HABERLER
Dini Haber
GAA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
GAA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

İSLAM'DA İMTİHAN

Yazan: Gerçeği Arayan Adam


SINAV & İMTİHAN

Evet bir kürenin üzerinde yaşıyoruz bu küre uzayda güneş ismini verdiğimiz bir Alev topunun yani yıldızın etrafında dönüyor bu Yıldız’da yine Samanyolu galaksisinin sarmaları içerisinde belirli bir sistem üzerine hareket halinde, sadece güneş sisteminde 8-9 gezegen var. Samanyolu galaksisinin içerisinde ise tahminlere göre 100 milyar yıldız var yine samanyolundaki muhtemel gezegen sayısı ise 100 milyar ile 3.2 trilyon arası olduğu düşünülüyor. Biz sadece bu gezegenlerden bir tanesinin üzerinde yaşayan bir yaşam formuyuz. Ne eşsiz ne harika ve ne kadar büyük bir galaksi bir ucundan diğer ucuna 100.000 ışık yılında ancak gidebiliyoruz bu arada bir ışık fotonu saniyede 300.000 km gidebiliyor. Beynimiz ve zihnimiz bu büyüklüğü henüz algılayamazken bir de birisi kalkıp bizim galaksimiz olan Samanyolu galaksisinden 2 trilyon tane daha olduğunu ve bunların birbirinden uzaklaştıklarını evrenin genişleme hızının ışık hızından bile daha fazla olduğunu söyleyince artık yeryüzüne inmem gerektiğini düşünüyor ve konuya giriyorum.
Evet biz bu kürenin üzerine yaratıcı tarafından imtihan edilmek üzere gönderildik. Yani inanılan ve bizden inanmamız istenilen mit bu !

Yukarıdaki uzay ile ilgili kısa girişi yapmamın nedeni Bu yazıyı okurken sadece üzerine bastığınız küreyi düşünerek değil bütün evreni düşünerek okumanız içindi. çünkü gerçekte ait olduğunuz yer bütün evren. Bir yaratıcıdan bahsediyorsanız işte bu yukarıda kısaca ne kadar büyük olduğunu açıkladığım evreni yaratan kişi/şey/kuvvet. Sizi sevdiğini size önem verdiğini size kızdığını sizi ödüllendireceğini, sizi cezalandıracağını yahut sizi imtihan edeceğini düşündüğünüz kuvvet işte bu bütün evreni yaratan kuvvet.

Çoğu din ve mitoloji kaynaklarında bizim imtihan edildiğimiz , davranışlarımız nedeniyle ödüllendirileceğimiz yahud cezalandırılacağımız ile ilgili anlatımlar bulunmakta. Ancak buradaki sorgulama kuran temelli bir sorgulama olacak. Bu sorgulamayı yaparken ana kitap olan Kur’an dışındaki diğer dini kaynakları referans almadığımı yani haşa Tanrı’yı bunlarla yargılamadığımı sadece Kur’an ile hareket ettiğimi söylemeliyim.

Kur an’da insanın neden yaratıldığı ve bu dünyaya neden gönderildiği ile ilgili olarak kısa ve yüzeysel açıklamalar bulunmakta . “ Ben insanları ve cinleri yalnız bana ibadet etsinler diye yarattım” ayeti, “ o ki hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır” ayeti bunlara üst perdeden örnek, “ Çaresiz biz sizi biraz korku biraz açlık biraz da mallardan canlardan ve ürünlerden eksilterek ile imtihan edeceğiz müjdele o sabredenleri” ve “ sizi bir İmtihan olarak kötülük ve iyilikle deneyeceğiz” ayeti ise eylemsel imtihan araçlarına birer örnektir.

İMTİHAN İHTİYACI

Evet böyle bir başlığın olması bile aslında yaratıcıya hakaret. imtihan bir ihtiyaç olamaz çünkü bizim inandığımız yaratıcı her şeye gücü yeten zaman ve mekan kavramlarının üstünde bilgisi her şeyi kuşatmış olan ve mülkü sonsuz olan bir yaratıcıdır. İhtiyaç olmadan varlık aleminde var olan tek şey bildiğimiz kadarıyla yaratıcının kendisi. onun dışında âlemler, yedi kat gök, dünya ve içindekiler bile bizim imtihan edilebilmemiz için ortam oluşturmak için yaratıldılar. ( ilk parağrafı idrak etmenin tam sırası) yani yapılan her eylem ve her işlemin bir amacı olması gerekiyor o nedenle eğer imtihanın varlık aleminde yani yaratıcı katından bakıldığında yüce yaratanın yaratmış olduğu evrenin de bir ihtiyaç olduğunu söyleyecek olursak o halde yaratıcının bizi yaratmaya ve imtihan etmeye ihtiyacı olduğunu söylemiş oluruz ve inandığımız yaratıcı kavramı yerle bir olur.
O zaman “gereklilik “ dersek de bu kez en nihayetinde biz olmadan olmayan, tamamlanamayan bir şeyler var demektir. Yani biz gerekliyizdir, tanrı bizi yaratmak zorundadır, bize ihtiyacı yoktur ama bizsiz de sistemde bir şeyler yerine oturmuyordur. Mesela Allahın “ ğafur -bağışlayan” isminin varlık aleminde tecelli edebilmesi için onun kurallarına uymayarak isyan eden ya da en azından hata yapan insan gibi bir varlığın yaratılmasının gerekli olması gibi. Aksi halde hiç emre aykırı davranmayan meleklerin olduğu bir sistemde Allah bağışlayan olamazdı , öyle olsa bile bu özelliğini hiç kullanmadığı için pratikte öyle olamazdı.
O zaman da onun ( zatının) isminin tecellisi için bizi günaha ve hataya meyilli yaratarak, yasak elma aldatmacası ile dünyaya gönderen ve hatalarımızı affederek aslında bizi kullanan ve kendisinin sistemsel eksikliğini tamamlayan bir hilebaz ile karşılaşırız. Hani Allah hepimizin kurallara uymasını istiyordu, hepimizden itaat , iyilik ve güzellik istiyordu. O halde bizi hata yapalım diye yaratan tanrının “ bakalım kurallara ne kadar uyacaklar” diye bizi imtihan etmesi ve nihayetinde bizi cayır cayır yakması sizce Allah’lığa sığar mı? Olmadı değil mi?
O zaman bizi yaratmaya ve intihan etmeye ihtiyacı yok kabul edelim. O zaman da amaçsız, sırf fantezi olsun, iş olsun torba dolsun, dostlar alışverişte görsün diye hiç bir amacı olmadan varlık yaratan ve sonra onları yakan , azap eden bir Tanrımız olur. Gerçi “ biz gökleri yeri ve bunlar arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık, eğer bir eğlence edinmek isteseydik onu kendi katımızdan edinirdik bunu asla yapmayız” ayeti aslında bu ihtimali çürütüyor. Zira kuran aksini söylüyor. Haşa ve kella !

İmtihanın amacı bir ağaç diktiğimizde amacımız meyve yemek yada gölgelenmek, bir araba yaptığımızda amacımız mesafeleri kısa sürede katetmek, bir bina yaptığımızda ise amacımız korunmak ve barınmaktır. Yapılan Her şeyin bir amacı vardır. Bir diğer ifade ile her şeyin bir sebebi, sonra kendisi ve sonra da sonucu vardır. Bizi de tanrı yaptı ise ve boş bir eğlence için yapmadı ise ( kendi ifadesi o şekilde )amacı ne? Bizi yaratmasındaki ve imtihan etmesindeki o ulvi amaç ne?
İbadet etmemiz olabilir mi? Hiç sanmıyorum zira melekler o işi çok daha iyi ve güzel yapıyorlar. Yaratıcının yukarıdaki bahsettiğimiz gibi isimlerinin tecellisine yönelik rol ise bir nebze kabul edilebilir duruyor ancak bu durumda da aynı kitabın bildirdiği tanrı kavramı çöküyor. Evet bizim yaratılmamızın sebebi imtihan ve ibadet etmek ama imtihanın sebebi ne? Bizim yaratılmamız mı? Yok yok sanırım değil. İmtihanın sebebini ben bulamadım. Çözemedim bu işi. Ölümün ve yaşamın sebebi bizim imtihan edilmemiz, yaratılmamızın sebebi “ibadet “ iken imtihanın bir gerekçesi yok.

Yalnız şöyle bir ayrıntı var. Kur an’da insanın yaratılışı ile ilgili pasajlarda önce imtihan olayı yok adem yaratılıyor Tanrı buradaki iradesini “ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” ayeti ile açıklıyor ve tanrı ademe isimleri öğretiyor. Sonrasında bilindiği üzere bütün meleklere adem’e secde emri veriliyor fakat şeytan emre itaatsizlik ederek direniyor ve Secde etmiyor işte bu aşamada makamından kovulan şeytan Tanrı’dan izin istiyor ve “ Öyleyse insanların diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver” diyor. Senin doğru yolun üzerine oturacağım ve onları saptıracağım, çoğunu sana şükreder bulamayacaksın diyor. Tanrı da şeytanın bu bülöfüne karşılık veriyor ve “ haydi sen mühlet verilenlerdensin” diyor. Anlatımlara bakıldığında eğer şeytan Âdeme secde etmiş olsaydı ortada imtihan ile ilgili hiçbir şey olmayacakmış ,insan imtihan edilmeyecekmiş gibi görünüyor. yani sanki imtihan insanın yaratılmasında bir amaç değil insan yaratıldıktan sonra diğer varlıklardan olan şeytanın itaat etmemesi nedeniyle ortaya çıkan bir durummuş gibi anlatılıyor. Yani bir an olsun düşünelim şeytan Allah’ın emrine itaat etmiş olsaydı şu anda ne yapıyor olurduk. Cennette mi, dünya da mı olurduk yada bu kadar kötülük olur muydu? Sahi o zaman tanrı bizimle ne yapacaktı, sahi asıl amacı neydi ? Sanki araya kaynayıp gidiyor o esnada insanın yaratılış amacı. Bizimle bir işi vardı ama şeytanın isyanı ile olay restleşmeye gitmiş gibi görünüyor.

Eğer zaten tanrı bütün bunların böyle olacağını ezel ve ebed olan ilmiyle biliyor ise bu kadar tiyatroya ne gerek vardı değil mi? İnsana açık açık söyle gönder dünyaya. Yok önce cennete koy, elmayı göster ama yeme de? Meraklı Havva yesin , gariban edeme de yedirsin oradan dünyaya kovulsunlar, ayrı ayrı yerlere insinler birbirlerini arasınlar falan. Sonra üremeye başlasınlar ilk evrede kardeşler birbirleriyle evlenmek ve ilişkiye girmek zorunda kalarak zavallı ırkımız ensest ilişkilerin sonucunda çoğalsın. Sahi Havva o yasak elmayı hiç yemese idi bu kez tanrı ne yapacaktı? Eğer sonsuz ilmi ile yaptığı planda adem ve Havva'nın o yasak elmayı yemesi ve cennetten kovularak dünyada intihan edilmesi var ise o zaman o elmanın yenmesi özgür iradenin seçimi değildir ki? Bir planın sonucudur. Adem ve Havva da eğim aşağı bırakılan ve kütle çekimi sebebiyle yuvarlanmak zorunda olan ama yuvarlanınca da “ niye sabit durmuyorsun lan “ denilerek alt kümeye ( dünyaya ) düşürülen oyuncular oluyorlar. Bir de şu var; Hani babaların günahları evlatlara ödetilmezdi. Bize ne ademden Havva'dan. Belki ben olsam yemezdim elmayı kim bilebilir, denenmeden emin olunamaz ki. Benim asıl yerim olan cennet hakkım bana ait olmayan bir yasak ısırık nedeniyle elimden alınamaz ki.
Gerçi zaten hepsinden önce tanrı aslında bize sinyali veriyor bizim bedenimizi dünyadaki toprak ile yaratarak. Oradan anlamamız gerekiyor olacakları.

İMTİHANIN SONUCU

İmtihanın sonucunda iki şey gerçekleşiyor eğer imtihan kaybedilmişse cehennem adı verilen sonsuza tek devam eden ve kapısında zebanilerin nöbet tuttukları içerisi ateş dolu ve sınavı kaybedenlerin içerisine atıldığı sadece irin ve zakkum yenilebilen ve kaynar su içilebilen bir yere gönderiyorsunuz. Burada azap o kadar ağır ki buraya girenler “keşke toprak olsaydık da bugünleri görmeseydik” diyecekler çünkü bir taraftan etleri yanarken ve kül olurken diğer taraftan azabın devam edebilmesi için yeniden vücutlarında et yaratılıyor olacak. Bu işlem ve uygulama eğer o kişi tamamen kafir değilse günahları nispetinde uygulandıktan sonra bu kişiye cenneti alınacak eğer tamamen kafir olarak ölmüş ise sonsuza kadar hiç bitmeyen bir süreç boyunca her gün her dakika ve her saat bu uygulamaya maruz kalacak.
İkinci ihtimal de sınavı kazanmış olmamız ihtimalidir kısmen diğer ihtimale göre daha sevimli olmakla birlikte bana göre Hala çok sıkıcı olan bu ihtimal şu şekilde;
Cennetlik olduğumuzda cennetin kapısındaki güzel görevliler bizi içeri alıyorlar cennetin içerisinde altından ırmaklar akan Çardaklar bulunuyor biz bu Çardakların üzerinde bulunan minderlere yan yatar şekilde uzanıyoruz ve her bir Müslüman önünden geçen yahut gördüğü diğer Müslümana selam selam diye sesleniyor. Bu sahneden de anladığımız üzere çok mutluyuz ve birbirimize selam veriyoruz. Şarap nehirleri zemzem nehirleri ve süt nehirleri bulunuyor ne içmek istersek zaten nehirler boyunca akıyor eğer bir yemeği dilersek o altın tabakları içerisinde gökten önümüze iniyor eğer evlisek ve Eşimiz de cennetlik olmuşsa eşimiz de yanımızda bulunuyor cennette bulunan herkes en genç ve yakışıklı halinde oluyor kadınlarda en güzel şekliyle bulunuyor herkes aynı şekil ve şemal üzerine cennette bulunuyor. Etrafımızda bize hizmet eden bıyıkları yeni terlemiş yağız delikanlılar ve 70 kat elbise içerisinden kemiğinin ileri görünen temiz bakire huriler bulunuyor . Bu huriler göğüsleri yeni tomurcuklarmış kızlar olarak tarif ediliyorlar. biz bu hurilerin hepsiyle seks yapabiliyoruz hatta aldığımız zevk daha da fazla olsun diye her seferinde Allah tarafından yeniden bakire yapılıyorlar. Üzerimizde yeşil kaftanlar ve bileklerimizde altın ve gümüş takılar olduğu halde sonsuza kadar ne istersek önümüze geliyor ve çevremizdeki bütün hurilerle her gün seks yaparak Çardaklar da yatarak nehirlerden şarap su ve süt içerek sonsuza kadar sınava geçmiş olmanın huzuru içerisinde ödülümüzü alarak yatıyoruz.

CENNET VE CEHENNEM KAVRAMLARI

Yukarıda açıklanan cennet ve cehennem kavramları sizce nasıl duruyor yani bir an olsun lütfen herhangi bir dine mensup olmadığınızı düşünerek hatta bu dünyada yaşamadığınızı, uzaylı bir varlık olduğunuzu düşünerek insanların neler yaşadığını ve neler ile uğraştığını anlamaya çalıştığınızı hayal edin yani kendinizi değilde başka varlıkları araştırıyormuş gibi düşünerek bu iki kavramı beyninizde oturtmaya çalışın lütfen. İnanın ben yapıyorum ve oturmuyorlar yerlerine. En iyisinden başlarsak cennet dediğimiz yer göğüsleri yeni tomurcuklanmış olarak tarif edilen yani kendimize karşı yalan söylemeyi bırakıp dürüst olmaya başlarsak 13-14 yaş aralığındaki kızların bizim için hem hizmetçi hem de seks kölesi olarak bulunduğu yani sınavı kazanmamız nedeniyle tanrı tarafından zorunlu pedofiliye maruz bırakıldığımız ilginç bir yer. Sınavı kazandıktan sonra dünyada dört kadın ile sınırlanan cinsel ilişkide bulunma hakkımız Birden en azından 70 ( kuranda sayı yok, hadislerde çokça var ) sayısına çıkıyor bu dünyada yasak olan şarap içme hakkımız geri veriliyor hem fiziken hem de Tanrı’ya ibadet olarak çalışma zorunluluklarımız ortadan kaldırılıyor ve nehirlerden içecekler içerek Çardaklar da yan yatarak ve her daim hurilerle sevişerek sonsuza kadar yaşamamız isteniyor çünkü biz sınavı kazandık ve işte ödülümüz bu !

