HABERLER
Dini Haber
Kabe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kabe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

İSLAM’DA HAC

Yazan: Serdar Kaangil
SK, din, islamiyet, İslam öncesi Hac, Haccın kökeni, Putperest haccı, Kabe, Dinlerde hac, Hristiyan haccı, Yahudi haccı, Budist haccı, Çıplak tavaf,

İSLAM’DA HAC


Hac denince Kabe ziyareti akla gelir ama dinlerin çoğunda hac ritüeli mevcuttur.
İslam’dan önce de birçok dinde hac vardı.Farklı isimlerde ifade edilmesine rağmen tüm inançlarda kutsal kişiler, kutsallaştırılmış yer ve nesneler vardır. Bu nesneler taşlardan, ağaçlardan, su kaynaklarından, dağ, mağara ve nehirlerden tutun da tapınaklara kadar çeşitlilik arz eder.
Kişinin dini ne olursa olsun, insan tabiatı böyle yerlere ihtiyaç duymuş ve inancına uygun kutsallaştırılacak nesne ya da mabet arayışı içinde olmuştur.Sümerlerde Nippur’daki enlil, Samilerde Ninova’daki iştar, Mısırlıların ziyaret ettiği byblos’taki Baaltis tapınağı bilinen en eski hac yerlerindendi.
Eski Yunanlılar yazgılarını öğrenmek için Apollon kâhinine başvurmak üzere Delphi’ye giderlerdi. Ayrıca Asklepios’tan şifa dilemek üzere Epidauros’taki sağlık tanrıçasının meşhur tapınağına ziyaret yaparlardı.

Hindistan toprakları 2000 yıldan beri hac yapılan kutsal topraklar sayılır. Ganj nehri en kutsal mekan olmakla birlikte Hindistan’ın her köşesi kutsal mabet ve türbelerle doludur.

Buda’nın ilk manastırını kurduğu Racgir, Buda’nın iki havarisinin mezarlarının bulunduğu Şançi ve Buda’nın 24 yağmur mevsimini geçirdiği yer olarak bilinen Şravasti, Budistlerin Hindistan’daki belli hac yerleridir. Budist haccının en önemli özelliği kutsal mabud ve mabetlerin çevresinde dönerek tavaf edilmesidir. Tibetli Budistler güzergahları üzerindeki tüm kutsal yerleri saat yelkovanı şeklinde tavaf ederek hac merkezine doğru yol alırlar.

Hristiyanların 2. yüzyılda Kudüs’ü hac amacıyla ziyaret ettikleri bilinir. 2. Yüzyılda, Havari Petrus’a (St.Peter) adanmış anıtlar üzerinde, hac seyahatlerinin yapıldığına dair yazılar bulunmaktadır.
Azize Helena (yada Helen), İsa’nın doğduğu, çarmıha gerildiği, gömüldüğü ve büyük kiliselerin kurulduğu yerleri ziyaret eden ilk hacı olarak kabul edilir.
Pavlus’un yaptığı yorumlarla hac ibadetine batini anlamlar yüklenmiş, bu nedenle Kudüs bir hac merkezi olmaktan çıkarılmıştır.
Daha sonraki dönemlerde Hz. İsa’nın yaşadığı yerleri görme arzusu hac ziyaretini tekrar canlandırmıştır. Kudüs’ten başka birtakım kiliseleri ve kutsal yerlerin ziyaret edilmesini de hac saymıştır. Ortaçağ’da bazı Hıristiyan azizlerinin gömülü bulunduğu kilise ve manastırlar bunlar arasındadır. Örneğin Fransa’da Lourdes ve Chartres kentlerindeki kutsal yerleri her yıl milyonlarca hacı ziyaret eder. Türkiye’de Efes yakınındaki Meryemana Evi de Hıristiyanlar için önemli bir hac yeridir.

Sukot, Fısıh ve Şavuot bayramları Yahudilikte aynı zamanda hac zamanıdır. Dinî kurallara göre Yahudiler her sene bu bayramlarda Kudüs’e hacca gitmek zorundadırlar. Süleyman Mabedi yıkıldığı için günümüzde Kudüsteki Ağlama Duvarı hac ibadet yeri olarak kabul edilmekte ama zorunlu kılınmamaktadır. Yahudilerde haccın İbrahim’e kadar uzandığına inanılır. Eski Ahid’de zikredilen yerler Yahudilerce hac mekanı olarak kabul edilir.

Kabe’nin çevresinde binlerce çırılçıplak insan bir yandan dönüp tavaf ediyor, bir yandan da hep bir ağızdan şunları haykırıyorlardı:
”Lebbeyk allahümme lebbeyk.
La şerike leke illa şerikun huve lek.
Temlikuhu ve ma-melek”
Buyruğundayım! Ulu Tanrım buyruğundayım!
Buyruğun başım üstüne! Ortağın yoktur senin!
Yalnızca tek ortağın var!O da senin!
Nesi varsa hepsi senindir Tanrım!

Her kabilenin kendisine özgü telbiyesi vardı.
Uzza`ya tapanların telbiyesi şöyleydi ;
“Lebbeyk allahümme lebbeyk.
Lebbeyk ve sa`deyk.
Ma ehabbena ileyk”

Ünlü Arap soybilimci İbnu’l-Kelbi Kitabu’l- Esnam adlı kitabında Hac sırasında , Arafat ve Müzdelife’de ataları olan Nizamoğulları’nın böyle seslendiklerini yazıyor.

Çıplak tavafın amacı El-ilah'ın karşısına her şeyden arınmış, her şeyi geride bırakmış ve eşit şekilde çıkmış olmaktı. Özellikle Mekke dışı kabilelerden gelenlerin tümü çıplak tavaf ediyorlardı. Giysi ile tavafı Tanrı karşısında makbul saymıyorlardı.
Giysileriyle dönmek isteyenler ise tavaf sonrasında elbisesini atmak ve bir daha giymemek zorundaydı inanışa göre. O dönem insanların çoğu fakir olduğu için elbiseyle dönmek ancak az sayıdaki zengine mahsus idi.

Kabe’nin içinde her kabileye ait bir put vardı. El-İlah Ay tanrısıydı ve Güneş tanrıçasıyla evliydi. Kızları ise Lat, Uzza ve Menat idi.
El-İlah, ellah olarak telaffuz edilirdi. Zamanla “Allah” denilmeye başladı.
İslam’dan önce de Kureyşlilerin en büyük tanrısı ve her şeyin yaratıcısı “Allah” idi.
Buna Arap şiirlerinde ve isimlerinde de sıkça rastlanır. Örneğin Muhammed’in babasının adı Allah’ın kulu anlamında “Abdullah” idi.

İslam öncesi Arap şairlerinden Adiyy İbn Zeyd, İbadi divanındaki bir şiirinin ilk dizesinde şöyle der:
RAHİME’LLAHÜ MEN BEKA LİL HATAYA
KÜLLÜ BAKİN FE ZENBUHU MAĞFURUN
Allah, günahları için ağlayana merhamet eder.
Günahları için ağlayanların günahlarını bağışlar.

İslam öncesi şairlerinden Ümeyye İbn Ebi’s Salt’ın iki dizesi ise “ALLAHÜMME” ile başlıyor :
Ulu tanrım, sen istersen herkesi bağışlarsın
Sana muhtaç olmayan noksansız kul var mı?

