HABERLER
Dini Haber
Açıklanamayanlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Açıklanamayanlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

NOSTRADAMUS'UN HİTLER KEHANETİ

Hazırlayan: A.Kara

NOSTRADAMUS HİTLER'İ ÖNGÖRDÜ MÜ?

Michael Nostradamus ve kehanetleri hakkında ileride detaylı makaleler yayınlayacağım. Bu yüzden bu makalede kısaca birkaç kehanetine ve Hitler konusuna değineceğim.

Nostradamus, Fransa Kralı II.Henri'nin ölümünden tutun da Hiroşima ve Nagazaki bombalarına dair birçok kehaneti ile kendinden yıllarca söz ettirmiştir.

O, hayatının büyük kısmında vebaları ve etrafındaki dünyayı inceleyen, güvenilir bir bilim insanıydı. İtalya'ya gerçekleştirdiği bir ziyaretten sonra tıptan uzaklaşıp okültizme odaklanmaya başlamıştı. Popüler akımları takip etmiş ve 1550 yılında bir almanak yazmıştı. Yazdığı almanak'ın başarısı onu o kadar cesaretlendirmişti ki, her yıl bir tane ya da daha fazla yazmaya karar vermişti. Yaşamının sonlarına doğru, yıllar içinde tarihi olaylarla örtüşür şekilde şiirler yazmaya başlamıştı. Tümü ele alındığında en az 6.338 kehaneti bulunuyordu.

Peki bu kehanetler ne kadar tutarlıydı? Aralarında Hitler'in dünyaya geleceği ve büyük suçlar işleyeceği hakkında bir şeyler yazılı mıydı, bu konuda öngörüde bulunmuş muydu?

Nostradamus olarak bilinen Michel de Nostradame 1503'te Fransa'da doğmuş ve Rönesans'ın en çok okunan kahinlerinden biri haline gelmişti.

Tıbbi uygulamalarına 1530'larda başlayan Nostradamus, tıp fakültesinden kovulmasına rağmen veba konusundaki yenilikçi tıbbi tedavisi ile ün kazanmıştı. 1540'larda bir doktor olarak ünü yayılmıştı. Ancak 1555'te kehanetler içeren kafiyeli şiirler yazmaya başlamış ve "Yüzyıllar" adlı bir kitap yayınlamış, ikinci baskısını Fransa Kralı II.Henri'ye adamıştı.

Bir kahin olarak o kadar ün kazanmıştı ki II.Henri'nin eşi Kraliçe Catherine de' Medici'nin ailesi için burçlar yaptığı mahkemeye davet edilmişti.

Nostradamus'un popülerliğini arttıran en önemli olaylardan biri II.Henri'nin ölümünü tahmin ettiğine dair inanıştı. Savaş alanındaki genç aslanın, yaşlı aslanın gözünü delerek onu yeneceğini iddia etmişti. Daha sonra II.Henri'nin katıldığı bir mızrak dövüşü turnuvasında parçalanan bir mızrak parçası Henri'nin gözüne isabet ederek gözünü delmiş ve yara alan kral ölmüştü. 

Nostradamus hayatı boyunca gut hastalığından çok çekmiş ve 1566 yılında ölmüştü. Söylenene göre ölmeden önceki gece sekreterine "Güneş doğarken beni canlı bulamazsınız" diyen Nostradamus o gecenin sabahında ölü bulunmuştu. 

Peki Nostradamus'un kehanetleri gerçekleşen olaylarla şans eseri örtüşen tahminler miydi yoksa ileri görüşlü biri miydi?

Yazdığı şiir ve dörtlüklerin muğlaklığından dolayı birçok kişi geçmişte onun yazdıklarına bakarak bunları geleceği tahmin ettiği şeklinde değerlendirmişti. II.Henri olayından sonra yazdıklarında görülen yüz kızartıcı, kötü şöhretli ve büyük etki yaratan olaylar ile ünü daha da büyümüştü. 

1666 yılında gerçekleşen Büyük Londra Yangını'nda birçok kişi ölmüştü. Yazdığı şu dörtlük bu olayı öngördüğü şeklinde yorumlanmıştır:

"Adillerin kanı Londra'da bir hata yapacak,
Altı ve yirmi üçlüğün şimşekleriyle kavrulacak:
Yaşlı kadın yüksekteki yerinden düşecek,
Aynı tarikattan birkaç kişi öldürülecek."

Buradaki "altı ve yirmi üçlüğün" ifadesi 20 x 3 + 6 = 66'ya denk gelmektedir. Bunun yangının gerçekleştiği 1666 yılını işaret ettiği iddia edilmektedir. Dörtlük hakkında farklı birçok yorum vardır.

Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan atom bombalarını önceden bildirdiği düşünülen sözü şöyledir:

"Kapıların yakınında ve iki şehir içinde
Benzeri görülmemiş belalar olacak,
Vebadaki kıtlık yayılacak, insanlar çelik tarafından söndürülecek
Büyük ölümsüz Tanrı'ya yardım için ağlayacaklar"

Kimilerine göre Nostradamus burada Japonya'ya atılan atom bombalarından ve onların meydana getirdiği yıkıcı etkilerden, radyasyon kaynaklı kıtlık ve vebadan bahsetmiş, bunu öngörmüştür.

Kenedi suikastını bile öngördüğünü düşündüren dörtlüğü şöyledir:

"Eski bir iş sonunda yapılacak,
Yükseklerden gelen şey ile büyük adamın üzerine kötülük düşecek
Bu işten, zaten ölü olan bir masumu sorumlu tutacaklar
Asıl suçlu sisin içinde saklanacak."

John F. Kennedy yüksek bir pencereden keskin nişancı tarafından vurularak öldürülmüştü. Suikastı yapan keskin nişancının Lee Harvey Oswald olduğuna hiçbir zaman tam olarak inanılmamıştı. Üstelik Oswald yargılanmadan önce öldürülmüştü. Bu olayı çevreleyen gizemler Nostradamus'un kehanetinin doğru-tutarlı görünmesini sağlamıştı.

HİTLER

Peki Nostradamus, Hitler'i öngörmüş müydü?

Gelelim Adolf Hitler'e. Adolf Hitler muhtemelen yakın tarihteki Avrupa ülkelerinin en kötü liderlerindendir. 1889'da Avusturya'da doğmuş, 1.Dünya Savaşı'nda savaşmış ve 1920-21'de Nazi Partisi'nin lideri olmuştur. 1933'ten öldüğü 1945 yılına kadar Almanya'nın führeriydi. Görevde bulunduğu süre boyunca Almanya sınırlarını genişletmiş, Fransa ve Polonya'yı ele geçirmiş ve 2. sınıf olarak gördüğü, istemediği insanlara karşı büyük suçlar işlemişti. Öyle ki toplu soykırım kampları oluşturulmuştu. 

Dünyanın dört bir yanındaki ülkeler Hitler'in terör saltanatına son vermek ve ezilen milyonlarca insanı kurtarmak için bir araya gelmişti. Peki Nostradamus bu olayları 500 yıl önce görmüş olabilir miydi? 

Hitler ile ilişkili olduğu düşünülen kehanetleri okumaya başlamadan önce enteresan bir bilgi vermek istiyorum. Hitler 2. Dünya Savaşı'nın ilk yıllarında çalışanları aracılığı ile Nostradamus'un kehanetlerini çevirmesi için İsviçreli bir astrolog olan Karl Ernst Krafft'a başvurmuşlardı. Yüksek rütbeli Nazi subayları onun mektubunu okuduklarında yazanları olumlu karşılamış ve Kraft'ı kullanmaya başlamışlardı. Yani Hitler'in, Krafft'ın çevirisi ile ona iletilen Nostradamus kehanetlerinden ilham almış olma ihtimali göz ardı edilmemelidir.  

Şimdi Hitler'i ve onun eylemlerini öngördüğü düşünülen metinlerine bakalım.

Şimdiki dörtlüğün Hitler'in çocukluk ve kişiliğinden, Alman-Japon ittifakından bahsettiği düşünülüyor: 

Du plus profond de l'Occident d'Europe,
De pauures gens vn ieune enfant naistra,
Qui par sa langue seduira grande troupe,
Sont bruit au regne d'Orient plus croistra.

"Batı Avrupa'nın derinliklerinden,
Fakir insanlar arasından küçük bir çocuk doğacak,
Büyük bir topluluğu diliyle baştan çıkaracak;
Şöhreti Doğu alemine doğru artacak." [III, 35]

Başka dörtlüklere bakalım:

Il entrera vilain, mechant, infame
Tyrannisant la Mesopotamie,
Tous amis fait d'adulterine d'ame,
Terre horrible, noir de phisonomie. 

O çirkin, tehditkar, kötü şöhretli,
Mezopotamya'ya (Güneydoğu Avrupa) zulmederek girecek,
Zina eden kadından olan tüm arkadaşları
Yeryüzünün çehresini korkunç bir şekilde karartacak. [VIII, 70]

Tasche de meurdre, enormes adulteres,
Grand ennemy de tout le genre humain:
Que sera pire qu'ayeuls, oncles ne peres,
Enfer, feu, eaux, sanguin & inhumain

Cinayet ve muazzam zinaların çelikte, ateşte, sudaki kanlı ve insanlık dışı lekesi,
Tüm insan ırkının büyük düşmanının:
Dedesinden, amcasından, babasından beter olacak kimsenin üzerinde olacaktır. [X, 10]

Une nouuelle secte de Philosophes,
Mesprisant mort, or, honneurs & richesses:
Des monts Germanins ne seront limitrophes,
A les ensuyure auront appuy & presses. 

Filozofların (fanatikler?) yeni bir mezhebi
Ölümü, altını, onurları ve zenginlikleri hor görecek
Alman dağlarının sınırında olmayacak:
Onları takip etmek için güçleri ve kalabalıkları olacak. [III, 67]

La mort subite du premier personnage
Aura changé & mis vn autre au regne:
Tost, tard venu à si haut & bas aage,
Que terre & mer faudra que on le craigne.

İlk şahsın ani ölümü
Bir değişikliğe sebep olacak ve başka bir hükümranlık koyacak:
Yakında, çok yüksek ve düşük yaşa gelir,
Öyle ki, karada ve denizde ondan korkmak gerekir. [IV, 14]

Nostradamus'un, Hitler'in nehirleri geçip yeni yerler ele geçireceğini fakat sonunda yenileceği öngördüğünü düşündüren başka bir dörtlük şöyledir:

Bestes farouches de faim fleuues tranner;
Plus part du champ encontre Hister sera,
En cage de fer le grand fera treisner,
Quand rien enfant de Germain obseruera

"Açlıktan vahşi hayvanlar nehirleri geçecek,
Savaş alanının büyük kısmı Hister'e karşı olacak.
Büyük olan demirden bir kafese çekilirken,
Almanya'nın çocuğu hiçbir şey göremeyecek." [II, 24]

Birçok kişi Nostradamus'un bu kehanetlerine korkuyla bakmıştı çünkü Hitler'in yükselişi ile oldukça uyumluydu. Başlarda önemsiz biri olarak görülen ve maşa olarak kullanılan Hitler karizmatik bir kişiydi ve ekonomik sıkıntılar çeken Alman halkına tam da duymak istediği şeyleri söylüyor, Yahudileri suçluyordu. Zamanla çok popüler hale gelmişti. Ebeveynleri de daha düşük bir ekonomik geçmişe sahipti. Tüm bunlar, Nostradamus'un Hitler'i öngördüğü konusundaki teoriyi güçlendirmektedir.

"Savaş alanının büyük kısmı Hister'e karşı olacak" sözündeki Hister'in sözcüğünün Hitler adının hatalı çevirisi olduğunu düşünenler vardır. Enteresan olan şudur ki Hister olarak bilinen yer Adolf Hitler'in doğduğu Tuna Nehri bölgesidir. Tuna Nehri'ne Latince'de Ister ya da Hister denmektedir.

Nostradamus'un kehanetlerini ve yazılarını okuduğunuzda geçmişteki bir çok olay önlenebilirmiş gibi bir hisse kapılabilirsiniz. Ancak bu olaylar yaşandıktan ve geriye dönüp yazılara örtüşüp örtüşmediğine bakıldıktan sonra bağlantı kurmak mümkün olmaktadır.

Üstelik kehanetleri çok belirsizdir, bu yüzden onlara farklı bir çok anlam yüklemek, farklı olaylarla eşleştirmek kolaylaşmaktadır. Yine de birçok kişi onun kehanetlerini tarihsel olaylarla örtüştürmek için çaba sarf etmekte.

