HABERLER
Dini Haber
Bilimsel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bilimsel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

DİNLER ÖNCESİ İNSANLIK

A,din, Bilimsel, Antik tarih, tarih,Dinler öncesi insanlık,İlk insanlar ve din,Dinler yokken insanlar,Dinlerin temeli nasıl oluştu?,Dinler öncesi öykü anlatımı,Neandertaller,
DOĞA ÜSTÜ İNANIŞLAR ÖNCESİ İNSAN TOPLUMU NASILDI?

Daha önce hiç toplumunların dinin ortaya çıkmasından önceki durumunu merak ettiniz mi?

Geçtiğimiz on yıl içerisinde yapılan birçok keşif sayesinde insanlığın yazılı tarihlerden çok daha erken bir zamanda var olduğunu ve dinin bize neler anlattığını anladık.

Yani, insanlık bölünmeye ve farklı Tanrılara tapmaya başlamadan önce tam olarak ne yapıyordu?
Dinin tarihsel kökenlerini psikolojik veya sosyolojik köklerinden ayırmalıyız.

İnsanın evriminde ortaya çıkan ilk dini davranışların nispeten yakın bir tarihte olması muhtemeldir. Araştırmacılar bunun Orta Paleolitik dönem olduğunu söyler ve davranışsal modernliğin bir yönünü oluşturur. Ayrıca dilin kökeni ile aynı zamanda olduğu görünür.

Birçok araştırmacı homosapienlerin öncesi ilk insanlarda dini davranışa dair kanıtların reddedilemeyeceğini belirtmektedir.

Araştırmacılar bilhassa bir bireyle, birlikte gömülü bir dizi eseri içeren ve özellikle dinsel pratiklerin ilk saptanan biçimlerinden biri olarak düşünülebilecek bir dizi eseri içeren cenazelere işaret ederler. Çünkü bunlar "dünyevi yaşamı aşan merhum için bir kaygıya” işaret edebilir"

Kanıtlar Neandertallerin ölülerini bilerek gömen ilk hominidler (insan) olduğunu göstermektedir.
Bunun örnekleri Irak'taki Şanidar, İsrail'deki Kebara ve Hırvatistan'daki Krapina mağarasıdır.

Ancak bazı akademisyenler bu bedenlerin laik nedenlerle manipüle edilmiş olabileceğini iddia etseler de bu iddiayı destekleyen herhangi bir kanıt bulunmamaktadır.

Arkeologlar Neanderthal toplumlar gibi Orta Paleolitik toplumların da birçok insanın mezarlar dışında bir tür totemizm veya hayvanlara tapınma uygulamış olabileceğini öne sürüyorlar.

Bununla birlikte bilim adamları dini davranışların dünyanın dört bir yanındaki farklı kültürler arasında geniş ölçüde değişmesine rağmen geniş anlamda dinin tüm insan topluluklarında bulunan evrensel bir kültürel kimlik olduğunu belirtmiştir.

Ama nerede başlamıştır?

Oxford'un Çalışması: İnsanoğlunun inançlı olmasının nedeni EVRİM sırasında bu düşüncenin içine işlemiş olmasıdır.

Oxford Üniversitesi'nden uzmanlar tarafından yapılan bir çalışmada insanlığın inançlı olmasının nedeni için EVRİMİ ve bu süreçti bağlantıyı gösteriyorlar. Oxford Üniversitesi'ndeki Evrimsel biyoloji uzmanı Dominic Johnson'ın belirttiği gibi insanın bir yaratıcıdan olan korkusu onu tamda bugün olduğu şeye dönüştürmüştür. Bu da dinlerin ve Tanrı inancının evrimin bir sonucu olabileceği anlamına gelir.

Hikaye anlatımı, mitler ve bağlar dinlerin temelleri mi?

Birleşik Krallıklı uzmanlar tarafından yeni kabileler arasındaki ilişkilerin kurulması için “evrensel” bir araç olarak hizmet ettiklerini düşünen yeni bir bakış açısı sunulmaktadır.

Buna “tarih öncesi diplomasi” diyorlar.