Çıplak hacılar, Hacerü'l Esved taşı adını verdikleri ve gökten indiğine inandıkları kara taşın önünden geçerken onu öper ve yüz sürerlerdi. Bu taşın daha önceki dönemlerden kalma çok tanrıcılık inancındaki Afrodit heykelinin kafası olduğu konusunda görüşler ağırlıktadır.
Ancak Kureyşliler bu taşı soylarının oluşumunun simgesi ve üreme organı olarak görmekteydiler. Soylarının İbrahim’in cariyesi ve İsmail’in annesi Hacer’e dayandığına inandıklarından bu taşa da Hacerü'l Esved adını vermişlerdi.

Taşın kara olması yıllarca el sürülmesinden dolayı ya da içeriğindeki madenler nedeniyle oksitlenme olarak açıklanır.

7 kez yapılan Tavaftan sonra yine çıplak olarak Safa ve Merve tepeleri arasında 7 kez gidip gelinirdi. Bu 7 sayısı putperestlerce kutsaldı. 7 sayısının kutsallığına Sümer-Babil uygarlıklarında da rastlanır.
Bu iki tepede İsaf ve Naile adlarında iki heykel vardı. Bunların zamanında birbirine aşık iki gençken Kabe’de sevişecek kadar çılgınca bir harekete yeltendiklerinden El-İlah tarafından taşa dönüştürüldüklerine inanılırdı.

İslam’da ise Say’a, İbrahim’in Hacer’i ve oğlunu bu ıssız yere terk etmesinden sonra Hacer’in bir o tepeye, bir öbür tepeye çaresizce koşup çevreye bakarak yiyecek, su ya da bir yardım araması olarak inanılır. Bu tepeler arasında 7 kez gidip geldikten sonra güya Cebrail ortaya çıkar ve ayağı ile yere vurarak zemzem suyunu çıkartır.

Bakara 158: Şüphesiz, ‘Safa’ ile ‘Merve’ Allah’ın işaretlerindendir. Böylece kim Evi (Ka’be’yi) hacceder veya umre yaparsa, artık bu ikisini tavaf etmesinde kendisi için bir sakınca yoktur.

Belli ki putperestlerin haccı İslam’a sokulurken İsaf ve Naile’nin hikayesi de Hacer’e uyarlanmış ve böylece Arapların vazgeçemedikleri bir başka ritüel de İslamlaştırılmıştır. ”Ebu Bekir İbnu Abdurrahman der ki: “Ben bu ayetin, (yukarıda zikredilen) her iki grub hakkında da inmiş olduğunu görüyorum. Yani, hem cahiliye devrinde Safa ve Merve’yi tavaftan çekinenler hakkında inmiştir, hem de öncekileri tavaf ettikleri halde, İslam’dan sonra, Allah’in Kabe’yi tavaf etmeyi emretmiş olmasına rağmen Safa ve Merve’yi zikretmemiş olması sebebiyle bunları tavaftan çekinenler hakkında inmiştir. Safa ve Merve’nin de (Kur’an’da) zikri Kabe’yi tavaf emrinden sonra gelmiştir."
(Buhari, Hacc 79, Umre 10, Tefsir, Bakara 21; Muslim, Hac 260-263 (1277); Ebu Davud, Menasik 56, (3901); Tirmizi, Tefsir, Bakara (2969); Nesai, Menasik 168, (5, 238-239); Muvatta, Hacc 129, (1, 373).

Çıplak tavaf’ı hoş karşılamayanlar, eşlerine izin vermeyenler ya da eşlerine gece çıplak tavaf yaptıranlar da vardı. Kureyş’de gelişen inançlardan Hanifler bu gruptandı. Muhammed’de çıplak tavafa karşıydı ve Mekke’nin fethiyle birlikte çıplak tavafı yasakladı. Ayrıca Kabe çevresine putperestlerin yaklaştırılmamasını emretti.

Çıplak tavaf ile ilgili olduğu düşünülen Buhari ve Müslim gibi sağlam hadisçilerin hadisleri arasında yer alan şu hadis ilginçtir:
“Peygamberin izniyle ihramdan çıkıp Mina’da bulunan kadınlarımıza yöneldik. Zekerlerimizden meni damlıyordu.” (Buhari, hac/81; Müslim hac/141)

Çıplak hac yasaklanmış olsa da çıplaklığın önemi tamamen terk edilmemişti.
Sıradan giysiler yerine sadece iki parçadan oluşan “İhram” denilen giysi de çıplaklığı temsil ediyordu. İslam’da Hac, ahiretteki mahşer’in bir provası ve tasviri olarak görülür. İnsanlar mahşerde de üzerlerinde bir giysi olmaksızın toplanacaklardır.

Üzerlerinde ihram olsa da tavafın ve sa'y'ın çoşkusuna kendilerini öylesine kaptırırlardı ki ihramları da açılır saçılır, yine her şeyleri görünürdü.
Hadislerden birinde peygamberin çıplaklığı da şöyle ifade edilir:

“Kureyş’ten kadınlarla birlikte Ebû Hüseyin’in ailesinin evine girdik. Rasûlüllah (s.a.s), Safa ile Merve arasında sa’y ediyordu. Biz de ona bakıyorduk. Sa’y’ın şiddetinden elbisesi beline dolanmıştı ve hatta ben dizlerini gördüğümü bile söyleyebilirim. O, sa’y yaparken şöyle diyordu:
“Sa’y ediniz. Zira Allah onu sizin üzerinize yazmıştır (farz kılmıştır) “. Buna göre, Sa’y, hac ve umrede Beytullah’ı tavaf etmek gibi haccın rükünlerindendir.
(İbn Kudame, a.g.e.; Seyyid Sabık, Fıkhu’s-Sünne, tercüme: Tayyar Tekin, İstanbul 1987, II, 143)

Muhammed, putperestliği yıkıp kendi dinini egemen kılınca hac adetlerinin çıplak tavaf haricindeki tümünü aynen uygulamıştır.
Putperestlerin telbiyesi ise şöyle değiştirilimiştir:
“Lebbeyk, Allahümme lebbeyk,
lebbeyke la serike leke lebbeyk,
innel’hamde ve’n ni’mete leke ve’l-mülk, la serike lek.”

Hac’da Şeytan taşlama da putperestlerden kalma bir ritueldir.

Kusay zamanına kadar, müşriklerden Hacca gelenler, Mina’da Şeytan taşlarlardı. Fakat, ilk taşı Sufe kabilesinden birisinin atması gelenekti. Hacılar ancak onunla birlikte şeytana taş atarlardı. Kusay taraftarları, Sufelilerle savaşarak onların elinden bu görevi de aldılar. (Taberi, IV, s.33)

Ancak şeytan taşlamanın kaynağı putperestlerden önce Sümer-Akad kültlerinde görülür.
O dönemden kalma bir ilahide Sümer tanrılarından Enki’nin taşlanması dile getirilir.

Şeytan taşlanan yer Mina’dır. Burada büyük şeytan, orta şeytan ve küçük şeytan taşlanır.
Bunlara Akabe Cemresi, Küçük Cemre ve Orta Cemre denir. İslam’a göre bu şeytanları taşlamak vaciptir. Her birine 7’şer taş atılır.

