HABERLER
Dini Haber
Bilim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bilim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

AMELİYAT İPLİĞİNİ İLK OLARAK EL-ZEHRAVİ BULDU İDDİASI

Ameliyat ipliği tarihi, Antik dönemde ameliyat, Antik dönemde ameliyat ipliği, Bilim, Bilimsel, El Zehravi, El-Zehravi, Hayvan bağırsağından iplik, İlk ameliyat ipliği, sizden gelenler,
AMELİYAT İPLİĞİNİ İLK OLARAK EBU'L-KASIM ZEHRAVİ BULDU İDDİASI

Ameliyat ipliği, antik çağlardan beri farklı materyallerle de olsa kendi kendine iyileşemeyecek yaraların kapatılması amacıyla kullanılmaktadır. Ameliyat ipliklerinin tarihçesine bakacak olursak oldukça ilginç tablolarla karşılaşmak mümkündür.

M.Ö 50.000 ile 30.000 arasında ilk olarak gözlü ameliyat iğnelerinin keşfedildiği düşünülmektedir. M.Ö 20.000’li yıllarda keşfedilen kemik iğnelerinin ise Rönesans’a kadar yaygın olarak kullanıldığı Neolitik kafatasları incelemelerinde açıkça görülmektedir. İğne deliğinin içine doğru büyümüş kemikler, bize hastanın operasyon sırasında hayatta kalmasının yanı sıra ameliyat sonrasında da sağlıklı bir şekilde hayatına devam ettiğini göstermektedir. Bu bulgular, bize ilkel insanların bile cerrahi işlemleri gerçekleştirdiğini açıklamaktadır.

Kuzey Amerikalı Kızılderililer’in koter kullanmaları, Afrikalı kabilelerin kan damarlarını tendonlarla bağlayıp akasya dikenleri ile yaraları kapatmaları, dikiş hattına yerel bitki örtüsünün yardımıyla dikiş atmaları ve sonuna sekiz düğümü atmaları da ameliyat ipliği kullanımının ilk çağlardan beri büyük bir gereklilik olduğunu göstermektedir.

Antik çağlardan M.Ö 1900’lü yıllara geldiğimizde ise Babil kralı Hamurabi zamanında tapınak direğine kazınmış cerrahi uygulama teknikleri görülmektedir. Bu kurallar, o dönemde de ameliyatların gerçekleştirildiğini kanıtlamaktadır. M.Ö 2000 yıllarından kalan yazıtlar ise bize bağlamak ve dikiş atmak amacı ile tel ve sinir kullanıldığını açıkça göstermektedir. Misyoner olan Robert Felkin; 1879 yılında Uganda’da gördüğü koter ve şişleme yöntemi kullanılarak başarılı bir şekilde yapılan sezaryen operasyonunu anlatmaktadır.

Bir Güney Amerikan metodu ise yara dudaklarını büyük siyah karıncaların güçlü çenelerini kullanarak birbirine yaklaştırmaktır. Bu yöntemde karınca gövdesinin, kafayı yara üzerinde bırakacak şekilde büküldüğü ve kopartıldığı bilinmektedir. Antik Yunanlılarda ameliyat ipliği olarak at kuyruklarının kullanıldığı bilinmektedir. Thebes’te bulunan bir cerrahi papirüs ise Mısır’da yara kenarlarını birbirine yaklaştırmak için en çok kullanılan malzemenin keten ameliyat ipliği olduğunu, kollajen ve organik lif kökleri, kuru bağırsak, kuru tendon, at kılı, hayvan deri şeritleri, kadın saçı ve ağaç liflerinin de ameliyat ipliği olarak kullanıldığını göstermektedir. İlk anatomist Yunan hekim Galen ise 1800 yıl önce ilk kez ‘ De Methoda Medendi’ isimli kitabında ipek ve “katgüt”ten bahsetmektedir. Katgütün daha önce de kullanıldığı bilinmesine karşın, katgüt için ilk kaynağın bu kitap olduğu düşünülmektedir.