University College London'daki antropologlar, Nature Communications dergisinde yayınladıkları bir araştırma ile antik halkların hikayelerinin ve mitlerinin halkı birleştirmenin bir aracı olduğunu ortaya koydular.

Birçok antropolog dinlerin sosyal düzeni korumak ve üyeler arasındaki bağlantıları güçlendirmek amacıyla ortaya çıktığı teorisini kabul etmektedir.

Ancak yeni bir çalışmaya göre eski halkların ilişki kurmasının başka yolları da vardı çünkü ilk dinler 13.000-15.000 yıl önce ortaya çıkmıştı.

İngiliz Üniversitesi'nin çalışmasının ortak yazarlarından biri olan Andrea Migliano, Filipinler'in yerli bir kabilesi olan Agta'nın hayatını inceleyerek şöyle dedi: "onlar avcı ve toplayıcılar, yeni teknolojilere ve modern topluma habersiz yaşıyorlar."

Araştırma sonucu hikaye anlatımının avcı-toplayıcı toplum davranışları üzerindeki etkisinin ve bireysel düzeydeki faydalarının yetenekli bir hikaye anlatıcısı olma özelliğini keşfedildi.

İngiltere'den araştırmacılar toplumun ve dinin davranışını anlamak için Agta'nın onlara kabilesinin hikayelerini ve geleneksel masallarını anlatmasını istedi ve öykülerin çoğunun işbirliğinin değerinin, sosyal normların öneminin, cinsiyet eşitliğinin merkezinde olduğunu ve çatışmaların çözümü için bir araç olarak şiddet kullanımının yasaklandığını fark etti.

Dahası ister erkek olsun ister kadın, en iyi hikaye anlatanların kabileleri içinde avantajlara sahip olduğu görülmektedir. Diğer üyeler onlara özellikle saygı duyuyorlardı ve iyi hikayeci olan bu kişiler diğerlerinden ortalama birer fazla çocuğa sahiptiler.

Ayrıca bilim adamları hikaye anlatımı geleneğinin daha sonra ortaya çıkacak olan dinlere bir prototip olarak hizmet ettiğini yani dinlere zemin hazırladığını tahmin ediyorlar.

Araştırmacılar "yetenekli öykü anlatıcıların sosyal kişileri eş olarak tercih ettiklerini ve daha fazla üreme başarısına sahip olduklarını, öykü anlatma gibi grup yararı davranışlarının bireysel düzeydeki seçim yoluyla evrimleşebileceği bir yol sağladığını" belirtiyorlar.

Yazan & Çeviren: A.Kara

ANTİK İNKA'DA İLERİ SEVİYE BEYİN CERRAHİSİ

Antik tarih, Bilimsel, Antik medeniyetler, A, İnkalar, İnka toplumu, İnka'larda gelişmiş beyin ameliyatı, İnka'larda kranial anatomi, İnka toplumunda tıp, A, İnkalar hakkında bilinmeyenler
Anlaşıldığı üzere antik İnkalar uzmanların kabul etmeye istekli olduğundan çok daha gelişmiş bir toplumdu. Yeni yapılan çalışma kanıtlamıştır ki antik İnka medeniyeti kafatası cerrahisinde Amerikan İç Savaşında görev yapan doktorlardan çok daha iyidir.

Buna rağmen, birçok yazar ve akademisyen Kolombiya öncesi medeniyetlerin bazılarının oldukça gelişmiş olduğu konusunda hemfikirdir. Birçok Aztek ve Maya medeniyetinin keşiflerinin Avrupa merkezleri kadar ilerlediği görülmektedir.

Günümüzde uzmanlar İnkaların gelişmiş kraniyal ameliyatlar yaptıklarını keşfettiler. Dünya Nöroşirürji dergisinde yayınlanan bir çalışmada İnkaların kazıma, ensizyon ve perforasyon tekniklerini kafatasına mükemmel bir şekilde uyguladıkları ortaya çıktı.

Trepanasyon adı verilen teknik, kafa travması, baş ağrıları, epileptik nöbetler ve akıl hastalığının tedavisi için yıllarca dünyanın çeşitli halkları tarafından kullanılmıştır.

