HABERLER
Dini Haber
K etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
K etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

DEPREMLER, DAĞLAR VE KUR'AN MUCİZESİ (!)

Yazan: Kirpi


DEPREMLER, DAĞLAR VE KUR'AN MUCİZESİ (!)


Müslümanların Kur'an ayetlerini eğip bükerek yarattıkları mucizelerin bir kaçını daha önceki yayınlarda çürütmüştüm. Örneğin denizlerin karışmaması, evrenin genişlemesi iddiaları gibi. Fakat hala bir grup insan Kur'an'da mucize aramaya devam ediyor.
Geçenlerde Youtube'de bir video ile karşılaştım. Programın konuğu ünlü jeoloji uzmanı Prof. Celal Şengör'dü. Bu programda bir Müslüman arkadaşımız Celal beye bir soru sordu. Soru özetle şöyle: Siz Kur'an'ın ilahi bir kitap olduğuna neden inanmıyorsunuz? Celal Şengör'ün cevabı şöyle oldu: “Ben bir bilim insanı olarak Kur'an'daki doğayla, bilimle alakalı ayetleri okuyorum ve yanlış olduğunu görüyorum”
Soruyu soran arkadaş "yanlışlardan bir tane örnek verebilir misiniz" dediğinde, Celal bey Lokman süresinin 10. ayetini örnek olarak göstermişti. Bunun üzerine Caner Taslaman, Edip Yüksel gibi modernist Müslümanlar uzmanlık alanları olmadığı halde Celal hocaya jeoloji dersi vermeye kalktılar. Fakat Celal beyin kendisi bile değil, öğrencileri bu iki modernistin cevabını layığınca verdi. Bende bu yazımda bahsi geçen konuyu ele alacağım ve Kur'an'ın bu konuyla ilgili anlattıklarının ne kadar hatalı olduğunu ve Allah'ın jeoloji bilgisinin ne kadar zayıf olduğunu sizlere göstereceğim.

Lokmân Suresi, 10. Ayet: "Allah, gökleri görebileceğiniz direkler olmaksızın yarattı. Yeryüzüne de, sizi sarsmasın diye sabit dağlar yerleştirdi ve orada her türlü canlıyı yaydı. Gökten de yağmur indirip orada her türden güzel ve faydalı bitki bitirdik."

Öncelikle ayette dağların sabit olduğu yazıyor. Bu Neml suresi 88. ayetteki "hareket eden dağlar" sözüyle zaten çelişkili. Allah iki ayet yazıyor, birinde dağlar sabit derken diğerinde ise hareket halindeler diyor. Bu bariz bir çelişki değilse nedir? En iyi ihtimal Tanrı bizlerle kafa buluyor. Neyse bu konuyu bir kenara bırakarak asıl meselemize dönelim.

Allah bizlerin sarsılmaması için dağları yarattığını söylüyor fakat unuttuğu bir şey var. Dağlar zaten depremlerin sonucunda ortaya çıkıyor. Var oluşları bile depreme dayanan dağlar nasıl olur da bizleri sarsıntıdan koruyabilir ki?
Dağların yoğun olduğu bölgeler zaten litosfer levhalarının kesişme bölgesidir. Bilimin fay hattı dediği bölgelere baktığımızda buralarda uzun sıradağlar oluştuğunu görüyoruz. Örneğin Himalaya ve Altay dağları gibi.

Caner Taslaman Edip Yüksel gibi modernistler “Celal Şengör sebep-sonuç ilişkisini karıştırıyor” diyerek kutsal kitaplarının bilimle çelişen ayetlerini kurtarmaya çalıştılar. Dağların deprem sebebi olmadığını biliyoruz zaten fakat dağların depremi önlediğini iddia etmek en azından cahilliktir.

Modernist Müslümanlar belli ki Celal Bey'in o programını izlememiş bile. Zira Celal bey dağlar depreme neden oluyor diye bir ifade kullanmadı. Celal Bey'in eleştirdiği nokta dağların deprem önleyici olduğunun iddia edilmesiydi.
Edip Yüksel kafir dediği halde yaşamakta olduğu Amerika'da bir jeolog bulup ona kamera önünde “dağlar depremde birer tampon rolü üstleniyor” dedirterek yine kutsal kitabını kendince kurtardı ama unuttuğu bir şey var. Her yıl dağların sık olduğu coğrafyalarda binlerce deprem oluyor ve binlerce insan ölüyor. Peki neden oradaki dağlar tampon görevi görerek ortaya çıkan enerjiyi emmiyor? Hemen bir kaç örnek verelim:

ŞİLİ, VALDİVİA
Şili yeryüzünün en uzun sıradağları zincirine sahip. Coğrafyasının büyük bir kısmı dağlardan oluşan bir devlet. Fakat tarih boyunca burada dünyanın en büyük depremleri gerçekleşmiş.
Şili'nin Valdivia ilinde 22 Mayıs 1960'da 9.5 şiddetinde deprem meydana geldi. Meydana gelen bu büyük deprem sebebiyle 1655 kişi hayatını kaybetti, 3 binden fazla kişi yaralandı ve 2 milyon
kişi başka yerlere göç etti.

ŞİLİ, BİO-BİO
Yine Şili'nin Bio-Bio ilinde 27 Şubat 2010'da 8.8 şiddetinde deprem meydana geldi.
Deprem ve ardından gelen dev dalgalar en az 521 kişinin ölümüne, 56 kişinin kaybolmasına, 12 bin kişinin de yaralanmasına sebep oldu. Toplamda 800 bin kişi göç etmek zorunda kaldı ve 1 milyon 800 bin kişi depremden direkt olarak etkilendi.

ASSAM-TİBET
15 Ağustos 1950'de karasal alanda meydana gelen 8.6'lık deprem sebebiyle çok sayıda bina hasar gördü ve 780 kişi hayatını kaybetti. Etkileri sadece Tibet'le sınırlı kalmayan depremden Çin ve Hindistan da nasibini aldı. Assam Depremi olarak bilinse de merkez üssünün Tibet olduğu biliniyor.

Dağlar depreme karşı tampon görevi görüyorsa neden bu kadar insan ölüyor ve neden bu kadar çok kayıp veriliyor?

KUR'AN'DAN ÖNCE DAĞ HAKKINDAKİ BİLGİLER

Öncelikle Muhammed'in yaşadığı bölge bu günkü Suudi Arabistan'da bulunan Mekke değil Petra'dır. Bu konuyu ayrıca ele alacağım fakat büyük bir ihtimalle Petra'daki dağları gören Muhammed bunların depremden etkilenmeyeceğini düşündüğü için Kur'an'a böyle ayetler ilave etmiştir. Bunun bir başka nedeni de Muhammed'den önce de insanların dağlarla ilgili bu tarz fikirlere zaten sahip olmasıdır. Örneğin eski Türk boylarında bile şöyle bir deyim vardır:
"Tengri, tag birle yerig basurdu". Yani "Tanrı, dağ ile yeri bastırıp daha sağlam yaptı". (Bknz. Kaşgarlı Mahmut  Divanü Lugati't-Türk)
Orta Asya toplumlarında “Yeri basıp tutan dağdır, halkı basıp tutan handır” gibi atasözleri vardır.

Neredeyse tüm eski toplumlarda dağların tanrısal ve ilahi sıfatları olmuştur.. Dağlar, Tanrıların yeryüzüne indikleri ve insanlarla birleştikleri yerler olarak düşülmüş ve öyle algılanmışlardır.

Olimpos Dağı Yunan mitolojisinde Zeus, Hermes, Apollo gibi tanrıların ikamet ettiği yer olarak görülmüştür (Bkz. Tanyu 1973, 6).

Hindu geleneğinde Şiva’nın Himalaya'lardaki Kailaş dağında ikamet ettiği düşünülmüştür.

Yahudilere göre "Siyon", Çinli Budistlere göre de "O-mei (Emei)" dağları aynı karakterde düşünülmüştür (Diana L. ECK 2005, İX/6212).

Sümerler, En-Lil’i mukaddes dağların kralı olan tanrı kabul etmişler, ilk kaosun sularından yükselen dünya dağının tepesinde taht kurduğunu düşünmüşlerdir.

Fenikeliler ayinlerini ve tapınaklarını yükseklerde yapmışlar ve Lübnan dağlarını kutsal kabul etmişlerdir (Bkz. Tanyu 1973, 5-6).

Altaylar, Türkistan coğrafyasındaki ulu dağların çoğu, Tanrı anlayışıyla bağlılığı olan, "Han-Tengri", "Kayrakan (Kayra Han)", "Abu Kaan" gibi adlarla adlandırılmıştır (Beydilli 2004, 147).

Burhan Haldun Dağını kutsal kabul eden Moğollar'da da en yüksek dağlar “Dağ İlah” şeklinde düşünülmüştür (Tanyu 1973, 7).

Yakut halk biliminde de Tanrı'nın yedi katlı bir dağ üzerinde yaşadığına inanılmıştır. Başkurtlarca,"Tura Tev" olarak anılan, kutsal bilindiği için de kurban kesilmeden önce kesinlikle çıkılmayan dağ da bu silsilenin içinde yer almıştır. Gök-Tanrı'ya kurban merasimi de kutsal bilinen böyle dağlarda yapılmıştır (Beydilli 2004, 147).

Eski Türkler, her dağın bir koruyucu ruhu olduğuna inanmışlardır. Bu nedenledir ki; dağ ruhunun yardımına ihtiyaçları olduğunda ve ondan dilek dileyecekleri zaman hep dağ tepelerine çıkmışlar, kurbanlarını orada sunup, ayinlerini orada yapmışlardır. Dağ ruhunun da içinde bulunduğu “yer su” ruhlarının merhametli ve koruyucu ruhlar olarak az şeye kanaat ettiklerini, öfkelenmedikçe de kanlı kurban istemediklerini düşünmüşlerdir (İnan 1998, 472).

Çin kaynaklarında eski Türkler’in, "Bodin İnli" dağına "Ülkeyi Koruyan Ruh" gibi baktıkları, dağın yurdu sembolize ettiği, Türk mitolojik düşüncesinde de Dağ Ruhunun aynı zamanda toprağın ve yurdun koruyucusu olduğu zikredilmiştir (Beydilli 2004, 147).

Sibirya Türklerinde ise Şamanları esas koruyanın "Kara Dağ'ın Sahibi" olduğuna inanılmıştır.

Yahudiler de Tanrıya mekan mal etmişlerdir. Yahudilere göre Sion Dağı Tanrının ikamet ettiği yer olarak kutsal kitaplarında zikredilmiş, günümüze kadar da kafilelerin ziyaret yeri olmuştur (Bkz. Tanyu 1973, 11).