Kişisel olarak söylemem gerekirse bu cennet benim için maksimum bir hafta on gün süresi olan bir yer olabilir ancak. Sonrasında sıkılırım ve yapacak iş ararım. Şunu söylerim mesela ey tanrım beni burada mal gibi yatıracağına bana bir iş versen ve senin adına sonsuz evreninde çalışsam! Madem sınavı kazanmışım ve cehennemlik olan diğer gruplara göre üstün olduğumu da ispatlamışım ve yaratıcım da beni sevmiş o zaman yan gelip yatmak bana göre hem fuzuli israf hem de terbiyesizlik olur madem evren sonsuz bir yapı ise ben de yaratıcım adına bir görev olarak çalışmak isterim yan gelip yatmak yerine.

Cehennem kavramına bakacak olursak burada dünya hayatındaki ne zaman geleceği belli olmayan ölüme kadar geçen süre içerisindeki hatalarımızın bedelini burada ödüyoruz. Diyelim 40 yıl yaşadık vefat ettik yahut 100 yıl olsun cennet ve cehennem sonsuz kavramlar ama bizim imtihan edildiğimiz süre sonsuzun yanında bir hiç kadar değeri olmayan küçücük bir zamansal süre. Bazen 70 yıl ibadet ediyor ve doğru yolda oluyoruz ama nefsimiz ya da şeytan aklımızı çelebiliyor ve birden kafir oluyoruz ( ! ) arkasından da ölüm gelip bizi buluyor hayda geçmiş olsun ne oldu şimdi son bir günde ya da son bir yılda imtihanı kaybettik yani 70 yılımız boşa gitti ayrıca ne oldu biliyor musunuz, hiç bitmeyen bir süre boyunca sonsuza kadar cehennemde yanma cezası aldık bu kavramların üzerinde durma sebebim şu; sonlu bir süre içerisinde yapılan bir imtihanda ortaya çıkan başarı veya başarısızlığın karşılığı sonsuz bir süreç boyunca ödenebilir mi? Bunu dünya üzerinde kim yaparsa ona ya deli deriz ya da zalim başka hiçbir açıklaması olamaz. eğer birisi bunu cennet için yapacak olursa ona da müsrif ,aptal, hesabını kitabını bilmeyen kişi olarak bakarız.

İMTİHAN İÇİN YETERLİ DONE VERİLİYOR MU?

Peki madem imtihan ediliyoruz ve neticesinde pek de adil görünmesede bir ödül ya da ceza alıyoruz ve aldığımız ceza sonsuz olarak nitelendirilen evrende tehdit edildiğimiz en büyük ceza , o halde sınavın inanılmaz derecede sağlam , şüphe götürmeyen bir şekilde yapılması ve sınav için bize verilen hazırlık kaynaklarının da inanılmaz derecede iyi olması gerekiyor. Öyle değil mi?

Sahi nasıl kazanacağız biz bu sınavı, neden sorumluyuz, tanrı bize ne soruyor, bizden ne istiyor, neler yapmamız gerekiyor bunları çok iyi bilmemiz lazım çünkü önümüzde çok sıkıntılı bir ceza durumu var sınava kaybedersek sonsuza değin yanacağız.

Dört ayrı kuran mushafının bulunduğu ve kısmen aralarında farklılıkların olduğu akabinde Şiiler Sünniler ve Vahhabiler gibi farklı ana ekollerin bulunduğu bunların altında Hanefi, Şafii, Hambeli ve Maliki gibi en büyük mezhepler ve diğer bir sürü mezhebin bulunduğu akabinde yüzlerce tarikatın bulunduğu ve her birisinin bir yayın bir kaynak yazdığı ve ana kitabı kendisine göre yorumladığı bir dünyada tanrının bize ne söylediğini bulmaya çalışacağız. Peygamber adına uydurulan sahte hadisleri reddettiğinde kafir, mezhepleri reddettiğinde Mürted, bana anlattığınız tanrı da bir sorun görüyorum dediğinizde kafir olduğunuz herkesin dini kural ve kurumlarla ilgili kendisine göre ekol oluşturduğu ve diğerlerine yanlış yolda giden insanlar olarak nitelendirdiği bir sistem içerisinde yaşıyoruz. Ve işin garibi sorgulamak ve itiraz etmek yasak çünkü din teslimiyet dini, din akıl dini değil nakil dini! Sınav soru kitapçığı Arapça olarak indirilmiş ama biz Arapça bilmiyoruz türkçeye çevirenlerin bir kısmı araya ekleme yapmış bir kısmı kelimenin on ayrı anlamından herhangi birisini seçmiş, diğeri bazı ayetlerin hükmünün ortadan kalktığını iddia etmiş ,başkası başka bir şey yapmış ama hiç kimseyi Sorgulayamıyorsun. Tanrının benimle aynı dili konuşmayan soru kitapçığının ana çevirileri ile sınavı çözmeye çalıştığımda ise diğer alt kaynakları dikkate almadığım için muhakkak olarak sınavı kaybedeceğim yönünde telkinleri maruz kalıyorum , zira Kur’an Müslümanlığı olarak bilinen bu ekol neredeyse başka bir dine mensup olmaktan çok daha tehlikeli görülüyor , alt kaynakları kabul edecek olursam benim önüme insansı bir tanrı, cani ve kadın düşkünü pedofili bir peygamber koyuyorlar. Netice olarak kime inanacağımı neye inanacağımı hangi kaynağa güveneceğimi bilemediğim bir durum içerisinde imtihan oluyorum ve sonsuz azapla karşı karşıyayım.

SONLU İMTİHANA KARŞIN SONSUZ CEZA ADALETLİ Mİ?

Peki sonlu bir imtihan sürecindeki küçücük bir kusurumuz ( Tanrının kudretine nispeten ) nedeniyle hiç bitmeyen bir süre boyunca sonsuza değin yanmak ne kadar adaletli ya da sonsuza değin cennette olmak ne kadar adaletli. Bir kere yapılan sınavla verilen karşılığın orantısız olduğu bir gerçek ikinci olarak ise cennete gidenler ve cehenneme gidenler arasındaki bu adaletsizlik bir uçurum oluşturuyor yani küçücük bir kusuru nedeniyle ( yaratıcının sonsuz mülkü ve sonsuz zaman kavramları karşısında küçücük olduğunu söylediğim kusurlar) cehenneme giden arkadaşımızdan bizi ( cennetlikleri )ayıran nedir. Şimdilerde iletişim araçlarının çoğalması ve teknolojinin gelişmesi nedeniyle görece olarak bilgiye daha kısa sürede ulaştığımız bir dönemdeyiz ancak bundan 100 yıl ve daha öncesi tarihleri düşündüğümüzde insanların hiç görmedikleri bir Allah tarafından hiç görmedikleri bir peygambere gönderildiği iddia olundan dilinin Arapça olması nedeniyle okuyamadıkları Bir kitabı reddetmeleri nedeniyle sorumlu tutulmaları ne kadar adaletli! Kitabın gönderildiği dili konuşan insanların diğerlerine göre kazançlı olmaları adaletsizlik oluşturmuyor mu? Bu örnekler uzayıp gidiyor eğer kıvırmak istersek cevaplarda uzayıp gidiyor mesela mülkün Allah’ın olması nedeniyle istediğini istediği kadar verebileceği, herkese kendisini bulacak kadar akıl verdiği, bu nedenle İslam toplumu olarak yaratmış olduğu insanlara vermiş olduğu ekstra ihsanın diğerleri tarafından sorgulamayacağı, ilahi mesajın henüz iletilemediği kişilerin imtihandan sorumlu olmayacağı... vs vs.

İMTİHANIN GETİRİSİ-GÖTÜRÜSÜ

Bir imtihan süreci var kazanıyor ve kaybediyoruz karşılığında ödüller ve cezalar alıyoruz. ödüller ve cezaların hepsi de fiziksel ödüller ve fiziksel cezalar yani burada Tanrı’ya iyi bir kul olduğumuzda öbür tarafta bize enerji yahut ışık katından bir bilgi ya da hediye verilmiyor yine aynı şekilde etten ve taştan örülü bir hayal dünyasında ödüllendiriyoruz . Haramlara kaymayarak sabrettiğimizde, aynı ete ve kemiğe sahip olan hurilerle ,alkol içmediğimizde cennetteki şarap nehirleriyle ödüllendiriliyor sınavı geçemediğimizde ise bu dünyada canımızı en çok yakan ateşle tehtit ediliyoruz. Ölüm ve yeniden yaratılış pasajılarına baktığımızda ise yeniden yaratılacak olan dünyanın tıpkı şu anki dünya gibi kütlesi olan bir şekilde yaratılacağını zaten anlıyoruz. Yani istekler fiziki olduğu gibi karşılığındaki ceza ve ödüllerde aynı şekilde fiziki dünyada karşılığını buluyor bu dünya tamamen öte dünya olmayabilir ancak orada da aynı bu şekilde basabileceğimiz bir yer yüzü kendisiyle yatabileceğimiz huriler ve içebileceğimiz şaraplar var.
Her şey iyi güzelde bunun Tanrı’ya ve sınava tabi tuttuğu biz insanlara faydası ne? yani bu işin getirisi götürüsü ne? Amiyane tabir ile eee ne anladık biz bu işten?

İnsanları imtihan etmenin insanlar açısından ve tanrı açısından birden fazla dezavantajı bulunuyor, tanrı açısından bakacak olursak bir canlı yaratıyorsun ve ona secde etmedi diye şeytanı ( İblisi ) makamından kovuyorsun sonra bu kovulan şeytan seninle restleşmeye giriyor ve diyor ki “bana mühlet ver işte o zaman secde etmemi emrettiğin o insanların çoğunu senin yolunda bulamayacaksın diyor” Sen de tanrı olarak haydi sen mühlet verilenlerdensin diyorsun ve büyük bir restleşmeye giriyorsun. Yani insan üzerinden oynanan bu oyunda Allah nefsine ve şeytana rağmen insanın kendisine yöneleceğine ve kendisini bulacağına o kadar güveniyor ki şeytanla restleşebiliyor.

Peki sonuç; Şeytan açık ara önde. Nasıl mı? Geçmiş tarihleri hiç saymayalım günümüz üzerinden kısa bir hesap yapalım 8 milyar insan var bunun sadece bir buçuk milyarı Müslüman bunlar birbirlerine neredeyse kafir ilan eden 3-4 tane ana kola ayrılıyorlar bu kollardan her birisi diğerini yozlaşmış ve yanlış öğretiler üzerine kurulmuş bir İslam’a uyumakla yaftalıyor dolayısıyla bir kere altı buçuk milyar insan direk cehennemlik , geriye kalan 1,5 milyar Müslümanın da kısa bir hesaplama ile en fazla 500 milyon nüfusa sahip olan kesimi doğru İslam’a inanıyordur. bunlardan sadece inanmak yetmiyor uygulayabilen %20 olsa 100 milyon Müslüman şu an cennetlik demektir. Bu da tanrının başarı ortalamasının 1/80 olduğu anlamına gelir. Şeytanın ise tam tersi. Bu nasıl restleşme bu nasıl bir mağlubiyet. Tanrı açısından... Ha eğer sadece kelime-i şehadet getirmek yani ‘ la ilahe illallah, muhammedurrasulüllah ‘ demek cennete girmek için yeter diyerek tanrıya dirsek vermek isterseniz başarı ortalaması yükselir elbette. Ama bu kez de kelime-i şehadet getiren ama tecavüz, istismar, cinayet... vs her boku yiyen bir Müslümanın bir süre cezasını çektikten sonra cennete gideceğini iddia etmiş ve hiçbir bok yemeyen saf temiz bir insanın sadece kelime-i şehadet getirmedi diye cehenneme gideceğini ve bir önceki lanet insandan daha aşağılık olacağını kabul etmiş olursunuz ki bence bu durum izahı mümkün olmayan bir çelişki oluşturur.

Bir varlık yaratıyorsunuz ,buna karar veriyorsunuz ve zaten sizin için çalışan ve size tam itaat eden melekler galeyana geliyorlar ve diyorlar ki “yine yeryüzünde bozgunculuk yapacak ve kan dökecek bir varlık mı yaratacaksın biz sana yetmiyor muyuz Ey abimiz?”. Sen de tanrı olarak diyorsun ki “ben sizin bilmediklerinizi bilirim.” Sonra bu varlığı yaratıyorsunuz ve meleklere ve onların başındaki İblis isimli üstün melek yöneticisi varlığa Bu yaratılan insana secde etme emri veriyorsunuz ilginçtir melekler emri yerine getiriyorlar ancak melekleri yöneten kişi yani İblis karşı çıkıyor üstelik gayet mantıklı bir gerekçeyle. Gerekçe: “ Hiyerarşi”.

Şeytan kendisinin ateşten yaratıldığı ve insanın da topraktan yaratıldı gerçeğini bildiği için kendisinin daha üstün bir maddeden yaratılması sebebiyle insana secde etmeyeceğini söylüyor ve bu nedenle tanrı katından ve görevinden kovuluyor birden yüceler yücesi bir varlık iken en alt seviyede bütün evrenin ve yaratılmışın düşmanı haline dönüyor. Yani insanı yaratmak tanrı için tanrı katında çok ama çok önemli gelişmelere neden oluyor sistemi bozuyoruz tanrı bizi yaratarak hem büyük bir risk alıyor hem de mevcut düzeninde bir sapmaya neden oluyor demek ki çok önemli ve bize çok güveniyor öyle olmasa İblis ile bizim üzerimizden restleşmeye girmezdi sanırım. Neticede dönüp dünyaya baktığınızda her devir ve her zamanda İblisin açık ara yarışmayı önde götürdüğünü ve gerçekten insanların çoğunu tanrının buyruğundan kopardığını görüyoruz. İnsana yarattığı an, şeytan ile restleşirken , ‘ben sizin bilmediklerinizi bilirim’ diyen tanrı bizimle ilgili ne biliyordu acaba? ne biliyor ise biz henüz hala onu bilemiyoruz ve öyle bir yaratılış sırrı da bulamıyoruz kendimizde.

Yok efendim insan yaratılmışların en şereflisiymiş yok imtihan için yaratılmışız , efendim biz olmasaymışız, Allah'ın bazı isimleri varlık aleminde tecelli edemezmiş falan filan...

Eğer yaratılmışların en şereflisi isek vay bizi yaratan tanrının ve onun evreninin haline gerçekten nasıl bir kabus içerisinde olduğunu sadece biz en şerefli varlıkların yönettiği dünyaya bakarak anlayabiliriz. eğer imtihan için yaratıldığımızı düşünüyorsak Tanrı’nın çok başarısız bir imtihan süreci başlattığını ve kesinlikle ve kesinlikle şeytana karşı yapmış olduğu blöfün altında kaldığını söyleyebiliriz, Bir bakar mısınız insanlık tarihine; kan dökmekten, vahşetten, öldürmekten, tecavüz etmekten, yağmalamaktan ve sadece lanet olası midesini doldurmaya çalışmak ve bitmeyen cinsel açlığını tatmin etmeye çalışmak dışında bir şey yaptığını görebiliyor musunuz insanlığın? Son olarak ta, eğer biz olmadan tanrının bazı isimleri varlık aleminde tecelli edemiyorsa o halde sonsuz mutlak ve Kadir bir yaratıcıdan bahsedemeyeceğimizi üzülerek söylemek istiyorum belki bize muhtaç olmayabilir ama bizim yaratılmamız onun için ve isimlerinin tecelli edebilmesi için bir zorunluluk ise o halde henüz mutlak kadir ve her şeye gücü yeten bir tanrı değildir sadece sonsuz güç olmaya çalışan Ama hala öyle olmayan bir varlık demektir. Bu gerçeği kabul etmek ise dinsel kaynakların bize söylediği tanrı kavramını yerle bir eder.