Daha sonra 9. asırda Arap hekim Razi’nin pratisyen cerrahlara katgüt kullanımını önermesiyle katgütün 1840’lı yıllarda oldukça popüler bir hal aldığı görülmektedir. 1930’lu yıllara kadar kullanılan ameliyat iplikleri genelde katgüt, ipek, keten ve pamuk iken sentetik ameliyat ipliklerinin kullanımına 1941 yılında Poliamid (Naylon) ile II. Dünya savaşı sırasında başlanmıştır. Ardından poliester, poliakrilonitril, poliolefin materyalleri ameliyat ipliği olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu materyallerin hiçbiri cerrahi kullanım amacı ile üretilmemiş olup tekstil sanayisindeki gelişmeler ile tekstilde kullanılmaya başlanmış; daha sonra bu kullanım cerrahi operasyonlarda denenmeye başlanmıştır. 1970 yılında cerrahi kullanım amaçlı ilk emilebilen, sentetik ameliyat ipliği PGA (glikolik asidin bir homo- polimeri (poliglikolik asit)) piyasaya sürülmüştür. Katgüte kıyasla emilim süresi daha geç olmasına rağmen düşük doku reaksiyonuna ilaveten güçlü düğüm mukavemetine sahip olması, PGA’ya ameliyat ipliği olarak geniş kullanım alanı yaratmıştır. Sonralarda da gelişen teknoloji ile değişik kullanım alanlarına hitap edebilecek emilebilir PDO(polidioksanon), PGCL (Poliglekapron), PGLA (polliglikolik ko laktik asit) ve emilemeyen PP (Polipropilen) gibi materyaller üretilmiştir.

Sentetik ameliyat ipliği kronolojisi
  • 1941 Poliamid
  • 1958 Poliester
  • 1969 Polipropilen
  • 1970 PGA
  • 1974 PGLA
  • 1985 Poliglikonat
  • 1989 Polidioksanon
  • 1993 PGCL
  • 1995 PGLA Rapid
  • 2003 Antibakteriyel PGLA (Triklosan)
  • 2006 Antibakteriyel PGCL, PDO (Triklosan)
  • 2010 Antibakteriyel PGLA, PGCL, PDO, PGA (Klorheksidin)
İlkel çağlardan beri hayatımızda yeri olan ve insan sağlığı için bu denli önem arz eden ameliyat iplikleri günümüzde de istisnasız her cerrahi operasyonda kullanılmaktadır. Bu sebeple bu alanda halen daha geliştirmeler yapılmakta, hasta sağlığını ön planda tutarak yeni materyaller denenmektedir. Günümüzde, antik çağlardaki gibi herhangi bir materyalle doku kapaması yapılmasının mümkün olmaması, ilgili testlerle biyouyumlulukları kanıtlanmış olan güvenli sentetik materyallere olan ilginin artmasını sağlamıştır.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Hayati Kartal

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

İNSANIN SERÜVENİ

Yazan: Karmaşık
Karmaşık, Bilimsel, İnsanın serüveni, Big bang, Tesadüf mü Tanrı mı?, Varoluş, Evrim teorisi, Tesadüfen varoluş, Bilim, Din ve Bilim, Tanrıyı arayış, Evrenin başlangıcı, Dünyanın yaşı, İNSANIN SERÜVENİ
İslam dininin, daha doğrusu tüm dinlerin aslında zeki insanların “toplum mühendisliği” olduğu gerçeğini, kutsal kitaplardaki mantık hatalarını analiz ederek ispatlayan diğer yazar arkadaşlarıma sevgi ve saygılar gönderiyorum.

Onlar nasılsa bu hataları çok ustalıkla bulup ifade ediyorlar, bende farklı bir konu yazayım istedim.
Biz doğup, yaşayıp ölüyoruz. Elimizdeki tek somut delil bu.
Başka türlü var olmuyoruz.

Doğada var olan yapıların, manevi bir öze sahip olduğunu düşünüyoruz. Buna insan ırkını da dahil ediyoruz. Yani belki de doğal oluşumu ve sürekliliği içerisinde cereyan eden tüm şeyleri biz kendi mantığımızla maneviyat yükleyerek anlamlandırıyoruz.

Belki oluşan hiçbir felaketin veya rutin doğal olayların, örneğin rüzgâr, yağmur, sıcak vs. gibi doğa olaylarının manevi bir güç iradesi ile cereyan ettiğini varsayıp, beynimizi daha fazlasını düşünememesi için sınırlıyoruz.