Nostradamus'un bu yaşananları ön görmüş olması imkansız fakat kehanetlerin sahip olduğu belirsiz dile onları dünyadaki birçok olaya uyacak hale getiriyor. Belki bunu kasıtlı olarak yapmış bile olabilir. Ne olursa olsun görünen o ki, Nostradamus ve kehanetleri konusundaki gizemler yıllarca konuşulmaya, irdelenmeye devam edecek.

UFO, İNSANLIĞIN KÖKENİ VE PANSPERMİA TEORİSİ

Hazırlayan: A.Kara

UFO, PANSPERMİA VE İNSANLIĞIN KÖKENİ TEORİSİ

Bir kuşkucu olarak mantıklı bulduğum şey her ihtimalin, teorinin üzerinde düşünülmesi gerektiğidir. Ancak bu şekilde kendimizi, sorgulamaya, düşünmeye kapamamış oluruz. O yüzden bu makaleyi ve gelecekte yayınlayacağım benzerlerini bir şeyin mutlak kabulü değil de ihtimal değerlendirmesi, irdelemesi, arayışı olarak görmeniz konuya daha sağlıklı bakmanızı sağlayacaktır.

Abiyogenez, spekülatif ve tartışmalı olmasına rağmen Dünya'da yaşamın nasıl ortaya çıktığına dair yaygın teorilerdendir. Bu teori milyonlarca yıllık ilkel dönemden itibaren gerçekleşen evrimsel süreçte cansız maddenin canlı hücrelere dönüştüğünü savunur. Teoriye göre, basit, hücresel yaşam formları, doğal seleksiyon yoluyla yavaş yavaş gelişmeye başlar ve rekabete dayalı genetik mutasyon / adaptasyon dönemlerinden sonra sayısız canlı türü ortaya çıkar.

Bu teori 1950'lerden beri bilimsel bir gerçek olarak destekleniyor ve savunucuları, bazı amino asitlerin inorganik bileşiklerden başarıyla sentezlendiği 50'li yıllardan bir dizi deneyi örnek gösteriyor. Sorun şu ki, bazı amino asitler en basit hücresel yaşamı oluşturmak için gerekli olan proteinlere eşdeğer değildir. Ayrıca bu proteinler canlı bir hücrenin sahip olduğu karmaşık yapının da çok gerisinde kalıyor. Aslında moleküler biyoteknoloji ilerledikçe hücrelerin karmaşıklığına dair keşif ve anlayışlarımız da ilerliyor.

Alternatif bir görüş olan panspermi teorisi, yaşamın, evrenin başka bir yerinde, tanımlanmamış süreçlerle ortaya çıktığını ve daha sonra bir asteroit, kuyruklu yıldız, göktaşı gibi bir gök cismiyle Dünya'ya yayıldığını savunur. Modern ve kesinlik kazanan bazı çalışmalar, güneş sistemimizde ve yıldızlararası uzayda karmaşık, organik moleküllerin var olduğu sonucuna varmıştır. Öyleyse güçlü olan ihtimallerden biri de hayatın temel yapı taşlarının buraya bu tür mekanizmalar yoluyla gelmiş olabileceğidir.

Panstermi teorisinin türevlerinden biri de yönlendirilmiş panspermidir. Organik yaşamın uzaydan bilinçli bir şekilde taşınması olarak tanımlanabilir. Bu teoriye göre, karmaşık, organik yaşamlar üretmek amacıyla cansız ama yaşam barındıran astronomik cisimler dünyaya kasıtlı olarak taşınmıştır. Başka bir deyişle, yüksek teknoloji kullanan ve evrende yaşamın gelişimini sağlamak için kasıtlı olarak gezegenleri veya uyduları aşılayan zeki bir türün eylemleri olarak tanımlanabilir.

Kulağınıza bilim kurgu gibi gelmiş olabilir. Fakat Francis Crick, Leslie Orgel, Sydney Brenner gibi çok beğenilen, dünyaca ünlü bilim insanları bu teoriyi destekleyerek konuyla ilgili kapsamlı çalışmalar yayınladılar.

Brenner'ın genetik kodu çözme çalışmaları ile Nobel Ödülü kazandığını; Francis Crick'in James Watson ile birlikte DNA sarmalını keşfetmesi ile Nobel Ödülü kazandığını ve bugün bildiğimiz şekliyle genetik bilimini doğurduğunu da belirtmek gerek.

Yaşamın kendisini tanımlamanın kolay olmadığını bilmek önemlidir. Yüzlerce tanımı vardır ve bazı durumlarda tüm bölümler yalnızca bu temel sözcüğü / kavramı tanımlamaya ayrılmıştır. NASA'nın tercih ettiği tanıma göre hayat 'evrimleşebilen, kendi kendini idame ettiren bir kimyasal sistemdir'. Başka bir deyişle, yaşam "kendini yeniden üretebilen ve hayatta kalmanın gerektirdiği şekilde evrimleşebilen madde"dir.

Bu tanımla aklımıza Charles Darwin'in gelmesi olağandır. Yönlendirilmiş veya yönlendirilmemiş panspermi yanlış bir şekilde, Darwinci evrim kavramına karşı bir başkaldırı olarak yorumlanmamalıdır. Darwinci evrim, yaşamın çevresine uyum sağlama sürecinin yanı sıra, yaşamın kökenlerini de iç içe geçiren pek çok çağrışım ve varsayım biriktirmiştir.

Doğal seçilimin yönlendirdiği ve genetik mutasyonlar, adaptasyonlar anlamına gelen evrim süreci, köklü bir bilimsel alandır. Ancak var olan tüm yaşamın kaynağı olan bu süreç tamamen bilimsel bir gerçek midir? Hatta modern moleküler biyoloji çalışmalarında bu sürecin rekabetçi doğasının çok fazla büyütüldüğüne ve sürecin çok daha sembiyotik olabileceğine dair güçlü kanıtlar vardır. Simbiyoz, diğer adıyla "ortakyaşarlık" iki canlının tek bir organizma gibi birbirleriyle yardımlaşarak bir arada yaşamalarıdır. Bu ortak yaşam bitkiler arasında olabileceği gibi bitki ile hayvan arasında da olabilir.

Örneğin, mantarlar ve fotosentetik alglerin simbiyotik birlikteliği sonucu Likenler meydana gelmiştir. Mantar ve algler nasıl birlikte yaşayarak Likenleri oluşturuyor diye merak ediyorsanız kısaca açıklayayım. Mantar yaşadığı ortamdaki suyu ve tuzu emerek onu alglere verir. Böylece alg de fotosentez yaparak organik bileşikleri meydana getirir.

Genetik çalışmalar literatürü primatların memelilerden yaklaşık 85 milyon yıl önce ayrıldığını, daha sonra çeşitli büyük maymun alt gruplarının da yaklaşık 15 ila 20 milyon yıl önce ayrıldığı gösterir. Oradan iki ayaklı harekete geçişin de yaklaşık 6-7 milyon yıl önce meydana geldiği tahmin edilir. Bu teorik geçiş, ilk insan atalarının dünya çapında göç etmesini sağlamıştır. Fakat iki ayaklılığın gelişimini inceleyen bazı antropologlar, yürüyüşteki bu evrimin tek başına bu primatların dünya çapında yayılmalarını sağlayacak kadar güçlendiremeyeceğini belirtmişlerdir.

Platon ve Pisagor gibi antik Yunan düşünürleri, mitolojinin tanrılarının gerçek olduğu, doğal süreçleri başlattığı ve gezegene yaşam aşıladıkları hakkında detaylı yazılar yazmıştılar. Elbette bu fikirler insanlığın ve dünyanın yaratıcıları olan tanrıların panteonlarına dair binlerce yıllık inancın ürünüydü. Bu gibi düşünceler Darwinizm'in yükselişi ve sanayi devrimiyle birlikte geleneğe indirgenmiş, tamamen mitoloji haline gelmiştir.

Rönesans döneminde, Roma Kilisesinin bilimsel keşif ve araştırmalar yapanlara ölüm tehditleri savurması, aforoz etmesi, bilimsel çalışmalar yapanları kınayan cevaplar vermesiyle dinsel ve bilimsel görüşler arasında ideolojik bir ölüm-kalım savaşı başlamıştı. 20. yüzyılda alternatif tarih yazarları eski medeniyetlere ait eserler hakkında kitaplar yayınlamaya başlayınca bilim ve mitolojinin karışımı olan antik astronot hipotezi popüler hale geldi.

Bu hipoteze göre mitolojide adları geçen tanrılar aslında insan olmayan zeki, gelişmiş türlerdi ve Dünya'da veya çeşitli gezegenlerde yaşamı başlatmak için ileri teknolojiyi kullanıyorlardı. İnsanlığa sanatı ve bilimi miras bırakmışlardı.

Popülerleşen bu hipotez kısmen de olsa dünyanın dört bir yanındaki insanların anormal hava olaylarını gözlemlemesi, bu konuda artan koleksiyonlar ve uzay ile ilgili alanlarda kaydedilen ilerlemeyle beslendi.

Bazı otoriteler, panspermia teorilerini ironik bir biçimde "sapkınlık" olarak görüyorlar. Günümüzde çoğunluğun panspermia teorisini duymamasının, ana akım kamuoyunda bununla karşılaşmamasının nedeni de budur. İronik diyorum çünkü bilimsel olduğu sürece her teori değerlendirmeye değerdir ve bunları sapkınlık olarak nitelemek bilimin doğasına da aykırıdır. 

2017'nin sonlarında Havai'li gökbilimciler güneş sistemimizden geçen ilk yıldızlararası nesneyi keşfettiler. Ona Oumuamua (Oğu-muğa-muğa) adını verdiler. İlk başta bir kuyruklu yıldız olduğu zannedildi ancak daha sonra bir kuyruklu yıldızın kriterlerine uymadığı ortaya çıktı. O halde asteroittir dediler. Ama daha sonra bu nesnenin bizim güneş sistemimizin dışından geldiği fark edilince onu yıldızlararası nesne olarak tanımlamak zorunda kaldılar. Çünkü uzun süre takip edilen bu nesnenin benzersiz hareketleri vardı. Bunlar kesinlikle bir gezegenin ya da yıldızın sahip olamayacağı hareketlerdi. Çünkü belirli, sabit veya gezegenlerden bildiğimiz gibi dairesel hareketler değil, tıpkı bir aracın hareket ettiği gibi karmaşık ve düzensizdi. 

Bu nesnenin Güneş'in kurtulma hızından daha yüksek hızla gelmesi, gezegenlerin yörüngeleri ile ters yönde hareket etmesi ve hiçbir zaman Güneş Sistemi'ne yerçekimi yönüyle bağlı olmadığını gösteren yüksek dış merkezliliği onun bir yıldızlararası cisim olduğunu düşündüren kuvvetli yönlerdir.

Ona verdikleri Hawaii dilindeki Oumuamua ismi "uzak geçmişten gelen haberci" anlamına gelir. Harvard'ın astronomi bölümü başkanı Avi Loeb, nesnenin bir kaya olamayacak kadar hızlı hareket ettiğini ve bir kuyruklu yıldız gibi buhar püskürtmediğini belirtti. Uzman görüşlerine göre verilere uyan tek makul görüş başka bir akıllı uygarlığa ait olduğuydu.

Hatta gökbilimciler 'Oumuamua'ya benzer bir yıldızlararası nesnenin yılda bir kez iç güneş sisteminden geçtiğini tahmin ettiklerini ancak soluk renginden dolayı fark edilmesinin zor olduğunu, şimdiye kadar gözden kaçtığını, Pan-STARRS1 gibi inceleme teleskopları sayesinde onları keşfetme şansını yakalayacaklarını belirttiler.

Apollo astronotu Al Worden'a birkaç yıl önce katıldığı "Good Morning Britain"da dünya dışı varlıklara inanıp inanmadığı soruldu. Worden, onlara inandığını, var olduklarını bildiğini çünkü onları her gün gördüğünü söyledi. Program sunucusu onun bu cevabını şaka zannederek gülünce, onlara şaka yapmadığını söyledi. Uzak, tarih öncesi geçmişte, zeki bir türün Dünya'da yaşamın temellerini attığı yönünde açıklamalara devam etti ve insanlara Sümer mitolojisini okumalarını önerdi.

