HABERLER
Dini Haber
K etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
K etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

ALLAH'IN YOKLUĞUNU İSPAT ET

K, din, Allah'ın yokluğunu ispat et, Allah'ın varlığını ispat et, Allah'ın delili, Allah'ın ispatı, teizm, nonteizm, Allah zamandan münezzeh mi?, Kur'an çelişkileri, Allah'ın yeri var mı?,
İslam üzerinde 10 senelik bir araştırmacı olarak bir çok defa Müslümanlarla tartıştım. Eleştirilerimi mantık, bilim ve delil üzerinden sunmama rağmen tartıştığım Müslümanlar takıldıkları yerde hemen o meşhur soruyu sormaya başladılar. «Allah'ın yokluğunu ispat edebilir misin?» Bunu aklı başında olan hiç bir insan sormaz. Peki neden? Şimdi bunun nedenini mantıkla sizlere açıkladığımda bana hak vereceksiniz.

İlk önce size bir misal vereyim. Siz Türkiye Cumhuriyetinde yaşıyorsunuz ve 18 yaşınızı tamamladınız. Artık her bir TC vatandaşı gibi kimlik almaya mecbursunuz. Peki bu kimliği alırken siz Türkiye vatandaşı olmadığınızı ispat etmek için mi alıyorsunuz? Elbette hayır. Kimliği TC vatandaşı olduğunu ispat etmek için alıyorsunuz ve bu sınır ötesinde sizin mensubu olduğunuz devletin vatandaşı olduğunuzun göstergesi oluyor. Eğer TC vatandaşı olduğunuzu, başka devletlerin vatandaşı olmadığınızı onaylayacak bir evrak yoluyla ispat etmeye kalksanız Türkiye hariç yer yüzünde bulunan tüm devletlerden (bağımsız tüm 205 devletten) onların vatandaşı olmadığınızı gösteren birer tane evrak almak zorunda olurdunuz. Bu ne kadar absürt bir şey değil mi? Evet en az Allah'ın yokluğunu ispat etmek kadar.

Bir diğer misal.
Birisi size mahkemeye veriyor ve sizi babasını öldürmekle suçluyor. Siz mahkemeye geliyorsunuz ve o adamın suç duyurusunu okumadan (yani babasının nerede ve ne zaman saat kaçta öldürdüğünü vs) kendinizi savunabilir misiniz? Suç duyurusunda bulunan şahıs ilk önce sizin onun babasını nerede ne zaman öldürdüğünü ispat etmeli ki sizde o sırada orada bulunmadığınızı ispat edebileiniz. Şimdi bir Müslümanın Allah'ın ne zaman nerede olduğunu ispat edemediği halde bir ateistten bunları ispat etmesini istemesi komik bir şeydir.

Şimdi olaya birde Kur'an açısından bakalım.

2/BAKARA-111: Bir de; “Yahudi ve Hristiyanlardan başkası Cennete girmeyecek” dediler. Bu, onların kuruntuları! De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz (iddianızı ispat edecek) delilinizi getirin.”
Ayete iyice ve dikkatli bir şekilde bakın. Yahudi ve Hristiyanlar bir şey iddia ediyorlar(cennete onlardan başkası girmeyecek diye). Peki Allah ne cevap veriyor? Doğru söylüyorsanız eyer delil getirin. Şimdi burada Hristiyan ve Yahudiler doğru hesap ettikleri bir şeyi iddia ediyorlar ve Allah bunun aksini ispat etmek yerinde ilk önce onlardan delil istiyor. Yani siz cennete anca Yahudi ve Hristiyanların gireceğini ispat edin ki ben giremeyeceğini ispat edeyim. Bir başka ayete bakalım.


27/NEML-64: "Yoksa, başlangıçta yaratmayı yapan, sonra onu tekrarlayan ve sizi gökten ve yerden rızıklandıran mı? Allah ile birlikte başka bir ilâh mi var!? De ki, “Eğer doğru söyleyenler iseniz kesin delilinizi getirin.”

Ayette çok tanrıcılara bir meydan okuma yapılıyor. Bir değil bir kaç tane Allah olduğunu söyleyen insanlara “Eğer doğru söyleyenler iseniz kesin delilinizi getirin.” diyor.
Yani birden fazla Allah'ın varlığını ispatlayın diyor. Dikkat edin bu yanlıştır demiyor, yada siz yalan söylüyorsunuz da demiyor, bunun yerine ispat istiyor. Siz bir kaç Allah'ın varlığını ispat edin ki bende öyle olmadığını ve bir tek Allah'ın olduğunu ispat edeyim diyor. Bunun gibi yüzlerce misal var Kur'an'da ve hepsinde de ilk önce iddia sahibinin ispatı isteniyor. Aksi ispat edilmeye çalışılmıyor. Şimdi Allah'ın ilk olarak iddia sahibinden delil istemesi meselesini göz önünde bulundurarak başka bir konuyu ele alacağız.

Tanrının varlığı mı ilk önce iddia edildi yoksa yokluğumu? Tabi ki ilk önce Tanrının varlığı iddia edildi. Peki bunun böyle olduğunu nereden anlıyoruz? Çok basit bir mantık ile anlamak mümkün. Ortada var olmayan bir şeyin yokluğu sizce iddia edilebilir mi? Misal verecek olursak:
Bir insan isminin Ali olduğunu bilmese, isminin Veli olmadığını ispat edebilir mi? Yani ilk önce sen isminin Ali yazılı olduğu kimliğini sunmadan Veli olmadığını ispat edebilir misin? Allah ilk insanı yaratıp ona var olduğunu vahiy yoluyla (ve ya bir melek yoluyla) bildirmese onun varlığından haberdar olabilir miydi o şahıs? Kesinlikle hayır. Onun için ilk önce Allah'ın varlığı iddiası ortaya atıldığı belli oluyor. Şimdi yukarıda verdiğimiz Kuran ayetlerinde Allah'ın ilk önce iddia sahiplerinden ispat beklediğini göz önünde bulundurarak söylüyoruz sizlere. Allah'ın var olduğunu ilk siz söylediniz ve ilk öncede siz işbat etmek zorundasınız. Yani Alllahin ne zaman, nerde olduğunu ispat etmek size düşüyor. Bu söylenince de Müslümanlar "Allah zamandan ve mekandan münezzehtir" diyecek. Ama unuttukları şey şudur: Kur'an'ın kendisinde Allah'ın zaman ve mekana bağlı olduğu açıkça belirtiliyor. Örnek verelim hemen:

7/A'RÂF-54: "Semaları ve arzı(yeri) altı günde yaratan, muhakkak ki sizin Rabbınız Allah'tır. Sonra arsa istiva etti."

Ayeti daha yakından inceleyelim. İlk önce Allah semayı ve yeri altı günde yarattığını belirtiyor. Demek ki Allah bir zaman dilimine dahildir. Müslümanların bunu da evirip çevireceğinden ve "bu insanlar için olan altı gündür" diyeceğinden eminim. Ama unuttukları başka bir ayet daha var. 22/HACC-47: Ve Rabbının katındaki bir gün, sizin saydığınız bin sene gibidir.)

Ayette Allah katında bir günden bahsediyor, yani Allah'ta tıpkı insanlar gibi bir zaman dilimine tabidir. Yani dünyamızda geçen bin yıl Allah katında bir güne beraberdir. Bu Allah'ın zamandan münezzeh olmadığını ispat ediyor.
Gelelim mekana. Araf 54 ayetinin ikinci bölümündeki (Sonra arşa istiva etti.) cümlesi de Allah'ın bir mekana gittiğini beyan ediyor. Buradaki arz kelimesini geleneksel dinciler bir hükümranlık gibi yorumluyorlar ve bunun bir mekan olmadığına bizleri inandırmaya çalışıyorlar. Ama bu insanların Kur'an'dan haberi olmadığı için Arşın Kuranda bir cisim veya bir mekan olarak belirtildiğini bilmiyorlar. Kur'an'da açık bir şekilde Allah'ın gökte olduğu ve arşında bir cisim veya mekan olduğu açıklanmıştır. Örnek ayetlere bakalım.

35/FÂTIR-10: "Güzel sözler ancak O’na yükselir."
16/NAHL-50: "Onlar, üstlerindeki Rablerinden korkarlar ve kendilerine ne emr olunursa onu
yaparlar."
4/NİSÂ-158: "Fakat Allah onu(İsayı) kendisine yükseltmiştir."

Şimdi yükselmenin yere değil şemaya olduğunu anlatmaya gerek duymuyorum. Bu Kuran ayetleri bile Allah'ın gökte olduğunu ispat etmeye yettiği halde Müslümanların Kur'an'dan sonra en güvenilir kaynak kabul ettikleri hadislerden de delil göstereceğim:


Muaviye bin Hakem hadisinde Rasulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), efendisinden tokat yiyen cariyeyi imtihan ederken:
−Allah nerede? diye sordu.
Cariye:
−Semadadır (semanın üzerindedir), diye cevap verince Rasulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’de bunu kabul ve ikrar etti.
Müslim 537/33

Rasulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “…Sizler yeryüzü ahalisine merhamet edin ki, semada bulunan (Allah) da size merhamet etsin.” Ebu Davud 4941

Şimdi gelelim Arşın Müslümanların dediği gibi hakimiyet ifade eden bir kelime değilde mekan ve ya cisim olduğunu anlatan ayetlere:

40/MÜ'MİN-7: "Ars’i taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar (melekler) Rabblerini hamd ederek tespih ederler."
69/HÂKKA-17: "Melekler onun kıyılarındadır. O gün Rabblerinin Arş’ını, bunların da üstünde sekiz taşıyıcı (melek) taşır."
Ayet açık bir şekilde meleklerin taşıdığı bir şeyi (cismi) anlatıyor. Bunu anlatan hadislerde bile Arşın bir hakimiyet değilde bir cisim olduğu hatta ayaklarının bile olduğu açıkça belli oluyor.

Rasulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Yedi kat gök ile yedi kat yer, Allah’ın Kursu’şu yanında, ancak genişçe çöl bir yere bırakılmış bir halka gibidir. Arş’ın Kursu’ye üstünlüğü ise geniş çölün bu halkaya üstünlüğü gibidir.”
Ahmed 5/178-179, Bezzar 160, İbni Hibban el-İhsan 361

Abdullah ibni Abbas (Radıyallahü Anhüma), Kursu’nun, iki ayağın konduğu yer olduğunu söylemiştir. Hakim 3116, Mücemu’l-Kebir 12404

Şimdi özetleyecek olursak eğer, Allah varlığı ilk önce iddia edilmiş ve onun bir mekanda bir zamanda olduğu belirtilmiş. Şimdi ey Müslümanlar, Allah'ın ne zaman ve nerede olduğunu ispat edin ki biz İslam'a ve Allah'a inanmayanlar da onun o zamanda orada olmadığını ispatlayalım.

Kur'an'daki diğer çelişkilerden haberdar olmak için Kur'an'daki çelişkiler yazımı okuyunuz.

Yazan: Kirpi

KUR'AN'DAKİ SAHTE MUCİZELER

Yazan: Kirpi
K, din, islamiyet, hristiyanlık, Bakire anneden doğum,Vajinismus,Bakire iken doğum yapan,Hz İsa,Mucize uydurmaları,Bakireden doğum mucize mi?,İlişki yaşamadan hamile kalmak,Mucize arayışı

KUR'AN'DAKİ SAHTE MUCİZELER


Müslümanlar tarih boyunca Kuranın Allah'ın kitabı olduğunu ve bunun bir insan tarafından yazılamayacağını kanıtlamak için sahte mucizeler ürettiler. Kuranın farklı ayetlerindeki masallara dönemine göre farklı yorumlar yaparak mucize süsü vermeye çalıştılar. Bir zamanlar insanları bu mucizelere inandırmaya muvaffak oldular çünkü teknoloji ve bilimin gelişmediği dönemlerde insanlar bu olağanüstü masalları mucize olarak kabul etti. Ama günümüz dünyasında bilim öyle bir seviyeye gelmiş ki söylenen her şeye mantıklı bir cevap vere biliyor. Ve dolayısıyla bu mucizeler artık çalışmıyor. Şimdi Müslümanların sıkça mucize olarak bizlere sunduğu bir ayete bakacağız ve bu ayeti günümüz bilimiyle ve mantıkla eleştireceğiz. Önce ayete göz atalım.

