düşüncesi eyleme çevrilmişti. Yunan erkekler yüzyıllar boyunca çocuklarının cinsiyetini seçme amacıyla testislerinden birini bağlayacak kadar ileri gitmişlerdi.

Ortaçağ'da sol elini kullanan insanların karşılaştıkları sorunlar hakkında çok az şey biliniyor. Fakat Katolik Kilisesi'nin güçlü etkisi ile sol elini kullanan insanlar şeytani, zayıf, pis, sağlıksız ve kadınsı olarak nitelendirilmeye başlamıştı. Engizisyon döneminde bir kadının yalnızca solak olması bile onun cadı ilan edilip öldürülmesi için yeterliydi. Birçok masum bu nedenle öldürüldü.

Akıl Çağı ve Aydınlanma Çağı'ndaki sınırlı reformlara rağmen 18 ve 19. yüzyıllar özellikle solaklar için zordu. Onlara karşı uygulanan ayrımcılık kökleşmiş ve resmen kurumsallaşmıştı.

Avusturyalı hekim ve psikolog Wilhelm Stekel 1911'de "sağ el her zaman doğruluğu, sol el ise suça giden yolu belirtir." demişti. Böylece sol eli kullanmak, eşcinsellik, ensest ilişki ve sapkınlık anlamlarına gelebilirken, sağ el evlilik veya fahişe ile ilişki gibi anlamlar içeriyordu.

19. yüzyıl Avrupa'sında eşcinsellerin solak olduğu söylenirdi. Birleşik Krallık'ın Protestan çoğunluğunun olduğu kesimlerde Katoliklere "sol ayak" denirken İrlanda ve İrlanda’nın Katolik kesimlerinde durum bunun zıttıydı.

Fransız sosyolog Robert Hertz, 19.yüzyılda Güney Afrika'ya yaptığı seyahatlerde Zulu kabilelerinin bir deliğe kaynamış su döktüğünü, daha sonra çocukların sol elini içine koyarak haşladıklarını, böylece sol el kullanımını engellemeyi amaçladıklarını yazmıştı.

Göreceli olarak Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’nın özgür toplumlarında bile solaklığı bastırmak ve eğitim sistemindeki düzeni empoze etmek için kasıtlı ve acımasız girişimlerde bulunuldu. Örneğin, okulda sol elini kullanan çocukların elleri gerilerek oturduğu sandalyenin arkasından bağlanıyordu. Bazen ise çeşitli bedensel işkenceler uygulanıyordu. Sol elini kullanırken yakalanan herkes için bu cezalar geçerliydi.

Çok yakın zamanda bile birçok ülkede solak çocukların eğitim kurumları gibi alanlarda sağ ellerini kullanmayı öğrenmek zorunda bırakıldıkları görülmektedir.

Bu anlayışa zıt kimi din ve uygarlıklar da olmuştu elbet. Örneğin İnkalar solakların büyücülük ve şifacılık gibi özellikleri olduğuna inanıyorlardı. Günümüzde And dağlarında yaşayan yerliler arasında aynı inanış vardır. Ayrıca Tantra Budizminde sol el bilgeliği simgeler. [Robert Beer. The Encyclopedia of Tibetan Symbols and Motifs (2004). S.150.]

Kaynaklar:
Biblical Archaeology Society
Evans, Dave (2007). The History of British Magick after Crowley.
Dolan, T. P. (2004). "left-footer". A Dictionary of Hiberno-English: The Irish Use of English. p. 139. "Notes and Queries: Where does the phrase 'left footer' come from?". The Guardian; Mencken, Henry Louis (1962). The American language. A. A.Knopf. p. 745.; Partridge, Eric (May 2, 2006). "left-footer". A Dictionary of Slang and Unconventional English. Nature. 142. Routledge. p. 674.

ANTİK ROMALILARIN BELASI KRALİÇE AMANİRENAS

Yazan: A.Kara
A,tarih, Antik tarih, Kraliçe Amanirenas,Roma'ya saldıran kraliçe, Tarihteki savaşçı kadınlar, Nubia krallığı,Kush krallığı,Amanirenas,Roma ile savaşan kadın, Antik Mısır,

KORKUSUZ KRALİÇE AMANİRENAS


Tek gözü vardı ama bu bir ordu toplayıp Mısır'daki Roma'ya saldırmasını engellemedi. Mısır'a saldırı başlattı. Krallığı ile Romalılar arasındaki çatışma beş yıl sürmüştü savaşın sonucunu kendi lehine çevirmişti.

KRALİÇE AMANİRENAS KİMDİR?
Amanirenas, M.Ö. 40-10 yılları arasında Kush'un iktidarındaki cesur tek gözlü kraliçeydi.

Kuş (Kush), Sudan ile güney Mısır Nil Vadisi arasında bulunan Nübye'deki (Nubia) eski bir krallıktı. Bu güzel krallık muhteşem binaları, ünlü firavunları ve piramitlerin ülkesinde ortaya çıkan şaşırtıcı antik eserleri ile Mısır tarafından gölgede bırakıldı. Ancak antik zamanlarda Nübye krallığında yaşayan sofistike bir medeniyet vardı.

