HABERLER
Dini Haber
Kur'andaki çelişkiler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kur'andaki çelişkiler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

RUM SURESİ MUCİZESİ (!) 2

Yazan: Kirpi
K, Rum suresi, Kurandaki mucizeler, Kur'an mucizeleri, Kur'andaki çelişkiler, Rum suresi mucizesi, Dünyanın en alçak yeri, Lut gölü, Mariana çukuru, Büyük çukur, din, islamiyet,

RUM SURESİ MUCİZESİ (!) 2


Bundan önceki yazımda Rum suresi mucizesi yalanını ortaya çıkartmıştım fakat İslamcılar bayağı öfkelenmiş ve benim cümlelerim arasından sözde yanlışlar bularak sahte mucizelerini kurtarmaya çalışmışlar. Youtube'de bahsi geçen makalenin videosu altına şaşırılacak ve bir o kadar da komik yorumlar yapmışlar. Şimdi o yorumların bir kaçına cevap vererek genel İslamcı eleştirilerine cevap vermiş olacağım. İlk yorum şöyle:

Şah ve Mat kullanıcısı
Şimdi ben sana soruyorum Din ve Mitoloji. Diyorsun ki"Muhammed Rumların kazanmasını istediği için "Rum suresini" yazdı. Diyelim ki öyle olsun. Peki ya Rumlar kaybetseydi Muhammed çevresine ve kendine inananlara karşı yalancı duruma düşmüş olmaz mıydı? Neden böyle bir risk alsın ki?

Rumlar kaybetseydi bile bu Muhammed için önemli bir olay olmazdı. En kısa yoldan giderek bu ayeti neshederdi. Bunun örnekleri Kur'an'da zaten mevcut. Hemen bir örnek vereyim:

Enfal Suresi
65 Eğer içinizde sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer içinizde (sabırlı) yüz kişi bulunursa, inkâr edenlerden bin kişiye galip gelirler.
66  Şimdi ise, Allah yükünüzü hafifletti ve sizde muhakkak bir zaaf olduğunu bildi. Eğer içinizde sabırlı yüz kişi olursa iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer içinizde (sabırlı) bin kişi olursa, Allah'ın izniyle iki bin kişiye galip gelirler.

Gördüğünüz gibi 65 ayette 1 Müslüman 10 kafire bedeldir diyor. Bunun üzerine Müslümanlar bir kişi nasıl 10 kişiyle savaşabilir diyorlar ve gaybı bilen Allah 65. ayeti neshederek 66. ayette yanlışını düzeltiyor. Böylece 1 Müslüman 2 kafire bedeldir diyor. Diyanet İşlerinin konuyla ilgili söylediğine bakalım:

Diyanet İşleri Başkanlığı Enfâl Suresi - 65-66 . Ayet Tefsiri
Tefsirlerde bire on savaşma yükümlülüğünün bire iki nisbetine indirilmesi konusunda Bedir Savaşı gibi bazı olaylara atıf yapılmış ve 66. âyetin bir öncekini neshettiğinden söz edilmiştir. İbn Abbas’ın bir yorumuna (Buhârî, “Tefsîr”, 8/6) dayanan Ebû Bekir İbnü’l-Arabî’ye göre (II, 877), Bedir dahil hiçbir zaman sahâbe bire on savaşmamıştır. Bu âyet bir olaya bağlı olmaksızın bir mümine, on düşmana karşı olsa da savaşmasını, bu şart içinde dahi savaştan kaçmamasını farz kılmış, sonra farz olma hükmü kaldırmıştır (savaştan kaçmanın hükmü için bk. 16. âyetin açıklaması). Kurtubî’nin şu açıklaması, İslâm âlimlerinin nesih anlayışları bakımından da ilgi çekicidir: “İbn Abbas’tan gelen rivayet bunun farz olduğunu gösteriyor. Sonra bunun müminlere ağır geldiği sabit olunca farz, bir kişinin iki kişi karşısında sebat etmesi yükümlülüğüne indirildi. Böylece müminlerin yükleri hafifletildi, yüz kişinin iki yüz kişi karşısında kaçmaması farz kılındı. Buna göre, yapılan bir hafifletmedir, nesih değildir ve bu anlayış güzeldir. Maamafih Kadı İbnü’tTayyib, ‘Bir hüküm tamamen ortadan kaldırılmasa bile aslında veya niteliklerinde bir değiştirme yapılmasına da nesih denebilir; çünkü bu takdirde ikincisi, birincinin aynı değildir’ demiştir” (VIII, 45).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri, Cilt: 2, Sayfa: 707-708