Şeytan taşlamanın İbrahim’den kaldığına inanılır. Bu hususta İbni Abbas’ın rivayeti de şöyledir:
"Hz. İbrahim hac ibadetini yapmaya geldiği zaman, Akabe Cemresi yanında şeytan ona göründü. Bunun üzerine onu yedi adet taşla taşladı, şeytan yere battı. Sonra Orta Cemre yanında şeytan ona tekrar göründü. Yedi taş da orada attı. Böylece şeytan tekrar yere battı. Bir müddet sonra Küçük Cemrenin yanında yine karşısına dikildi. Burada da yedi taş daha atınca artık şeytan iyice yere yığılıp kaldı." (Müsned, I, 297, 306-307; Hâkim, I, 466; Beyhakī, V, 153-154)

Müslümanların şeytan taşlamasının sebebi de İbrahim’in yolundan gitmek ve onun hatırasını yad etmek olarak nitelenir.

Her Hac’da şeytana milyonlarca taş atılır ama şeytanın burnu dahi kanamaz. Fakat bugüne kadar şeytanları taşlayacağım diye birbirini ezmekten binlerce Müslüman ölmüştür.

İslam’ın yeni hac düzenlemesinde değiştirilen bir başka adet ise tavaf sırasında alkışların ve ıslıkların kaldırılmasıydı.

Araplar, İslam öncesi haclarında el çırpıyorlar, bağırıyorlardı. Kuran bu hacca müşrik haccı diyor. “Enfal Suresi”nin 34-35. ayetleri bu konu ile ilgili tarihi bir belgedir. Bu ayetlerde eski hac eleştirilirken bu işin el çırparak ıslık çalarak yapıldığı açıklanıyor.

Enfal-35. "Kabe’deki tapınmaları sadece ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir. İnkarınıza karşılık artık azabı tadın."

Yine Putperest Araplar Kâbe çevresinde kurban keserler, bu kurbanın kanını da Kâbe’nin duvarına sürerlerdi. Bundan amaçları ilahların hoşuna gitmek ve hayır kazanmaktı. Kuran, bu adeti de yasakladı.
Kurbana yeni bir yorum getiren Hac Suresi”nin 37. ayetinde şöyle der:

"Bu hayvanların ne etleri ve ne de kanları Allah’a ulaşacaktır. Allah’a ulaşacak olan ancak sizin O’nun için yaptığınız gösterişten uzak amel ve ibadettir. Size doğru yolu gösterdiğinden, Allah’ı yüceltmeniz için onları böylece sizin buyruğunuza vermiştir. İyilik yapanlara müjde et."

Bu kurban kanını sürmek geleneği günümüzde de görülüyor. Özellikle otomobil alanların tekerleklere kurban kanını sürmesi, kurban kanının alına sürülmesi vs. uygulamalar putçuluk döneminden kalan adetlerdir.

Kurban bayramı günlerinde getirilen tekbirler “teşrik tekbirleri” diye isimlendirilmiştir.
“Teşrik” İslam öncesi dönemde kesilen kurban etlerinin kızgın kayalara serilmek suretiyle güneşte kurutulmasına denilmektedir. Böylece hacılar, hacda kesilen kurban etlerini güneş ve taşlar üzerinde kurutarak sonraları yemek üzere kendileri için saklamışlardır.
Yıllarca dünyada bir çok ülkede açlık çekilirken Hac’da kesilen kurban etleri telef oluyordu.
Son yıllarda yoksul ve ihtiyaç sahibi ülkelere kurban etlerinin bir kısmı sevk edilmeye başladı. Buna rağmen sevk edilemeyen tonlarca et ziyan olmaya devam ediyor.

Hac’da saçların tıraş edilmesi de putperest dönemin adetlerindendir. Bu adetle hem kirlilikten kurtulunduğuna, hem de kesilen her saç telinin kurtulunan bir günah olduğuna inanılır.

KİBELE | KIBLE VE HACERÜ'L ESVED TAŞI

Yazan: Skocax
MWG, din, islamiyet,Kybele, Kibele, Hacerü'l Esved, Hacerül Esved taşı,Hacerül Esved hadisleri , İbn Mace, İbn Tirmizi, Heysemi, İslamda Paganizm, Kabe, İslamda pagan gelenekleri,

KONYA’DAN KÂBE’YE GÖTÜRÜLEN TANRIÇA KİBELE
VE HACERÜ'L ESVED TAŞI


Hacerü'l Esved taşı; Kâbe’nin güneydoğu köşesine İsmail ve İbrahim peygamber tarafından yerleştirildiği söylenilen siyah, parlak ve içi oyuk taştır. İslam kaynaklarında cennetten çıkma bir taş olduğu kabul edilir. Tavaf yapılırken yani Kâbe çevresinde dönülürken başlangıç noktası bu taşın olduğu yerdir. Aslında gökten düşen bir taştır ve Kâbeye Hicaz dışından getirilerek İslam öncesi Kureyşliler tarafından putlaştırılmıştır. İlk görünümü insan şeklinde ve daha parlaktır. Zaman içinde bu taş zarar görmüş, bir saldırıda Kâbe yıkılırken temellerinin içinde kalmış, bir yangında parçalanmış ve Kâbe’nin yeniden yapımı sırasında bulunup Kâbe’deki eski yerine konulmuştur.

İslam yazılı kaynaklarına göre; Allah ruhları yarattığında “Ben sizin rabbiniz değilmiyim?” diye sorup, bütün ruhlar “Evet sen bizim rabbimizsin” dediklerinde; Allah’la ruhların bu anlaşmasının Hacerül Esved taşının içinde olduğu kabul edilir. Bu yüzden Kâbe’yi tavaf yapanlar ellerini kaldırıp “Allhuekber” diyerek saygı gösterirler ve sonra da ellerini bu taşa sürer, taşın oyuğu içine kafalarını sokarak öperler. Böylece insanlar ruhlar âleminde ruhlarının Allah’a verdiği sözü yeniden onaylamış olurlar. Hadislere göre hem Muhammed hem Ömer bu taşı öpmüşlerdir. Yine hadislere göre; bu taş, bu işlemleri yapanlara ahret gününde tanıklık yapacak ve günahların silinmesini sağlayacakmış.(Ezrakī, I, 324; Süheylî, II, 273. İbn Mâce, “Menâsik”, 27; Tirmizî, “Ḥac”, 113).

Örnek bir hadis:
İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) Hacer-ül Esved hakkında şöyle buyurmuştur:
"Allah kıyamet günü Hacer-ül Esved’i mahşer yerine getirecektir, ve onun iki gözü olacak onlarla görecek
bir dili olacak onunla konuşacak ve kendisine istilam edenlere şâhidlik yapacaktır."
[Tirmizi, Hac, 113]

Hacerü'l Esved taşı ile ilgili bazı sorulara yanıtlar vererek konuya açıklık getirmeye çalışalım.

Bu taşın aslı nedir? Kâbe’ye getirilmeden önce hangi dinin sembolü ve putuydu? Nereden getirilip Kâbe duvarına konularak putlaştırılmıştır. Kâbe’de bulunan öteki putlardan bir ayrıcalığı var mıydı? Muhammed Kâbe’deki bütün putları kırdırdığı halde Hacerül Esved taşını neden kırdırmadı?

