HABERLER
Dini Haber
DP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
DP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

DİN VE BİLİM 3 | NAMAZ ÇELİŞKİLERİ

din, din ve bilim, DP, Enam 38, İslamda namaz uygulaması, islamiyet, Kutuplarda namaz, Nahl 89, Namaz çelişkileri, Namaz saatleri, Namaza dair çelişkiler, Sorularla İslamiyet,
Toplumumuzda yer alan hemen her kesimin (ister inançlı ister inançsız), hatta dünya İslam aleminin aklına takılan bir husus vardır: “Kutuplarda namaz nasıl kılınır, Mars’ ta namaz kılmak zorunda kalırsak vakitleri nasıl belirleyeceğiz ve yönümüz ne olacak?”. Bu yazımda, daha önce bazı makalelerimde olduğu gibi, mümkün olduğunca kişisel yorum yapmayacağım. Önünüze karşılaştırma yapabileceğiniz verileri koyacağım ve mukayeseyi size bırakacağım. Bu konuya daha önce bazı yazarlar değinmişti. Toplumumuzda ve dünyada da buna açıklamak isteyenler oldu. Ancak ya kimse cevap bulamadı ya da cevaplar kimseyi tatmin edemedi. Gerçi inançlılar için sorun yok, “Hoca efendiler” onlara zaten her şeyi açıklayabiliyor.

Hepimizin bildiği üzere kutuplarda 6 ay gündüz, 6 ay gece yaşanır. Mars gezegenini ele alalım. Orada kıble elbette Dünya olacak çünkü Kâbe Dünyada. Peki, oraya gelen güneş ışını açısı? Vakitler nasıl belirlenecek? Sakın takvim - saat demeyin çünkü Dünyada kullanılan saatler ve takvim orada işlemeyecek. Nedeni, marsın yörünge süresi 687 dünya günüdür. Dünya gibi 365 gün değildir. 1 gün orada 24 saat 39 dakika 35.2 saniyedir. Bir Mars yılı 1.8809 Dünya yılıdır, yani Dünya zaman birimiyle tam olarak 1 yıl, 320 gün ve 18,2 saattir. 1 dünya günü orada yoktur. Mars günü SOL diye adlandırılır. Marsta bir gün, “1 SOL” diye geçer.

Ya gelecekte uzayda seyahat eden bir Mümin’in durumu? Güneş ışını yok, vakitler yok, takvim yok.
Bu noktada “Her şey Kuran’da yazmaz. Sen mantık ile bulacaksın. Allah akıl vermiş” dersen kâfir olursun. İnançlı biri için Kuran apaçık ve eksiksizdir. Bunun için kanıt isteyenler şu iki ayete baksınlar:

Enam 38: "Yeryüzünde gezen her türlü canlı ve (gökte) iki kanadıyla uçan her tür kuş, sizin gibi birer topluluktan başka bir şey değildir. Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonunda hepsi Rablerinin huzuruna toplanıp getirilecekler." (Diyanet İşleri)

Nahl 89: "(Ey Muhammed!) Her ümmetin kendi içinden üzerlerine bir şahit göndereceğimiz, seni de onların üzerine bir şahit olarak getireceğimiz günü düşün. Sana bu kitabı; her şey için bir açıklama, doğru yolu gösteren bir rehber, bir rahmet ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik." (Diyanet İşleri)

Kısacası aslında orada anlatılmak istenen diye başlayan cümleler kurup inandığınız dinden çıkıp kâfir olmayın.

Yazıda konuyu 3 ayrı başlıkta inceleyerek bu bilgileri karşılaştıracağız:
1. İslami Açıdan Namaz Vakitlerinin Belirlenmesi (Kuran-ı Kerim).
2. Kutuplarda Namaz Vakti Belirlenmesi.

a) Kutuplarda Namaz, www.sorularlaislamiyet.com sitesinden alıntı:
b) Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR, http://www.milliyet.com.tr/kutuplarda-namaz-saatleri-sorununa-yanit-bulundu-gundem-1403243/ sitesinden alıntı:

3. Daha Önce Bahsedilen 2 Başlığın Karşılaştırılması.
Yazıya giriş yapmadan önce, eğer daha önce okumadıysanız, aşağıda verilen namaz ile ilgili bazı ayetleri anlayarak okuyun. Herhangi bir yanlış anlamaya yer açmamak için bu ayetleri daha sonra içerisinde bulundukları sureler ile okuyun ki kimse “cımbızla ayıkladıkları ayetler ile yanlış bilgi veriyorlar” demesin. Hatta lütfen kendinizde bununla ilgili araştırma yapın ki bir kısım tarafından şahsımıza yapılan “milleti yönlendiriyorlar” suçlaması ile karşı karşıya kalmayalım.

1. İSLAMİ AÇIDAN NAMAZ VAKİTLERİNİN BELİRLENMESİ (KURAN-I KERİM)

11:114 - Gündüzün her iki tarafında ve gecenin saçaklarında (gündüze yakın olan saatlerinde) namaz kıl! Muhakkak ki, iyilik kötülükleri giderir. Bu ise, düşünebilenlere bir öğüttür.

17:78 - Güneşin batıya kaymasından, gecenin karanlığına kadar (belirli vakitlerde) gereği üzere namazı kıl, bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazında, gece ve gündüz melekleri hazır bulunur.

17:79 - Gecenin bir kısmında da sadece sana mahsus bir nafile olmak üzere uykudan kalk, Kur'ân ile teheccüd namazı kıl, Rabbinin seni bir makam-ı mahmuda (şefaat makamına) göndermesi kesindir.

24:58 - Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunan (köle ve cariyeleriniz) ve içinizden henüz erginlik çağına girmemiş olanlar, sabah namazından önce, öğleyin soyunduğunuz vakit ve yatsı namazından sonra (yanınıza gireceklerinde) sizden üç defa izin istesinler. Bunlar mahrem halde bulunabileceğiniz üç vakittir. Bu vakitlerin dışında ne sizin için, ne de onlar için bir mahzur yoktur. (Birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz.) İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklar. Allah her şeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

73:20 - Rabbin, senin gecenin üçte ikisinden daha azında, yarısında ve üçte birinde kalktığını, seninle beraber bulunanlardan bir topluluğun da böyle yaptığını biliyor. Gece ve gündüzü Allah takdir eder. O, sizin onu sayamayacağınızı bildi de sizi affetti. Bundan böyle Kur'ân'dan size ne kolay gelirse okuyun. Allah, içinizden hastalar, yeryüzünde gezip Allah'ın lütfunu arayan başka kimseler ve Allah yolunda savaşan daha başka insanlar olacağını bilmiştir. Onun için Kur'ân'dan kolayınıza geldiği kadar okuyun, namazı kılın, zekatı verin ve Allah'a güzel bir borç verin (Hayırlı işlere mal sarfedin). Kendiniz için gönderdiğiniz her iyiliği, Allah katında daha hayırlı ve sevapça daha büyük olarak bulacaksınız. Allah'tan bağış dileyin. Kuşkusuz Allah bağışlayandır, merhamet edendir.