Trepanasyon kafatasına bir deliğin açıldığı tıbbi bir prosedür olarak tanımlanır. Bu teknik antik çağlardan beri uygulanmaktadır ve migren, nöbetler, travma, akıl hastalıkları hatta şeytani bir ele geçirilme olayı gibi bazı semptomları tedavi etmek için kullanılmıştır. Ancak yeni araştırmaya göre İnkalar o alanda diğer medeniyetlere göre daha da gelişmişti. Nasıl olduğu bilinmesede her nasılsa İnka'lar bir şekilde anatomi konusunda uzmanlardı.

Antik tarih, Bilimsel, Antik medeniyetler, A, İnkalar, İnka toplumu, İnka'larda gelişmiş beyin ameliyatı, İnka'larda kranial anatomi, İnka toplumunda tıp, A, İnkalar hakkında bilinmeyenler
Konuyla ilgili olarak Miami Miller Tıp Fakültesi'nde tıp profesörü olan David S. Kushner, “Kranial anatomiyi biliyor ve daha çok kanamaya sebep olacak bölgelerden kaçınmış gibi görünüyorlar” dedi.

Çalışmanın sonucundaki bulgular İnka'ların İ.Ö. 400 yılları arasında üzerinde işlem yaptığı 800'den fazla kafatasının değerlendirilmesine dayanmaktadır ve tüm bunlar 1500 yılında Peru'da keşfedilmiştir.

Araştırmacılara göre İnka İmparatorluğu'ndaki bu ameliyatların sonrasındaki ölüm oranı % 17 ile % 25 arasında değişiyordu.

Karşılaştırma yapıldığında ise İnka'lardan yüzyıllar sonra, Kuzey Amerika İç Savaşı sırasında yapılan kranial operasyonlara bakıldığında ölüm oranının % 46 ile 56 arasında olduğu görülüyor.

Bilim adamları İnkaların başarısının nedenini bilmiyorlar ama hijyenin belirleyici bir faktör olabileceğini öne sürüyorlar.

David S. Kushner, “En erkenden en son zamana kadar antik İnka toplumu hangi tekniklerin daha iyi olduğunu ve dura'ya daha az zarar verdiğini biliyordu” diyor.

Beyin etrafını saran bir zar olan dura, sıvı içerir ve enfeksiyonu önler. Uzmanların raporuna göre değişen tekniklerine bakıldığında İnkalar hayatta kalmanın enfeksiyondan kaçınmaya bağlı olduğunubiliyordu.

David S. Kushner bu konuda şunu söylüyor: "Eski Peru'luların enfeksiyonları nasıl önlediklerini bilmiyoruz, ancak bu alanda çok iyilerdi."

Yazan & Çeviren: A.Kara

ARAŞTIRMACILAR 100 MİLYON YILLIK BEBEK YILAN FOSİLİ BULDULAR

Bilim adamları mükemmel bir keşfe rastladılar.
Çin Akademisi'nden bilim adamları Güneydoğu Asya'daki şuan Myanmar olarak bilinen ormanda kehribar rengi bir arkeolojik parçanın içinde kalmış yılanın kalıntılarına rastladılar. Bu şimdiye kadar keşfedilmiş en eski bebek yılan olduğu için arkeoloji ve bilim açısından inanılmaz bir keşif.

Üst Kretase döneminde yaşamış olan yeni türler Xiaophis myanmarensis'in bilimsel ismini aldılar.

Yaklaşık 5 santimetre uzunluğundaki fosilin kafatasını yitirdiği görüldü. Bu yüzden bilim adamlarından oluşan ekip kemiklerin büyüklüğünü, şeklini ve yönünü incelemek için mikroskoplar ve x-ışını taramalarını kullandılar.

Daha sonra araştırmacılar yeni fosilin kemik yapısını, evrimsel kayıtlarda nereye uyduğunu görmek için araştırma yaptılar ve onu mevcut bir yılan fosilinin veri tabanına benzettiler.
Bilim, Arkeolojik buluntular, Bilimsel, 100 milyon yıllık yılan sofili,Yılan fosili,100 milyon yıllık bebek yılan fosili,Dinozorlar çağında sürüngen,Bebek yılan fosili,A
Bu buluş yılanların düşünüldüğünden çok daha önce sualtı ve kıyı bölgelerinden ormanlık ortamlara taşınmış olabileceğini ve yılanların spinal kemiklerini geliştirdiği mekanizmanın milyonlarca yıl içinde çok az değiştiğini ortaya koydu ve araştırmacılar bu bilimsel gelişmeleri raporladı.