Tevrat Mezmurlar’da bu dağın bulunduğu Kudüs, tanrının şehri, bu dağ da tanrının dağı olarak anılmıştır (Bkz. Mezmurlar, 20/2, 4/1, 76/2, 133/13).

Yahudilikte “Yahve” kutsal dağ ile ilişkilendirilmiş, “Bir Dağ Tanrısı” olarak belirtilmiş, Sion, Sina, Hermon, Lübnan, Karmel, Tabor gibi dağlar hep Yahve’nin dağları olarak görülmüştür (Bkz. Tanyu 1973, 10).

Yahudilerin kutsal kitaplarını kendi kutsal kitapları ile birlikte Kitab-ı Mukaddes olarak benimseyen Hristiyanlık'ta da benzer anlayışı görmek mümkündür. Hristiyanlar için en önemli olan kutsal dağ İsa’nın üzerinde dolaştığına, vaaz verdiğine, gecelediğine (Bkz. Luka 22/37-38) ve orada çarmıha gerildiğine inanılan Zeytin Dağıdır. Bu dağ, Hristiyanların başta gelen ziyaret yeridir. Dağ, Hristiyan mistikleri için Allah’a yakın olmanın sembolü, dua yerleri murakabenin odağına bir çıkış yolu olarak görülmüştür (Bkz. Tanyu 1973, 15).

Trabzon'daki Sümela Manastırı (Meryem Ana), Göreme, Avanos, Ürgüp, Uçhisar gibi bölgelerdeki Peri bacaları ve başka yerlerdeki tepelere ve yüksek yerlere yapılan manastır ve kiliseler bu anlayışa işaret etmektedir.

İslam da diğer dinlerde olduğu gibi dağları tanrı mekanı ve tanrının insanlarla buluştuğu yerler olarak nitelemiştir. Arafat Dağı gerek cahiliye döneminde bir ziyaret yeri, gerekse İslami dönemde vakfe mekanı olan, önem arz eden bir yer olmuştur. Buranın Adem ile  Havva’nın yeryüzünde buluştuğu yer veya Cebrail’in İbrahim'e hac görevlerinin nasıl yapılacağını öğrettiği yer olduğuna inanılmıştır. (Bkz. Boks 1991, III/263).

Muhammed'e vahyin geldiğine inanılan Nur Dağı (Cebel-i Nur), buradaki Hira mağarası ve Muhammed'in Hicret esnasında saklandığı Sevr mağarasına da kutsiyet atfedilmiş, Müslümanlarca ziyaret edilegelmiştir.

Gördüğünüz üzere eski inanışlarda dağların koruyucu özelliğinin olduğu düşünülüyordu. Muhtemelen Muhammed de bu inançlardan etkilenerek dağların insanları depremlerden koruyacağı kanısına varmış ve Kur'an'a böyle bir ayet ilave etmiştir.

İSLAM ÖNCESİ ARAPLARDA "DAĞ"

Kuranda dağlar için “Ve dağları, çiviler gibi çaktık”( Nebe’ Suresi 7. Ayet) sözü kullanılmış. Bu Kur'an'a özgü bir ifade değildir. Cahiliye Araplarına ait şiirlerde bu bilgiye zaten rastlamaktayız. İşin garip tarafı Allah kelimesi de Kur'an'a özgü bir ifade değil ve bu yüzden zaten cahiliye Arapları tarafından kullanılıyordu. Ve yine gariptir ki Kur'an'daki "yeryüzünün yayılıp döşenmesi" (Zariyat suresi 48 ayet) ifadesi de İslam öncesi Araplarda vardı.

Ünlü söz ustalarından Kus b. Sâide'nin (Ö. yak. 600) ünlü hutbesine bakalım:

"Ey halk! Dinleyin, belleyin: Yaşayan ölür. Başa gelen gelir. Gece, karanlık; gündüz, durağan; gök, burçları olan; yıldızlar parlar; denizler kabarır; dağlar birer çivi; yer yayılıp döşenmiş; ırmaklar akağında akmakta. Gökte haber, yerde 'ibret' var. insanlar gidiyorlar (ölüyorlar) ve dönmüyorlar. Öyle istedikleri için mi kalıyorlar, yoksa uyusunlar diye mi bırakılıyorlar? Ey güçlü topluluk! Nerde Semûd (toplumu), nerde Ad (toplumu)? Nerede babalar, atalar? Şükürle karşılanmayan iyilik nerede, ne oldu? Yadırganmayan zülüm nerede, ne oldu? Kus gerçek ve içinde günah bulunmayan bir antla ant içer ki, üzerinde bulunduğunuz dininizden daha sevgili bir din vardır 'Allah katında.' (Ali Muhammed Hasen, e't-Tarihu'l.Ebedi, 1964, s. 115.)

Gördüğünüz gibi Kur'an'da Allah'ın dağları çivi görevi görmeleri için yaratıp yerin sallanmasını önlediği fikri cahiliye Araplarında bile vardı.

SONUÇ

Dağların neredeyse tüm dinlerde koruyucu özelliği vardır. İslam da bir çok konuda olduğu gibi bu konuda da kendinden önceki inanışlardan etkilenmiştir. Muhammed, bugün Müslümanların "cahil-putperest" dediği İslam öncesi Araplarından bile duyduklarını almış ve Kur'an'ına eklemiştir.

Sevgili Müslüman kardeşlerim eğer İslam öncesi Araplar cahil, putperest, müşrik insanlarsa o zaman sizin Kur'an'ın Nebe suresi 7. ve Zariyat süresi 48. ayetlerini inkar etmeniz gerek. Zira bu bilgiler İslam öncesi Araplara ait.
Dağların yer yüzünü sallantıdan korumak için çivi gibi çakıldığı fikri Kur'an'a özgü bir bilgi değildir, zaten bu inanış şekli Muhammed doğmadan önce de vardı. Dağların yeryüzünü sarsıntıdan koruduğunu ispat eden bir tane bile olsun bilimsel belge yoktur.

MEHDİ

Yazan: Kirpi


MEHDİ


Tüm dinlerin kıyamet senaryoları vardır ve yine neredeyse tümünde kıyamet zamanında ortaya çıkacak ve inançlı insanları kurtaracak bir kurtarıcı vardır. İslam da istisna değil. İslam dininin mezheplerinin çoğunda kıyamete yakın bir zamanda ortaya çıkacak olan Mehdi isimli birinin geleceğine inanılıyor..
Fakat mezheplerin bazısı Mehdinin daha gelmediğine, bazılarıysa Mehdinin geldiğine fakat saklandığına inanıyor. Örneğin Şiiler Mehdinin insanların arasında yaşadığına fakat kimliğini sakladığına inanıyor. Kimden ve neden saklandığı henüz belli değil. Bununla ilgili farklı teoriler söylense de tabi eğer gerçek olsaydı saklanma nedenini saklanan kişinin kendisi bilirdi değil mi? Bu yüzden hiç birine kesin doğrudur diyemeyiz. Öncelikle Mehdi kimdir ona bakalım.

Genellikle Şii mezhebinde Muhammed'den ve Ali'den sonra iktidarın imamlar vasıtasıyla ilerlediğine inanılıyor. Sünniler her ne kadar mevcut halifelerin (bir kaçı istisna) iktidarını kabul etse de Muhammedin soyundan (kızından) geldiği için  12 imamı da kabul ederler. Lakin  Şiiler Aliden önce halife olan şahısların iktidarını kabul etmez. Muhammedin halifeliği Aliye vasiyet ettiğine fakat Muhammedin kayın pederi Ebu Bekir'in, Ömer ve Osman'la birlik olup Ali'nin hakkına girerek halifeliği gasp ettiğine inanıyorlar. Peki 12 imam kimlerdir:

Ali, Hasan, Hüseyin, Zeynelâbidîn (Ali bin Hüseyin), Muhammed el-Bakır, Cafer-i Sadık, Musa el-Kâzım, Ali er-Rıza, Muhammed el-Cevâd, Ali Naki, Hasan-ul Askeri, Muhammed Mehdi.

Şii mezhebinde İmamet çok önemli. Şiiler ilk 6 imamda (Cafer-i Sadık'ta dahil olmak üzere) ittifak etmişler fakat ondan sonra imametin Cafer'in evlatlarından hangisine geçtiği konusunda fikir ayrılığı mevcuttur. Büyük çoğunluk imametin Musa el-Kazım'a geçtiğine inandığı için genel olarak bu görüş kabul edilir. Fakat Musa el-Kazım'ın gerçekten ölüp ölmediği konusunda da ihtilaflar mevcut. Genel görüş olduğu yönünde olsa da bunun aksini savunan insanlarda azımsanmayacak kadar fazla. Şii mezhebinde Musa el-Kazım'ın öldüğüne inanan gruplara "el-Kut'iyye" deniliyor. [1]

12 imamdan sonuncusu olan Muhammed Mehdi bazı kaynaklara göre 5 bazı kaynaklara göre 6 yaşındayken babası Hasan-ul Askeri'yi kaybetmiş. Şii mezhebinde Mehdinin bir kaç sıfatı vardır. Örnek vermek gerekirse el-Mehdî, el-Muntazar, Sâhibu'z-Zaman, el-Hücce, el-Kâim gibi.

Şiilere göre Mehdi on yaşlarındayken babasının evinde Serdab'a (yeraltı odası) girmiş ve bundan sonra onu bir daha gören olmamış. İnanışa göre Mehdi hala saklanıyor ve kıyamete yakın zamanda ortaya çıkarak tüm dünyaya barış ve adalet getirecek.

Şii kaynaklarında Mehdi hakkında rivayetlerin bir kaçına göz atalım.
Caferilik mezhebinin ünlü alimlerinden Şeyh Kuleyni kendi kitabı olan El Kafi'de şunları aktarıyor.