Bazı mitolojik kaynaklara göre; ilk Sibel dini Frigya’da doğmuştur. Herodot ve Strabon’a göre Frigya bölgesi; Ankara, Afyon, Eskişehir, kısmen Konya, Isparta, Burdur’un kuzey kesimleri, Kütahya’nın batısı ile sınırlıdır. Sibel dininin ilk ana tanrıçası Kibele’dir. Kibele ay tanrıçasıdır ve güneş tanrısı ile cinsel ilişkiyi, dolayısıyla üreme ve bereketi temsil eder. Eski toplumlarda kadınlar aybaşı kanlarını, erkekler spermlerini bu taşa sürerek üreme ve bereket için ayin yaparlardı. Kibele (Cybele) olarak yazılan ana tanrıçanın adı çeşitli dil ve lehçelerde değişiklik gösterir. Sibel, Sibele, Kübel, Kübele, Kivele, kebele, Kevele, Hübel, Uzza… ( Kitabı Esnam- sa.28) Bu yeryüzü tanrıçasının ismi daha pek çok isimlerle değişik kültürlere, değişik yerlere ve Sibel ardılı dinlere girerek kutsallaştırılmıştır. Hacerül Esved taşı da bu Sibel inancının ana tanrıçası olarak dini motiflerde yer alır. M.Edom bu tanrıçanın ilk adını bulunduğu dağdan yani Kibele-Kevele (Cybele) dağından aldığına vurgu yapmıştır. Mitolojik adı Cybele olan dağ Konya’dadır. Şimdilik 10 bin yıl öncesinin kalıntılarının bulunduğu Konya- Çatalhöyük kazılarında çok sayıda Kibele yontuları bulunmuştur. Sarkık memeli, çoğu zaman kucağında bebek olan, iki yabani hayvanın koruduğu doğum koltuğunda oturan Kibele ana yontularının çoğu Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenmektedir.

Ünlü tarih uzmanı merhum İbrahim Hakkı Konyalı, Sibel dininin ilk tapınağının Palatino dağının tepesinde değil, Konya’daki Kevele- Cybele- Kibele dağı üzerinde olduğunu yazarak; Hacerül Esvet taşının bu dağa düşmüş bir göktaşı olduğunu, Romalılar’ın bu taşı Şam’a götürdüklerini, Şamdan Hicaza götürüldüğünü kaynaklarıyla anlatır. Yazar, yıllar önce uluslar arası bir toplantıda bunları açıklamıştı, ama unutulup gitti, yeniden gündeme getiren de olmadı. İbrahim Hakkı Konyalı, Dr.Dozi ve M.Edom’u kaynak gösterir. Dr.Dozi, miladi üçüncü yüzyılın ilk yarısından beri Hacerül Esved’in Kâbe’de Kureyşlilerin bir tanrısı olduğunu yazar. (Tarihi İslamiyet- cilt:1- Sa.10) Oysa İbni Kelbi Hacerül Esved’in yani Hübel’in Kâbe’ye getirilişinin daha öncelere dayandığını yazarak konuya açıklık getirir. “Bu put insan şeklinde ve kırmızı akikten yapılmıştı. Amr İbni Luhay isminde bir Arap reisi hastalandığı için Şam’daki Belka kaplıcalarına gitmişti. Burada Şamlıların Sibel’e taptıklarını görmüş, put ve tapınış şekli hoşuna gittiği için bir Hübel heykeli satın alarak Hicaz’a götürmüştür.” (Kitabül Esnam- sa:28)

Hübel’e tapınıp ve Kâbe çevresinde dönmenin İslamdan çok önceleri var olduğu biliniyor. Tarihçilerin yazdıklarına göre; “Hübel’in ismi Kuran’da hiç geçmez. Kybelenin Arap kültüründeki yansıması olarak Kybele’den dönüşüp Hübel halini almıştır. Bu yüzden de Anadolu’nun baş tanrıçası olan ay, Hübel’in simgesi olmuştur. Yalnız Kybele’nin simgesi, ana tanrıçaya tapan toplumlarda gebe halindeki dolunayken, baba tanrıya tapan topluma ait Hübel’de bu simge tıpkı Grek Artemis’indeki gibi gebe olmayan, bakire olan hilaldir. Mekke’ye getirildikten sonra, Anadolu ve Arap halkları tarafından Kâbe’nin yönünü göstermesi için söylenen “kıble” kelimesi de Kybele’den türemiştir ve Arap topraklarında Kybele’ye tapanlarınen önemli ibadet biçimi, heykelin bulunduğu Kâbe’nin etrafında dönmektir.”

Yeri gelmişken bir ek bilgi verelim. Romalılar ile Kartacalılar arasında yapılan Pön savaşlarında Roma senatosunun kararıyla bu parlak taş Roma’nın ilk kurulduğu yer olan Palatino tepesine götürülerek, Kibele adına yapılan tapınağa konulur. Ayrıca bugünki Vatikan’da Aziz Petrus Bazilikası’nın olduğu yer daha önce Kibele tapınağıydı.

Kibele’nin en az 8 bin yıllık bir geçmişi olduğu biliniyor. İÖ. 6000 yılları Konya-Çatalhöyük’ün ana tanrıçası Kibele, 4000’li yılları ise İnanna adıyla Sümerler sahiplenir. Sonra antik Mısır’a İsis olarak gider, Akadlar’da İştar, Fenikeliler’de Astarte olur. Hititler’de Kibele aynı zamanda Kubaba ismiyle anıt yazılara geçer. Hurriler, Hattiler’de (Ön Hititler) Kibele’ye tapınmışlardır. Hellenler, Romalılar da Kibele’yi kendilerine uydurarak Venüs- Afrodit, Artemis, Magna Mater gibi isimler verdiler. Hatta Hindistan ve başka yerlerde Kâbe benzeri kutsal binalar ve Karataşlar bulunmaktadır. Hinduların ibadet ve tapınmaları, kutsal hac ziyaretleri birebir İslamlıkla aynıdır denilebilir. Halikarnas Balıkçısı C. Şakir Kabaağaçlı Anadolu Efsaneleri ve Anadolu Tanrıları isimli yapıtlarında inanç, din, tanrı ve tanrıçaların Anadolu kökenli olduklarını anlatır. Daha pek çok tarihçi ve yazarlar hemen hemen bütün inanç ve kültürlerin Anadolu’dan beslendiğini çok iddialı bir şekilde ortaya koyarlar.

Bakınız şimdi; İslam adına kutsallaştırılmış, cennetten gelmiş, içinde Allah’la ruhların sözleşmesini barındıran, her el sürüp öpene tanıklık edip, ahrette kişinin günahlarının silinmesini sağlayacağına inanılan Karataş- Hacerül Esved’in başına gelenleri görüyor musunuz? İslamla uzaktan yakından ilgisi olmayan bir gök taşının nasıl tanrıça yapılıp, putlaştırıldığı ortadayken; Kâbe tavaflarında Müslümanların bir puta taptırıldığını görmek gerçekten acıdır. Okunsun anlaşılsın diye insanlara gönderilen Kuran’ı anlayıp-sorgulayan olmadığı için Müslümanlar puta taptırılmaktadır. Anlayarak- sorgulayarak Kuran okuyanlarsa deist ve ateist oluyorlar. Çünkü Kuran ve öteki kitaplar ve dinler insan aklıyla alay edercesine çelişkilerle doludur.