Şimdi.. Bugüne kadar doğru bildiğimiz sistem olan; yaratacı tanrı, insanı yarattı. Doğadaki tüm diğer canlıları da bize hizmet etmesi için yarattı. Her yarattığı şeyin bir işe yaradığı ve boş yere hiçbir şeyi yaratmadığı, ve bizler bu hayata sınava tabi tutulmak için gönderilmiş olduğumuzu, başarılı olursak öldükten sonra erkek olan cinsilerin içgüdülerinin arzulattığı her şeyin verileceği senaryosu çok tutmuştu. Son 3-4 bin yılda bu senaryonun bir çok değişik versiyonu vizyona kondu ve bir kısmı gerçekten çok tuttu. Her versiyonunda senaryonun sonu ya çok iyi ve sonsuza kadar kötü olarak bitiyordu.

Ancaakk….

Diğer yazar arkadaşlarımı okuduğunuz da, bu senaryonun birçok mantık hatası ile dolu olduğunu ve gerçek olamayacak kadar uçuk olduğunu anlayabiliyorsunuz. O insanlar bizler için kafa patlatıp detaya girip okyanusun dibinden iğne çıkarıp mantığımıza sergiliyorlar.
Dolayısı ile oldu mu benim iç dünyamda kocaman bir boşluk!
Bu noktaya gelen bir insan, artık geri dönemez.

Peki gerçek nedir?
Durduğum yer, kocaman bir boşluk. Beyaz bir boşluk. Her şeyi yeniden yazmak gerekiyor. Bir yerden başlayıp yavaş yavaş, düşüne düşüne, okuya okuya yeniden yazmak gerekiyor. İnsanlara doğduğundan beri inandıklarının aslında kocaman bir yalandan ibaret deyip, sonrada öylece bırakamazsın.


Tamam haklısın! Bende inandım.
Koskoca bir yalanmış bütün bunlar.
Ama bu durumda ben neredeyim? Burası neresi ??
Hadi bildiğimiz her şeyi masaya yatıralım. Bakalım ortaya bir şey çıkacak mı?

ELDEKİ VERİLER
-Her canlı ölüyor.
-Dünyanın yaşı 4,54 milyar yıl.
-İnsanın yaşı yaklaşık 3.67 milyon yıl.
-İlk canlı organizma 4.28 milyar yıl önce yaşamış.
-Olayın kronolojik şeması yaklaşık aşağıdaki gibi.
Yukarıda ki zaman tünelini incelemenizi öneriyorum. Önce evren var olmuş. Big bang veya artık her ne ile olduysa. Evren bir enerji-madde olarak yaşamına başladıktan 9-10 milyar yıl sonra dünyamız oluşuyor. Artık güneşten mi kopmuş veya little bang mi olmuş bilemiyorum. Şimdilik merakta etmiyorum o kadar. Bana yaşı gerekiyor. Evren enerji ve madde olarak yaşamaya başladıktan 9-10 milyar yıl sonra dünya yaşam enerjisi ile dönmeye başlamış. Yani 10 milyar yıl boyunca bu devasa uzay biz, yani dünya olmadan yaşamına devam etmiş.

Dünya da bir şekilde olmuş. Dikkatinizi çekerim hala ortada insan, melek, cin vs hiçbir şey yok. Kendi varolan devasa enerjisi ile evren yaşamına ve genişlemesine devam etmiş.
Dünya dönmüş dönmüş soğumaya başlamış, su oluşmuş.Bu, su dediğimiz madde hakikaten özel bir madde. Rengi, kokusu ve tadı olmayan bir madde.
Şimdi burada duralım..

Yerkürede yaşam su ile başlıyor. Su ve hava. Ve görebildiğimiz başka hiçbir gezegende bu durum söz konusu değil. Peki hadi diyelim ki bizim su maddemize ihtiyacı olmayan başka maddelere ihtiyacı olan canlılar var mı? Şu ana kadar gözlemleyebildiğimiz kadarıyla uzayda hareket eden bir canlıya rastlamadık.