Ahmed bin Muhammed bin Abdullah şöyle rivayet etmiş: Zubeyr'in (Allah ona lanet etsin) öldürüldüğü vakit Hasan ibni Ali bana şöyle bir haber getirdi: “Allah'ın dostlarına zulüm yaparak Allah'a karşı iftira atanların cezası budur. O beni ve tüm zürriyetimi öldüreceğini söylüyordu. Şimdi Allah'ın kudretini gördün mü? 256 senesinde imamın bir erkek çocuğu oldu ve ismini “Mim.Ha.Mim.Dal” koydu” [2]

Muhammed Bakır şöyle rivayet ediyor: “Mehdi ortaya çıktığında tüm düşmanlara iman etme şansı  sunacak. Gerçekten iman etmezse onların boynunu vuracak yahut simdi olan zimmiler (gayri Müslimler) gibi cizye (haraç) alacak. O kişileri şehirlerden uzaklara sürgün edecek. [3]

Cafer-i Sadık, Mehdinin saklanma sebebini soran insanlara şöyle cevap vermiş:

“Bunun nedenini sizlere söylememe iznim yok. Abdullah ibn Fuzeyl imama “O zaman saklanmasının hikmeti nedir? diye sorduğunda imam şöyle cevap vermiş: “Onun saklanmasının hikmeti onun zuhurundan (ortaya çıkışından) sonra kesin olarak aydınlatılacak” [4]

Fakat İslam ulemasının içinde (buna Sünniler de dahil)  Mehdinin vefat ettiğine inanan kişiler de vardır. Bir grup İslam tarihçileri Hasan el-Askerî'nin hiç çocuğunun olmadığını ve dolayısıyla Mehdi diye birinin olmadığı konusunda rivayetler aktarmışlardır. Örneğin Buhari, Müslim gibi hadis kaynaklarının kitaplarında Mehdi hakkında bir şey aktarmamış olması onların da Mehdi diye birinin yaşamadığına inandıklarına delalet ediyor.
Mehdi hakkında rivayetler özellikle Ebû Davud, Tirmizî, İbn Mace, el-Bezzar, Hakîm ve Taberanî gibi hadisçilerin kitaplarında aktarılıyor ve bu hadislerin büyük bir kısmı zayıf olarak kabul ediliyor. Mehdi hakkında hadislerin bir kaçına göz atalım:

"Dünyada yalnızca bir gün kalsa bile, yeryüzünü zulmün kapladığı gibi adaletle dolduracak, ismi benim ismime, babasının ismi benim babamın ismine uyan benden veya Ehl-i beyitimden birisini göndermek için Allah o günü uzatacaktır." (Ebû Davud).
"Ehl-i beyitimden ismi benim ismime benzer bir adam Araplara hakim olmadıkça dünya gitmez (Kıyamet kopmaz)" (Tirmizî).
"Biz Abdülmuttalip oğulları ehli cennetin büyükleriyiz. Ben, Hamza, Ali, Cafer, Hasan, Hüseyin ve Mehdi." (İbni Mace)
"Siyah sancakların Horasan tarafından geldiğini görürseniz ona katılınız. Çünkü içinde Allah'ın halifesi Mehdî vardır." (Ahmed ve Beyhaki).
(Kaynak: sorularlaislamiyet.com)

Mehdi hakkında aktarılan hadisler bir biriyle çelişkili durumdadır. Çoğu hadis Mehdinin Muhamed'in kızı Fat(ı)ma'nın zürriyetinden olduğunu anlatıyor. Bazı hadisler Mehdi'nin Mekke ve Medine'de, bazıları Horasanda ortaya çıkacağını söylüyor. Bu yüzden İslam dünyasında Mehdi konusunda ortak bir karara varılamamış, tüm mezhepler kendi kaynaklarının aktardığını doğru diye kabul etmiştir.

Mehdi hakkında söylenen hadisler ahad (subutu kat’i olmayan haberler) hadislerdir.

KUR'AN'DA MEHDİ

Kuranda Mehdi kelimesi 2 yerde işlenmiş. Birincisi Ali İmran suresi 46.ayet, ikincisi Maide suresi 110. ayet. Fakat her iki ayette de Mehdi kelimesi ahir zamanda gelecek olan bir insan için kullanılmamış.

Âli İmrân Suresi 46. Ayet
وَيُكَلِّمُ ٱلنَّاسَ فِى ٱلْمَهْدِ وَكَهْلًا وَمِنَ ٱلصَّٰلِحِينَ
Diyanet İşleri Başkanlığı: O, sâlihlerden olarak beşikte iken (الْمَهْدِ fîl mehdi) ve yetişkinlik halinde insanlara (peygamber sözleri ile) konuşacak.

Mâide Suresi 110. Ayet
O gün Allah, şöyle diyecek: “Ey Meryem oğlu İsa! Senin üzerindeki ve annen üzerindeki nimetimi düşün. Hani, seni Ruhu’l-Kudüs (Cebrail) ile desteklemiştim. Beşikte iken (الْمَهْدِ fî-lmehdi ) de, yetişkin iken de insanlara konuşuyordun…

Gördüğünüz gibi Kur'an'da Mehdi kelimesi çocuğun beşikteki dönemi için kullanılmış. Ahir zamanda gelecek ve insanlara adalet dağıtacak ve ismi Mehdi olacak olan insan hakkında Kur'an'da tek bir  ifade bile YOK.
Kur'an'daki bazı ayetlerin Mehdinin geleceğine dair işaretler barındırdığı öne sürülse de bu kesin olarak ispat edilemez. Zira o ayetlerin hiç birinde Mehdi diye bir ifade geçmiyor. Şimdi kendiniz düşünün. Yecüc ve Mecüc'den bile bahseden Kur'an Mehdi gibi önemli bir kişiyi unutmuş olabilir mi?

MEHDİLİK

Zulüm ve despotizm altında inleyen toplumların bir kurtarıcı beklentisi olmuştur. İnsanlar mevcut diktatörlerin zulümlerine karşı çıkmaya korktukları için ilahi bir kudret tarafından gönderilecek ve gözetilecek olan insanın gelişini beklemiştir. Neticede bir insanın içinde bulunduğu topluma zulüm yapan despotlara karşı çıkması onun yolunu ölüme, hapse ve akıl almaz işkencelere kadar götürebilir. Dolayısıyla bir direniş  başlatacak olan ve adalet getirecek olan kişinin Tanrı tarafından korunması gerekir. Toplumlardaki muhalif kişiler kendilerini Tanrı tarafından korunacak kadar kutsal saymadıkları için halk kendilerinden daha üstün, Allah dostu birilerinin varlığına inanmış ve bir gün mutlaka onları kurtaracağı umuduyla yaşamıştır.

Bu baskıcı politika süren devlet yapısı içinde yaşayan tüm halkların ortak özelliğidir.  Bu eskiden de böyleydi. Örneğin Emeviler döneminde Sufyânî adında bir kurtarıcı bekleniyordu. [5]  Daha sonra bu Sünniliğe İsa'nın gökten ineceği, Şiiliğe de Mehdi'nin geleceği şeklinde geçti.

Kısacası aklını ve yapmaları gerekeni zamanında kullanamadığı için ezilen kitleler iyice bunaldıkları zaman ütopik bir kurtarıcı beklerler. İslam dünyasında en fazla en ateşli kurtarıcı beklentisinde olanlar tarih boyunca en çok ezilen ve baskı gören Şii-Alevi toplumlarıdır. Sonuç olarak eğer bir Mehdi varsa  o da zulme, despotizme susmayan ve kendi hakkını koruyan insandır.

“Uyuyan Milletler Ya Ölür Ya Da Köle Olarak Uyanır”
Mustafa Kemal Atatürk

BARNABAS İNCİLİ VE MUHAMMED'İN MÜJDELENMESİ

Yazan: Kirpi
Barnaba, Barnaba İncili, Barnabas İncili, din, hristiyanlık, islamiyet, K, Barnabas, İncilde Hz.Muhammed, Mesih Muhammed, Barnaba İncilinde Muhammed, Müslüman İncili,

BİR MÜSLÜMAN İNCİLİ: BARNABAS


Başlamadan önce önemli bir not:
Defalarca Kutsal denen "hiçbir" kitabın Tanrının sözü olamayacağını, yani kutsal olamayacağını dile getirdik. Akıllı bir insan bunların içine İncil'in de dahil olduğunu anlar. Bu yüzden lütfen boşuna çamur atma yoluna girerek kendinizi de bizi de yormayın! 

Bundan önceki yazımda İncil'de Muhammed'in müjdelenmediğini ispat etmeme rağmen Barnabas İncili (veya Barnaba) hakkında çok sayıda mesaj almaya başladım. Bana "Barnaba İncilini oku orada Muhammed ismi geçiyor" diye eleştiride bulunanlara “Siz Barnaba İncili okudunuz mu” diye sorduğumda cevapları HAYIR oldu. Daha kendilerinin bile okumadığı kitabı bana okumam için öneriyorlar :) Bu durum bile Müslümanların çoğunun duydukları bilgileri araştırıp okumadan, doğrudan inandıklarının ispatıdır. Fakat din konusunda özellikle de İslam konusunda cevabını veremeyeceğim bir soru yok. Onun için bu yazımda Barnaba İncilini ele alacağım ve bu eleştirinin ne kadar mantıksız olduğunu sizlere kanıtlayacağım.

METNİN TARİHİ

Barnaba İncili hakkındaki en eski ve net bahisler Madrid'deki BNM MS 9653 kodlu Mağribi el yazmasında ve 1634'te bir Tunus'lu olan İbrahim el-Taybili tarafından yazılmış belgelerde görülür. [1]  1717 yılında bu İncilin ilk nüshası yayınlanmıştır. Daha sonralar 1718 yılında İrlandalı John Toland tarafından İtalyanca dilinde daha detaylı metinler bulunmuştur. Her iki metin hakkında detaylı bilgi ilk olarak 1734 yılında George Sale (1697-13 Kasım 1736, İngiliz şair ve çevirmen) tarafından ” Kuran'ın İlk Yargısı” kitabında verilmiştir. George Sale kitabında şu ifadeleri kullanmış:
“Müslümanların da Arapça İncilleri vardı ve Aziz Barnabaya aitti. İsa'nın tarihi orada geleneksel İncillerden daha farklı anlatılmıştır. Bu İncilin Afrika'da Moritanya'da İspanyolca çevirileri mevcuttu ve prens Eugene'nin kütüphanesinde bulunuyordu. Görünüşe göre bu yalnızca Müslümanların yapmış olduğu bir düzmece ve sahtekarlıktı” [2]

BARNABA KİMDİR?

Havari Barnaba İkonu
Barnaba'nın gerçek ismi Joseph'ti (Yusuf). Levi kabilesinde Kıbrıslı bir ailede doğdu. [3] [4] Barnaba takma ismiydi. Barnaba sadece 3 yılını İsa'nın yanında geçirmiştir ve yazdığı kitabın yegane orjinal İncil metni olduğunu iddia etmiştir. [5] Fakat bu imkansızdır. Nedenini yazımın devamında sizlerle paylaşacağım.

İkinci yüzyıl Hristiyan teologlarından olan İrinaios (İraneus) (MS 130-200) yazılarında Barnaba İncilinin birinci ve ikinci yüzyıllarda mevcut olduğu aktarılıyor ve İrini kendi görüşlerini desteklemek için Barnaba İncilinden sıkça referanslar kullanmıştır. Fakat bu sakıncalı bilgidir zira İrinaios'un Pavlus'a karşı olduğu ve onu İsa'nın tarihine Roma ve Platon felsefesini karıştırmakla suçladığı bilinmektedir ve bu nedenden dolayı kasıtlı olarak yanlış bilgi verme olasılığı yüksektir.