2. KUTUPLARDA NAMAZ VAKTİ BELİRLENMESİ
a) Kutuplarda Namaz, www.sorularlaislamiyet.com sitesinden alıntı:
Namazların kutuplarda nasıl kılınacağına dair bilgiler bizzat Hz. Peygamber (a.s.m)’den gelmiştir. Deccal hadisi olarak bilinen hadiste Hz. Peygamber (asv),
“Deccal yeryüzünde kırk gün kalacaktır. Bu kırk günün bir günü bir yıl gibi, bir günü bir ay gibi, bir günü bir hafta gibi, diğer günleri ise normal günleriniz gibi olacaktır.” deyince ashab, uzun günlerde bir günlük namazın yeterli olup olmadığını sormuşlar, bunun üzerine Hz. Peygamber “Hayır bir günlük namaz yeterli değildir; namaz vakitlerini takdir edersiniz.” buyurmuştur (Müslim, Kitabu’l-Fiten ve Eşrâtu’s-Sâat, 20).
Bu hadis, vakitlerin oluşmamasının namazı düşürmeyeceğini ve vakit oluşmayan bölge ve zamanlarda vakitlerin takdir edilerek namazın kılınması gerektiğini açıkça göstermektedir. İlâhî hitabın gereği bütün Müslümanlar, günde (24 saatte) beş vakit namazı kılmakla mükelleftirler. Dünyada, bazı bölgelerde bazı vakitler tam olarak oluşmasa da, kutuplara yakın bölgelerde günlerce, hatta aylarca güneş doğmasa veya batmasa da bir gün yirmi dört saattir ve tarih değişimi de buna göre olmaktadır.
Bu sebeple, bir bölgede herhangi bir namazın vakti gerçekleşmiyorsa veya tam olarak belirlenemiyorsa, takdir yapılarak namazlar kılınır. Oruç da namaza kıyas edilir, o da kutup bölgesine en yakın olan yerlerin normal saatlerine göre ayarlanır.
Bu hadiste on dört asır öncesinden, dünyanın bazı bölgelerinde altı ay gündüz, altı ay gece ve bu iki bölge arasında kalan bazı yerlerde de bir ay veya bir hafta güğneşin doğup batmadadığına işaret edilmiştir. Bu husus başlıbaşına bir mucizedir. Çünkü on dört asır önce böyle bir bilginin “b”sinden bile bahsedilemezdi.

Bediüzzaman Hazretlerinin şu ifadeleri konumuza ışık tutacak mahiyettedir:
“Alâmet-i Kıyametten olan Deccal hakkında Hadis-i Şerif de "Birinci günü bir sene, ikinci günü bir ay, üçüncü günü bir hafta, dördüncü günü eyyam-ı sâire gibidir. Çıktığı zaman dünya işitir. Kırk günde dünyayı gezer." rivayet ediliyor. İnsafsız insanlar bu rivayete muhal demişler. Hâşâ, şu rivayetin inkâr ve iptaline gitmişler. Halbuki, ve'l-ilmu indallâh, hakikati şu olmak gerektir ki: Alem-i küfrün en kesafetlisi olan şimalde tabiiyyûnun fikr-i küfrîsinden süzülen bir cereyan-ı azîmin başına geçecek ve Ulûhiyeti inkâr edecek bir şahsın şimal tarafından çıkmasına işaret ve şu işaret içinde bir remz-i hikmet vardır ki, kutb-u şimaliye (kuzey kutbu) yakın dairede bütün sene, bir gece bir gündüzdür. Altı ayı gece, altı ayı gündüzdür. "Deccalın bir günü bir senedir." O daire yakınında zuhuruna işarettir. "İkinci günü bir aydır" demekten murad, şimalden bu tarafa geldikçe bazen olur yazın bir ayında güneş gurub etmez (batmaz). Şu dahi, Deccal şimalden çıkıp âlem-i medeniyet tarafına tecavüzüne işarettir. Günü Deccal’e isnat etmekle şu işarete işaret eder. Daha bu tarafa geldikçe bir haftada güneş gurub etmiyor. Daha gele gele tulû’ ve gurub (gün doğumu-gün batımı) ortasında üç saat devam ediyor. Ben Rusya'da esarette iken böyle bir yerde bulundum. Bize yakın, bir hafta güneş gurub etmeyen bir yer vardı. Seyir için oraya gidiyorlardı…”(Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Üçüncü Dal, Asıl.)

b) Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR, http://www.milliyet.com.tr/kutuplarda-namaz-saatleri-sorununa-yanit-bulundu-gundem-1403243/ sitesinden alıntı:
Bayındır, Süleymaniye Vakfında yaptığı basın toplantısında, kutup bölgelerinde güneş hareketlerinin namaz ve oruç konusunun tartışılmasına neden olduğunu belirterek, Ocak ayında vakıftan bir heyetin Norveç’e gittiğini ve heyetin buradaki gözlemlerinin ardından, 5 vakit namazın 5’inin de Türkiye’deki derin vadilerde olduğu gibi tespit edilebildiğini kaydetti.
Kutuplarda binlerce Müslüman’ın bulunduğunu ifade eden Bayındır, "Norveç’in Tromso kentinde yaptığımız çalışmalar, bize kutuplarda güneş batmasa da gece, güneş doğmasa da gündüzün olduğunu gösterdi. Kur’an-ı Kerim’e baktığımız zaman da bunu destekleyen ayetler görüyoruz" dedi. Enbiya Suresi’nin "Geceyi, gündüzü ve ayı yaratan O’dur. Her biri bir yörüngede yüzmektedir" mealindeki 33’üncü ayetini hatırlatan Bayındır, gece ve gündüzün güneşe bağlı bir varlık olmadığını, ikisinin de güneşten ayrı bir varlık olarak hareket ettiğini söyledi.

Prof. Dr. Bayındır, şunları kaydetti: "Kur’an-ı Kerim şunu da gösteriyor ki Dünya’yı, Güneş aydınlatmıyor.
Dünya’yı aydınlatan, Güneş ışınlarını aydınlığa çeviren gündüz dediğimiz varlıktır. Gündüz dediğimiz varlık ufkun altında da olsa, bunu aydınlığa çevirmektedir. Karanlığın oluşması, Güneş’in batmasından değil, gece denilen varlığın ortaya çıkmasıdır. Resim ve belgeseller üzerinde yaptığımız çalışmalarda da güneşin tepede olmasına rağmen karanlık olduğunu, Güneş’in yok olmasına rağmen gündüz denilen varlığın ortaya çıktığını görüyoruz. Güneş’ten yansıyan ışınları gündüze çeviriyor." "Kutuplarda namaz vaktinin girmemesi gibi bir şey söz konusu değildir. Vakitler çıplak gözle bile anlaşılabiliyor" diyen Bayındır, 22-26 Haziran’da Norveç’in Tromso kentinde ikinci bir çalışma yapacaklarını ve bunun kamuoyuna duyurulacağını anlattı. Bayındır, Kur’an-ı Kerim’de namazın ilk peygamberden son peygambere kadar kesintisiz kılındığının anlatıldığını belirterek, bu vakitlerin herkesi kapsadığını kaydetti.
İÜ Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Adnan Ökten’in bu çalışmalar sonucunda yeni bir takvimin yapılabileceğini söylediğini aktaran Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır, namaz vakitlerinin bölgesel nitelikte hazırlanması gerektiğini söyledi. Prof. Dr. Bayındır, havadaki bütün ufukların aynı karanlığa dönüştüğünde yatsı namazı vaktinin bittiğini anlatarak, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Türkiye’de ve diğer İslam ülkelerinde yatsı ezanının okunduğu vakitte namaz vakti doluyor. Yani o ezan, yatsı namazının bittiğini ifade ediyor. İnsanlar başladığını zannediyor. Mezhepler üzerine yaptığım çalışmada, Hanefi, Şafii, Maliki ve Hanbeli mezheplerini kuran âlimlerin tamamı hava karardığı zaman yatsı vaktinin bittiğine tamamen ittifak ediyor. Çünkü ilgili hadis ve ayetler kesindir. Sonra ne olduysa Maliki mezhebi hariç, diğer mezhepler yatsı namazını sabah vaktine kadar uzatmış. Bu konuda da herkes, Kur’an-ı Kerim’in İsra Suresi’nin 78. ayetine bakarsa namazın vaktinin bittiğini görür."

