HABERLER
Dini Haber
Gazali etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Gazali etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

YEŞİL YOL MU? AKLIN YOLU MU?

Aydın nedir?, Aydın ve din, Aydınlanma nedir?, Batı inançsız mı?, Bilim ve dinler, din, DP, Gazali, İbnü'r Ravendi, İnanç ve bilim, İnançlı biri, Pamuk ve ateş, islamiyet,
Yeşil Yol filmini izlemişinizdir. Tom HANKS’in başrolünü oynadığı bu film hemen hepimizin hafızalarına kazındı. John COFFEY o masumluğu ile hepimizi ağlattı. Finalde o şirin fare Mr. Jingles’in yaşadığını görünce mutlu olmuştuk. John COFFEY bize mucizelerin var olabildiğini göstermişti. Bu mucizelerin kaynağı ise filmde yoktu. Belki bir yaratıcı, belki de başka bir güç John COFFEY’e güçler bahşetmişti. Mucizelerin günlük hayatta olabildiğini gösterdi bu film bize. Hiç izlemediyseniz mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.

Peki, bu mucizeler akla ne kadar yatkın? Bilim ile ne kadar uyuşuyor? Mucizelere inanarak yaşarsak medeniyet gelişir mi? Çözümü ve bilgiyi sadece kutsal metinlerde ararsak, gerisine kafa yormaz isek dünya nasıl bir yer olurdu? Sanırım kafamızda şekillendiremedik. Bir vakitler insanlar bu şekilde hiçbir şeyin yürümediğinin farkına vardılar. “Aydınlandılar”

Aydınlanma terimi basit olarak inanç ve varsayımsal hayattan sıyrılarak, bilimin ve aklın ön plana alındığı düşünce yapısına denir. Tüm önyargılar, rivayetler ve vahye dayalı sistemler reddedilir.

Peki, inançlı bir insan için “Aydın” tabiri kullanılabilir mi? Belirli çevrelerde en çok tartışılan konulardan biridir bu. “Hem inançlı olacaksın hem de aydın olacaksın. İmkânsız!” derler. Aslında bu hususta en güzel cevabı Prof. Dr. A. Celal ŞENGÖR hocamız veriyor. Bilindiği üzere kendisi ateisttir ve bunu kendisi de ifade eder. Ancak katıldığı bir programda ilginç bir konuşması vardır: “… Sevgili dostum Xavier Le PICHON dünyanın saygı duyduğu büyük bir Jeofizikçi. Kendisi büyük bir bilim insanı. Ancak aynı zamanda koyu bir Katolik. Ben bunu anlayamıyorum!” demişti.

Xavier Le PICHON dünyanın sayılı Jeofizikçilerinden birisi. Japon Bilim Ödülü ve Fransız Bilimler Akademisi Legion of Honour ödülü başta olmak üzere birçok ödül sahibi. Ülkemiz deprem araştırmalarında da bulunmuş önemli bir akademisyen aynı zamanda. Bu bilim insanı için “Aydın değildir!” demek en basitinden büyük bir cahilliktir.

Önemli olan inançları ve gerçek gözleme dayanan evreni birbirinden ayırabilmektir. Adam inançlarını ayrı yaşıyor, bilimi ayrı yaşıyor. Önyargılardan sıyrılmış, sadece gözlem ve deneye dayanan bir sistemi kabul etmiş, ancak kendi içerisinde Tanrısı ile barışık ve inançlı birisi.


Kısaca İnançlı birisi Aydın olarak nitelenebilir mi? Cevap evet. Eğer ateşli bir inançsız iseniz, diğer yazılarıma karşıt teori geliştirmeye çalışıp çuvallayan Tatlısu Müslümanları ve Yobaz Pokemonlar gibi bana reddiyeler düzebilirsiniz. Onlara da söylediğim gibi… Gerçek ortada duruyor. Ya kabul edersiniz ya da reddeder ve bu ret âleminde yaşar gidersiniz. Benim görüşümü kabul etmek zorunda değilsiniz. Xavier Le PICHON sadece bir örnek idi. Ancak tüm dünyanın kabul ettiği Bilim insanlarını ve aydınlarını sırf “İnançlılar” diye yok sayarsak işte o zaman biz de yobaz oluruz.

Şimdi eğer bu adamlar, inançları gereği sizi “kâfir, gâvur, şeytan uşağı, Siyonist, mason, illuminati iti, İngiliz-Amerikan ajanı” gibi komik adlandırmalar ile ötekileştirse ya da din ayrımcılığı üzerinden ayrıştırsalar haklısınız. Bu insanlar buna bakmıyor. Önemli olan sizin fikirleriniz. Gerisi onların umurunda değil. İsterseniz sokaktaki kediye tapın ya da Allaha inanın veya inanmayın.

Kısacası Aydın olmak için dinsiz olmak diye bir ön koşul yoktur. Daha önce belirttiğim gibi. Tersini iddia ediyorsanız, yani inançlılar eğer “Aydın” olamaz diyorsanız kusura bakmayın ama “YOBAZSINIZ!”

Neyse, ana konum aydın insanlar inançlı mı inançsız mı değil.

Avrupa’da bir Aydınlanma yaşandı. Bu aydınlanma ile insanlar dini pratik hayattan çıkartarak sadece mabetlere ve evlere kapattı. Yani olması gereken yere. Sosyal yaşamda genel hukuk kuralları çalışmaya başladı. Gözleme ve deneye dayalı bir yaşamı tercih ettiler. Sonuç? Sonuç koskoca İslam âleminden çıkan bir tek icat yok. Ama büyük deccal, şeytanın yeryüzündeki gölgesi olan “BATI” günümüzdeki tüm ilerlemenin ve icatların, kısaca modernliğin merkezi oldu.