Meryem suresi 19-21.ayetler:
19: Cebrail: “Ben ancak Rabbının elçisiyim. Sana tertemiz bir çocuk bağışlamak için gönderildim” dedi.
20: Meryem: “Bana hiçbir insan dokunmadığı ve iffetsiz bir kadın olmadığım halde, benim nasıl çocuğum olabilir?” dedi.
21: Cebrail: “Evet, öyle. Rabbin diyor ki: O benim için çok kolaydır. Onu insanlara bir mucize, katımızdan bir rahmet kılmak için böyle takdir ettik. Bu, zaten (ezelde) hükme bağlanmış bir iştir” dedi.

Yukarıda yazdığımız ayeti Müslümanlar mucize olarak bizlere sunuyor ve Meryem'in Allah'ın yardımıyla bakire olduğu halde hamile kaldığını söylüyorlar. Bu söyledikleri o dönemin insanları için bir mucize ola bilirdi anca bizim için değil. Neden bizim için bir mucize olmadığını anlatacağım. İlk önce ayeti mantıkla eleştirelim. Geçenlerde bir Müslümanla bu konuyu tartışırken ona şu soruyu sordum. Meryem'in gerçekten bakire olarak hamile kaldığını ispat eden bir tarihi deliliniz var mı? Cevap  hayır oldu. Peki kendiniz Meryem'in gerçekten bakire olarak hamile kaldığını kesin olarak ispat edemediğiniz halde bunu nasıl insanlara mucize olarak sunuyorsunuz? diye sorduğumda mucizeler sorgulanmaz inanılır diye saçma bir cevap aldım. Bu cevaptan sonra o Müslüman kardeşe aynı mucizeyi ama günümüz teknoloji ve bilimi ile laboratuvarda doktorlar tarafından yaratılmış halini ona sundum. Şimdi o sunduğum delilleri sizlere de göstereceğim ve Meryem'in bakire olarak dünyaya getirdiği İsayı peygamber gibi kabul eden sizlerin günümüzde bakire kadınlardan doğan şu çocukları da peygamber olarak kabul etmenizi isteyeceğim.

Şimdi size yaşanmış bir olayı anlatacağım. 2010 yılında Aydının Umurlu Beldesinde 14 yasındaki bir ilköğretim öğrencisi kız çocuğu karın ağrıları nedeniyle hastaneye baş vuruyor. Kızı muayene eden doktorlar onun beş aylık hamile olduğunu görüyorlar. Ama muayene zamanı öğrencinin kızlık zarının bozulmadığını ve bir cinsel ilişki yaşanmadığını görüyorlar. Doktorlar olayı polise bildiriyorlar ve soruşturma başlatılıyor. Kızın babası karısıyla ilişki sonrası spermini bir bez parçasını silip banyoya attığını ve kızının o bezi vajinasına sürdüğü için hamile kalabileceğini, bir erkekle ilişkiye girmiş olabileceğini düşünmediklerini söylüyor. Doktorlar ve uzmanlarda bir cinsel ilişki olmadan kadının hamile kalabileceğini tasdik ettiler. Bundan dört ay sonra öğrenci kız çocuğu Aydın Zübeyde Hanım Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesinde normal doğum yaptı. Doğan bebeğin gerçekten babasından olduğunu öğrenmek için Aydın İl Sağlık Müdürü Dr. Hüsnü Tırpancı,  dünyaya getirdiği bebeğin babasının tespiti için DNA testi yapılacağını söyledi.

Kirpi'nin bu makalesine şunu eklemekte fayda görüyorum (A.Kara):
Kızın %50 oranında zihinsel engelli olduğu söylentisi ve doktor raporunda “Anatomikman Bakire” olduğu teşhisi göz önüne alındığında eğer babası tecavüz etmişse veya biriyle ilişki yaşamışsa bile akla başka bir ihtimal geliyor:
-Ya Meryem de ‘Anatomikman Bakire’ ise ??? (İlişki yaşansa bile zarın yırtılmayacak kadar sert olması durumu)

Şimdi sizlere soruyorum bu doğan bebekte tıpkı İsa gibi görünüşte bakire bir kadından doğmuş şimdi onuda peygamber olarak kabul etmeniz gerekmez mi?

Bundan başka dünyada vajinismus hastalığı olan bir çok insan var ki bunlar bakire olarak dünyaya bebek getirebiliyor. İlk önce vajinismus hastalığı nedir ona bakalım.

Vajinismus problemi fiziksel bir engel olmamasına rağmen kadının korku, kaygı ve endişelerinden dolayı cinsel ilişkiye izin vermemesi, verememesi olarak tanımlanmaktadır. Vajinismus sorunu olan kadınların büyük çoğunluğu doktora muayene olamaz, tıpkı ilişkide olduğu gibi panik ve korkuya kapılır, bacaklarını kapatır ve ağlama krizine girmektedirler. Fakat, bir kısmı da rahatça muayene olabildikleri halde ilişkiye izin veremezler.

Bu problemin aşırı görüldüğü bazı kadınlar çok uzun zaman diliminde kocasıyla ilişkiye girmez ama çocuk sahibi olmak ister. Şu an her geçen gün böyle problemleri olduğu için bakire olarak çocuk sahibi olan kadınların sayı artmaktadır. Peki günümüz tıbbı bunu nasıl yapıyor? Tüp bebek ile.

Tüp bebek tedavisi en kısa tanımıyla; anne ve baba adayından alınan yumurta ve sperm hücrelerinin laboratuvar ortamında döllendirilmesi ve anne adayının rahmine transfer edilmesidir. Tüp bebek tedavisi ilk olarak 1978 uygulanmıştır. Bu dönemde yalnızca, tüpleri tıkalı ya da hasarlı olan kadınlar için uygulanması amaçlanan bir tedavi yöntemi iken, günümüzde birçok erkek kısırlığı ve vajinusmus sorunu olan kadınların  yüzde 80’inin çözüldüğü bir yöntem olarak gelişmiştir.

Görüldüğü üzere bakire olarak çocuk dünyaya getirme artık bir mucize değildir. Günümüz tıp dünyası laboratuvar ortamında bu tarz mucizeler yaratabiliyor. Bu söylediklerimizden sonra hala İsa'nın doğumuna mucize olarak bakan arkadaşlarımız varsa eğer onlara bunu söylemek isterdim. Mucize bir insanın yaptığı ve başkalarının yapamadığı şeylere deniliyor. İsa'nın bakire kadından doğması artık mucize değildir çünkü bunu yapabilen yani bakire anneden doğan binlerce çocuk var artık dünyamızda. Dolayısıyla ilk önce İsa'ya Allah'ın oğlu diyen Hristiyanların ve ona mucize ile doğan peygamber diyen Müslümanların yeni bir mucize arayışına çıkması veya bakire anneden doğulan şimdiki çocukların hepsini Allah'ın oğlu ve peygamber olarak kabul etmeleri gerekir ki buda mümkün değildir. Bir çok yazımda olduğu gibi sonda yine sizlere aklınızı kullanmanızı ve eleştirmenizi tavsiye ediyorum. Çünkü ancak aklınızı kullanarak bu masallardan ve din hocalarının sömürülerinden kurtulabilirsiniz.

Kurandaki yaratılış hikayesinin çelişkilerinden haberdar olmak için bu yazımızı okuyabilirsiniz: Adem ve Havva Masalı Artık Çalışmıyor

NOEL YASAK AMA MERCEDES CAİZ

din, islamiyet, K,Sünnetin zararları,Sünnetin faydaları,İslamda sünnet,Sünnet geleneği,Sünnet Yahudi geleneği mi?,Bilimsel açıdan sünnet,Diyanetin Mercedes'i,Yılbaşı kutlaması fetvası
Bir çok yazımda Müslümanların nabza göre şerbetçi olduğunu söyledim. Fakat bu gün çok enteresan bir o kadarda komik olan bir durumu ele alacağım.  Ve bu konuyu misal vererek anlatmaya çalışacağım. Her yıl 31 Aralıkta Müslümanlar yılbaşı kutlamaları caiz mi değil mi diye tartışmaya başlar. Bu güne kadar ben yılbaşı kutlamalarını caiz gören bir tek din hocası görmedim. Hatta Diyanet İşleri Bakanlığı bile bu meseleyle bağlı fetva vererek yılbaşı kutlamalarının yasak olduğunu söyledi. O fetvaya kısa bir şekilde göz atalım.

Noel Kutlamak veya Noel ile ilgili bir şeyler yapmak, başka dinlere benzemek anlamına gelmektedir. İslam dininin başka kutsal günleri vardır ve bu günlerde yapılacak başka ritüellerde vardır. İslam Dininde başka dinlere ve kültürlere benzemek kesinlikle yasaklanmıştır. "Kim herhangi bir gruba benzerse o da onlardandır." (Ebu Davûd, Libaş 4) hadisinde de belirtildiği gibi, Hristiyanların adetlerine uyum sağlamak ve onlara benzemek, İslam dininde kat'iyen yasaklanmıştır. Yine Maide Süresi 5. ayette de belirtilmiştir ki; "...Sizden kim onları dost edinirse, oda onlardandır..." (Maide: 5/51)

Şimdi Hristiyanların bayramlarını bile yapmayı meşru görmeyen onlara bir konuda benzerliği bile İslama aykırı sayan Diyanet Başkanı nedense aynı Hristiyanların yaptığı lüks arabalarda dolaşırken onlara benzediğini düşünmüyor.

Nasıl oluyor da yılda bir kere Hristiyanlarla aynı bayramı paylaşmak İslama aykırı oluyor da ama bir yıl boyunca her gün Hristiyanların yaptığı ve onlarında dolaştığı araçla dolaşmak onlara benzemek ve İslama aykırı olmuyor?
Diğer bir benzerliğe bakalım.

Sünnet
Herkesin bildiği gibi Yahudi kelimesi geçtiği zaman tüm Müslümanlarda bir ikrah hissi uyanıyor. Bunun bir nedeni Muhammed'le yıllarca çatışmaları aynı zamanda günümüzde İsrail'in Müslüman ülkelere karşı yaptığı düşmanlık tavrı. Kurana baktığımız zamanda Yahudiler için hiç iyi şeyler söylenmediğini göre biliriz.

“Yahudiler dediler ki: “Allah’ın eli bağlıdır.” Kendi elleri bağlandı/elleri bağlanasıcalar! Söylemiş oldukları lakırdı yüzünden lanetlendiler..” (Maide 64)
“Sonunda verdikleri misakı bozdukları için onları lanetledik de kalplerini kaskatı yaptık.” (Maide 13)

Bunları söyleyen Müslümanların aynı lanetlenmiş Yahudilerin geleneklerini İslam geleneği diye yapması bir hayli enteresan. Örneğin erkeklerin sünnet olunması. Kuranda İslamın şartları söylenirken hiç bir ayette erkekler sünnet olunmalıdır diye yazmaz. Bu gelenek Yahudilerden hadisler yoluyla İslama geçmiştir. Bu gün de İslami en önemli şartı olarak yapılıyor.

"Hiç kuşkusuz ilk misafir edinen, ilk defa dön giyen ve ilk kez sünnet olan Hz. İbrahim (aş)'dir." (Muvatta, Sıfatu'n-Nebî', 4).
"Dört şey var ki, bunlar peygamberlerin sünnetlerindendir. Sünnet olmak, güzel koku sürünmek, misvak kullanmak ve evlenmek." (Tirmizî, Ahmed b. Hanbel, Müsned).
"Peygamberimiz (aşm)'e geldim ve İslamiyeti kabul ettim. Bunun üzerine Efendimiz (aşm) şöyle buyurdular: Kendinden küfrün kıllarını at ve sünnet ol." (Ahmed İbn Hanbel III, 415; Ebu Davud, Tahare, 129).