Şimdi imtihan işleminin Tanrı açısından getirisi ve götürüsünü kısmen inceledikten sonra bir de imtihan edilen bizler açısından getirisi ve götürüsü üzerine biraz düşünelim.

Yaratıcımız bizi yaratırken ve imtihan sürecine sokarken ‘Galu bela’ denilen yerde bizim ruhlarımızı toplayarak bize ana soruyu sorduğunu ve bizden bir sağlam söz aldığını iddia ediyor. Bize “ Ben sizin Rabbiniz değil miyim” dediğini ve bizim de “ evet sen bizim Rabbimizsin” dediğimizi iddia ediyor. Bu yaşanan hadise bize daha sonra unutturuluyor çünkü bizim sınava tabi tutulmamız gerekiyor ama sınavın sonunda imtihan kağıtları yani amel defteri okunurken yaratıcı bu gerçeği bizim yüzümüze vuracak ve bize diyecek ki ben sizden zamanında sağlam bir söz almıştım ve sizde beni rab olarak kabul etmiştiniz ve dünyanın emanetini kabul etmiştiniz diyecek. Ama biz bu verdiğimiz sözü hatırlamıyoruz yani sınavı kabul ettiğimizi bir türlü hatırlayamıyoruz ama ilginç bir şekilde bizi sınav yapan kişi hayır ben size sordum sizde kabul ettiniz dolayısıyla bu sınav gönül rızasıyla yapılan bir sınavdır diyor.

Peki kısa bir süreç içerisinde yapmış olduğum hata nedeniyle sonsuza kadar yanmakla tehtit edildiğim bu sınava giriş için söz verdiğimi hatırlamamak kadar saçma bir şey olabilir mi? Bu kadar tehlikeli bir işe kalkıştığımı hatırlamıyorum ama birileri bana sen evet dedin o nedenle sınav oluyorsun diyor bir kere sınava başvuru için rızamın bulunup bulunmadığı hususunun netleştirilememiş olması Bu sınavı baştan itibaren geçersiz yapıyor. Eğer insan dünyadaki her şeyi beynindeki nöronlar ile algılayarak ve beş duyu organının kendisine gönderdiği iletileri yorumlayarak anlıyor ve anlamlandırıyor ise, deliler yani akli melekeleri yerinde olmayanlar sınavdan muaf tutuluyorlar, çocuklar akli melekeleri tam olgunlaşana kadar sınavdan muaf tutuluyorlar ise buradan şu anlam çıkıyor ; insan beyninin algılama yeteneğinin tam olarak gelişmediği süreç içerisinde tanrı bizi imtihan etmediğini söylüyor. O halde akli melekelerimizin tam olarak yerinde olduğunu düşündüğümüz dönem içerisinde hiç hatırlamadığımız herhangi bir şeyden tanrı bizi nasıl sorumlu tutabiliyor sizce bu adaletli mi?

Tanrı’yı göremiyorum peygamberi 1400 yıl önce dünyaya veda etmiş onu da göremiyorum bahsedilen mucizelerden hiç birisini görmedim ve şahit olmadım sınav kitapçığı yabancı bir dilde bana gönderildi sadece çevirisi ile soruları cevaplamam yasakladı ve Bu tanrı beynimin ve nöronlarımın alamadığı ve algılayamadığı bir yığın bilgiyle beni imtihan ettiğini söylüyor. iyide ben anlayamıyorum ve algılayamıyorum göremiyorum Bir kişi bile bana ne Tanrı’yı ne cenneti ne de cehennemi gösterebiliyor ,şeytanı da gösterebilen yok. Bu kadar belirsizlik içerisinde imtihan edilmek imtihana maruz bırakılan insan için çok büyük bir risktir. evet bir tarafta cennet olabilir ama %50 ihtimalle diğer tarafta bunun karşılığı cehennem olarak bulunuyor o nedenle bu risk insan için alınabilir bir risk boyutunda bulunmuyor eğer Tanrı bize gerçeği söylemiş olsaydı bütün doneleri ayrıntısıyla söylemiş olsaydı hiç kimse bu imtihanı kabul etmezdi ya da aklı olan hiç kimse, eğer gerçekten bu imtihanı kabul ettiysek ya imtihan edilebilecek kadar zeka seviyemiz yok demektir ki bu durumda sorumluluğumuz da olamaz , ya da birileri bize bir şeyleri eksik söyledi demektir.

TANRININ KATI FELSEFESİ

İkinci boyutun varlıkları üçüncü boyuttaki yaşamı ve yaşam şeklini algılayamıyorlar biz üçüncü boyutun varlıkları ise bir sonraki boyut olan dördüncü boyutun nasıl işlediğini anlayamıyoruz yani algılayamıyoruz bir başka husus ise zaman ve mekan kavramları içerisine hapsolmuş canlılardan olan insan bu kavramların dışında herhangi bir yer ve herhangi bir yaşam şekli hayal edemiyor, orada işlerin nasıl yürüdüğünü bir türlü algılayamıyor.
Ama bizim Tanrımıza bakacak olursak; zamandan ve mekandan münezzeh olduğunu biliyoruz, kendisi doğmadı ve doğrulmadı, O her şeyi biliyor her şeyden önce o vardı, Her şeye gücü yeten çok merhametli ve kullarını çok seven ,bizim tekamül seviyesine ulaşmamızı ve olgunlaşmamızı isteyen bu nedenle bizi hep affeden ulu, yüceler yücesi bir tanrımız var. Böyle bir tanrının İblis denilen varlıkla böyle bir restleşmeye girebileceğini ve haydi girdiğini kabul edelim, bütün her şeyi önceden bilen, evrenin bilgisine sahip, varlık aleminin sonuna kadar olacak olan her şeyi bilen yüce yaratıcının kaybedeceğini bile bile bu restleşmeye girdiğini kabul edecek olursak gerçekten kafatasımızı açıp beynimize bir kenara koyup yola devam etmemiz gerekiyor. Eğer tanrı yukarıda saydığım özelliklere sahipse bizi imtihan etmez, edemez, etmeyecektir. Bir an olsun belki algılamakta zorlanacağız ama zamandan ve mekandan münezzeh olan o tanrının katından olaylara bir bakalım ne kadar mantıklı duruyor fayda maliyet hesabı yaptığımızda Tanrı’ya ne kazandırıyor tanrı kurulu düzenin de insan gibi bir hoyrat varlığı yaratarak neden risk alıyor ve neden bu varlığı imtihan etme ihtiyacı hissediyor. 

İmtihan kavramında şöyle bir durum söz konusudur bir varlık bu insan olsun hayvan olsun ya da başka bir canlı olsun fark etmez ancak kendisi bir üst göreve aday olduğunda yahutta kendisine daha üst bir görev verileceği zaman imtihan edilir. Bu imtihanda da kendisine öğretilen bilgilerle sınanır. Eğer bu sınavı geçemez ise, kişi olduğu pozisyonda bırakılır ve belirli bir süre sonrasına sınav tekrar edilir ( reenkarnasyon) . Eğer bir varlık sınavdan sonra bir üst göreve atanmıyorsa sınav bittikten sonra cennete gidip sonsuza kadar yan gelip yatacaksa burada bir imtihandan değil bir durum tespitinden bahsedilebilir zira bu varlık bırakınız üst göreve geçmeyi tamamen pasif göreve geçiriliyor yani tersine bir işlem var gibi görünüyor başarılı olanlar tamamen pasifize ediliyorlar ve sonsuza kadar cennette hiçbir şey yapmadan yatmak zorunda bırakılıyorlar.
Sormak gerekmez mi ey tanrım son gönderdiğin dine inanmak bu kadar önemli mi? Gönderdiğin dinde koyduğum kurallar bu kadar önemli mi? Beni sonsuza kadar cayır cayır yakacak kadar önemli olan şey ne? Hani çok rahmetliydin çok acıyandın, kullarını yani bizleri çok seviyordun, bizim sınavı kazanmamızı ve tekamüle ulaşmamızı istiyordun, madem bu kadar merhametliysen neden yeterli doneleri ve yeterli bilgileri vermeden bazı şeyleri bize unutturarak araya şeytan ve nefis gibi ekstra zorluklar koyarak bizi Anlamadığımız ve bildiğimiz dilde yazılmayan bir kitapla imtihan ederek sonsuza kadar cayır cayır yakmakla tehdit ediyorsun. Bizi bu kadar mı sevmiyorsun? Madem merhametliysen bizi hiç sınav yapmasaydın ne kaybederdin?. sonuçta bütün evren senin değil mi bizim kalplerimizi biraz daha iyiliğe ve sevaplara yatkın yaratsaydın ne kaybederdin? bizi öldürmekten nefret eden sevgi dolu varlıklar olarak yaratsaydın koskoca mülkünden ne eksilirdi? Bize neden bunu yapıyorsun? cehennemi hiç yaratmaya bilirdin, dünyadaki depremler acılar, açlıklar bunları oluşturmayabilirdin. Ölümlere tecavüzlere cinayetlere savaşlara izin vermeyebilirdin. Bizi tekamül ettirmek istiyorsan bunu ağrısız acısız da yapabilirdin. Belki her şeyden önce farklı bir evren, her şeyin mükemmel olduğu ve mükemmel bir nizâmın olduğu bir sistem de yaratabilirdin. Ama yapmadın değil mi, merhameti azabının üstünde olan Ve kullarını çok seven bir tanrı olarak yukarıdaki söylediklerimi yapmadın, daha iyisini yapabilecekken daha kötüsünü yaptın, hiç azap etmeyebilecekken insanın kalbini titreten bir cehennem yarattın, bizi kahrolası acının ölümün ve savaşların içerisinde yarattın, hiç Anlamadığımız bilgilerle yabancı kaynaklarla bizi imtihan olmak zorunda bıraktın ,bizi daha önce imtihanı kabul ettiğimize ikna etmeye çalışıyorsun ama hatırlamıyoruz bile.

Hey tanrım eğer gerçekten bu yazıtlar seninse ve bu sistemi sen kurdu isen sanırım hiçte tapınılacak bir varlık değilsin zira kalbinde merhametten eser yok ve öldürülürken çığlıklarımızı boğazlanırken göğe kalkmış ellerimizi görüyorsun tecavüz edilirken bir Çocuğun çığlıklarını işitiyorsun ama sadece ve sadece izliyorsun gerçekten bunu ne kalbim ne de beynim almıyor eğer bizi çok sevdiğini söylüyorsan ya biz sevgiden anlamıyoruz ya da sen nasıl sevileceğiyle ilgili henüz yeteri kadar tecrübe edinmemişsin. Yarattığın bizlere bir bak sevdiğimiz için kurşunların karşısına geçiyoruz siper oluyoruz onlar için ölüyoruz bütün varlığımızı onlar için harcıyoruz onların tırnağına taş değdiğinde bizim kalbimize hançer saplanıyor, işte biz böyle seviyor ve koruyoruz sevdiğimizi eğer gerçekten seversek. ama sen sadece izliyorsun bizi. üstelik bütün kötülüklerin kaynağının senin yarattığım dünya ve senin yarattığın varlıklar olduğunu bile bile. yani her şeyin kaynağının ve sebebinin yine sen olduğunu bile bile bizim acılar çekmemizi izliyor ve bize bizi çok sevdiğini söylüyorsun.

ROBOT ÖRNEKLEMESİ

Durumu anlayabilmemiz için kendimize bir tanrı gibi düşünerek bu senaryoyu yeniden yazalım eğer bize mantıklı geliyorsa doğru olduğunu düşüneceğiz. Biz üstün yetenekleri olan ve mükemmel robotlar üretebilen bir bilim adamıyız, elimizde her türlü madde var yeteneklerimizin sınırı yok ve fabrikamız var!
Robotları çok iyi bir metalden üretme imkanımız varken kırılabilen döküle bilen ve çürüyebilen metallerden üretmeyi tercih ediyoruz. Robotları direk olması gereken optimal boy ve ağırlıkta üretme imkanımız varken bunu tercih etmiyor ve diğer robotun içinde minik bir robot olarak üretiyor sonra eziyetli işlemlerle büyümesini ve olması gereken hale gelmesini istiyoruz. Her bir robotun mükemmel zeka seviyesinde üretme imkanımız varken serbest üretim şeklinde her bir robota ne kadar zeka/ bilinç düştüğünü hesap etmeden seri üretim yapıyoruz, Bu nedenle arada olması gerekmeyen vücut özelliklerine sahip robotlar üretildiği gibi olması gerekenden çok az bilinç seviyesine ait robotlar da üretiyoruz. Bu robotların yaşaması için mükemmel olanaklar sunma imkanımız varken her an her yerde ölüm tehlikesi olan bir alan içerisinde yaşamak zorunda bırakıyoruz. Sonuçta bu robotların beyinlerini biz programladığımız için her şeyi en güzel şekliyle dizayn edebilecekken bu robotlara sevgi, aşk ,nefret ,intikam ,öldürme isteği ,şehvet gibi Bir sürü sıkıntılı duygu yükleyip o şekilde birbirlerine zarar verme izni de vererek söylediğimiz alanda yaşamaya gönderiyoruz. Akabinde ise sistemin sonuna kadar üreteceğimiz tüm bu varlıkların dijital beyinlerini bilgisayar ortamında topluyor ve onlara sizi biz üretiyoruz ve imtihan edeceğiz diye söylüyoruz, zaten yazılımı biz yazdığımız için bize itiraz edemiyor, “evet anladım kabul ettim” diyorlar. Ama arkasından bu bilgiyi hemencik beyninden siliyoruz ki hatırlayamasın.

Sonra üretime başlıyoruz önce iki robot üretiyor diğerlerini bu robotlardan çoğaltıyoruz. Ana fabrika boş duruyor istesek milyonlarcasını aynı fabrikada üretebilecekken biz bu yolu tercih ediyoruz. Robotların bize karışma hakkı yok nede olsa, yazılım bizim, fabrika bizim. Biz mükemmeliz , her şeyin en iyisini biliriz, biz en iyi fabrikayız ve yaptığımız her Robotun yaşamının sonuna kadar ne yapabileceğini zaten biliyoruz çünkü programı biz yazdık bizden izinsiz ve bizim bilgimiz dışında hiçbir şey yapamaz. İlk robotu diğer robotlarla konuşmak için elçi olarak seçiyoruz canımız böyle istiyor istesek hepsiyle aynı anda konuşabiliriz ama konuşmuyoruz sadece bir robotla konuşuyoruz oda diğerlerine üreticinin mesajını söylüyor. Bir müddet işler yolunda gidiyor gibi devam ederken birden robotlardan biri diğerini hunharca parçalayarak öldürüyor. Bu bizim için sürpriz olmuyor biz zaten böyle olacağını biliyoruz her şeyi biz programladık izlemeye devam ediyoruz robotlar çoğalıyorlar çoğalıyorlar arada tehlikelere maruz kalıyor ölüyorlar yenilerini üretiyoruz üretimi teşvik etmek için bu robotların beynine haz duygusu ekliyoruz ve üretim onlara zevkli gelmeye başlıyor bunun ismine seks diyorlar ve bu şekilde üretmeye devam ediyorlar.