Uzmanlar boyutu gerçekten küçük olan bu yılanın bir insan eline sığabileceğini söylüyor. Keşfe katılan uzmanlar sürüngenlerin dünyayı dinozorlarla paylaştığı dönemden bu yana yılanın evrimi hakkında bir fikir verdiğini söylüyorlar.

Bilimsel Gelişmeler dergisinde yayınlanan bir rapora göre, bilim adamlarının uyguladığı X-ışını çalışmaları sonucunda eski kıtasal blog olan Gondwana ile diğer Kretase türleri arasında önemli benzerlikler saptandı.

Bilim, Arkeolojik buluntular, Bilimsel, 100 milyon yıllık yılan sofili,Yılan fosili,100 milyon yıllık bebek yılan fosili,Dinozorlar çağında sürüngen,Bebek yılan fosili,A
Bu keşif sayesinde araştırmacılar yılan omurgasının milyonlarca yıl önce nasıl geliştiğini, özellikle omuriliği birleştiren eklemlerin ve zamanla omuriliğe dönüşen tüpün kapanışının oluşumunu inceleyebilecekler.

Bu kehribar tortuları yapıları gereği fosilleri milyonlarca yıl boyunca mükemmel durumda koruma yetenekleri ile tanınırlar. Bulunan bu kehribar parçalarından birinde bir parça yılan derisi, diğerinde ise bir bebek yılanının iskeleti, 97 omur ve kaburga bulunmaktadır.

AHTAPOTLARIN KÖKENİ DÜNYA MI?

A, Ahtapotlar başka gezegenden mi geldi?, Ahtapotlar dünyalı mı?, Ahtapotlar uzaydan mı geldiler?, Ahtapotlar uzaylı mı?, Ahtapotların kökeni, Bilimsel, Evrim ve ahtapotlar, Evrim,
BİLİMSEL BİR TEORİ: "Ahtapotlar donmuş kütlelerin koruduğu yumurtalar ile derin sulara gömülerek çoğalan, dünya dışından gelmiş canlılardır."

"Yüzlerce yıl önce buzlu kütlelere karışan mürekkep balığı veya ahtapot yumurtaları, ahtapotların 270 milyon yıl önce dünyada aniden ortaya çıkması hakkında ayrıcalıklı bir kozmik açıklama olabilir…"

Yeni, radikal bir teori hem ilginç hem de tartışmalı iddialara yol açtı. Bunun yanı sıra, yeni bir araştırmaya katılan 33 bilim adamı, ahtapotların (octopi'ler değil), milyonlarca yıl önce kuyrukluyıldızlar ve asteroitler üzerinde gezegenimize nasıl geldiklerini gösteriyor.

Rapor, yaşamın sadece dünya gezegeninde değil, kozmosun başka yerlerindende de olduğunu ve bu canlıların milyonlarca yıl önce gezegenimize taşındığını savunuyor.

Bu şaşırtıcı iddialar, biyofizik ve moleküler biyoloji alanındaki prestij sahibi 30'dan fazla bilim insanı tarafından “Kambriyen patlaması dünyasal mı yoksa kozmik mi?” başlıklı bir rapor ile yapıldı.

Bilim adamlarının raporu, Kambriyen devrinde (Kambriyen patlaması) hayatın ani bir şekilde artmasıyla ilgili kaynağın yıldızların kökenleri olduğunu ve daha doğrusu organik molekülleri taşıyan asteroitlerin dünya'yı bombalaması sayesinde açıklayabildiğini göstermektedir.

Bilim adamlarının raporlarına göre evrenimizin tek bir biyosfer olarak işlediğini ve hayatın kökeninin dünya üzerinde bulunamayacağını iddia ediyor. Bu teoriye göre "galaksideki yaşanabilir gezegenlerin bütünü, birbirine bağlı tek bir biyosfer oluşturur."