325 yılında İmparator Konstantin'in desteğiyle İznik'te Senato sarayında toplanan piskoposlar (İlk Kilise Konseyi) kanonik ve apokrif İncilleri ayırt ettiler. Bu konseyde Barnaba İncili apokrif İncil olarak kabul edilmiştir. (Apokrif: kutsal metinleri taşımayan ve hükmü olmayan kitaplardır) Karara göre tüm apokrif metinler yasaklanmalı ve imha edilmeliydi. 37.Roma Papası Papa 1.Damasus  Barnaba İncilinin bir nüshasını buldurarak okumuş sonrasında bu İncilin tüm Hristiyan aleminde yasaklanması ve okunmamasıyla ilgili bildirge yayımlamıştır.

478 yılında Kıbrısta Barnaba'nın mezarının bulunduğu ve cesedinin yanı başında bir tane İncil nüshası bulunduğu iddia edilmiştir. [6]
496 yılında 49.Roma papası  1.Gelasius “Yanlış ve dini fikirlere aykırı kitaplar” listesine Barnaba İncilini de dahil etmiş ve bu kitabı tüm Hristiyan alemine yasaklamıştır. [7]

İTALYANCA NÜSHASI

İtalyanca Bölümünün Fotokopisi
Barnaba İncilinin İtalyanca bir nüshasının 16. yüzyıl sonunda 227.Roma papası olan 5. Sixtus'un (İtalyanca: Sisto) özel kütüphanesinde olduğu iddia edilmiştir. İncili papanın arkadaşlarından olan F. Marino'nun kütüphanede bulduğu ve gizli bir şekilde Vatikan'dan dışarı çıkardığı söylentiler arasındadır. Bahsi geçen İncil nüshası Fre Marino'nun ölümünden sonra Prusya kralının danışmanlarından olan Con Frederik Kramerin'in eline geçmiş, o da kitabı 1709 yılında Savoie prensi Eugen'e (Eugenio di Savoia) takdim etmiştir. Bahsi geçen İtalyanca nüsha hakkında ilk bilgiyi kilise tarihçisi olan John Toland vermiş ve 1709 yılında o İncili Amsterdam da gördüğünü iddia etmiştir. John Toland kitabında İtalyanca Barnaba İncili hakkında şu ifadeyi kullanmıştır:
“Bu bir Müslüman İncilidir.” [8]

Bu İtalyanca nüsha daha sonra 1738 yılında Prensin kütüphanesiyle beraber Viyana'daki 'Avusturya Ulusal Kütüphanesi'ne (Hofbibliothek) getirilmiştir ve günümüzde de orada korunmaktadır.

İSPANYOLCA NÜSHASI

Barnaba İncilinin İspanyolca nüshasını ilk olarak George Sale ortaya çıkarmıştır. Söylediğine göre kitabı kendisine Hampshire'da rektörlük yapan Dr. Holme vermiştir. Sale’e göre İspanyolca yazmanın kapağında, kitabın Mustafa de Aranda adında bir İspanyol Müslümanı tarafından İtalyancadan İspanyolcaya çevrildiği yazmaktadır. [9] Kitabın 222 farklı uzunluğa sahip bölümden ve 420 sayfadan oluştuğu da George Sale'ın iddiaları arasında yer alıyor.
Fakat asıl İspanyolca metinler hiç bir zaman bulunamadı. Yalnızca 1970 yılında bahsi geçen nüshanın aynısı olduğu iddia edilen fakat doğrulanamayan 18. yüzyıla ait bir kopyası Sidney Üniversitesinde Charles Nicholson'un kitapları arasında bulunmuştur. Sidney Nüshası ise yalnızca 130 sayfadan oluşuyor.

ARAMİCE NÜSHASI

Hamza Hocagil Hakkari'de bulunan nüshanın son sayfalarında bu nüshanın 4 nüshadan biri olduğu ve diğer üçünün yeri hakkında bilgiler bulunduğunu iddia ediyor. Dediğine göre ilk nüsha İsrail'de Taberiye Gölü yakınlarında bulunuyor olmalı. H.Hocagil kendisinin de bulunduğu ve Alman bir firmanın sponsorluğuyla yapılan arkeoloji kazıları döneminde 2002 yılında İsrail'de Golan tepeleri yakınlarında 2 nüshanın bulunduğunu ve incelemeler sonucu bunların Barnaba İnciline  ait olduğunun kanıtlandığını iddia etmiş ve kitabın İbrani alfabesiyle Aramice dilinde yazıldığını söylemiştir.
H.Hocagil'in anlattıkların göre kitabı satın almak için Vatikan'dan bir yetkili olan Kardinal Pompedda geliyor ve kitaba 350 bin euro teklif ediyor. İlk önce satış için anlaşma yapılsa da daha sonra arkeolojik kazılarda bulunan İsrail'in eski başkanı İzak Rabin'nin torunu Viktoria Rabin'in karşı çıkmasıyla satışa izin verilmiyor. Bundan kısa bir süre sonra ise V.Rabin Etiyopyalı bir siyahi Yahudi tarafından İsrail'de öldürülmüş akabinde kitap Türkiye'ye getirilmiş Veli Küçük'ün vasıtasıyla Yunanistan'ın Markos kitabevine 60 bin dolara satılmıştır. [11] [12]

2 ve 3.Nüshalar
H.Hocagil'in iddiasına göre Barnaba İncilinin ikinci nüshası 2007 yılında Sudi Arabistanlı general Cemal El-Ammar tarafından Sudi Arabistan'ın kuzeyindeki Tur mağarasında bulunmuştur. [13] [14]

Hocagil'e göre üçüncü nüsha Irak'ın kuzeyindeki Süleymaniye ile Zaho civarında bir yerlerdedir fakat hala bulunamamıştır. [15]

4.Nüsha
1983 yılı kışında Şırnak Uludere yakınlarında avdan dönen kentliler mağarada bir tane İncil bulmuşlardır ve nüsha o zamanki Babat aşiretinin lideri olan Ferhan Babat'ın eline geçmiştir. F.Babat kitabı 280 bin dolar karşılığında satmak istemiş ve yine iddialara göre dönemin Malatya milletvekili İsmail Hakkı Şengüler'e kitabı göstermiştir. İ.H.Şengüler kitabın incelenmesi için H.Hocagil'e göndermiş o da bahsi geçen nüshanın Barnaba İnciline ait olduğunu söylemiştir. Hocagil kitabı para karşılığı almak istemiş fakat alamamıştır. H.Hocagil bu pazarlıkla ilgili şunları söylemiştir:
“F.Babatla 280 bin dolar karşılığında kitabı bana satacağı konusunda anlaşmıştık. Fakat Diyarbakır milletvekili Mehmet Ali Arslanla birlikte kitabı teslim almaya gittiğimizde beklenmedik olaylar oldu ve kitap Jandarmanın eline geçti. İki yıl boyunca Jandarma karakolunda saklandı.”
Tabi unutmamak gerekir ki bunların hepsi bir iddia yani doğrulanmış bilgiler değiller.

Müslümanlar Barnaba İncilinde Muhammedin müjdelediğini söylüyorlar. Fakat Barnaba İncilinin eski orjinal nüshaları olmadığı için yalnızca 15. yüzyıldan sonraki nüshalarında ve genellikle de İtalyanca nüshalarında şu şekilde geçiyor:
"İsa cevabında şöyle dedi: ‘Allah, Muhammed’e dedi ki: Sabret ey Muhammed, çünkü cenneti, dünyayı ve insanlardan sana bahşedeceğim büyük bir kalabalığı sırf senin için yaratmak istiyorum. Öyle ki, seni kutsayan kutsal olacak, seni lanetleyen lanetlenecektir. Seni dünyaya gönderdiğimde, kurtarış elçim yapacağım ve sözün sadık olacaktır. Gök ve yer bile zaaf gösterebilir, ama senin imanın asla zaaf göstermeyecektir’. İsa, ‘O’nun mübarek adı Muhammed’tir’ dedi. İşte o anda kalabalık seslerini yükselterek, ‘Ey Allah!’ dediler, ‘elçini gönder! Ey Muhammed, dünyayı kurtarmak için çabuk gel!" [16]

Bu satırların, Hristiyan yahut İsa’yla karşılaşmış biri tarafından yazılması mümkün değildir. Allah’ın Muhammed’e, “cenneti, dünyayı…senin için yaratacağım” şeklindeki hitabı, büyük bir ihtimalle doğruluğu şüpheli bir hadisten esinlenilmiştir. Şii ve Sünni versiyonları bulunan bu hadiste Allah Muhammed’e “sen olmasaydın, alemleri (felekleri) yaratmazdım” demektedir. [17]
Bu hadisin Şii versiyonu ise şöyledir: “Sen olmasaydın evreni; Ali olmasa seni, Fat(ı)ma olmasa sizin ikinizi yaratmazdım” [18]
Ayetlerdeki "kurtuluş elçisi", "ismin kutsal olsun", "çabuk gel" gibi Hristiyan terminolojisine ait tipik ifadeler yazarın eski bir Hristiyan olduğunu ele veriyor.

BARNABA İNCİLİNİN KUR'AN İLE ÇELİŞMESİ

Barnaba İncilinin 42. faslında İsa kendisinin Mesih olmadığını söylüyor:
“İsa itiraf etti ve gerceği söyledi. Ben Mesih değilim” [19]

Bu Kuranla taban tabana zıttır. Çünkü Kur'an'da şöyle yazar:
Âl-i İmrân Suresi 45. Ayet Hani melekler şöyle demişti: “Ey Meryem! Allah, seni kendi tarafından bir kelime ile müjdeliyor ki, adı Meryem oğlu İsa Mesih’tir. Dünyada da, ahirette de itibarlı ve Allah’a çok yakın olanlardandır.”

Eğer Barnaba İncili doğru bir kaynak olsaydı Kur'an ile çelişmemesi gerekirdi. Kaldı ki samimi olarak şunu düşünmeniz gerekir : Eğer Hristiyan yazımı bir İncil olsaydı "İsa mesih değildir" der miydi? Tabi ki demezdi.