BATI dediğimiz güruh inançsız mı? Hayır, geniş ölçekte inançlılardan oluşuyor.

Peki, neden aydınlanma orada oldu da bizde olmadı? Neden tüm icatlar Batı’da? Neden tüm Müslüman mülteciler İslam ülkelerinde Allah’ın emirlerini yaşamak yerine “Kâfir” Batı’yı tercih ediyor? Neden bizim “Yerli ve Milli” politikacılarımız çocuklarımız için İmam-Hatip nesli olsun diye buraları tavsiye ederken kendi çocukları “Kâfir” Batı okullarında? Neden hep “Kâfir” Batı’yı işaret ediyoruz?

Sanırım Aydınlanma trenini biz çoktan kaçırdık. Aydınlanma bizim için yapı marketlerde çalışan gençlere sorduğumuz “Kardeşim pardon, bu ampul ne kadar Aydınlatıyor? Oda iyi aydınlanır mı?” gibisinden soru cümlelerinde geçen kelimeden ibaret olacak.

Kısaca hayır. Biz “Aydınlanmayacağız.”

Yazının başında Aydınlanmayı tanımlarken basit olarak bilim ve aklın ön plana alınması demiştim.

Peki, bilim ve akıl bize ne söylüyor? İbnü’r Ravendi ismini duydunuz mu bilmiyorum. Turan Dursun’un da etkilendiği bu zat zamanında büyük bir İslam Âlimi. Ona göre zamanın kendisi tanrıdır. Madde sonsuzdur; sadece şekil ve biçim değiştirir. Yoktan var edilmemiştir. Her şey zaman içerisinde kendiliğinden var olur.

İbnü’r Ravendi, Dehriyyun adı verilen İslam tarihindeki materyalist bir felsefenin kurucusu sayılır. Görünen dünya haricindeki her şeyi reddederler. Görünen haricinde bir gerçek yoktur. Gerçek, ancak gözlem ve deneyle tecelli eder. Bu yönüyle peygamberleri eleştirir ve kitapları tanımazlar. Zaman veya evren bir bakıma Tanrı’dır görüşü üzerinde durduklarından dönemlerinin Deistleri kabul edilebilirler.

Büyük bir İslam Âlimi iken İbnü’r Ravendi ve onun takipçilerini tevhid’den koparan neydi? Neden klasik İslam anlayışını, hatta muhalif mezhepleri dahi terk edip “Zındık” kategorisine girdiler? Kişisel varsayımıma göre sanırım Turna Dursun ile benzer sebepler.

Maalesef İslam tarihindeki 3 büyük zındıktan birisi kabul edilen İbnü’r Ravendi hakkında detaylı bilgilere ve onun eserlerinden bir kısmına tahrip edildiklerinden ve yakıldıklarından dolayı sahip değiliz.

Elimizdeki verilere baktığımızda İbnü’r Ravendi’ de bir Tanrı inancı var. Aklı ve Deneyi ön plana almasına rağmen bir yaratıcıya inanıyor. Ancak inandığı yaratıcı onun hayatına karışmıyor. Öğrene geldiğimiz klasik Tanrı inancından daha farklı bir inanç. (Bkz. Site Başyazarı ve Yöneticisi A.Kara "Benim Tanrım" adlı makalesi)


Madem akla, gözleme ve deneye dayanan bir inanç felsefesi ile karşı karşıyayız, neden bir Yaratıcı ihtiyacı var? Bunun birçok sebebi olabilir. Bazen her gözlem aynı fikri vermeyebiliyor. Burada atıf yaptığınız sebep-sonuç ilişkisi çok önemli.

İşte tam bu noktada karşımıza Gazali çıkıyor. Hani şu Meşhur Gazali. Gazali için sakın Gerici, Yobaz gibi adlandırmalarda bulunmayın. Gazali hali hazırda dünyanın çoğu saygın üniversitesinde tüm felsefe bölümlerinde anlatılıyor. Adam müthiş zeki. Gelin ondan biraz alıntı yapalım:

"Alışılmışlığın sonucu olarak birinin sebep diğerinin netice olduğuna inanılan iki şeyden birinin, diğerinin yanında bulunması bize göre zaruri değildir. Hatta yan yana bulunan iki şeyin biri sebep diğeri netice değildir. Bunlardan birinin ispatı diğerinin ispatını içermediği gibi, birinin nefyi de diğerinin nefyini içermez. Bunun için, birinin vücudu diğerinin vücudunu gerektirmediği gibi, birinin yokluğu da diğerinin yokluğunu gerektirmez. Bunlardan birinin, diğerinin yanında bulunması, aslında biri diğerinden ayrılmayacak şekilde zaruri değil, yüce Allah’ın takdiri neticesinde olur. Bir tek misal ele alalım: Ateşe yaklaştırılınca pamuğun yanması. Pamukta siyahlık yaratmak, cüzlerini dağıtmak ve onu yanmış kül haline getirmek suretiyle yanma fiilini yapan yüce Allah’tır. Bunu ya melekler vasıtası ile veya vasıtasız yapar. Ateş, kupkuru bir maddedir. Hiçbir fiil meydana getiremez.