Yani biz yerküre üzerinde her ne kadar milyarlarca yıllık bir evrimin sonucu olsak bile, tesadüf eseri oluşmadığımız ortada.

Zaten benim arayışım yaratıcıyı bulmak üzerine. Yoksa insanlığın beyin gelişimine paralel olarak yaratıcı kavramına değişik yorumlar getirip en son olarak ta 3 kutsal din ortaya atarak bu görüşlerini olgunlaştırmışlar hatta bu yolla insanlara istediklerini yaptırmışlardır.

Yani bu insanlar ( adına peygamber mi dersiniz, dahi mi dersiniz ) yaratıcı kavramına yorum getirmişler. Ve bu yorumlar o kadar tutmuş o kadar popüler olmuş ki bugün bile bu önermelerden ekmek yiyen bir sürü dolandırıcı var.

Eğer su maddesi daha birkaç gezegende de bulunsaydı ve oralarda yaşam olmasaydı yine bir nebze doğal evrimden bahsedebilirdim. Ancak suyun ve oksijenin var olması ve biz dünya canlılarının su ve hava ile var olup yaşamımızı su ve hava ile devam ettirme zorunluluğumuz olması beni ister istemez tesadüfen değil bir irade tarafından yönetilen veya başlatılan yaşamın içinde olduğumuz düşüncesine itiyor.

Evrenin kendisi mi acaba bizi bu ücra ve korunaklı köşede yaratıp gözleyen? Yoksa evrenden daha büyük bir yaratıcı varda , bu yaratıcı evreni de yaratmış olan bir güç mü?
Yine geldik kördüğüm olmuş ve çözülemeyen düğüme. Şu ana kadar geldiğim tek somut nokta, dinlerin tamamının insan uydurması olduğu. Bunun dışında ki hiçbir sorunun cevabını bulabilmiş değilim.

Tesadüfen oluşmuşuz deyip topu taca atmak kolay. Ancak gerçek nedir? İşte o gerçeği bilmek, en azından sağlıklı ve mantıklı temel üzerine oturmuş bir varsayım üretmek gerek.

Yoksa öylece havada kalmış bir şekilde yaşayıp, sonra da aptal aptal havaya bakarak ölmek istemiyorum.

ARAŞTIRMACILAR 100 MİLYON YILLIK BEBEK YILAN FOSİLİ BULDULAR

Bilim adamları mükemmel bir keşfe rastladılar.
Çin Akademisi'nden bilim adamları Güneydoğu Asya'daki şuan Myanmar olarak bilinen ormanda kehribar rengi bir arkeolojik parçanın içinde kalmış yılanın kalıntılarına rastladılar. Bu şimdiye kadar keşfedilmiş en eski bebek yılan olduğu için arkeoloji ve bilim açısından inanılmaz bir keşif.

Üst Kretase döneminde yaşamış olan yeni türler Xiaophis myanmarensis'in bilimsel ismini aldılar.

Yaklaşık 5 santimetre uzunluğundaki fosilin kafatasını yitirdiği görüldü. Bu yüzden bilim adamlarından oluşan ekip kemiklerin büyüklüğünü, şeklini ve yönünü incelemek için mikroskoplar ve x-ışını taramalarını kullandılar.

Daha sonra araştırmacılar yeni fosilin kemik yapısını, evrimsel kayıtlarda nereye uyduğunu görmek için araştırma yaptılar ve onu mevcut bir yılan fosilinin veri tabanına benzettiler.
Bilim, Arkeolojik buluntular, Bilimsel, 100 milyon yıllık yılan sofili,Yılan fosili,100 milyon yıllık bebek yılan fosili,Dinozorlar çağında sürüngen,Bebek yılan fosili,A
Bu buluş yılanların düşünüldüğünden çok daha önce sualtı ve kıyı bölgelerinden ormanlık ortamlara taşınmış olabileceğini ve yılanların spinal kemiklerini geliştirdiği mekanizmanın milyonlarca yıl içinde çok az değiştiğini ortaya koydu ve araştırmacılar bu bilimsel gelişmeleri raporladı.

Uzmanlar boyutu gerçekten küçük olan bu yılanın bir insan eline sığabileceğini söylüyor. Keşfe katılan uzmanlar sürüngenlerin dünyayı dinozorlarla paylaştığı dönemden bu yana yılanın evrimi hakkında bir fikir verdiğini söylüyorlar.