Gün geliyor robotlar o kadar çoğalıyor ki 300 500 tane ayrı dil konuşuyorlar onlar için belirlediğimiz alanın her tarafına yayılıyorlar yine iletişim kurmamız gerekiyor biz de bu dillerden bir tanesini konuşan ve bize göre en üstün yetenekli olan en temiz ve saf robotu diğerleriyle konuşmak için seçiyoruz ve o robota diyoruz ki “biz bir kural silsilesi belirledik bu kurala göre yaşamanız gerekiyor öncelikle sen bu kurala göre yaşayacaksın diğer herkese de bunu öğreteceksin “diyoruz. İstesek kurallar silsilesini tek seferde ilham ederiz, ya da yazılı şekilde veririz, ama bu yolu tercih etmiyoruz, sindire sindire öğrensinler diye Yavaş yavaş söylüyoruz söyleyeceklerimizi ayrıca yazılı olarak da söylemiyoruz rüyasında yahutta göremeyeceği bir ses veya frekans olarak kendisine iletiyoruz oda bunu diğer robotlara iletiyor. Diğer robotlar karşı çıkıyorlar bizim elçi robotumuzdan delil istiyorlar zaten bunu isteyeceklerini biliyoruz ama vermiyoruz hayır diyoruz size delil bile versek inanmazsınız, Daha önce gönderdiğimiz elçi robotlara delil verdik de ne oldu inkar ettiniz diyoruz. Elçi robota kurallarımıza diğer robotlara anlatmasını söylüyoruz ama bizim robotumuzun bilmediği ama diğer robotların konuştuğu 500 tane dil var hepsinden sorumlu tutuyoruz ve biz o robotu bütün her yerdeki diğer robotların mesaj ileticisi olarak belirliyoruz nasıl iletirse iletsin tercüme yapılabilir dil değiştirilebilir. Bu robotların hepsinin aynı dili konuşmasını sağlama yeteneğimiz varken yapmıyoruz ayrıca bu robotların hepsinin tek bir ırk olarak yaşamasını sağlama yeteneğimiz varken yine yapmıyoruz. Robotların yüzlerce değişik küçük grup halinde yaşamasına izin veriyoruz daha doğrusu böyle olacağını en başındaki programda zaten biliyoruz ve bizim elçimiz bizim verdiğimiz kurallar kitabını diğer robotlara anlatmaya çalışırken bir sürü savaş çıkıyor ve milyonlarca robot sadece ve sadece bizim mesaj verdiğimiz kişinin mesajını taşıma eylemi ve devamındaki değişmeler nedeniyle yok oluyorlar ama biz buna hiç gocunmuyoruz çünkü biz böyle olsun istedik biz mesajımızı bu şekilde iletmeyi tercih ediyoruz oysa mesajı doğrudan bütün robotların beynine göndersek kimse kimseyle kavga etmez hiç kimsede ölmezdi ama bir bildiğimiz var çünkü biz en iyi bilen ve her şeyi mükemmel yapan fabrikanın sahibiyiz.

Bir süre sonra robotları kontrol edemiyoruz ve hiçbir robot bizim sözümüzü dinlemiyor mesaj getiren robotu ya öldürüyorlar ya asıyorlar ya da hiç dinlemiyorlar biz de fabrika kurucusu yüksek mühendis olarak bütün robotların bulunduğu yeri su ile doldurarak bütün robotların paslanarak ölmesini sağlıyoruz. Birkaç kez daha bu robotların bölgesel isyanları ve kural tanımaz tavırları nedeniyle toplu olarak robotların üzerinden silindirle geçiyoruz ve yok ediyoruz çünkü biz mükemmel nizam ve düzen sahibi her şeyi en iyi bilen ve evrendeki en iyi fabrikanın sahibiz.

Gelelim mesajın içeriğine mesajımız şu: “ hatırlamasanız da sizden zamanında söz almıştık ve bu yerde imtihan edilmeyi Kabul ederek sizin bizim tarafımızdan fabrikada üretildiğinizi kabul etmiştiniz bize günde beş kez ellerinizi havaya kaldırarak ve diz çökerek itaat edeceksiniz bizi tanıyacaksınız ve bizim için hep iyi niyet dualar edeceksiniz kendi acizliğinizi bize göstereceksiniz biz her şey ve herkes için en büyüğüz, bizden önce başka fabrika yoktu bizden sonra da olmayacak bu fabrika birisi tarafından kurulmadı , zaten her zaman vardı sizden istediğimiz şey bize sonsuz saygı ve sadakat ile piliniz bitene kadar bize dua etmeniz ve bu mesajı diğer bütün robotlara yayabilmek için ordular toplayarak diğer robot kabileleri ile savaşmanız. Sizin için bir takım kurallar belirledik bazı zamanlar aç kalacak bazı zamanlar sizde bulunan belirli ihtiyaç parçalarından belirlediğimiz yerlere vereceksiniz bunları tastamam yaptığınızda ve bizim büyüklüğümüz’ü ve mesajı ileten kişinin bizim tarafınızdan gönderildiğini kabul ettiğinizde sizi sonsuza kadar hiç pilinizin bitmeyeceği Ve paslanmayacağınız sonsuza kadar en mükemmel şekilde bulunacağınız bir yerde ödüllendireceğiz, eğer bu sınavı kaybederseniz sizi binlerce santigrat derece sıcaklık bulunan ve cehennem ismini verdiğim bir yerde sonsuza kadar ısıtacağım ve yakacağım”

Sizce yukarıdaki fabrikanın kurucu mühendisi ve fabrikanın kendisi ne kadar mantıklı bir iş yapıyor, bu işten kazancı ne? Eğer bütün robotların bir sistem üzerine çalışmasını istiyorsa bunu baştan programlayabilirdi, bu kadar zor ve saçma bir yolu bu mühendis neden seçiyor? ayrıca robotlar neden başka başka diller konuşacak şekilde programlanmış veya neden bu mesaj doğrudan bütün robotlara değilde tek bir robota gönderilerek diğer robotlar için hem imtihan hem de süreç zorlaştırıyor. Fabrikanın kurucusunun amacı üzüm yemek mi yoksa bağcıyı dövmek mi bunu tespit edebiliyor musunuz eğer yukarıdaki fabrika üretim sistemi size mantıklı geliyorsa bir şey diyemeyeceğim ancak mantıklı gelmiyorsa o halde bizi ürettiğini iddia ettiğimiz fabrika ile ilgili ciddi bir sorgulama yapmamız gerektiğini düşünüyorum zira ya yaratılış amacımızdan hiçbir zaman haberimiz yok ya da çok yanlış bir programlama sistemi ile programlanıyoruz ve fabrikanın üretim hatlarında ciddi bir sorun var demektir. 

SONUÇ

Tanrının esasında insana ihtiyacının olmaması gerekirdi, hele hele onu imtihan etme zahmetine hiç girmemesi gerekirdi, bir yaratım ve üretim, ya kendi ihtiyacımızdan yada zahir bir ihtiyaçtan hasıl olur. Tanrı mutlak kadirse bizi yaratmak onun için bir israf olmalıydı. Bir varlığı yani bizi imtihan etmesi Tanrının yarattığı bilinçlerin ona ve kurallarına tabi olup olmayacağının test edilmesi, evrende birilerine, yada kendine henüz ispatlamaya çalıştığı bir şeyler olduğunu, Tanrının mutlak kadir olmadığını gösterir. Tanrı için bu ispat eylemi büyük bir risk doğurur, insanlar sınavı kaybederlerse, tanrı hem evrene karşı kendisinin hala eksik olduğunu, bir varlığa özgür irade verdiğinde hala kendisine başkaldırabildiğini tescil ederek kendi ayaklarına sıkar itibar kaybeder, hem de bu uyumsuz varlıkları sonsuz cezalandırmak için bir emek ve güç sarf etmek zorunda kalarak bir de evrende bu kahrolası varlıklara cehennem gibi bir yer ayırarak elindeki atomları gereksiz bir işte sabit tutmak zorunda kalır. Tam tersi durumda da cennet gibi bir yerde bu ulu ruhları toplayarak yan gelip yatırmak gibi bir israfa girerek yine cenneti oluşturan atomlarını orada sabit tutmak zorunda kalarak nihayetinde ve total hesapta israfa giden bir eylem icra etmiş olur. Sabit tutmak derken; yani hayal edilen şey hiç kıpırdamayan , hep orada duran bir cennet ve cehennem figürü. Oysa evrende en küçük atomdan en büyük galaksilere kadar hareket etmeden bir saniye bile sabit duran bir şey yok ki ! Tanrı insansı özellikler barındıramaz, Biz insanların acizlik olarak gördüğü kızma ve ölçüsüz ceza verme ya da öç alma gibi eylem ve duygularla işi olamaz, Toplu helaklar ,beceriksizliğini halının altına süpürmek, ya da başkalarına mal etmek anlamına geleceğinden böyle bir acziyet gösteremez. Sonsuz evreninde ne iş ne de işçi ihtiyacı bitmeyeceğinden bizi cennette yan gelip yatıramaz, Kendi beceriksizliğini , ürettiği et bedenleri sonsuza kadar yakarak kapatamaz. Böyle bir tanrıya inanıyorsanız işte bu gerçekten mitolojinin ta kendisi. İnsansı tanrı tam olarak bu işte. Gerçeği bulmak istiyorsanız bu birinci basamaktı, yol uzun ve yokuşlar gerçekten sarp.....

DUYUSAL TANRI

Yazan: Gerçeği Arayan Adam
GAA, din, islamiyet, Duyusal tanrı, Yarattıklarına dokunamayan tanrı, Tanrı felsefesi, Cenet cehennem, İlgisiz tanrı, İnsanoğlu, İnsan ve tanrı, Ahiret, Allah var mı?,

YARATTIKLARINA DOKUNAMAYAN TANRI


Ey tanrım, sana bakıyorum, seni arıyorum. Doğduğumda kulağıma senin adın okundu, 34 yaşındayım, günde beş vakitte adın okundu minarelerden. Yıllardır sana beş vakit ve daha fazlalarıyla ibadet ettim, ne kaybettiysem senden istedim, neye ulaşmak istediysem sana müracaat ettim. Hayatımızın her yerinde ama her yerinde sen varsın. senin adının geçmediği bir saat bile yok. öyle ki Neredeyse senin yasakladığın günahlara bile senin adını anarak başlayacağız. Şaşırdığında Allah Allah... diyen, üzüldüğünde iç çekerken Allahhhh.... diyen , sevindiğinde yerinden fırlarken Allahhh... diyen. Yemeğe başlarken, her işe başlarken bismillah diyen, bir işe niyetlendiğinde biiznillah diyen , överken maşallah diyen, isterken inşallah diyen bir toplumda yaşıyoruz. İsimlerimiz Abdullah, esadullah, ubeydullah, emrullah, seyfullah...

Sanki etrafta olan her şeyin ve herkesin %49 u sensin gibi. Sanki hayatlarımızı, bedenlerimizi ve bütün her şeyi çevrelemiş gibisin. Ama öyle olmadığını sende biliyorsun değil mi? Yapma; ezel ve ebed olan sonsuz ilminle zaten her şeyi biliyorsun değil mi? Sahi hoşlanıyor musun yaşamlarımızdan? ,sana karşı duyduğumuz iki yüzlü ve sahte saygı senin takdirini kazanıyor mu?. Azap ayetlerin karşısında titreyerek sana yönelişlerimiz ve diz çöküşlerimiz, sahte ve menfaat kokan sevgilerimiz hoşuna gidiyor mu? seni tatmin edebiliyor muyuz ibadetlerimizle? Tamam tamam bize ve ibadetlerimize ihtiyacının olmadığını söyledin bunu biliyoruz, bizi eğlence için de yaratmadığını biliyoruz, bizi ne için yarattığını hala tam olarak çözemesekte ( İbadet etmek için yaratıldığımızı düşünenler burada yazıyı kapatabilirler. ) buradayız işte öylece. Lanet olası üç boyutlu bir gerçeklikte neye inanacağımızı bilmeden, gözümüzle göremediğimiz virüsler tarafından bile öldürülerek, canlıların birbirlerini canlı canlı yiyerek tükettiği muhteşem nizama sahip evreninde senin RAHMAN ve RAHİM isimlerinin gölgesinde senden gelen acı ve elemlere, bela ve musibetlere yine sana sığınarak ve rahmetinden bir parça umarak yaşıyoruz.

Bizi ne kadar sevdiğini , bize ne kadar değer verdiğini evreni bizim için yaratmandan anlıyoruz. Her ne kadar diğer hayvanlar kadar bile fiziksel dayanıklılıkta olmasak ve sadece beynimizin büyük olması nedeniyle ve kurnazlıkla hakimiyeti ele almış gibi görünsek de, evrim teorisini ısrarla reddediyor ve senin adem babamız ile Havva annemizi gökten yere tek parça ve imtihana hazır halde indirdiğine inanıyoruz. öyle olmasa , bizi sevmesen cennetten de kovmazdın babamızı, yasak elmayı da yaratmaz ve Havva'nın aklına düşürmezdin o meyveyi değil mi? Hele hele şeytanı serbest bırakıp cennetine girmesine ( Bu nasıl kovulmaksa ) izin vererek babamızı ve anamızı yanıltmasına izin vermen ve bizimkileri dünya gezegenine paket etmenden de bizi sevdiğin anlaşılıyor. Ayrıca bizimkileri paket etmesen bizim için yaratılmış gezegen boş kalacaktı nihayetinde. Burası bizim için yaratıldı nede olsa.

Kitaplarında açık ve net bir şekilde söylediğin üzere görebiliyor, ve işitebiliyorsun, çok yeteneklisin ama bir şeyleri tatmıyor ve koklamıyorsun, bu kavramları sen yaratsan da bunları yapmaman ilgimi çekmedi değil ! Doğru; acıkmıyor oluşun ve bizler gibi bir burnunun olmaması senin bunları yapmana engel oluyor gerçi. yarattıklarını tadan ve koklayan bir tanrı düşünülemez değil mi? ( Yunan tanrıları yarattıkları kadınlarla yatabiliyorlar bile ) bunlar sana yakışmayan sıfatlamalar olur. Ha birde dokunmuyorsun, çünkü kimse seni göremiyor, sana yaklaşamıyor, sen bakışıyla dağları eriten yüce tanrımızsın, Dokunmak temas etmek anlamına geleceğinden seni bir et yada bir metal vs bedene mahkum edeceğinden dokunamıyorsun da. Ama sen bizdeki duyguların en üst düzeydeki temsili olarak bizim tasavvur ettiğimiz bir varlık olamayacağına göre ( Haşa ) bizler senin duygularını ve özelliklerini minimal düzeyde temsil eden programcıkların / Yaratıkların olabiliriz ancak. o nedenle şu anda 33 adete çıktığı konusunda rivayetler bulunan duyu organlarından bir çoğunun sende bulunmaması ve bunları sana yakıştıramıyor oluşumuz bende ironi oluşturuyor. Bizden daha az duyu organın yada yöntemin olması çok kötü bence, mesele elmanın , etin, ve nikotinin tadını hiç alamayacak olmak ve sevdiğin bizlere bile dokunamayacak olmak sence de çok sıkıcı ve üzücü değil mi?

Sahi etrafıma bakıyorum da senin kuralların, özelliklerin ve isimlerin kadar çok değişen başka bir kavram bulamıyorum. Herkes keyfine göre sana şekil veriyor, bazı kitapları sana atfediyorlar ( Hepsi birbirini yalancılıkla suçladığı için mutlaka biri dışında diğerlerinin senin olmaması gerekiyor ), sana isimler ( Allah'ın isimleri ) veriyorlar, bazıları bu isimlerden bazılarının isim değilde senin sıfatın olduğunu söylüyor. Kimileri senin her yerde olduğunu, kimileri de sadece gökte olduğunu söylüyor, ilmin ve bilginle ilgili bile kavram ve kafa karışıklığı devam ediyor bir kısım zevat haşa ! senin geleceği bilmediğini söylerken bir kısmı ise ilminin sonsuz olduğunu ve her şeyi zaten bildiğini söylüyorlar ( Bunu bile ). senin özelliklerin kadar hızlı değişen, birbiriyle çelişen ve çeşitli başka bir kavram var mı bilemiyorum gerçekten. Bize ( insanlığa ) bir dur demelisin bence. Kameralar karşısında senin gibi yüce bir varlık hakkında ileri geri konuşuyorlar. Klavye kahramanları var iki kelimeyi bir araya getirip konuşamayan , senin hakkında hakaret vari şeyler yazıyorlar. üstelik bunlar senin kozmosunda, senin galaksinde, senin güneşinin etrafındaki dünyada oluyor, üstelik bu kişileri sen razzak isminle rızıklandırıyorsun, etleri kemikleri bile senin. Bu küstahlığa bir dur demelisin tanrım.