BARNABA İNCİLİNDE KELİME-İ ŞEHADET

Tabi ki tüm İnciller insan ürünüdür fakat Barnabas “İncil”ini yazan kişi Müslüman olduğundan Müslüman olmanın şartı olan kelime-i şehadeti bile yazdığı bu İncil'in içine eklemiş, bununla da kalmayarak Muhammed’e iman eden ilk kişinin Adem olduğunu ileri sürmüştür:
« “Adem ayağa kalktığında gökte bir yazının güneş gibi parıldadığını gördü: ‘La ilahe illallah Muhammedun Resulullah (Allah’tan başka tanrı yoktur; Muhammed Allah’ın elçisidir)’. Adem dedi ki: ‘Tanrım Rab sana şükrederim, çünkü lutfedip beni yarattın. Ama sana yalvarırım bana haber ver: ‘Muhammedun Resulullah’ ne demektir?’ …Allah cevap verdi: ‘Ey kulum Adem! Bu, senden çok sonra dünyaya gelecek ve elçim olacak olan oğlundur. Her şeyi O’nun hatırı için yarattım. O geldiğinde, dünyaya ışık saçacaktır. O’nun nefsi, evren yaratılmadan altmış bin yıl önce göksel yüceliğe konulmuştu’. Adem, Allah’a yakardı: ‘Ya Rab bu sözleri ne olur elimin tırnaklarına yaz’. Allah bu yazıyı böylece ilk insana bahşetti. Sağ elin başparmağında ‘La ilahe illallah’, sol elin başparmağında ise ‘Muhammedun Resulullah’ yazılıdır.’” » [20]

Benzer hikaye başka bölümlerde de mevcuttur:
« “Allah kendisini onlardan (Adem ve Havva) gizledi. Melek Mikail onları cennetten kovdu. Adem dönüp baktığında, kapıda şu yazıyı gördü: ‘La ilahe illallah Muhammedun Resulullah’. O zaman Adem ağladı ve dedi ki: ‘Ümit ederim ki, Allah Muhammed’i kısa zamanda gönderir. Gel ey Muhammed, kurtar bizi şu sıkıntıdan!’” » [21] 

Bu sözler gerek içerik, gerek ruh hali bakımından İsfahânî’nin [22], Münâvî’nin [23], Kastallânî’nin [24] ve benzer kişilerin eserlerinde yer alan Muhammed’e ilişkin abartılı hikâyelerin tekrarından ibarettir. Tüm bunlar “Barnabas İncili”nin yazarının eğer İsa yaşadıysa bile asla İsa’nın öğrencilerinden biri olamayacağını açıkça belgelemektedir.

BARNABA İNCİLİNDEKİ COĞRAFİ HATALAR

Barnaba İncilinin İsa'dan çok sonraki devirde yaşayan biri tarafından yazıldığını kanıtlayan veriler  mevcuttur. Örneğin yazarın başta Filistin olmak üzere sözünü ettiği yerleri tanımadığını açık bir şekilde görüyoruz:
« “İsa Celile Gölü’ne gitti ve oradan kenti Nasıra’ya gitmek üzere bir tekneye bindi. O sırada denizde öyle bir fırtına patlak verdi ki, tekne az kalsın batacaktı.” » [25]

Nasıra, Celile’de yüksek bir tepenin üzerinde bulunan bir şehirdir. Oysa yazar Nasıra’nın bir sahil kenti olduğunu sanıyor:
« “Allah’ın Ninova’yı yok etmeye karar verdiğini hatırlayın. Çünkü O, bu kentte Allah’tan korkan tek bir kişi bulamamıştı. Bunun üzerine (Yunus) halktan korkusuna Tarsus’a kaçmaya kalkıştı. Fakat Allah onu denize attı. Bir balık (Yunus’u) yuttu ve onu Ninova yakınlarında ağzıyla kıyıya püskürttü.” » [26] 

Bilindiği üzere Ninova, Asur İmparatorluğu’nun başkenti olup Dicle Nehri’nin doğu yakasında kuruluydu. “Barnabas İncili”nin yazarı ise Ninova’nın Akdeniz’de bir kıyı kenti olduğunu sanıyor.

BARNABAS İNCİLİNDEKİ TARİHİ HATALAR

Yazarın İsa’nın hayatı hakkında detaylı bilgi sahibi olmadığı göze çarpmaktadır:
« “İsa doğduğunda Pilatus, Hanan ve Kayafa’nın kâhinlikleri döneminde valiydi.” » [27]

Bu doğru değildir, zira Pilatus İsa’nın doğumundan 26 yıl sonra vali tayin edilmiş; Hanan milattan altı yıl sonra başkâhin seçilmiş; Kayafa ise milattan sekiz yıl sonra başkâhinliğe getirilmişti.

Bu İncilin bir başka yerinde Mesih’in Davut neslinden değil, İsmail neslinden geleceği, vaadin de İshak’a değil, İsmail’e yapıldığı öne sürülüyor.
Kitâb-i Mukaddes ile kıyaslanınca bunun açık bir yanlış olduğu nettir. Çünkü hem Yahudiliğe hem de Hristiyanlığa göre Mesih Yahuda boyundan ve Davut’un neslindendir.

KUR'AN'DAN VE KUR'AN TEFSİRLERİNDEN ALINTILAR

“Barnabas İncili”nin yazarı zaman zaman ciddi İslam bilginlerinin reddettiği ve hurafe kabul ettiği bazı rivayetlere “incil”inde yer verse de, bazı konularda Kur’an ve Kur’an tefsirleriyle uyum içindedir. Bu konuların başında İsa’nın çarmıha gerilmediği, O’nun yerine bir başkasının çarmıha gerildiği iddiası gelir. Barnabas İncil'inin 112. bölümünde İsa, öğrencisi Barnabas’a şunları söylüyor:
« “Bil ki, ey Barnabas, bu nedenle dikkatli olmak zorundayım. Öğrencilerimden biri beni otuz akçe karşılığında satacak. Ve şunu da kesin olarak biliyorum ki, beni satacak kişi benim adıma öldürülecek. Çünkü Allah beni yeryüzünden yükseltecek; hainin görünümünü ise değiştirecek. Böylece herkes onu ben sanacak. Gerçi o korkunç bir şekilde ölecek, fakat bu arada ben de uzun süre dünyada bunun utancıyla yaşayacağım. Fakat Allah’ın kutsal elçisi Muhammed geldiğinde bu utanç lekesi üzerimden kaldırılacak.” » [28] 

Bu İncil ayetlerinin ardında İslam’ın çarmıhı inkar öğretisi yatmaktadır. Kur’an’a göre İsa ne öldürülmüş, ne de çarmıha gerilmiştir:
« “Bu bir de…. ‘Meryem oğlu İsa Mesih’i –Allah’ın elçisi– öldürdük’ demelerinden ötürüdür. Oysa onu öldürmediler ve asmadılar, fakat onlara öyle göründü.” » [29]

Ne var ki, Kur’an “onlara öyle göründü”yle neyi kastettiğini açıklamamaktadır. Bu konu Kur’an tefsirlerinde aktarılan rivayetlerde ayrıntılı olarak anlatılmaktadır ve “Barnabas İncili”nin yazarının kaynaklarından biri de bu rivayetlerdir. Herhalde bu gibi İslam kaynaklı “ayetleri”nden olsa gerek, Toland, “Barnabas İncili”nin daha ilk bölümlerini okur okumaz bu kitabı bir tür “Müslüman incili” olarak nitelendirmiştir. [30]

KİTAB-I MUKADDES'İN DEĞİŞTİRİLDİĞİ İDDİASI

İslam’ın Mesih inancı hakkındaki bir başka temel öğretisi, Kitâb-ı Mukaddes’in değiştirildiği (tahrif) iddiasıdır. Değişik Kur’an ayetlerinde [31] kısmen açıklamaya muhtaç tarzda ifade edilen bu iddia zamanla geliştirilmiştir. “Barnabas İncili”nin geç bir devirde, yani “tahrif” tezinin bugünkü biçimiyle artık yerleştiği bir dönemde kaleme alındığı, şu “ayet”lerden açıkça anlaşılmaktadır:
« “İsa dedi ki: ‘Size doğrusunu söylüyorum; Musa’nın kitabından gerçek silinmeseydi, Allah babamız Davud’a ikinci kitabı vermezdi. Davud’un kitabını bozmasalardı, Allah bana incilini vermezdi. Çünkü Tanrımız Rab değişmez. O tüm insanlığa tek bir mesaj verdi. Allah Resulü geldiğinde, günahkârların kitabımda bozduğu her şeyi ortadan kaldıracaktır (temizleyecek).’” » [32]

MERYEM'İN SANCISIZ DOĞUMU

“Barnabas İncili”ne göre Meryem, İsa’yı sancısız bir biçimde dünyaya getirmiştir:
« “Yusuf, Sezar’ın emrettiği nüfus sayımında adını kaydettirmek için hamile olan karısıyla birlikte Nasıra’dan Celile’nin kasabalarından birine gitti. Beytüllahim’e geldiklerinde, orada konaklayabilecekleri bir yer bulamadılar, çünkü (Beytüllahim) küçük bir kasabaydı ve çok sayıda yabancı vardı. Kasabayı terk edip çobanların konakladığı bir yere geldiler. Yusuf oradayken Meryem’in doğum anı geldi. Bakire’yi o an son derece parlak bir ışık kapladı ve Meryem, oğlunu acısız dünyaya getirdi.” » [33]

Oysa Kur’an, Meryem’in İsa'yı acılar içinde doğurduğunu söylüyor:
« “Meryem oğlana gebe kaldı; o haliyle uzak bir yere çekildi. Doğum sancısı onu bir hurma ağacının dibine gitmeye mecbur etti.” » [34]

TANRIDAN "BABA" DİYE SÖZ EDİLMESİ

İslam’a göre Tanrı’nın babalığından söz etmek kafirliktir. Oysa “Barnabas İncili”nde şu yazıyor:
« “Ne kadar bahtsızsın ey insan soyu! Tanrı seni oğlu olarak seçti, sana cenneti verdi; ama sen bedbaht Şeytan’ın eylemiyle Tanrı’nın öfkesine uğradın ve cennetten kovuldun.” » [35]

Halbuki Kur’an Kehf suresi 4.ayette Allah’ın “Tanrı çocuk edindi diyenleri uyarmak için” Muhammed’i gönderdiğini belirtir. [36]

ÇOK EŞLİLİK

İslam, erkeklerin dört eşe kadar evlenmelerine izin verirken, “Barnabas İncili”nde şöyle bir “ayet” vardır:
« “O halde erkek, Yaratıcısının kendisine verdiği tek eşle yetinsin ve başka her kadını unutsun.”» [37]

Oysa Kur’an çok eşlilik hakkında şu ayeti içeriyor:
« “Eğer velisi olduğunuz mal sahibi yetim kızlarla evlenmekle onlara haksızlık yapmaktan korkarsanız, hoşunuza giden başka kadınlarla iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz.” » [38]