Bilimsel Gelişmeler dergisinde yayınlanan bir rapora göre, bilim adamlarının uyguladığı X-ışını çalışmaları sonucunda eski kıtasal blog olan Gondwana ile diğer Kretase türleri arasında önemli benzerlikler saptandı.

Bilim, Arkeolojik buluntular, Bilimsel, 100 milyon yıllık yılan sofili,Yılan fosili,100 milyon yıllık bebek yılan fosili,Dinozorlar çağında sürüngen,Bebek yılan fosili,A
Bu keşif sayesinde araştırmacılar yılan omurgasının milyonlarca yıl önce nasıl geliştiğini, özellikle omuriliği birleştiren eklemlerin ve zamanla omuriliğe dönüşen tüpün kapanışının oluşumunu inceleyebilecekler.

Bu kehribar tortuları yapıları gereği fosilleri milyonlarca yıl boyunca mükemmel durumda koruma yetenekleri ile tanınırlar. Bulunan bu kehribar parçalarından birinde bir parça yılan derisi, diğerinde ise bir bebek yılanının iskeleti, 97 omur ve kaburga bulunmaktadır.

BİLİM ADAMLARINA GÖRE MAYA MEDENİYETİNİN YOK OLUŞ NEDENİ

Bilim, tarih, A, Maya medeniyeti, Antik Maya medeniyeti, Maya medeniyeti nasıl ortadan kayboldu? Maya medeniyetine dair teoriler, Mayalar, Maya,
Antik Maya medeniyeti, MS 800'e kadar Orta ve Güney Amerika'ya hükmettiler.
Mısır'daki piramitlerin karmaşıklığına rakip olacak kadar süper, masalsı, astronomik olarak hizalanmış tapınakları ve inanılmaz piramitleri inşa ettiler. Ancak, MS 1000'de gizemli bir şekilde bu medeniyet ortadan kayboldu. Uzmanlar ise onlara ne olduğunu merak ediyor ve araştırıyorlar.

Asırlar boyunca akademisyenler Amerika kıtasının en büyük uygarlıklarından birine ne olduğunu anlamaya çalıştılar ve konuyla ilgili birçok teori önerdiler.

Artık araştırmacılar antik Maya medeniyetinin iz bırakmadan nasıl ortadan kaybolduğunun ardındaki gizemi çözdüklerini söylüyorlar. Uzmanlara göre Maya medeniyeti son derece güçlü bir kuraklık yüzünden çöktü.

Bu ölçümlere dayanarak, araştırmacılar, Maya uygarlığının çöküşü sırasında yıllık yağışların % 41 ile % 54 arasında azaldığını, tepe kuraklık koşullarında % 70'e varan oranlarda yağışlarda azalma olduğunu, bu yüzden nemin azaldığını bulmuşlardır. Bugün ise bu oran % 2 ile % 7 arasında değişmektedir. Sonuçlar "Science" dergisinde bildirilmiştir.

16. yüzyılda İspanyollar geldiğinde, Maya üzümleri Mayalılar tarafından inşa edilen, terkedilmiş dev antik Piramit şehirlerinde gelişiyordu.

Geçmişte akademisyenler antik Maya'nın yabancı güçlerin istilası, savaş, hastalıkların yayılması ve ticaretin durması nedeniyle çökmüş olabileceğini öne sürmüşlerdir. Bununla birlikte, Cambridge ve Florida üniversitelerinden gelen bilim adamları, uzun bir kuraklık döneminin bu geniş uygarlık üzerinde yıkıcı etkilere neden olduğuna dair güçlü kanıtlar buldular.

Araştırmacılar bu sonuçlarına ulaşmak için Maya toplumunun bulunduğu Chichancanab Gölü'nden aldıkları su örnekleri üzerinde çalıştılar. Uzmanlar kuraklık dönemlerinde göllerde oluşan alçıtaşı suyunun izotoplarını ve minerallerini ölçtüler.

Alçıtaşı kuruyup şekillenince su molekülleri onun kristal yapısına yapışır ve yapışan bu su örnekleri eski göl suyunda bulunan farklı izotopları kaydeder.