Anlayacağınız gibi eğer Rumlar Ninova'da savaşı kaybetseydi bu defa da "onlar iyi savaşmadı, bu yüzden mağlup oldular" diyerek işin içinden çıkardı. Bu arkadaşın başka bir eleştirisine bakalım:

Şah ve Mat kullanıcısı
O zaman Din ve Mitoloji Kur'an'ın Allah'ın gönderdiği bir kitap olduğunu kabul ediyor bu videosunda. Dünyanın en alçak yerinin Lut gölü olduğunu kendisi söylüyor. O halde Muhammed bütün dünyayı gezip tespit mi yapmış? Sureyi o yazdıysa nereden biliyor Lut gölünün dünyanın en alçak yeri olduğunu?

Dünyanın en alçak yerinin Lut gölü olduğunu ifade ettiğimiz için bizim Kur'an'a inandığımızı iddia ediyor. İlk önce makalemde “Lut gölü dünyanın en alçak yeridir” diye bir ifade kullanmışım. Bu hem doğru hem de yanlış. Ayette en alçak yerde savaş yapıldı deniliyor fakat Lut Gölün'ün alçaklığı onun deniz tabanı kısmıdır. Lut Gölü'nün tabanında eskiden insanların yaşadığı düşünülüyordu. M.Ö 1800 yıllarda denizin oluşması sırasında Lut kavminin yaşadığı Sodom ve Gomore şehirlerinin sular altında kaldığı yönünde bir inanç ta mevcut. Rum ve Sasanilerin bu savaşı Sodom veyahut Gamorre şehirlerinden birinde olmadığı için (yani günümüz Ölü denizin tabanında) Kur'an'daki "en alçak yerde savaştılar" ifadesi yanlıştır. Zaten Kur'an'da dünyada en alçak yerde savaştılar diye bir ifade geçmiyor. Sadece en alçakta deniliyor. Bu alçak yerin Lut Gölü olduğunu söyleyen benim. Zira Rum ve Sasaniler Lut Gölü yakınlarında savaş yaptılar. Fakat alçaklık kavramı Lut Gölü'nün kendisi için geçerli, onun etrafı için değil. Kudüs'ün işgali ile sonuçlanan savaş Lut Gölü üzerinde yapılmadığı için Kur'an'ın en alçak diye tabir ettiği yerin burası olmadığını söyleyebiliriz. Dolayısıyla benim önceki yazımda anlatmak istediğim fakat yanlış ifade ettiğim düşüncem budur.

Bu arkadaş yazısının devamında  “O halde Muhammed bütün dünyayı gezip tespit mi yapmış? Sureyi o yazdıysa nereden biliyor Lut Gölü'nün dünyanın en alçak yeri olduğunu?” sorusunu sormuş. Aklı sıra benim Lut Gölü için kullandığım dünyanın en alçak yeri ifadesini bana karşı kullanarak Kur'an'dan bir sözde mucize yaratmak istiyor.
Güzel kardeşim ilk önce şunu söylemek gerekir ki dünyanın en alçak yeri Lut Gölü değildir. Oraya en alçak dememin nedenlerinden biri kendisi bir deniz olduğu halde deniz seviyesinden (0km) daha alçakta olmasıdır. Dünyanın suyla kaplı olan en alçak yeri ve dünya üzerinde bilinen en derin nokta Mariana çukurudur. Büyük Okyanus'ta, Guam Adası'nın güney batısında, Japonya ve Endonezya arasında, iki ülkeye de aşağı yukarı eşit uzaklıkta yer alır. Yapılan son ölçümlere göre en derin noktası yaklaşık 10.994 metredir [1]. Uzunluğu 2.542 kilometre, genişliği ise 69 kilometredir.  Eğer senin dediğin gibi Kur'an dünyanın en alçak yerini Lut Gölü olarak belirtmiş olsa bu yine bir mucize olmazdı zira dünyanın en derin yeri Mariana çukurudur.
Adım gibi eminim ki İslamcılar tüm bunları okurken Kur'an su altındaki en alçak yeri değil karadaki en alçak yeri demiş diye eleştirmeye başlayacaklar. Fakat yine yanılıyorsunuz. Karada en alçak yer Lut Gölü değil. Peki nerededir dünyanın kara üzerinde en alçak yeri?