Şu halde ateşin fail olduğunun delili nedir? Onların pamuğun ateş yanında bulunması sırasında yanmanın meydana geldiğini müşahede etmelerinden başka bir delilleri yoktur. Bu müşahede ise, yalnızca pamuğun ateşin yanında yandığını gösterir; ateş sebebi ile yandığını ifade etmez. Yanmasının da ateşten başka bir sebebi bulunmadığını ispatlamaz. Şu halde, bir şeyin, imkânı ile birlikte bazı vakitlerde Allah’ın ilminde onu yapmayacağının geçmiş olması ve bu vakitte bunu yapmayacağına dair bizde bir ilim meydana getirmesiyle, o şeyin Allah’ın makdurları cümlesinden bir mümkün olması arasında bir mani yoktur."
Gazali
“Tehâfüt el-Felâsife”
Onyedinci Mesele Ahsen Yay.02 s.181-2-6

Gazali’nin Felsefecileri eleştirdiği Tehâfüt el-Felâsife adlı yapıtında konu ettiği "Pamuk ve Ateş" arasındaki ilişki çok önemlidir. Gazali, Nedensellik ilkesi içerisinde Ateşin Pamuğu yakmasını ilahi kudrete bağlar. Filozoflara göre ki deney ve gözleme de göre ateşin yanına getirilen pamuk yanar. Bu gözleme göre, eğer sebep-sonuç ilişkisi içerisinde irdelersek, sebep ateştir, sonuç ise yanmadır (pamuğun yanması). Gazali’ ye göre ateş sebep değildir. Bu gözleme göre pamuk sadece ateşin yanında yanar. Ama bu ateş sebebiyle yandığını ifade etmez ve bu anlama gelmez. İşte bu noktada Gazali’ye göre ilahi kudret devreye girer. Bu sistemi Allah kurmuştur. İsterse ateşin yanında pamuk yanmaz. Tamamen onun iradesine bağlıdır. Böyle olmalıdır. Yoksa İbrahim peygamberin ateşte nasıl olup da yanmadığı açıklanamaz.

Kısacası pamuğu ateşin yanın getirdiğinizde Allah’ın izni olursa, meleklerin de aracı/vesile olması ile pamuk yanar. Aynı her kar tanesini ve yağmur damlasını da meleklerin indirdiği gibi. Öyle şey olmaz mı diyorsunuz? İşte Gazali’nin fiziksel olaylarda Allah’ın izni ve Meleklerin vesile olduğuna inanmasını gerektiren faktörlerden bir diğeri, bir hadis:

Gazali, müspet bilime inanıyordu. Fakat sorun mucizelerde idi. Eğer müspet bilimi kabul edersek mucizeleri, dolayısı ile Allah’ın mucizelerini reddetmek gerekirdi. O halde müspet bilimin x faktörü Allah’tır şeklinde bir düşünce yapısı geliştirdi. Daha önce yazdığım üzere eğer pamuğun yanmasına sebep ateş ise, ateşe atıldığında İbrahim’in de yanması gerekirdi. Demek ki yakan ateş değil. Sebep ateş değil. Ateşin yakabilmesi Allah’ın iznine bağlı.

Ancak her ne hikmetse günümüzde (İbrahim peygamber olayı hariç) ateşin yakabildiğini görüyoruz.

Olayı farklı bir örnek ile zenginleştirelim. Bir zaman makinemiz olsa ve 500 yıl öncesine gitsek. Yanan odunları, içerisinde Karbondioksit bulunan bir yangın söndürme tüpü ile söndürsek bizim için ne düşünürlerdi? Onların gözlemi şu olurdu: “Birisi geldi, demir bir silindir getirdi, sonra bu silindir içinden ateşe beyaz bir duman attı, bu duman alevi söndürdü, sonra bu duman dağılıp gitti.” Gazali ilkesine göre bu nokta da insanlar bende ve olayda bir hikmet arardı. Hikmette sual olunmazdı. Şüphesiz bu söndürme işi Allah’ın izni ile olacaktı.


Ancak akılcı yaklaşan insanlar merak eder ve ateşin neden söndüğü ile ilgili varsayımlarda bulunurular, bu sayede gerçeğe ulaşmak için deney ve gözlemler yaparak basınç altında depolanmış Karbondioksiti keşfederlerdi.

Daha sonra keşfettikleri basınç altında depolanmış karbondioksiti, diğerlerine, yani hikmet arayanlara satarlardı. (Anladınız siz onu).

Gazali, açıkçası büyük bir düşünürdür. Takıldığı tek husus, anlayamadığı ya da açıklayamadığı durumları direk vahiylerde aramasıdır.   

Bilim ve gözlemi o da savunur. Ancak bilim ve gözlemi ön plana alırsa o halde Allah’ın kudretini ve mucizelerini inkâr etmek zorunda kalacaktır.

Allah merkezci bir yaklaşım ile her hususa yaklaşır. Temel terazisini ya da mihenk noktasını Allah teşkil eder.

Peki, Gazali’ nin tabiri caiz ise bir antidot’u yani karşıtı var mıdır? Evet var. İbn Rüşd. İbn Rüşd, Gazali’ nin eserlerine ve varsayımlarına öylesine reddiyeler dizmiştir ki, Gazali’nin en ateşli savunucuları dahi susmak zorunda kalmıştır.

İbn Rüşd tam bir Aristo’cudur. Antik Yunan felsefesini okumuş, özümsemiş ve gerçek hayat ile ilişkilendirebilmiştir. İbn Rüşd’e göre Gözlem ve Deney’e dayalı olmayan hiçbir unsur Kuran’a da uygun değildir. Doğada var olan her şey, her türlü deney ve gözlem Kuran ile uyuşmalıdır. Gazalinin tıkanıp kaldığı Pamuk örneğine İbn Rüşd şöyle bir yaklaşım sergiler, mucizelerde gözleme dayalı gerçek aranmaz. Çünkü var olan dünya yasalarını da Allah belirlemiştir. Eğer ateş İbrahim peygamberi yakmamış ise Allah öyle istemiştir. Ancak normal şartlarda ateş her halükarda yakıcıdır. Bu hali ile Gazali’nin yaklaşımı İbn Rüşd’e göre bir nevi küfürdür. Ona göre birey akılla Tanrı’ya ulaşılabilir.