Cambridge’deki Yer Bilimleri Bölümünde okuyan Nick Evans raporunda konuyla ilgili şöyle diyor: "Maya medeniyetinin çöküşündeki iklim değişikliğinin rolü kısmen tartışmalıdır, çünkü önceki kayıtlar kalitatif rekonstrüksiyonlarla sınırlıdır, örneğin hava koşulları daha nemli ya da daha kuru olmuş olabilir gibi. Çalışmamız Maya çöküşü sırasında yağış ve nem seviyelerinin istatistiksel olarak sağlam tahminlerini sağladığı için önemli bir ilerlemeyi temsil ediyor."

Yazan & Çeviren: A.Kara

KOZMOLOJİK DELİL ELEŞTİRİSİ

GF, din,Bilim,Kozmolojik delil eleştirisi,Kelam kozmolojik argümanı,Evreni kim yarattı?,Evren yaratıldı mı?,Bir yaratan var mı?,Yaratılış argümanları,Kuantum fiziği,Hawking,Büyük patlama oldu mu?
Teistlerin evreni yaratan bir yaratıcının varlığını kanıtlamak için kullandıkları en meşhur argüman "Kelam Kozmolojik Argümanı" dır. Bu argüman kısaca evrenin var olmaya başlamasını sağlayan bir sebebin olduğunu ve bu sebebin Tanrı olması gerektiğini ileri sürer. Bu argüman temel mantığını Aristoteles'in "ilk hareket ettirici" argümanından alır. Bu argümanı ilk kez El-Kindi formüle etmiş ve ardından Gazalî , İbn Rüşd ve Thomas Aquinas gibi düşünürler çeşitli çalışmalarla sadeleştirip geliştirmişlerdir. Günümüzde ise bu argümanı en modern haline getiren kişi ise Evanjalist teolog William Lane Craig'tir.

Öncelikle bu argümanın klasik ve modern modellemelerine bakalım. Klasik argümanda ;
  1. Var olmaya başlayan her şeyin , var olmaya başlamasının bir sebebi vardır.
  2. Evren var olmaya başlamıştır.
  3. Evrenin var olmaya başlamasının bir sebebi vardır.

Modern argümanda ise , Craig iki argüman daha ekleyerek argümanı güçlendirdiğini düşünmüş ve kısaca şu şekilde özetlemiştir. Gerçek Sonsuzun İmkansızlığı ;
  1. Gerçek sonsuz var olmaz.
  2. Zamanda sonsuza kadar giden olaylar, gerçek sonsuzluk demektir.
  3. Dolayısıyla zamanda sonsuza kadar giden olaylar dizisi var olamaz.

Birbiri ardına eklenen olayların sonsuzluğunun imkansızlığı ;
  1. Birbiri ardına eklenen olaylar gerçekten sonsuz olamaz çünkü her zaman eklenene bir olay daha eklenebilir.
  2. Zamansal olarak geriye doğru giden olaylar , birbiri ardına eklenerek oluşurlar.
  3. Dolayısıyla bu tür bir gerçek sonsuzluk olamaz. Yani özetle diyebiliriz ki ; Var olmaya başlayan her şeyin bir sebebi vardır , evrende var olmaya başlamıştır ve onunda var olmaya başlamasının bir sebebi vardır.

Peki bu argüman gerçekten inandırıcı ve gerçekçi mi yada ne kadar inandırıcı ve gerçekçi ? İlk başta bu argüman , insan zihninin olayları algılamada kullandığı o vazgeçilmez nedensellik kalıbının direk kabulü ve buradan da yüce bir yaratıcının varlığını zorunlu olarak kabul etmek yanılgısı ile sallantıya düşüyor. Bunun yanında bu argüman sonsuza doğru giden bir olaylar dizisinin mantıksızlığı üzerine kurulmuştur. Burada yapılacak ilk eleştiri kuantum fiziği ve mekaniğinin klasik nedensellik anlayışına bağlı ve öncül bir nedene sahip olmadan gerçekleşen yada gerçekleşebilecek olan olayları öngörüyor olmasıdır.. Örneğin elektronların nereye gidecekleri , radyoaktif bozulmaların ne zaman ve hangi atomda gerçekleşebileceği gibi şeyleri bilmenin hiç bir yolu yoktur. Ayrıca elimizdeki modern teorilerinin pek çoğu , nedenlere bağlı olmadan kendiliğinden var olabilen sanal parçacıkları öngörmekte. Dolayısıyla ilk öncül biz gibi canlılar için gerçek ve gerekli gibi görünse de , fiziğin içine girdikçe aslında imkansız gibi görünmeye başlıyor. Bu argümanın bir diğer zayıf tarafı ise zaman tanımında yatıyor.