Sudan'da Mısır'dakinden daha fazla piramit var ancak çok daha sanatsal olsalar da Mısır'dakilerle kıyaslanamazlar.

Napata ve Meroitik krallığın güney başkenti Meroe'nin çevresinde iki yüzden fazla piramit vardır. Meroe M.Ö. 800 ile 350 yılları arasında gelişip yükselmiş bir şehirdi.

Ne yazık ki o günlerden geriye sadece bu muhteşem piramitler kalıyor ve Nübye antik krallığı neredeyse unutuluyor ve arkeoloji tarafından ihmal ediliyor.

Ünlü bir Kandake ("kraliçe" ya da muhtemelen "kraliyet kadını" için kullanılan bir terim) olan Amanirenas  Meroitik dönemde hüküm sürdü ve yirmi beşinci Hanedanlığı'ndan kalma bir kültürü Kush'da geliştirdi. Saltanatı boyunca Mısır'ı kontrol altında tutmaya çalışan Romalılarla sürekli tekrar eden çatışmalar vardı. Kocası bir savaşta ölünce ve oğlunun yardımı ile Romalılarla savaşmaya devam etti.

MÖ. 2 Eylül 31'de Roma'nın Mark Antony filosu ve Mısır kraliçesi Kleopatra'nın filosu Augustus'un (Calligula) donanmasıyla karşılaştı. Bu tarihi olay Aktium savaşı olarak bilinir.

Antony ve Kleopatra'nın ordusu yenilince geriye bile bakmadan kaçtılar. Augustus, Kleopatra’nın oğlu Küçük Sezar'ı (Caesarion) idam etti ve Mısır’ı Roma İmparatorluğu’na dahil etti.

KRALİÇE AMANİRENAS VE KUSH ORDULARININ ROMALILARA SALDIRISI
Kuş, Mısırlı Roma krallığından çok daha küçük bir krallıktı. Kraliçe Amanirenas ve ordusu ilk saldırılarını başlattıklarında sürpriz unsurunu kullanmak istediler. Vali Aelius Gallus uzakta bir bölgede mücadele yürütmekle uğraşıyordu, bunu fırsat bilerek saldırdılar. Kuş'lar Asvan ve Filai isimli iki büyük Roma kentini ele geçirdi, halkı esir aldı ve sınırlarını genişletti.

Ordusu bir ganimet ve zafer gösterisi olarak Augustus'un başının bronz tasviri ile geri döndüler, bunu da Roma imparatorunun bir heykelinden almışlardı. Kraliçe Amanirenas bu zafer göstergesini takdir etti. 100 Nesnede Dünya Tarihi kitabının yazarı Neil MacGregor'a göre Augustus'un başını aldılar ve bu başı zafere adanmış bir tapınağın basamaklarının altına gömdüler (Bu bronz baş şuan İngiliz Müzesinde sergilenmektedir).

Fakat Kraliçe Amanirenas ve Kuş savaşçıları zaferin keyfini çok uzun süremediler. Ertesi yıl başa geçen yeni Roma Valisi Gaius Petronius tarafından Asvan'dan (Syene) sürüldüler.

Petronius Kuş'lular tarafından sürekli rahatsız edildiği ve tehdit devam ettiği için öfkeliydi. Kuş Krallığının bu saldırı ve tehditlerinden dolayı İmparator Augustus çok sinirlendi ve Roma ordusundan rakip krallığı kontrol etmelerini istedi. Petronius’un ordusu M.Ö. 15. yüzyılda Nubileri fethettikten sonra Kuş Krallığını Firavun III.Thutmose tarafından kurulan antik bir şehir olan Natapa'ya ulaşana kadar sürükledi.

Romalılar binlerce Nübyeliyi esir aldı ve onları köle olarak sattı. Napata'nın büyük kısmı yok edildi geri kalan kısımda ise büyük zayiat vardı. Fakat Kraliçe Amanirenas'ın Romalılara teslim olma niyeti yoktu.

Kuş Krallığı ve Romalılar tekrar çarpıştılar fakat bu sefer Roma'nın yeni valisi Petronius, Kraliçe Amanirenas ve güçlerinin Primus'u ele geçirmeye çalıştıkları zamankinden daha hazırlıklıydı. Kuş'lar başarısız olunca her iki taraf savaşmak yerine pazarlık etmeye başladı. Zamanla her ikisinin de yararına olacak bir anlaşmaya vardılar ve M.Ö. 21/20 yıllarında Romalılar ile Kushlar aralarında bir barış antlaşması imzalandı. Kuş'ların şikayet edeceği pek bir şey yoktu. Romalılar Primus'dan ayrılınca Meroe'ler imparatora haraç ödemek zorunda kalmaktan kurtuldular.

Bu anlaşmanın bir sonucu olarak Roma ile Kuş Krallığı arasındaki ilişki uzun süre barışçıl olmaya devam etti. Kraliçe Amanirenas’ın Romalılarla olan savaşı toplamda beş yıl sürmüştü ancak bu zaman boşa harcanmış değildi.