3. DAHA ÖNCE BAHSEDİLEN 2 BAŞLIĞIN KARŞILAŞTIRILMASI
İlk başlıkta bahsettiğimiz üzere namaz vakitleri Kuran’da ayrıntılı olarak verilmiştir. Gece ve Gündüz kavramları ile sabah, öğle ya da geceden önce gibi kavramlar ayetlerde açık bir biçimde yer almaktadır. Yani Kuran-Kerim saat ve takvime yer vermemiş, aksine sadece Güneş ışınlarına ve Gece-Gündüz kavramlarına atıf yapmıştır. İlkokul Fen Derslerine girdiyseniz daha o dönem bu bilgiler ile tanışıyoruz. Gece ve Gündüz olayını güneş ve dünyanın o anki konumu belirler. Dünya üzerinde Gece ve Gündüz farklı zaman dilimlerinde ve farklı şekillerde yaşanır. Gündüzden kasıt güneş ışınlarının yeryüzünü aydınlattığı periyot, Geceden kasıt ise güneş ışınlarının artık ulaşmadığı periyottur. Sabah-Öğle-İkindi-Akşam gibi vakitler, yeryüzünün herhangi noktasında denk gelen güneş ışınının açısı ile bağlantılıdır. Dolayısı ile bu noktada eğip bükmek, “aslında şu denmek isteniyor” gibi kıvırmalar yersizdir. İnanan için ayetler açık seçik ortadadır. İkini başlık olan “2. Kutuplarda Namaz Vakti Belirlenmesi” altında, iki farklı görüşe yer verilmiştir. Bu hususta verilen bilgiler, çoğu İslami çevrenin kabul ettiği 2 farklı görüşü sunar. Birbirlerine paralel olmakla birlikte küçük nüanslar ile ayrılırlar. Açıkçası objektif olarak incelendiğinde her iki görüşte de doyurucu ve net açıklanan bir durum yoktur. Hemen her mezhep, İslami görüş veya hoca farklı açıklamalar getirmektedir. Çünkü ortada bilimsel bir kesinlik vardır. Madem namaz vakitleri için için saat-dakika-takvim kavramı değil, coğrafi kavramlar (güneş ışınlarının geliş açısı/ gece ile gündüz) geçerlidir, o halde 6 ay gündüz ve 6 ay gece olan bölgeler için durum nedir? Diğer gezegenlerde durum ne olacak? Uzayda seyahat ederken vakitleri nasıl belirleyeceğiz? Maalesef hiçbir İslami açıklama buna yanıt verememektedir.

Acaba namaz vakitleri ve zamanları belirlenirken kutuplar gibi yeryüzü bölgeleri veya diğer gezegenler (Hatta ay, oraya gidildi neticede) bilinmediği için bunlara yer verilmemiş olma olasılığı var mı? Yani kutsal kitabı yazanlar veya derleyenler bilmediği için olabilir mi? Yok, yazının başında bahsedildiği üzere Enam 38 ve Nahl 89’da Kuran-ı Kerim’in apaçık açıklayıcı ve eksiksiz olduğu yazılı. Böyle sapkın düşüncelere girip imanımı sakatlamak istemem (!). Demek ki kutuplarda namaz kılınmayacak. Ya da 6 ay gündüzün ilk başlangıcını sabah kabul edip kılacağız, Güneşin tam o noktaya doğrudan açı yaptığı 3 ay sonra öğle kılacağız, 2 ay sonra ikindi, 1 ay sonra akşam ve tam geceye dönüldüğünde de yatsı kılınacak. O halde günlük vakitler kaçmış oluyor? Pardon hocalar nasıl bir kıvırma metodu geliştirmişti? En yakın yerleşim birimi… Ya en yakın yerleşim birimi de Kutup dairesi içerisindeyse? Yok Kutup çemberi dışında bir yeri baz almalıyız diyorlarsa bu noktada Kuran-ı Kerim ile çelişildi? Daha önce bahsedildiği üzere Kuran’da herhangi bir nokta için gece-gündüz kavramı ile güneş ışınları baz alınıyor.

Şu an diğer gezegenlerde hayatın olmadığını ve gezegenler arası yolculuğu hayal kabul edip günümüz gerçeklerine dönelim. Kutupları ne yapacağız? Namaz vakitleri hakkında ayetler bu bakımdan yeryüzünün tamamını kapsamamaktadır.

İstediğiniz kaynağa başvurun, istediğiniz bilimsel kaynaklara gidin, istediğinizi hocaya danışın. Hatta İlahiyat Profesörlerine danışın. Bilgi alın. Aldığınız bilgileri karşılaştırın. Bakın bakalım sonuç ne çıkacak. Bu yazıyı deli saçması olarak görüp dikkate almayın. Hatta bu yazıyı tamamen zırva olarak nitelendirin. İyi de çelişkiler ortada duruyor? Bir açıklama getirsenize?

Birkaç yıl önce Ramazan programında, astronomik rakamlarda para alıp program yapan “Alim” olan hocaya şöyle bir soru gelmişti: “Hocam ayda veya kutuplarda namaz nasıl kılacağız?” Cevap şöyleydi: “Hele sen bir oraya gitme işini hallet, o zaman cevap veririm”. Böylesine alaycı ve sığ bir biçimde cevap verilen genç şaşkınlık içerisinde yerine otururken hocanın vermiş olduğu “mükemmel” cevapla tatmin olan seyirci kitlesi dalga geçer gibi gence bakıyordu.

Dini Bilim ile açıklamak ya da Bilimi Din ile bağdaştırmak. İster semavi olsun ister olmasın hemen her dinde bu çaba vardır. Basit anlamda Din, inanç işidir. İnanç, elle tutamadığınız, gözle göremediğiniz, test edemediğiniz, ölçemediğiniz, değerlendiremediğiniz, kanıtlayamayacağınız bir unsurdur. İslamiyet’ in ilk şartı olan kelime-i şehadet getirirken dahi ilk olarak “Eşhedü” kelimesini kullanırsınız. Eşhedü kelimesi, “şehadet ederim ki, yemin ederim ki, şahit olurum, tüm benliğimle inanırım” manaları taşır.

İnsanlar, inancı kullanarak gözlemlediği ve karşılaştığı, ancak anlayamadığı durumları açıklamaya çalışır. Örneğin eski çağlarda kuyruklu yıldız gören birisi, uzay, meteor gibi kavramları bilmediğinden bu hususu doğaüstü/metafizik unsurlara dayandırarak açıklamaya çalışmıştır. Evrenin, yeryüzünün ve insanın yaradılışı, gökyüzü, afetler, doğa olayları gibi daha birçok karşılaşılan ya da açıklanamayan (örneğin yaradılış) gibi unsurlar hep inanç temellidir.

Özellikle 16. Yüzyıldan itibaren bilimde gözlemlenen gelişmeler sayesinde evrenin oluşma ve çalışma mekaniğine dair kuramlar oluşturulabilmiş; evrenin, yeryüzünün ve insanın yaradılışına dair gizemlerin büyük bölümü çözülmüştür. İnsanoğlu’nun gözü önünde cereyan eden bu gelişmeler, dini metinler ile çelişki oluşturmaya başlamıştır. Bir tarafta kesin kanıtlar, bir tarafta da inançlar. Bu durumdan rahatsız olan dini çevreler, dini kitaplarda yer alan söylevleri, tespit edilen bilimsel buluşlar ile izah etmeye çalışma gayreti içine düşmüşlerdir. Doğal olarak her bilginin semavi kitaplarda yer alması ya da açıklanmış olması gerekmektedir.

Daha önce yayınlanan “Din ve Bilim 1” ve “Din ve Bilim 2” başlıklı makalelerimde bu konuya yer vermeye çalışmıştım.