Muhammed peygamber olmadan önce de Hacerü'l Esved taşının büyük kutsallığı vardı. Kâbe tavafı sırasında bu taşa tanrı gibi tapınılmaktaydı. Mekke’de her kabilenin tanrılaştırılmış bir putu bulunuyordu. Hacerü'l Esved taşı da Muhammed’in soyu olan Haşimoğullar’ının tanrılaştırılmış putuydu. Muhammed peygamberliğini açıkladıktan sonra, Mekke’nin işgali sırasında Kâbe’deki bütün putları kırdırdı ama Hacerül Esvet taşına dokunmadı. Çünkü ataları bu taşa tapmışlardı, kendisi de tapıyordu ve İslamlıktan sonra da bu taşa tapınmayı sürdürdü. Halen günümüzde bile bu tapınma sürmektedir. TDV İslam Ansiklopedisi’nde ve başka İslam kaynaklarında öteki putlar gibi Hübel ve Uzza putunun kırıldığı yazılıyorsa da konuya ilişkin bir açıklık yok. Çünkü Kibele önceleri insan şeklindeydi, Kâbe’ye getirildiğinde bir kolu kırılmıştı. Kol yerine takıldı, ama daha sonra Hacerül Esvet yukarıda kısaca anlatılan olaylardan sonra paramparça oldu. Bu parçalardan kalanlar gümüş koruma içinde saklanarak kadın cinsel organına benzeyen küçücük bir parça kaldı. İslam Ansiklopedisi yazarı ve başka yazarlar Hübel ve Uzza putunu ayrı birer put olarak görmüş olmalılar ki kırdırıldığından söz ediliyor. Oysa Hacerül Esvet ve Hübel ile Uzza aynı taş, aynı puttur. İslam öncesi Arap Paganlar(Müşrik) Hacer'i Esved'in Güneş Tanrıçası Uzza'nın vajinası olduğuna inanıyorlardı.

Bu konuda yüzlerce kaynaktan yalnızca birkaçını kaynak olarak gösterdik. Şimdi, Müslüman kardeşlerimiz lütfen bir kez daha düşünsünler. Her şeye karşın kutsallıklarına inanmayı sürdürürlerse diyeceğimiz bir şey yok. Herkesin neye inandığı bizi hiç ilgilendirmez. Ancak inanılacak kutsal bir şey arıyorsanız; bilerek, tanıyarak, sorgulayarak ve isteyerek inanınınız.

Hacerül Esved Hadisleri

Abdullah b. Ömer’in naklettiğine göre Hz. Peygamber bir defasında dudaklarını Hacerü'l Esved’in üzerine koyarak uzun süre ağlamış, daha sonra dönüp Ömer’in de ağladığını görünce şöyle demiştir: “Ey Ömer! Göz yaşları burada dökülür” (İbn Mâce, “Menâsik”, 27).

Hz. Ömer’in de Hacerü'l Esved’le ilgili olarak, “Allah’a andolsun ki senin zarar veya fayda vermeyen bir taş olduğunu biliyorum; eğer Resûlullah’ı seni istilâm ediyor görmeseydim ben de seni istilâm etmezdim” dediği bilinmektedir. (Buhârî, “Ḥac”, 57; Müslim, “Ḥac”, 249-250).

Diğer bir rivayette ise Hz. Ömer’in Hacerü'l Esved’i öptüğü ve “Resûlullah’ı seni öperken görmeseydim seni öpmezdim” dediği kaydedilmektedir. (Buhârî, “Ḥac”, 60)

Tavafta başlama noktasını gösterme şeklindeki pratik faydası yanında Hacerü'l Esved’in bir de sembolik anlamı olup kaynaklarda bununla ilgili birçok rivayete yer verilir. Hz. Ali’den nakledildiğine göre Hacerü'l Esved, bezm-i elestte Allah’ın bütün insanlardan kendisini rab olarak tanımaları yönünde aldığı sözü (bk. el-A‘râf 7/172) içinde taşımakta olup ondan, bu ahde vefa gösterenler lehinde kıyamet günü şahitlikte bulunması istenecektir (Ezrakī, I, 324; Süheylî, II, 273).

İbn Abbas’tan rivayet edilen bir hadiste, Allah’ın kıyamet günü Hacerü'l Esved’i getireceği ve onun da hak üzere kendisini istilâm edenlere şahitlikte bulunacağı belirtilmiştir (İbn Mâce, “Menâsik”, 27; Tirmizî, “Ḥac”, 113).

Diğer bir hadiste de, “Hacerü'l Esved’e dokunan kimse rahmanın eline dokunmuş gibidir” denilmiştir (İbn Mâce, “Menâsik”, 32; Müttakī el-Hindî, XII, 219).

Kütüb-i Sitte dışındaki bazı hadis kitaplarında Hacerü'l Esved’in yeryüzünde Allah’ın sağ eli olduğu, onun vasıtasıyla kulları ile musâfaha ettiği, Hacerülesved’e dokunanın Allah’la biat etmiş olacağı (Heysemî, III, 242; Müttakī el-Hindî, XII, 215, 217),
Hacerülesved ve Rüknülyemânî’nin ahde vefa üzere kendilerini istilâm edenlere kıyamet günü şahitlik edeceği (Heysemî, III, 242; Müttakī el-Hindî, XII, 219) şeklinde birtakım rivayetler yer almaktadır.

Süheylî, aslında beyaz olan Hacerü'l Esved’in işlenen günahlar yüzünden karardığına dair hadisi (Müsned, I, 307, 329, 373; Tirmizî, “Ḥac”, 49) yorumlarken Hacerü'l Esved’de saklı ahdin insanın tevhide dayanan aslî fıtratı olduğunu, her insanın bu ahd ve fıtrat üzere doğduğunu belirtir ve Hacerülesved’in kararması ile, ahde ve fıtrata aykırı davrananların bu ahdin mahalli olan kalplerinin kararması arasındaki benzerliğe dikkat çeker (er-Ravżü’l-ünüf, II, 275). Hacerülesved’in Kâbe’de meydana gelen yangınlar (Ezrakī, I, 65) veya Câhiliye devrinde müşriklerin sürdükleri kan sebebiyle (Fâkihî, I, 92; Fâsî, I, 315) karardığına dair görüşler de bulunmaktadır.

“Allah’a yemin ederim ki, Cenab-ı Hak kıyamet gününde O’nu gören gözleri ve konuşan dili olduğu halde kendisine ihlas ile el sürüp öpen kimsenin cennetlik olduğuna şahit olarak diriltecektir”: “Hacer-ül esvedi hayırlı işlerinize şahit yapın. Çünkü o, kıyamette şefaati reddedilmeyen bir şefaatçidir. Dili ve iki dudağı olacak ve ona elini sürene şahitlik yapacaktır.” [Taberani]

“Kıyamet gününde Hacer’ül Esved getirilecek konuşan bir dili bulunacak ve kendisini selamlayan herkesin mü’min ve muvahhid olduğuna şehadet edecek. Vallahi Allah, onu Kıyamet gününde gören iki gözü ve konuşan bir dili olduğu halde diriltecektir de kendisini hakkıyla istilâm edenler hakkında tanıklık edecektir” (Tirmizî)

Bu hadisler kara taşın şefaat edebileceğini söylüyor, yani cennete girmelerini kolaylaştıracakmış insanların. Müşriklerin inançları da aynıdır.