Bu teorinin doğruluğu kanıtlanırsa, tüm evren boyunca yaşamın yayıldığını öne sürdüğü için çok büyük etkileri olacaktır. Dahası, bu "yabancı, dünya dışı" yaşam, ilk organizmaların dünyada ortaya çıkmasından çok önce ortaya çıkmış olabilir.

Bununla birlikte, uzmanlar 2 ihtimal üzerinde duruyorlar:
1) Ahtapotlar 270 milyon yıl önce hızla evrildiler.
2) Ahtapotların kökeni Kambriyen patlaması ve yıldızların taşıdıkları ile kaynaklı.

Uzmanlar: "Ahtapotun genomu, Homosapiens'te mevcut olandan 33,000 daha fazla protein kodlayan gen ile şaşırtıcı bir karmaşıklık seviyesi gösterir. Büyük beyin ve karmaşık sinir sistemi, kamera benzeri gözler, esnek bedenler, renk ve şekil değiştirme yeteneği ile anlık kamuflaj, evrimsel sahnede aniden ortaya çıkan çarpıcı özelliklerden sadece birkaçı" diyorlar.

“Konsensus atalarından Nautilus'tan ortak Mürekkep Balığından Kalamara ortak olan dönüştürücü genler, önceden var olan herhangi bir yaşam biçiminde bulunamazlar. Bu durumda, uzak bir gelecekten ödünç alınmış gibi görünüyor. Daha sonra, karasal evrim açısından çok uzak bir “gelecek” ten ya da büyük ölçüde kozmostan daha gerçekçi bir şekilde ödünç alındıklarını öne sürmek mantıklıdır. "Bizim görüşümüze göre, akla yatkın bir açıklama, yeni genlerin dünyaya dünya dışından geldiği yani ithal olduğudur. Bunlar zaten uyumlu bir grup işleyen genlerdirler (kriyoprezerved ve matrix korumalı döllenmiş Ahtapot yumurtaları).

"Bu yüzden mürekkep balığı veya ahtapot yumurtalarının birkaç yüz milyon yıl önce buzlu kapsüllerle dünyaya ulaşma olasılığı, ahtapot'un 270 milyon yıl önce dünyada "aniden" ortaya çıkma olasılığı yanında göz ardı edilmemelidir, bu daha düşük bir olasılık gibi görünmektedir."

İlginçtir ki, kafadanbacaklılar dünyadaki en yüksek beyin-vücut tayinine sahiptirler bu yüzden omurgasızların en akıllısı olarak kabul edilirler. Uzmanlar, bu canlıların gözlemsel öğrenim becerilerine sahip olduklarını ve bunun onları çeşitli şekillerde benzersiz kıldığını iddia ediyorlar.

Bu yaratıklar hakkında yazılar yazan Peter Godfrey-Smith, "Diğer Zihinler: Ahtapot, Deniz ve Bilincin Derin Kökeni" adlı kitabında şöyle demiştir:
"Duyusal varlıklar olarak eğer kafadanbacaklılarla iletişim kurabilirsek, bunu akrabalıktan dolayı değil, paylaşılan ortak tarihten dolayı da değil, evrim onların üzerini iki kez üst üste örttüğü için olmalıdır. Muhtemelen zeki bir dünya dışı canlıyla iletişim kurabilmeye dair geleceğimiz en yakın nokta budur."

Bilindiği üzere bazı bilim adamları tarafından homosapienlerin de dış gezegenden gelen farklı canlılar tarafından gerçekleştirilen müdahaleler sonucu oluştuğu tezi savunuluyordu. Konuyla ilişkili olarak aşağıdaki makaleleri okuyabilirsiniz:

Kaynak: Cause of Cambrian Explosion – Terrestrial or Cosmic?

Yazan & Çeviren & Derleyen: A.Kara

DARWİN'İN EVRİM TEORİSİ NEDİR?