Erkeklerin sünnet olması İslam öncesi Arap toplumlarında da vardı. Ve onlar bu işi hijyen ve güzellik olarak yapmışlar.(neyi güzelleştirmek istemişler acaba)  İslamdan sonrada bu gelenek sürmüş.  Günümüz bazı «din hocaları da» sünnete bilimsel yönden yaklaşarak insanların sağlığı açısından gerekli olduğunu söylüyor. Ama unutuyorlar ki bilim sünneti yalnızca bir kaç durumda tavsiye ediyor.

Sünnetin faydaları
Normalde sünnet, tıbbi olarak bazı hastalıkların tedavisi olarak uygulanmaktadır. Balanıt Kserotika Obliterans (erkek penisi ve bölgesindeki deride meydana gelen bir hastalık), fimoz (penisin ereksiyon sonrası tamamen deri içerisine çekilememe hastalığı), balanıt (penis iltihabı), postit (on deri iltihabı) ve bazı idrar yolu iltihapları bu hastalıklara örnek olarak gösterilebilir. Yani bu ve benzeri hastalıklar ortaya çıktığında, tedavi olarak kimi zaman penis ucundaki derinin kesilmesi gerekebilmektedir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken, bu hastalıkların oluşması sonrasında bu derinin alınmasıdır. Bu tıpkı kangren olmuş bir kolun kesilmesine benzer. Bu hastalıkları önlemek amacıyla sünnet olunması, ileride kangren olabilir diye kol kesmeye benzemektedir.  Fakat sünnetin bazı önleyici etkileri olduğuna dair, göz ardı edilemeyecek kadar güçlü veriler de bulunmaktadır. Bunların başında da Dünya Sağlık Örgütü tarafından tespit edilip onaylanmış olan bir araştırma bulunmaktadır: Afrika'da yapılan araştırmada sünnetli erkeklerin sünnetsizlere göre %38-66 arası daha az HIV (AIDS virüsü) kaptığı tespit edilmiştir. Bu tespitin ardından Dünya Sağlık Örgütü sünnetin özellikle HIV geçişinin yoğun olduğu bölgelerde bir önlem aracı olarak uygulanması önerisini ileri sürmüştür. Fakat Dünya Sağlık Örgütü, aynı raporunda sünnetin HIV'i önlemede sadece kısmi bir etkisi olduğunu, dolayısıyla diğer mücadele yöntemlerinin önüne asla geçemeyeceğini de belirtmektedir.

Sünnetin Zararları
Peki, sünnetin zararları nelerdir? Şimdiye kadar bilinen tek faydası, bir önlem olarak HIV'e karşı direnç kazandırmasıdır. Bunun haricinde saydığımız bazı hastalıkları tedavi amacıyla kullanılabilir; fakat bu bir tedavidir, bir önlem değil. Dolayısıyla, yukarıda dediğimiz gibi, kangrenin önüne geçmek için bir kolu kesmezsiniz, kesmemelisiniz. Benzer şekilde, evrimsel süreçte -tıpkı bir kol, bacak, burun, dış gibi- kendi hastalıklarıyla evrimleşmiş bir organı doğuştan kesmek son derece tehlikeli ve yanlıştır. Bu tehlikelere bakacak olursak...  Özellikle bilimin ilerlemesi ve Evrimsel Biyoloji sayesinde insanların bilim anlayışındaki gelişme sonrasında, geleneklerin ve inançların dayattığı, bilim dışı uygulamalara karşı daha ciddi cepheler doğmaya başlamıştır. Bu organizasyonların doğması 1990'ların ortalarına rastlamaktadır. Haziran 1999 yılında BJU International dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre, sünnetli insanlarda, sünnetsiz insanlara göre:

  • Penis yaralanmasının %33 daha fazla,
  • Ereksiyon için gerekli penis derisinin olmaması şikayetinin %27 daha fazla,
  • Eşit olmayan deriden ötürü penis kıvrımlanması sorununun %16 daha fazla,
  • Ereksiyon sonrası kanamanın %17 daha fazla,

Gördüğünüz gibi bilim sünnet olmayı her kese tavsiye etmez yalnızca belirli kişilere tavsiye eder. Bu tavsiyede hastalıklı kişileri tamamen sünnet yoluyla tedavi edecek anlamına gelmiyor.  Şimdi Hristiyan ve Yahudilere en küçük bir benzerliği bile İslam dışı ilan eden Müslümanlar nedense Yahudilerin yaptığı sünneti yaparken bu benzerlik akıllarına gelmiyor. Unutmadan şunu da söyleyeyim. Eğer erkeklerin sünneti onların sağlığı için önemliyle ve o et parçası fazlalık taşıyorsa o zaman neden Allah insanı böyle yarattı? Allah insanlar kadar akıllı değil mi? Sünnetsiz olarak insanı yaratırken bunun onlar için sağlığını etkileyeceğini bilemedi mi?

Yazan: Kirpi

İslamın bir diğer din olan Zerdüştlük'ten aldığı geleneklerden haberdar olmak için bu yazımızı okuyabilirsiniz: Zerdüştlük ve İslam

İSLAMI GÜNCELLEMEK GEREK

din, islamiyet, K, İslam güncellenmeli, İslam güncellenmeli mi?, İslam kanunları, İslam hükümleri, Kur-an'da yasa koyma, İslam ve çağımız, Tayyip İslam güncellenmeli,
Merhaba değerli okurlar. Sizde bizim gibi eleştiren ve aklın mantığın kabul ettiği cevapları arayan biriyseniz doğru yerdesiniz. Bu yazımızda bu günlerde ortaya çıkan bir meseleyi daha doğrusu Türkiye'deki Müslümanları çalkalayan bir konuşmanın eleştirisini yapacağız. Hiç kimse için bir sır değildir ki Türkiye'deki Müslümanlar Recep Tayyib Erdoğan'ı Müslüman bir lider olarak kabul ediyor ve onun ülkede şeriat hükümlerini uygulayacağına inanıyordular. Bundan önce benim dinim ne Sünnilik nede Şialık dinidir diyen Erdoğan Türkiye'deki çoğunluk olan Sünni Müslümanların güvenini sarsmasına rağmen hala ona bir umut besliyordular. Lakin bir kaç gün önce Erdoğan'ın «İslama güncelleme yapmalıyız» demesi Müslümanları tedirgin etti ve bazıları için cumhurbaşkanının şeriat getireceği umudunu yok etmiş oldu. Peki neden? Bunun en önemli iki nedeni var.

1) Geleneksel Müslümanlar artık Erdoğan'ın onlar gibi düşünmediğini anlamış oldular. Ve bunu da anladılar ki artık imam hatip öğrencisi olan Erdoğan bile 21 yüzyılda İslamın şartlarının çalışmadığının farkına vardı. Bu din üzerinden servet toplayan yalılar, lüks arabalar sahibi olan hocaların işine gelmiyor. Onlarda gayet iyi biliyorlar ki Erdoğan'ın bu konuşması cemaatlere devletin dinden ayrı tutulacağına ve bir takım meselelerde kısıtlamalar yapılacağına bir işarettir. AKP hükumetinin bir kere feto terör örgütünden ağzı yandığı için bir daha aynı riski alıp Müslüman cemaatlerin güçlenmesine ve devlet içinde yapılanmasına izin vermeyeceği açıkça belli oluyor.

2) İkinci neden bir hayli enteresandır. Burada imkanları kısıtlanan hem Erdoğan hükümeti hemde Müslüman cemaatlerdir. Çünkü bu güne kadar şeriat getirecek ümidiyle AKP- ye oy veren Sünni Müslümanların artık kendilerine yeni bir lider aramaya başlayacağı ve Erdoğan hükumetinin büyük bir seçici kütlesini kaybedeceği öngörülebilir. Tabi ben buna o kadarda inanmıyorum çünkü defalarca Erdoğan'ı ikinci peygamber, Allah'ın vasıflarını toplamış bir lider olarak adlandıran AKP yöneticileri olmasına rağmen kendini Müslüman sanan bu cemaatlar ona oy vermeye devam ettiler. Onun için dünyadaki rahatlıklarını Allah ve din sevdasından üstün tutan bu insanların bir daha Erdoğan'ın İslam dışı olan bu konuşmasına kılıf uydurarak hak kazandıracağına eminim. Cemaatlerin bu konuda kaybettiklerini sayarken ilk başa zekatı yaza biliriz. Çünkü Müslüman cemaatlerin esas geçim kaynağı Allah için verilen ama Allah için harcanmayan zekattır yani devasal paralar. Tabi bu durumda devede seyahat eden Muhammed'i anlatan hocaların neden lüks Mercedes ve BMW de dolaştığı belli oluyor. 400 bin liralık yalılardan konuşmuyorum bile. Bu meselenin bide traji komedi tarafı var oda şudur Hristiyanları cehennemlik ilan eden onlarla akraba hatta arkadaş olmayı bile yasaklayan din hocalarının aynı Hristiyan insanların yaptığı lüks arabaları kullanmasıdır.


İslamın güncellenmesinin dinde hükmü


İslamın hiç bir döneminde dinin reform edilmesine iyi bakan bir fıkıh alımı olmamıştır. İslam geçmiş hocaların yazdığı fıkıh kitapları üzerine inşa edilmiş ve o yasalarla yönetiliyor. Buna dünyada yapılan günlük ibadetlerden tutmuş mahşer gününe olacaklara kadar her şey dahil. Peki İslami kanunların değiştirilmesine Kuranın bakış açısı nedir? İlk önce bunu belirtelim ki Kuranda yetki yasa koyma işi anca Allah'a ait olduğu Muhammedin kendisinin bile bir tebliğ edici olduğu açıkça gözüküyor.

6/EN'ÂM-57: "De ki: “Muhakkak ki ben, Rabbimden bir beyyine (delil) üzerindeyim, ve siz onu yalanladınız. Acele ettiğiniz şey benim yanımda değil. Hüküm ancak Allah’indir."


12/YÛSUF-40: Hüküm ise ancak Allah’a aittir.

Ayetlerde göründüğü gibi dinde hüküm verme yetkisi ancak Allah'a aittir. Ve Allah her yıl yeni bir semavi kitap indirmediği için İslamda son din olduğu için bu hükümlerin mahşer gününe kadar geçerli olması gerekir. Üstelik Kuranda açık bir şekilde Allah'ın yasalarında bir değişiklik bulunamayacağı yazıyor.

33/AHZÂB-62: "Daha önce gelip geçenler hakkında da Allah’ın kanunu böyledir. Allah’ın kanununda asla değişme bulamazsın."

Tüm peygamberler gibi Muhammed'inde Allah'ın indirdiği hükümleri değiştirmeye ve Allah'ın indirdiği kitabın dışında bir hüküm vermeye yetkisi yoktu. Şayet bunu yaparsa Kurana göre kafir fasık veya zalim olmuş olur.

MAİDE Süresi 44: "Ve kim, Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, o taktirde işte onlar, onlar kâfırlerdir.

45: "Ve kim, Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, o taktirde işte onlar, onlar zalimlerdir."

47: "Ve kim, Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, o taktirde işte onlar fâsıklardır."


Tüm bunları göz önünde bulundurarak Müslüman cemaatlerin artık yeni bir lider aramaya başlaması gerek. Lakin benim fikrimi sorarsanız ben Erdoğan'ın bu konuşmasını tarihi bir konuşma kabul ediyorum ve artık 21. yüzyılda İslam kanunlarının çalışmadığını görmesinden dolayı onu tebrik ediyorum. Yıllarca İslamın ibadet hükümlerinin kutuplarda geçersizliğini anlattık. Kıblenin dünyanın şekliyle çeliştiğini anlattık. Yaratılışı anlatan ayetlerin biyolojiyle, evreni anlatan ayetlerin coğrafyayla astronomiyle, kısacası Kuranın bilimle çelişkilerini anlattık. Her şeyi bilen Allah'ın bilimle çelişen bir kitap gönderme ihtimalinin olmadığını anlattık. Anlayanlar ve eleştiriye başlayan insanlar ne kadar haklı olduğumuzun şahidi oldular. Sizleri de ön yargılarınızı bir kenara bırakarak düşünmeye aklın ve mantığın yolunu seçmeye davet ediyoruz.