Din ile Bilim’i yan yana koymaya, hele hele onları birbirleri ile örtüştürmeye çalışmayın. Ya dininizi ya da bilimi kaybedersiniz. Yok, “ben ikisini de yürütüyorum. Din ve Bilim birbiri ile çelişmiyor” gibi bir düşünce yapısı içerisindeyseniz, bu ütopik dünyanızda size iyi yolculuklar dilerim.

Son olarak namazı 5 vakit olarak söylerken bu Sünni İslam anlayışına göredir. Şia’ya göre namaz 3 vakit kılınır. Onlara göre 3 vakit kılınması gerektiğini bizzat Kuran-ı Kerim söylemektedir ve bu konuda ayetler vardır. Bu da ayrı bir konu.

Yine soruları ortaya koyup hiçbirine cevap bulamadığım için özür dilerim. Bunca Bilim insanı ve Din Âlimi’ nin cevap bulamadığı veya cevapta müttefik olamadıkları bir konuda benim bir açıklama bulmamı elbette beklememelisiniz. Sağlıcakla kalın.

DİN, GÜÇ VE İTAAT OLGUSU

Celal Şengör, din, Dinlerin çıkış amacı, Dinlerin ortaya çıkışı, DP, Stanford hapishane deneyi, Tapınma ve emir alma güdüsü, İtaat olgusu,Din ve güç,İlkel insanın tapınma isteği
Daha önce “İnanç Tarihi ve Sınav Üzerine Bazı Teoriler” adlı yazımda bahsetmiştim Sineklerin Tanrısı adlı kitaptan. Adaya düşen bir grup çocuğun başlarında yetişkin olmadan yaşadıklarını anlatıyordu. Çocuklar arasında liderlik ve yönetim hırsı baş gösteriyor bu da aralarında gruplaşmaları ve rekabeti getiriyordu. Sonunda bu rekabet aralarında cinayet ve öldürmeye kadar ulaşıyordu. Bunu yapanlar daha çocuktu. İktidar ve güç için tanrısal ögeleri ve canavarları devreye sokuyorlardı. Kafalarında oluşturdukları varlıklara çeşitli güçler yüklüyor ve onlara ya tapıyorlar ya da korkuyorlardı. William GOLDING tarafından 1950’lerde kaleme alınan bu kitap oldukça iyi bir satış grafiği tutturmuştu. Sürükleyici ve macera içeriği yoğundu.

Romanı kafamda yoğurdum. Bu çocukların yaşadıkları bizle yani günümüz toplumları ile fazlasıyla örtüşüyordu. Liderlik, iktidar hırsı, gruplaşmalar, ötekileştirmeler, güç için ilahi varlık tasarlama ve kullanma, şefaat isteme ya da korkma hatta bunların cezalandırmasından örnek vererek grupları korkutmak)

İster yaratıcı olmadığını, bir mutasyon ve evrim sonucu primat kökenli bir yaratık olduğumuzu, diğer hayvanlardan bizi ayıran tek ve en önemli özelliğin zekâ ve akıl olduğunu ya da Allah’ın/Tanrı’nın/Yaratıcı’nın var olduğunu, tüm evreni ve yaratılmışları onun yarattığına inanın. Neye inandığınız ya da inanmadığınız çok önemli değil.

İnsanoğlu güce tapar ve boyun eğme içgüdüsü ile hareket eder. Daima Alfa’sını, dominant türdeşini veya sosyal yapı içerisinde liderini arar. Bunu yapmayan tek bir insanoğlu yoktur. Kesinlikle peşinden gittiği bir güç vardır.

İlkel, gelişmemiş beyninin bir köşesinde hep tapınma, saygı duyma, emir alma güdüsü vardır. Sosyal statünüz veya yaşantınız her ne olursa olsun bu sabittir. Bu tapınma hiyerarşisi içerisinde bulunduğunuz statüler sadece astlarınıza hükmetmenizi sağlar. Ancak hükmettiğiniz çoğunluğa rağmen kesinlikle bir üstünüz vardır. Nihai üst ister doğa, ister evren, ister yaratıcı olsun. Bazen bu üstü siz yaratırsınız. Çünkü ihtiyacınız vardır.

Herhangi bir güç hiyerarşisine inanmayan insanlarda dahi hayatının bir noktasında bu durum vardır. Yorgun düşüldüğünde metabolizmayı ele geçiren bir mikrop gibi vücutta parazit olarak yaşar. Ne zamanki ruhsal veya bedensel bir dengesizlik yaşanır, işte o noktada bu parazit mikrop devreye girer ve bir güçten yardım istersiniz. Bu güç bazen ruhani bir varlık, bazen de bir insan olur. Talimat dinlersiniz. Sığınacak bir güce ya da varlığa ihtiyacınız vardır.


Tüm yaratılmışlar bir şeyin peşinden koşar. İşte bu “Şey” sizi şekillendirir. Biçime sokar. Yön verir. Amaç sağlar. Evrildiğinden/Yaratıldığından bu yana bu sistem hiç değişmemiştir. Bazen gücü seçebilirsiniz. Bu sayede bir çoğunluk/sosyal yapı içerisinde liderinizi belirlersiniz. Bu güç bazen site yöneticisi, bazen siyasi parti lideri, bazen takım kaptanı olabiliyor.

Her ne kadar amaç özgür iradeniz ile yapıyı idare edecek bir beyin seçmek gibi gözükse de aslında Alfa’nızı seçersiniz.

Bazen doğduğunuzda tapınılacak güç, dominant birey, lider otomatik olarak önünüze konur. Koşulsuz biat etmeniz istenir. Sizde sistem içerisinde biat edersiniz. Oradan sizin çocuğunuza, o da onun çocuğuna, o da onun çocuğuna…

İnsanoğlu denen primat, ilk jenerasyonlarına ait kalıtsal özelliklerinin bir kısmını halen barındırır. Sosyal olarak yaşar. Avlanır, çoğalır, genlerini sonraki jenerasyonlara aktarmak ister. Sosyal yapı içerisinde kendisine biçilen görevi üstlenir. Tabii biat edeceği lideri ile birlikte. Bu lider bazen “En Güçlülerin Savaşı” ile belirlenir. Aynı günümüzde de olduğu gibi. Doğada sosyal yaşayan hemen hemen tüm türlerde lider, güçlülerin savaşı ile belirlenir.

Bu fikirleri radikal, gerçekten uzak, fantastik veya zırva olarak nitelendirebilirsiniz. Okumadığı bir kitabın dinine sıkı sıkıya bağlı çoklarımız gibi…

Şöyle yapalım. Stanford Hapishane Deneyi’ni duydunuz mu? Eminim birçoklarınız biliyor, belki makalelerden, belki kitaptan, belki filmden belki de arkadaş ortamından.

Kısaca hatırlayalım. 1971 yılında Philip Zimbardo isimli bir sosyal psikolog, insanların sosyal rollere nasıl tepki verdiğine dair bir deney düzenleme kararı aldı ve Stanford Üniversitesi'nin Psikoloji Departmanı'nın bodrum katına inşa edilen sahte bir hapishanede, gardiyanlar ve mahkumlar olarak davranmalarını sağlayacak şekilde, 2 hafta sürecek olan deneyi için 24 kişiden oluşan bir grup erkek, üniversite öğrencisini deneyinde kullandı. Fakat Zimbardo deneklerine hangi role sahip olacaklarını, onların haberi olmaksızın belirledi. Deneklere, önceden bunun 2 haftalık bir deney olacağı, bir hapishanenin simüle edileceği ve gün başına 2012 parasıyla 85 dolar alacakları bildirildi.