Bentley Subglacial Trench (Büyük Çukur)

Bentley Subglacial [2], dünyanın yüzeyinde okyanus tarafından kapsanmayan en derin noktadır ve tamamen buzla kaplıdır. Büyük Çukur olarak da bilinen bu nokta Büyük Kanyon'dan daha derindir
Nerede: Batı Antarktika
Derinlik: 2.555m

Dünyanın kara üzerinde bulunan en alçak yeri burasıdır. Üzeri milyonlarca yıldır yağan kar yüzünden buzla kaplıdır. Lut Gölünden farklı olarak sizi sıcak tutacak giysiler giyseniz üzerinde savaş bile yapa bilirsiniz.
Gördüğünüz gibi Rum süresinin mucize olarak ele alabileceğimiz hiçbir tarafı yoktur. İslamcılardan ricam lütfen bir daha yorum yapmadan önce azacık araştırma yapın. Zira böyle yorumlar yaparak kendinizi komik duruma sokuyorsunuz.

Rum Suresi Mucizesi 1 için tıklayınız.

KUR'AN'IN İLK EMRİ OKU!

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, Kur'an'ın ilk emri, Kur'an'daki eksikler, Kur'andaki çelişkiler, islamiyet, İslami yorumlar, Kur'an mealleri,

Kur’an’ın İlk Emri OKU!

Kur’an-ı Kerim’in ilk Suresi ve ilk emri:
Alak Suresi 1’inci ayet: Yaratan rabbinin adıyla oku!
Kimilerine göre kitap okumak, kimilerine göre kutsal kitaba akıl erdirmek ve kafa yormak, kimilerine göre ortada henüz kitap olmadığı için “oku” değil  Yaratan rabbinin adıyla “Söyle”  manasına gelen “İkra”.

Türkiye’de kaç Müslüman var? Bütün Müslüman kardeşlerimiz, hepiniz okuyun. İnandığınız dinin kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim’i kaç kez anlayabileceğiniz bir dille okudunuz? Şöyle başından sonuna kadar, ders çalışır gibi not alarak, akıl erdirerek.
“…Düşünmüyor musunuz?...”
“…Hiç akıl erdirmez misiniz?...”

Kur’an-ı Kerim’in bir çok ayetinde geçen düşünmek ve akıl erdirmek ile ilgili onca cümle varken siz hâlâ, “Kur’an-ı Kerim’i anlamak herkesin harcı değil, O mukaddes kitabı ancak Âlimler, İlâhiyatçılar anlar, bizlere anlatır” inancıyla mı yaşıyorsunuz? Adının Allah olduğuna inandığınız ya da inandırıldığınız İlah, Müslümanlara “…düşünmez misiniz, akıl erdirmez misiniz?...” sözlerini, sadece Âlimlere, Peygamberlere, İlâhiyatçılara hacılara hocalara mı göndermiş? Eğer bu cümleler sadece Âlimlere gönderildi ise sizin korkacak bir şeyiniz yok. Ne yaparsanız yapın, ne günahı işlerseniz işleyin cennetliksiniz, yani Kur’an’ın emir ve yasaklarından  muhafsınız. Ya da inandığınız hoca size nasıl bilgiler veriyorsa o bilgilerle yükümlüsünüz. Yok eğer hepiniz kutsal kitabınızı okuyup anlamakla sorumlu iseniz yani bu akıl erdirme ile ilgili cümleler herkese gönderilmiş ise sen ne yapıyorsun?