Craig zamana evrenden bağımsız aşkın bir gerçeklik atfediyormuş gibi görünür ama fizik dünyası böyle bir zaman algısının yanlış olduğunu görecelik kuramı ile gösterebilmektedir. Ayrıca Craig'in bu düşüncesi kesin bir zaman okunu da gerekli kılar fakat fizik yasaları bildiğimiz kadarıyla zamanın her hangi bir yönünü tercih etmez yani şuanda gerçekten zamanda geriye doğru gitmeye başlasaydık evren yinede genişlemeye devam edecekti ve bizler için hiç bir algısal farklılık oluşmayacaktı. Dolayısıyla nedensellik ve zaman okunun paralel olması gerekmez hatta bir zaman okunun olmadığı , zamanın sadece olaylarla ölçülebildiği ve özünde bir yöne sahip olmadığı söylenebilir. Craig'in bu argümanı ise sadece fizik yasalarının belirli bir yönünü bariz şekilde tercih etmesi durumunda geçerlidir. Yani Kelam Kozmolojik Argümanı"zamanın A teorisi" denilen zaman algısına dayalıdır.

Zamanın A teorisine göre , zaman gerçekten bir yöne doğru almaktadır , sezgisel olarak zamanın aktığı hissedilse bile buna dair kesin bir kanıt bulunmamaktadır. Zamanın A teorisi Albert Einstein'ın özel görecelik kuramı ile çelişmekte ve gene Einstein'dan sonra bilim dünyasında hakim olan uzay-zaman ayrılmazlığından farklı bir zaman algısı çizmektedir ve zamanın A teorisinin geçerliliği günümüzde oldukça azalmıştır. Zamanında A teorisi yerine önerilen "Zamanın B Teorisi"ne göre ise zaman gerçekten akmıyordur. Yalnızca gerçekleşen olaylar sırası yani kipler vardır. Zamanın B Teorisi doğru ise sonsuza kadar geriye gidiş mümkündür ve evrenin gerçek bir başlangıcı yoktur.Bu da Kelam Kozmolojik Argümanın geçersiz kalması demektir.

Ayrıca fizikçiler kuantsal boyuttaki denklemler de Zamanın B Teorisinin gerçekliğine göre hareket ederler. Bu hem Craig'in söylediği zaman içindeki sonsuzluğun saçmalıklarından uzaktır hemde gerçekten her yönde sonsuzluğa doğru çelişkisiz şekilde uzanabilir. Bu durumda evren bir başlangıca sahip olsa bile , evrenin içinde bulunduğu gerçekliğin bir başlangıcının olma zorunluluğu ortadan kalkar . Hawking gibi bilim insanları , kütle çekim diye bir yasa olduğundan evrenin kendini bir tür tekillikten var edebileceğini ileri sürerlerken , yeni yapılan çalışmalar ışığında Julian Neves , Surya Das , Ahmed Farag Ali gibi bilim insanları , büyük patlamanın aslında hiç gerçekleşmediğini , uzay ve zaman başlangıcında evrenin daha önce bir daralma hareketini yaşadığını ve faz değişiklikleri ile yeniden genişlemeye başladığı fikrini denkleme koyuyorlar.

Kısacası bugün ulaştığınız ve ulaşmaya devam ettiğiniz veriler Kelam Kozmolojik Argümanını geçersiz kılıyor ve evrenin var olması için bir ilk nedene ihtiyaç olmadığını ve hatta 18. ve 19. yy materyalist düşünürlerin dile getirdikleri gibi evrenin sonsuz olduğuna işaret ediyorlar. Her daim sevgi ve umutla kalın dostlar.

Yazan: Gregoire de Fronsac