Mahkumlara deney süresince gardiyanların emirlerini dinleme zorunluluğu yükledi. Gardiyanlara ise mahkumlara sözlerini geçirebilmek için olabildiğince sert davranmalarını; ancak şiddete kesinlikle başvurmamalarını tembihledi. Zimbardo, sonradan yayınlanan görüntülerde, deney öncesinde gardiyanları eğitirken şunları söylüyordu:
"Mahkumlar üzerinde can sıkıntısı hissi yaratabilirsiniz, bir dereceye kadar korku yaratabilirsiniz ve onların hayatlarını tamamen rastgele güçler tarafından, sistem tarafından, sizler ve bizler tarafından kontrol edildiği hissine kapılmalarını sağlayabilirsiniz. Ve kesinlikle özel hayatları olmayacak. Onların bireyselliklerini çeşitli yollarla ellerinden alacağız. Genellikle bunun sonucunda, kendilerini güçsüz hissederler, bunu bekliyoruz. Yani bunun sonucunda, biz tüm güce sahip olacağız, onlarsa hiçbir güce..."

Gardiyanlar, tıpkı gerçek gardiyanlar gibi giydirildi, ellerine tahta sopalar verildi ve tamamen gerçek bir hapishane ortamı yaratılmaya çalışıldı. Göz temasına engel olması amacıyla aynalı gözlükler verildi. Mahkûmlaraysa, tıpkı gerçekte olduğu gibi, oldukça rahatsız edici bir mahkûm kıyafeti giydirildi ve bileklerine birer zincir vuruldu. Gardiyanlara, mahkûmları onlara atanmış ve mahkûm kıyafetlerine işlenmiş numaralar ile çağırmaları tembihlendi. Böylece tamamen gerçek bir hapishane ortamı yaratıldı.

Zimbardo, 14 Ağustos 1971 günü, "mahkum" konumunda olacakları kendi evleri önünde ansızın, beklenmedik bir zamanda tutuklayarak deneye dâhil etti. Tutuklamaları Palo Alto polisi, Zimbardo ile anlaşmalı olarak yaptı ve mahkûmları silahlı soygun suçuyla suçladı. Mahkumlar, tüm gerçek tutuklanma prosedürlerinden geçirildi, parmak izleri alındı ve profil fotoğrafları çekildi. Polis karakolundan sonra, sahte hapishaneye gerçek bir mahkûm taşıma aracıyla transfer edildiler.


Hapishanedeki her bir hücre, 3 mahkûma ev sahipliği yapmaktaydı. Hücreler oldukça dardı; mahkûmlar için bir hapishane bahçesi yaratılmıştı ve gardiyanlar içinse geniş, rahat alanlar kurulmuştu. Gardiyanlar, üçlü gruplar halinde, 8 saatlik vardiyalarla çalıştılar. Gardiyanların görev sonrası hapishane alanında bulunmaları gerekmiyordu.

Deney bu şekilde başladı ve göreceli olarak sorunsuz bir ilk günden sonra, daha ikinci günden ortalık karışmaya başladı. İkinci gün, 1. Hücre'de kalan mahkûmlar kapılarını yataklarla bloke ederek, kıyafetlerini çıkardılar ve gardiyanları dinlemeyeceklerini söyleyerek emirleri reddettiler. Olaylar bu şekilde başladı ve sonuçlar oldukça rahatsız edici düzeydeydi.

Sıradan ve normal sayılacak üniversite öğrencileri sadece birkaç gün içerisinde vahşi düzeyde sadist gardiyanlar ve gitgide korkaklaşan mahkûmlara dönüştüler. Her geçen gün, her biri, rollerine daha da bağlı hale geldiler. Günler geçtikçe, gardiyanlar giderek şiddetlenen psikolojik kontrol taktikleri geliştirmeye başladılar. Örneğin isyanlara katılmayanları aldıkları özel bir hücre yarattılar ve burada onları ödüllendirmeye başladılar. Benzer şekilde, mahkûmların yatak çarşaflarını ve süngerlerini alarak onları metal yataklarda uyumaya zorladılar. Kısa süre içerisinde gardiyanlar, mahkûmlara önce gizli, sonrasında ise açık şiddet uygulamaya başladı. Yemeklerini yemeyenler için gardiyanlar tarafından karanlık bir oda yaratıldı ve oraya hapsedilme cezası uygulanmaya başlandı. Sadece 36 saat içerisinde, 8612 numaralı "mahkum", Zimbardo'nun tanımıyla "çılgın" tavırlar sergilemeye başladı. Zimbardo, olayları şöyle anlatıyor:
"8612 numaralı mahkûm delice davranmaya başladı, bağırıyor, çığlık atıyor, küfrediyor ve kontrolsüz öfke nöbetleri geçiriyor. Onun gerçekten bu psikolojik durumda olduğunu kabullenmemiz epey bir zaman aldı ve sonunda onu salma kararı verdik."

Deneyin başlamasından sonra sadece 6 gün geçmesine ve deneyin içeriği tamamen rol olmasına rağmen sosyal ilişkilerin gerçekliğinden ötürü mahkûmlar ile gardiyanlar arasındaki ilişki o kadar sadist ve vahşi bir hale gelmişti ki, Zimbardo beklediği süreyi tamamlayamadan deneyini sona erdirmek zorunda kaldı.

Deneyin ilk günlerinden itibaren gardiyan konumundaki öğrenciler, sözlerini mahkûmlara dinletebilmek için giderek şiddetli hale gelen yöntemler uygulamışlardır. Mahkûmlar da, ilk günlerde gardiyan konumundakilerin gerçek hayatta "kendileri ile aynı düzeyde" olduğunu bildiklerinden inatçı ve "zoraki" bir şekilde rollerini üstlenen bir tablo çizmişler, ancak her geçen gün bu inatlaşmaya bağlı olarak artan gardiyan şiddeti, onları giderek uysal ve korkak bir hale getirmiştir.

Zimbardo, deneyden kendisinin bile etkilendiğini belirtmiştir, çünkü kendisi de deneyde "hapishane müdürü" rolüne sahipti ve tamamen rol yapması gereken gardiyanların, tamamen rol yapması gereken mahkumlara uyguladıkları şiddeti sürdürmesine izin verecek kararlar almıştır.

Bu deney, toplumun onlara biçtikleri rolleri farkında olmadan nasıl sahiplendiğini ve o rolün etkisinden çıkamadan, kontrolsüz bir şekilde yerine getirdiğini net bir şekilde ortaya koymuştur. Bu deney aslında “GÜÇ” denen olgunun yanlış ellerde, yanlış fikirler ile birleştiğinde neye dönüşebileceğini, “GÜÇ”e sahip olmayan bireylerin ise karşılaştıkları durumu mükemmel derecede açığa çıkartmıştır.

Dinlerin ortaya çıkışı da tam olarak bu şekildedir. Kastettiğim semavi dinler değil. Tüm inançlar. “İlkel insan yıldırımı görmüş, gücünden etkilenmiş ve ona Zeus demiştir. Denizin gücünü görmüş ve onu Poseidon ile tanımlamıştır. Patlayan volkan ve yer hareketlerini görerek Hades demiştir (Prof. A.M. Celal ŞENGÖR).”

İnsan tanımlayamadığı, açıklayamadığı bu gibi durumlarda bir tanrı sistemi oluşturmuştur. Bu tanrılara hikâyeler atfetmiş, karşılaştığı her şeyi bu ilahi varlıklar ile açıklamaya çalışmıştır. Eğer toprak ürün vermezse tanrı/tanrıça kızmıştır. Eğer verirse duaları/sunulanları kabul etmiştir.