Kutsal kitabın olan Kur’an-ı Kerim’i kaç kez okudun Türkçe meali ile? Nasıl okuyorsun peki?
Kur’an-ı Kerim’i okumak sevaptır, kutsaldır”  deyip mevlüt okur gibi düşünmeden dümdüz mü okuyorsun?

Yoksa “bana Kur’an-ı Kerim’i okumak emredilmiştir, ömrümde bir kez bile olsa şu Kutsal kitabı başından sonuna kadar bir okuyum da Müslümanlık görevimi yerine getireyim, üstümdeki şu yük de kalksın” niyeti ile mi okuyorsun?

Sana doğuştan öğretilen bir dini, hakkını vererek öğrenmeden iman ediyorsun, inanıyorsun, aslında inandırılıyorsun farkında mısın? Aklını kullanmıyor musun? Hakkında çok fazla bir şey bilmediğin belki de hiç bilmediğin ve sana birilerinin “bu böyledir” diye öğrettiği bir şeylere dayanarak içinde sağlam bir inanç oluşturulmuş. Bu senin beyninde  bir şeyler uyandırmıyor mu? Hıristiyan, Yahudi, Hindu ve Budist olanlar da senin gibi dini bütün bir dindar olarak yetiştiriliyorlar. Bir çoğu kendi kitapları ya da dinleri hakkında hiçbir şey bilmeden inandırılıyorlar. Şu an bir Müslüman ailede değil de bir Yahudi ailesinde doğmuş olsa idin dinini sonuna kadar savunan bir Yahudi olacaktın? Yani Maide Suresi 51’inci ayette yazdığı üzere “…Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin…” denilenlerden olacaktın. Bunu hiç düşünmedin mi? Senin inandığın ve adının Allah olduğuna inandırıldığın İlâh,  Maide 48’inci ayette “Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat size verdikleriyle sizi denemek istedi” derken Maide 51’de “Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin” derken ne demek istiyor hiç düşündün mü? Araştırdın mı? Yani bütün Hıristiyanlar ve Yahudiler şu an Allah’ın imtihanındalar. O imtihanda olan Yahudi ve Hıristiyanlardan kaç tanesi Müslüman oldu? Onların Müslümanlığa geçebilmesi için dünya Müslümanlarına baktıklarında nasıl bir sebep görüyorsun? Böyle bir imtihanın adaletini hiç düşündün mü? Nasıl adalet bu?

Kamer suresi 17 nci ve 22 nci ayette “Andolsun ki Kur’an’ı düşünülsün diye kolaylaştırdık. Düşünecek yok mu?” derken milyonlarca insanın akıl erdiremediği Kur’an’a yönelik binlerce soruyu hacılara hocalara, İslâm âlimlerine neden sormak zorunda kaldıklarını düşünmedin mi hiç? Bu nasıl kolaylaştırma, hiç aklını kullanmadın mı? Biz ilâhiyatçı olmayanların aklı ermiyorsa bile bu kolaylaştırılan kutsal kitap ayetlerinin tefsiri söz konusu olduğunda neden o kadar okuyup üfürmüş olan İlâhiyatçılar âlimler bir biri ile ittifak yapıp aynı görüşü paylaşamıyor? Hiç düşünmüyor musun bunları?