Bir diğer astronot Buzz Aldrin, Mars'taki 200 metre yüksekliğindeki anormal bir nesnenin insan dışı bir medeniyetin kanıtı olduğunu açıklamıştı. Ancak astronotların en ilgi çekici görüşlerinden biri Wikileaks ifşaatlarının ortaya çıkardığı Edgar Mitchell'a ait e-postadır. Hillary Clinton Dışişleri Bakanı ve başkan adayı iken astronot Mitchell'dan, Clinton'ın kampına gönderdiği bir e-postada şunları yazmıştı:

"Unutmayın, şiddete başvurmayan bitişik evrendeki dünya dışı zekalar, Dünya'ya sıfır noktası enerjisi getirmemize yardımcı oluyor. Dünyada veya uzayda hiçbir askeri şiddete müsamaha göstermeyecekler." 

Eğer bu tür yaşam formları tam burada, galaksimizde mevcutsa o zaman gezegenimizdeki yaşamın başlangıcıyla ilgili etkilerine dair olasılık ihtimali de kat ve kat artacaktır.

Bu, teorik bilim alanında Fermi paradoksu olarak bilinen bir kavram vardır. Bu tartışmalı paradoks evrenin yaşı (yaklaşık 15 milyar yaşında), muazzam boyutu (sınırları bilinmemektedir) ve kendi gelişimimiz hakkında bildiklerimiz göz önüne alındığında, evrenin akıllı yaşamla birlikte var olması gerektiğini ya da en azından onların kalıntılarıyla dolu olduğunu öne sürer.

Tabi makaleye başlarken de belirttiğim gibi, bunlar "kesinlikle" dünya dışı yaşam vardır ve geçmişte dünya üzerinde aktif rol oynamışlardır anlamına gelmez. Bir kuşkucunun yapması gereken şey her şeyden şüphe duymak, her ihtimali değerlendirmeye alıp üzerlerinde düşünmek ve haklarındaki bilimsel gelişmeleri takip etmek olmalıdır.

TREND OLAN ZAMANDA YOLCULUK İDDİASI

Her gün internette sıkılan halk, insanları eğlendirmek için bir yol buluyor gibi görünüyor. Son zamanlarda zaman yolculuğu fikri üzerine paylaşılan ünlü fotoğrafları oldukça popüler.

Pek çok yorumcu zaman yolculuğunu tartışıyor ve Nicolas Cage, Johnny Depp ve Matthew McConaughey gibi ünlülerin hayal edilebileceğinden daha uzun süredir burada olduğunu iddia ediyor.

Günümüz ünlüleri ile onlarla eşleştirilen eski insanlar arasındaki benzerlikler bazılarına göre oldukça ikna edicidir fakat ıspatlanamayacak bir düşünce olduğu için tüm konu gizemini barındırmaktadır fakat bir gerçek var ki benzerlikleri inkar etmek çok zor :)

Peki bu gerçekten zaman yolculuğunun kanıtı olabilir mi?
Sunulan sayısız imgeler arasında, Karayipler'deki aktör Johnny Depp'in popüler Korsanlar'ı ve ona benzeyen birisinin görüntüsünü görüyoruz.

Depp'in fotoğrafının ilk kez müzisyen büyük-büyükbabasının ve Bay Depp'in inanılmaz benzerliğini fark eden Michael Johnstone tarafından paylaşıldığı ortaya çıktı. Kaptan Sparrow'a ek olarak, Johnny Depp'i kastediyorum.

Dini Haber, Haberler, Zamanda yolculuk, Zamanda yolculuk iddiası, Johnny Depp, Eddie Murphy, Jay-Z, Mark Zuckerberg ve Kral Philip, A, İnternet trendleri,Trend haber

Eddie Murphy de ona çok benzeyen bir adamla birlikte yer alıyor.
Fotoğraftaki adam Eddie Murphy'ye çok benziyor ve fotoğrafın tarihi 1920'lere kadar uzanıyor.
İnanılmaz benzerlikler göz önüne alındığında birçok kişi fotoğrafların çekildiğini savunuyor.

Dini Haber, Haberler, Zamanda yolculuk, Zamanda yolculuk iddiası, Johnny Depp, Eddie Murphy, Jay-Z, Mark Zuckerberg ve Kral Philip, A, İnternet trendleri,Trend haber



Bir diğer ünlü kişi Hollywood mega yıldızı Nicolas Cage.
1860’lı yıllarda Cage’e benzediği düşünülen bir kişinin resmi de bu konuda tartışılmakta.
Aslında Nicolas Cage'e benzeyen bu görüntüyü görenlerden bazıları onun bir vampir olduğunu bile iddia ettiler :)

Fotoğraflar arasında ayrıca popüler müzisyen Jay-Z'de bulunuyor. Görünüşe göre fotoğraf 1939'da New York'ta Brooklyn sokaklarında çekilmişti. Jay-Z olarak bilinen Shawn Corey Carter ise 4 Aralık 1969'da Brooklyn, New York'ta doğdu.

Dini Haber, Haberler, Zamanda yolculuk, Zamanda yolculuk iddiası, Johnny Depp, Eddie Murphy, Jay-Z, Mark Zuckerberg ve Kral Philip, A, İnternet trendleri,Trend haber

Neredeyse size Facebook'un Kralı Mark Zuckerberg ve İspanya Kralı IV. Philip'in bir portresini göstermeyi unutuyordum. Ürkütücü olan, tesadüf bile olsa iki kralın bu kadar çok fiziksel benzerliği paylaştığıdır.

Dini Haber, Haberler, Zamanda yolculuk, Zamanda yolculuk iddiası, Johnny Depp, Eddie Murphy, Jay-Z, Mark Zuckerberg ve Kral Philip, A, İnternet trendleri,Trend haber

Her neyse, öne sürüldüğü gibi uzay gemileriyle zamanda seyahat edenler var mı yok mu bilemem ama bu görüntüler ve internette bulunan sayısız diğer fotoğraf gezegenimizdeki bazı insanlara fiziksel olarak oldukça benzeyebilen birçok insanın var olduğunun kanıtıdır. Bunun devam edeceğinden ve yüzlerce yıl içinde benzer tesadüflere dikkat çekeceğinden de eminim.

Yazan: A.Kara

AKHENATON : EN GİZEMLİ FİRAVUN

A,mitoloji, Açıklanamayanlar, mısır mitolojisi, Akhenaton,Akhenaton'un gizemi,Mısır firavunları,Akhenaton insan mıydı?,Nefertiti,Akhenaton dünyalı mıydı?, Yıldız insanları, Mısır ilahları
Antik metinler, Eski Mısır'da yüzlerce yıldır hüküm süren "Tanrılar" için özellikle hanedanlık öncesi dönem olarak bilinen bir zamanı tanımlamaktadır. Akhenaton bu döneme ait eski bir Mısır firavunu olduğu düşünülmektedir. Bazı dünya dışı yaşam teorisyenleri onun uzamış kafatasını dünya dışı mirasın bir işareti olarak yorumlarlar.

Eski Mısır gezegenin yüzeyindeki en inanılmaz tarihlerden birine sahiptir. Sadece eski Mısırlıların şaşırtıcı mimari başarıları dikkate değer değildir aynı zamanda farklı bilimlerde sahip oldukları inanılmaz bilgileri de dünya çapında sadece birkaç eski uygarlık tarafından bilinen etkileyici bir ayrıntıdır.

Bununla birlikte Mısır sahip olduğu gizem sadece Giza Platosu'nun Piramitleri ve büyük görkemli Sfenks  değildir, eski Mısır Medeniyetinin esrarengiz ayrıntıları vardır, bunlardan en önemlilerinden biri de: Akhenaton'dur.

Saltanatının beşinci yılı öncesinde IV.Amenhotep olarak bilinen Akhenaton 17 yıl boyunca hüküm süren Mısır'ın on 18. hanedanının Firavun'u idi. En ünlü Antik Mısır Firavunlarından biri olan Tutankamon'un babasıydı. Birçoğu Akhenaton'u dünyanın en büyük ve en etkili dinsel yenilikçilerinden biri olarak görüyor. Birçoğu tüm tarihte ilk tektanrıcı olan, tek bir tanrıya ibadet eden kişiler olarak peygamber olduğuna inandıkları İbrahim, İshak, Yakup ve Muhammed'i düşünür.

Ancak Akhenaton'dan önce çok tuhaf Firavunlar Eski Mısır'a hükmettiler.
Tarihte bu konuda daha fazla anlatabilecek en önemli eski metinlerden biri Eski Mısır'ı yöneten tüm Firavunları listeleyen Torino Papirüs'dür.

Bu liste sadece Eski Mısır'ın 'resmi' tarihi Firavunlarını kapsamakla kalmayıp aynı zamanda Mısır'ın ilk fani Firavunundan önce Mısır'ın topraklarında hüküm süren ve bu topraklardan egemen olan ilahları veya “Tanrılar” ı da kapsamaktadır. 13.000 yıldan fazla zamana dair bilgiler içermektedir. Ana akım akademisyenlerin bu antik metni saf mit olarak nasıl değerlendirdiklerini ve eski metinlerin çoğu detayının niçin gözden kaçtığını görmek büyük bir bilmecedir.

"Sanki ataları veya gelişim dönemleri yok; bir gecede ortaya çıkmış gibi görünüyorlar."
-İngiliz Mısır Bilimci Toby Wilkinson

Hanedan öncesi Mısır'ın gizemli hükümdarlarından bahseden başka bir eski metin ise Palermo Dikilitaşı'dır.

Bu eski dikilitaş binlerce yıl önce Eski Mısır'ın fiziki bir hükümdarı olduğunu öne sürerek Mısırlı Tanrı Horus'a atıfta bulunuyor. Bir başka Mısırlı Tanrı olan Thoth'un M.Ö. 8670'den 7100'e kadar eski Mısır topraklarında hüküm sürdüğü söylenir. İlginç bir şekilde eski İskenderiye Kütüphanesi'nden gelen sınırsız antik metinlere erişen ve Firavun'un eski Mısır tarihini 30 ciltte yazan Mısır Yüksek Rahibi Manetho, Firavun öncesi Mısır döneminde yönetilen ilahi varlıklar için referans oluşturuyor.

Mısır mitolojisine göre Akhenaton Zep Tepi zamanında Dünya'ya gelen tanrılarla birlikte geldi ve bugüne kadar, insanlar hala bu Firavun'un Yıldızlardan geldiğine inanıyordu. "Piramit Metinleri" ne göre ilkel kaostan ve tanrıların dünyayı yönetme biçiminden ortaya çıkan bir dönem vardı. Bu döneme "Zep Tepi" denir.

Bazı araştırmacılar eski Mısır uygarlığının M.Ö. 36.900 yıllarında ortaya çıktığına, gökyüzünden gelen "Tanrıların" firavunların topraklarında hükmettiğine inanmaktadır. Akhenaton'un da onlardan biri olduğuna inanılıyordu.

Pek çok insan tarafından fantastik bir Firavun olarak kabul edilen Akhenaton eski Mısır'ı geleneksel eski Mısırlı çoktanrıcılığından kopan dinleri yeniden inşa etmeye çalışan, tamamen farklı bir dinsel yaşam tarzına götüren hükümdardı.

"Tek bir Tanrı var, babam. Ona gece gündüz yaklaşabilirim." - Akhenaten

Akhenaton Firavun haline geldiğinde önceki tanrıların tüm ikonografilerinin kaldırılmasını emretti. Sadece güneş sembolü olan bir ambleme, kelimenin tam anlamıyla meraklı kollara ya da aşağıya doğru ışınlara sahip bir güneş diske izin verdi.

Aten antik metinlerde ve 12. hanedandan Sinuhe'nin Hikayesinde yaygın biçimde 'Güneş Diski' ile ilişkilendirilen bir ilahtır. Bir kralın göklere yükselerek ve güneş diski ile birleşerek Tanrı olduğu yazılıdır. Yani ilahi beden onun yaratıcısı ile birleşiyor.

Buna göre "gümüş Aten" terimi bazen ayın ifadesi için kullanılmıştır. III. Amenhotep'in saltanatında tıpkı Ra'ya benzer bir şahin başı olarak tasvir edildiğinden dolayı Aten güneşine yaygın bir şekilde tanrı olarak ibadet edilmiştir.

Ancak Akhenaton çok daha gizemliydi ve tuhaf görünümlü bedeni ile sıradan bir firavun değildi. Aslında cennetten gelen gizemli bir lider olabileceğini öne süren teorileri de körükleyen buydu.

Gizemli şekline ek olarak diğer özellikleri uzun bir kafatası, uzun boyun, batık gözler, kalın uyluklar, uzun parmaklar, geriye dönük diz eklemleri, gebeliği ön plana çıkaran önde gelen bir göbek ve kadınsı göğüslerdir.