İNSANIN ÖZGÜRLÜĞÜ

İslam’ın en yaygın mezhepleri insanın kendi kaderini tayin konusunda tam bir özgürlüğe sahip olmadığında birleşmektedir.
“Barnabas İncili” bu noktada da Kur’an’la çelişmektedir:
« “Tanrı insanı yarattığında özgür olarak yarattı, ta ki, Tanrı’nın kendisine ihtiyacı olmadığını görsün. Tıpkı cömertliğini göstermek ve kendisini daha çok sevmeleri için kölelerine özgürlük veren kral gibi.” » [39]

Oysa Kur’an bu konuda şöyle diyor:
« “Her insanın boynuna işlediklerini dolarız ve kıyamet günü açılmış bulacağı Kitab’ı önüne çıkarırız.” » [40]

Bu ayete ilişkin Kur’an tefsirlerinde Taberi'de yer alan ve Mücahid’ten rivayet edilen şu hadis aktarılır:
« “Doğan her çocuğun boynunda bahtsız mı yoksa mutlu mu olacağı yazılıdır.” » [41]

CEHENNEM

Barnabas İncili cehennem konusunda şu bilgileri veriyor:
« “O zaman Allah Resulü diyecek ki, Ey Rab, cehennemde yetmiş bin yıldan beri kalan imanlılar var. Rahmetin nerede ey Rab? Onları bu acı cezalarından azat etmen için yalvarıyorum sana ey Rab! Bunun üzerine Allah, kendisine yakın dört meleğe cehenneme gidip Allah Resulü’nün dinine inanan herkesi çıkarmalarını ve onları cennete götürmelerini emreder.” » [42]

Bu “ayetler” Kur’an’ın af konusundaki ayetleriyle çelişmektedir çünkü Kur’an Ahzab suresinin 64 ve 65.ayetlerinde "inkârcıların edebiyen kalacakları ateşten" bahsetmektedir. [43]

ÖZET

“Barnabas İncili”nin yazarı bu düzmece “İncil”inde Yeni Ahit’in ilk dört bölümünün bir sentezini yapmaya çalışmış; Mesih İnancı’nın tüm temel öğretilerini İsa Mesih’in ağzından inkâr etmekle kalmamış; İsa'yı İslam’ın tasavvurlarına uygun, Muhammed’i müjdeleyen bir peygambere dönüştürmüştür. Yazar bu sahtekârlığı yaparken Vaftizci Yahya’yı tarihten silmiş, daha doğrusu onun rolünü İsa'ya vermiştir. Yeni Ahit’te Vaftizci Yahya, Mesih olduğuna inanılan İsa'nın gelişini müjdelerken Müslüman ürünü olan bu “İncil” İsa'ya Muhammed’i müjdeletmektedir.
Tüm bunlar Barnabas İncili'nin yazarının İslam dinine yeni geçmiş eski bir Hristiyan olduğunu ispat etmektedir.

RUM SURESİ MUCİZESİ (!) 2

Yazan: Kirpi
K, Rum suresi, Kurandaki mucizeler, Kur'an mucizeleri, Kur'andaki çelişkiler, Rum suresi mucizesi, Dünyanın en alçak yeri, Lut gölü, Mariana çukuru, Büyük çukur, din, islamiyet,

RUM SURESİ MUCİZESİ (!) 2


Bundan önceki yazımda Rum suresi mucizesi yalanını ortaya çıkartmıştım fakat İslamcılar bayağı öfkelenmiş ve benim cümlelerim arasından sözde yanlışlar bularak sahte mucizelerini kurtarmaya çalışmışlar. Youtube'de bahsi geçen makalenin videosu altına şaşırılacak ve bir o kadar da komik yorumlar yapmışlar. Şimdi o yorumların bir kaçına cevap vererek genel İslamcı eleştirilerine cevap vermiş olacağım. İlk yorum şöyle:

Şah ve Mat kullanıcısı
Şimdi ben sana soruyorum Din ve Mitoloji. Diyorsun ki"Muhammed Rumların kazanmasını istediği için "Rum suresini" yazdı. Diyelim ki öyle olsun. Peki ya Rumlar kaybetseydi Muhammed çevresine ve kendine inananlara karşı yalancı duruma düşmüş olmaz mıydı? Neden böyle bir risk alsın ki?

Rumlar kaybetseydi bile bu Muhammed için önemli bir olay olmazdı. En kısa yoldan giderek bu ayeti neshederdi. Bunun örnekleri Kur'an'da zaten mevcut. Hemen bir örnek vereyim:

Enfal Suresi
65 Eğer içinizde sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer içinizde (sabırlı) yüz kişi bulunursa, inkâr edenlerden bin kişiye galip gelirler.
66  Şimdi ise, Allah yükünüzü hafifletti ve sizde muhakkak bir zaaf olduğunu bildi. Eğer içinizde sabırlı yüz kişi olursa iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer içinizde (sabırlı) bin kişi olursa, Allah'ın izniyle iki bin kişiye galip gelirler.

Gördüğünüz gibi 65 ayette 1 Müslüman 10 kafire bedeldir diyor. Bunun üzerine Müslümanlar bir kişi nasıl 10 kişiyle savaşabilir diyorlar ve gaybı bilen Allah 65. ayeti neshederek 66. ayette yanlışını düzeltiyor. Böylece 1 Müslüman 2 kafire bedeldir diyor. Diyanet İşlerinin konuyla ilgili söylediğine bakalım:

Diyanet İşleri Başkanlığı Enfâl Suresi - 65-66 . Ayet Tefsiri
Tefsirlerde bire on savaşma yükümlülüğünün bire iki nisbetine indirilmesi konusunda Bedir Savaşı gibi bazı olaylara atıf yapılmış ve 66. âyetin bir öncekini neshettiğinden söz edilmiştir. İbn Abbas’ın bir yorumuna (Buhârî, “Tefsîr”, 8/6) dayanan Ebû Bekir İbnü’l-Arabî’ye göre (II, 877), Bedir dahil hiçbir zaman sahâbe bire on savaşmamıştır. Bu âyet bir olaya bağlı olmaksızın bir mümine, on düşmana karşı olsa da savaşmasını, bu şart içinde dahi savaştan kaçmamasını farz kılmış, sonra farz olma hükmü kaldırmıştır (savaştan kaçmanın hükmü için bk. 16. âyetin açıklaması). Kurtubî’nin şu açıklaması, İslâm âlimlerinin nesih anlayışları bakımından da ilgi çekicidir: “İbn Abbas’tan gelen rivayet bunun farz olduğunu gösteriyor. Sonra bunun müminlere ağır geldiği sabit olunca farz, bir kişinin iki kişi karşısında sebat etmesi yükümlülüğüne indirildi. Böylece müminlerin yükleri hafifletildi, yüz kişinin iki yüz kişi karşısında kaçmaması farz kılındı. Buna göre, yapılan bir hafifletmedir, nesih değildir ve bu anlayış güzeldir. Maamafih Kadı İbnü’tTayyib, ‘Bir hüküm tamamen ortadan kaldırılmasa bile aslında veya niteliklerinde bir değiştirme yapılmasına da nesih denebilir; çünkü bu takdirde ikincisi, birincinin aynı değildir’ demiştir” (VIII, 45).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri, Cilt: 2, Sayfa: 707-708

Anlayacağınız gibi eğer Rumlar Ninova'da savaşı kaybetseydi bu defa da "onlar iyi savaşmadı, bu yüzden mağlup oldular" diyerek işin içinden çıkardı. Bu arkadaşın başka bir eleştirisine bakalım:

Şah ve Mat kullanıcısı
O zaman Din ve Mitoloji Kur'an'ın Allah'ın gönderdiği bir kitap olduğunu kabul ediyor bu videosunda. Dünyanın en alçak yerinin Lut gölü olduğunu kendisi söylüyor. O halde Muhammed bütün dünyayı gezip tespit mi yapmış? Sureyi o yazdıysa nereden biliyor Lut gölünün dünyanın en alçak yeri olduğunu?

Dünyanın en alçak yerinin Lut gölü olduğunu ifade ettiğimiz için bizim Kur'an'a inandığımızı iddia ediyor. İlk önce makalemde “Lut gölü dünyanın en alçak yeridir” diye bir ifade kullanmışım. Bu hem doğru hem de yanlış. Ayette en alçak yerde savaş yapıldı deniliyor fakat Lut Gölün'ün alçaklığı onun deniz tabanı kısmıdır. Lut Gölü'nün tabanında eskiden insanların yaşadığı düşünülüyordu. M.Ö 1800 yıllarda denizin oluşması sırasında Lut kavminin yaşadığı Sodom ve Gomore şehirlerinin sular altında kaldığı yönünde bir inanç ta mevcut. Rum ve Sasanilerin bu savaşı Sodom veyahut Gamorre şehirlerinden birinde olmadığı için (yani günümüz Ölü denizin tabanında) Kur'an'daki "en alçak yerde savaştılar" ifadesi yanlıştır. Zaten Kur'an'da dünyada en alçak yerde savaştılar diye bir ifade geçmiyor. Sadece en alçakta deniliyor. Bu alçak yerin Lut Gölü olduğunu söyleyen benim. Zira Rum ve Sasaniler Lut Gölü yakınlarında savaş yaptılar. Fakat alçaklık kavramı Lut Gölü'nün kendisi için geçerli, onun etrafı için değil. Kudüs'ün işgali ile sonuçlanan savaş Lut Gölü üzerinde yapılmadığı için Kur'an'ın en alçak diye tabir ettiği yerin burası olmadığını söyleyebiliriz. Dolayısıyla benim önceki yazımda anlatmak istediğim fakat yanlış ifade ettiğim düşüncem budur.

Bu arkadaş yazısının devamında  “O halde Muhammed bütün dünyayı gezip tespit mi yapmış? Sureyi o yazdıysa nereden biliyor Lut Gölü'nün dünyanın en alçak yeri olduğunu?” sorusunu sormuş. Aklı sıra benim Lut Gölü için kullandığım dünyanın en alçak yeri ifadesini bana karşı kullanarak Kur'an'dan bir sözde mucize yaratmak istiyor.
Güzel kardeşim ilk önce şunu söylemek gerekir ki dünyanın en alçak yeri Lut Gölü değildir. Oraya en alçak dememin nedenlerinden biri kendisi bir deniz olduğu halde deniz seviyesinden (0km) daha alçakta olmasıdır. Dünyanın suyla kaplı olan en alçak yeri ve dünya üzerinde bilinen en derin nokta Mariana çukurudur. Büyük Okyanus'ta, Guam Adası'nın güney batısında, Japonya ve Endonezya arasında, iki ülkeye de aşağı yukarı eşit uzaklıkta yer alır. Yapılan son ölçümlere göre en derin noktası yaklaşık 10.994 metredir [1]. Uzunluğu 2.542 kilometre, genişliği ise 69 kilometredir.  Eğer senin dediğin gibi Kur'an dünyanın en alçak yerini Lut Gölü olarak belirtmiş olsa bu yine bir mucize olmazdı zira dünyanın en derin yeri Mariana çukurudur.
Adım gibi eminim ki İslamcılar tüm bunları okurken Kur'an su altındaki en alçak yeri değil karadaki en alçak yeri demiş diye eleştirmeye başlayacaklar. Fakat yine yanılıyorsunuz. Karada en alçak yer Lut Gölü değil. Peki nerededir dünyanın kara üzerinde en alçak yeri?