Hemen her toplum birbirinin mitolojisinden/dinlerinden etkilenmiş ve günümüz dinleri oluşmuştur. En ilkel, medeniyetin ulaşmadığı kabilelerde dahi bir tapınma/tanrı mekanizması oluşturulmuştur. Totemler vb. yapıtlar insan ile tanrı arasındaki bağı kurmuştur.

Günümüzde bu inanç sistemi öyle sağlam temellere oturtulmuştur ki, adeta kusursuz işlemektedir.

İster devlet başkanı olun, ister ayakkabı boyacısı. İnançlı iseniz bir tanrınız var. Yani, edinilmiş öğretiler size yön veriyor. Ateist bir devlet başkanını ele alalım. Ülkesinin refahı için başka ülkelere avuç açmak zorunda. Ancak burada ayırıcı bir faktör var. Eğer bu ateist devlet başkanı GÜÇ piramidinin en üstünde ise o zaman kendini Tanrı görmeye başlıyor. Tüm güç onda. Ol derse olur. Günümüz Kuzey Kore liderlik sistemine bakın. Peki, bu “Tanrı” oyunu ne zamana kadar işliyor? Hastaneye düşene kadar. İşte orada Tanrı’lık gidiyor. Doktor ne derse ve yaparsa o. Bazen bu Tanrı Asker olabiliyor. Sizi kurtarırsa en ala. Kurtarmazsa gitti güzelim Tanrı’lık.

Bazı inançlı ülkelerde Din, güç piramidinin en üstündeki kişi/yapı için en önemli yönetim silahı. Kitleleri bir anda yönlendirebiliyorsunuz. Papa’nın tüm bölünmüş Avrupa’yı bir parmak hareketi ile nasıl Haçlı Seferlerine gönderdiğini hatırlayın. Selahaddin Eyyubi nasıl topladı ordusunu Hristiyanlığa karşı? Emeviler Türkleri nasıl kılıçtan geçirdi? Yahudiler nasıl diğer insanları kendilerinin kölesi görüyor? Katolik Adolf HITLER, ilk dönemlerinde halkı dindarlığı ile kandırmadı mı (Gott Mit Uns posterleri…) ? Engizisyon cadı diye kızları/kadınları yakıp infaz etmedi mi? Endüljans kâğıtları ile cennet toprağı satmadı mı? Bizim Hocalar televizyonlarda peygamber terliği, bilmem ne düası diye milletin dini duygularını sömürüp para kazanmıyorlar mı?

Sadece “inançlı biri başımızda olsun” mantığı ile ülke yönetiminin teslim edildiği toplumlara bakın.

Yazının ilk paragraflarını okuduğunuzda benimle aynı görüşü paylaşmadığınızı, hatta belki gülünç bulduğunuzu biliyorum. Ancak inanıyorum ki şu an fikirleriniz az da olsa değişti.

İstesek te istemesek te, kabul etsek te etmesek te bir “GÜÇ” hep olacak. Bazen bu gücü biz yaratacağız, bazen önümüze hazır olarak konulacak ve “aha bak ben inanıyorum çünkü bu doğru, hadi sende inan. Sonra çocuklarına da söyle onlarda böyle inansınlar. Bu sayede cennetlik olursun” denecek.

İşte dinler bu nedenle var. Çünkü bir şeylere inanmak istiyoruz. Yaradılışımızdan/evrimleşip “akıllandığımız” andan beri bir lider peşindeyiz. Çünkü başka türlü açıklayamıyoruz. Gerçekler suratımıza çarptığında da öfke nöbetleri geçirip sağa sola saldırıyoruz. Bazen bu gerçekler bizi öyle ele geçiriyor ki Ateist olunduğunda birey kendisini aydınlanmış hissedip kendisini diğerlerinden üstün sayıyor ve farkında olmadan bu düşüncesini bir “DİN” haline getirip bir ayrıştırma unsuru olarak kullanabiliyor.

Bu noktada bireyler için tek çıkış var. Sorgulamanın özünü de bu teşkil ediyor. Daima “GERÇEĞİN” peşinde olun. Bilimden ayrılmayın. Gözlemlenebilir, test edilebilir, toplumsal ve bireysel yararlar sağlayan düşüncelere zaman ayırın ve araştırın. Ötekileştiren, ayrıştıran ve acımasız bir biçimde sınıflandıran her düşüncenin karşısında olun. Hayatınızı mutlu yaşayın ve mutlu yaşatın.


Yazılı ve gözlemlenebilir insanlık tarihi incelendiğinde her inancın ötekileştirdiği, ayırdığı görülmüştür. Orta doğu din geleneğinin damıtılması ile elde edilip insanlığa farklı zaman aralıklarında servis edilen semavi dinler bile “insanlık için kurtuluş ve huzura erme” mottosu ile ortaya çıkmış, ancak kendisinden olmayanları ölüme mahkûm etmiştir. Hem bu dünya’ da hem de varsayılan ölümden sonraki yaşamda.

Dinlerin ortaya çıkmasının amacı GÜÇ oluşturma ve bu GÜÇ ile yönetmektir. İnsanoğlu yönetmek-yönetilmek ve hükmetmek-hükmedilmek ister. İşte bu primat kökenlerinden gelen açlığını doyurmak için de hiç görmediği, kanıtlayamadığı, sadece inanca dayalı sistemler geliştirmiş. Evet, şu an bu yazıyı okuyan sen. Sen de bu kategoriye dâhilsin. Sadece ya farkında değilsin ya da şiddetle reddediyorsun. Hatta şu an bana küfürler yağdırarak “zırvalamış” ya da “Allah ıslah etsin” diyebilirsin. Ancak gece uyurken yastığa başını koyup kendinle baş başa kaldığında bunların aslında doğru olduğunu görecek ve kabul edeceksin, bunun cevabı sende. Daha önce bahsettiğim gibi, zaten bu güdü beynimizin en ücra noktalarında var. O halde gelin bu açlığımızı “GERÇEKLER ve BİLİM” ile doyuralım.

Eğer gerçeklerden ve bilimden uzaklaşırsanız. O zaman Sineklerin Tanrısı’nda olduğu gibi kendi tanrılarınızı yaratırsınız. Bugün olduğu gibi… Sineklerin Tanrısı adlı romanı okuyun ve ya filmini izleyin. Musa’dan, İsa’dan, Muhammed’den… Daha da önemlisi kendinizden bir şeyler bulacaksınız.

Zamanında bu arayış için ne kitaplar okuduk. Ne ayetler büktük. Semavi din kitaplarının her kelimesini araştırdık. Dünya inanç tarihinde ve mitolojilerde girmediğimiz delik kalmadı. Daha da detay mı istiyorsunuz. Site Başyazarı ve Yönetici dostum A. KARA’ nın şu dört yazısını sırası ile okuyun ve bunların üstüne yazımı tekrar okuyun.

Neden Deist Oldum – 1
Neden Deist Oldum – 2
Neden Deist Oldum – 3
Benim Tanrım

O zaman anlayacaksınız.
Sağlıcakla kalın.