"Kendisini hak ile istilâm eden için tanıklık edecektir O, mahlûkatıyla musâfaha eden Allah'ın sağı (sağ kolu) dır" [Taberânî]

"Allah ile müsafaha etmek (tokalaşmak) isteyen, Hacer’ül Esved’i istilam eylesin"
"Hacer’ül Esved yeryüzünde Allah’ın yeminidir, yani sağ koludur. Kişi kardeşiyle müsafaha ettiği gibi Allahu Teala da onunla, insanlar ile musafaha eder"
[Müslümanlıkta ibadet Tarihi, Tahir-ül Mevlevî, 2. baskı sh: 165]

“Hacer-ül Esved, Cennet taşlarından bir taştı. Yeryüzünden Cennet taşlarından ondan başka hiçbir taş yoktur. Billur taşları gibi beyazdı. Eğer ona Cahiliyet kirinden bir şey bulaşmasaydı, elini süren her hasta mutlaka iyileşirdi.” (Taberânî)

ÖMER'İN KULLANDIĞI İFADELER AYNEN AYETTE YER BULUYOR

AY, din, islamiyet, Kuran, Kur-an, Bakara Suresi, Kabe,İbrahim makamı,Kabe yanında İbrahim makamı, Ömer'in Muhammed ve Kur-an'a etkileri, Ömer'in sözü sonrası ayet inmesi, Hz Ömer,
Bakara Suresinde geçen bir ayette; "İbrâhim makamını bir namaz-dua yeri edinin!" Deniliyor.
Bilindiği gibi Kâbe'nin hemen yanında İbrahim makamı diye bir yer vardır. İşte orda namaz kılmanın dua etmenin bir ayrıcalığı vardır. Kur-an'da. Bu ayetin iniş/oraya atılış hikayesine bir bakalım

Ömer üç konuda ben Allah'a muvafakat ettim/benimle Allah aynı şeyi söyledik: bunların biri, 'Makam-ı Ibrâhim'dir diyor ve şöyle açıklıyor: Ben bir gün Muhammed'e 'Biz ibrâhim peygamberin kâbe içindeki makamını namazgâh/dua yeri edinsek ne güzel olur' dedim. O sırada Muhammed, Ibrâhim makamından bir namazgâh/dua yeri edinin' ayetinin indiğini söyledi diyor.

Burada hem Ömer'in isteği ayetle yanıt buluyor, hem de kullandığı ifadeler aynen ayette yer buluyor. Ömer'in kullandığı kelimeler ayette neredeyse aynıdır. Tüm bunlar olduğu gibi ayette var. Birçok örnekte olduğu gibi burada da hem içerik, hem de cümlede ki kelimeler Ömer'e aittir. Allah sadece onay vermiştir.

Kaynaklar:
Buhari: Namaz bölümü, ban 32/402 ve Tefsir bölümü, Bakara suresi bab 9/4483.
Sahih-i Müslim, Fedail bölümü, Hz. Ömer kısmı, bab 2/23399
Tirmizi, tefsir bölümü, Bakara suresi, bab 2/2959-60.
Ahmet b. Hanbel, Müsned, Ömer kısmı no:157,160 ve 250.
İbni Mace, Namaz kısmında bab 56/1009.
İbn-i Hacer Askalani, el-Uccab, s,192 Bakara 125 açıklaması
Taberani, Mucem-i Sağir, c.2/38

KADIN, ŞEYTAN TAŞLAMA VE DİN

MT, din, islamiyet, Şeytan taşlama, İslam ve putperestlik, Şeytan taşlama putperestlik, Kabe kadın taşlama yeridir, Hac, Kabe, İslamda kadın, Din kadınları cahil bırakır, Recm, Kabe kadın sığınma yeriydi, Hac nedir? Kız çocukları öldürüldüğü içinmiş, köleliği kaldırmak içinmiş bilmem ne bilmem ne. Yaw he he.
Özellikle kadın arkadaşlardan böyle bir başlık attığım için beni bağışlamalarını rica ediyorum. Dinde recm cezasını bilirsiniz. Hala İslam ülkelerinde kullanılan vahşi bir metodoloji den bahsediyorum. Ülkemizde de eğer farkındaysak uygulamak isteyen gerici, akıl yoksunu var.
Kadına Şeytan benzetmeleri ve benzer bir çok deyim kadını şeytan gören bir zihniyetten bahsediyorum. Neredeyse eşya gibi, bide namus kavramı (ayrıca yazacağım) sankim erkeğin mali, iradesiz ve erkek egemenlerin hizmetkarı olarak belirlemiş din.
Birey Bundan dışarı çıkmaz, isyankar ve Özgür ruhlu olmazsa.

Her birey bu oynanan oyunun içindedir. Herkes sorumludur.
Annemiz, eşimiz, kızımız, kız kardeşimiz ve hepimiz doğal haliyle dünyaya gelen birer varlığız! Hiç birimizin diğerinden üstünlüğü yoktur! Bu yüzden Bir birimizin yaşam hakkına saygı duymak zorundayız! Çünkü biz insanız.
Adem hava olaylarını bir çok arkadaş değinmiş ben hiç girmeyecem. Ve daha ilk başta bir hata olduğunu belirterek yola çıkmalıyız.

Kabe (hac) ziyareti sırasında şeytan taşlama kuralıda var.
Bakın tevaf ederken yaşlılar (son zamanlarda gençler de popüler olmaya başladı) oradaki şeytan değilde bir kadın taşlama yeri olduğunu tahmin bile edemez.
Hacdan yeni dönen yaşlı dayımın anlatımında inanılmaz bir rahatlık ve öz güveni vardı! Çok sevinmişti şeytanı/kadını taşladığı için, gariban. Bunun bir ticaret ve politik kısmına hiç girmiyorum! Matematiği iyi olan bir arkadaş bize bilgi verebilir, uluslar arası organizasyonlar falan, ve milyonların içinde bulunduğu bir yapılanma.

Neyse, şimdi recm konusuna gelelim! O dönem (dinin kurumsallaşma dönemi) Araplarda, bazı bölgelerde daha kadın tam baskı altına alınmamıştı.
Yavaşça kurumsal olan bu erkek egemen zihniyet Ahtapot gibi beynin tüm insani fonksiyonel bilgi merkezini cehaletle doldurarak, bazende ruhsal gıdayı (Tanrı mistiği) sunarak yönetimini kurar.
Baskılar diz boyu, bazı kadınlar bunu kabullenmek zorunda değillerdi, nede olsa Hatice gibi bir ticaretçi kadın yetiştirmiş ahlak anlayışı var. Kadınlar bunun bilincinde. Öyle basit değil hemen yukarıdan iki satır geldi hadi bunu uygula, bir alt yapı lazım neredeyse bir nesil/ömür değişti bu dönemde.

Bu tür baskıların kadın özgürlüğü için kabullenmesi elbette imkansız.
Sadece ülkemizdeki dini kurumlara bir baksak yeterli bir örnektir! Çünkü o yönetimdir bunu uygulayan. O yüzden yönetim kesinlikle laik ve seküler olmalı.

Bugün şeytanın taşlandığı yer bir kadın sığınma yeri idi.

Bir kadın, kocasının baskılarına dayanmaz ve ev benzeri bir yerde yaşamaya karar verir, aslında bir tür sığınma yeri.
Ve derken birileri toplumu galeyana getirip o kadını recm (taşlama) ile vahşice cezalandırır. İşte o günden bir güne oradaki taşlanan kadın şeytana büründürülmüş olarak ta bu noktaya gelir! Madımak olayına benzer! Eğitimli olmayan toplumlar bu tür galeyana gelmeye müsaittir.
O dönemde erkeğin ben merkezci yapısı da müsait, baskıcı bir siyasi din gelişmekte idi.
Ve sonuç ortada.
Din önce kadını cahil bıraktı, ardından köleleştirdi, eşya gibi kullandı, isyan edene de taş attı.
Basit, çok değil 10,15 yıl bir yönetim, dinin para ettiği yerlerde toplumu nasıl değiştirdiğini bilmemek kör olmaktır! O, toplumu öyle bir rezil eder ki, bugünkü yönetimler açık bir delildir, 1400 yıl öncesine gitmeye gerek yok! Şeytana ve kadına aynı taş atılmıştır.