Bentley Subglacial Trench (Büyük Çukur)

Bentley Subglacial [2], dünyanın yüzeyinde okyanus tarafından kapsanmayan en derin noktadır ve tamamen buzla kaplıdır. Büyük Çukur olarak da bilinen bu nokta Büyük Kanyon'dan daha derindir
Nerede: Batı Antarktika
Derinlik: 2.555m

Dünyanın kara üzerinde bulunan en alçak yeri burasıdır. Üzeri milyonlarca yıldır yağan kar yüzünden buzla kaplıdır. Lut Gölünden farklı olarak sizi sıcak tutacak giysiler giyseniz üzerinde savaş bile yapa bilirsiniz.
Gördüğünüz gibi Rum süresinin mucize olarak ele alabileceğimiz hiçbir tarafı yoktur. İslamcılardan ricam lütfen bir daha yorum yapmadan önce azacık araştırma yapın. Zira böyle yorumlar yaparak kendinizi komik duruma sokuyorsunuz.

Rum Suresi Mucizesi 1 için tıklayınız.

İNCİL'DE MUHAMMED'İN MÜJDELENMESİ (!)

Yazan: Kirpi
K, Paraklit, Faraklit, İncil'de Hz.Muhammed, İncil'de Muhammed, Hz.Muhammed, İncil'de Hz.Muhammed müjdeleniyor mu?, Kutsal ruh, islamiyet, din, İncil,

İNCİL'DE MUHAMMED MÜJDELENİYOR İDDİASI ÜZERİNE

Müslümanlar sıkça İncil'de Muhammed'in geleceği ve peygamber olacağı haberi verilmiş diye beyanda bulunuyorlar. Hayatında hiç İncil okumamış bir Müslüman, kurnaz İslamcıların cımbızlayarak aldıkları bir kaç İncil ayetini okuyarak bu yalana kolayca inanabiliyor. Biz her seferinde "tanrı varsa bile kitap göndermiş olamaz, mantıksız" diyoruz fakat komik olan şu ki bizler "değişmiş, inanılmaz güvenilmez dediğiniz İncil'den Muhammed'e delil aramanız saçma" dediğimizde "İncil'in içerisinde değişmeyen kısımlar da var" diyorsunuz.
Peki bu Muhammed'e işaret ettiğini iddia ettiğiniz bölümlerin değişmediğini nereden biliyorsunuz?Yani elinizde İncil'in orjinal metni mi var ki oraya bakarak neresinin değişmiş neresinin değişmemiş olduğuna karar verebiliyorsunuz? Bu tam bir komedi. Neyse lafı fazla uzatmadan direk konumuza geçelim.

Öncelikle İncilin hiç bir yerinde Muhammed ismi geçmiyor. Geçmemesine rağmen Müslümanlar İncil, Yuhanna 14.bab'da bahsi geçen Faraklit'in Muhammed olduğunu iddia ediyorlar. Yeni Ahit'in Yunanca metinlerinde kullanılan Parakletos kelimesinin Arapçasının Ahmed (Övülmüş) olduğunu iddia ederek bu kelimenin  Muhammed'e işaret ettiğini söylüyorlar.

İlk önce Faraklit nedir gelin ona bakalım:
Paraklit veya Faraklit [1] (Latince Paracletus ← Yunanca: παράκλητος Parakletos), Kitab-ı Mukaddes'in Yunanca metinlerinde (Yuhanna 14, 16) Kutsal Ruh için beraberinde gelen anlamında da kullanılan bir sıfattır.
Paraklit kelimesi Yuhanna İncili'nin 14:16, 14:26, 15:26 ve 16:7'nci ayetleri ile Yuhanna'nın Birinci Mektubu'nun 4:6 numaralı ayetinde ve Elçilerin İşleri'ndeki ve Yeni Ahit'in diğer bölümlerindeki daha pek çok ayette Kutsal Ruh'u anlatmak üzere kullanılmıştır. Kelime Yeni Ahit'in bazı İngilizce tercümelerinde Tesellici (İngilizce: Comforter) ya da Yardımcı/Tavsiyeci (İngilizce: Advocate) olarak tercüme edilmiştir. Kelime, Antik Yunancada mahkemede yardım eden kişi anlamında da kullanılmıştır. Kumran Yazıtları ya da Ölü Deniz Tomarları olarak bilinen metinlerde kelime Gerçeğin Ruhu olarak geçer. Hristiyan inancında Kutsal Ruh, Tanrı'nın üç unsurundan birini tanımlamak için kullanılır.

Şimdi, sevgili Müslümanlar Faraklit kelimesi için bir yorum yapacaksanız ilk olarak bunun İncil'de ve Hristiyan aleminde hangi mana ve anlam üzerine kullanıldığını göz önünde bulundurmanız gerek. Gördüğünüz gibi İncil'de ve Hristiyanlıkta Faraklit Kutsal Ruh için kullanılan bir terimdir. Nitekim eğer zahmette bulunup İncil'in tamamını okusaydınız Faraklit'in bir insan olmadığını anlardınız. Ama ben sizin yerinize zahmete girerek İncil'in tamamını inceledim ve bu bilgileri sizlerle paylaşacağım.

Yuhanna 14:15-17
15 «Beni seviyorsanız, buyruklarımı yerine getirirsiniz.
16-17 Ben de Baba'dan dileyeceğim ve O, sonsuza dek sizinle birlikte olsun diye size başka bir Yardımcı, Gerçeğin Ruhunu(Parakletosu) verecek. Dünya O'nu kabul edemez. Çünkü O'nu ne görür, ne de tanır. Siz O'nu tanıyorsunuz. Çünkü O aranızda yaşıyor ve içinizde olacaktır.

İlk önce ayette O (parakletos), sonsuza dek sizinle birlikte olsun diye bir ifade geçiyor. Muhammed şu an Hristiyanların içinde mi? Yaşıyor mu? Parakletos Muhammed ise o zaman Muhammed'in sonsuza kadar yaşaması gerekirdi, nitekim ayet öyle söylüyor.

Bir diğer konuysa ilgili ayetin dünyanın Parakletos'u kabul etmeyeceğini söylüyor olması ve gerekçe olarak dünyanın Parakletos'u ne göreceğini ne de duyacağını sunmasıdır. Fakat bildiğiniz gibi Muhammed'i duyan ve gören insanlar vardı. Bunu iddia eden zaten sizlersiniz sevgili Müslüman kardeşlerim.
Üstelik eğer bu sözleri söyleyen İsa ise onun bu sözleri söylerken muhatap aldığı insanların Parakletos'u tanıdığını ve onların arasında yaşadığını söylüyor. Fakat Muhammed İsa'dan 600 sene sonra yaşamıştır. Bunu da söyleyen sizlersiniz sevgili Müslüman kardeşlerim. Yani Parakletos'un Muhammed olduğunu söyleyen de sizlersiniz onu inkar eden de sizlersiniz.
Şimdi Müslümanların İncil'de Muhammed'in müjdelenmesine delil olarak sundukları başka bir ayete bakalım:

Yuhanna Bab 1, Ayet: 20-21
“Yahya'nın tanıklığı şöyle oldu; açıkça konuştu, inkâr etmedi: "Ben Mesih değilim" diye açıkça konuştu. Onlar da kendisine: "Öyleyse sen kimsin? Sen İlyas mısın?" diye sordular: O da "Değilim" dedi. "Sen O Peygamber misin?" dediler. Yahya: "Hayır" diye cevap verdi...”

İslamcilarin İddiası [2]

Hz. Yahya (as)'a üç soru sorulmaktadır ve O, bu üç soruya da olumsuz cevap verir:
a. Sen Mesih misin? Yani İsa mısın?
b.Sen İlyas mısın?
c. Sen O Peygamber misin?
Demek Yuhanna İncili’nin bu cümlesinde üç ayrı peygamberden bahsediliyor. Bunlar Hz. İsa (as), Hz. İlyas (as)  ve  O Peygamber (asm)'dir!..
Bu ifadelerden anlaşılmaktadır ki; "O Peygamber" Hz. İsa (as)'dan farklı bir şahsiyettir. Acaba Allah'tan aldığı sözleri insanlara duyuran, Hz. İsa (as)'ın çıktığı dönemde hâlâ gelmemiş olan ve Hz. İsa (as)'dan farklı olan ve “O peygamber” diye işaret edilen peygamber kimdir? Elbette Hz. Muhammed (asm)’dır. Zira Hz. Muhammed (asv) dışında Allah'tan aldığı peygamberlik görevini yerine getirip, tarihte önemli bir yer kazanmış ve Hz. İsa (as)'dan sonra gelmiş ikinci bir insan gösterilemez.

İncil'in Yuhanna ayetlerinde bahsi geçen Parakletos İsa'dan sonra gelecek olan peygamberden haber vermiş olsa bile bunun Muhammed olduğu kesin değildir. O peygamberin Muhammed olduğunun kesin delili nedir? Kocaman bir HİÇ!

Sonuç olarak İncil'de Muhammed ismi geçmiyor ve eğer İncil'in tamamını göz önünde bulundurursak Parakletos'un Muhammed olması imkansız. Zira Muhammed'i gören ve tanıyanlar olmuş fakat İncil dünyanın Parkletos'u tanımayacağını söylüyor. Parakletos bir peygamberi işaret  ediyor olsa bile bunun kesin olarak Muhammed olduğunu iddia edemezsiniz. Üzgünüm ama bir tane daha yalanınızı ifşa etmiş oldum. ÇOK PARDON!

RUM SURESİ MUCİZESİ (!)