Darwing,Darwin'in Evrim Teorisi,Evrim nedir?,Evrim teorisi nedir?,Doğal seçilim, Evrim gerçeği, Genetik miras,Canlı varyasyonu,Üreme eğilimi,Evrim ve canlılar,A
Darwin, Galileo'dan itibaren bir çok bilim adamından daha fazla itiabar görmüş ve övgü almıştır. İnsanlara ve bilim dünyasına ilk önce evrim olgusunu gösterdi. Yeryüzündeki tüm yaşamın, sıcak bir havuzda bazı atalara ait maddelere kadar dayanabilen başka biçimlerden evrimleştiğine dair ikna edici kanıtlar topladı. Darwin, insanlığı bu evrimden hariç tutmamış, insanları “tüylü, kuyruklu dört ayaklılar” ve “muhtemelen ağaçlarda yaşayan” olarak tanımlamıştır. Bu ifade ile Darwin'in akranlarından farklı olarak insanları dünyadaki yaşamın merkezinden çıkardı ve kozmik düzende yeni bir yer verdiği için bir şok etkisi yarattı.

Darwing,Darwin'in Evrim Teorisi,Evrim nedir?,Evrim teorisi nedir?,Doğal seçilim, Evrim gerçeği, Genetik miras,Canlı varyasyonu,Üreme eğilimi,Evrim ve canlılar,A
İkincisi, Darwin evrimin, bitkilerin ve hayvanların üreme başarısı, yani her bireyin ürettiği yavru sayısı gibi farklılıklar aracılığıyla çalıştığı mekanizmayı keşfetti.
Sonuçlarını üç gerçekle destekledi:
  1. Üstsel büyüme - Tüm canlıların sayı olarak hızla artma eğilimi,
  2. Varyasyon - Her bir popülasyonda bir bireyden diğerine küçük bir varyasyon ve miras kalması,
  3. Genetik Miras - Tüm canlıların ebeveynlerinin özelliklerini miras alması.
Darwin, bu üç gözlem üzerine inşa edilen evrim teorisini oluşturdu ve bu da bir nüfusun kaynaklarını sınırlayana kadar gelişeceğini söylüyor. Bunun sonucu olarak varoluş mücadelesinde çevrenin olumsuz kuvvetlerinin üstesinden gelmelerine yardımcı olan özelliklere sahip bireylerin hayatta kalma ve çocuk sahibi olma olasılıkları daha yüksektir. En azından bazı yavrular bu yeni özellikleri miras alacak ve onları gelecek nesillere taşıyacaklardır. Daha az elverişli özelliklere sahip olan yavrular, yavaş yavaş azalacak ve birçok nesil boyunca bu süreç, bazı canlıların yavaş yavaş türlerini değiştirmesine sebep olacak fakat bazı özellikleri korumaya devam edeceklerdir.

Yazan & Çeviren: A.Kara

YAĞMUR DAMLALARI NEDEN KAFAMIZI DELMİYOR ?

Yazan: A.Kara
din, yağmur damlaları neden kafamızı delmiyor, yağmur damlası düşerken, kehf 39, din ve bilim, keramet arama, Allah, deist, deizm, dinlere inanmıyorum, din masalları
Efenim, sağ olsun bizim müslüman halk, her zaman olduğu gibi yine hiç bir şeyi araştırmayıp, öğrenmeyip, sadece gördüğü, duyduğu 1-2 şey ile ahkam kesmeye, bi şeylere sıkı sıkı tutunmaya devam ediyor.

Kehf 39'u gösterip "Al işte bak, yağmur damlaları bu yüzden hızlanıp kafamızı delmiyo" diye ahkam kesiyolar.
Bu arada ne diyor Kehf 39'da bakalım:
"Allah neyi dilerse o olur, kuvvet ancak Allah'ındır"
Peki gerçekten öyle mi? İşin komik yanı, ayetin mealini göstererek "fizik kurallarına göre düşen bir madde hızlanır, yağmur damlası neden hızlanmıyor" diyolar. Yani demek istediğim, Allah'ın yağmur damlalarına kıyak geçip ince ayar çektiğini, bu yüzden narin kafalarımıza şıp şıp yağdığını düşünüyolar.

Masalları, laz fıkralarını bırakıp işin aslına gelelim, bi bakalım yağmur damlaları neden kafamızı delmiyor:

Öncelikle fizik konusunda ahkam kesen kara cahillerin bilmesi gereken temel şey maddenin maximum hızının sınırlı olduğudur. Yani bir cisim gökyüzünden düşerken sürekli hızı artmaz, hızı sadece belli bir mesafede artar, bunun sebebi ise sürekli bir sürtünmeye maruz kalması ve hızının bir noktada sabitlenmesidir.