İbn Rüşd’ün sergilediği bu tarz bir yaklaşım, yani aklın ön plana alınması, farklı akımların etkisi ile çok sonraları Aydınlanma çağının motor gücünü oluşturan faktörlerden birisi halini almıştır.

Ancak İslam âlemi İbn Rüşd yerine Gazali’yi tercih edince gerisi malum. Batı bir kutup, İslam Âlemi bir kutup halini aldı.
  • Bir taraf Aklı, Gözlemi, Deneyi merkeze aldı, bir taraf ise vahyi merkez aldı.
  • Bir taraf Bilimi merkeze aldı, bir taraf inancı merkez aldı.
  • Bir taraf gördüğü dünyayı ve onun kurallarını merkez aldı, bir taraf görmediğini merkez aldı.
  • Bir taraf sorgu ve şüpheyi merkez aldı, bir taraf biat etmeyi merkez aldı.
  • Bir taraf kendini aramayı merkez aldı, diğer taraf hiç görmediğini ve göremeyeceğini aramayı merkez aldı.
İster inançlı olun, ister inançsız olun. Hayatınızın merkezini oluşturan faktörlere dikkat edin. Hayatınızda bir kez olsun. Sadece bir kez olsun dünyaya ve çevrenize bir bakın. Kaç İslam ülkesi ile aynı İslamiyet’i yaşıyorsunuz?  Tüm İslam ülkelerinin, hatta aynı ülkede birbirinden farklı mezheplerin de hem inançları hem ibadetleri birbirinden farklı. Peki, cenneti kim hak edecek? Cehennem yakıtı kim olacak?

Sadece İslamiyet’i eleştirmeyelim. Kaç Hristiyan ülkesi aynı şekilde inanıp, aynı şekilde ibadet ediyor? Minicik İsrail’de bile Yahudiler mezheplere bölünmüş durumda.

Yazıda önce Xavier Le PICHON’dan bahsettim ki inançlı bir bilim adamı ve aydın. İbnü’r Ravendi’den bahsettim ki inançlıydı; sadece bana göre Deizme yakındı. Gazali ve İbn Rüşd’den bahsettim. Onlar da inançlıydı. Kısacası sorun inanıp inanmamakta değil.

Sorun, sizin hayatınızın merkezine neyi aldığınızda. Eğer hayatınızın merkezine bilimi, aklı, gözlemi, deneyi ve sorgulamayı alırsanız inançlı bile olsanız “AYDIN” olursunuz.

Ancak hayatınızın merkez noktasına vahyi ve onun düşünce sistemini koyarsanız “KARANLIK/YOBAZ” olursunuz.

Ve yine ancak hayatınızın merkezine kör bir şekilde inançsızlığı koyarsanız yine “KARANLIK/YOBAZ” olursunuz.

Aydın olmak inancı nereye koyduğunuz ile alakalıdır. Kendi içinizde neye inanıyorsanız inanın ya da inanmayın. Evinizde ne istiyorsanız onu yaşayın.

Ancak ortak yaşamda aklı, bilimi, gözlemi ve deneyi; kısaca “İlim ve Fen’i” merkez alarak yaşayın.
İnancınız ya da İnançsızlığınız size kalsın.

Ben mi? Ben hayatımın merkezine “Elimin altındaki cariyelerle (!) seks yapabilmeyi…” öngören bir inancı koymuyorum. Ailemle çok mutluyum.

Ancak yakın çevrem ve arkadaşlarımın büyük çoğunluğu hayatlarının merkezine “Elinin altındaki cariyelerle (!) seks yapabilmeyi…” öngören bir inancı koyuyor. Bu onları cahil yapmaz veya Karanlık/Yobaz yapmaz. Ben onları böyle seviyorum. Varsın Tatlısu Müslümanı olsunlar.

Dünyaya bakın, bilim insanı yetiştiren ülke ve sistemlere bir bakın. Büyük icatları yapan bilim insanlarına bakın. Büyük filozoflara bakın. Kendi ülkelerinden kaçan Müslümanların sığındığı ülkelere bir bakın.


Hastalandığınızda sizi kurtaran ilaç ve makinelere bir bakın. Tüp bebek ile çocuğunuz olmasını sağlayan sistemi icat edenlere bir bakın. İletişimi sağlayan her şeye bakın. Günümüz teknolojisine bir bakın.

O zaman anlayacaksınız. Sizce merkez ne olmalı?
Maalesef gerçek hayatta ne mucizeler var ne de John COFFEY gibiler.
Batı dediğimiz dünya, John COFFEY’ vari mucizeleri kendileri bulma yoluna gitti. Akıl ile ulaşma yoluna gitti.

Ama bize göre öyle mi? Batı uçak yapıyor, “Allah istemese uçmaz” diyoruz. Batı tüp bebek ile çocuk yapmayı buluyor, “Allah istemese olmaz” diyoruz. Batı cep telefonu yapıyor, “Allah istemese konuşturmaz” diyoruz. Batı ağrı kesici yapıyor, “Allah istemese iyileştirmez” diyoruz. Batı araba yapıyor, “Allah istemese gitmez” diyoruz.

Oluyor yahu oluyor. Yapınca oluyor. İcat edince oluyor. Düşününce oluyor. Akıl edince oluyor. Oluyor kardeşim hem de çok güzel oluyor.

Sen oturduğun yerde 70 huriyi nasıl idare edeceğini, cennet şarabını hangi meyveler ile tadacağını düşünmeye devam et.