Yazan: Kirpi


RUM SURESİ MUCİZESİ YALANI

Müslümanlar özellikle de modernist Müslümanlar tartışmalarda Kur'an'ın Allah kelamı olduğunu ispatlamak için Rum suresini delil olarak kullanırlar. Fakat bu sure mucize değil coğrafi ve tarihi bilgisizliğin net ve kısa bir özetidir. Lafı fazla uzatmadan bahsi geçen ayete bakalım:

Rum suresi 1-4.ayetler:
1) Elif. Lâm. Mîm.
الٓمٓ۠
2) Rum mağlub edildi.
غُلِبَتِ الرُّومُۙ
3) En yakın bir yerde, fakat onlar bu mağlubiyetten sonra galip olacaklar.
ف۪ٓي اَدْنَى الْاَرْضِ وَهُمْ مِنْ بَعْدِ غَلَبِهِمْ سَيَغْلِبُونَۙ
4) Bir kaç yıl içinde; çünkü karar yetkisi eninde sonunda Allah'a aittir. İşte o gün inananlar sevineceklerdir.
ف۪ي بِضْعِ سِن۪ينَۜ لِلّٰهِ الْاَمْرُ مِنْ قَبْلُ وَمِنْ بَعْدُۜ وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَۙ

Müslümanlar Rum suresinin ilk 4 ayetini mucize olarak lanse etmeye çalışıyor ve bu ayetlerin Roma ve Sasani imparatorlukları arasındaki savaşları anlattığını iddia ediyorlar. Şimdi hep beraber ilgili ayetleri detaylı bir şekilde inceleyelim.
İlk önce ayetlerde Sasani diye bir ifade geçmiyor. Yani ayetlerin Romayla İran'ın Sasani imparatorluğu arasında olan savaşları anlattığını iddia eden Allah değil Müslümanlardır. Ayetlerin ikinci çarpıtılmış noktası çeviri kısmıdır. Ayette en yakın diye çevrilen kelimenin Arapçası şudur: (Fî edne-l / En alçakta) ف۪ٓي اَدْنَى

Bu kelime Kur'an'da zaten tek bir yerde Rum süresinde kullanılmış ve "en yakın" anlamında tercüme edilmiş. Fakat kelimeyi sözlükte arattığımızda en yakın değil EN ALÇAKTA şeklinde olduğunu görüyoruz.


Bu çeviri hatası bilerek yapılmış ve tamamen ayetin yanlışını örtbas etmek için kullanılmış. Ayetin gerçek çevirisi şöyledir:
Rum süresi
2 Rum mağlup edildi.
3 En alçak bir yerde fakat onlar bu mağlubiyetten sonra galip olacaklar.

Peki Rumlarla Perslerin en alçak yerde yaptıkları savaş hangisidir? Ölü deniz, diğer adıyla Lut gölü dünyanın en alçak yeridir.


Lut gölü yakınlarında Romalılarla Sasaniler arasında  yapılan savaşta Yahudilerinde yardımıyla 614 yılında Hüsrev Pervez (589-628) komutasındaki Persler Kudüs'ü ele geçirdi( Ostrogorskiy 1969, s. 95) ve Rumlar mağlup oldu. Fakat bir sonraki savaşta Rumlar bir daha mağlup oluyor ve 619 yılında Mısır Perslerin eline geçiyor.

Hüsrev Mısır'ın fethinden Herakleios'a aşağıdaki mektubu göndermiştir:
Hüsrev, Tanrıların en büyüğü ve yeryüzünün ustasından Herakleios'a, onun aşağılık ve haksız kölesine. Neden hâlâ hükmümüze uymayı reddediyorsun ve kendine bir kral diyorsun? Yunanları yok etmedim mi? Tanrıya güvendiğinizi söylüyorsunuz. Kayserya, Kudüs ve İskenderiye'yi elime teslim etmedin mi ki? Konstantinopolis'i de yok etmeyecek miyim? Ama benden aman dilersen, karın ve çocuklarınla ​​birlikte gelirsen, hatalarını affederim; Sana toprak, üzüm bağları ve zeytin bahçeleri vereceğim ve nazik bir şekilde bakacağım. Onu bir çarmıha gererek öldüren Yahudilerden kurtulamayan İsa ile kendinizi boş umutlara kaptırmayın. Denizin derinliklerine sığınsanız bile elimi uzatacağım ve sizi alacağım, isteyin ya da istemeyin.
Oman 1893, ss. 206–207
Davies 1998, s. 245

Yani anlayacağınız gibi ayette bahsi geçen en alçak yerde yapılan savaşta Rumlar ardı ardına iki mağlubiyet yaşıyor. Ayetin gerçek çevirisini göz önünde bulundurursak eğer bir sonraki savaşın Rumlar tarafından kazanılacağı bilgisi tarihi kaynaklarca çürütülmüş oluyor. Ayetteki çeviri hatasıyla saklanmaya çalışılan yeri tespit ettiğimize göre ve orada yapılan her iki savaşta Rumların mağlup olduğunu öğrendiğimize göre diğer meseleye geçelim:

Peki Kur'an'da Sasani ismi geçmediği halde Müslümanların Rum suresinde anlatıldığını iddia ettikleri Roma-Sasani savaşı hangi savaştır? Bu savaşlar M.Ö. 92 – M.S. 629 yılları arasında yapılmıştır.  Fakat her ne hikmetse Kur'an'da Sasani ismi geçmemesine rağmen Müslümanlar Rum suresinin nüzul sebebini Antakya (613) ve Ninova (627) savaşlarına bağlıyor ve "bakın işte Antakya'da mağlup olan Rumlar'ın Ninova'da zafer kazanacağı önceden haber verilmiş, bu bir mucizedir" diyorlar.

PEKİ BU BİR MUCİZE Mİ?

Öncelikle ortada savaş varsa onun iki tarafı olur. Kazanan ve kaybeden. Ve doğal olarak bunun olasılığı yarı yarıyadır. Örnek vermek gerekirse farz edin ki siz A futbol takımını tutuyorsunuz ve sizin A takımınız B takımıyla yaptığı maçta yeniliyor. Siz bir dahaki sefer A takımı kesin galip gelecek diyorsunuz. Bir süre sonra maç yapıldığında A takımı galip oluyor. Şimdi bu bir mucize mi? Tabi ki de hayır. Sizin taraftarı olduğunuz takımın kazanmasını arzulamanızdır. Nitekim Muhammed de Rum-Sasani savaşlarında Rumlardan taraf olmuş ve onların kazanmasını arzulamıştır. Rum suresinin nüzul  sebebini İslam kaynaklarında okuduğumuzda bunu açıkça görebiliyoruz. Bakalım İslami kaynaklar Rum suresinin nüzul sebebi hakkında ne söylüyorlar?:

Rûm Sûresi’nin ilk âyetleri nâzil olunca, Hz. Ebû Bekir (r.a.), mağlup Bizans’ın yakın bir gelecekte İran’a gâlip geleceğini ifade etti. Übey b. Halef ve diğer müşrikler ise bunu yadırgayarak, Bizans’ın İran’a galip gelmesinin uzak bir ihtimal olduğunu iddia ederek karşı çıktılar. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir (r.a.) Bizans’ın, Übey b. Halef ise İran’ın üç yıl içinde galip geleceği konusunda on deve üzerine bahse girdiler. Bu hâdise kumarın haram kılınmasından önce oldu. Hz. Peygamber (a.s.), -süreyi kısa tutan- Hz. Ebû Bekir’e (r.a.) bid’ ( بضع ) kelimesinin üçten dokuza kadar olan sayıları ifade ettiğini hatırlattı. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir (r.a.) ile Übey b. Halef bahsi “dokuz yıl içinde yüz deve üzerine” şeklinde yenilediler.  Rumlar birdenbire gelişerek İranlıları ağır bir hezîmete uğrattılar. Bunu haber alınca Hz. Ebubekir Übey’in veresesinden yüz deveyi alıp Peygamber Efendimiz’e getirdi. Allah Resûlü (s.a.s.):“Bunları fakirlere dağıt!” buyurdu.  O da fakirlere dağıttı. Kur’ân-ı Kerîm’in bu mûcizesini gören Mekkeli müşriklerden bir kısmı Müslüman oldu (Tirmizî, Tefsir 30/3194; Kurtubî, el-Câmi‘, XIV, 3)

Bu bilgilerden ilk olarak Muhammed ve sahabelerinin kumar oynadığı ortaya çıkmış oluyor çünkü Rumların kazanacağı konusunda bahse giriyorlar. Bu da Muhammed ve sahabelerinin Rumlardan taraf olduğunu ortaya çıkarmış oluyor.
Bir sonraki püf noktaysa hadiste geçen bid’ ( بضع ) kelimesinin 3 ile 9 yıl aralığındaki zaman dilimini göstermesidir. Yani Muhammed Antakya'da 613 yılında [1] yenilen Rumların en erken 3 en geç 9 sene sonra galip geleceğini söylüyor. Fakat tarihten de bildiğimiz gibi Ninova savaşı 12 Aralık 627 yılında [2]  yapılmıştır. Yani Antakya savaşıyla Ninova savaşı arasında 14 sene vardır. Bu gerçekler ayette verilen zamana uymadığından mucize olarak kabul edilemezler.
Üstelik 613 senesinde yapılan Antakya savaşıyla 627 senesinde yapılan Ninova savaşı arasında Rumların mağlup olduğu iki savaş daha var. Bunlar 614 yılında Kudüs'ün Persler tarafından işgali ve 619 yılında Perslerin Mısır'ı işgali. Bunların hepsinde Rumlar mağlup edilmiştir.
Ayetin kasıtlı olarak yanlış çeviri yapıldığı haliyle ele alsak bile yine de elimizde kalıyor. Farz edelim ki ayette en alçak değil de en yakın yer ifadesi kullanılmış olsun. O zaman bile bu ayet Antakya savaşını anlatıyor olamaz. Zira Antakya ile Muhammedin bulunduğu Medine arasındaki mesafe 2.178 kilometredir. [3]

Sonuç olarak ayetin hem yanlış hem de doğru çevirisi coğrafi ve tarihi delillerle çürütülmüş oluyor.
Tarih boyunca gelecekten haber veren insanlar hep olmuştur. Örnek vermek gerekirse Vanga [4] ve Nostradamus [5].

Vanga'nın (1911-1996)  gelecekle ilgili söylediği kehanetlerin büyük bir kısmı şu ana kadar gerçekleşmiştir. Nostradamus (1503-1566) Türkiye'de yeni bir cumhuriyetin kurulacağını, hatta para biriminin bile değişeceğini önceden haber vermiştir.
Şimdi eğer sizin mantığınızla düşünürsek bu iki insanı da Peygamber olarak kabul etmeniz gerek. Zira hepsi tarih boyunca gerçekleşen kehanetlerde bulunmuşlar...

Rum Suresi Mucizesi 2 için tıklayınız.