Bu olanlara eğer indirdiğin dinlerle dur dediğini ve bizlere müdahale ettiğini söylersen maalesef kitaplarını koruyamayacak kadar beceriksiz olduğumuzu yada art niyetle tahrif ettiğimizi hatırlatmak isterim. Bu arada bizimle son konuşmandan bu yana 1400 yıl geçmiş olduğunu hatırlatır ve fil zekasına sahip olmadığımızı, unutkan ve savurgan varlıklar olduğumuzu ve kendini unutturman yada yeteri kadar açıklamamış olman nedeniyle yeniden çizmek zorunda kaldığımızı hatırlatırım. bizi arada konuşup ( en az 600 yıl gibi uzun bir ara ) sonra ortadan kaybolarak ( hiç görünmediğini hatırlatırım ) yönetebileceğin varlıklar olarak algılamış olman bir yanılgı bence. sence de öyle değil mi ? bir baksana dünyaya ne haldeyiz. senden yüzlerce ürettik . Ben bir yaratılmış olarak bunun yanılgı olduğunu çözmüşsem yaratan olarak senin bu hatayı yapmış olmanın paradoksunu sana havale etmeden kendim çözeceğim, zira sana güvenmemeye başlıyorum. Bizi yaratacak kadar kabiliyetli olman ama Her gönderdiğin dinini tahrif edip peygamberlerini ya testere ile kesip ya da çarmıha germemize, en iyi ihtimalle onları reddederek yalnız bırakmamıza rağmen üst üste 124000 peygamber göndermiş olmanın çelişkisini kendime bile açıklayamıyorum. Olmuyorsa olmuyordur değil mi? Ne yöntem değiştirdin, nede iletişim şeklini. Neredeyse bu ulu peygamberlerin senin adına yalan söylediğine kanaat edeceğim.

Korktuğumda kime sığınmak istediğimi düşündüm; elbette korktuğum her şeyden daha güçlü ve beni koruyacak olana, Bir şeyleri başaramadığımda benden çok daha güçlü ve yetenekli biri olsun istedim bir şeyler isteyebileceğim. Çalışarak kazanamadıklarımı birinden istesem ve bana verse ne güzel olurdu. üstelik zaten benim olanları da o vermişti. Gök yüzüne baktım, dünyaya baktım her şey çok güzel ve sistemliydi, muhteşem nizam ve düzen vardı. kaosu ancak biri bitirmiş olmalıydı. her şeyi biri yapmış olmalıydı, yoksa nasıl olabilirdi ki? Bu her şeyi yapan tek kişi olmalıydı, yoksa yine kaos çıkar ve kavga ederlerdi, biz öyle yapıyorduk çünkü. yunan tanrıları falan da kavga ettiğine göre tanrılarda kavga edebilirlerdi, güç yarışı falan olabilirdi aralarında. Engelleyemediğim ve içimi titreten , beni yaralayan ve öldüren doğa olaylarını Elbette bu büyük hadiseleri yapabilecek kadar güçlü biri yapabilirdi. Zira ben yapmadan yemek pişmiyorsa, ben yorulmadan ürünler toplanmıyorsa, o halde bu olayları da biri yapmalıydı

Var olmalıydı o , çünkü yok olması kötüydü, olması olmamasından iyiydi, olmayan şeyin bize faydası yoktu. hayatımızda bazı şeyler var oluyorlardı ama sonra yok oluyorlardı, üzülüyorduk ,en iyisi hiç yok olmayan bir şey olmalıydı, yoksa yaratamazdı her zaman. o da yok olurdu yoksa. o nedenle ölümsüz ve çok güçlü biri olmak zorundaydı, her şeyi o yapmış olmalıydı. seni bulmamız ve şekillendirmemiz biraz zaman aldı

Düşündüm de hep eksikliklerimizden ve ihtiyaçlarımızdan türetilmiş bir tanrıya inandığımızı keşfettim. Mesela zaten her şeyi yapabilseydim senden hiçbir şey istemezdim. Her şeyim olsaydı sana muhtaç olmazdım değil mi? Ölmeseydim de diz çöküp senden ölümsüzlük dilenmezdim değil mi? Tıpkı Bizi cehennemle tehdit edip cezalandıracağını söylemediğinde ve Cennetteki rüşvet tekliflerini bize sunmadığında sana ibadet etmeyeceğimiz gibi. Ne zor tanrı olmak, vermeden almak sana bile mahsus değilmiş bunu anladık. Her şeyin senin olmasına ( Mülk Allah'ındır ) rağmen tehdit etmeden yada rüşvet teklif etmeden sevilememek ne acı. Sırf seni sen olduğun için beklentisiz ( Fenafillah ) seven bulamamak ne kötü. Cennet karşılığında canlarımızı ve mallarımızı satın aldığını vaaz etmen, ama karşılıksız alamaman ne kötü ! Üstelik zaten seninken...

Sahi gerçekten var mısın, orada mısın, Tanrım seni arıyorum, sana hiç düşünmeden koyun misali ibadet eden ve onlarca ayrı dine mensup soru sarma organları körelmiş ruhların arasından sıyrıldım ve çıktım. Onlara göre kafir oldum, olmazdı, öyle sorular sordum ki imanım elden gitmişti. ama bence sen kızmadın bana. Onların yalancı tanrıları ise deliye döndü aslında tanrı olmadıklarını keşfettiğim için. Muhtemelen kulları akıllarını çelmeyeyim diye benimle konuşmayacaklar. Seni bilimle, fenle, felsefeyle arıyorum. sana ait olduğu söylenen kitapları okuyorum sana yakıştıramıyorum, Ne sana zalimliği ve beceriksizliği yakıştırabildim nede peygamberine pedofiliyi, ayrıca rüşvet tekliflerini alenen yaparak bizden mallarımızı ve canlarımızı isteyip durman beni iyice soğuttu. Sahi senin katında dünya paraları geçiyor mu ki? Yoksa seni bahane edip , senin adına seni kullananlar bizden para istiyor olmasın. O paralar senin yolunda harcanmıyor olmasın yoksa?

Bize kaldıramayacağımız yük yüklemez, bizi algılayamadığız şeylerle imtihan etmezsin değil mi? Sana dokunamıyoruz, Seni göremiyoruz, Sesini işitemiyoruz, Kokun yok, Tadını bilmiyoruz.... Tanrım Bizimle hiç konuşmadın ki, en son ciddiye alınacak birilerinin seninle konuştuğunu söylemesinin üzerinden 1400 yıl geçti. Bulunan insan kemikleri 300.000 yıl yaşındayken Tevratın insanlık tarihi limiti 6000 yılda kaldı. Bizi seni bulamamakla, sana inanmamakla, seni kabullenmemekle imtihan etmen mümkün değil. zira duyularımıza hitap etmiyorsun. Varsan da bizim tarafımızdan bulunmak senin için çok önemli olmayabilir. bizimle hiç ilgilenmiyor da olabilirsin.

Biz kulların bir yer ve bir zaman olmadan bir ŞEY hayal edemiyoruz. zamana ve mekana bağlıyız, üst üste binen plank zamanları içerisinde ileri yönlü hareket ediyoruz ve kütlesi olan bir evrende yaşıyoruz. Ona dokunuyoruz ve var olduğunu anlıyoruz. Ayaklarımızın basmadığı bir yer bizim için yok hükmünde, dokunamadıklarımız da öyle. Varlık aleminde bir şeyin var olduğunu iddia edeceğimiz ZAMAN onu ne ZAMAN gördüğümüzü, ve ona ne ZAMAN dokunduğumuzu söylememiz gerekiyor, ZAMAN vermeden ve ZAMANını bilmeden bir şeyi kabul edemiyoruz, evrenimiz bile o nedenle Yükseklik, genişlik, derinlik ve birde ZAMAN boyutundan oluşuyor.

Ama sen zamandan ve mekandan münezzehsin, dokunulamayan, kütlesiz, zamansız,mekansız,öncesiz,sonrasız bir varlıksın. Aslında sen zaten denetim ve tespit alanımızdan çok uzaklardasın, ne ispatlanabilir nede yalanlanabilirsin, kendi kendini çürüten tezlerle, içine çöken varsayımlarla dolusun,

Her şeyi yoktan var etmenle aslında her şeyin yoktan var olabileceğini ispatlayansın, Zamansız ve mekansız olman gerekirken sirius yıldızında oturan / arşına ( sekiz melek tarafından tutulan , su üzerinde olan ve etrafı koruyucu meleklerle çevrili, tanrının yaratmış olduğu alemi izlediği ve denetlediği kutsal mekan ) kurulan bir Tanrısın. bunların ancak zaman ve mekan kavramları içinde gerçekleşebileceğini biliyorsun değil mi? Her şeyi yaratabilen ve yarattıklarına verdiği kadar bile duyu organı olmayansın, tadamayan, koklayamayan, dokunamayansın.

Senin kutsal yazıtlarda anlatıldığı gibi bencil ,egoist, kibirli ve aynı zamanda da beceriksiz olamayacağını anlamaya ve anlatmaya ciddi zaman harcıyorum , Ama beni diğer olmayan tanrılara inanan ve o tanrılara artık inanmıyorum diye beni kafir ilan eden mümin kullarınla bir tutarsan bozuşuruz. Hele aşağı tutarsan külahları değişiriz, Bana, seni aradığım yoldaki hatalarım nedeniyle kızarsan bu sana yakışmaz. Zaten Senin benimle bile ilgilendiğini zannetmiyorum, bizimle hiç ilgilenmedin, varlığımızdan haberin varsa eğer bize gülüyor olabilirsin. Ama eğer gerçekse mahkeme-i kübrada artık bizi öyle kem küm ile kandırıp, biraz yüksek sesle kızıp cehennme gönderemeyeceksin, adem ile havva değiliz artık. Bizim yeteri kadar evrimleşmemize ve gelişmemize izin verdiğin için senin bile cevap veremeyeceğin sorularla dolu olarak geleceğiz, İsimlerindeki ve sıfatlarındaki çelişkilerden başlayıp, duyusuz ve yeteneksiz oluşuna, oradan duygusuz ve sosyopat oluşuna , bütün kötülüğü aslında senin yaratmış oluşuna, zalimliğine değinecek ve seni bütün o yarattığın alemdeki diğer melekler ve bilinçli varlıklar huzurunda rezil edeceğiz. Kimsenin duymasına gerek yok, bizi yok etsen bile fark etmez, biz artık biliyoruz, biz biliyorsak evren artık biliyor demektir, o nedenle bence bizim canımızı acıtmayı düşünme, hele bunu sonsuza kadar yapmayı hiç aklından geçirme. Tanrım bu nasıl bir duygu, Senin içi boş bir balondan ibaret olduğunu artık öğrenen sümüklü, isyankar, küstah, ( tıpkı senin gibi ) yaratıklara sahip olmak. Artık çıplak olduğunu haykırıyor herkes, deli gibi çalışıyoruz, dini okullarda değil ama laboratuvarlarda. Gerçek seni bulma yolunda.

Tamam tamam aslında amacımız seni bulmak değil, bu kusurlu sistemi nasıl tasarladın ve nasıl düzeltebiliriz diye bakınıyoruz öyle. Bizi çabuk ölen ve kısacık bir zaman aralığında hayatta kalabilen bir varlık olarak tasarladığın için kendimizi zaman ve mekan sarmallarının dışına nasıl taşıyacağımızla ilgili küçük araştırmalar yapıyor ve Bilincimizi ( Ruh ) bu çabuk yorulan, hastalanan ve ölen kusurlu et bedenden nasıl ayırırız diye araştırıyoruz. Zaman kazanmaya ve Higgs bozonunu bulmaya çalışıyor ve bu yoktan var etme sihirbazlığını nasıl yaptığını anlamaya çalışıyoruz. Başarırsak belki soyumuza çektirdiğin bütün acıları ve zulümleri bir kenara bırakır, seni affeder ve kendi varlık sistemimizi kurabiliriz . Başaramazsak ve bizim soyumuza yeterli süreyi tanımadan kıyameti kopartacak ve mahkeme-i kübrayı toplayacak olursan seni bitiririz. Bir kere cehennemde yanan kullarının '' keşke toprak olsaydık '' diyeceklerini ama olamayacaklarını, onları sonsuza ( ebedi ) kadar yakacağını söylediğin için bizim ölümsüz olduğumuz gerçeğini ağzından kaçırmış bulunuyorsun, ah evet artık kendi içine çöken sisteminin tadını çıkarmalısın. Cehennemde sonsuza kadar bütün varlık alemine ve sana sonsuz kez üzeri sonsuz kadar lanet eden, küfür eden, senden nefret eden, toprak olmayı, yok olmayı isteyen, seni ve evrenini istemeyen , her şeyden seni sorumlu tutan, bencil ,egoist, zalim, kibirli, iki yüzlü, beceriksiz olduğunu haykıran milyarlarca insan kulların olacak.... bu çığlıkları sonsuza kadar dinleyecek olmak nasıl bir duygu, ne kazanacaksın bu işten, ne yapacaksın cehennemlik kullarınla sonsuza kadar, sahi şimdi yarattın, imtihan ettin ve sistemi topladın, bizi seni hissedemediğimiz ve sana inanmadığımızı için sonsuza kadar yakıyorsun. Aaaaaaa..... Ahhhh..... Aaaaaaa, vs. vs. vs... Kazanın başına gelip gelip gidiyorsun, bir gün iki gün üç gün, bir yıl, bin yıl, bir milyon yıl, bir trilyon tanrı yılı, ....... bitmiyor, bitmiyor, bitmiyor... Çığlıklar ve çığlıklar... bitmiyorlar. Zebaniler ilk isyan eden gurup olabilir, Melekler bile tanrım artık yeter, durdur şu vahşeti diyebilirler, Cennetlik kulların bile pedofiliye bir ara verip onlara verdiğin göğüsleri yeni tomurcuklanmış bakire hurilerin üzerinden kalkıp , bıyıkları yeni terlemiş yağız delikanlıların ( oğlan ! ) tuttukları şarap kadehinden bir yudum aldıktan sonra artık bu çığlıklar eşliğinde güzel sevişemiyoruz , yeteeerrrrr diye isyan edebilirler, yada senin kadar zalim değillerse bize merhamet edebilirler.

Kendine dikkat etmelisin, bize kabir meleklerini göndermeden önce bir daha düşün bence, İlk soru olan ''Rabbin kim?'' sorusuna öyle cevaplar veririz ki, özgür iradeye sahip olmayan ve kalpleri hep iyiliği emreden meleklerin bile kafir olabilirler ! Ah tanrım seni hep en son kitabınla eleştirdiğimin farkındayım, aslında bu kitabı senin göndermediğini biliyorum ama 32 yılımı bu kitapta yazan ve olmayan bir tanrıya ibadet ederek geçirdim, etrafım bu insanlarla dolu, kızgınım kendime ve her şeye , zaten sen herşeyi biliyorsun ama onlarda belki anlarlar diye bu minvalde gidiyorum, Avrupa'da olsam İncil üzerinden, İsrail'de olsam Tevrat üzerinden giderdim.

Haşa seni yargılamam , Seni kötülemem, saygısızlık bile yapmam, seni sevmem bile, sana tapmam,sana minnet duymam, itaat de etmem isyan da... Zira yoksun ortada, duyu organlarıma hitap etmiyorsun, ben senin için yok hükmündeysem, seni bulma eylemim senin için değersizse , acılarım ve ölümüm önemsizse sende benim için önemsizsin. Ha varsın ha yoksun, bir varsın bir yoksun, kah varsın kah yoksun, belki varsın belki yoksun, bir ihtimal olabilirsin, şöyle de olabilirsin, böylede olabilirsin, sonlu da olabilirsin sonsuz da olabilirsin, bizimle konuşuyor olabilirsin konuşmuyor yada hiç konuşmamış da olabilirsin, en kötüsü hiç ama hiç konuşmayacak da olabilirsin, bizi gerizekalı buluyor olabilirsin, senin için bir pire, asalak bir yaşam formu olabiliriz, esfel-i safilin de olabiliriz, eşreful halikin de olabiliriz, senin kulların / yaratıkların da olmayabiliriz, kullarının kullarının kullarının bilgisayar ortamında geliştirdiği bir Yaratma oyununda bir bit'lik değerimiz olabilir, smilasyon olabiliriz, gelişmiş bir uygarlığın başarısız bir tanrıcılık ve yaratma eyleminin sonucu bile olabiliriz, hasılı o kadar çok ihtimal var ki seninle ilgili, ben değilde senin seçmeni istiyorum artık. Kararını vermeli ve ne olduğunu söylemelisin. en kötü karar bile kararsızlıktan iyidir, kurtar kendini şu belirsizlikten, yapma sen tanrısın dostum lütfen bizi bu kadar seçenek arasında bırakma, kararını ver ve gel, söz veriyorum bu küstah cümleleri bir daha kullanmam ve özür dilerim senden, ama sıkıldım artık ben gidiyorum. Hesap sormaya hakkın olmadığı için de sana bile haber vermeden.....