Garip olan ilk şey uzamış kafatasıdır, onun tüm heykellerinde ve tasvirlerinde bu uzun kafatası görünmektedir. Genel olarak vücudu kadın ve erkeğin bir karışımı gibiydi. Diğer tüm Firavunlar güçlü ve gösterişli figürler olarak tasvir edilirken onun bu şekilde olması garipti. Çünkü Akhenaton güçlü bir tasvir yerine uzamış bir kafatası ile zayıf, tuhaf görünümlü bir varlık olarak tasvir edildi.

Akhenaton kraliyet ikonografisinde kendini “zayıf” Firavun olarak göstertmek için neden emir versin? Gizemli bir şekilde Akhenaton’un eşi Nefertiti de uzun bir kafatasına sahiptir. Kafa taslarının böyle görünmesine neden olan genetik bir anomaliye mi sahiplerdi? Yada vücutları genel olarak şekilsiz ve orantısız mıydı? Alternatif olarak bu tuhaf Firavun'un kökenlerine dair bir şey daha var mı? Onun melez bir insan olması mümkün mü? Başka gezegenden gen ve DNA'lara sahip olabilir miydi?

Yazan & Çeviren: A.Kara

TEK BİR KAYADAN OLUŞAN HİNDU TAPINAĞI

A, Arkeolojik keşif, Açıklanamayanlar, Tek bir kayadan oluşan Hindu tapınağı, İnanılmaz Hindu tapınağı, İnsan yapımı olmayabilir mi?, Antik tapınaklar, Antik Hindu tapınağı, Kailasa Tapınağı, Arkeoloji
Kısaca: Tapınak bir dağdan oyulmuş, inşaatçılar yukarıdan aşağıya doğru başlayan dikey kazılarla yapmışlar. Bu inşaatlar sırasında dağdan yaklaşık 400.000 ton kaya kaldırıldığı tespit edildi. Tapınak, tek bir kayadan oyulmuş en büyük yekpare tapınaklardan biri olarak kabul edilir.

Hindistan'da tüyleri ürpertecek bir tapınak var. Perili ya da korkutucu olduğu için değil, tasarımı ve inşası insanların yapabileceğini düşündüğümüz her şeyin ötesinde olduğu için.

Tapınağın kendisi 164 metre derinliğinde, 109 metre genişliğinde ve 98 metre yüksekliğindeki bir dağa oyulmuş. Bu, Kailasa Tapınağı'nın gezegendeki tek bir kayadan oyulmuş en büyük TEK TAŞTAN YAPILMIŞ yapılarından biri olduğu anlamına gelir.

Hindistan, Ellora, Maharashtra'da bulunan bu görkemli tapınak Kailasa Tapınağı olarak bilinir. Bazıları bunu Kailasanatha tapınağı olarak adlandırıyor.

Tapınak Hindu ibadetine adanmıştır ve eski Hindistan'daki Rashtrakuta hanedanından 1. Kral Krişna  tarafından inşa ettirilmiştir.

Haklı olarak Kailasa Tapınağı büyüklüğü, mimarisi ve heykeltraşlığı nedeniyle Hindistan'da şimdiye kadar yapılmış en dikkat çekici mağara tapınaklarından biri olarak kabul edilir.

Kailasanatha tapınağı toplu olarak Ellora Mağarası olarak anılan 32 mağara tapınak ve manastırının bir parçasıdır. Kailasa Tapınağı toplamda 16 mağara kaplar.

Yapımlarının genellikle sekizinci yüzyılda başladığı kabul edilir.

Pek çok bilim adamı inşaatın büyük boyutlarıyla ve kendine özgü tasarımıyla birleştiğinde çok sayıda farklı mimari ve heykel düzenine dayanarak Rashtrakuta kralı 1. Krişna'ya atfedildiğine inanırken, bazı akademisyenler yapımında birden fazla kralın hüküm sürdüğünü iddia ediyorlar.

A, Arkeolojik keşif, Açıklanamayanlar, Tek bir kayadan oluşan Hindu tapınağı, İnanılmaz Hindu tapınağı, İnsan yapımı olmayabilir mi?, Antik tapınaklar, Antik Hindu tapınağı, Kailasa Tapınağı, Arkeoloji

DİKEY KAZI
Tapınak feci bir görüntüye sahip. Aslında bu Hindistan'daki en sevdiğim tapınaklardan biri. Etkileyici, farklı ve görkemli görünüyor.

Kailasa Tapınağı'nın en önemli özelliği "Dikey Kazı" dır.

Tapınak inşa edildiğinde oymacılar dağın tepesinden başlayarak aşağı doğru kazıdılar. Rajan, K.V. Soundara "Kaya-Kesme Tapınak Stilleri" kitabında geleneksel yöntemlerin projenin mimarı tarafından tam olarak takip edildiğini ve inşaatçıların tepeden başlayarak kazmalarının ön cepheden kazmaktan daha iyi olduğunu çünkü eğer öyle bir yöntem deneselerdi aynı sonuca ulaşamayacaklarını" söylüyor. Bu gerçek Kailasa'yı diğer tapınaklardan eşsiz ve farklı kılar.

Eski bir efsane Kailasa Tapınağı'nın yapımından bahseder. Katha-Kalpataru'ya göre yerel kral KrişnaYajnavalki (M.Ö. 1470-1535) korkunç bir hastalıktan muzdaripti. Eşi kraliçe, kocasını tedavi etmek için Tanrı Şiva'ya dua etmeye karar verir.

Kraliçe eğer dilek kabul edilirse ve bu tapınağın üstünü görene kadar bir oruç tutmaya ve bir tapınak inşa etmeye söz verdi. Sonunda kral iyileşti ve kraliçe tapınağın hemen inşa edilmesini istedi.

Ancak projeye katılan her mimar, bir shikhara (üstte) ile tamamlanmış bir tapınak inşa etmenin aylar alacağını açıkladı. Daha sonra Kokasa adında bir mimar Kral ve Kraliçe'ye bir hafta içinde bir tapınağın shikharasını (üstünü) göreceklerini açıkladı.

Sonunda Kokasa farklı bir teknik kullanmaya başladı. Yandan oymak yerine tepeye çıktı ve tepeden dikey olarak dağın tepesindem kazmaya başladılar. Sonunda bir hafta içinde shikhara'yı bitirdi.

Kailasa tapınağının en kötü şöhretli unsurlarından biri Kailasa dağını sallayan Ravana'yı tasvir ediyor olmasıdır. Heykel Hindu sanatının en güzel parçalarından biri olarak tanınır ve tapınağın bundan sonra Kailasa olarak bilinmesi olasıdır.

Bazı yazarlar 400 ton taş çıkarılarak yapılan bu tapınağın on sekiz yıl içinde tamamlandığını iddia ediyor. Tapınağın ilk yapım aşamasında her gün yaklaşık 60 ton kaya çıkarıldığı tahmin edilmektedir.

İnşaatçıların günde on iki saatten fazla çalıştıkları, her saat dağdan ortalama 5 ton kayaç çektiği sanılmaktadır.

Tapınağın nasıl planlandığını ve büyük olasılıkla nasıl tamamlandığını bildiğimiz halde, tasarımcıların, mimarların ve inşaatçıların, o zamanlar kendilerine sunulan nispeten sınırlı teknolojiyle nasıl başarabileceklerini tam olarak bilmiyoruz.

Önceki makalelerde yazdığım gibi binlerce yıl önce bu büyüleyici mağaraları kuranların sıradan bir çekiç, keski ve kazmadan daha fazlasına sahip olmuş olmaları çok mantıklı görünüyor.

Yazan & Çeviren: A.Kara

KRAL PAKAL ANTİK ASTRONOT MU?

K'inich Janaab Mart 603'de doğdu. Pakal 12 yaşında tahta yükseldi ve 80 yaşına kadar yaşadı. Annesi Sak K'uk Palenque'nin hükümdarıydı. Uygun bir mirasçı olmadığından kraliçeler vardı. Sak K'uk hükmetme haklarını oğluna transfer etti. Palenque'nin gücünü Maya devletlerinin batı kesimlerinde genişletti ve başkentinde Maya medeniyetinin en iyi sanat ve mimarisini üreten bir yapım programı başlattı.

Kral Pakal çoğu zaman bir uzay gemisinin içindeki bir adamın temsili olduğu iddia edilen lahitin levhası üzerinde bulunan gravür nedeniyle kimilerince "Palenque astronotu" olarak anılmıştır.

Palenque'de ortaya çıkarılan maskenin güçlü hükümdar Pakal "El Grande"yi gösteren ilk kalıntı olduğuna inanılıyor.

1. K’inich Janaab Pakal yaygın olarak "Pacal" ya da "antik Palenque devletinin hükümdarı olan Büyük Pacal" şeklinde anılır. Onun adı klasik Maya Dili'nde Kalkan demektir. Amerika tarihinin en uzun saltanatı sayılan 68 yıl boyunca hüküm sürdüğü bilinmektedir.

Pakal’ın mezarı antik astronot hipotezi ile ilişkilendirilmiştir. Erich Von Daniken'in 1968 yılında en çok satan kitabı olan "Tanrının uçan arabaları"nda Pakal'ın lahitinin kapağını astronot tasvirleriyle karşılaştırmıştır.

A, Antik tarih, Kral Pakal, Antik astronot, K’inich Janaab Pakal,Maya kralı, Antik Maya medeniyeti, Antik uzaylılar, Uzaylıların varlığının izleri,Geçmişte uzaylı izleri, Açıklanamayanlar,

Pakal Lahiti'nin karşılaştırmasında V. Daniken şöyle yazmış:
"Bu çerçevenin merkezinde oturmuş, öne doğru eğilmiş bir adam var. Burnunda bir maske var, bazı kontrolleri idare etmek için iki elini kullanıyor ve sol ayağının topukları farklı ayarları yapmak için bir çeşit pedal üzerinde duruyor. Arka kısım ondan ayrıdır; karmaşık bir sandalyede oturuyor ve bu çerçevenin dışında egzozdan çıkar gibi küçük bir alev görüyorsun…"
Arkeologlar 1.K'inich Janaab Pakal'ı temsil ettiğine inanılan bir maske keşfettiler. Maske, Chiapas (Meksika)'da, Palapque arkeolojik bölgesindeki El Palacio olarak bilinen antik yerdeki arkeolojik çalışmalar sırasında bulundu. Uzmanlar maskeye ek olarak seramik figürler, oyulmuş kemikler ve çakmaktaşı gibi ayin nesneleri de bulduklarını bildirdiler.

Arkeolog Arnoldo Gonzalez "Bu bir tanrının temsili değil. Bazı görüntülere baktıktan sonra bunun Büyük Pakal olması mümkün görünüyor. Şu anda bu konuda oldukça eminiz" diyor.

Fakat ne olursa olsun antik astronot teorisi peşinde koşturanlar bilmeliler ki Mezoamerika kültüründe maske takmak, özellikle de altın maske kullanmak çoğunlukla dini bir ayine hizmet etmiştir. Uzaylılar veya dünya dışı yaşam ile zerre ilgisi yoktur. Bkz: Aztek İnançları ve İnsan Kurbanları

Kaynaklar:
Finley, Michael. "Von Daniken's Maya Astronaut". SHAW WEBSPACE. Archived from the original on April 12, 2008. Retrieved 18 October 2015.
Freidel, David A.; Schele, Linda; Parker, Joy (1993). Maya Cosmos: Three Thousand Years on the Shaman's Path. New York: William Morrow and Company. ISBN 9780688100810.
Martin, Simon; Nikolai Grube (2008). Chronicle of the Maya Kings and Queens: Deciphering the Dynasties of the Ancient Maya (2nd ed.). London and New York: Thames & Hudson. ISBN 9780500287262. OCLC 191753193.
Mathews, Peter. "WHO'S WHO IN THE CLASSIC MAYA WORLD". Foundation for the Advancement of Mesoamerican Studies, Inc. (FAMSI). Retrieved 18 October 2015.
Schele, Linda; Mathews, Peter (1998). The Code of Kings: The Language of Seven Sacred Maya Temples and Tombs. New York: Touchstone. ISBN 068480106X. Retrieved 17 October 2015.
Skidmore, Joel (2010). The Rulers of Palenque (PDF) (Fifth ed.). Mesoweb Publications. Retrieved 12 October 2015.
Stokstad, Marilyn (2008). Art History Fourth Edition. Upper Saddle River, New Jersey: Prentice Hall. ISBN 0-205-74422-2.
Stuart, David; Stuart, George (2008). Palenque: Eternal City of the Maya. Thames & Hudson. ISBN 9780500051566.
von Däniken, Erich (1969). Chariots of the Gods?: Unsolved Mysteries of the Past. Bantam Books. ISBN 0285502565.