Yazan: Kirpi

ADEM VE HAVVA MASALI ARTIK ÇALIŞMIYOR

Yazan: Kirpi
K, din, islamiyet, Adem ile Havva, Adem ile Havva'dan türeyiş, Adem ile Havva'dan çoğalma çelişkisi,Ensest ilişki ile çoğalma,Kurana göre insanların çoğalması,Nisa 23,Zuhruf 43,Neml 75

ADEM VE HAVVA MASALI ARTIK ÇALIŞMIYOR



Müslümanlar uzun yıllardan beri Kur-an'ı bizlere yaratılışı en doğru anlatan kitap olarak yutturdular. Lakin bir az araştırma yaparak bu yaratılış masallarının bilimsel yönden de kendi içindede çeliştiğini gördüm. İnternette çok aramama rağmen şimdi size söylediklerimi önceden anlatmış bir yazıya rastlayamadım ve bu makaleyi paylaşmaya karar verdim. Şimdi lütfen ön yargılarınızı bir kenara bırakıp dikkatli bir şekilde okuyun ve kendiniz bu çelişkilerin şahidi olun. Müslüman din hocalarının Kur-an'daki insanın yaratılış hikayesini yorumlarken iki teori üzerinden konuştuklarını gördüm. Bunlardan birincisi şöyledir.

1) Allah ilk önce Adem ve Havva isimli iki insan yarattı sonra onların çocukları çaprazlama evlilikler yaparak günümüz insan toplumunu oluşturdu.

K, din, islamiyet, Adem ile Havva, Adem ile Havva'dan türeyiş, Adem ile Havva'dan çoğalma çelişkisi, Ensest ilişki ile çoğalma, Kurana göre insanların çoğalması, Nisa 23, Zuhruf 43, Neml 75,
Şimdi bunu söyleyen din hocaları Kuranda kardeşle evliliğin yasak olduğunu görmezden geliyor.  Ama geçenlerde bir Müslümanla tartışmam esnasında bunu görmezden gelmediklerini ve hatta bu kardeş evliliğini meşru kılmak için bir kılıf uydurduklarının şahidi oldum. Bahaneleri şuydu: «Allah Adem ve Havvayı yarattığında kardeşle evlenmeme yasağı yoktu.»  İlk bakışta bunu işiten bir Müslümana bu söylenilen şey mantıklı geliyor. Ancak unuttukları şey budur. Kur-an insanlar ve evren yaratılmadan çok önceden vardı. Bunu ben değil Kur-an'ın kendisi söylüyor. Ayete bakalım.

ZUHRÛF suresi 3-4.ayetler: "Muhakkak ki Biz, O’nu Arapça Kur’ân kıldık. Umulur ki böylece akıl edersiniz.  Şüphesiz o, katımızdaki ana kitapta (Levh-i Mahfuz’da) mevcuttur, çok yücedir, hikmetlerle doludur."

Şimdi ayete iyice bakalım. İlk önce Kur-an'a gönderme yapıyor sonrasında o Kuran ana kitapta mevcuttur diyor, yani size inen bu Kura nana kitabın bir parçasıdır diyor.  Bunun böyle olduğuna dair İslam aleminde ittifak mevcut. Öyleyse Kuranın yasalarının ilk insan döneminde olmadığını söylemek Kurana aykırı bir şeydir. Levh-i Mahfuz insanlardan ve tüm yaratılan şeylerden öncede vardı. Bunun böyle olduğunu nereden anlıyoruz? Tabi ki de Kuranın kendisinden çünkü Allah Kuranda yaptığı ve gelecekte yapacağı şeylerin tümünün o ana kitapta yazılı olduğunu söylüyor.

27/NEML-75: "Gökte ve yerde gâib (gizli) hiçbir şey yoktur ki apaçık bir Kitap’ta (Levh-i Mahfuz’da) olmasın."

Konuyu toparlayacak olursak eğer Kur-an ana kitabın bir parçası ise ve kardeşlerle evlenmenin yasak olduğu ayetler de onun içinde ise, demek ki Adem ve Havva'nın çocukları kardeşleriyle evlendiğinde bu yasak geçerliydi. Ama her ne hikmetse Allah bu yasağı görmezden gelmiş ve onların kardeşleriyle evlenmelerine izin vermiş.

2) İkinci teorileri ise Caner Taslaman, Mehmet Okuyan gibi felsefi düşünürlerin söyledikleridir. Teori şundan ibaret: «Allah Adem ve Havvayı yaratırken onlarla birlikte başka insanlarda yarattı»

K, din, islamiyet, Adem ile Havva, Adem ile Havva'dan türeyiş, Adem ile Havva'dan çoğalma çelişkisi, Ensest ilişki ile çoğalma, Kurana göre insanların çoğalması, Nisa 23, Zuhruf 43, Neml 75,
Şimdi fotoğrafı daha detaylı bir şekilde inceleyelim. İlk önce Allah Adem ve Havvayı yaratıyor ve onlar evleniyor. Onların evlenmesinden doğan çocuklarlar birbiriyle evlenmiyor ve Allah insanları çoğaltmak için Adem ve Havva'nın evlenebileceği başka erkek ve kadın yaratıyor. Bu durumda Adem'in evlendiği o başka kadından bir erkek çocuğunun, Havva'nın evlendiği o başka erkekten de bir kız çocuğunun doğduğunu varsayalım. Şimdi bu erkek çocukla kız çocuğu evlenseler onlardan doğan çocukların da evlenip çoğalması için yeniden insanlar yaratılması gerek. Neden? Çünkü bu çocuklar Adem ve Havva'nın torunları olmuş oluyor ve Ademle Havva'nın diğer çocukları olan Habil ve Kabilin çocuklarıyla da kan bağı var ve üvey kardeş durumundalar.  Diyelim ki bu erkek çocuğun evlenmesi için bir kadın daha yaratıldı. Şimdi onların çocukları kardeşleriyle veya tekrardan anneleriyle evlenemeyeceği için böylece sonsuza kadar her defasında Allah bir kadın veya bir erkek yaratmak zorunda. Kuranın evlenilmesi yasak kişileri saydığı ayete bakarsak eyer durumu daha iyi anlarız.

4/NİSÂ-23: "Size şunlarla evlenmek haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kız kardeşleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle zifafa girdiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız, -eğer anneleri ile zifafa girmemişseniz onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur- öz oğullarınızın karıları, iki kız kardeşi (nikâh altında) bir araya getirmeniz. Ancak geçenler (önceden yapılan bu tür evlilikler) başka. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir."

Gördüğünüz kadarıyla her iki teorinin de mantıki yönden bir tutarlılığı yok. Kur-an'ı evirip çevirerek kurtarmaya çalıştıkça daha çok batıyorsunuz ve aklı başında olan azıcık düşünme becerisi olan her insan din masallarını bir kenara bırakıyor. Kur-an'ın Arap toplumuna özgün bir yaşam ve adetlerini gösteren kitap olarak okunması insana bir şeyler öğretebilir belki. Ama Allah'ın her şeyi bildiğini ve Kur-an vasıtasıyla size insanın yaratılışını anlatacağını bekliyorsanız o zaman sizlere kolay gelsin çünkü aklınızı ve mantığınızı baya zorlamış olacaksınız.

ŞEFAAT NEDİR?

K,din, islamiyet, Şefaat nedir?,İslamda şefaat,Cennete adam sokmaya yetkili,Şefaatçi,Kimler şefaatçi olabilir,Kur-an'da şefaat, Kuran çelişkileri, Şefaat var mı?,Allah adam kayırır mı?,


ŞEFAAT NEDİR?


Şefaat son zamanların en tartışılan konularından biri haline gelmiştir. Ama bu konunun tartışılması din tüccarlarının işini bozduğundan bu tartışmayı durdurmak için her tür çabayı sarf ediyorlar.  Maalesef şefaat konusu insanları sömürmek için sıklıkla kullanılan bir şeydir. Peki bu sömürme nasıl yapılıyor? Önce insanlara Allah'ın gazap ettiği ve öfkelendiği anlatılır sonra ortaya bir evliya koyulup aracı yapılarak Allah'tan bağışlanma dilenir. Tabi bide bunun zekat sadaka vereceksin diyerek maddi yönden sömürme olayı var. Düşünme kabiliyetini yitirmiş insanlarda cehennemde yanmamak için bu şefaatçileri vasıta yaparak Allah'tan bağışlanma ister. Günümüz Sünni dünyası ilk önce Şia'ların şefaat konusunu eleştirmelerine rağmen sonradan bu işte çok para olduğunu gördüler ve bunu kendi inançlarında kullanmaya başladılar. Şia'ların kutsal saydıkları 12 imamın kabirlerini ziyaret ederek onları Allah'la aralarında şefaatçiler edinmeleri ilk başta Sünni dünyasında Allah'a ortak koşma olarak görülüyordu. Şimdilik bu tutum yalnız radikal İslamcılar olan vahabi kesiminde hala kalmakta ama asıl Sünniler artık bunu kafirlik olarak görmüyorlar çünkü kendileri de ölmüş insanları Allah'la aralarında vasıta yaptılar. Şimdi bu yazıda şefaatin ne kadar  doğru anlaşıldığını tartışacağım.

İlk önce şefaat sözünün anlamına bakalım. Şefaat sözü Arapça'da 'çift' anlamına gelen 'şef' (شفع) kökünden türemiştir. Manası 'bir şeyi ikileme-çiftleme'dir. Kuranın tümünü göz önünde bulundurarak baktığımızda şefaatin yanlış yorumlandığını ve yanlış anlaşıldığını görmekteyiz. Müslümanlar şefaatin Allah yanında daha üstün olan birinin (misal peygamberler, evliyalar) bir günahkarı cehennemden kurtarması olarak kabul ediliyor. Oysa bu Kurana taban tabana zıttır. Çünkü Kur-an'a göre Allah'ın hakkında cehennem kararı vermiş olduğu birini kurtarmaya kimsenin gücü yetmez.

39/ZUMER-19: (Resûlum!) Hakkında azap hükmü gerçekleşmiş kimseyi ve ateşte olanı sen mi kurtaracaksın!

Ayette açık bir şekilde azap verilecek bir insanı kiminse kurtarmaya gücünün yetmeyeceğini anlatıyor. Buna peygamberler bile dahil. Çünkü başka bir ayette Muhammed'e hitap ederek 70 defa bile dua etsen onları affetmem diyor.

9/TEVBE-80 (Diyanet İşleri): "Onlar için ister bağışlanma dile, ister dileme (fark etmez.) Onlar için yetmiş kez bağışlanma dilesen de, Allah onları asla affetmeyecektir."

Şimdi Muhammedin bile birini cehennemden kurtaracak gücü yoksa o zaman ondan mevkice daha altta olan bir evliya bunu nasıl yapa bilir? Eyer Müslümanların dediği gibi şefaat birini cehennemden kurtarmaksa o zaman Allah'ın adil sıfatı şüphe altına girer. Bunu iyi anlamamız için bir misal vereyim.


Kendinizi bir sınavda düşünün. 30 kişilik bir sınıf odasında hayatınızın en önemli sınavına girdiniz. Sınavın gidişatını izleyen hocalar bu otuz kişinin içinden birini başbakan seçtirmiş diye kayırıyor. Ona kopya çekmeye izin veriyor. Bu durumda ne yapardınız? Sınavın adil olduğuna mı inanırdınız yoksa protestomu ederdiniz? Aynı şey şefaat içinde geçerli. Misal mahşer günü geldi yetişti hepiniz kabirlerden dirilip sorgu sual için Allah'ın huzuruna toplandınız. Senin şefaatçin yok ve sen günahlarından dolayı cehennem ateşine atıldın. Ama İsmail ağa cemaatinden biri seninle aynı günahları işlemesine rağmen Mahmud efendinin şefaati ile cennete hurilerin yanına gönderildi. Bu ne kadar adil olabilir ki? Oysa Allah hiç kimseye ayrımcılık yapmayacağını ve hiç kimseyi kayırmayacağını söylüyor Kur-an'da.