İnandırıldığın ilâh, dost edinmeyin dediği Hıristiyan ve Yahudileri, bugün dünyanın yöneticileri konumuna getirip de Müslüman alemini de açlıktan sefaletten sürünen ve adeta Hıristiyan aleminin kölesi  haline sokan bir dünya düzenine nasıl müsaade ediyor hiç mi düşünmüyorsun?
Müslüman ülkeler başta olmak üzere bugün dünyadaki bir çok kadın koca şiddetinden hayatını kaybederken, bu şiddete şahitlik eden çoluk çocuk, alt üst olmuş psikolojileriyle  berbat bir hayat yaşarken adının Allah olduğuna inandırıldığın İlâh,  kocasından dayak yiyen ve kimisi de bu dayakla hayatını kaybeden milyonlarca kadına yardım için “Kadınlara asla şiddet uygulamayınız” gibi bir ayeti,  bir tanecik ayeti niye göndermemiş hiç düşünmedin mi? İnandırıldığın Allah, çocuğunun gözü önünde dayak yiyen anneyi korumak için bir ayeti bile çok görürken Maşallah Ahzab suresi 50’inci ayetinde biricik Peygamberine hangi kadınların helal olduğunu anlatmak için en ince ayrıntısına kadar tarif etmiş, bu seni düşündürmüyor mu?  İnandırıldığın İlâhın, kadına ve çocuğa yönelik şiddeti önleyici tek bir ayeti bile göndermediğini ama buna karşın Nisa suresi 34 üncü ayette “…baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve onları dövün…” emrini, milyonlarca erkeğin gönül rahatlığıyla ve sorunsuzca uyguladığını görmüyor musun? Bırak bizim İlahiyatçılarımızın “o kelime dövmek değil, evden göndermek anlamındadır” açıklamalarını kardeşim. Koskoca bir ilâh yaaaa, kâinatın en muhteşem zekâsı olduğuna inandığın bir ilâh, bu kadar önemli bir konuda hangi kelimeyi ayetine yazacağını ve o kelimenin nasıl anlaşılacağını düşünemedi de bizim İlâhiyatçılar mı fark etti? İnandığın İlâh bu kadar mı düşüncesiz, bu kadar mı geleceği görme yetisinden uzak?

Hayır hayır, İslâm böyle bir din değil, İslâmı yanlış yorumluyorlar… Siz de yanlış yorumluyorsunuz, bile bile ayetleri cımbızlayıp çarpıtıyorsunuz, iftira atıyorsunuz” diye naralar atıyorsun, sosyal medyalarda yorumlar yapıyorsun. Madem İslâm böyle bir din değil, sen bu ayetlerin doğrusunu araştır, öğret bize kardeşim, biz de öğrenelim. Allah, kadından iki kat güce sahip olan ve kadına kuvvetli bir tokadında, kadının beyninde kanama gerçekleştirebilecek güce sahip olan erkeğe hangi ayetinde “kadına vurma, kadına çocuğa şiddet uygulama” ayeti göndermiş, oku bana da öğret, aydınlat beni. Aydınlat ki, karısını döven en cahil adam bile okuduğunda hemen anlayabilsin karısını dövemeyeceğini. Ben de öğreneyim ve diyeyim ki “Aaaaa, gerçekten de ben İslâmı yanlış öğrenmişim, karısına tokadı indiren adama bu dünyada Allah’ın verdiği bir ceza hükmü olduğu gibi  öte dünyada da o adamın yatacak yeri yok, Kur’an’da yazıyor, falanca alim söylememiş filanca halife söylememiş bizzat kadını yaratan Allah söylemiş ” diyeyim.
Ülkemizde son yıllarda şahit olduğumuz ağaç katliamı, hiç ulaşmadığı seviyeye ulaştı. Yangınların bile neden çıktığını bilmeyen yok. Binlerce zeytin ağacı katledildi. Bazılarınız “Bunlar gerçek Müslüman değiller” naraları atmaya devam etsin. Hadi sizinle birlikte bir kampanya başlatalım. Hele şu Arap şeyhlerine peşkeş çekilen ağaçlık  alanları koruma altına almak için lüzumsuz ağaç katliamını önlemek için yazılmış olan Kur’an ayetini bulup sosyal medyada paylaşalım ne dersiniz? Peygamberin “kıyametin kopacağını bilseniz bir fidan dikiniz” hadisinden bahsetmiyorum. Bunca kâinatı, gezegeni ve bu gezegende hem insanlar hem de hayvanlar için inanılmaz öneme sahip olan ağaçları yaratan koskoca ilâh,  yarattığı bu kadar ağacı korumak için bir ayet göndermiş olmalı değil mi? 6000 sayfalık kitapta onca ayeti tekrar tekrar yazdırırken ağaç katliamını önleyen bir tanecik ayeti göndermiştir herhalde. Haydi Müslüman kardeşim, bul o ayeti de ağaçlık arazileri üç kuruş paraya peşkeş çeken  bürokratlara ver Allah’ın cevabını. Ney? Yoksa Allah, kendi yarattığı ağaçların korunmasına ya da sayılarının muhafaza edilmesine yönelik tedbir amaçlı dahi olsa ayet göndermemiş mi? Nasıl olur? Senin bahçeli bir evin olsa ve kiraya versen, kira sözleşmesine yazmaz mısın, “bahçedeki ağaçların bakımının sağlanması, eve düzgün bakılması gibi” anlaşma şartlarını yazmaz mısın? Koskoca bir ilâh yarattığı kuşların ve bir çok hayvanın tek yuvasının, insanların adeta akciğeri görevi gören bu eşsiz canlıların, müteahhitlerin hırsı uğruna hor görülmesini önlemek için bir ayet dahi göndermez mi? Adının Allah olduğuna inandırıldığın İlâh bu kadar mı fikirsiz, bu kadar mı aciz? Yoksa yorumlarını izlediğin İlâhiyatçıların Allah’ın kolaylaştırdığını söylediği kitaptan ağaç katliamının önlenmesi için gereken sonucun çıkartılmasına yönelik sana hiç ilgisi alakası olmayan bir sürü ayet okuyup matematikteki olasılık hesabı yapar gibi dolaylı yollardan sonuç çıkartacağın bir yol mu tarif edecekler? Aklını kullanmıyor musun Müslüman kardeşim?