Bu arada pardon. Cennet ve huri demişken, Senin hatun ya seni değil de başka bir erkeği isterse ne olacak? Sen bir mümin, o da bir mümine, sen istiyorsun ama o seni istemiyor ve başka bir erkeğe veriliyor. Belki o erkek senden daha mümin olduğu ve o da senin hatunu istediği için senin hatunun da rızası ile alıyor. Ne yapacaksın? Onlar kendi cennet arsasında meşk ederken sana yine eller günahkâr. Artık huriler ile ne kadar olacaksa…

Ah yine pardon bilmiyorum diş ağrısı çekiyor musunuz? Ben bir ara çok uğraştım. Bilin bakalım o dişçi koltuğunu, diş tıbbını, o alet edevatı, dolguyu, implant malzemelerini ve diğer tüm zerzevatı kim icat etti? Doğru ya çağlar öncesinden tüm bilgiler ve bilimsel veriler kutsal kitapta var. Oradan biz icat ettik (!)

Sağlıcakla kalın.

Yazar Notu: Yazıda mümkün olduğu kadar felsefe tarihi ve felsefe konularından uzak kalarak, sınırı fazla aşmamaya gayret ettim. Israrla Mitoloji ve Felsefe konularından uzak kalmayı tercih ediyorum. Bu konular uzmanlarının işi. Peki, ben yazdığım konular hakkında uzman mıyım? Değilim. Öyle bir iddia da bulunmuyorum. Okumazsınız olur biter. Madem uzman değilim neden yazıyorum? Sebebi açık: Aklı kullanmak için uzman olmaya gerek yok.

Bu mesajımda malum çevreye: Bana hep “Olmadığını Kanıtla!” diye çağrıda bulunuyorsunuz. Madem öyle sizde “Olduğunu Kanıtlayın!”

Yazan: Demon Product

TEK DİN İSLAM AMA ÜÇ FARKLI İSLAM

din, DP, islamiyet, İslamiyetin çelişkileri,Hangisi gerçek İslam, Gerçek İslam, 3 farklı İslam,Vehhabilik,Mehmet Şevket Eygi,Gazali,İbn Rüşd,İslam ve Kur'an apaçık değildir
Kimileri bizleri dinlere hakaret etmekle suçluyor. Ne hakareti? Sure, ayet, hadis paylaşmak ne zamandır hakaret oldu? Kur'an veya İslami kaynaklardan örnekler veriyorum hepsi bu. Sen bu paylaşımları hakaret olarak algılıyorsan bu senin sorunun. Mesela Zeyd'in eşi Zeynep’in bir ayet ile Hz. Muhammed'e eş yapılması konusunda hakaret ediyormuşum. Çarpıtma yapıyormuşum. Kuran veya sünnette yer almayan hangi hususu İslamiyette varmış gibi gösterdim? Hiç yüce Allah, peygamberine "kadınlar kendisini hibe etsin" der miymiş? "O’na teyzelerinin, halalarının, amcalarının kızlarını helal ettik" der miymiş? Yahu Kuran’da var. Ben demedim ki? Aç tefsirleri, mealleri oku be kardeşim! Hiç Kur'an'da kadın ve erkeği eşit yaratan ve eşit haklarla donatan yüce Allah kadınları Cariye yapar mıymış? Savaş ganimeti der miymiş? Açın ayetleri okuyun.

Hiç ravilerin sahih nitelendirmesinde bulunduğu hadislerde Hz. Muhammed’in yok 40 erkek gücünde olduğu, yok gecede kaç hanımıyla beraber olduğu ile ilgili hadis olur muymuş? Var be kardeşim, aç oku.

Tek bir yazımda Kuran veya Kütüb-i Sitte'de yer almayan, kaynağı olmayan/tamamen uydurma tek bir veri bulun, bu sitede yazı yazmayı bırakacağım.

Bu noktada Yalova Üniversitesi’nden İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Ebubekir SİFİL hocayı takdir edeceğim hiç aklıma gelmezdi. Adam İslamiyet’i olduğu gibi kabul ediyor. Ehl-i Sünnet Vel Cemaat doğrultusunda Sünni Hanefi İslam inancı neyi gerektiriyorsa aynen bunu söylüyor. Dışına çıkmıyor. Caner TASLAMAN ile tartıştıkları bir TV programında:  “Ayette kadını dövün diyorsa anlamı dövün ’dür. Ayeti eğip bükmeye gerek yok! Eğer hadiste sineğin bir kanadında zehir ötekinde panzehir var diyorsa bunu kabul edeceksin! ” diyor bu hoca. Var mı yanlışlık? Hele ki Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR ile tartışmaları var ki evlere şenlik. Onun sorduğu soruyu dinden sıyrılmış bir kişiden dahi duymadım. Hem İlahiyat fakültesinde doçent olacaksın hem de böyle bir soru soracaksın. Abdülaziz BAYINDIR Hoca’ya şöyle sordu: “Kuran-ı Kerim’in Kuran-ı Kerim olduğuna Kuran dışından bir delil getirin!”. Abdülaziz hoca kalakaldı. Bu bahsettiğim hususlarda Ebubekir SİFİL’in kendi videoları internet ortamında mevcuttur. Arama motorlarında araştırarak veya Youtube üzerinde arayarak rahatlıkla bulabilirsiniz.

Bu hususta bana kızabilirsiniz ancak eğer birisi İslamiyet’i yaşıyorum diyorsa eğip bükmeyecek. İslamiyet ne ise onu yaşayacak ve onu söyleyecek. Ağzı bir olacak. Tatlı su Müslümanlığı yapmayacak. “Aslında orada o denmek istenmemiş, Aslında orada anlatılmak istenen şöyle…” gibi cümleler kurmayacak. İşte bu nedenle Ebubekir SİFİL hocayı takdir ediyorum. Bizim bahsettiğimiz çelişkilerden (çelişki olarak adlandırmasa da) o da bahsediyor. Ancak o iman etme yolunu seçiyor. Yani “Allah böyle demiştir o halde böyle olmalı ve böyle yapmalıyız.” diyor. Kısacası Tatlısu Müslümanlığı yapmıyor.