21/ENBİYA-47 (Diyanet İşleri): "Kıyamet günü için adalet terazileri kuracağız. Öyle ki hiçbir kimseye zerre kadar zulüm edilmeyecek. (Yapılan iş) bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirip ortaya koyacağız. Hesap görücü olarak biz yeteriz."

Şimdi gelelim şefaatin asıl anlamına. Kuranda şefaat yapa bilecek çok az sayıda varlık ismi geçiyor.
19/MERYEM-87 (Diyanet İşleri): "Rahmân’ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır."

Ayet açık bir şekilde Allah'ın katında söz alan kimselerin şefaat edebileceğini söylüyor. Peki bu söz alacak kişiler kimlerdir. Geleneksel dinciler bu kişilerin peygamberler  ve Allah'a imanında başkalarından seçilen yani Allah'a daha yakın olan kimseler olduğunu savunuyorlar. Kuranda şefaat edecek kişilerin imanlı insanlar olacağını söylüyor.

43/ZUHRÛF-86: "Allah’ı bırakıp da taptıkları putlar, şefaat edemezler. Ancak bilerek hakka şahitlik edenler bunun dışındadır."

Peki bu insanlar Allah katında söz alarak cehenneme gedecek olan birini mi kurtaracak yoksa başka bir şey mi?  Yukarıda yazdığımız ayette(Tevbe 80, Zumer 19) bu şefaatin cehennemlik birini kurtarmak olmayacağı net bir şekilde gözüküyor.

Öyleyse şefaat nedir?
Şefaat bir duadır. Yani her mümin kendini dua ederken başkalarınında bağışlanması için dua etmelidir. Ancak yinede o kişinin bağışlanıp bağışlanmaması Allah'ın bileceği bir iştir. Din tüccarlarının dediği gibi bu evliya sana şefaat edecek seni cehennemden kurtaracak diye bir şey söz konusu değildir.

47/MUHAMMED-19 (Diyanet İşleri): "Bil ki Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Hem kendinin, hem de inanmış erkek ve kadınların günahlarının bağışlanmasını dile!"

Bu konuda dikkat çeken ve en enteresan olan şeylerden biride Müslümanların kiliselerin Hristiyan insanlara para karşılığı cennetten arsa satmasını eleştirdiği halde  bu evliyaların onları cehennemden kurtaracağına inanmalarıdır. Biraz düşünseler papazların yaptıklarıyla hiç bir fark olmadığını görecekler ama düşünmüyorlar. Çünkü papazlar da insanları cennete yerleştirebileceğini iddia ediyorlar evliyalar da. Her ikisi de günahları olduğu halde Allah katında o insanların bağışlanmasını sağlayarak cennete sokacaklarını iddia ediyorlar.  Tabi bunu kendileri yapmıyor onlar adına yapanlar var yani velileri. Bunun için biz dine bir şirket olarak bakıyoruz.

K,din, islamiyet, Şefaat nedir?,İslamda şefaat,Cennete adam sokmaya yetkili,Şefaatçi,Kimler şefaatçi olabilir,Kur-an'da şefaat, Kuran çelişkileri, Şefaat var mı?,Allah adam kayırır mı?,
Hemde karı büyük ve her zaman müşterisi olan bir şirket. Çünkü çocukluğundan beri Allah'la cehennemle korkutularak büyüyen biri cennete gitmek için tüm söylenenleri yapmaya hazır. Hele bunu söyleyen Allah dostu ismi takılmış biriyse cenneti kazandığına kesin gözüyle bakar.  Ne yazık ki insanlar bu evliyaların kendilerinin sonunun nasıl olacağını bilmediklerini unutuyorlar.

27/NEML-65: De ki: “Göktekiler ve yerdekiler gaybı bilemezler, ancak Allah bilir. Onlar öldükten sonra ne zaman diriltileceklerinin de farkında değildirler.”

Din ismindeki saçmalıktan kurtarın kendinizi yada en azından din tüccarlarının kurduğu bu şirketten. Çünkü bu şirketin (cemaatlerin) üyesi olarak Allah'a şerikler koşmuş oluyorsunuz bununla da Kur-an'ın Müşrik ismi verdiği insan grubuna dahil olmuş oluyorsunuz. O grubun üyelerini ise bin tane peygamber bile kurtaramaz çünkü Kur-an onların sorgusuz sualsiz cehenneme atılacağını açık bir şekilde beyan ediyor.

4/NİSÂ-48: "Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar. Allah'a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur."
Aklınızı kullanın.

Yazan: Kirpi

KUR-AN'IN BİLİMLE ÇELİŞKİLERİ

Yazan: Kirpi
din, islamiyet, K, Kuran'daki bilimsel çelişkiler, Kur-an'a göre sperm, İslamda soru sormak yasak, Kıble çelişkisi, Kıble yoktur, Kıble uzay boşluğu, Kur-an'da denizlerin karışmaması,

Eğer Allah tarafından insanlara bir kitap gönderilmişse onun bilimle çelişmemesi gerekir. Çünkü dincilere göre bilim kendisi de Allah'ın ayetlerinden biridir. Onun için Kuran yoluyla inen ayetlerin bilim yoluyla bilinen ayetlerle çelişkili olması Allah kavramını şüphe altına sokar. Bu yazımda Kurandaki bazı ayetlerin bilimle taban tabana zıtlığından bahsedeceğim. Bu yazının geleneksel dinciler üzerinde bir etkisi olacağını sanmıyorum ama en azından onların evlerinin bir köşesinde sus eşyası olarak sakladıkları Kur-an'ı açıp söylediğim ayetlere bakacağını umuyorum. Zira günümüz Müslümanların % 90 bir kısmı hayatları boyunca bir kere olsun Kur-an'ı sonuna kadar okumamıştır. İslam hakkında bildikleri tüm bilgiler din tüccarlarının onlara anlattıkları kadardır. Bu yazıda çok ilginç detaylara dokunacağım onun için ön yargılarınızı bir kenara bırakarak okursanız belki bir şeyler anlarsınız.

ALLAH İNSAN VÜCUDUNU BİLMİYOR MU?
Kuranın Tarık süresi 7 ayetine bir göz atalım önce.

يَخْرُجُ مِن بَيْنِ الصُّلْبِ وَالتَّرَائِبِ Yahrucu min beynis sulbi vet terâib
Diyanet İşleri: "Bu su, bel ile kaburga kemikleri arasından çıkar."

Ayette bir sudan bahsediyor ve o suyun insanın beli ile kaburga kemikleri arasından çıktığını söylüyor. Burada hangi sudan bahsedildiğini anlamak için önceki ayetlere bakmamız gerek.

Tarık süresi "(5)Artık insan neden yaratıldığına baksın. (6)Kuvvetle atılan bir sıvıdan yaratıldı.
(7)(O sıvı), omurga ile göğüs kafesi arasından çıkar."


İnsanın yaratılmasında yardımcı olan ve kuvvetle atılan sıvının erkek menisi (spermi) olduğu herkesçe bilinir. Ayette tamda bundan bahsediliyor ve bu sıvının (spermin) bel ile kaburga kemikleri arasında oluştuğunu söylüyor Kuran. Bu bilime aykırı bir şeydir. Çünkü okul seviyesinde olan bir öğrenci bile spermin erkek testislerinde oluştuğunu biliyor. Bu konuyu bir çok dinciyle tartıştım. Onlar ayete farklı yorumlar yaparak Kur-an'ı kurtarmak istediler fakat her defasında ya tartışmayı sonlandırmadan kaçtılar yada küfür etmeyi seçtiler. İlk argümanları buydu.

Testisler Mesonephrosdan gelişirler. Mesonephros’lar anne karnındayken bebeğin sağ ve sol
tarafında bel kemiği ile kaburga kemikleri arasında yer alırlar. Bebek doğmadan önce Mesonephroslar testislere dönüşürler ve inguinal kanal denen kanaldan testis torbasına inerler.

Bunu söylerken Tarık süresi 7. ayette testislerden değil net bir şekilde testislerde oluşan ve kuvvetle atılan sıvıdan bahsedildiğini unutuyorlar. Eğer o sıvının oluştuğu organ bel kemiğiyle kaburga kemiği arasında oluşuyor denseydi belki durum biraz kurtarılmış olurdu ama ayette net bir şekilde kuvvetle atılan sıvı diyor. Bir erkek ve kadının sevişmesi zamanı erkek testislerini kuvvetli bir şekilde atmadığı için burada bahsi geçen konunun testislerle alakası olmadığı açıkça belli oluyor.
İkinci argümanları 7. ayetin evvelinde ve sonundaki ayetlerde insana atıf yapıldığı için bu ayette de oluşan o şeyin insan olduğunu söylemeleridir. Buda tıbbi yönden bir tutarlılığı olmayan argümandır. Çünkü embriyon anne vücudunda bel kemiğiyle kaburga kemiği arasında oluşmuyor. Döllenmiş yumurta halinden çocuk haline gelene kadar anne vücudunda rahimde yerleşiyor. Rahim, mesane ile (sidik torbası) rektumun arasında ve dolyolunun (vajina) üstünde yer alan şekil olarak ters çevrilmiş armuda benzeyen bir yapıdadır.

din, islamiyet, K, Kuran'daki bilimsel çelişkiler, Kur-an'a göre sperm, İslamda soru sormak yasak, Kıble çelişkisi, Kıble yoktur, Kıble uzay boşluğu, Kur-an'da denizlerin karışmaması,
Fotoğrafta da göründüğü gibi bebeğin dokuz aylık gelişme süresince asla göğüs kemiğine kadar ulaşmaz. Tüm bunlardan ilave din hocaları tarafından ilim insanları olarak tanınan en iyi tefsirciler bile bu ayeti sıvı olarak yorumlamışlar. Onlardan birini örnek verelim:

Ebül Ala Mevdudi'nin Tefhimül Kur’an eseri.
Eserde Tarık süresi 7 ayeti tefsir ederken şöyle diyor. "(7) (Bu su,) Bel kemiği ile kaburgalar arasında (ki organlar)dan çıkar."

Ünlü tefsircilerden biri olan Elmalı da ayeti yorumlarken şöyle diyor:
"(7) O su, erkeğin sülbü ile kadının göğüs kemikleri arasından çıkar."
Gördüğünüz gibi insanları yarattığını iddia eden Allah erkeklerde spermin nerede oluştuğunu bilmiyor. Bu ya Allah'ın yada Muhammedin anatomi konusundaki bilgisizliğini haber veriyor.

SORGULAMA İMAN ET
Bilim asla bir teoriyi sorgulamadan eleştirmeden kabul etmeyi doğru saymıyor. Bilim hiç bir zaman insanlara bu kesindir bunu sorgusuz sualsiz kabul edeceksin demez. Diyemez de zaten çünkü bilim sürekli olarak yeni şeyler buluyor yeni sorular ve yeni çözümler ürettiği için sabit değildir.

Örneğin Isaak Nyutonun ilmi inkılabın öncülerindendir ve teorileri yüz yıllarca doğru diye kabul edilmiştir. Ama Albert Einstein onun teorilerinden daya iyisini ortaya attı ve ispatladı. Dolayısıyla bilim sürekli olarak kendini düzelterek gelişiyor. (Celal Şengör) Lakin din böyle değildir. Din insanlara eleştirmeden kabul edeceksin diyor. Önüne cevabını veremediği bir sorun çıkarsa «en doğrusunu Allah bilir» diyerek her şeyi varlığı belirsiz olan bir kavramın üzerine yüklüyor. En doğrusunu Allah biliyor demek bilmiyorum demekle aynı anlama geliyor. Çünkü o sorunun çözümünü Allah'a sorup öğrenmek gibi bir imkanımız yok.

Maide-101: "Ey iman edenler! Açıklanırsa hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın."
Maide-102: "Sizden önceki bir millet o tür şeyleri sordu da sonra o yüzden kafir oldu."