Kraliçe Amanirenas pes etmeyerek Romalıları durumlarını yeniden gözden geçirmeye zorlamış ve bölgedeki konumlarını yeniden değerlendirmelerini sağlamıştır.

Kraliçe Amanirenas Nübye'deki tek vahşi kadın savaşçı değildi. Kraliçe Amanishakheto Roma İmparatoru Augustus'un yolladığı bir orduyu mağlup etmişti.

Nübye krallığındaki kadınlar çok güçlüydü. Mesela Amanitore de tıpkı annesi, büyükannesi, büyük büyük anneannesi gibi savaşçı bir kraliçeydi. Tarih açık bir şekilde Nübye kraliçelerinin savaştan korkmadığını göstermektedir.

BÜYÜK İSKENDER : AMUN'UN OĞLU VE BİR FİRAVUN

A,tarih, Antik tarih, Büyük İskender,Büyük İskender'in firavun ilan edilmesi,Tanrı Amun'un oğlu Büyük İskender, Antik Mısır, Eski Mısır'ı kurtaran Büyük İskender,İskenderiye
BÜYÜK İSKENDER'İN FİRAVUN OLARAK TAÇLANDIRILMASI VE TANRI AMUN'UN OĞLU İLAN EDİLMESİ
Tüm firavunlar Mısır kökenli değildi. Büyük İskender (MÖ 356 - 323) olarak bilinen Makedonyalı III. İskender sonraları firavun olarak taçlandırıldı ve eski Mısır'da Tanrı Amun'un oğlu ilan edildi.

MÖ. Mayıs 334'te Büyük İskender Pers İmparatorluğu'nu işgal etmeye başladı. Biga Çayı Savaşı sırasında Ahameniş İmparatorluğu'nun son kralı olan III.Darius'u mağlup etti.

Savaş Küçük Asya'nın kuzeybatısında Truva sahasının yakınında gerçekleşti ve bu savaş Büyük İskender ile Pers İmparatorluğu arasında gerçekleşen üç büyük savaştan ilki idi.

Büyük İskender'in başarısızlığa ve ölüme yakınlaştığı bir savaştı. Ancak sağ salim kurtuldu ve zaferden sonra Mısır'a yöneldi.

Büyük İskender’in Pers’ler üzerindeki zaferi Persler tarafından daha önce fethedildikten sonra artık egemen bir krallık olmaktan çıkan eski Mısır’da memnuniyetle karşılandı. Bu yüzden Büyük İskender Mısır'a girdiğinde insanlar onu Mısırlıları Pers İmparatorluğunun ellerinde yıllarca süren acımasız baskıdan kurtarmış bir kurtarıcı olarak görüyorlardı.

MÖ. 332 Sonbaharında o zamanlar sadece 24 yaşında olan Büyük İskender Memphis'te firavun olarak taçlandırıldı. Libya sınırından çok uzakta olmayan Mısır'ın çölünün batısında bulunan Amun'un Tapınağı'nı ziyaret etti. Büyük Makedonyalı savaşçı İskender daha sonra tanrı Amun'un oğlu ilan edildi. Bu çok özel bir ünvandı çünkü Amun'a Mısır halkı yaratıcı tanrı olarak tapınıyordu. O tanrıların kralı ve tüm firavunların babası olarak kabul ediliyordu.


Mısır'ın hükümdarı olan Büyük İskender Perslerin aksine insanları kendi dinlerini uygulamaya devam etmeye teşvik etti. İlginç olan şu ki İskender Mısırlıların tanrılarına ona rehberlik etmeleri için dua ettiğini söylemiş ancak dualarında onlara ne söylediğini asla açıklamamıştır.

Büyük İskender iki ayını harcayıp sarayda tanrı gibi yaşadığı halde bir yönetici olarak görevini kesinlikle ihmal etmedi.

Bir firavun ve askeri komutan olarak görev yapan Büyük İskender ülkedeki siyasi gücü geri kazandı ve başına Mısırlıları atadı. Ancak Mısır ordusunun kendi komutası altında kaldığından emin olarak gereksiz riskler almadı.

Yeni toprakları fethetmek için ayrılmadan önce Mısır'ın kuzeyindeki Akdeniz kıyıları boyunca uzanan İskenderiye şehrini kurdu. Muhteşem deniz feneri ve ünlü kütüphanesi ile bilinen İskenderiye bir zamanlar antik Akdeniz bölgesinin Roma'dan sonraki en güçlü ikinci şehriydi.

Büyük İskender, MÖ. 11 Haziran 323'te Babil'de öldü ve ölümü Mısır tarihinde yeni bir sayfanın açılmasına neden oldu.

Büyük İskender'in generallerinden ve milletvekillerinden biri olarak görev yapan I.Ptolemaios (M.Ö. 366-282) Mısır kralı oldu. Ülkeye önemli değişiklikler getiren Ptolemaios Krallığı'nı kuran da oydu.