Açıkça ya DİN insan haklarına uyar, ya insan dinin yasalarına uyar.
(Not, benden belge istemeyin, bana da Ateş bilgi veriyor)

Yazan: Metin T.

ALLAH SÖZCÜĞÜNÜN KAYNAĞI VE AKADEMİSYENLER

A, Akademisyenlere göre Allah sözcüğü, Allah, Allah ay Tanrısıdır, Allah sözcüğünün kaynağı, Arap putperestlerin ay Tanrısı Al-ilah, din, islamiyet, Kabe, tanrı, Yaratıcı,
Birçok insan Allah ne demek? diye düşünüyor çoğu zaman. Allah sözcüğünün kaynağı, kökenleri hakkında akademisyenlerin açıklamalarını sizlerle paylaşmak için bu makaleyi hazırladım.

"ALLAH" SÖZCÜĞÜNÜN KAYNAĞI HAKKINDA AKADEMİSYENLER NE DİYOR?
Kara taşın (Hacerül Esved) herhangi bir özel tanrı ile bağlantılı olduğu söylenemez. Kabe'de, Mekke ve Kabe Tanrısı olarak da bilinen Tanrı Hubal'ın heykeli vardı. Bilgin Leone Caetani Kabe ve Hubal arasındaki bağlantıya büyük önem verir. Kabe içindeki ya da Kabe'deki tek idolün Kara Taş olduğundan emin olunabilir. Bunların yanında 360 putun arasında birkaç özel ilah ve ilaheden bahsedilmektedir. (İslam İlk Ansiklopedisi, E.J. Brill, 1987, İslam, sayfa 587-591)

"Kuran ayetleri, Allah'ın cahiliye ya da İslam öncesi Arabistan'da var olduğu anlamına geldiğini belirtir. Bazı putperest kabileler, 'Allah' olarak adlandırılan ve cennet yaratıcısı olduğuna inandıkları bir Tanrıya inandılar ve toprak sahibi olan bu Tanrı Tanrıların hiyerarşisindeki en üst kademeye sahipti. Arap kabilelerin 'Evin Efendisi' olarak (yani Kabenin) seçtikleri Allah'a inandıkları bilinmektedir; ... Dolayısıyla Kuran'ın Allah'a bakışının tamamen yeni olmadığı açıktır " (Kuran'ın İçeriği İçin Bir Kılavuz , Faruk Şerif, (Reading, 1995), s. 21-22., Müslüman)

El-Masudi (Murudj, iv. 47) ye göre bazı insanlar Kabe'yi güneş, ay ve beş gezegene ayrılmış bir tapınak olarak görüyorlardı. Kabe'nin etrafında yerleştirilmiş 360 putda bu yöndeydi. Bu nedenle bir astral sembolizmin var olduğunu inkar etmek neredeyse imkansızdır. ( İslam İlk Ansiklopedisi, EJ Brill , 1987, İslam, sayfa 587-591)

Kuran'ın kendisinde şahit olduğumuz Allah İslam öncesi Arabistan'da da çok iyi biliniyordu. Nitekim Kuzey Arabistan'da bulunan Theophorus yazıtlarında hem o hem de kadınsı biçimi Allat bulunmaktadır. ( İslam: Muhammed ve onun Dini , Arthur Jeffery, 1958, s. 85)



Gördüğünüz gibi Allah ne demek? diye soranların çoğu, aynı tanrının Mekke'de daha önce var olduğunu, putperest insanların İslam öncesinde ona taptıklarını bilmiyorlar. Diğer akademisyenlerin araştırmaları ile devam edelim.

Mekke'de Allah isimli bir Tanrı vardı. O bütün yerel Tanrıların en güçlüsü olan, her Mekkeli'nin ihtiyaç duyduğu zaman dua edip sığındıkları bir güçtü. Ancak her zaman var olmuş olan Allah putu diğer Tanrılara göre daha güçsüz ve Tanrı olmaktan uzaktı. Ancak Muhammed döneminde güçlendi. Ay kabilesinin taptığı putlardan üç güçlü Tanrıçayı alaşağı etmek için Kabe'nin efendisi olarak Ay Tanrısının yerine geçti: El-Manat, kader Tanrıçası, Al-Lat, Tanrıların annesi ve Uz-Uza Venüs gezegeniydi. ( İslam ve Araplar , Rom Landau, 1958 s 11-21)

Görülüyor ki Muhammed Mekke'de vaaz etmeye başladığında Allah bilinmeyen ve de önemsiz bir Tanrı değildi. Aynı derecede kesin olan şey Kuran'ın küçümsediği diğer şeyleri (Tapınağını paylaşan diğer Tanrı ve Tanrıçalar) Allah'ın aldığıdır. Barbarlık Çağındaki putperestlerin atasözlerindem şanlı sözlerinin 103.son fıkrası şöyleydi, "İşte buradayım ey Allah'ım; Sahip olduğun bir eşin dışında hiçbir ortağın yok; Ona ve herkese sahipsin." Bu şimdiye kadar gördüğümüz şeylerin, Mekke'de "Yüksek Tanrı" olarak tanınmasının Hristiyanlığa doğru yükselen bir eğilim olduğu görüşünü yansıtabilir. Ancak yerine tek dedikleri yeni ilahlarını koyan Müslümanlar için bu yeterli değildi, bir süre sonra Allah'ın eşi de ortadan kalktı: "İşte buradayım ey Allah'ım; Senin eşin yoktur; övgü ve lütuflar sana ve imparatorluğunadır; Senin ortağın yoktur. " (Hac , FE Peters, p 3-41, 1994)

Allah'a Mekke'deki kabede ibadet edildi ve muhtemelen o yerde bulunan ünlü Siyah Taş ile temsil ediliyordu. ( Dünya Dinlerinin Arkeolojisi , Jack Finegan, 1952, s482-485, 492)

İslam'ın başlamasından önce bu üç tanrıça Allah'a kız çocukları olarak ilişkilendirilmiş ve hepsine de Mekke ve çevresindeki diğer yerlerde ibadet edilmiştir. ( Dünya Dinlerinin Arkeolojisi , Jack Finegan, 1952, s482-485, 492)

Mekke'de tek Tanrılık olmasa da, Allah (İlah, Tanrı) bir baş tanrıydı. Bu eski bir isimdi. Biri Güney-Ula'da, bir diğeri Sabae'de bulunan bir tehdit olan, ancak beşinci yüzyılın Lihanit kitabelerindeki iki Arapça yazıtta görülür. Lihyan Tanrı'yı Suriye'den almıştır. Arabistan'daki bu Tanrıya ibadet eden ilk merkezdir. Adı İslam'dan 500 yıl öncesindeki Safa yazıtlarında ve ayrıca Suriye'nin Jimal şehrinde bulunan ve altıncı yüzyıla atfedilen İslam öncesi Hristiyan bir Arapça yazıtta "Halla" olarak geçmektedir. Muhammed'in babasının adı 'Abd-Allah'tır (Abdullah, köle veya Allah'ın kulu). Allah'ın yaratıcı ve güç sağlayıcı olarak eski Müslüman Mekkeliler tarafından anıldığı ve özel tehlike dönemlerinde yardım istenecek kadar özel yeri olduğu, 31: 24, 31 gibi pasajlardan anlaşılmaktadır; 6: 137, 109; 23: Şüphesiz o, Kureyş'in kabile Tanrısıydı. (Arapların Tarihi , Philip K. Hitti, 1937, s. 96-101)