Bugün İslâm dünyası bir sürü dini cemaate ve tarikata ayrılmış durumda ve üstelik hepsi de bir biri ile kavgalı ve hiç birisi bir birini sevmiyor. Birinin gittiği camiye öteki sınıf Müslüman gitmiyor. Dahası bu dini sınıflar, cemaatler ve tarikatların büyük kısmı bir birlerini kesip işkence ederek öldürüyorlar. Adının Allah olduğuna inandırıldığın İlâh, Maide suresi 38’inci ayette hırsızlık eden kadın ve erkeğin ellerinin kesilmesini emrederken bugün sırf alevi diye Allah’a inanan, tekrar ediyorum Allah’a inanan bir kızcağızın ırzına geçip onu öldüren ve kendine Müslüman diyen mahlukatların çükünün kesilmesini emreden bir ayet göndermiş mi? Okudun mu kutsal kitabını? İnandırıldığın ilâhtan geldiği söylenen kutsal kitabın adaletini araştırdın mı hiç? Yoksa sen bu dine inandırılırken bu dünyada hesabı görülmeyen bir çok şeyin hiç görmediğimiz öte aleme bırakıldığını mı anlattılar sana? Belki de doğrudur Müslüman kardeşim. Bugün ultra lüks bir Müslüman dindar ailesinde doğan bir erkek, lüks içinde yaşarken, bol parası ile de fakirlere bol bol yardımda bulunup bol bol sevaba girecek. Sen ise senin Allah’ının imtihan için verdiği fakir fukara hayatı içinde debelenirken bırak birilerine maddi manevi yardımda bulunarak sevaba girmeyi, aileni geçindirmek için gününün 12-13 saatini düşük ücretle çalışıp eve yorgun argın gelip uyuya kaldıktan sonra ve hayatını bu şekilde geçirdikten sonra ömrün tamamlanacak ve öte aleme gittiğinizde, dünya hayatında ultra zengin yaşayan Müslüman kardeşin ile fakir fukara hayatı yaşayan sen, cennetin hangi köşesine yerleştirileceksiniz? Belki de o zengin kardeşin, bol parasıyla çok insana ve aileye yardımda bulunduğu için, binlerce ailenin evine ekmek götürdüğü bir iş potansiyeli sağladığı ve bunu devam ettirdiği için yani o ultra lüks ailenin kucağında doğduğu için cennetin daha güzel yerine yerleştirilecek. Sen sadece ailenin karnını doyurup çocuk yetiştirebildin. Parayı kötü amaçlar için ve sadece çıkarı için kullanan zenginler de var fakat iyi kalpli bir zengin Müslüman adam ile iyi kalpli fakir Müslüman adam aynı sevabı işleyebilir mi? Düşündün mü hiç? Belki diyeceksin ki, o zengin kişinin işleyeceği sevapla benim işleyebileceğim sevap Allah katında aynıdır. Olabilir. Bir zenginin parasal durumuna göre 50 kişiye yardımda bulunması ile senin sadece aileni geçindirmen Allah katında belki de aynı hesaba geliyordur. Sen böyle devam et. Zengin Müslüman kardeşim de böyle devam etsin. Hiç görmediğimiz öte aleme gittiğinizde, aynı cennet katına yerleşirsiniz. İkinizin arasındaki tek fark ise dünya hayatı içinde senin fakirlikle cebelleşmen, zengin Müslüman kardeşinin ise dünya hayatı içinde bol para ile lüks ve sefa içinde yaşamış olması olur. Ya inandığın din gerçek değil ise. Öte aleme gittiğinizde seni hiç inanmadığın, haberdar olmadığın bir durum karşılayacaksa, zengin Müslüman kardeşin ile senin arandaki fark ne kadar olacak biliyor musun? Dünyalar kadar. Sen boş vakitlerini dinlenerek geçirmek yerine, ek iş yaparak, biraz daha para kazanmak için çareler arayıp hamallık yaparak geçirirken zengin arkadaşın boş zamanlarını, lüks tatil beldelerinde şezlonglara uzanarak geçirdi. Dünyanın en güzel şehirlerini gezdi. Tatmadığı lezzet kalmadı. Sen ise sefalet içinde süründün ve bu sefalete “haksızlık” veya “eşitsizlik” veya “adaletsizlik” deyip bu düzeni değiştirmek için, en azından çocukların ya da torunların için bu düzeni değiştirmek için bir şeyler yapmak yerine “kaderim, imtihanım bu” deyip öylece yaşantına devam ettin. Zengin insanların küfre düşmeleri, şeytana hizmet etmeleri daha kolay, onların durumu daha kritik değil mi? O kadar para ile şımarabilirler. Ya fakir insanlar? Fakir insanların da cehalete saplanmaları ya da o parasızlık içinde sırf para kazanmak için ahlâksızca ve insanlık dışı işlere girişmeleri kolay değil mi? Hele bir de ergen çocuklarınız varsa!  Şu durumda fakirin yoldan çıkması, zenginin yoldan çıkmasından daha mı zor? Düşünmüyor musun Müslüman kardeşim bunları? Kur’an’ın değimiyle akletmezmisin? Bu imtihan saçmalığını sana neden yutturmaya çalışıyorlar farkında değil misin?