Yazan & Çeviren: A.Kara

ANTİK UÇAN ARAÇ : PUŞPAKA VİMANA

Açıklanamayanlar, Hint mitolojisi, mitoloji,A,Antik uzaylılar,Uçan araç tasvirleri,Pushpaka Vimana,Hint mitolojisinde uçan araç,Mitolojide ufolar,Antik metinlerde ufo, Mahabharata destanı
"Güneşe benzeyen ve kardeşime ait olan Puşpaka Vimana, güçlü Ravana tarafından getirildi; Havada süzülen mükemmel Vimana her yere gidebilir... gökyüzündeki parlak bir buluta benzeyen savaş arabası… ve Kral [Rama] içeri girdi ve Raghira'nın komutasındaki mükemmel savaş arabası daha da yükseklere, atmosfere yükseldi."

Hindu mitolojisi inanılmaz hikayeler, efsaneler, mitolojiler ve en önemlisi yazılı metinlerle doludur.
Önceki makalelerde yazar arkadaşlarımız ve ben Mahabharata'yı ve içinde tarif edilen sayısız güçlü silahı ele almıştık.

Antik Hindu tarihinde "Vedalar" olarak adlandırılan eski kutsal metinler 6000 yıl önce gezegenimizi ziyaret eden inanılmaz uçan gemilerden bahseder.

Bu makalede Vimana'ya daha özel olarak Hindu metinleri ve Sanskrit destanlarında anlatılan güçlü bir antik uçan araç olan antik Puşpaka Vimana'ya bir göz atacağız.

Kral Ravana'nın (Vimana'yı Lord Kubera'dan ele geçiren ve Rama'yı Kubera'ya iade eden) Puşpaka Vimana'sı vimana'nın en çok alıntı yapılan örneğidir.

Ayrıca Vimana'lardan Jain metinlerinde de (eski bir Hint dini olan Jainizm) bahsedilmektedir.

Eski Vimana'ya yapılan atıf antik Hindistan'ın iki büyük Sanskrit destanından biri olan Mahabharata'da bulunmaktadır:

“Rama'nın emrindeki muhteşem savaş arabası muazzam bir gürültü ile bir bulut dağına çıktı."
Başka bir pasaj:
"Bhima güneş gibi parıldayan ve bir fırtınanın gürültüsü gibi bir gürültü yapan Vimana'sıyla muazzam bir ışık huzmesi üzerinde uçtu."

Oxford Üniversitesi'nden Sanskrit Profesörü Monier Williams Antik Vimana'yı "Bir araç ya da tanrıların bir arabası, bazen ise kendiliğinden hareket eden ve bir koltuk ya da taht olarak hizmet eden bir hava aracı" olarak tanımlıyor. Diğer açıklamalar Vimana'yı bir ev ya da saray gibi gösterir ve bir türün yedi kat daha yüksek olduğu söylenir" (Aklıma İslamiyet'teki "7 kat gök" mevzusu geldi, İslamiyet ile Hinduizmin çok fazla ortak yanı var)


Modern dillerde Vimana genellikle uçak olarak tercüme edilir. Vimana'nın birçok tasvirinde bir tapınak kadar büyük olduğu iddia edilen bu güçlü makineler görülmektedir.

Eski Sanskrit Destanları'nda Vimana bir dizi farklı antik Tanrı tarafından kullanılan uçan savaş arabaları olarak geçer. Çeşitli Vedik tanrılarının bir yerden başka bir yere geçmek için bu uçan, çarklı arabaları kullandığı anlatılır.

Eski metinlerin bazı ayetleri farklı yazarlar tarafından "mekanik kuşlar" olarak yorumlanmıştır.
Örneğin Rigveda'da (antik bir Hint Vedik Sanskrit ilahileri koleksiyonu) aşağıdaki açıklamayı bulabilirsiniz:
"Karanlık iniş: Altın renkli kuşlar sulara içinden cennete kadar uçtular. Yine onlar emir ile koltuklarından alçalırlar ve tüm dünya onların şişmanlıkları ile nemlenir. On iki jant, tekerlek başlığı ve tek tekerlek..." [Ralph Thomas Hotchkin Griffith'in Rigveda ilahileri]
Vedik iliminde ve Sanskrit dilinde ünlü bir bilgin olan Swami Dayananda Sarasvati'ye göre eski Vimana güçlü bir uzay aracıydı:
"Ateş ve su kullanarak hızlı bir şekilde uzaya gidiyor… 12 sütunlar, bir tekerlek, üç makine, 300 pivot ve 60 alet içeriyor"

PUŞPAKA VİMANA
Puşpaka Vimana genellikle mitolojik bir uçan saray veya savaş arabası olarak tanımlanır.

Ramayana'da, Puşpaka Vimana'nın sıra dışı bir tanımını buluyoruz:
"Güneşe benzeyen ve kardeşime ait olan Puşpaka Vimana, güçlü Ravana tarafından getirildi; Havada süzülen mükemmel Vimana her yere gidebilir... gökyüzündeki parlak bir buluta benzeyen savaş arabası… ve Kral [Rama] içeri girdi ve Raghira'nın komutasındaki mükemmel savaş arabası daha da yükseklere, atmosfere yükseldi."
Puşpaka Vimana mevcut Hindu metinlerinde adı geçen ilk uçan vimana olarak göze çarpar. Güçlü Puşpaka Vimana'nın yaratılışın tanrısı Brahma için Vişvakarma tarafından inşa edildiğine inanılır. Vimana daha sonra Brahma tarafından servet tanrısı Kubera'ya verilir. Sonunda Puşpaka Vimana Lanka ile birlikte üvey erkek kardeşi Ravana tarafından çalınır.

Yazan & Çeviren : A.Kara

AGARTHA VE ŞAMBALA

N.Kara, Açıklanamayanlar, Agartha ve Shambhala,Agartha ve Şambala,Yer altındaki gizemli dünya,mitoloji,Kayıp dünya teorisi,Amiral Byrd,Amiral Byrd'ın günlüğü,Kayıp dünya ve Hitler
AGARTHA: YER ALTINDAKİ GİZEMLİ DÜNYANIN SIRLARI
Agartha tarih boyunca önemli bir yere sahip olmuş Kayıp Dünya veya İç Dünya teorisi ; yer kabuğunun altında başka dünyaların da var olduğunu ,oraya gidilebilecek yolun kutup noktalarındaki delikler ve yer altındaki tüneller aracılığı ile girileceğini iddia ederler. Size bu tuhaf efsanenin tarihini ve teorinin gizemli noktalarını aktaracağım. Bu efsane Eski Mısır'dan Budizm'e,Hitler’e ve oradan da uzaylılara kadar uzanıyor.

Bende uzun yıllardır bu efsaneyi çok merak etmişimdir. O yüzden şimdiden söylememde fayda var yazım hayli uzun olacak. Ama emin olun bu efsane size çok ilginç gelecek.

AGARTHA VE SHAMBHALA (ŞAMBALA)
Gizemli ve Kayıp Dünya'nın teorisini anlamak için önce Agartha ve Şambala'yı kısaca anlatalım. Efsaneye göre ; çok eski zamanlarda Himalaya Dağları'nın altında yer alan sonsuz mağaralar ülkesi bulunmaktaydı. Buraya uzaysal kökenli üstün bir ırk yerleşti.Bu uzaylı ırkın insanları bir süre sonra ikiye ayrıldılar. Bu iki bölüm Agartha ve Şambala'dır. Yani Agartha sağ el (iyilik,dürüstlük yolu) Şambala sol el (karanlık yol ) 'dur. Şambala dünyayı ele geçirmek istese de , Agartha  dünya toplumlarından uzak kalmayı tercih etmiştir. Ayrıca bu efsaneyi Budizm de kabul etmiştir.

MİTOLOJİDE KAYIP DÜNYA
Agartha Kayıp Dünya ! Hyperborea olarak geçen bu ülke Kuzey Trakya’da bulunan hayali bir bölgededir.  Antik Yunan mitolojisinde bu şekilde geçmektedir. Bu ülkede her şey mükemmeldir. Hiç akşam olmamakta ve  günde 24 saat güneş parlamaktadır. Onlara göre Dünya’nın içinde bulunan bir Güneş’tir. Bu Güneş bizim Dünyamızdaki Güneş’imiz değil. Ayrıca İç Dünya’ya Mısır, Tibet, Yucatan, Bermuda Üçgeni, Rusya ve Afrika’dan girişler vardır.
Budistler de Agartha'nın ilk kez kolonileştiğini şöyle anlatmaktadır. Onlara göre binlerce yıl önce kutsal bir adam kabilelerini yerin altında kaybettiğinde Agartha kolonileşti. Budistler yeraltı krallığının nüfusunun milyonlarca olduğuna inanır. Ve krallıktaki insanların Dünya’nın yüzeyinde bulunan bilimlerden çok daha üstün bir bilime sahip olduğunu iddia ederler. Bu bilimsel iddiaya örnek olarak yeraltı tünellerinde muazzam hızlarla ilerleyen arabalar da vardır.

Diğer uygarlıklarda Navajo efsaneleri yazıları şöyle geçmektedir:
Eskimo ,Mısır ve Çin yazılarında onların atalarının Dünya’nın içindeki cennet topraklardan geldiği söylenir. Kuzeyde bulunan büyük bir açıklıktan ve Dünya kabuğunun altında yaşamakta olan insan ırkından bahsederler.

Pueblo Yerlilerinin mitolojik hikayelerinde kendi tanrılarının kaynağının da iç dünyadan geldiğini söylenmektedir. Ayrıca hikayeye göre İç Dünya Kuzey'deki bir delik ile yeryüzünde bulunan insanlara bağlanmaktadır.

Yerli Amerikalı halklar arasında olağanüstü güçleri olan bu kadim insanların büyük bir tufan tarafından büyük mağaralardan dışarı sürüldüğü de anlatılmaktadır. Ayrıca bu efsaneler insanın atalarının Dünya'nın altından geldiğini öğretir. Daha sonra yüzeye çıktıklarında ise , kendi tapınaklarını aramadan önce büyük bilgilerini insan ırkına aktardıkları söylenir.

Tolteklerin ve Azteklerin büyük lideri olan kadim Quetzalcoatl efsanelerinde, onun sekiz gün boyunca bir uçan dairede gözden kaybolduğu ve yeraltı dünyasını ziyaret ettiği anlatılır.
İslâm’da da Kehf olarak geçen inanç (yeraltı mağaralar şebekesi)olarak geçmektedir. Ayrıca Kuran-ı Kerim’de geçen Ye’cüc-Me’cüc, Tevrat ve İncil’de Gog, insana benzeyen yeraltı ırklarıdır. Bir örnek verilecek olursa özellikle bu üstün ırkın Himalaya dağları altındaki geniş, çok büyük mağara-galerilerde yaşadıklarına inanılır.


DELİKLER VE TÜNELLER
Onlara göre yeraltı ülkesinin giriş yolu Kuzey ve Güney Kutbu'ndaki büyük deliklerdir (bunlar uydu fotağrafları ile kanıtlanmıştır). Dünyanın birçok noktasına bu tünel ve deliklerle varılabileceğini söylerlerler. Tibet’in başkenti Lhasa’nın İç Dünya’ya bir tünel ile bağlandığı ve Giza’daki Büyük Piramit’in tabanındaki gizli odaları Agartha’ya bağladığına inanılır. Tibetdeki tünelin sırrını saklamak için yemin eden Lamalar ya da Tapınak Şövalyeleri tarafından korunduğu söylenir. Ülkemizde de Nevşehir, Niğde, Göreme gibi bölgelerdeki mağaralar ve tüneller ağının bu teoriyi desteklediği düşünülmektedir.

EFSANENİN TEK TANIĞI AMİRAL BYRD
1947 yılında yaptığı Kuzey Kutbu seyahatinde burayı gördüğünü iddia eden Amiral Richard Byrd oldu.Binlerce yıllık Kayıp Dünya teorisini doğrulayan tek isimdi. Yaşadıklarını da günlüğüne detaylı bir şekilde kaydetti.