Yani bizim bahsettiğimiz çelişkileri yaşayan ya da ortaya koyan sadece biz değiliz. Hakaret etmeden önce oku, araştır sonra eleştir.

Bu çelişkiler üzerinde o kadar çok yazı ve kaynak var ki. Yazıya girişten anlayacağınız üzere yine bu çelişkilerden devam edeceğim.

İhtiyarlık işte. İnsan yazı hazırlarken bazen konuları karıştırıyor bazen de aynı konuyu temcit pilavı gibi tekrar tekrar kaynatıp duruyor. Yazılarım arasında paralellik ve benzerlik olması doğal olacaktır. İhtiyarlığıma verin. Ancak bir husus var ki üzerine fasikül fasikül ansiklopediler yazılsa da cevabı yok. Bize göre yok. Dindarlara göre cevap var.

Dinden sıyrılanların çoğunluğunu aslında yaşadığı dini okuyup araştıranlardan çıkıyor. Tabi küçüklüğünden bu yana dinsel ögeleri reddederek ateist olanlar gibi istisnalar mevcut.

Dinden sıyrılma dönemine girenlerin yaşadıkları süreci bir cetvel haline getirsek, ilk bölümleri sorgulama aşaması kapsar.

Peki, insanlar sorgulama aşamasında kimi, neyi ya da kimleri ve neleri sorgular? Bu noktada birçok parametre var. Bu parametrelerden bir tanesi de din içi pratik çelişkiler.

Aslında bu çelişkiler bile kendi içerisinde dallanıp budaklanıyor. Ancak ben sadece biri üzerinde kafa yoracağım. Daha önceki bir yazımda “Mezhepler” hakkında yazmıştım. Mezhepleri açığa çıkaran hususlar ile ilgili bazı varsayımlarda bulunmuştum. Nasıl ve neden ortaya çıktılar vs.

Kendini “Elhamdülillah Müslüman” olarak nitelendiren her birey dinini en doğru ve en mükemmel haliyle yaşayarak gerçek bir “Mümin” olma peşindedir. Peki, en doğru ve en mükemmel dini nasıl öğreneceğiz? Elbette hocalar yardımıyla.

Hocaların hemen her hususa bir cevabı vardır. Bazen bu cevaplarına kaynak dahi getirirler. Kaynak olarak kimi hocaların veya İslam alimlerinin yüzyıllar evvel yazdıkları bilgiler ile bizi aydınlatırlar.

İçimiz sonsuz bir huzur kaplar. Hocalarımızdan öğrendiklerimizi hayatımıza uygular, bu doğrultuda sonsuz mutluluğu, cenneti, yani ahireti en güzel şekilde hak ederiz. Sanırım buraya kadar sorun yok. İbadetlerini yap, öğrendiğin bilgileri uygula, kendini Cenabı Hakka teslim et. Zaten cennetliksin. Mükafatların en güzeli seni bekliyor.

Şimdi Allah'ın dini ve emri tek olmalıdır. Bu konuda inançlı okurlarımız ile hem fikiriz. İbadetler olsun, pratikler olsun, sünnetler, yorumlar… Hepsi ortak olmalıdır. Sonsuz kudrete sahip yüce yaradan hiç bunlardan yoksun olur mu? Hiç yoruma açık olur mu? Her şey Hz. Muhammed vasıtası ile Kuran-ı Kerim’de şüphesiz ve apaçık bildirildiğinden dolayı ortada farklılık olamaz. Anca usul de belki farklılıklar olabilir ki bunlar da zaten işin tuzu biberi.

İşte tamda bu noktada sorun başlıyor. Küçükken İslamiyet tekti benim için. Yani Tüm Müslüman ülkeler aynı şekilde ibadet ediyor, aynı şekilde yaşıyor, aynı şekilde inanıyordu. İslamiyet’in mucizelerinden bir tanesi de buydu bana göre.

Ancak baktım ki tamda böyle değil. Hemen her İslam ülkesinin ayinleri ve inanç şekli ayrı. Mesela İran şii. Onlar farklı. Tesettür, Allah inancı ve Kuran aynı olmasına rağmen pratikler inanılmaz farklı. Resmen Siyah ve Beyaz gibi. Siyah ve Beyaz’ın ortak yanı bir renk çeşidi olmaları. Onun dışında ortak yanları yok. Yani, İran ‘da Müslüman, Türkiye’de Müslüman, Arabistan’da Müslüman. Ancak hepsi birbirinden farklı. Hangisine sorsanız diğerleri sapkın ve cehennemlik. Kendisinin ki cennete giden yegane yol.

Şimdi inançlı okurlarımız da cennet ile müjdelenene müminlerden olmak istiyorken şu soru akıllarına takılmıyor mu? : "İyi de doğrusu hangisi?"

Sünnilik, Şiilik, Vehhabilik… Hangisi doğru? Size göre Sünnilik ile cennete gideceğiz. Ya onlara göre? Onlara göre de onların mezhebi sadece Cennet'e gidecek. Şimdi Cennet'e giriş hakkını kim kazanacak? Hepsi kazanabiliyor mu? Mantıken hayır. Mantığı geçin, istediğiniz hocaya ve alime sorun, onlar sapkın.

Kısacası, birisi hak ise öbürlerinin cehennemlik olması lazım. Peki, HAK olan mezhep hangisi? Hak Din İslam ise Hak Mezhep hangisi? Allah’ın dini farklı farklı olur mu?
Resmen “Meksika Açmazı” var karşımızda.