Hemen örnekle açıklayayım. Diyelim ki uçaktasınız, kaynananızla uçuyosunuz, 4,500 metre falan yüksekliktesiniz. Kaynananız dırdır etmeye , canını sıkıp sizi terletmeye, deli etmeye başladı. O an dediniz ki, nan "kaynanasına el bombası atan adam" haberi vardı, ben de şunu uçaktan aşağı atayım ! Bunu uçaktan laaaps diye aşağı attınız, 4.500 metreden.

İşte kaynanayı o 4,500 metreden aşağı attığınızdan 0'a yani zemin e ulaşana kadar sürekli hızlanacağınızı düşünmeniz komedinin ve fizik bilgisinin yoksunluğunun daniskasıdır. Rakamları sallamasyon veriyorum sırf olayı anlayın diye, 4.500 metreden aşağı düşerken sürekli sürtünmeye maruz kalacaktır, kazanacağı maksimum hız kilosuna, duruş şekli vb etkenlere göre değişecektir.
Neyse, diyelim ki düşüş başladı işte,
İlk çıktığı saniye 0km hız
Sonra 1 - 3 - 6 - 8 derken
Kazanacağı maksimum hız bir yerde sabitlenecektir ve farzı misal yere düşmesine 200-300 metre kala sürekli 10 km maksimum hızla düşecektir. Özetle demek istediğim, havanın kaldırma kuvveti ile yer çekimi eşitlendiği an, düşüş hızı da sabit kalır, sürekli artmaz.

Peki yağmur damlası sürekli sürtünmeye maruz kalıyo ise neden sıcacık olup düşünce kafamızı yakmıyööğğğğ, bak gördün mü Allağğğğğhk ! LA Bİ DURUN, yine keramet aramayın, onun da sebebi var:

Yukarıda, düşmekte olan bir cismin hızının bir noktada sabitlendiğini söylemiştim (hava direnci ile yer çekimi eşitlendiğinde). Bu sabitlenen hıza terminal hız denir.  Terminal hıza sahip olan sevimli damlacık aşağı doğru inmeye devam ederken hava direncinden dolayı sürtünme ile ısınır, fakat bu ısı damlacığı ısıtmayıp, çevresinden ufak ufak buharlaşmaya neden olur. Bu buharlaşma da, düşmekte olan damlacığın soğumasını sağlar. Bundan dolayıdır ki damlacık aşağı inene kadar küçülür ama ısınmaz ve yine bu yüzdendir ki kafamızı yakmaz hacı dayı.

Umarım yağmur damlalarının kafamızı delmemesinin sebebini bazı beyinlere anlatabilmiştir. He bu beyine sahip kişilerin çeliştiği bazı durumlar da vardır bu konuya bağlı olarak.

Eğer yağmur damlalarını Allah yavaşlatıyo, ve diğer herşey normal hızla düşüyo olsa idi, sizin mantığınızla 1-2 kilometre yüksekten kakasını zıçmakta olan bir kuşun kakasının da şuan kafamızı yarması gerekirdi.

Allah yağmur damlasına özel ayar çekiyo ise, doluya neden çekmiyo? İnsanlık tarihinde ne dolular görülmüştür kafaları delik deşik eden.

Daha inandığı kitabın Türkçesini bile açıp okumamış halkın, hayatında 1 kere bile sayfasını çevirmediği fizik hakkında ahkam kesmesine neremle gülsem diye düşünürken, buna hiç bi organımla gülmenin yeterli olamayacağı kanaatine vardım.

Umarım izah edebilmişimdir diye düşünürken iç sesimin "nan olum sen ne dersen de, bunlar inanmak istedikten sonra zaten kıldı tüydü diyip inanacak, keramet arayacak bişey zaten bulur, boşver" dediğini duydum. Haksız da sayılmaz aslında ama olsun, ben yazıp içimi dökmüş oldum. David Eddings'in de dediği gibi "Tanrı bizi dinlerden korusun." Hadi kalın sağlıcakla.