Amiral Byrd bir telsizci ile birlikte 19 Şubat 1947 günü Kuzey Kutbu’na bir uçuş yapmak istedi ve görev aldı. Karlı bir hava içinde süzülürken uçağıyla 7000 metre yüksekliğe çıktığında her şey yolundaydı. Ancak karşılaştığı bir türbülans sonucunda 1000 metreye kadar inmeye karar verdi. Uçağıyla indiği o yerin hemen altında dümdüz uzanan bir buz alanı gördü. Amiral inanılmaz bir manzara ile karşılaşmıştı. Kar yağıyordu ve gökyüzü kırmızıdan mora kadar tüm renklere bürünmüştü. Ardından kısa bir uçuştan sonra dağlık bir bölgeye geldi. Yarım saat kadar sıra dağlar üzerinde uçtu. Byrd uçağıyla 8900 metreye çıkmıştı. Ancak bu dağları tanımlayamıyordu, haritada yer almamışlardı. Sonra birden dağların arasında ve tam ortada akan bir nehir gördü. Tuhaf olan bi şey vardı. Normalde buz ve kar olması gerekirken o yerde yeşil ormanlar vardı.

Amiral Byrd hemen oraya inmeye karar verdi. 4000 metreye kadar indiğinde altında tamamen yemyeşil bir alan vardı. Güneşi göremiyordu çünkü ışık çok farklıydı. Biraz daha aşağıya indiğinde ise, garip hayvanlar gördü. İlk baktığında gördüğü şeyin fil olduğunu düşündü. Ama daha da yaklaşıp hayvanlara baktığında bunların birer mamut olduğunu fark etti. Ardından Amiral bu gördüklerini üsle paylaşmak istedi ama olmadı... Çünkü artık telsiz bağlantısı kuramıyordu.

Bulunduğu yerde sıcaklık 23 dereceydi. Amiral uçakla yol almaya karar verdi. Daha ileride yer alan kent benzeri bir yer olduğunu farketti. Uçak hafifledi, tüy gibi dalgalanarak uçuyordu. Uçak adeta bilinmeyen bir güç tarafından kontrol altına alınmıştı. Bu ağır uçuş sırasında Amiral karşıdan kendisine doğru yaklaşmakta olan bir başka uçan cismi gördü. Bu disk biçiminde parlak bir nesneydi. Ve uçan cismin üzerinde bir gamalı haç işareti vardı.

Amiral bir süre sonra Alman ya da İsveç aksanıyla konuşan birinin telsizden kendisine hitap eden sesini duydu. Bu ingilizce konuşan biriydi.“Bölgemize hoş geldiniz Amiral. Sizi 7 dakika içinde indireceğiz. Güvendesiniz rahat olun.” Ardından uçağın motorları durdu ve sanki garip bir gücün etkisi altındaymış gibi uçak kendi çevresinde dönüyordu. Amiral inişe geçmişti ama o an kendisini görünmeyen dev bir asansörün içindeymiş gibi hissetti. Uçak şiddetle titremeye başladı ve kısa bir süre sonra hafifçe yere temas etti. Amiral büyük bir heyecan içindeydi. Bulunduğu yer gereğinden fazla huzurluydu. Ardından kendisini karşılamaya gelen çok uzun boylu ve  sarışın insanları gördü. Uzakta büyük parlak binaların olduğu bir kent vardı. Amiral ve yanındaki mürettebat, bu garip yerin ev sahipleri tarafından son derece kibar ve dostça tavırlarla karşılandılar.

Amiral, mürettebatı ve Agarthalılar şehre girmek için önce tekerlekleri olmayan düz bir platforma çıktılar ve hızla parlak şehre doğru hareket ettiler. Sanki binalar kristalden yapılmış gibiydi. Amiral gördüklerini hayretle izliyor 'Ancak bunlar öncü mimari eserler ya da bilim kurgu filmlerinde olabilir' diyordu. Amiral Byrd kendilerine ikram edilen içecekleri içtikten sonra iki hostes tarafından başka bir yere götürüldüler . Burası upuzun bir koridordu. Koridor çok aydınlıktı çünkü duvarların içinden gelen gül kurusu rengine benzer ışık her yeri eşit derecede aydınlatıyordu. Sonra bir kapının önünde durdular. Bu kapının üzerinde anlayamadığı derece karmaşık yazılar vardı ve ardından kapı sessizce açıldı. Yanında bulunan hosteslerden biri Amiral’e endişelenmemesi gerektiğini O'nu Üstad’ın huzuruna çıkaracağını söyledi.


AMİRALİN GÜNLÜĞÜNDEN ÜSTADLA KONUŞMASI
Konuşma şöyle geçiyor :
''İçeri giriyorum, çarpıcı renkler görüyorum, oda büyüleyici ve çok etkileyici. Karşımda çok güzel bir insan var, gördüklerimi anlatamıyorum, bildiğim sözcükler buna yeterli değil. İnsan gibi ama çok daha ötesinde, huzur ve mutluluk yayıyor. Düşüncelerim kesiliyor, melodik ve sıcak bir sesle konuşuyor; ''Yerimize hoş geldiniz Amiral''

''O, bir erkek, yüzünde çok uzun yılların izleri var, uzun bir masada oturuyor sonra kalkıp, bana oturmam için gösteriyor. Oturuyoruz, bana bakıp gülümsüyor ve yine o yumuşak ve melodik sesle konuşuyor; ''Sizin buraya girmenize izin verdik çünkü siz dünyanın yüzeyinde tanınan asil birisiniz.'' Dünyanın yüzeyi mi? diyor ve soluğumu tutuyorum. Gülümsüyor ve; ''Evet, şu anda İç Dünya´nın Arianni bölgesindesiniz. Sizi görevinizden fazla alıkoymayacağım, güvenle yüzeye geri döneceksiniz. Ama şimdi Amiral, sizi neden buraya çağırdığımızı söyleyeceğim. Irkınızın Japonya´da Hiroshima ve Nagasaki´de patlattığı ilk atom bombalarıyla çok ilgiliyiz. Bu nedenle alarma geçtik ve uçan araçlarımızı yolladık, biz bunlara 'Flugelrad' diyoruz. Sizi gözlüyorlar ve ırkınızın yüzeyde ne yaptığını araştırıyorlar. Bütün bunlar geçmişte kaldı Amiral ama biz devam etmek zorundayız. Irkınızın savaşlarına ve barbarlığına daha önce hiç karışmadık ama şimdi durum farklı. İnsanlık için uygun olmayan doğal bir gücü yani atomik enerjiyi öğrendiniz. Özel görevlilerimiz dünyanızdaki güçlere mesajlar veriyorlar ama henüz bir tepki vermediler. Şimdi sizi dünyamızın varlığını gören bir tanık olarak seçtik. Irkınızdan binlerce yıl daha eski olan kültürümüzü, bilimimizi göreceksiniz Amiral.''

''Sözünü kesiyor ve benimle ne yapacaklarını soruyorum. Üstad delici bakışlarıyla sanki düşüncelerimi okuyor ve bir zaman sonra cevap veriyor;''Irkınız şu anda dönüşü olmayan noktaya ulaştı. Aranızda ellerindeki gücü bırakmaktansa, dünyayı yok etmeyi göze alacak olanlar var'' Başımı sallıyorum ve devam ediyor; ''1945'de ve sonrasında ırkınızla ilişki kurmaya çalıştık ama düşmanca davranıldı, Flugelrad´larımıza ateş açılıp, düşürüldüler. Savaş uçaklarınız, kötü amaçlarla düşmanca davranarak bizimkileri kovaladılar. Şimdi sana şunu söylüyorum oğlum; dünyanızda çok büyük bir kötülük fırtınası oluşmakta, kara bir öfke ve şiddet yıllardır hiç eksilmeden, artarak birikiyor. Silahlanmanızın bir anlamı yok, biliminizde güvenli bir yer yok. Kültürünüzde açan her çiçek, öfke ve hiddetle ezilip, yok ediliyor, tüm insan canlılar derin bir kaosun içine düştüler. Yaşadığınız son savaş daha sonra ırkınızın başına geleceklerin sadece bir başlangıcı. Biz burada her geçen saat durumu daha açık görüyoruz. Söylediklerimde bir yanlış var mı?''Hayır, bu eskiden de oldu, karanlık çağlar geldi ama beş yüz yıl önce sona erdi, diyorum. Üstad devam ediyor; ''Evet, oğlum. Karanlık çağlar asıl şimdi ırkınızın üzerine geliyor, karanlık dünyayı bir örtü gibi örtecek ama inanıyorum ki ırkınızdan bazıları yaşamayı başaracaklar ama buna daha zaman var, fazlası söylenmemeli. Çok uzaklarda ırkınızın yıkıntıları arasından yeni bir dünya doğacak, kayıp efsanevi hazineleri arayacaklar ve oğlum bizim korumamızda güvenlikte olacaklar. Zamanı geldiğinde biz ırkınıza ve kültürünüze yardım edeceğiz, belki savaşın ve çekişmelerin boş yere olduğunu bir gün öğreneceksiniz, ancak bundan sonra ırkınız tekrar kültürü ve bilimi elde edebilecek. Şimdi oğlum, bu mesajla beraber yüzeye dönebilirsin''

Döndükten sonra Pentagon’daki bir toplantıda bildiklerini anlatan Amiral'e yetkililer 'Bildiklerini kimseye anlatma ve sakla' diye bildirimde bulundular. Tabi yetkililer tarafından söyledikleri de kayda alınmıştı.

KAYIP DÜNYA TEORİSİNİN GELİŞİMİ VE HİTLER
1818’de Ohio’da bulunan Eski piyade yüzbaşısı Cleves Symnes ‘den yüzlerce önemli insana bir mektup gitti.
“Bütün dünyaya: Yeryüzünün içi boş ve yaşanılır durumda olduğunu beyan ediyorum. İçice konulmuş bir çok katı küreden meydana gelip kutuplarda bir girişi vardır. Bu söylediklerimin gerçek olduğunu ispat etmeye hazırım. Dünya bana yardım ederse yeryüzünün içini keşfedeceğim.”

Cleves Symnes‘e göre beş ayrı dünya vardı. Yani dünya iç içe geçmiş beş küreden meydana geliyordu. Cleves bu dünyalarda yaşayan insanların iç dünyadan dış dünyaya çıkabilmek için ; tünelleri kullanarak diğer katlara geçtiklerini hem de kutuplarda yer alan çıkış kapılarını kullandıklarını söylemiştir. Belki de tüm yaşamını bu teoriyi kanıtlamaya adayan Symnes’in yaptığı bu keşfi kimsenin dikkatini çekmeyi başaramadı.

1870 yılında aynı teoriden yola çıkarak bir örgüt kuran kişi yine bir Amerikalı olan Cyrus Read Teed ‘di. Teed bir süre sonra bir dergi yayımlamaya karar verdi. Sonrasında ise çevresinde kendisine inanan binlerce kişi toplamayı başardı. Bu yeraltı dünyası görüşü aradan geçen zamandan sonra sadece gizemciler ve gizli örgütler değil, politikacılar tarafından da benimsendi. Bunların başında gelen isimlerden biri de Adolf Hitler’di.

Bilindiği gibi o dönemlerde Almanların dünya dışından gelen beyaz tenli, mavi gözlü ve sarışın olan üstün bir ırktan geldiğine inanılıyordu. Binlerce yıldır tüm dünyada Kayıp Dünya’yı anlatmak için kullanılan evrensel bir sembol olan gamalı Haç (Svastika) Nazi Partisi’nin de sembolüydü. Birçok Nazi subayının Agartha’nın girişini bulmak üzere Tibet’i ziyaret ettiği de biliniyor ve bu da Hitler döneminde olmuştu. Burdan yola çıkarsak Amiral Byrd’in Nazi Almanyası devri sona erdikten sadece iki yıl sonra yaşadığı bu tecrübe manidar ve çelişkili görünüyor.

Günümüzde de hala yeraltı ülkelerine ulaşmak için yapılan çalışmalardevam etmektedir. New York Central Park’ın altında ve Afganistan’da da yeni karmaşık tüneller bulunduğu söyleniyor. Mısır’da piramitlerin altındaki tünellerin uzun süredir araştırıldığı da bilinmektedir.

Dünyada bu konuyla ilgili yapılan araştırmalar devam etmekte olup verilen örnekler de ilginçtir. Örneğin bir araştırma sonucunda coğrafik deneylerde 10 km derinliğe inildiğinde Dünya’da sıcaklığın artması gerekirken, aniden ısının düştüğü gözlemlenmiş. Bir diğer örnek ise ; 7 km’den fazla derinde bulunan fosillerde mikro organizmalara rastlanmıştır. İlginç olan bugüne kadar Dünya’mızın yapısı ile ilgili ortaya atılmış olan bütün teorilere ters düştüğüdür. O halde şunu diyebilir miyiz ? Dünya’nın içindeki ısının kaynağı ya başka bir şey, ya da içi sanıldığı gibi çok sıcak değil.