Muhammed inancını bildirdiğinde: 'Allah'tan başka hiçbir İlah yoktur' diye yeni bir Tanrı'yı tanıtmaya çalışmıyordu. Putperest vatandaşları bu ilahi gücü zaten biliyordu ve kabul ettiler. Allah adı hem yazıtlarda hem de Allah'ın kulu olan Abd Allah gibi bileşik isimlerle Hz. Muhammed zamanından önce kullanılıyordu. 'Gökleri ve yeri kimin yarattığını ve güneşe ve aya yasalar koyanı sorarsan kesinlikle Allah'tır diyeceklerdir. (Sure 29, 6 1 ve 63).
Putperestler aşırı tehlikede özellikle de denizde iken Allah'a sığınıyorlardı (29, 65, 31, 31, 17, 69). Ancak yine arazide olduklarında ve güvende olduklarında Tanrısal şerefleri diğer varlıklar ile paylaşıyorlardı. Allah'ın insanlara belli emirler vermesi gerekiyordu (Sura 6, 139 ff) ve insanlar en kutsal yeminleri onun adına ederlerdi (Zira Surat 3, r, 40; 16, 40). Böylece Allah'a hak ettiği gibi ibadet edilmese de Allah'ın kültü tamamen ihmal edilmemiş oluyordu. Allah'a ve diğer tanrılardan (6, 137) kendilerini koruması veya tahıl ve sığırların ilk meyvelerini vermesini sağlaması istenirdi. Fakat her şeyden önce Allah Kabe'nin efendisi olarak görüldü Orta Arabistan'ın en kutsal kültüne adanmış olan Tanrıydı. En eski Surelerden birinde Muhammed kabilesine Kureyşlileri iki yaşındaki ticaret karavanının donatılmasına izin veren ve onlara önem veren bu evin Rabbine ibadet etmeye çağırıyor ve onların güvenlik içinde yaşamalarına izin veriyordu. Kendisi ile ilgili olarak, 'Evin Efendisi' yani Kabe'ye (Ka'ba) ibadet etme emrini verdiğini söylüyordu. Öyle görünüyor ki Peygamber ve halkı Kabe ayini aracılığıyla ibadet edilen Allah'ın aynı Allah olduğu konusunda tamamen hemfikirdir. Kendisi ile ilgili olarak 'Evin Efendisi' yani Kabe'ye ibadet etme emrini verdiğini söylüyor. (Muhammed: Adam ve inancı , Tor Andrae, 1936, Theophil Menzel tarafından çevrildi, 1960, s13-30)

İslam'a karşı erken Hristiyan savunucularından biri olan El-Kindi, İslam ve onun tanrısı Allah'ın İncil'den değil paganizmden geldiğini belirtti. Hristiyanlar Ay-tanrısı ve onun kızları el-Uzza, el-Lat ve Manat'a tapınmadılar. (Erken Hristiyan-Müslüman Tartışmalar 3, ed. NA Newman, Hatfield, PA, IBRI 1994, ss tarafından .357, 413, 426).

Muhammed'in babası Abd Allah'ın ("Allah'ın kulu") seçilmesinden önceki günlerde, yalnızca" Tanrı "(İlah) olarak adlandırılan bir Tanrı kültü güney Suriye ve Kuzey Arabistan'da biliniyordu ve açıkçası Mekke'de merkezi bir önemi olan ve Ka'bah (Kabe) diye adlandırılan bina tartışmasız şekilde onun eviydi. Aslında Müslümanlar bu noktaya kesin olarak işaret ediyor: Mekke'nin en büyük kabilesi olan Kureyş Muhammed tarafından Allah'a inanmaya çağırılıyordu. Bu Allah'ın Mekke'de sadece bir tanrı olarak değil Mekke tanrılarının en güçlüsü ve başı olarak yani "yüksek tanrı" olarak kabul edildiği görülüyor. Muhammed Mekke'ye ibadet vaaz etmeye başladığında Kur'an'ın önceden bilinmeyen önemsiz bir Tanrısı yoktu. "(Modern İslam Dünyası Oxford Ansiklopedisi , ed. John L. Esposito, 1995, sayfa 76-77)


"İslam öncesinde Cahiliye Dönemi olarak adlandırılan günlerde Arapların dini Paganizm'di. Kuyular, ağaçlar, taşlar, mağaralar ve diğer doğal cisimler aracılığıyla insan tanrı ile temas kurabilirdi. Mekke'de Allah peygamberin kavmi olan Kureyş'in Tanrısı ve Tanrılarının en yücesiydi. Allah'ın üç kızı vardı: Herkes tarafından en çok saygı gören ve insan kurbanından memnun olan Al Uzzah (Venüs); Kader tanrıçası Manah ve sebze hayatının tanrıçası Al Lat. Hubal ve 300'den fazla kişi bu tanrılar topluluğunu oluşturuyordu. Mekke'deki merkezi tapınak küp şeklinde taş bir yapı olan Kabe'ydi ve sonrasında pek çok kez yeniden inşa edilmiş halde varlığını sürdürmektedir. Bir köşesinde yer alan ve hacıların öptüğü siyah taş muhtemelen bir meteor parçasıydı fakat haccın vazgeçilmez bir parçası haline gelmişti" (Arapla tanış, John Van Ess, 1943, s. 29.)

"İslam'dan önce Arap dünyasının dinleri cinler olarak adlandırılan birçok ruha ibadet etmeyi içeriyordu, Allah Mekke'de ibadet edilen birçok tanrıdan sadece biriydi ancak Muhammed Allah'ı tek Tanrı olarak ilan etti ve ona ibadet edilmesi gerektiğini söyleyerek ibadeti öğretti. (Kısa Felsefe Tarihi , Robert C. Solomon, s.130)

Allah aslen Ay ile ilişkilendirildi ve ayın tanrısı olan Ilmaqah'dan önce gelirdi...
Allat ise Allah'ın kadın muadiliydi."(Klasik Olmayan Bir Mitoloji Sözlüğü , Marian Edwardes, Lewis Spence, Allah, s.7)

Putperest Arabistan'da yüzlerce tanrı vardı; Kabe tek seferde üç yüz altmış yedi kişiyi barındıracaktı. Kuran'da sözü edilenlerin hepsi İslamın içinde al-Uzzah (güç), al-Lat (tanrıça) ve Manah (kader) hakkında en çok saygı gören kişilerdi. Hicaz kabileleri tarafından ibadet edilen üç kadın tanrı Muhammed vaaz vermeye başladığında Allah'ın kızları olarak görülüyordu. Pagan Arabistan'ın en üstün tanrısı olan Allah Arabistan'ın güney ucundan Akdeniz'e kadar çeşitli yoğunlukta ibadetin hedefiydi. Babil'liler için "İl" (tanrı) idi; sonra da İsraillilere "El" şeklinde geçti. Güney Arapları ve bedeviler ona "İlah" olarak tapıyordu. Yahudilik ve Hristiyanlıktaki tek Tanrı kavramları Allah'ın yüzlerce putperest tanrı arasından tek tanrıya dönüşmesini teşvik etti. Dolayısıyla "Allah"ın Müslümanlara Hristiyanlardan ve Yahudilerden geçtiği fikrini kabul etmek için hiçbir neden yoktur. (İslam , İnanç ve Mücadeleler, Caesar E. Farah, s.2-7, 26-35)

Çeviren & Derleyen: Anu