BANA BİR TANRI ÇİZ

Yazan: Gerçeği Arayan Adam


BANA BİR TANRI ÇİZ


Evren kaotik bir sistem, evrende mükemmeliyet yok, daimi bir döngü ve değişim var, her şey başlıyor gelişiyor ve bozularak son buluyor, ama kaybolmuyor, elementlerine ayrılıyor ve sonra başka Bir şey olarak tekrar varlık sahnesinde birleşiyor, kara delikler bilinen maddeleri yutuyor ve atom altı ölçekte sıkıştırıyor, büyük yıldızlar, süpernovalar elementleri dönüştürüyor ve uzaya fırlatıyor ,ama sonsuz  evrenin yapı taşı atom ve atom altı parçacıklar hiç yok olmuyor, sadece dönüşüyorlar, bir elementten diğerine...

Dünyada durum nasıl peki; Bütün canlılar hayatta kalmak için ya diğer hayvanların ya da bitkilerin yaşamına son veriyor, hayatta kalmak için herşeyi yapıyoruz, birinin yaşaması diğerinin ölümü ile mümkün olabiliyor, birbirini yiyen ve sindiren sayısız canlı varlık var. bırakın ölümü yaşayan bedenlerimizde bile milyonlarca bakteri ve mantar her an ölü derilerimizi yiyor yada bir şekilde bizimle besleniyorlar. Su altından , oksijensiz toprak altına, oradan dağların zirvesine kadar her koşul ve şarta adapte olmayı başarmış yaşamlar görüyoruz, ölmemeyi hala başaramamış ama ölmemek için diğer bir canlıyı öldüren sayısız hayat...

Peki evren kaotikse, yani herşey belirsizlik ve düzensizlikle başlıyor, kısa bir aralık mükemmele yaklaşıyor ve sonra da yine bozuluyorsa o halde dinlerin bize  söylediği mükemmel yaratılış nizamı nerede? mülk suresi 3. ayet '' O ki, birbiri ile âhenktar yedi göğü yaratmıştır. Rahmân olan Allah'ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun?'' bu meydan okumanın delillerini neden göremiyoruz. dinlerin bize ilk insanlığın başladığını anlattığı adem ile havva hikayesi bilimle artık yerle bir oluyor, insan dna'ları çözümleniyor, milyon yıllık insanımsı kemikleri, neandertaller, homosapiensler bulunuyor, dev iskelet kemikleri, cüce insan iskeletleri bulunuyor, karbon testleriyle yılları belirleniyor. hop diye gökten inmediğimiz, yavaş yavaş geliştiğimiz görülüyor. eşyaların isimlerini bilerek eşi ile dünyaya bir müddet kalmak için gönderilen eğitimli bir adem değil de sanki zorla hayatta kalabilmek için akıllanmış bir adem var bilimin bize sunduğu. Dinlerin bize mucize/ hikaye olarak sunduğu ve bu güne delilleri kalması gereken hadiselerden iz bile yok. Ay ikiye bölünmemiş gittik ve bizzat gördük insan olarak. Nuh tufanı ise olması teknik olarak imkansız bir yıkım, delillerini bulamıyoruz.

Ama bildiğimiz bir şey var, evren 13.75 milyar yıl önce bir patlamayla oluştu, dünya ise 4,54 milyar yıldır orada. öncesinde yoktu, evrende milyonlarca galaksi, her galakside belki milyarlarca yıldız ( güneş ) bunların etrafında da trilyonlarca gezegen dönüp duruyor. biz bu büyük fotoğrafın içerisinde sadece milyonlarca galaksi arasından bir tanesi olan samanyolu galaksisinin sarmallarının birinin kenarındaki bir yıldızın ( güneş ) etrafında dönen küçücük, yok hükmünde bir gezegenin üzerinde yaşayan varlıklarız. Artık hadislerdeki gibi Allahın peygamberi için söylediği iddia olunan '' sen olmasaydın habibim felekleri yaratmazdım '' şeklindeki bir sözü ve kutsal kitaplardaki evrenin merkezinde dünyanın olduğu, yıldızların yakın göğü süsleyen birer kandil olduğu, yıldızların şeytanlara atılan birer taş olduğu, her şeyin bizim için yaratıldığı, evrenin bizim için , biz burada yaşayalım diye  yaratıldığı iddialarını kabul edecek beyin yapısını geçtik. teleskoplar yaptık, uzay araçları ile dünyanın dışından evrene baktık ve zamanı hesaplayarak gök cisimlerinin bize  uzaklıklarını bulduk. yıldız zannedilen diğer galaksileri tespit ettik. Sonuç olarak evrenin merkezinde dünyanın olmadığını, ve bütün varlık aleminin ve yedi kat göğün bizim için yaratılamayacak kadar büyük olduğunu biliyoruz. bildiğimiz diğer şey ise düzen ve nizamın olmadığı, her şeyin sıkıştırılmış bir küçüklükten ( hiçlik/ nokta / yoktan ) varolarak genişlemeye devam ettiği. O halde sabit ve sonsuz bir cennet yada  cehennem kavramlarını hiç bir şeyin durmadığı ve her şeyin hareket ettiği bir evrende nereye koyacağız?

Tanrı kavramını tartışırken, eleştirirken ve överken bir şeyi gözden kaçırıyoruz; bizim bahsettiğimiz tanrı acaba karşıdakinin savunduğu yada yerdiği tanrı mı? acaba aynı varlıktan mı bahsediyoruz. Çoğu kez kimin neden bahsettiğini bile bilmediğini düşünüyorum. o nedenle bir tanrı çizme gayteti içindeyim. Buda, yahova, Allah, Tanrı... kızılderelilerin, semitik dinlerin, hinduların hasılı bütün din ve ekollerin tanrılarının özellikleri ve eylemleri bile farklı. O nedenle o üst bilinci hala inkar etmemekle birlikte görece zekama göre fazlaca karmaşık matematiksel hesaplamalar ve ihtimaller gerektiren varlık alemine baktığımda bir yaratıcıyı görüyor yada delillerini buluyorum. Ama hangisini, kuranın ?, tevratın ?, zeburun ?, şamanizmin ?.... Sorun burada.

Madem ben bir et bedenim, ve madem düşünce sistemim ve algı kapasitem fiziken kafatasımın içindeki nöronlarla sınırlı. O halde nöronlarımla bulamadığım ve algılayamadığım bir şeyden sorumluluğum yoktur. Ama nasıl yoktur. O şeyin olmadığını söylemiyorum var olabilir, olmayabilirde, ama benim duyu yeteneklerim ve algı kapasitem ister zamansal olarak ister yetenek olarak olsun , bir şeyi algılayamıyorsa o şey benim için yoktur. Her canlı için gerçeklik; duyu organları aracılığıyla elde ettiği verilerin ( görme-işitme-koklama-dokunma- tatma ) sinirler aracılığıyla beyne iletmesi ile oluşan bir smilasyondan ibaret. yani gerçekliği hiç bir zaman tam olarak bilemiyoruz. duyu organlarımız ve sinirlerimiz ne kadar kabiliyetli ise ve beynimiz yani nöronlarımız bu bilgileri nasıl ve ne şekilde işliyorsa işte bizim için gerçeklik bu oluyor. Örneğin ışık frekans değerlerinin 4/1000 ini algılayabilmemiz sebebiyle geri kalan frekanslar gerçekte var olmasına ve bu bilgiyi insanlık olarak yakın geçmişte tespit etmemize ragmen hala beynimiz için gerçek değiller ve yoklar.

Buradan bana göre şu sonuş ortaya çıkıyor: Tanrı kavramının kendisinde bir kusur, insani zaaf, beceriksizlik yada eksiklik olamayacağı gibi tanrı gibi üst bir bilincin de insana kabiliyetsiz bir beyin verip yada algısını sınırlandırıp bu sınırlar dışındaki gerçeklikten sorumlu tutması düşünülemez. O nedenle Tanrı / Allah denilen o üst bilinci kabiliyetimiz ölçüsünde önce biçimlendirip sonra bize onun elçileri olduğunu söyleyenleri, onların elindeki kitapları tartıp yargılamamız gerekiyor. Eleştirilerimi ve sorgulamamı yüksek oranda semitik din ekolü ile sınırlı tutacağım.

Peki  Dinlerin ( tevrat-zebur- incil- kuran )söylediği gibi Bir tanrı olsaydı düzen olur muydu?

Bence düzen olması gerekirdi, entropiye izin vermemesi, mükemmeliyetçi olması gerekirdi, yoksa tanrı hep hareket eden genişleyip küçülen ve bozulan bir yapı da cennet ve cehennemi koyacak yer bulamaz. hele onları sonsuza kadar sabit tutamazdı. Zaman sonsuzken, evrenin yaşını ve dünyanın yaşını hesaplamışken, evrende önemsiz bir kum tanesi kadar hükmü olmayan bir kürenin ( dünya ) üstünde sonsuzlukla ölçülemeyen bir zaman diliminde dünya görece kararlı ve güzel hale geldi diye mükemmel bir nizam olduğunu düşünemem yoksa. çünkü ben herşeyin kütlesiz enerji oldıuğu zamanı ve yer kürenin güneş gibi lav topu olduğu milyon yıllık zamanları biliyorum, sene 2019 oldu, belki isa yada muhammet peygamber  zamanında olsaydı hayretler içinde göge ve yere bakıp bu görüşe inanabilir ve evrenin mükemmel olduğunu sanabilirdim. Ama zaman benim beynimin lehine hareket etti. Evrendeki kaos gerçek bir tanrının olmadığını göstermez elbette ama '' yaratışında hiç bir uygunsuzluk olmadığı''nı ve sonsuz güçlü olduğunu iddia eden bir tanrının olmadığını gösterir. Zira daha iyisini yapabilecekken daha kötüsünü yapmak özensizliği, daha iyisini yapamamak ise sonsuz güç olmadığını gösterir.

İnsanlarla iletişim şekli olarak bozulan tahrif edilen kitaplar, yada bölgesel dinler ile, insanların sadece küçük bir kısmının görebildiği peygamberler göndermek yerine her ,insanla iletişim kurması yada iletmek istediği bilgiyi bütün insanların görebileceği şekilde yayımlaması gerekirdi ( silinemez bir yazıt, gök yüzünde ayetler...vs ). Tanrı Bana göre zoru seçmez, kolayıda seçmez tanrı mantıklı ve maksimum fayda veren şeyi seçer ve ona göre davranır. Arap bir peygambere Arapça bir metin verip kalk hadi git bunu 7000 ayrı dildeki tüm dünya milletlerine, ekvatordan kutuplara kadar tebliğ et, anlat demesi, itiraz ederlerse ve sana karşı koyarlarsa öldür demesi bana mantıklı gelmiyor. insan ve kul kazanmak isteyen tanrının sırf ilk iletişimi kurmak için seçtiği yolda dünya insanlarının milyonlarcasının ölmesi garanti bir son. bu yayın her dilde yapılsa ve sabit silinmez bir metin olsa ondan sonra imtihan olsak daha akılcı olmaz mıydı? Hayır olmazdı diyenler aşağıdaki sahnedeki adamın torunu ya da kendisi olarak empati kursunlar lütfen:

''Anadolu da eski tarihlerde yaşıyorsunuz huzur içinde, güzel bir eşiniz ve 9 yaşında bir kızınız var, askerlik çağında da bir delikanlı oğlunuz. Tanrı bir önceki peygamberin süresinin dolduğunu değerlendirerek yenisini gönderdi. Asıl amacı seni kazanmak ve sana değer veriyor, zira o tanrı dini ekolde sonsuz rahmetli , şefkatli ve adil bir tanrı. sen onun için çok ama çok değerlisin ama direk seninle konuşmuyor. sana gönderdiği dini ve mesajı arap yarımadasında bir insana gönderdi ve o kişiye ''bunu bütün insanlığa git anlat, beni tanısınlar bana ibadet etsinler'' dedi. Bu şefkatli tanrı bu dini içinde savaş kurallarında  karşı koyanların öldürülmesi , mallarının beytul mala kaldırılması ve kalanların da köle olarak alınması kurallarını da koydu. senin müşfik tanrının planından, kurallarından ve mesajından haberin yok, henüz varlığını ve seni sevdiğini bile bilmiyorsun. Tanrının askerleri yola çıktılar, insani bir reflex olarak senin devletinde tanımadığı ve yabancı dil konuşan, dinlerini değiştirmelerini ve devletlerini kendilerine bırakmalarını yada fidye ödemelerini isteyen bu kişilerle savaşacaklar. senin ülkenin askere ihtiyacı var oğlunu çağırdılar ,oğlun vatan görevine gitti, gelen tanrının askerleriyle konuşamıyorsun anlamıyorsun, kitaplarıyla ilgili bilgin bile yok hele savaş kurallarını hiç bilmiyorsun. Tanrı onlara melekleri ile yardım etti ve '' Muhakkak ki Ben sizinle beraberim '' dedi. Askerler karşılaştı ve ülkelerini savunmaya çalışan binlerce askerin öldü, içinde oğlun kafası gövdesi kılıçla kesilmiş, üstünde atlar tepinmiş halde savaş meydanında öldürüldü ve kokmayı bekliyor, Tanrının askerleri ilerledi ve ülkeye el koydular gelip karını ve 9 yaşındaki kızını da esir olarak aldılar esir köle kadınların nikahları dinen düşüyor ve onlarla ilişkiye girilebiliyor, ne de olsa onlar artık birer mal, paylaşımda hangi tanrının askerine düşmüşlerse eğer karını bir evde 9 yaşındaki öpmeye kıyamadığın kızını da başka bir evde soyup çığlıklar eşliğinde tecavüz ettiler. ( Tecavüz istemeyen insanla cinsel ilişkidir. ) Tanrı senin kızın yaşındaki bir kızın zaten peygamberine eş olmasına izin verdiği için senin kızının çığlıkları ve baba diye bağırmaları tanrının askerlerinin yüteğinde acı bile oluşturmadı. hele tanrının yüreğine hiç ama hiç dokunmadı zira askerler tanrının buyruğundan hiç çııkmadılar ki. Tanrı karısı ve 9 yaşındaki kızı başkasının tecavüzüne uğramış ve köle yapılmış, ayrıca oğlu savaş meydanında parça parça yatan senden şimdi ona iman etmeni istiyor ve kendisinin mükemmel olduğunu bildiriyor, ayrıca bir kaç yıl çalışıp arapça öğrendiğinde onun ne kadar şeykatli olduğunu ve bütün bunları kendisini sana tanıtmak ve seni cennetine koymak için yaptığını da göreceksin, biraz daha okuduğunda yeteri kadar paran varsa allahın askerlerine ve devlet başkanına fidye ödeyerek kızın ve karından geriye kalanları kurtarabileceğini, yoksa kızın ve karının sahiplerinin kalbine merhamet vermesi ve onları azat etmeleri için tanrıya hep dua edebileceğini, kızının ve karının müslüman olmasının bile onları kölelikten kurtaramayacağını öğreneceksin ...... ''Bu sahneyi kabul edebiliyorsan ve özümsüyorsan hiç vakit kaybetmeden bu yazıyı kapatmalı ve beni kafir ilan etmelisin. Yoksa devam edelim.