Ülkemizde hâkim olan Sünni Hanefi İslamiyet ile Suudi Arabistan’da hâkim olan Vehhabi İslamiyet' i irdeleyelim:
Vazgeçtim. Şimdi irdeleyen ben olursam cahillik ile suçlanacağım.

İyisi mi İslami camiada saygı duyulan bir isimden, Mehmet Şevket EYGİ'nin bu konuda ki fikirlerine bakalım. Kendisinin 06.11.2008 tarihli Milli Gazete ’de yayımlanan makalesine bir göz atalım:

Türkiye de siyasi iktidar İbn Teymiyyeci, İbn Abdülvehhabçı Vehhabîlerin eline geçse ve aşağıda anlattığım işleri yapacak güçleri olsa mutlaka yaparlar:
(1) Başta İstanbul da Eyyub Sultan semtine şeref veren Ashab-ı Kiram ın büyüklerinden, mihmandar-ı Resûl-i Kibriya (Sallallahu Aleyhi ve sellem), gerçekten büyük mücahid Ebu Eyyub el-Ensarî radiyallahu anh efendimizin türbe-i şerifini yıkarlar. Mezarını düzleyip yerini bilinmez hale getirirler. Ülkede bir tek evliya türbesi bırakmazlar, dümdüz ederler.
(2) Sadece bununla yetinmezler, ne kadar eski yeni Müslüman kabri varsa kırarlar, düzlerler.
(3) Tarikatlar bizde zaten yasak, açıkça zikrullah yapılamıyor; onlar büsbütün yasaklar.
(4) Mevlid-i şerif okunmasını yasak kılarlar.
(5) En makbul ve muteber salavat kitabı olan Delail-i Hayrat ı yasak ederler, mevcut nüshalarını toplayıp imha ederler.
Gerçek mi söylüyorum .. Suudî Arabistan da bu dediklerim yapılmamış mıdır? Sadece Efendinizin (sallallahu aleyhi ve sellem) türbe-i şerifini yıkmadılar, daha doğrusu yıkamadılar.
Şimdi bazı kimseler itiraz edecekler ve "Onlar namazın ikamesi, cemaate devam, kadınların tesettürü, şer î hadlerin muhafazası gibi çok faydalı işler de yapıyorlar..." diyecekler. Elbette yapıyorlar, bunları inkâr eden yok. Namaza ve cemaate, tesettüre önem veriyor diye yanlış taraflarına, bilhassa akaid sahasındaki bozukluklarına göz mü yumalım
Akaid sahasındaki bazı bozuklukları nelerdir?
Müslümanların büyük kısmını şirk ve küfür ile suçluyorlar. Onlara göre dünya üzerindeki Müslüman sayısı pek azdır.
Allah-u Teâlâ hazretlerine cisim, cihet, el, ayak, yüz isnad ederek mücessime fırkasıyla paralellikler arz ediyorlar.
İslâm ın bir boyutu olan tasavvufu inkâr ediyorlar, tasavvuf ve tarikat büyüklerine müşrik, "Şeytan evliyası" diyorlar.
Tevessülü ve istigaseyi sapıklık olarak kabul ediyorlar.
Vehhabî isyanları esnasında, kendileri gibi inanmayan Müslümanların kanlarını heder, mallarını ganimet olarak kabul etmişler, çok Müslüman kanı dökmüşler, çok yağma yapmışlardır. (Eyüp Sabri Paşa nın "Tarih-i Vehhâbiyan" kitabını okuyunuz. Bugünkü Türkçeyle yanında Osmanlıcası hem İslam harfleriyle, hem latin harfleriyle hepsi tek kitap halinde baskısı vardır.)
Ehl-i Sünnet büyüklerinden Ruhü l-Beyan tefsiri sahibi Bursalı İsmail Hakkı Hazretleri, Şeyh-i Ekber Muhyiddin İbn Arabî hazretleri için "O hâtemü l-Evliyadır" buyurmaktadır. Vehhabîler ise, pîrleri İbn Teymiyye gibi ona "Şeyh-i Ekfer" (En kâfir şeyh) derler. Vehhabîlerin ve zihniyetlerinin hakim olduğu yerlerde İbn Arabî yi yüceltmek, açıkça sevmek yasaktır.
Vehhabîlik tek boyutlu ve çok bozuklukları olan bir İslâm anlayışıdır.
Onlar kendilerine Vehhabî denilmesinden hoşlanmazlar, kendilerini Selefî olarak tanıtırlar. Bu selefîlik, İslâm ın başındaki Sâlih Seleflere mi dayanır Hayır, kurucusu İbn Teymiyye olan bir fırka veya mezheptir.
Tarih boyunca dünyanın çeşitli coğrafyalarında çeşitli İslâmî uygulamalar olmuştu. Birkaçını zikr edeyim: Emevî uygulaması, Abbasî uygulaması, Fatımî uygulaması, Hindistan da İslâm sultanlığı uygulaması, Endülüs uygulaması, Osmanlı uygulaması, Vehhabî uygulaması, İran uygulaması...
Bu uygulamada, Kur ân a ve Sünnet e en yakını Osmanlı uygulamasıdır. Nitekim 19 uncu asırda yaşamış büyük alimlerden Mekke Şafiî Reisü l-uleması Zeyni Dahlan hazretleri Fütuhat-i İslâmiye Tarihi adlı eserinin Osmanlılar bölümünde "Hulefa-i Râşidîn den sonra Kitap ve Sünnete en uygun İslâmî devlet Osmanlı devletidir" demektedir. (Bu zatı Vehhabîler hiç sevmezler. Çünkü "Ed-Dürretü l-seniyye fi r-Reddi ale l-Vehhabiyye" adında bir reddiye kitabı yazarak Vehhabîliği çürütmüştür.)
Vehhabîlik konusunda Ehl-i Sünnet alimleri şu ana kadar binlerce red kitabı ve risalesi telif etmişlerdir.
Günümüzde birtakım ilahiyatçılar Vehhabîliği gerçek İslammış gibi yorumluyorlar. Gerçek İslam Ehl-i Sünnet İslamlığıdır ve onunla Vehhabîlik arasında hayli derin uçurumlar, büyük uyuşmazlıklar bulunmaktadır.
Suudî Arabistan, petro dolarla dünyanın her yerinde Vehhabîlik propagandası yapmakta, ekipler çalıştırmakta, kitaplar yayınlamaktadır. Bir ara Almanya daki imamların maaşlarını Mekke deki Râbitatü l-İslâmiyye teşkilatı veriyordu.
Keşke bu paralarla Kitap ve Sünnete uygun gerçek İslâm ın propagandası, daveti yapılsaydı... Heyhat!
Vehhabîlik mezhebi diyorlar. Doğrusu Vehhabîlik fırkasıdır.
Vehhabîlerin son devirde yaşamış, kendilerince büyük alimlerinden biri Medine-i Münevvere deki İslam Üniversitesi rektörü Abdülaziz bin Baz dır. Bundan kırk sene önce bu zat ile bir görüşmem olmuştu. Kendisinin iki gözü ama idi, yani görmezdi. Bir derste Kur'ân'daki müteşâbihatın tevil edilmemesi gerektiğini, zahirî ve lügavî manalarına alınmasını söylemiş. Talebelerinin biri de itiraz etmiş (Ne cesaret), hoca diretmiş, talebe de onu "Bu dünyada kör olanlar, ahirette de kör olacaktır ayetini sizin zihniyetinizle yorumlarsak, siz ahirette de kör kalacaksınız..." diyerek çürütmüş. Öğrencinin akıbeti acaba ne olmuştur
Bu Bin Baz cenaplarının, yer küresinin yuvarlak olmadığına, güneşin etrafında dönmediğine dair bir de matbu (basılmış) kitabı vardır.
Medine de iken duymuştum. Bu Abdülaziz bin Baz bir gün o kutsal caminin bir köşesinde şöyle vaaz ediyormuş: "Tarikat velileri, mesela Gazalî, Abdülkadir Geylanî, Ahmed er-Rufaî ve diğerleri evliyaurrahman değil evliyauşşeytandır..." Bunu duyan yerli Sünnî Müslümanlar kısık sesle "Neuzübillah (Allah a sığınırız)" diyerek oradan uzaklaşmışlar.
Ülkemizde şu anda hayli Vehhabî yazar, hoca, ilahiyatçı, yayıncı bulunmaktadır. Bunlar bilhassa internet siteleriyle propaganda yapıyor. Yayınladıkları kitap ve risalelerin sayısı da az değildir.
Böyle giderse, petro dolarlarla beslenen bu akım Ehl-i Sünnet i ikinci plana itebilir.