Nasıl oluyor da her şeyi bildiğini iddia eden Allah soru sormayı insanlara yasaklıyor. Bu cevabı bilmeyen birinin durumu kurtarmasına benziyor. Tıpkı bir insana bir soru sorarsın o cevabı bilmez ama bilmediğini de söyleyip mahcup olmamak için söylerdim ama söylediklerimi anlamazsın demesine benziyor. Bu ayeti geleneksel dincilere Allah'ın sorgulamayı engellediğine delil olarak sunduğumuz zaman saçma sapan cevapların yanı sıra bizlere Kuranda düşünmeye teşvik eden bazı ayetler gösteriyorlar. Bunu unutuyorlar ki biz Allah'ın her hangi bir yarattığını değil kendisini sorguluyoruz. Neden Musa peygamberle konuştuğu gibi bizlerle konuşup kendini belli etmemesini sorguluyoruz.

3/ALİ İMRAN 193: “Rabbimiz! Biz, ‘Rabbinize iman edin’ diye imana çağıran bir davetçi işittik,
hemen iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Canımızı iyilerle beraber
al.”

Şimdi Allah'ın varlığına iman etmeye çağrıldığımız zaman iman etmeyerek kafir olursak ne olur?

33/AHZAB SÜRESİ 64: “Gerçekten Allah, kafirleri lanetlemiş ve onlar için ‘çılgın bir ateş’
hazırlamıştır."

Kendisine iman etmeyen insanların kuşkularını gidermek yerine onları çılgın bir ateşe atan Allah ne kadar adil olabilir ki? Bilim insanların kuşku duydukları şeyleri açıklaya bilmek ve insanları inandıra bilmek için çaba sarf ettiği halde her şeye gücü yeten Allah'ın insanları inandırmak yerine ateşe atması hiç mantıklı ve adaletli bir şey değildir.

YÜZÜNÜZÜ KIBLEYE DÖNÜN
2/BAKARA-144: "Bundan sonra yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Ve siz nerede olursanız
(namazda) yüzlerinizi o yöne çevirin."
Müslümanlar bu ayetin söylediği gibi ibadet yaparken yüzlerini mutlaka kıbleye dönerler (Mekke istikametine) Ancak bilimle çelişmez denilen Kuran burada dünyamızın yuvarlak olduğunu hesaba katmamış.

din, islamiyet, K, Kuran'daki bilimsel çelişkiler, Kur-an'a göre sperm, İslamda soru sormak yasak, Kıble çelişkisi, Kıble yoktur, Kıble uzay boşluğu, Kur-an'da denizlerin karışmaması,
Misal Güney Amerika'da yaşayan bir Müslüman namaz kılarken yüzünü kıbleye döndüğünü zannediyor. Ancak Güney Amerika'da yaşayan bir insanın Mekke'ye bakması için Dünyanın düz olması gerek. Küre şekilli bir dünyada bu mümkün değildir. Tabi Muhammed dünyanın küre olduğu bilgisine sahip olmadığı ve o dönemin insanları dünyayı düz olarak bildikleri için bu ayeti doğru olarak kabul etmişler. Türkiye'de olan camilerin kıblesi bile Mekke'ye değil uzay boşluğuna bakıyor. Çünkü Dünya kavisi bize baktığımız hedefin her 1.6 km de 20 cm düşeceğini söyler.

Küçük bir matematik hesap yapalım. Yuvarlak rakamlar alırsak eğer her 2 km de 20 cm gibi bir düşüş söz konusu Türkiye'den Mekke'ye olan mesafe 2555 km bu mesafeyi her 2 km de 20 cm düşüşle hesaplarsak eğer 25 km gibi bir rakam çıkıyor karşımıza. Yani Türkiye'de Mekke'ye baktığını zanneden insan aslında Mekke'nin üzerinde 25 km yükseklikte ki bir yere bakmış oluyor.
Nasıl oluyor'da evrenin yaratıcısı bu hesabı bilmiyor?

ŞİRİN SULU DENİZ
25/FURKÂN-53: Diyanet İşleri: O, birinin suyu lezzetli ve tatlı, diğerininki tuzlu ve acı olan iki
denizi salıverip aralarına da görünmez bir perde ve karışmalarını önleyici bir engel koyandır.

Ayette iki denizden bahsediliyor ve onların suyunun karışmadığını anlatıyor. Ünlü deniz bilimcisi Fransız Kaptan Jacques Cousteau denizlerin karışmaması hakkındaki görüşlerini şöyle anlatmaktadır:

“Bazı araştırmacıların farklı deniz kütlelerini birbirinden ayıran engellerin bulunduğuna dair ileri
sürdükleri görüşleri inceliyorduk. Çalışmalar sonucunda gördük ki, Akdeniz’in kendine has
tuzluluğu ve yoğunluğu var. Aynı zamanda kendine has canlıları barındırıyor. Sonra Atlas
Okyanusu’ndaki şu kütlesini inceledik ve Akdeniz’den tamamen farklı olduğunu gördük. Halbuki
Cebeli Tarık Boğazı’nda birleşen bu iki denizin tuzluluk, yoğunluk ve sahip olduğu hayatiyet açısından eşit veya eşite yakın olması gerekiyordu. Oysaki bu iki deniz, birbirine yakın kısımlarda
bile ayrı yapılara sahiptiler. Bunun üzerine yapmış olduğumuz araştırmalarda bizi şaşkına
çeviren bir durumla karşılaştık. Çünkü bu iki denizin karışmasına birleşme noktasında bulunan
harika bir su perdesi engel oluyordu. Aynı türden bir su engeli 1962 yılında Alman bilim adamları
tarafından Aden Körfezi ile Kızıl deniz’in birleştiği Mendep Boğazı’nda da bulunmuştu. Daha
sonraki incelemelerimizde farklı yapıdaki bütün denizlerin birleşme noktalarında aynı engelin bulunduğuna tanıklık ettik.”

din, islamiyet, K, Kuran'daki bilimsel çelişkiler, Kur-an'a göre sperm, İslamda soru sormak yasak, Kıble çelişkisi, Kıble yoktur, Kıble uzay boşluğu, Kur-an'da denizlerin karışmaması,
Şimdi bu ayet bilim dünyasının buluşları ile uyarlama yapılarak «Bak işte Kuran 1400 yıl önce söylemiş» diyerek bir mucize olgusu yaratmak istiyorlar. Oysa bu olay bilinen bir şeydi. Denizlerin birleşmemesi Kur-an'da üç yerde geçiyor ve onların tümünü göz önünde bulundurarak Muhammed'in bu olayı gözlemleyerek ve ya duyarak Kur-an'a ilave ettiğinin şahidi oluyoruz. Çünkü diğer ayetlere baktığımızda bu yerin bilindiğinin açıkça şahidi oluyoruz.

35/FÂTIR-12: "Diyanet İşleri: İki deniz aynı olmaz. Şu tatlıdır, susuzluğu giderir, içimi kolaydır. Şu
işe tuzludur, acıdır. Bununla beraber her birinden taze et yersiniz ve takınacağınız süs eşyalarını
çıkarırsınız. Allah’ın lütfundan istemeniz ve şükretmeniz için gemilerin orada suyu yara yara
gittiğini görürsün."

Ayette «taze et yersiniz ve süs eşyası çıkarırsanız» diyor, buda Muhammed'in yanında olan insanların o denizden haberdar olduklarını veya birilerinden duyduklarını bize anlatıyor. Çünkü bu insanlar o denizlerden yiyecek besin ve su eşyaları ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Demek ki bu denizlerin karışmaması olayını kendileri de gözleriyle görüyorlar. Yani dincilerin anlattığı gibi Muhammedin bilmediği halde Allah bunu Kurana yazmış gibi bir şey söz konusu değildir. Şimdi denizlerin karışmaması olayının bilinen bir şey olduğunu öğrendiğimize göre geçelim ayetin bilimle çelişen tarafını anlatmaya.

İlk önce yukarıda gösterdiğimiz ayetlerin her ikisinde tatlı suyu olan deniz sözü işlenmiştir. Önce bu ayeti mucize olarak bizlere söyleyen Müslümanların tatlı ve içilmesi mümkün olan suyu olan denizi bizlere göstermesi gerek. Bunu istediğimiz zaman Müslümanlar farklı teoriler üretmeye başlıyor. Onlardan birine bakalım. İlk teorileri ayette denizden değil iki sudan bahsedildiği yönünde.


Ayette el bahrâni yani deniz kelimesi geçiyor. بحر Bahr kelimesi Arapçada deniz anlamına geliyor. Osmanlı döneminde de bu söz (yazılısı – ebhâr olarak) deniz anlamında kullanmıştır. Arapçada bu söz sulu bölge için kullanıldığı yerlerde anca deniz anlamına geliyor. Ama ayetin çelişkileri bununla da bitmiyor. Bir diğer ayete bakalım.

Rahman Süresi 19, 22: "İki denizi salmıştır, neredeyse karışacaklar.Aralarında bir engel vardır,
birbirine geçip karışmıyorlar.O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? O denizlerin
her ikisinden de inci ve mercan çıkar."

Bu ayette iki denizin birleşmediğinden bahseder ve sonunda her iki denizden yani tatlı ve tuzlu suyu olan her iki denizden inci ve mercan çıktığını anlatır. Bu bilimsel bir hatadır. Çünkü tatlı suda inci ve mercan oluşmaz. Bunlar tuzlu su ürünleridir.

Gördüğümüz gibi ayetin bilimsel açıdan hiç bir tutarlılığı yoktur. Zira her şeyin yaratıcısı olan Allah'ın böyle bir hata yapması mümkün değildir. Kur-an'ı farklı yorumlarla bilime uyarlama çabası gösterenler son zamanlarda bu ayetler için yeni bir teori oluşturdu. Teori şundan ibaret.

Antartika'da Ross isimli bir tuzlu sulu deniz var. Bunun üzerinde aynı isimle adlandırılmış yüz ölçümüyle Fransa'dan biraz küçük olan Ross buzulları var. Dinciler bunu bizlere misal getirerek «bakın tuzlu suyun üzerinde tatlı su yüzüyor ve karışmıyor» diyorlar. Oysa unuttukları iki şey var. Birincisi ayetlerde denizlerden bahsedilir, buzlara değil direk gönderme yapma ima bile yoktur. İkinci
kanıtı görmek için ayete yeniden bakmamız gerek.

35/FÂTIR-12: "Diyanet İşleri: İki deniz aynı olmaz. Şu tatlıdır, susuzluğu giderir, içimi kolaydır. Şu
işe tuzludur, acıdır. Bununla beraber her birinden taze et yersiniz ve takınacağınız sus eşyası
çıkarırsınız. Allah’ın lütfundan istemeniz ve şükretmeniz için gemilerin orada suyu yara yara
gittiğini görürsün."

Ayetin sonunu dikkatle okuyun. Gemilerin orada (yani o denizlerde) suyu yara yara gittiğini görürsünüz diyor. Şimdi Ross Buzulları hakkında bir az bilgi edinelim.

din, islamiyet, K, Kuran'daki bilimsel çelişkiler, Kur-an'a göre sperm, İslamda soru sormak yasak, Kıble çelişkisi, Kıble yoktur, Kıble uzay boşluğu, Kur-an'da denizlerin karışmaması,
Bu buzulları 28 Ocak 1841 yılında İngiliz denizci  James Clark Ross tarafından bulunmuştur ve
onun ismiyle adlandırılmıştır. Bu buzulun kalınlığı bir kaç yüz metredir. Kara tarafındaki tabanında, buz selfleri 800 den 1500 metreye kadar bir yüksekliğe sahipken ön kısımlarda sadece 100 ile 200 metre kalınlıktadır. Ross Buz Selfi'nin dikey cephesi (Kırılma kenarı) 800 kilometreden daha büyük bir uzunluğa sahiptir ve deniz üzerinde 15 ile 50 m arasında yükselir.