Eski Mısır halkı kısa süre sonra Ptolemaios'u bağımsız Mısır'ın firavunlarının halefi olarak kabul ettiler. Ptolemaios hanedanlığı Mısır'ı Romalılar fethedene kadar yönetti. VII.Kleopatra Mısır'daki Ptolemaios Krallığı'nın son aktif hükümdarıydı ve oğlu Caesarion sayesinde sözde firavun olarak hayatta kaldı.

Antik Sayfalarda daha önce de belirtildiği gibi, Küçük Sezar - Sezar, 23 Ağustos 30, yalnızca 17 yaşında öldürüldü. Mısır Ptolemies'in son kralıydı, büyük olasılıkla Julius Caesar'ın oğlu ve annesi Kleopatra VII idi.

Mısır'daki Ptolemaios hanedanlığının son kralı olan küçük Sezar (Caesarion) büyük olasılıkla Julius Sezar ve VII.Kleopatra'nın oğluydu ve henüz 17 yaşında iken öldürüldü.

Yazan: A.Kara

DÜNYANIN EN ESKİ MAAŞ ÇEKİ SÜMERLERDEN

A,tarih, Antik tarih, Sümerler, Maaş olarak bira, Sümer tarihi, Antik Mısırda bira, Biranın tarihi, Sümerlerde bira, İşçilere maaşları bira olarak ödeme, Arkeoloji, Arkeolojik keşif,
Antik Mezopotamya kenti Uruk'ta bulunan 5000 yıllık bu çivi yazısı tablette biraların işçilere günlük çalışmalarının karşılığı olarak dağıtımı gösteriliyor.
SÜMERLERİN İŞÇİLERE BİRA ALMALARI İÇİN MAAŞ ÇEKİ VERDİKLERİ ORTAYA ÇIKTI
Londra'daki İngiliz Müzesin'de bulunnan ve tahminen 5.000 yıllık olduğu düşünülen bir tabletteki çivi yazıları işçilere günlük paylarının (yevmiye) sıvı altın (sıvı altın dedikleri şey bira) olarak ödenişini gösteriyor.

Bira ile ilgili en eski kanıtların Mezopotamya'daki bir Sümer tabletinde bulunduğunu zaten biliyordum ama bu bira çeki olayından haberim yoktu.

Sümerler döneminde bira o kadar popülerdi antik Sümer'de işçilere emeklerinin karşılığını bira ile ödediler ve bu uygulama antik dünyada yaygın olarak biliniyordu.

Bu tablet MÖ 3100 ila 3000 arasında yapılmıştır. Tablet Fırat nehrinin mevcut yatağının doğusunda bulunan eski bir Sümer ve daha sonraları Babil kenti olan Uruk’ta yapılan kazılarda "istihkak" anlamına gelen bir kaseden yiyen insan kafasını ve "bira" anlamına gelen konik bir kabı gösterir. Kuşkusuz ki Bira'nın Mezopotamya'da bu kadar popüler olmasının birkaç nedeni var. Bira birçok içeceğe göre daha güvenliydi ve sudan daha lezzetliydi.


Bira biçiminde ödeme alan tek işçi Sümerler değildi. Bira eski Mısır toplumu için de ciddi öneme sahipti. Eski Mısır işçilerinin ve esnafının temel içeceği bira iken zengin insanların içeceği ise şaraptı.

Eski Mısır'da da işçilerin ücretleri bira ve çeşitli malzemeler ile ödendi ve Giza'daki işçi köyünde yaşayan işçiler çalışmalarının karşılığı olarak günde üç kez bira alıyorlardı. Günlük istihkak miktarı ise dört ila beş litre bira kadar olabiliyordu.

Ayrıca tarihte II.Richard'dan şairlerin ve "İngiliz edebiyatının babası" olarak bilinen Geoffrey Chaucher'ın yıllık maaşını 252 galon şarap olarak aldığı da bilinmektedir.

Ücretleri alkol şeklinde almak tarih boyunca birkaç kez olmuştur ve bu eğilim bazı modern şirketler tarafından hala uygulanmaktadır.

Eski Mısırlılar da biraya çok değer verdiler ve onu sadece sarhoş olmak için değil aynı zamanda ilaç ve ödeme yöntemi olarak da kullandılar. Bira eski Mısır toplumunda büyük öneme sahipti ve varlığı kadınlara ekstra para kazanma fırsatı veriyordu.

Giza'daki işçi köyünde yaşayan işçilere yevmiyelerinin bir parçası olarak günde üç kez bira veriliyordu. Mısır'da kazı yapan arkeologlar birayla yapılan ödemelerin ülkenin çeşitli yerlerinde görüldüğünü yani zannedilenden çok daha yaygın olduğunu keşfettiler.

Yazan: A.Kara

ANTİK MISIR MEDENİYETİNDE EVLENME VE BOŞANMA

tarih, Antik tarih, Antik Mısır medeniyeti, Antik Mısır'da evlenme ve boşanma, Eski mısırda evlilik, Eski Mısır'da kadın ve erkek, Eski Mısır evlilik yasaları, A, Ptahhotep,
ANTİK MISIR TOPLUMUNDA AİLE KURMAK & BOŞANMAK
Eski Mısır halkı evlilik ve boşanmanın anlamını ve amacını tanımlayan özel terimlere sahip değildi. Eski Mısır metinlerine bakıldığında bir ev kurulmasının evlilik sayıldığı söylenebilir.