Bizi dünyaya göndermek için ademin aklına yasak meyvayı düşürüp sonra geri çekilip ve iletişimini kesip bir de şeytana izin verip onun aklını çeldirtip meyvayı yedirdikten sonra ceza olarak dünyaya göndermek yerine, ismine ve kudretine yaraşır şekilde doğrudan ben sizi imtihan edeceğim demesi gerekirdi. Neden bizim yanılmamızı bekliyorsun ki , neden bizi meraklı yaratıp sonra da sakın o ağaca dokunma deyip çekiliyorsun. üstelik bu şeytan nasıl bir şeyse katından kovulmasına rağmen cennete girmeye ehil ve izinli bir varlık anlamadım. Olacakların ve yaptıklarımızın sorumluluğunu bize yüklemek için mi öyle yaptın, Şeytan bize secde etmediği için kafir oldu, havva ademi ikna ettiği için ilk günahkar oldu, adem uyarına rağmen o yasak meyvayı yedi, bize secde etmeyen şeytan yine bizi sana karşı yanılttı. birisi kafir  diğerlerimiz günahkar olduk, kovuldık ve yer yüzüne gönderildik. ama sen başta zaten meleklerine '' ben yer yüzünde bir beşer yaratacağım '' dememiş miydin? o halde sanki bizim dna mızı yanılmaya kodlamış ve sonu baştan belli bu oyunu sahneye koymuş gibi görünüyorsun. ha bir de '' andolsun cehennemi insanlardan ve cinlerden tamamen dolduracağım '' demiştin değil mi? yani başaramayacağımızı zamansızlık katından görüyor ve biliyorsun!  blofünü gördüysek başarısız bir oyun kurdun demektir ve bu sana yakışmadı.

Eşitlikçi olması gerekirdi mesela; bu eşitlik sistemin eşitlenmesi şeklinde olurdu, tek tek insanların ne yaptığıyla değil de total fayda ve zarar hesabı yaparak iyiliği ve kötülüğü 1=1 gibi dengelemesi gerekirdi. Ayrıca insanlarla iletişim kurmuş ve dinler göndermişse bu kez insanlar nezdinde de eşitlikçi olması gerekirdi.

Sınava tabi tutacaksa: ilettiği bilgiyi hiç bir şüpheye yer bırakmayacak şekilde önce bütün insanlara iletip sonra eylemlere ceza vermesi gerekirdi, madem sonsuz bir ceza yada ödül verecek o halde insanları dinler, tarikatler, mezhepler, hocalar, şıhlar, kendi kutsal yazıtları, peygamberlerin sözleri, uluların yazıtları arasında sıkıştırıp imtihanı zorlaştırmaması, cam gibi berrak bir mesaj iletmesi gerekirdi.

Adaletli olması gerekirdi: mikron ölçeğinde bile geçerli, şeksiz , şüphesiz bir şekilde, adaletli olması gerekirdi. Tevratta israiloğullarını kayırmaması, Mısır firavunu ve halkına zavk alır gibi işkenceler etmemesi, onların masum ilk çocuklarını babalarının günahı nedeniyle öldürmemesi, islamda inananlar dışında diğer herkesi kafir, müşrik, münafık ilan etmemesi, yeni gelecek yada gelen bir dine insanların tepki göstereceğini, inanmayacağını, sorgulayacağını zaten bilmesi, hatta karşı koymasına bile ceza vermemesi gerekirdi, kalplere ilham etmesi, kalpleri dinine karşı yumuşatması gerekirdi, insanların diğer insanları köleleştirmesine karşı koyması, ürettiği bilinçli varlıklara sahip çıkması, bir cinsi diğerinin emrinde ve onun boyunduruğunda yaşatmaması, kadınların esir olarak alınarak cinsel meta olarak kullanılmasına izin vermemesi, sırf biraz daha kaslı diye erkekleri kadınlardan üstün kılmaması, arada bir kadın peygamber de göndermesi, onları yüceltmesi...vs vs gerekirdi.

Bizimle ilgileniyorsa eğer; her aç olanı ,her susuzu, şiddete maruz kalanı duyması ve yardımını gönderirken öncelik sırasına koyması, afrikada çocukların açlıktan ölmesini en önemli bulması, o çocuğun duasına cevap vermesi gerekirdi, oysa aynı zaman diliminde açlıktan ölen, tecavüz edilen, boğazı kesilen, kafasında bomba patlayan, bir binadan düşmekte olan insanların duasının Tanrıya ulaşmadığını ama sevdiği kızın kendisini sevmesini isteyenin, parasına para katmak isteyenin, bir sınavı kazanmak isteyenin dualarının ulaştığını ve isteklerinin ( Allahın izni ve inayetiyle ) karşılandığını görüyoruz.

Tanrı varsa eğer her şeyi en kolay ve en hızlı nasıl yapacaksa öyle yapması, dolambaçlı işlere girmemesi gerekirdi. Amaç sadece kendisine itaat eden kullar ise; bunu imtihanla değil direk insanı o şekilde kodlayarak yapması gerekirdi, bunu zaten melekler yapıyorsa o zamanda bizi yaratmaması gerekirdi, maksimum faydayı gözetmesi gerekirdi.

Tanrı varsa esasında insana da ihtiyacının olmaması gerekirdi, hele hele onu imtihan etme zahmetine hiç girmemesi gerekirdi, bir yaratım ve üretim, ya kendi ihtiyacımızdan yada zahir bir ihtiyaçtan hasıl olur. Tanrı mutlak kadirse bizi yaratmak onun için bir israf olmalıydı. Bir varlığı yani bizi imtahan etmesi Tanrının yarattığı bilinçlerin ona ve kurallarına tabi olup olmayacağının testedilmesi evrende birilerine, yada kendine  henüz ispatlamaya çalıştığı bir şeyler olduğunu, Tanrının mutlak kadir olmadığını gösterir. Tanrı için bu ispat eylemi büyük bir risk doğurur, insanlar sınavı kaybederlerse, tanrı hem evrene karşı kendisinin hala eksik olduğunu, bir varlığa özgür irade verdiğinde hala kendisine başkaldırabildiğini tescil ederek kendi ayaklarına sıkar itibar kaybeder, hem de bu uyumsuz varlıkları sonsuzzzz cezalandırmak için bir emek ve güç sarfetmek zorunda kalarak bir de evrende bu kahrolası varlıklara cehennem gibi bir yer ayırarak elindeki atomları gereksiz bir işte sabit tutmak zorunda kalır. Tam tersi durumda da cennet gibi bir yerde bu ulu ruhları toplayarak yangelip yatırmak gibi bir israfa girerek yine cenneti oluşturan atomlarını orada sabit tutmak zorunda kalarak nihayetinde ve total hesapta israfa giden bir eylem icra etmiş olur.

Tanrının mutlak kadir güç olması gerekirdi, insanı ortaya koyup, şeytanı serbest bırakıp yarattığı diğer önemli ama kovulmuş varlık şeytanla '' görelim bakalım sana mı itaat edecekler bana mı'' şeklinde yarışa girmek ve eksik yarattığı insana sınavı geçememe durumunda sonsuz azap uygulama tehdidinde bulunmak  yerine şeytan figürünün hiç olmaması gerekirdi, yada şeytanı orada en ağır şekilde cezalandırarak meleklere ve insanlara adaletini ve kurallarını göstermesi gerekirdi.
Merhamet, zaaflı varlıkların işidir, adalet merhametin üstündedir en iyi merhamet adalettir. Zira birine gösterilen ve adalet terazisini eğen merhametin sistemdeki diğer insanların hakkını ihlal edeceğini bilerek kesinlikle merhametli olmaması gerekirdi. Bütünleşmeyen ve çelişki ihtiva eden isimleri kendisine takmaması, gerekirdi.

Üst bir bilinç, keskin bir zeka, mükemmel denklemler kurma ve evrenler yaratma kabiliyeti ile donanması ve insani kavramlardan ve duygulardan arınması gerekirdi, Tanrının kızmaması, başarısız olduğunda ve şeytana karşı kaybettiğinde insanları toplu olarak helak etmemesi, insan makinesini doğru kodlayamadığı için hatayı kendisinde araması ve yeniden kodlaması,   intikam hissi duymaması, inananlarla inanmayanları, eski kitap ehilleriyle yenilerini daima savaşa sokup milyonlarca insanın ölümüne sebep olmaması, kadınların tecavüze, çocukların ve masumların bombalar altında paramparça ölmesine izin vermemesi gerekirdi
bizim gibi iki yada dört ayaklı yada elleri olan bir varlık olmaması, bir enerji varlık olması, yaratabildiği bütün atomlarla her an iletişimde olması gerekirdi
tanrının insanlara bu dünyada yasak ve haram kıldığı bir çok şeyi diğer tarafta ödül olarak sunarak kendisiyle çelişmemesi gerekirdi.
Cennet gibi bir yeri yaratarak ve özellikle imtihanı geçen, evrene tanrıya bağlılığını ispatlayan ve çok zor oluşan insan gibi bir bilinci SONSUZZZ bir süre boyunca orada yatırarak atom ve bilinç israfına girmemesi, bilinçlenen atomları kendisine çekerek deneyimini artırması , yada bu bilinçleri işlerinde kullanması, yada yeniden dönüşüme sokması gerekirdi.
Cehennem gibi ; evrenin yaşı ile ölçülemeyecek kadar kısa bir süre içinde insanların yaptığı önemsiz hatalara sonsuz bir ateş azabı uygulayacağı bir yer yaratmak gibi adalet ve eşitlik, kısas esaslarına aykırı bir yer yaratacağına, düzgün programlanamayan ve ana üreticinin ( Tanrının ) çizdiği yolan çıkan makinaların hatalarını kendinden bilmesi yada en azından hatalarla orantılı olarak sonlu ve süreli bir ceza sistemi getirmeliydi.
O kadar büyük olmalıydı ki, insanların yaptığı hata onun ilgilenmeyeceği kadar küçük bir ayrıntı olarak kalmalıydı, ceza vermek yerine eşitleme yada hatalı ruhların tamirini yaparak daha büyük amaçlarla uğraşmalı idi.
Tanrının egolu olmaması gerekirdi. Hep beni övün, beni çokça övün, melekler hep onu tespih ederler gibi cümlelerle ikide bir kendisinin ne kadar büyük olduğunu bize söyleyip durmaması gerekirdi. O kadar kudretli olması gerekirdi ki o söylemeden ve zorlamadan insanların onun büyüklüğünü anlaması gerekirdi.

Tanrının büyüklenmemesi gerekirdi: en büyük ve kudret sahibi gücün kendisini misillemesi ve büyük olduğunu , sonsuz güç sahibi olduğunu söyleyip durması ; birileriyle yarışta olduğunu ve bir şeyleri ispat etmeye çalıştığını göstereceğinden kendisini yarışın, karşılaştırmaların ve misillemelerin dışında tutması gerekirdi.
Bu dünya ve öte dünyada ödüller ve yasaklar belirlerken tutarlı olması gerekirdi, bu dünyada zina yapmayana diğer tarafta en az 80 huri ile sex yapma hakkı, bu dünyada alkol tüketmeyene diğer tarafta şarap nehirlerinden içme hakkı, bu dünyada düzenli ibadet edene diğer tarafta sonsuz süre boyunca ibadet etmeme hakkı, bu dünyada kendisinin koyduğu kurallara göre çalışana diğer tarafta sonsuz çalışmama hakkı vermemesi gerekirdi. Aksi halde buradan şu anlam çıkmaz mı?; evrende zaten içki, toplu ve çok insanla sex, çalışmamak ve ibadet etmemek esastır, tanrısal ilkeler bize söylediklerinin tersidir , öyle olmasa bize bunu vaadetmezdi. zira imtihan sürecinin sonunda yani sonsuzluk katında tanrı bana neyi veriyorsa evrende esas olan o değil midir?
Eğer hala sonsuz mutlak güç değil ve büyümeye devam ediyorsa bunu açıkça söylemesi ve amacımızı bize bildirmesi gerekirdi.
Belki insan olduğum içindir ama sıkılması gerekirdi tanrılıktan, her an ol diyince oldurabilmekten , amaçlarının ve hedeflerinin olmamasından, kendisini küçültüp büyütememekten, uyuyamamaktan, dinlenememekten, bölünememek ve çoğalamamaktan, ölememekten, herşeyi zaten biliyor olmanın tuhaf ve iğrenç bilgeliğinden, şaşıramamktan, zaten hep orda olmaktan ve sonsuza kadar da orda olacak olmaktan.
Ya da hala tam anlamıyla düzeni kuramadığını , entropiyi bitiremediğini, sistemi başa sarıp yeniden ve yeniden büyük patlamalarla dizayn ettiğini, bilincini artırmak ve sonsuz ihtimalleri deneyimlemek için canlılar yaratarak ölmelerine, tecavüz edilmelerine, boğazlarının kesilmesine , suda boğulmalarına, ateşte yanmalarına, açlıktan kırılmalarına, hastalıklardan gebermelerine izin vererek evrendeki sonsuz ihtimalleri deneyimlemek ve mutlak kadir güç ve bilgi sahibi olmak için bizi kullandığını itiraf etmesi gerekirdi, bu da tanrıyı kendisininde bizden önce oluşan tesadüfi bir bilinç olduğunu itirafa, eksik olduğunu kabule, isimlerinin hakkını vermediğini açıklamaya zorlayabilirdi. gerçi o zaman da rahmetli olmazdı, bu hiç de adil olmazdı,  gerçi başkasının olmadığı ve herkesin bir şeyin ( Tanrının ) malı olduğu bir sistemde ikinci parametre olmadan adaleti nasıl belirleyeceğiz ki?
Sahi saklamaya çalışsanda artık biliyoruz, artık akıllandık tanrım. bize fazla süre tanımış olabilirsin, seni tekrar tekrar uyarıyorum; bizi gerçi hiç bir zaman kontrol altında tutamadın ama şimdilerde ( son 200 yıl ) ciddi ciddi yoldan çıkıyoruz. bir bu kadar daha bizimle konuşmaz yada bize dur demezsen ,bırak dünyayı bütün varoluş bilgini arşının kutsal kitaplığından araklamış olabiliriz.
Bir peygamber gönderip binlerce yıl susmanın anlamsızlığını, mucizelerin saçmalığını, sana ait olduğu iddia olunan kuralların ve buyrukların ( ayetlerin ) bayağılığını kavradık, insansı hislere bürünemeyeceğini anladık ve kızan , kinlenen, beddua eden , dua eden, istediği olmayınca yarattıklarına hakaret eden, helak eden, küfür eden ayetlerin sana ait olamayacağını kavradık, bütün o dehşet verici sonsuzlukta ve güzellikteki evreni yaratmışken oturup hiç işin yokmuş gibi peygamberinin kimlerle yartabileceğine ilişkin ayetler vaazedemeyeceğini, etmemen gerektiğini kabul ettik, insanlardan yani yaratıklarından para pul istemeyecek kadar zengin olduğuna hükmettik, sana hakkını son 100 yıldır teslim etmek için evrimleşmeye devam ediyoruz. üstelik senin askerin olduğunu iddia eden ve bizi kesmeye yemin etmiş eski inananlarına rağmen....
Tanrının test aracı, deneme tahtası, deneyim makinaları olabiliriz. O nedenle bizimle iletişim kurmamış, salah salak ekollerin arkasında ömür çürütmemize, kana ve vahşete izin veriyor olabilir. Yada henüz evrimle yarattığı bizleri konuşacak düzeyde bilinçli varlıklar olarak görmüyor da olabilir. Bizimle hiç konuşmayacak da olabilir. Ama bize söylenilen ve tanrının kelamı olduğu bildirilen  metinler doğruysa ortada ciddi bir sorun var demektir.

Haylaz bir çocuğun elindeki iradesiz ve cansız bir oyuncak yada küçük bir civciv gibi hırpalanıp duruyoruz demektir. Zira bizi bize sormadan ( kuranda bize sorulduğu ve evet dediğimiz denilse de biz hatırlamıyoruz ) yaratan, kitabında bireysel suç ve cezadan bahsedip, peygamberinin veda hutbesinde babanın suçunun oğula yazılamayacağını söylemesine rağmen adem babanın bir hatası nedeniyle bizi ana yurt olan cennetten kovan, peşimize şeytan gibi üstün ve kabiliyetli görünmez bir düşman gönderen, bir de kendi içimizde bizi yasaklara doğru çeken nefs gibi bir illet veren ve eşitliksiz bir imtihan sürecinde sınavı kaybedersek sonsuz azapla tehdit eden, müsrif, matematikten yoksun, evreni yaratabilecek kadar kabiliyetli ama fayda maliyet hesabı yapamayan, kindar, intikam hisleriyle dolu, düzgün programlama yapamayınca yada yaratıklarda sorun çıkınca çözüm olarak yok etmeyi seçen, eşitliksizlikçi, hep savaşa teşvik eden, kadınları öteleyen, köleliğe izin veren, övünmeyi seven , kibirli, yarattığı şeytan gibi kötü bir varlıkla bizim üzerimizden güç yarışına giren,  dileklere cevap verirken aciliyet ve öncelik sırası yapmayan, beyni savruk, arada insani hislere bürünüp intikam alan, lanet eden, yemin eden,   bir tanrımız var demektir. Ne denir eğer varsa Tanrı yardımcımız olsun.