Yani serbest olarak deniz üstünde yüzen buzun, yaklaşık %90'i deniz seviyesinin altındadır.
Şimdi soru şu. Eğer dincilerin dediği gibi Ross denizi ve Ross Büzülü ayrı ayrılıkta deniz olarak kabul edilmekteyse o zaman gemilerin bunların her birinde yüzmesi gerek. Onun için değerli dinci kardeşlerim 50m buz tabakasını yarıp yüzebilen bir tane gemi ismi söyleyin bizlere. Bildiğimiz kadarıyla buz kıran gemiler buzullara direk bir güç uygulamaz. Bu gemiler motorların yardımıyla kendilerini buzulun üzerine itip ağırlıkları sayesinde maksimum 3-5 m kalınlığında buzulları
kıracak şekilde tasarlanmıştır.

din, islamiyet, K, Kuran'daki bilimsel çelişkiler, Kur-an'a göre sperm, İslamda soru sormak yasak, Kıble çelişkisi, Kıble yoktur, Kıble uzay boşluğu, Kur-an'da denizlerin karışmaması,
Bu gemilerde ek etki sistemleri vardır ki onlar kırılan buzları yanlara doğru iter ve geminin önüne toplanarak ilerlemesini engellemesine mani olur. Yani anlayacağınız bu gemiler bile kalınlığı yüzlerce metreyi bulan buzulları kıramaz. Böylelikle Ross buzullarını ayrıca tatlı sulu deniz olarak kabul edersek eyer gemilerin o denizde yüzmesi gerek buda günümüz teknolojisiyle mümkün değildir.

Değerli okuyucular gördüğünüz gibi dincilerin Kur-an'ı evirip çevirerek bilimle uyumlu yapma çabalarının hiç bir tutarlı esası yoktur. Bunları söyleyerek yalnızca camilerde sakal bırakmanın sevabını tartışan insanları kandıra bilirler. Bizler yani gördüğü ve duyduğu her şeye akıl ve mantık yoluyla eleştiri yapan insanlar olarak tüm bu yalanları görerek bir kez daha bu din tüccarlarına inanmamakta ne kadar haklı olduğumuzun şahidi oluyoruz. Lütfen sizde aklınızı kullanın ve söylenilen yalanların farkına varın. Düşünmekten eleştirmekten korkmayın. Zira bunu size
Kur-an'da emrediyor:
10/YÛNUS-100: "Allah, azabı akıllarını kullanmayanlara verir."

Son olarak bir kaç ünlü düşünürün aklı kullanma ile ilgili sözlerine gös atalım.
  • "İnsan, aklın sınırlarını zorlamadıkça, hiçbir şeye ulaşamaz." Albert Einstein
  • "Yeryüzünün iki gücü vardır: Akıl ve kılıç, çoğu zaman akıl kılıcı yenmiştir." Eflatun
  • "Aklın ve bilginin üç büyük düşmanı vardır: Kötülük, bilgisizlik ve tembellik." Haeckel
  • "İnsanlara yapılacak en büyük iyilik, onlara akıllarını kullanmayı öğretmektir." Jean B. Moliere
Yazan: Kirpi

KUR-AN'DAKİ ÇELİŞKİLER |1

Kurandaki çelişkiler, Kur-an ve çelişkiler, Kur-an hataları, K, din, islamiyet, Allah küfreder mi?, Allahın küfürleri, Kurandaki mantık hataları, Allahın kanunları değişir mi?, Allah,
Müslümanlar tarafından Kuranda hiç bir çelişki yok deniliyor. Hatta Kuranın doğruluğunu ispat etmek için bazen bilim dünyasınca ispat edilmiş şeyleri kabul etmekten imtina ediyorlar. Misal Evrim teorisi. Bu yazımda sizlere Kuranın hem kendi içinde hemde bilim açısından bir kaç çelişkilerini göstereceğim. Bu, dincileri ikna etmese de umarım onlarda eleştiriye ve geleneksel din bilgilerini araştırmaya bir kapı açar. İlk önce Kuranın kendi içindeki çelişkilere bakalım.

Allah her şeyden haberdar mı?

Kuranın bir çok ayetinde Allah'ın her şeyi bildiği ve her şeyden haberdar olduğu bildiriliyor. Şimdi size vereceğim örnekten bunun böyle olmadığı ortaya çıkıyor.

Enfal-65: "Ey Peygamber! Müminleri cihada teşvik eyle. Eğer sizden sabredecek 20 kişi olursa 200 kişiye galip gelirler ve eğer sizden 100 kişi olursa kafirlerden 1.000 kişiye galip gelirler. Çünkü onlar hakkı ve akıbeti düşünmeyen anlayışsız bir kavimdirler."

Bu ayet bir savaş öncesi nazil olmuş ve ayetten anlaşıldığı kadarıyla Allah yirmi Müslümanın iki yüz kafire karşı direnmesini emrediyor. Ancak bu Müslümanlara zor geldiği için Allah bunun ardından şu ayeti vahiy ediyor.

Enfal-66: "Şimdi Allah sizden yükü hafifletti ve sizde bir zaaf olduğunu bildi. O halde sizden sabredecek yüz kişi ölürsa ikiyüz düşmana galip gelirler, sizden bin kişi ölürsa Allah’ın izniyle ikibin düşmana galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir."

Bu ayet hakkındaki rivayetler şöyledir.

Abdullah B. Abbas diyor ki: "Eğer içinizden sabırlı yirmi kişi çıkarsa iki yüz kişiye galip gelir..." ayeti nazil olunca, bir Müslümanın 10 düşman karşısında direnmesini farz kılınmıştır. Bu ise Müslümanlara çok zor geldi. Bunun üzerine bu âyet nâzıl oldu ve Müslümanların yükünü hafifletti. Ancak, Allah teala, karşı konacak düşman sayısını eksilttiği nispette müminlerin sabrını da eksiltti."

Buharî, tefsir el-kur'an, 8/6; ebu davud, el-cihad: 114 (2646); ibn cerir et-taberi, câmiu'l-beyân.
Fahreddin er-razı der ki:

"Önceki (65.) ayetteki mükellefiyet Müslümanlara zor ve ağır gelince, cenâb-i hak, bu ayetle Müslümanların üzerinden o yükü kaldırdı. Atâ'nın rivayetine göre İbn abbas (r.a.) şöyle demiştir: "İlk emir inince, muhacirler niyazda bulunarak: "Ey Rabbimiz, biz açız; düşmanımız ise tok. Biz gurbetteyiz, düşmanımız ise yurdunda ve ailesi içinde. Biz memleketimizden, mallarımızdan ve çoluk çocuğumuzdan ayrı düşmüşüz, düşmanımız ise böyle değil" dediler. Ensar da: "Biz hem düşmanımızla uğraşıyoruz, hem de din kardeşimiz olan muhacirlere yardım ediyoruz." dediler. İşte bunun üzerine, hükmü hafifleten bu (66.) ayet indi." Fahreddin er-razı, mefatihu’l-gayb.


Enfal süresi 65 ayetinde Allah Müslümanlara kafirle savaşacakları zamanda ola bilecek sayılarını açıklıyor. Yani 20 kişi olursanız bile 200 yüz kişilik kafir ordusuyla savaştan çekinmeyin diyor. Bunun üzerine aklı başında bazı kişiler bu imkansız diyorlar ve Muhammed insanların tepkileri yüzerine bu ayeti getiriyor. Ayet «Şimdi Allah sizden yükü hafifletti ve sizde bir zaaf olduğunu bildi.» şeklinde başlıyor. Burada dikkat edilmesi gereken konu şudur. Madem Allah her şeyi biliyor o zaman neden önceden Enfal 65 ayetindeki sayının (20 kişiye 200 kişi) insanlara ağır geleceğini tahmin etmedi? Oysa başka bir ayette Allah kullarını çok iyi tanıdığını yazıyor.

2/BAKARA-286: "Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar."


Şimdi sorum şu Allah verdiği bu sayının Müslümanlara fazla geleceğini neden önceden değilde savaştan sonra anladı? Bu apaçık bir çelişkidir.

Allah Muhammed'i kayırıyor mu?

Dinciler tarafından Kuranın herkese eşit davrandığı yalanı sıkça tekrar edilir. Oysa Kuranın bir takım şeylerde Muhammed'e torpil yaptığı açıkça belli oluyor. Örneğin Kuran'ın tüm Müslümanlara bir takım kadınlarla evliliği yasak ederken Muhammed'e meşru kılması Allah'ın Muhammed'i kayırması gerçeğini gözler önüne seriyor.

33/AHZÂB-50,51: "Ey Peygamber! Biz sana mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak verdiklerinden elinin altında bulunan kadınları; seninle beraber hicret eden, amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını ve teyzelerinin kızlarını sana helâl kıldık. Ayrıca, diğer mu’minlere değil de, sana has olmak üzere, mehirsiz olarak kendini Peygamber’e bağışlayan, Peygamber’in de kendisini nikâhlamak istediği herhangi bir mu’min kadını da (sana helâl kıldık.) Mü’minlere eşleri ve sahip oldukları cariyeleri hakkında farz kıldığımız şeyleri elbette bilmekteyiz. Bütün bunlar, sana herhangi bir zorluk olmaması içindir. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir."

Ayette açıkça diğer müminlere değilde sana has olarak ifadesi kullanılıyor. Bu bir torpildir. Üstelik bunu her hangi bir konuda değil de sırf evlilik konusunda yapması da ilginç bir detaydır. Neden? Çünkü bu ayetten yararlanarak Muhammed evlatlığı olan Zeyd'in karısı Zeynep'le evlenmiştir. Bu olaydan rivayetlerde şöyle bahsedilir.

Taberi tarihinde bu hadise şöyle geçer:
”Tanrı elçisi günün birinde Zeyd’i aramak üzere onun evine gelir. Kapıda yünden örülmüş bir perde asılıdır. Peygamber kapının önündeyken rüzgar perdeyi kaldırır. O anda Zeyneb içeride çıplak olarak bulunmaktadır. Tanrı elçisinin gözü ona ilişir, güzelliği hoşuna gider ve kalbinde iz bırakır. Akşam olup da Zeyd eve gelince, Zeyneb ona Peygamberin geldiğini söyler. Zeyd, “ Eve girmesini rica etmeli idin” der. Zeyneb, “ Eve girmesini rica ettiysem de girmedi.” der. Zeyd, “ Peki ayrılırken bir şey söylemedi mi?” der. Zeyneb, “Kalpleri değiştiren Allah kutludur, dedi” der. Bu söz üzerine Zeyd, Muhammed’in Zeyneb’e aşık olduğunu ve onunla evlenmek isteyebileceğini düşünerek, onun yanına gider ve “Ey Tanrı elçisi, evime geldiğini söylediler, babam ve anam sana feda olsun, eve girmeliydin. Zeyneb hoşuna gitmiş olabilir, eğer hoşuna gittiyse hemen boşarım” der. Muhammed, “Karın hakkında bir şüpheye mi düştün ? ” diye sorar. Zeyd “ Ey Tanrı elçisi, hiçbir hususta ondan şüphelenmedim ve ondan hayırdan başka bir şey görmedim” der. Muhammed ona, daha sonra Ahzab Süresi 37. ayette de bahsi geçen “Eşini tut, Allah’dan kork” sözlerini sarf eder. Ancak her şeye rağmen Zeyd ne düşündüyse Zeyneb’i boşar. ”Bu ziyaretten sonra Zeynep şöyle der: “Resul-u Ekrem hazretlerinin beni görüp beğenmesinden sonra Zeyd benimle evlilik münasebetinde bulunmadı.”

Bundan sonra insanların Muhammed'i kınaması yüzünden olacak ki ne hikmetse ardı ardına ayetler inmeye başlıyor.