Eski Mısır'da evlilik ve boşanma önemliydi ancak bu beraberliği resmileştiren herhangi yasal bir belge gerekmiyordu. Daha sonra Üçüncü Orta Dönem'in başlangıcında finansal düzenlemeler ve destek yükümlülükleriyle ilgili belgelerin imzalanması zorunlu hale geldi.

Bir çift evlenirken yapılan dini ya da resmi bir tören yoktu. Evlilik basitti, iki insan bir arada yaşadıklarında ve bir aile kurduklarında evlenmiş olurlardı. Çoğu durumda ebeveynler gelinin bedeli üzerinde anlaştıktan sonra evlilik ayarlanırdı. Kadın erkeğin evine üzerinde anlaşmaya varılan mallar ile girdiğinde evlilik tamamlanmış olurdu.

Beşinci Hanedanlık sırasında (MÖ 2.500-2.350 zaman zaman I.Ptahhotep, Ptahhotpe veya Ptah-Hotep isimleri ile karşımıza çıkan Mısırlı Vezir Ptahhotep'in bilgeliği ve deneyimlerine dayanarak çeşitli talimatlar yazdığı görülmektedir.

Ptahhotep hayatlarını yaşamaları gerektiğini tavsiye ederken aynı zamanda bir kocanın karısını sevmesi gerektiğini açıkça belirtti. Ptahhotep "Karını sev, onu besle, giydir ve onu mutlu et ... ama üstteki elini kazanmasına izin verme" dedi.

Boşanma eşlerden birinin konuttan ayrılması ve mallarının bölünmesiyle oluyordu. Kadın ve erkek birlikte yaşadıkları sürece malları istedikleri gibi kullanabilirlerdi ancak eşyalarını almak istediklerinde malların bölünmeleri gerekiyordu. Erkek malların üçte ikisini alırken karısı malların üçte birini alırdı (İbrahimi dinlerde kadına neden az pay düştüğünün nedeni bu olabilir).


Boşanmak utanç verici olmadığı gibi sonrasında yeniden evlenmek yaygın bir davranıştı. Zina bir tehdit sayılıyordu ama nedeni sadakatsizlik değil ailenin sahip olduğu malların payıydı. Çünkü meşru olmayan çocuklar da en az yasal çocuklar kadar önemli kabul ediliyordu ve onların da miras hakları vardı. Bu da demek oluyordu ki eşiniz eşlerden biri diğerini aldatıp çocuk yaptığında aldatma sonrası doğan çocuk da mallara ortak oluyordu.

Ayrıca eğer ailenin çocuğu yoksa veya olmuyorsa evlat edinmek mümkündü.

Kardeş kardeşe evlilikler kraliyet ailelerinde yaygındı ancak bu durum nüfusun geri kalanının cesaretini kırıyor ve onları aile içi evlilik-ilişkiden uzak tutuyordu. Kraliyet ailelerinin kan bağlarını koruması beklenirken sıradan insanları ailelerinin bir parçası olmayan kişilerle evlenmeye teşvik ediliyordu.

Eski Mısır'da bir ailenin istikrarlı bir toplumun temeli olduğu kabul edildi ve insanların kurdukları ailede birlikte, uzun süre yaşamaları bekleniyordu bu yüzden uygun bir eş bulmak için her zaman sevmek, aşık olmak gerekmiyordu. Bir erkek karısını sevmek zorunda değildi, çalışan masaya yiyecek koyan ve çocuklarını büyüten iyi bir eşe sahip olmak daha önemliydi.

Eski Mısır kadınları erkeklerle eşit haklara sahip olduklarından evlilikleriyle de özgürlüğün tadını çıkarıyorlardı. Bu eski Mısır kadınlarının kolay bir yaşam sürdüğü anlamına gelmiyordu ancak örneğin antik Yunanistan'daki kadınlardan kesinlikle daha iyi haklara sahip olduklarını gösteriyordu. Bu durumu da eski Mısır’ın en önemli dini kavramı olan, adalet ve dengeyi temsil eden Ma'at’a borçlulardı.



Yazan: A.Kara

KANDİLİN İLK KEŞFİ VE CRO-MAGNONLAR

Cro-magnon,Cro-magnon insanı, Bilimsel, Cro-magnon insanlarının keşifleri,Tarihteki ilk kandil,Cro-magnon ve ışık,A, Antik tarih, Mağara insanlarının keşifleri,Antik çağda ışık
CRO-MAGNON İNSANINDAN TARİHTEKİ İLK KAPALI ALAN IŞIĞI KEŞFİ
Elektrik kesintisi olduğunda hepimiz biraz gergin ve huzursuz oluruz. Elektriksiz ve ışıksız ortamda kalmak kendimizi çaresiz hissettiriyor. Şimdi bu bazıları için bir sürpriz olabilir fakat Cro-Magnon insanları da karanlıkta oturmaktan da zevk almıyordu. Bu yüzden ilk iç mekan ışığı hakkında bir şeyler yapmaya karar verdi ve icat etti. İcadın elbette elektrikle bir ilgisi yoktu çünkü böyle karmaşık bir teknolojiden haberleri yoktu.