Kolombiya Üniversitesinde çalışan iki sismog Paul G. Richards ve Xiao- dong Song . Onların tespitlerine göre, dünyanın içi, gezegenin geri kalan kısmından daha hızlı hareket ediyor. Araştırmalarına göre, dünyanın içindeki katı çekirdek dıştaki sıvı dış kabuğun içinde dönebiliyor. Onlara göre iki seçenek çıkmıştı ortaya. Dünya’nın çekirdeği daha hızlı hareket edebiliyorsa ya onu çevreleyen kütle ona basınç uygulayamıyor ya da yer çekim gücü ile ortada bağımsız bir şekilde salınabiliyordu. Yani bu çekirdeğin İç Dünya teorisine göre, İç Güneş olabileceği düşünülüyor.
Ayrıca bugüne kadar geçerli olan bir teori de yıkılmıştır. Bu teori dünyanın kabuğunun 60 km. kalınlığında ve altında sıvı kaya tabakasının mevcut olduğu ileri sürülen teoridir.  Bir deprem analizi sırasında 400 km. derinlikte dünyanın kabuğunu oluşturan sert kaya tabakalarına rastlayan California’lı ve Illinois’li Jeofizikçiler de olmuştur.

Yazan & Derleyen: N.Kara

HEZEKİEL KİTABINDAKİ UÇAN ARAÇLAR

Hazırlayan: A.Kara
Açıklanamayanlar, A, Hezeikel'in kitabı, Hezekiel'in gördükleri, Hezekiel ve ufo, Hezekiel'in gördüğü uçan araçlar, din, Hezekiel'in görüşleri, Hezekiel ne gördü?, Ufolar, hristiyanlık,

KONUYA GİRMEDEN ÖNCE BAZI KISA BİLGİLER:
HEZEKİEL KİTABI
Hezekiel Kitabı Tanah'taki son peygamberlerin 3.kitabıdır ve Yeremya ile Yeşaya'dan sonra gelir.
Sıralama Hristiyanlık'taki Eski Ahit'ten biraz farklıdır ve 12 küçük peygamber kitabından önce gelir. Kitap adını M.Ö. 6.yy'da yaşamış bir rahip ve peygamber olan Hezekiel'den almıştır.

HEZEKİEL KİMDİR?
Hezekiel M.Ö. 623 yılında ruhban sınıfından bir ailede dünyaya geldi ve o dönem reformcu kral Yoşiya iktidardaydı. Yehuda daha önceleri Asurluların uydu ülkesiydi fakat MÖ. 623'te Asurluların düşüşe geçmesiyle birlikte Yoşiya milli bir tanrı olan Yehova'ya sadakatin üzerinde yoğunlaştığı dini reformlar getirdi ve tekrar bağımsızlığını ilan etti.
MÖ 609'da Yoşiya öldürüldüğünde Yehuda bölgenin yeni süper gücü olan Babillilerin uydusu oldu. Fakat bir süre sonra MÖ 597'de aralarında Hezekiel'in de bulunduğu bir grup Yehudalı Babillilere karşı yaptıkları bir ayaklanma sonucunda sürgüne gönderildi. Hezekiel hayatının geri kalanını Mezopotamya'da geçirdi.
MÖ. 586'da Babillilere karşı 2. bir ayaklanma gerçekleştirildi ve bu ayaklanma sırasında şehir ve tapınak yerle bir oldu. Bu ayaklanma da başarısız olunca kraliyet ailesi ve rahiplerden oluşan Kudüs'teki elit tabakanın geriye kalanları da Babil'e sürüldü. Kitapta verilen tarihlerden anlaşıldığına göre, Hezekiel sürgüne gönderildiğinde 25, ilk vahiy geldiğinde 30 ve MÖ 571'de son görümü sırasında 52 yaşındaydı.

"Baktığımda kuzeyden gelen bir kasırga gördüm, ateşler içinde etrafta ileri geri giden, ışıl ışıl parıldayan büyük bir bulut vardı. Ateşin ortasında kehribar gibi bir ışıltı vardı ve içinde dört canlı yaratık vardı. Ve onlar insan gibi görünüyorlardı…"

Antik uçan makinelerin en büyüleyici bahislerinden biri, beklenmedik bir yerde, İncil'de bulunur. Hezekiel Kitabı'nda, sözde peygamber "uçan 2 tekerlekli araç" tan bahsediyor ve Melekler'den güçlü olan başka bir şey yoktu" diye tanımlıyor.

Antik astronot teoricileri (antik çağda başka dünyalardan gezegenimize gelenler olduğunu savlayanlar), bu referansın eski uçan makinelerin açık kanıtı olduğunu varsayar.

Öte yandan, şüpheciler ve Mukaddes Kitapçılar, Hezekiel'in Kitabının kelimenin tam anlamıyla uçan makineleri açıklamadığını, ancak Hezekiel'in karşı karşıya olduğu İsrail'in güçlü düşmanlarını sembolize ettiğini belirtirler. Mantıklı ve doğru olan da budur.

Yine de kimileri Hezekiel kitabının mitolojik düşmanları tarif ettiğinde ısrarcı.
Yani onlara göre Hezekiel Kitabı eski dünya dışı uzaylı ziyaretinin veya binlerce yıl önce uçan makinelerin zaten var olduğunun kanıtı.

Hezekiel Kudüs'ün yıkılışı, İsrail topraklarının tahribi ve Tapınak vizyonları veya Üçüncü Tapınak olarak adlandırdığı kehanetleri ortaya çıkaran Hezekiel Kitabı'nın yazarı olarak kabul edilmektedir. Hezekiel, hem Hezekiel Kitabında hem de İbranice İncil'de kahramanlar arasında yer aldığı gibi ayrıca Yahudilikte ve diğer İbranice İncil Metinlerinde de bir kahramanıdır.
Tarih, Hezekiel'in İsrail'in ilk esaretinde Babil'e geldiğini ve çok sayıda eski metinlerde büyük bir Peygamber olarak bahsedildiğini ileri sürer.

Hezekiel ismi "Tanrıyı güçlendirmek" anlamına gelir.

Hezekiel kitabının en önemli parçalarından biri ve kitabın yazılmasının dikkate alınmasının temel nedenlerinden biri de Hezekiel Kitabının tek kişinin elinden çıkmış gibi durmasıdır. Bunu gördüm, Bunu gözlemledim, Ben oraya gittim, şeklinde yazılmıştır.

Bu kitap üçüncü şahısla yazılan diğer birçok Kutsal Kitap metinlerinin aksine olayları (veya kurguları) ilk kişi tarafından gözlemlenir şekilde anlatır.

Hezekiel'in Kitabının en önemli parçalarından biri, Hezekiel'in gökyüzünden kendisine doğru gelen “çarklı, 2 tekerlekli araca” şahit olduğunu söylediği kısımdır. Anlatısına göre bu tekerlekli aracın içinde “insan benzeri” varlıklar vardı.

Açıklanamayanlar, A, Hezeikel'in kitabı, Hezekiel'in gördükleri, Hezekiel ve ufo, Hezekiel'in gördüğü uçan araçlar, din, Hezekiel'in görüşleri, Hezekiel ne gördü?, Ufolar, hristiyanlık,

Hezekiel şöyle yazıyor:
1) Otuzuncu yılda, dördüncü ayın beşinci günü Kevar Irmağı kıyısında sürgünde yaşayanlar arasındayken gökler açıldı, Tanrıdan gelen görümler gördüm.
2) Kral Yehoyakinin sürgünlüğünün beşinci yılında, ayın beşinci günü,
3) Kildan ülkesinde, Kevar Irmağı kıyısında RAB Buzi oğlu Kâhin Hezekiele seslendi. RABbin eli orada onun üzerindeydi. (Hezekielin yaşının otuz olduğu sanılıyor.)
4) Kuzeyden esen kasırganın göz alıcı bir ışıkla çevrelenmiş, ateş saçan büyük bir bulutla geldiğini gördüm. Ateşin ortası ışıldayan madeni andırıyordu.
5) En ortasında insana benzer dört canlı yaratık duruyordu;
6) Her birinin dört yüzü, dört kanadı vardı.
7) Bacakları dimdikti, ayakları buzağı ayağına benziyor ve cilalı tunç gibi parlıyordu.
8) Dört yanlarında, kanatların altında insan elleri vardı. Dördünün de yüzleri, kanatları vardı.
9) Kanatları birbirine değerek dosdoğru ilerliyor, ilerlerken sağa sola dönmüyordu.
10) Her yaratığın dört yüzü vardı: Önde dördünün yüzü insan yüzüne, sağda dördünün aslan yüzüne, solda dördünün öküz yüzüne, arkada dördünün kartal yüzüne benzer bir yüzü vardı.
11) Yüzleri böyleydi. Kanatları yukarıya doğru açılmıştı. Her yaratığın iki kanadı yanda öbür yaratıkların kanadına değiyor, iki kanatla da bedenlerini örtüyordu.
12) Her biri dosdoğru ilerliyordu. Ruhları onları nereye yönlendirirse, sağa sola sapmadan oraya gidiyorlardı.
13) Canlı yaratıkların görünüşü yanan ateş közleri ya da meşale gibiydi. Ateş yaratıkların ortasında hareket ediyordu; ışık saçıyor ve içinden şimşekler çakıyordu.
14) Yaratıklar şimşek çakar gibi hızla ileri geri gidip geliyorlardı.

Devamında şöyle diyor:

15) Bu dört yüzlü yaratıklara bakarken, her birinin yanında, yere değen bir tekerlek gördüm.
16) Çarkların görünüşü ve yapısı şöyleydi: Sarı yakut gibi parlıyorlardı ve dördü de birbirine benziyordu. Görünüşleri ve yapılışları iç içe girmiş bir tekerlek gibiydi.
17) Hareket edince yaratıkların baktıkları dört yönden birine doğru sağa sola sapmadan ilerliyordu.
18) Tekerleklerin kenarı yüksek ve korkunçtu; hepsi çepeçevre gözlerle doluydu.
19) Canlı yaratıklar hareket edince, yanlarındaki çarklar da hareket ediyordu; yaratıklar yerden yükseldikçe tekerlekler de onlarla birlikte yükseliyordu.
20) Ruhları onları nereye yönlendirirse oraya gidiyorlardı. Tekerlekler de onlarla birlikte yükseliyordu. Çünkü yaratıkların ruhu tekerleklerdeydi.
21) Yaratıklar hareket ettiğinde onlar da hareket ediyor, yaratıklar durduğunda onlar da duruyor, yaratıklar yerden yükseldiğinde onlar da yükseliyordu. Çünkü yaratıkların ruhu çarklardaydı.
22) Kubbeye benzer, billur gibi parlak ve korkunç bir şey canlı yaratıkların başları üzerine yayılmıştı.
23) Kubbenin altında kanatlarının biri öbürünün kanatlarına doğru açılmıştı. Her birinin bedenini örten başka iki kanadı vardı.
24) Yaratıklar hareket edince, kanatlarının çıkardığı sesi duydum. Gürül gürül akan suların çağıltısını, Her Şeye Gücü Yeten'in sesini, bir ordunun gürültüsünü ansıtıyordu. Durunca kanatlarını indiriyorlardı.
25) Kanatları inik dururken, başları üzerindeki kubbeden bir ses duyuldu.
26) Başları üzerindeki kubbenin üstünde laciverttaşından yapılmış tahta benzer bir nesne vardı. Yüksekte, tahtı andıran nesnede insana benzer biri oturuyordu.
27) Gördüm ki, beli andıran kısmının yukarısı içi ateş dolu maden gibi ışıldıyordu, belden aşağısı ateşe benziyordu ve çevresi göz alıcı bir ışıkla kuşatılmıştı.
28) Görünüşü yağmurlu bir gün bulutların arasında oluşan gökkuşağına benziyordu. Öyleydi çevresini saran parlaklık. RAB'bin görkemini andıran olayın görünüşü böyleydi. 

Gördüğünüz gibi, Hezekiel kitabında, gökten aşağıya doğru gelen, o döneme göre büyüleyici bir şey anlatıyor ve bu şey dünyayı titretiyor. Bu daha önce görmüş olduğu şeyden farklı bir şeydi. Güçlüydü, parlıyordu. Oradan insanlara benzeyen ama tamamen farklı olan varlıklar gelmişti. Fakat uzaylı iddiaları şöyle dursun Hezekiel aslında ilahi bir gücün tanımını yapıyordu. Yine de uzaylı teorilerine meraklı olanlar fantastik görüşler filizlenmesine neden oldular.