Yazar Notu:
İş yoğunluğumdan bayağıdır bu yazımı bitiremiyordum. Arada takip ettiğim bazı gruplar var. Gerçek hayat bir yana sanal ortamda dahi kin kusuluyor. Her nedense din savunucuları hep karşımızda oldu. Zalim olan bizdik, sapkın olan bizdik, elimizden şarap düşmüyordu, her gece eğlencedeydik, marjinaldik, eşimizi/partnerimizi kıskanmayan varlıklardık, kötüydük, Allah ’sız Kitapsızdık, elimizden gelse dünyayı kaosa sürükleyecektik… İyi de biz böyle değiliz ki? Olur da bir misafirim eve geldiğinde namaz kılacak diye seccade var benim evimde. Bu ülke de yaşıyorum sonuçta. Kimsenin malına ve ırzına göz dikmiyoruz, hiç kimsenin malı, karısı ve kızı bana caiz değil, eşimin üstüne başka bir kadın/kadınlar getirip onları sıraya sokmak istemiyorum. Ben eşimi seviyorum. Evde alkol alıyorsam bardağım belli, olur da inancı gereği alkol alınan bardağı kullanmayan dostlarım için. Okumak isteyene her dinin kutsal kitabı var evimde. Arada (maalesef sadece aklıma geldiğinde) sokak hayvanları için marketten mama alıp onlara veriyorum. Vergimi veriyorum. Taksitlerimi ödüyorum. Evet? Tek kusurum gerçeğin ve bilimin koşmak mı? O halde ben bu kusurla yaşamaya razıyım. Varsın ben cehennemlik olayım.

Sineklerin Tanrısı kitabındaki çocuklar gibi olmak istemiyorum. Kimseyi, hiçbir canlıyı sınıflandırmak ve ötekileştirmek istemiyorum. İyilikleri ve düşünceleri dışında onların hiçbir şeyini istemiyorum. Kimin neye inandığı da zerre umurumda değil. Bana dokunmadıkları sürece...

Prof. Celal ŞENGÖR hocamdan bir alıntı: “Uzaydan Dünya’ya en ufak bir yok edici tehlike belirsin, bakın bakalım sınıf, millet, ülke, ötekileştirme kalıyor mu? Nasıl tüm insanlık birleşiyor. İşte o zaman Dünyalı olduğumuzu anlarız. Çünkü genlerimiz böyle.”

Kaynak (Stanford hapishane deneyi): Şeytan Etkisi Philipp G. Zimbardo - Haney, C., Banks, W. C., & Zimbardo, P. G. (1973). Study of prisoners and guards in a simulated prison. Naval Research Reviews, 9, 1–17. Washington, DC: Office of Naval Research

Yazan: Demon Product

KUKLALARIN EFENDİSİ

DP, din, Kuklaların efendisi, Koşulsuz biat, Sorgulamamak, Öğrenme güdüsü, Dinden çıkış, Nonteist, Dinsiz, İnkar edenleri aşağılama, Dine inanmayanları aşağılama, Dindarların hoşgörüsüzlüğü, İslam hoşgörüsü, Müslüman tahammülsüzlüğü, islamiyet,
Kuklaların Efendisi ya da orijinal adı ile ”Master of Puppets”. Metallica grubunun 1986 yılında çıkardığı albümün aynı adlı şarkısı. Her nedense bu şarkı takıldı ağzıma birkaç gündür. Eğer bu müzik tarzına meyilli iseniz melodisi kulağınıza hoş gelecektir. Ancak önemli olan bu şarkının sözleri. İnanılmaz anlamlıdır benim için.

Bazı mısralarına bir göz atalım :
“Kendini adamışsın sen
Seni öldürüş şeklime
Daha hızlı gel sürünerek
İtaat et efendine
Yaşamın daha hızlı tükeniyor
İtaat et efendine
Efendine
Kuklaların efendisiyim ben ipleri yöneten
Zihnini bulandıran ve düşlerini yok eden
Seni körelttim, hiç bir şey göremiyorsun
Yalnızca çağır beni ismimle, çünkü haykırışlarını işiteceğim”

Peki, Kuklaların Efendisi kim? Sizce bu şarkı sözleri neyi anlatıyor ya da size göre nasıl bir mesaj içeriyor? Buradan hareketle insan farklı şeyler düşünmeye başlıyor.

İnsanların temelde hep iyi ve kötü diye iki ayrı kategoriye ayrıldığı söylenir. Aslında insanları ayırmak için kullanılacak o kadar çok parametre var ki. İnanç, siyasal düşünce, din, dil, ırk, sosyal statü, meslek grubu vs.

Aslında bu parametrelere eklenecek güzel bir örnek daha vardır. “Öğrenmek İsteyenler/Sorgulayanlar” ve “Koşulsuz Biat Edenler”.


Ateist, Deist, Agnostik, Panteist, Pandeist, Panenteist, Panendeist, bilmemneist vs. hangi fikre sahip olursanız olun. Dinlerden sıyrılanların büyük çoğunluğu sorgulama ve öğrenme güdüsü ile hareket edenlerden çıkmıştır. Mesela, aslında dinine sıkı sıkıya sarılmak için detaylıca öğrenmek için araştıran, öğrenen ve sorgulayan bireylerde de sık rastlanır bu durumla. Kişi aslında dinini kaynağından doğru öğrenmek ister. Ancak karşılaştığı düşünce ve pratik çelişkileri arasında bocalar ve dini inançlarda ciddi bir sarsılma meydana gelir.

Tüm semavi dinlerde, dini yaymaya yönelik söylev ve pratiklerden çok savunmaya dayalı bir yaklaşım söz konusudur. “İnkâr edenler, zalimler, sapmışlar, sapkınlar, müşrikler, maymundan-eşekten daha aşağı varlıklar vb.” benzetme ve yakıştırmalar ile sorgulayanların veya inanmayanların düşünceleri ve fikirleri aşağılanır. Alt sınıf insan kategorisine itilirler. Eğer dini sorgular veya inkâr ederseniz, yeryüzünde hayatınız alt üst olur. Canınız ve Malınız onlara helaldir. Karınız ve kızlarınız onlara helaldir. Şunu düşünebilirsiniz: “Ülkemizde böyle bir şey olması imkânsız sayın yazar. Saptırma yapıp insanların beynini bulandırma!”.

Çevrenize, ailenize, iş ortamınıza, arkadaşlarınıza dinden sıyrıldığınızı bir söylesenize? Hadi bir düşünün.

Sosyal anlamda rahat bir ortamda yaşayanları kastetmiyorum. Bir fabrika çalışanı olan siz… Tezgâhtar olan siz… Öğrenci olan siz… Simitçi olan siz… Ev hanımı olan siz… Polis olan siz… Doktor olan siz… Mühendis olan siz… Ayakkabı boyacısı olan siz…

Hadi? Diyelim ki dinden sıyrılmış veya sorgulama aşamasında olan, yani aslında dinine bağlı ancak dine ait pratikleri ve verileri sorgulayan bir kişisiniz. Etrafınızda nasıl tepkiler aldınız? Herkes size pozitif mi yaklaştı ya da yaklaşır?

  • “Aman ne demek bu da senin görüşün be biraderim, sana saygım sonsuz” mu dediler ya da,
  • “ Boş ver kız biz inanıyoruz sen inanmıyorsun, ne var yani? Biz seni seviyoruz önemli olan bu!”

Şeklinde ifadeler le karşılaştınız mı ya da karşılaşır mısınız?

Birçoğunuz düşüncesini en yakınına bile açamıyor. Mesela, bir yerde mevlit okunacaksa “El Fatiha” dendi mi sizin de elleriniz semaya açılmak zorundadır. Hristiyan iseniz kilise de cenazeye gittiğinizde ölen yakınınıza mum yakarak gerekli ritüellerde birkaç kelam da siz etmek zorundasınız. Yahudi iseniz ve cumartesi sinagoga gittiyseniz o kippayı takacaksınız.