Yine de yaklaşık 40.000 yıl önce hayvansal yağlarla donatılan ipliksi, lifli bir fitilin uzun süre yanmaya devam ettiğini fark edecek kadar zekiydiler. Böylece ilk kandili keşfedip kullandılar.

Fitil kokulu hayvansal yağları da tutan tabağa benzer üçgen biçimli bir çöküntüde yatan fitil ile bir taş lamba yarattılar. Kulağa çok ilkel bir keşif gibi gelebilir ancak Cro-Magnonlar bu buluşları ile ışığa sahip olan, mağarasında da bunu kullanabilecek bir buluş sağlamış oldu ve bu buluşları binlerce insanlara hizmet etti.

Tarihin ilerleyen kısımlarında daha ileri medeniyetler çok daha gelişmiş kandilleri icat etti. Eski Mısırlılar tapınaklarında ve evlerinde ışığa ihtiyaç duyuyorlardı. Sıklıkla dekore edilmiş, oyulmuş çanak ve çömleklerinde parşömenden yaptıkları fitilleri kullanarak bu sorunu çözdüler.

Eski Yunanlılar ve Romalılar ise meşe ve keten fitilleriyle bronzdan yapılma kandillerini üretmişlerdir.

Ortaçağ'da antik mezarlarda ve tapınaklarda sürekli yanan lambalar keşfedilmiştir. Eski kayıtlara dayanarak bu gizemli nesnelerin tüm dünyada, Hindistan, Çin, Güney Amerika, Kuzey Amerika, Mısır, Yunanistan, İtalya, Birleşik Krallık, İrlanda, Fransa ve diğer birçok ülkede bulunduğunu görmekteyiz.

Sürekli yanan lambalar olağandışıydı çünkü yüzlerce yıl yakıtsız yanabiliyorlardı.

Mum ve elektriğin icadından önce bu kandiller eski insanların bir süre boyunca sürekli ışık üretmelerine yardımcı olmuş ve önemli ev eşyaları olarak kabul edilmiştir.

Mesele şu ki çoğu araştırmacının ilkel bir tür olarak varsaydığı Cro-Magnon insanları aslında bizim gibiydiler. İsimleri 1868'de iskeletlerinin keşfedildiği Fransa'nın ünlü Dordogne Vadisi'nde bulunan Cro-Magnon kaya evine kadar izlenebilmektedir.

Modern insanlar gibi Cro-Magnonların da düz bir alnı vardı ve beyinleri bugünki insanların sahip olduğundan biraz daha büyüktü. Doğal olarak Neandertallerden daha akıllıydılar.

Cro-Magnonlar birçok yönden akıllıydılar. Araçlar kullandılar, silahlar yaptılar, kulübeler inşa ettiler,  mağara resimleri yaptılar ve hatta zamanı bile takip etmeye çalıştılar.

Dolayısıyla ilk kapalı mekan ışık kullanımının aslında 40.000-10.000 yıl kadar önceki Buz Çağı'nın sonlarında gezegenimizde yaşayan ve akrabalarımız olan Cro-Magnonlar tarafından icat edildiğini öğrenmek çok şaşırtıcı olmamalı.



Yazan & Çeviren: A.Kara

KRAL PAKAL ANTİK ASTRONOT MU?

K'inich Janaab Mart 603'de doğdu. Pakal 12 yaşında tahta yükseldi ve 80 yaşına kadar yaşadı. Annesi Sak K'uk Palenque'nin hükümdarıydı. Uygun bir mirasçı olmadığından kraliçeler vardı. Sak K'uk hükmetme haklarını oğluna transfer etti. Palenque'nin gücünü Maya devletlerinin batı kesimlerinde genişletti ve başkentinde Maya medeniyetinin en iyi sanat ve mimarisini üreten bir yapım programı başlattı.

Kral Pakal çoğu zaman bir uzay gemisinin içindeki bir adamın temsili olduğu iddia edilen lahitin levhası üzerinde bulunan gravür nedeniyle kimilerince "Palenque astronotu" olarak anılmıştır.

Palenque'de ortaya çıkarılan maskenin güçlü hükümdar Pakal "El Grande"yi gösteren ilk kalıntı olduğuna inanılıyor.

1. K’inich Janaab Pakal yaygın olarak "Pacal" ya da "antik Palenque devletinin hükümdarı olan Büyük Pacal" şeklinde anılır. Onun adı klasik Maya Dili'nde Kalkan demektir. Amerika tarihinin en uzun saltanatı sayılan 68 yıl boyunca hüküm sürdüğü bilinmektedir.

Pakal’ın mezarı antik astronot hipotezi ile ilişkilendirilmiştir. Erich Von Daniken'in 1968 yılında en çok satan kitabı olan "Tanrının uçan arabaları"nda Pakal'ın lahitinin kapağını astronot tasvirleriyle karşılaştırmıştır.