Örneğin Blumrich, ay projesinde çalışan en üst düzey bir NASA bilim adamıydı ve bir roket mühendisiydi. 1970'lerde Joseph Blumrich Hezekiel'in gökyüzünden gelen bir uzay gemisine şahit olduğu fikrini çürütmek isteyerek Hezekiel tarafından yazılmış olan Hezekiel Kitabı'nın ilk bölümünde yazılanları görmeye karar verdi.

Şüpheciliğine rağmen ve sıkıcı bir araştırma ve okumadan sonra, Blumirch sonunda Hezekiel'in görgü tanığı raporunda anlattığı şeyin gerçekten bir uzay aracı olduğu sonucuna vardı ve bu sonuç Blumrich'in Hezekiel'in Uzay Gemileri adlı kitabını yazmasına yol açtı.

Kaynaklar:
Book of Ezekiel (Hezekiel Kitabı)  |  [Joel F. Drinkard Jr, Ezekiel, in Watson E. Mills and Richard F. Wilson (eds), "The Prophets" (Mercer University Press, 1995) pp.160-161]

İNCİL, HANOK VE HZ. İLYAS, UÇAN MAKİNELER

Yazan: A.Kara
hristiyanlık, Açıklanamayanlar, din, Kutsal kitapta uzaylılar, İncil'de Hz.İlyas'ın kaçırılması, Hz İlyas kaçırıldı mı?, İncil UFO ziyaretlerini mi anlatıyor?, İncil'de uzaylılar, İncil'de dünya dışı yaşam, A,

İNCİL İDRİS'İN (ENOCH/HANOK) VE İLYAS PEYGAMBERİN CENNETE GİDİŞİNDE UÇAN MAKİNELERDEN Mİ BAHSEDİYOR?

Binlerce yıl önce yazılmış metinleri okurken ve onları uçan savaş arabaları, ateş, duman ve gizemli varlıklardan söz ederken bulunca, eski insanların dış dünya ile ilgili bir şeyler yaşayıp yaşamadıklarını bilmek zor oluyor ve insanı düşünmeye itiyor.

Bizler gibi İncil'in insan ürünü olduğuna ve yabancı ziyaretçilere dair kanıtlar olduğuna ikna olan yazarlar, tarihin kısmen aktarıldığını ve eski metinlerin önemli kısımlarının tamamen atlandığını ileri sürerler.

Bu yazıda, hayatları boyunca dünya dışı varlıklar ile temasa geçmiş görünen üç önemli İncil karakterine bir göz atacağız.

Dinsel metinlere bakıldığında bunlardan ikisinin cennete gittikleri ve asla Dünya'ya geri dönmedikleri yazmaktadır.

Üçüncüsü olan Hezekiel'in ise, dünya'ya binlerce yıl önce gelen 'uzay gemilerinin' varlığına inandığı ve olaya şahit olduğu görülür:

"4) Baktım, kuzeyden gelen bir fırtına gördüm. Parıldayan şimşek ve muazzam bir ışıkla çevrili muazzam bir bulut (daha önce rönesans döneminde çizilmiş dünya dışı yaşam formlarını işaret eden tablolarla ilgili araştırma paylaşmıştım, anlatım o çizimlerdekilere de uyuyor gibi görünüyor. İncelemek ve okumak için tıklayınız). Ateşin merkezi parlayan metal gibi görünüyordu,
5) ve bu ateş dört yaşayan yaratık gibi görünüyordu. Görünüşte onların formu insandı…"

DÜNYA DIŞI ZİYARETÇİLER? KAÇIRILMA?

Piskopos Hanok yani İdris'in (Yaratılış: 5,18: 24) ve İlyas peygamberin (Krallar: 2 2:13) göklere çekildiği söylenir.
İlyas peygamberin “ateş arabası” tarafından kaçırıldığına dair yazılı kanıtlar buluyoruz.

Bu inanılmaz tarihsel açıklamaları okuduğumuzda, çok az cevapla ve sayısız soruyla karşılaşıyoruz.

Hanok ve İlyas nereye gitti? Neden gizemli bir şekilde ve iz bırakmadan ortadan kayboldular? Hezekiel tam olarak ne gördü ve neyi tarif etti?

İncil, antik zamanlardaki dünya dışı yaşam formlarının teması'nın varlığına kanıt olan onlarca delile bir yenisi olarak eklenebilir mi?

Hanok'a ve Yaratılış 5: 18: 24'te bahsedilen gizemli kayboluşa bir bakalım.
Tıpkı Tevrat ve Kur'an gibi insan ürünü olan ve dönem insanlarının duyduğu efsaneleri, gezip görürken, ticaret yaparken diğer kültürlerden öğrendiklerini, gördüğü bazı olayları yazdıklarına inandığım İncil’e geri dönelim ve neler yazdığına bakalım.

TANRI HANOK'U (ENOCH) YANINA ALIR
[Yaratılış 5:18-24]
  • 18) Jared (Yered) 162 yaşındayken, Hanok'un babası oldu.
  • 19) ve Enoch'un babası olduktan sonra, Jared 800 yıl yaşadı ve başka oğulları ve kızları vardı.
  • 20) Böylece Jared toplam 962 yıl yaşadı ve sonra öldü.
  • 21) Enoch 65 yaşına geldiğinde, Methuselah'ın babası oldu.
  • 22) Methuselah'ın babası olduktan sonra, Hanok, Tanrı ile 300 yıl yaşadı ve başka oğulları ve kızları vardı.
  • 23) Hanok toplamda 365 yıl yaşadı.
  • 24) Hanok, Tanrı yolunda sadakatle yürüdü ve sonra ortadan kayboldu, çünkü Tanrı onu yanına almıştı (uzağa).
Yaratılış 5: 24, Tanrı'nın Hanok'u aldığından açıkça bahsedildiği için çok önemlidir. Hanok'un öldüğünden bahsetmez. Bir şekilde kaçırıldığını söylüyor gibidir.

Bu aslında önemlidir çünkü Adem'in 930 yıl yaşamış olduğunu ve öldüğünü Yaratılış 5:3-23'te görebiliyoruz. Adem’in oğlu Seth ise 912 yıl yaşıyor ve ölüyor. Seth'in oğlu olan Enoş'un (Enoch-Hanok yani İdris ile karıştırmayın) 905 yıl yaşadığı ve öldüğü sanılıyor. İdris'e gelene kadar, (Yaratılış 5:24) Adem’in soyundan gelenlerin son derece uzun ömürlü yaşamlarının ardından öldüğü anlatılır. Ancak Yaratılış 5:3-23'e bakıldığında İdris'in (Hanok) ölümünden bahsetmediği Tanrı tarafından alındığı söylenir: “Hanok, Tanrı'ya sadakatle yürüdü; sonra ortadan kayboldu, çünkü Tanrı onu uzağa almıştı."

Eğer 2 Krallar 2:13'e bakarsak, başka bir inanılmaz hikaye bulabiliriz.
Yine geçmişte yazılanları görmek için İncil'e geri dönüyoruz.

İLYAS CENNETE ALINIR
[2 Krallar Bölüm 2:2:13]
  • RAB İlyas'ı kasırgayla göklere çıkarmadan önce, İlyas ile Elişa Gilgal'dan ayrılıp yola çıkmışlardı.
  • İlyas Elişa'ya, “Lütfen sen burada kal, çünkü RAB beni Beyt-El'e gönderdi” dedi. Elişa, “Yaşayan RAB'bin adıyla başın üzerine ant içerim ki, senden ayrılmam” diye karşılık verdi. Böylece Beyt-El'e birlikte gittiler.
  • Beyt-El'deki peygamber topluluğu Elişa'nın yanına geldi. “RAB bugün efendini senin başından alacak, biliyor musun?” diye ona sordular. Elişa, “Evet, biliyorum, konuşmayın!” diye karşılık verdi.
  • İlyas, “Elişa, lütfen burada kal, çünkü RAB beni Eriha'ya gönderdi” dedi. Elişa, “Yaşayan RAB'bin adıyla başın üzerine ant içerim ki, senden ayrılmam” diye karşılık verdi. Böylece birlikte Eriha'ya gittiler.
  • Eriha'daki peygamber topluluğu Elişa'nın yanına geldi. “RAB efendini bugün senin başından alacak, biliyor musun?” diye ona sordular. Elişa, “Evet, biliyorum, konuşmayın” diye karşılık verdi.
  • Sonra İlyas, “Lütfen, burada kal, çünkü RAB beni Şeria Irmağı kıyısına gönderdi” dedi. Elişa, “Yaşayan RAB'bin adıyla başın üzerine ant içerim ki, senden ayrılmam” diye karşılık verdi. Böylece ikisi birlikte yollarına devam etti.
  • Elli peygamber de onları Şeria Irmağı'na kadar izledi. İlyas ile Elişa Şeria Irmağı'nın kıyısında durdular. Peygamberler de biraz ötede, onların karşısında durdu.
  • İlyas cüppesini dürüp sulara vurunca, sular ikiye ayrıldı. Elişa ile İlyas kuru toprağın üzerinden yürüyerek karşıya geçtiler.
  • Karşı yakaya geçtikten sonra İlyas Elişa'ya, “Söyle, yanından alınmadan önce senin için ne yapabilirim?” dedi. Elişa, “İzin ver, senin ruhundan iki pay miras alayım” diye karşılık verdi.
  • İlyas, “Zor bir şey istedin” dedi, “Eğer yanından alındığımı görürsen olur, yoksa olmaz.”
  • Onlar yürüyüp konuşurlarken, ansızın ateşten bir atlı araba göründü, onları birbirinden ayırdı. İlyas kasırgayla göklere alındı.
  • Olanları gören Elişa şöyle bağırdı: “Baba, baba, İsrail'in arabası ve atlıları!” İlyas'ı bir daha göremedi. Üstünü başını parçaladı.

Yukarıdaki bilgiler çeşitli şekillerde yorumlanabilir;
Antik astronotların dünya ziyareti açısından bakarsak, okuduklarımızın o dönem karşılaştıkları teknolojinin yanlış yorumlanmış olduğu açıktır. Binlerce yıl önce insanların anlayamadığı birçok şey Tanrılarına (Allah/Rab/YHW vb) atfedilmiş, Tanrı yaptı denmiştir.

Tabi daha gerçekçi nedenleri de olabilir. Örneğin bir kutsallaştırma ve tanrıya atıfta bulunma çabası gibi.

İncil açısından bakıldığında, dikkate alınması gereken önemli detaylar vardır:
İdris neden ortadan kayboldu? Neden dünyadan alındı? Ölmediyse, nereye gitti?

İncil akademisyenleri bu soruları cevaplayabilmek için tartışıyor ve "patriğin Adem'in torunları listesinde yedinci olduğunu" akılda tutmalıyız diyorlar. Yedi, İncil'de “mükemmellik” anlamına gelen sembolik bir figürdür. Yedi, tamlık ve mükemmelliğin (hem fiziksel hem de ruhsal) sayısıdır. Bu anlamının çoğunu doğrudan Tanrı’nın her şeyin yaratılmasıyla bağlantılı olmasından alır. Bazı Yahudi geleneklerine göre, Adem'in yaratılışı MÖ. 26 Eylül 3760'dır (ya da İbranice takviminde yedinci ay olan Tişri'nin ilk günü). "Yaratmak" kelimesi Tanrı'nın yaratıcı çalışmalarını tarif ederken 7 kez kullanılır (Tekvin 1: 1, 21, 27 üç kez; 2: 3; 2: 4). Bir haftada 7 gün var ve inanışa göre Tanrı’nın Şabat günü 7. gündür.

Adem'in soy ağacı listesini oluşturanların sembolizme son derece bağlı olan Kudüs'ün rahipleri olduğuna inanılıyor bu yüzden rakamlara ve numeroloji çalışmalarına büyük önem verdikleri düşünülür.

İnanışa göre 7. Patriğin kusursuz ve temiz biri olması gerekirdi çünkü Tanrı'nın yeryüzünde insanın kötülüğü ile kendisini kirletmeyeceği şekilde onu göklere aldığı inanışı vardır.

Peygamber İlyas'ın hikayesi daha farklıdır. Hikayenin bize anlattığına göre, İlyas ölümünün yaklaştığını anladığında Ürdün Nehri'nin kıyısında bulunan öğrencisi Elişa'nın (Elyesa) topluluğuna gitti.

Aniden ateşli atlarla birlikte gökten gelen bir araba Elişa'yı ve olaya şahit olanların şaşırmasına bile fırsat kalmadan İlyas'ı da aldı ve gökyüzünde kayboldu...