Alacağınız tepkilerin şiddetinden o kadar korkarsınız ki adeta kişilik bölünmeleri oluşur beyninizde. Bir ev hanımı düşünün; eşi ve çocukları dinlerine sıkı sıkıya bağlı. Sizce o ev hanımı ne yapabilir ya da bir fabrika işçisi ele alalım. Eşi kapalı ve dini bütün. Fabrikadaki tüm arkadaşları milliyetçi muhafazakâr. Patronu da dâhil. Sizce bu kişi düşüncelerini özgür bir biçimde dile getirebilir mi? Koşulları ve imkânı rahat olanlar hemen “Sayın yazar hayata bir kez geliyoruz. Zaten bir yaratıcı da yok. Mutlaka birey inancını dışa vurmalı” diyebilir. Peki, ya sosyal gerçeklerimiz? Sizce toplumumuzda ne kadar gizli ateist, deist vs. vardır bir fikriniz var mı? Cevap mı istiyorsunuz? İnanılmayacak kadar fazla. Kimse ülkemiz sosyal ve düşünsel yapısından dolayı kendini dışa vuramıyor.

Birçoğu kendi içinde yaşıyor düşüncelerini. Aslında dinden sıyrılmış bir birey. Ancak “Elalem ne der? Ailem ne der? İşyerimde ne olur? İşten atılır mıyım?” korkusu ile kiliseye de gidilir, camiye de gidilir, sinagoga da gidilir. O namaz da kılınır, o eller semaya da açılır.


Toplumda çok fazla dinden sıyrılan var dediğim için benden kanıt mı istiyorsunuz? Etrafınıza bir bakın. Ayna da kendinize bir bakın. Aslında farkında olmadan herkes bir sorgu âleminde. Özellikle internet ve TV kullanımının yaygınlaşması, okuma potansiyelinin genç nüfusta artması ile bu sorgulayan toplulukta muazzam bir artış olmaya başladı. Özellikle Ramazan ayında TV lere çıkan hocalara gelen sorular ülkemiz durumunu gayet iyi gösteriyor. Herkes sorgulama periyodunda. Artık her bilgiye kolaylıkla ulaşılabiliyor. Elbette ki her yazılan doğru bilgi anlamına gelmiyor. Kaynağı olmayan, kaynağı olsa da doğru gözlem ve ölçmeye dayanmayan, test edilmemiş hiçbir bilgiyi de kabul etmeyin. Bu şekilde ulaşılan veriler dahi inanç dünyanızı şekillendirmeye yetiyor. Ancak bu durum yazının başında bahsettiğim üzere sadece “Sorgulayanlar” için geçerli. “Koşulsuz biat edenler” için durum gerçekten vahim.

Maalesef ülkemizde dinden sıyrılanlara bakış açısı çok kötü. Ailenizden reddedilme riskiniz var. Sevdiğinizin sizi terk etme olasılığı var. Boşanma olasılığınız var. İşinizden olma olasılığınız var. Çevrenizden aforoz edilme olasılığınız var. Hemen “vatan, devlet, millet, bayrak düşmanı, Gâvur” ilan edilirsiniz. Sakın, “E madem sana saygı duymuyorlar, zaten seni sevmemişler demektir. Oh iyi olmuş, boş ver, aydın ve ilerici bir çevren olur” gibi sığ bir yaklaşıma girmeyin. Bazı pozitif vakaları bu tasnifin dışında tutuyorum.

Hiç kimseye karamsar bir tablo sunmak istemedim. Birçoğunuz zaten bu halde. Peki, ya bizim gerçeklerimiz? Kendimden örnek vermem daha doğru olacak. Birçoğunuz gibi benimde etrafımdaki çoğu kimse dinlerden sıyrıldığımı bilmiyor. Peki, korkak biri olduğumdan mı açığa vurmuyorum? Belki. Bunu tartışmayacağım. En yakınımdakiler ve sevdiklerim biliyor bu da bana yeter. Ancak ben (özellikle Site Baş Yazarı ve Yöneticisi dostum A. KARA’nın katkısını inkâr edemem. Onun fikirlerinden çok faydalandım.) özellikle son 2,5-3 yıldır;

  • Daha çok kitap okuyorum.
  • Çevreme ve topluma daha saygılı biri haline geldim.
  • Dünya kültürlerini ve coğrafyalarını araştırmaya koyuldum.
  • Kimseyi ötekileştirmiyorum ve ya inancından dolayı kimseyi yargılamıyorum.
  • İnanılmaz tarih okumaya başladım. Çünkü başka tarihler bana dikte ettirilmiş.
  • Mitolojileri adeta su gibi yutuyorum (Bu site ve yazar arkadaşlar sağ olsun)
  • Tüm dinlerin kutsal kitaplarını ve metinlerini çok defa okudum ve araştırdım. (Doğrusu Hristiyan Kitabı Mukaddes sadece 1 kez, ancak kanonik İncil'ler birkaç defa elimden geçti, Talmud’u da midem kaldırmadı)
  • Nasıl Tayland’a gittiğinizde bir tapınak ziyareti yaptığınızda oranın ritüelleri ile saygı gösteriyorsanız, bu durum ülkemiz içinde geçerli. Mevlitlere çağrıldığımda gidip bir ayran içiyorum. Tanıdığım ve sevdiğim birisi ise gerçekten gözyaşı döküp üzülüyorum ve eski günleri yad ediyorum. Tam bu esnada birisi cennet ve cehennemden bahsettiğinde bende çelişkilerini dışa vurup karşımdakine “404 Not Found” yaşatıyorum.
  • Kimseyi cehennemlik ve ya cennetlik addetmediğimden dolayı insanları kendimce, iyi ve kötü davranışları ile yargılıyorum.
  • Deve sidiğinden ve sineğin öteki kanadındaki pan zehirden uzak duruyorum.
  • Nuh’ un gemisinin Nükleer teknolojiye sahip olduğunu ve oğluyla mobil telefon ile konuştuğunu düşünenleri daha dikkatli izliyorum.
  • Arkadaş ortamlarında bazı çelişkileri ve aykırılıklardan bahsederek fikirlerini almaya çalışıyorum. Daha önce belirttiğim gibi “404 Not Found” yaşıyorlar. Amacım onları küçük görmek veya bilgisiz farz etmek değil. Sorgulamalarını sağlamak. (Sanırım Deccal benim : ) )
  • Dinleri bilimsel bir tabana oturtmak için bir tarafımı yırtmayıp daha faydalı işlere vakit harcıyorum.
  • “Nereden geldik, nereye gidiyoruz” gibi düşünceleri artık çok takmıyorum. Mutlu yaşamaya ve mutlu yaşatmaya çalışıyorum.
  • Cinlerin musallat olmasını ya da bedenimi şeytanın ele geçirmesi fikrini pek te sallamıyorum : )
  • Doğal evrimim gereği çok eşli değil, tek eşli olmam gerektiğinden sadece sevdiğim insan ile hayatımı paylaşıyorum. (Bir zamanlar inandığım din bana daha fazlasına sahip olabileceğimi söylüyordu ki insan doğasına ve FITRATINA aykırı.)
  • Kadınların benim kaburga kemiğimden yapılmasına çok takmıyorum çünkü buna inanmıyorum. (Bir zamanlar inandığım din kadınların böyle yaratıldığını söylüyordu).
  • Kutu gibi bir taş yığınının kutsal olduğunu düşünmüyorum.
  • Bilginin, doğruluğun, iyiliğin, yardımlaşmanın ve saygının yegâne din olduğuna inanıyorum.
  • İlla bir lider arıyorsam veya Rol Model peşindeysem, artık bu şahsın kesinlikle Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olduğuna daha net kanaat getirdim.

Peki, dinlerden sıyrılanlara veya farklı düşüncelere bu toplum hoşgörü sahibi mi? Madımak.... Başbağlar… Çorum… Kahramanmaraş… Malatya… Konca KURİŞ… Turan DURSUN…

Yazımızın başına geri dönelim. Kuklaların Efendisi… Kim ya da kimler? İpler kimin elinde? Zihnini bulandıran ve düşlerini yok eden… Sağlıcakla kalın.

Yazan: Demon Product