A, Antik tarih, Kral Pakal, Antik astronot, K’inich Janaab Pakal,Maya kralı, Antik Maya medeniyeti, Antik uzaylılar, Uzaylıların varlığının izleri,Geçmişte uzaylı izleri, Açıklanamayanlar,

Pakal Lahiti'nin karşılaştırmasında V. Daniken şöyle yazmış:
"Bu çerçevenin merkezinde oturmuş, öne doğru eğilmiş bir adam var. Burnunda bir maske var, bazı kontrolleri idare etmek için iki elini kullanıyor ve sol ayağının topukları farklı ayarları yapmak için bir çeşit pedal üzerinde duruyor. Arka kısım ondan ayrıdır; karmaşık bir sandalyede oturuyor ve bu çerçevenin dışında egzozdan çıkar gibi küçük bir alev görüyorsun…"
Arkeologlar 1.K'inich Janaab Pakal'ı temsil ettiğine inanılan bir maske keşfettiler. Maske, Chiapas (Meksika)'da, Palapque arkeolojik bölgesindeki El Palacio olarak bilinen antik yerdeki arkeolojik çalışmalar sırasında bulundu. Uzmanlar maskeye ek olarak seramik figürler, oyulmuş kemikler ve çakmaktaşı gibi ayin nesneleri de bulduklarını bildirdiler.

Arkeolog Arnoldo Gonzalez "Bu bir tanrının temsili değil. Bazı görüntülere baktıktan sonra bunun Büyük Pakal olması mümkün görünüyor. Şu anda bu konuda oldukça eminiz" diyor.

Fakat ne olursa olsun antik astronot teorisi peşinde koşturanlar bilmeliler ki Mezoamerika kültüründe maske takmak, özellikle de altın maske kullanmak çoğunlukla dini bir ayine hizmet etmiştir. Uzaylılar veya dünya dışı yaşam ile zerre ilgisi yoktur. Bkz: Aztek İnançları ve İnsan Kurbanları

Kaynaklar:
Finley, Michael. "Von Daniken's Maya Astronaut". SHAW WEBSPACE. Archived from the original on April 12, 2008. Retrieved 18 October 2015.
Freidel, David A.; Schele, Linda; Parker, Joy (1993). Maya Cosmos: Three Thousand Years on the Shaman's Path. New York: William Morrow and Company. ISBN 9780688100810.
Martin, Simon; Nikolai Grube (2008). Chronicle of the Maya Kings and Queens: Deciphering the Dynasties of the Ancient Maya (2nd ed.). London and New York: Thames & Hudson. ISBN 9780500287262. OCLC 191753193.
Mathews, Peter. "WHO'S WHO IN THE CLASSIC MAYA WORLD". Foundation for the Advancement of Mesoamerican Studies, Inc. (FAMSI). Retrieved 18 October 2015.
Schele, Linda; Mathews, Peter (1998). The Code of Kings: The Language of Seven Sacred Maya Temples and Tombs. New York: Touchstone. ISBN 068480106X. Retrieved 17 October 2015.
Skidmore, Joel (2010). The Rulers of Palenque (PDF) (Fifth ed.). Mesoweb Publications. Retrieved 12 October 2015.
Stokstad, Marilyn (2008). Art History Fourth Edition. Upper Saddle River, New Jersey: Prentice Hall. ISBN 0-205-74422-2.
Stuart, David; Stuart, George (2008). Palenque: Eternal City of the Maya. Thames & Hudson. ISBN 9780500051566.
von Däniken, Erich (1969). Chariots of the Gods?: Unsolved Mysteries of the Past. Bantam Books. ISBN 0285502565.

Yazan & Çeviren: A.Kara

DİNLER ÖNCESİ İNSANLIK

A,din, Bilimsel, Antik tarih, tarih,Dinler öncesi insanlık,İlk insanlar ve din,Dinler yokken insanlar,Dinlerin temeli nasıl oluştu?,Dinler öncesi öykü anlatımı,Neandertaller,
DOĞA ÜSTÜ İNANIŞLAR ÖNCESİ İNSAN TOPLUMU NASILDI?

Daha önce hiç toplumunların dinin ortaya çıkmasından önceki durumunu merak ettiniz mi?

Geçtiğimiz on yıl içerisinde yapılan birçok keşif sayesinde insanlığın yazılı tarihlerden çok daha erken bir zamanda var olduğunu ve dinin bize neler anlattığını anladık.

Yani, insanlık bölünmeye ve farklı Tanrılara tapmaya başlamadan önce tam olarak ne yapıyordu?
Dinin tarihsel kökenlerini psikolojik veya sosyolojik köklerinden ayırmalıyız.

İnsanın evriminde ortaya çıkan ilk dini davranışların nispeten yakın bir tarihte olması muhtemeldir. Araştırmacılar bunun Orta Paleolitik dönem olduğunu söyler ve davranışsal modernliğin bir yönünü oluşturur. Ayrıca dilin kökeni ile aynı zamanda olduğu görünür.

Birçok araştırmacı homosapienlerin öncesi ilk insanlarda dini davranışa dair kanıtların reddedilemeyeceğini belirtmektedir.