Yazının tamamına yer vermemin sebebi, eğer aradan belirli cümleleri seçsem hemen suçlamalar gelecekti “Yazının tamamına bakmadan cımbızla ayıklamışsınız, Ya öyle denmiyorsa!...” neden yazının tamamını buraya koyduğumu şimdi anlamışsınızdır.

Bizi eleştirenler Kuran’da yer alan ayetleri eğip bükmek ile suçluyorlar.
Bakın bakalım ayetleri eğip büken biz miyiz? Yoksa ayetleri eğip bükerek, farklı anlamlar çıkartıp İslamiyet’i mezheplere ve fırkalara bölen hocalarınız ve alimleriniz mi?

Bu yazıda yer alan hususlar ile ilgili türlü reddiyeler geliştirerek türlü türlü cevaplar verebilirsiniz. Hatta bu reddiyeleri "Yüce Öngörü sahibi, yıllar önce yaşamış bilmem ne hoca efendi hazretleri" de risalelerinde yazmış olabilir. Zaten bu hususlar yüzyıllardır tartışılıyor.

Eğer ki beyin kıvrımlarınızda bu sorular ve çelişkiler dolanıyorsa sizi şeytan kandırmıyor ya da nefsiniz size ihanet etmiyor. Mantığınız ile baş başa kaldınız. İster kendi öz mantığınıza uyarsınız, isterseniz başkasının mantığına. Size kalmış.

Ortada tek ve son olan din İslam var. Ama bu İslam aynı zamanda 3 farklı model almış. Sünni, Şii, Vehhabi… Ben çıkamadım bu Meksika açmazından. İnançlı arkadaşlar çıkar umarım.

Bu noktadan sonra dinden sıyrılmış okurlar yazıya devam etmeyebilirler. Ancak, inançlı okurlarımıza yönelik olarak midenize son bir küçük sinek, aklınıza bir Hin’lik düşürerek yazıma son vereyim. Normal tabi. Benim gibi sapkın, cehennemlik, şüphesiz zalimlerden olan birinden ne beklenir ki? Neyse sadede geleyim.

Şu meşhur Gazali’yi hepiniz bilirsiniz. Hani ülkemizde ne kadar Tasavvuf ehli varsa onların Piri. Ehli Sünnet Vel Cemaat Hanefi Sünni mezhebinin neredeyse kutbu olan Gazali.

Ya İbn Rüşd’ü bilir misiniz? Biliyor iseniz ya İbn Rüşd’ün Gazali’ye yaptığı o muhteşem reddiyelerden haberiniz var mı? Eğer İslam alemi vakti zamanında Gazali değil de İbn Rüşd’ü tercih etseydi şu an nasıl bir İslam coğrafyasından yaşıyor olunurdu?
Hadi bir araştırın bakalım.
Sağlıcakla kalın.

Yazan: Demon Product