"Hani hem Allah’ın nimet ve ihsanına, hem de senin iyiliğine nail olmuş olup da hanımını boşamaya karar vermiş olarak sana danışmaya gelmiş olan kişiye sen: “Eşini yanında tut Allah’tan kork!” demiştin. Allah’ın açığa çıkaracağı bir durumu içinde saklamıştın, çünkü insanlardan çekinmiştin. Halbuki asıl Allah’tan çekinmen gerekirdi. Neticede, Zeyd eşini boşayıp onunla ilişkisini kestikten sonra, Biz onu sana nikâhladık ki, bundan böyle evlatlıkları, eşleriyle ilişkilerini kestikleri, onları boşadıkları zaman, o kadınlarla evlenmek hususunda müminlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri her zaman gerçekleşir." (Ahzab Süresi, 33/37)

Ve böylece insanların eleştirilerinden kurtuluyor göz diktiyi evlatlığının karısını da kendi karısı yapıyor.


Allah'ın kanunları değişir mi?

Kuran bazı ayetlerin açık bir şekilde Allah'ın yazılı olan yasalarında(yani vahiy olarak inen yasalar) hiç bir değişiklik bulamayacağımızı söylüyor.

Fatir-43: “… Hayır! sen Allah’ın kanununda değişiklik bulamazsın. Sen Allah’ın kanununda asla bir döneklik bulamazsın.”

Feth-23: “… Allah kanununda hiçbir değişiklik bulamazsınız.”

Bu ayetlerde kanunlarda değişiklik bulunmadığını söyleyen Allah diğer ayetlerde bunun tam aksini söylüyor.

Bakara-106: “Herhangi bir Ayet’in hükmünü yürürlükten kaldırır veya unutturursak, onun yerine daha hayırlısını veya benzerini getiririz. Allah’ın her şeye gücünün yettiğini bilmez misin? ”

Nahl-101: "Biz bir âyeti değiştirip yerine başka bir âyet getirdiğimiz zaman -ki Allah, neyi indireceğini gayet iyi bilir- onlar Peygamber’e, “Sen ancak uyduruyorsun” derler. Hayır, onların çoğu bilmezler."

Rad-39: "Allah, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır. Ana kitap (Levh-i Mahfuz) O’nun yanındadır."

Allah'ın kanunlarını sildiği vakıaların varlığı İslam tarihi gibi kabul edilen hadislerde de bellidir. Gerçi bu hadisler Kuranın değiştirildiğini de ortaya çıkarır ama bu başka bir yazının konusudur.

Enes İbni Malik (rd) rivayet eder ki, “Allah'ın Resulunun sağlığında, Tevbe Sûresine eşit bir sûreyi okurduk. Şu ayetten başkasını unuttum : Velev enne libni ademe vadıyanı min zehebin lebtega ileyhima salışa. Velev enne lehu şalısen, lebtega ileyhima râbia. Velâ yemleu çevfebni ademe illetturabu. Ve yetübüllâhu alâ men tab»
Meali şudur : “Eğer Ademoğlunu altundan iki vadisi olsa, ister ki ona üçüncü şu satılsın. Üçüncüsü de olsa isterki ona dördüncüsü katılsın. Ademoğlunun karnını topraktan başkası doyurmaz. Al­lah tevbe edenlerin tevbesini kabul eder» Metni nesholan bu ayeti, bazı kelime değişikleriyle ve aynı anlamda olmak üzere, Ebu Vakidi Elleysî, Ebu Musal Eş'arî ve Zeyd İbni Sabit de rivayet etmişlerdir."

Abdullah İbni Mes'ud da şunu rivayet eder : “Allah'ın Resulü bana, bir ayeti okudu ki ben onu ezberlemiş ve musahıfma da yazmış ve yatacağım yere bu yazıyı götürmüştüm. Ertesi günü mushafı elime alınca, yazının bulunduğu sahifenin bembeyaz olduğunu gördüm. Durumu Hz Peygambere haber verince bana, “Ya İbni Mes'ud, o ayet geçen gece kaldırıldı” dedi."

Gördüğünüz gibi Allah önce vahiy ettiği ayeti sonra yazıdan ve beyinlerden silebiliyor. Bunun iki nedeni olabilir. Ya Allah insanlar için en hayırlı olacak sözleri önceden seçemiyor yada bir türlü ne söyleyeceğine karar veremiyor. Bence ikisi de doğru.


Allah önce kafir yapar sonra cehennemde yakar.

Bu konu bir az karmaşık olmasına rağmen kendi üzerimden bunu size izah etmeye çalışacağım. Misal ben Allah'a inanmayan biriyim. Ve Kurana göre ebedi cehennemde yanacak olan insanlardanım. Ancak Kurana baktığımda Allah'a inanmama sebebimin Allah'ın kendisi tarafından sağlanıldığını görüyorum. Sizlere bazı örnekler vereceğim.

17/İSRA-36: "Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur."

Benim Allah hakkında kesin bir bilgim yok. Onun için dincilerin ortaya attığı Allah tezinin ardına düşmüyorum. Kulaklarımla Allah'ın sesini duymadım, gözlerimle onu görmedim, kalbimle de varlığını inkar ettiğim için bir korku hissi duymadım. Şimdi kendiniz düşünün ben nasıl inanayım Allah'ın var olduğuna? Ama iş bununla da bitmiyor zira Allah'a inanmamakta ısrarımı kendisi sürdürmeme izin veriyor.

“Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir, gözlerinde de kalın bir perde bulunmaktadır ve onlar için büyük bir azap vardır.” (Bakara, 2/7)

Bu ayette Allah onların kalpleri ve kulakları mühürlenmiştir gözlerine de perde çekilmiştir artık inanmazlar diyor. Ve ayetin sonunda onlar için büyük bir azap vardır diyerek bu mührün mahşer gününe kadar devam edeceğini söyleyerek o insanların azap verilecekler olduğunu kesin bir şekilde söylüyor. Kendisini bana ispatlamak yerine gözlerimi kulaklarımı mühürleyip beni cehenneme atan Allah'ı tanımak ona iman etmek gibi bir şansım var mı? Demek ki Allah kendisi benim inanmayanlardan olmamı istiyor. Bu benim değil Allah'ın suçu. Çünkü o kendisinin varlığını ispat etmek zorunda ben onun yokluğunu ispat etmek zorunda değilim. Eğer birisine 2+2 kaç etmez diye sorarsan bu bir mantık hatası olur. Onun için Allah'ın yokluğu değil varlığı ispat edilir.

Kuran tüm insanlara mı hitap eder?

Geleneksel dinciler Kuranın evrensel olduğunu söyler. Allah bunun bir üst katına çıkarak Kuranın tüm alemlere ait bir kitap olduğunu söylüyor. (dincilere göre 18 bin alem var)

Kalem-52: "Oysa Kuran, alemler için bir öğütten başka bir şey değildir."

Bunu söyleyen Allah unutkanlıktan mıdır nedendir bilinmez bir diğer ayet te başka bir şey söylüyor.

6/EN'ÂM-92: "İşte bu (Kur’an) da, bereket kaynağı, kendinden öncekileri (ilâhî kitapları) tasdik eden ve şehirler anasını (Mekke’yi) ve bütün çevresini (tüm insanlığı) uyarasın diye indirdiğimiz bir kitaptır."

Şimdi ben Mekke ve onun etrafında yaşamadığım için Kuranın uyarılarını dinlemediğim için haksız mıyım?

Allah küfreder mi?

6/EN'ÂM-108: "Onların, Allah’ı bırakıp tapındıklarına sövmeyin, sonra onlar da haddi aşarak, bilgisizce Allah’a söverler."

Ayette Allah başka inançta olan insanların kutsal saydığı şeylere sövmeyin diyor. Zira onlarında kendisine küfredeceğinden korkuyor. Ama bunu söyleyen Allah her nedense diğer ayetlerde İslam dışı inançlara sahip insanlara eşek, köpek, maymun, domuz diyerek küfürler ediyor. İlk önce İslam alimlerinin Allah'a sövme konusundaki hükümleri nelerdir ona bakalım.

İmâm İbn Kesîr rahîmehüllâh ise şöyle demiştir: “Allâh’u Teâlâ’nin: ‘Dîninize dil uzatırlarsa’ buyruğunun mânâsı: ‘Onu ayıplar ve küçümserlerse’ demektir. İşte Rasûlüllâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e veya İşlâm Dîni gibi kutsallara şovenin öldürülmesi buradan alınmıştır.” [İbn Kesîr,Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm: 4/102-103.]

Şeyhu’l-İşlâm İbn Teymiyye rahîmehüllâh, şöyle demiştir: “Şoven kimse eğer ki Müslüman ise içmâ ile katledilmesi vaciptir. O kişi sırf bu sövme sebebiyle kâfır ve mürted olmuş ve kâfırlerden daha kötü bir hale gelmiştir, çünkü kâfır Allâh’i yüceltir ve üzerinde bulunduğu bâtıl dînin Allâh ile istihza etme ve O’na sövme anlamına gelmediğini itikat eder.” [eş-Sârimu’l-Meslûl: 546.]

İmâm Ebû Bekr bin el-Arabî rahîmehüllâh ise şöyle ise demiştir: “Şaka olarak yapılan küfür, kişiyi küfre götürür. Ümmette bu konuda ihtilaf yoktur.” [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân: 8/197.]

Şeyh Keşmirî rahîmehüllâh ise şöyle demiştir: “Kim, gerek alay ederek gerekse şaka yere küfür kelimesini söylerse (ya da amelini işlerse) ittifakla kâfır olur ve bu konuda itikadına (niyetine) itibar edilmez.” [Keşmirî, İkfârü’l-Mulhidin: 59.]

İmâm İshâk bin Rahaveyh rahîmehüllâh, şöyle demiştir: “Müslüman âlimler, Allâh’a veya Rasûlune söven ya da Allâh’in nebilerinden bir nebiyi öldüren bir kimsenin -Allâh’ın indirdiği şeylerin tamâmını kabul etse bile- sırf bu yaptığı şey sebebiyle kâfır olacağı hususunda içmâ etmişlerdir.” [Abdülmunim, Tenbihu’l-Gafilîn ilâ Hükmı Satımillahi ve’d-Dîn: 13.]

İmâm Hattâbî rahîmehüllâh ise şöyle demiştir: “Böyle bir kimsenin katlı hususunda Müslüman âlimlerden hiçbirisinin ihtilaf ettiğini bilmiyorum.” [Tenbihu’l-Gafilîn: 13.]


Gördüğümüz kadarıyla İslam alimlerinin hepsi Allah'a sövmenin kafirlik olduğunu ve cezasının ölüm olduğunu söylemişler. Ama nedense Allah'ın başka inançtaki insanlara sövmesini meşru görmüşler.

2/BAKARA-171: "İnkâr edenleri imana çağıran (peygamber) ile inkâr edenlerin durumu, bağırıp çağırmadan başka bir şey duymayan hayvanlara seslenen (çoban) ile hayvanların durumu gibidir."

7/A'RAF-179: "Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar."

25/FURKÂN-44: "Yoksa onların çoğunun, işittiğini veya (böylece) akıl ettiğini mi sanıyorsun? Onlar sadece hayvanlar gibidir."

2/BAKARA-65: Ve andolsun ki siz, içinizden cumartesi günündeki (avlanma yasağını) çiğneyenleri biliyordunuz. O zaman onlara: “Hakir (aşağılık) maymunlar olun.” dedik.

5/MAİDE-60 "Onlar, Allah’ın lanetlediği ve gazap duyduğu ve onlardan maymunlar, domuzlar yaptığı ve tâguta kul ettiği kimselerdir."

62/CUMA-5: "Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir."

7/A'RÂF-176: "Fakat o, dünyaya saplanıp kaldı da kendi heva ve hevesine uydu. Onun durumu köpeğin durumu gibidir."

Bunun gibi yüzlerce örnek var Kuranın çelişkilerini gösteren ama makalenin çok uzamaması için burada bitireceğim zira gelecekteki yazılarımda sıklıkla bu konuyu ele alacağım. Bizi takip etmeye devam edin çünkü bir sonraki yazıda Kuranın bilimle çelişen ayetlerini konu edeceğim. Yıllarca insanlara alimlerin alimi olarak yutturulan Kurandaki kanıtlarıyla Allah'ın aslında bilimden ne kadar uzak olduğunu ispat edeceğim. Bizi okumaya devam edin.

Yazan: Kirpi