İnandığın kutsal kitabın yarıdan fazlası geçmiş peygamberlerin yaşantısını anlatıyor. “…Onlar şöyle şöyle yaptılar, biz de onlara karşı şöyle şöyle yaptık. Onlara şunu şunu dedik. Onlar da bize şöyle dediler, sırt çevirdiler. Onlar Peygamberimize şunu şöyle dediler biz de Peygambere dedik ki onlara şöyle söyle, yapmazlarsa onların hesabını bize bırak dedik… Şunu dedik, bunu dedik, şöyle yaptık, böyle yaptık…” Müslüman kardeşim, dost edinmemeniz emredilen milletler bugün hem yazılımda hem robotik teknolojide hem ilaç üretiminde hem enerji kaynaklarının kullanılmasında ve hem dahası… dünyayı değiştiren yöneten geliştiren işlerle meşgulken sen inandığın kutsal kitabının yarıdan fazlasını meşgul eden ve şu an hiç birimizin bir yarasına merhem olmayan tarihi olayları “…şu şunu yaptı, bu bunu yaptı, biz de böyle böyle yaptık…” gibi mahalle dedikodusu anlatır gibi, masal anlatır gibi anlatan bir kitapla zaman geçirip kafa yoracaksın, anlamaya çalışacaksın. Akletmiyor musun? Hâlâ mı sorgulamayacaksın?