Araştırmacılar bilhassa bir bireyle, birlikte gömülü bir dizi eseri içeren ve özellikle dinsel pratiklerin ilk saptanan biçimlerinden biri olarak düşünülebilecek bir dizi eseri içeren cenazelere işaret ederler. Çünkü bunlar "dünyevi yaşamı aşan merhum için bir kaygıya” işaret edebilir"

Kanıtlar Neandertallerin ölülerini bilerek gömen ilk hominidler (insan) olduğunu göstermektedir.
Bunun örnekleri Irak'taki Şanidar, İsrail'deki Kebara ve Hırvatistan'daki Krapina mağarasıdır.

Ancak bazı akademisyenler bu bedenlerin laik nedenlerle manipüle edilmiş olabileceğini iddia etseler de bu iddiayı destekleyen herhangi bir kanıt bulunmamaktadır.

Arkeologlar Neanderthal toplumlar gibi Orta Paleolitik toplumların da birçok insanın mezarlar dışında bir tür totemizm veya hayvanlara tapınma uygulamış olabileceğini öne sürüyorlar.

Bununla birlikte bilim adamları dini davranışların dünyanın dört bir yanındaki farklı kültürler arasında geniş ölçüde değişmesine rağmen geniş anlamda dinin tüm insan topluluklarında bulunan evrensel bir kültürel kimlik olduğunu belirtmiştir.

Ama nerede başlamıştır?

Oxford'un Çalışması: İnsanoğlunun inançlı olmasının nedeni EVRİM sırasında bu düşüncenin içine işlemiş olmasıdır.

Oxford Üniversitesi'nden uzmanlar tarafından yapılan bir çalışmada insanlığın inançlı olmasının nedeni için EVRİMİ ve bu süreçti bağlantıyı gösteriyorlar. Oxford Üniversitesi'ndeki Evrimsel biyoloji uzmanı Dominic Johnson'ın belirttiği gibi insanın bir yaratıcıdan olan korkusu onu tamda bugün olduğu şeye dönüştürmüştür. Bu da dinlerin ve Tanrı inancının evrimin bir sonucu olabileceği anlamına gelir.

Hikaye anlatımı, mitler ve bağlar dinlerin temelleri mi?

Birleşik Krallıklı uzmanlar tarafından yeni kabileler arasındaki ilişkilerin kurulması için “evrensel” bir araç olarak hizmet ettiklerini düşünen yeni bir bakış açısı sunulmaktadır.

Buna “tarih öncesi diplomasi” diyorlar.

University College London'daki antropologlar, Nature Communications dergisinde yayınladıkları bir araştırma ile antik halkların hikayelerinin ve mitlerinin halkı birleştirmenin bir aracı olduğunu ortaya koydular.

Birçok antropolog dinlerin sosyal düzeni korumak ve üyeler arasındaki bağlantıları güçlendirmek amacıyla ortaya çıktığı teorisini kabul etmektedir.

Ancak yeni bir çalışmaya göre eski halkların ilişki kurmasının başka yolları da vardı çünkü ilk dinler 13.000-15.000 yıl önce ortaya çıkmıştı.

İngiliz Üniversitesi'nin çalışmasının ortak yazarlarından biri olan Andrea Migliano, Filipinler'in yerli bir kabilesi olan Agta'nın hayatını inceleyerek şöyle dedi: "onlar avcı ve toplayıcılar, yeni teknolojilere ve modern topluma habersiz yaşıyorlar."

Araştırma sonucu hikaye anlatımının avcı-toplayıcı toplum davranışları üzerindeki etkisinin ve bireysel düzeydeki faydalarının yetenekli bir hikaye anlatıcısı olma özelliğini keşfedildi.

İngiltere'den araştırmacılar toplumun ve dinin davranışını anlamak için Agta'nın onlara kabilesinin hikayelerini ve geleneksel masallarını anlatmasını istedi ve öykülerin çoğunun işbirliğinin değerinin, sosyal normların öneminin, cinsiyet eşitliğinin merkezinde olduğunu ve çatışmaların çözümü için bir araç olarak şiddet kullanımının yasaklandığını fark etti.

Dahası ister erkek olsun ister kadın, en iyi hikaye anlatanların kabileleri içinde avantajlara sahip olduğu görülmektedir. Diğer üyeler onlara özellikle saygı duyuyorlardı ve iyi hikayeci olan bu kişiler diğerlerinden ortalama birer fazla çocuğa sahiptiler.

Ayrıca bilim adamları hikaye anlatımı geleneğinin daha sonra ortaya çıkacak olan dinlere bir prototip olarak hizmet ettiğini yani dinlere zemin hazırladığını tahmin ediyorlar.

Araştırmacılar "yetenekli öykü anlatıcıların sosyal kişileri eş olarak tercih ettiklerini ve daha fazla üreme başarısına sahip olduklarını, öykü anlatma gibi grup yararı davranışlarının bireysel düzeydeki seçim yoluyla evrimleşebileceği bir yol sağladığını" belirtiyorlar.

Yazan & Çeviren: A.Kara