BANA GÖRE TANRI NASIL

Bence TANRI/ ALLAH/ RAB tıpkı bizim gibi oluştu, Bizi ve diğer canlıları yaratarak kendisini taklit ediyor. Önceleri küçük bir bilinçti, belki ırk ve tür olarak tek de değildi bizim gibi bilinçlenmiş bir ırktı, gelişti, teknoloji sahibi oldu ve bu yüz yılda yapmayı başarmak üzere olduğumuz gibi elementlere hükmetmeyi öğrendi, atomları parçaladı, atom altı ölçeğe indi ve varlığın sırrını çözdü. Titreşimlere , frekanslara hükmedebilmeyi ve parçacıkları yönetmeyi öğrenince kendisini zaman ve mekan boyututun üzerine taşıyarak sarmalın üstine geçti, her an her yerde olabildi, sonludan sonsuza, mekandan mekansızlığa geçti, bu kadar bilgi onun zaaflı yönlerini yok etti ve beşeri özelliklerden arındı, elementleri daima dönüşüme sokarak sonsuz bir enerji kaynağına ve güce sahip oldu, ama sistemdeki süregelen entropiyi bitiremedi, sadece kendisini entropinin dışına taşıdı , sistemi hala mükemmelleştiremedi, ya tamamen müdahale edemiyor yada kendisi de hala sisteme bir şekilde bağlı ve sistem bunu yapmasına olanak tanımıyor, o nedenle sonsuz döngülerle ( paralel evrenler, iç içe evrenler, balon evren teorisi, sonsuz bing bang'ler )gidiyor.

Yaratmada hala çok başarısız olduğu ve işini şansa bıraktığı bile savunulabilir. Şu anki bilgimize göre bir başlangıç ile ( Büyük patlama )  atom ve kütleleşme sürecini başlatabilmesine karşın  yaşanılabilir gezegenlerin oluşmasını matematik ihtimallerine bırakıyor sanki; zira bakabildiğimiz yere kadar bizden başka canlı yada yaşanılabilir gezegen göremiyoruz , evren soğuk dev cüceler, alev topu yıldızlar, donmuş yada ısı farkı yüksek gezegenler, sıvı yada gaz formunda kalmış gezegenlerle, henüz doğum yapan ve yıldız üreten nebulalarla, evrene elemet fırlatan kuasarlarla, maddeleri yutarak dönüştüren kara deliklerle dolu. Evren genişliyor, kütleleşen galaksiler bir birinden uzaklaşıyor, sistem bozulmaya ve yok olmaya doğru gidiyor. Sanki tanrı birşeyleri tam oturtamıyor, kosmosu kararlı hale getiremiyor ve arada oluşan kararlı , yaşanılabilir gezegenlerde oluşturduğu yada zaten kendisi gibi oluşan bilinçlerin deneyimlerini alıyor ve deneyimini artırıyor.
Ama atomların hangi koşullarda ( sıcaklık, ısı, basınç ) nasıl davranacağıyla ilgili sonsuza yakın bilgiye sahip olmasına karşın, özgür bilinçlerin seçimlerinin ( her bir eylemde iki seçenekten biri seçilerek süreç bitene kadar her seferinde iki ile çarpılan seçimler toplamı ) sonuçlarını ve neyi hangi durumda seçtiklerini tam olarak bilemiyor , bu nedenle biz ve diğer hayvanlar gibi bilinçler yaratarak ve bizi düzenli olmayan bir sistemde deneyim yapmaya ve seçim yapmak zorunda olmaya  zorlayarak öğrenmeye devam ediyor. Bu süreç her canlı için yaşanıyor ve tanrı bu şekilde sonsuz seçenekleri yarattığı bilinçlerle deneyimliyor ve gücünü, kudretini ve bilgisini artırıyor. Canlılar evrimleşiyor, üreyen hiç bir canlı ebeveyninin tıpkısı olmuyor, aynı kararları almıyor, DNA dizilimleri hep farklı oluyor, değişim ve deneyim süreci çok hızlı ve hiç durmaksızın devam ediyor.
Tanrı henüz kararlı bir evren yaratamadığı ve herşey başlayıp gelişip sonra da yok olduğu için bu deneyim yapan canlıları evrenin kararlı hale gelmiş süresinde,  kararlı ve yaşanılabilir bir döngüye girmiş gezegenlerin üzerine koyuyor, o gezegen kaos dönemine geçince orada hayat ve deneyim bitiyor, bir başka gezegende zaten başlamış yada başlayacak oluyor, canlı çeşidi ( türler ve tür içi farklılıklar )ve  bunların seçim ihtimalleri sonsuz olduğundan tanrının deneyimi bitemiyor, tanrı yaratma hastalığına kapılmış gibi her yerden hayat fışkırtmak zorunda kalıyor, sanki doyuma ulaşmak için yaratmak zorundaymış gibi bir duruma giriyor. Bu döngü sonsuz bir sarmal halinde sonsuza değin devam ediyor. Aslında tanrının zaman üstüne ve dışına çıkmış olması nedeniyle bize göre zamansal süreçler alan deneyimler onun bilgi dağarcığında anında oluyor. Tanrının sanırım tek zaafı öğrenmeye olan açlığı ve kapanmayan iştahı, bu eksiklik onu tanrı yapıyor.
Tanrı nedir? Tanrı bütün kosmozdur. Her şeyin içine sirayet etmiştir. Onun için zaman ve mekan kavramı yoktur, bilinen mekan; atomların titreşiminin azalmasıyla ( Titreşimi yani frekansı ve hızı azalan enerji kütle kazanır,hızı artan atomlar ise kütle kaybederek ışık hızına ulaşırlar ve kütlesiz parçacıklara evrilir yada bölünürler. ), bilinen zaman da titreşimi azalan atomların uzayı bükmesiyle oluştuğuna, ve algılanması da kütle yoğunluğuna ve hız ile bağlantılı olarak değiştiğine göre tanrı nasıl oluşmuşsa oluşsun zamanı manipüle etmiş ve mekanları eğip bükerek bunların dışına ve üstüne çıkabilmiş olmalıdır.  Tanrı bir mavi ışık, bir enerji topu yada demeti, henüz eriştiğimiz bilinç düzeyiyle kavrayamayacağımız kadar farklı bir titreşim boyutunda, ışık frekansında, bilinç düzeyinde bir varlık olmalıdır.

Hayalimdeki tanrı: İnsanların ne yaptığıyla da ilgilenmiyor, toplamda ne olduğuyla ilgileniyor, Maksimum fayda hesabı yapıyor, canlılarla deneyimini artırıyor, sonsuz ihtimaller ve seçimler için her koşul ve şartın oluşması ve her ihtimalin gerçekleşmesi gerekmesi nedeniyle kaosa, acıya, ölüme, işkenceye, sevgiye, aşka, nefrete hasılı bütün duygu ve durumlara izin veriyor, müdahale etmiyor , hatta bunların yaşanmasını büyük bir iştahla bekliyor ve izliyor. Bu da onu kesinlikle merhametli yapmıyor, ilginçtir merhametsiz de yapmıyor, çünkü tanrı bizim hislerimize sahip olmayan sosyopat ruhlu, gülemeyen, ağlayamayan ,en kötüsü empati kuramayan ve öğrenme açlığından deliye dönmüş bir varlık. tanrının işi var, eğer varsa ve bizi de o yarattıysa bizi kullanıyor.

Bu sistem tanrıyı da oluşturan sistem mi? Tanrı da mı kosmosun içinde bilinç yolculuğuna bizim gibi başladı ve ilerledi, yoksa başka bir sistemin içinde varoldu yada vardı, ya da sistemin kendisiydi ( bam başka bir şey ) de sadece deneyimleme ihtiyacı nedeniyle mi bizim kosmosumuzu yarattı, bizi var eden büyük patlamayı yaptı bilemiyorum. Her iki ihtimal de doğru olabilir. Neticede bizi durduramazsa yada durdurmazsa, dünya ve güneş sistemi burada bir müddet daha bilinçlenmemize izin verirse tanrıya bir rakip çıkacağını ve kesinlikle minimal bir tanrı olacağımızı söyleyebilirim. Düşünen ve kendisini geliştiren dijital programlar yarattık, yürüyebilen hareket edebilen robotlar yarattık ,canlıların DNA ları ile oynuyor, genetiğini değiştiriyor, et bedenleri biçimlendirmeyi öğreniyoruz. telekineziyle dokunmadan enerji alanımızla cisimleri hareket ettirebiliyoruz, telepati yoluyla haberleşmeyi öğrenmek üzereyiz, bir üst evren olan asral evreni öğrenip meditasyonla oraya gitmeyi ve et bedenden bilincimizi ayırmayı öğrendik, belki bu katta sadece bilinç olarak kalmayı başaracağımız günler yakın, eğer öyleyse burada da öğrenmeye devam ederek ölmeden ve yok olmadan bir üst kata çıkmamamız için bizi kim engelleyecek.  belki de zaten her ölenin bilinci yok olmuyor ve deneyimine devam ederek, öğrenerek ya kaynağa ( Tanrı denilen ve yaratan sosyapat enerji bilinç )  veri sağlamaya devam ediyor ya da tanrısallaşma yolunda ilerliyor, Higs bozonu denen ve tanrının enerjiyi kütleleştirme yolundaki en büyük silahını keşif için dev laboratuvarlar kurup binlerce kişiyle harıl harıl çalışıyoruz. Öğrenmeye devam edebilmek için ve yok olmamak için yaşanılabilir gezegenler arıyor ve uzayda yolculuk yapıyoruz, kendimizi kosmosun insafına yada tanrının merhametine bırakmaktan vazgeçtik , tanrı olmak için var gücümüzle yol alıyoruz.

Belki de kısa bir süre sonra ( 100-200 yıl gibi ) öğrenebilen dijital programlarımızı, zaten bildiğimiz her şeyi de içine koyarak makanik bedenlere yükleyecek  yeni bir ırk yaratacağız. Bu ırkın tanrısı İNSAN olacak, onu yönetemeyeceğimiz gün gelince ya bizi yok ederek yada bizden kurtularak evrende o gezegenden bu gezegene yerleşerek kendi dünyalarını kuracaklar, kim bilir belki de tıpkı tanrı gibi biz de onları bizim için deneyimleyen ve bize bilgi ve veri akışı sağlayan köleler olarak kullanacağız. Çok heyecen verici olabilir ama kendi bilincimizi mekanik bedenler ve dijital beyinlere aktarabilip zaten onlar olabilirsek, et bedenden kurtulup daha çok zaman kazanabilirsek ne olacak ?. Bizde higs bozonunu bulup, atom altı ölçekte enerjiye hükmedip sistemin ve zaman mekan sarmalının dışına çıkacağız. O zaman gerçekten tanrı nasıl olur bilebiliriz. Bunun için tanrı olmamız gerekir daha yolumuz çok...

Tanrının nasıl olduğunu tam olarak çözemesek de en azından Tanrı zamanla ve mekanla bağlı mı, onu kim yarattı, ondan önce ne vardı sorularının cevabını bilebiliyoruz. Eğer varsa, Tanrı zaman ve mekan üstüdür, yaratıcısı bizim kosmozumuz yada başka bir kosmozdur, kosmoza kısmen hükmeder ve yönetir, ondan önce yine kosmoz vardı, tanrı varsa eğer sadece onu yönetmeye çalışıyor, zamanın ve mekanın olmadığı bir katmanda öncelik ve sonralık olmaz, ilk atomun yada enerjinin ne ZAMAN ve KİM tarafından oluşturulduğu sorgulanamaz. Soru kendisiyle çelişir ve anlamsızlaşır. Orası herşeyin her zaman ve hiçbir zaman varolduğu ilgiç bir yer. ne garip bir cümle oldu şimdi az önceki, orada ''varolduğu''  bile diyemiyoruz zaman kipi kullanmadan konuşamayan bizlerin orayı bile anlatamadığı

Eğer henüz bir tanrı yoksa ve ilk bilinçlenen atomlar bizler isek kosmos kendi tanrısını doğurmuş ve geliştiriyor demektir. Bunu üç yüklemli bir cümle ile söylersek çok daha doğru bir cevap olur. Tanrı var mı?  Evet Tanrı ;vardır / varoluyor/ var olacak. Bu üç yüklemden birisi kaçınılmaz sondur, olmak zorundadır,Bunun en büyük delili bizler ve yaşadığımız evrendir.  hiç tanrı yoksa bile işte tanrı en kötü ihtimalle bizim gibi olur, sonsuz üzeri sonsuza yakın ihtimal ve patlamadan sonra tesadüfen bir gezegen ve  atmosfer oluşur, güneşine mükemmel uzaklıkta konumlanır ve ilk hücre yaşama başlar, gelişir ve nihayetinde bilinçlenir. İlkin çevresini sonra kendisini anlamlandırır ve öğrenmeye ve üremeye devam ederek ölmemek için ya kendisini kopyalamayı ( üreme ) yada sistemi düzenlemeyi öğrenir. Bence canlılar önce biri ile zaman kazanarak, türlerinin devamını kendilerini kopyalayarak devam ettirip, evreni manipüle ederek ölümsüzlüğe doğru bir yol izliyorlar. Evren bizim ırkımızda bize bu şansı tanımazsa başka bir ırka tanıyacaktır, sonsuzluk ve sonsuz ihtimaller bu sonucu % 100 doğurmak zorundadır. Bu kaçınılmazdır. Evrende var olan her iletimin bir karşı alıcısı olmak zorundadır sanki, ses varsa kulak, ışık varsa göz, olmak zorundadır. O zaman bilgi varsa onu öğrenecek ve iletimi alacak bir bilinç de olmak zorundadır. Yoksa evren onu kendisi yaratır.

Tanrı ister tanrılık yoluna bizim gibi başlasın, ister bu evrende isterse başka evrende yolculuğuna başlasın fark etmez sonuçta biz varsak ve özgün bir bilinç isek tanrı kavramsal olarak var olmak zorundadır. Durun korkmayın hemen,  dedim ya tanrı varsa eğer saçma sapan , müsrif ,zalim, egoist, bencil, kibirli bir varlık olamaz,cennetle, cehennemle, uğraşmaz, toplu helak etmez, azap etmez, ödül de vermez, tanrının işi gücü var, bizimle vakit de kaybetmez, sadece programı başlatır ve total meyvasını alır. önceki insansı duygulara sahip tanrı anlayışı henüz ilkel olan beyinlerin algısıyla oluşur. Kimseye zulmetmeden, diğer canlıların yaşamasına izin vererek , saygı duyarak bütün deneyimleri yaşamalı ve öğrenmeye odaklanmalıyız. Kendi kendimize koyduğumuz ilkel kalıpları kırarak, bilim ve fenne yoğunlaşmalıyız.  Nasıl ki bizler bilincimizin artmasıyla eski de kalan babalarımızdan daha iyi, daha ilkeli ve daha düzenli bir hayat yaşıyor, hala beslenmek zorunda olmamız nedeniyle öldürmek zorunda kaldığımız hayvanları bile en acısız şekilde ördürmeye çalışıyorsak, köleliği kaldırdı, dişi insan cinsine hakkını teslim etti ve hatta yetinmeyerek hayvanlara bile haklarını teslim için yasalar çıkardıysak bizden çok daha üstün olan ve adına TANRI dediğimiz o bilinç ilkel hisleri ve duyguları barındıramaz. O yüzden eğer varsa ona hizmet için deneyimlemeye ve dolu dolu yaşamaya devam etmeli, eğer yoksa anlattığım bu sıkıcı ve bize göre yorucu eylemleri bir an önce yapabilmek için tanrı olma yolunda olanca gücümüzle çalışmalıyız.  Tanrı yardımcımız olsun..