Seni anlıyorum. Ben de bir zamanlar senin gibiydim. Anamdan, babamdan, atamdan öyle gördüm. Okullardaki  öğretmenlerimizin çoğu ise tam bir dinci idi. Dindar demiyorum bile dinci. Benim de beynime öyle kazınmıştı. “İslâm yer yüzünün tek gerçek dini. Yobazlar bizim dinimizi kirletiyorlar” inancı sapasağlam oturmuştu beynime. Eninde sonunda sen de göreceksin gerçeği. 1400 yıl öncesinin çöl Araplarının hayalleri ve arzuları ile kurulmuş olan cennet ayetlerini okuyacaksın ve yine o dönem Araplarının geleneklerine uygun şekilde yazılmış olan Kur’an ayetlerini şu zamanın medeniyetine uyarlamaya ve ardından kafanda oluşan soru işaretlerine cevap armaya başlayacaksın. Nisa 34 üncü ayette bir erkeğin maddi açıdan karısına baktığı için karısından bir derece üstün olduğu belirtilen cümleyi okuduktan sonra bu çağda çalışma hayatının içinde olan kadınların Kur’an’daki yerini, hukukunu bulmaya çalışacaksın, bulamayacaksın. Ve ardından kadınların çalışmasını istemeyen ve bunun dine, Kur’an’a aykırı olduğunu haykıran onca İslâm ülkesine, Kur’an’dan verecek bir cevap ayeti olmadığını göreceksin. İşte o Arap ülkelerini cehaletle suçlayacak delilleri, kutsal kitabında bulamayacaksın. Bizler de bulamadık çünkü.

Okul yıllarından itibaren sana Türklerin geçmişte Talas savaşı sırasında  Araplara yardım ettiğini daha sonra da kültür ve inanç benzerliği nedeni ile Türklerin kendi rızası ile Müslümanlığa geçtiği masalını okudular. Şu an, senin göreneklerine ve dini inancına benzer bir toplulukla dost olsan, onların dinine geçer misin, güzel kardeşim. Niye Türkler Arapların dinini seçmiş de Araplar, biz Türklerin dinini seçmemiş? Biz Türklerin nasıl Müslüman yapıldığının hikâyesini araştırdın mı Müslüman kardeşim? Gözü kara ve adet göreneklerine, dinine aşırı bağlı bir Türk topluluğundan bahsediyoruz. Bizim Tarihsel kökenimizde gelenek ve göreneklerimize ve dinimize ne kadar bağlı olduğumuzu bilmeyen var mı? Özüne, dinine bu kadar bağlı  bir gurup atamız Araplara bir savaş sırasında yardım etmiş de ardından kendi dinini bırakmış ve Arabın dinini kabul edivermiş. Aklınızı kullanmıyor musunuz? Tarihi nereden okuyup nereden öğreniyorsunuz? İkra, oku, söyle!
Onca internet sitesi, video paylaşım sitesi, kulaktan dolma dini bilgilerle ve bebeklikten itibaren inandırılmış bir dini savunma sistemi ile yüzbinlerce dindarın yorumlarını yayınlıyor. Bu yorum yazanlarınızın çoğu, dinsiz olan insanlara Kur’an’ı okuyup araştırmalarını ve 6000 sayfalık kitabın ayetlerini cımbız ile seçerek bir şeylerin çarpıtıldığını iddia ediyor. O yorumları yazan dindar kardeşlerimiz, siz bize öğütlediğiniz kutsal kitabınızı bizzat kendiniz okudunuz mu? Bütün sayfalarını teker teker akıl süzgecinizden geçirdiniz mi? Biz okuduk hem de kaç defa! İkra! Siz de okuyun, siz de akledin.

Eğitime önem veren ve milli kaynaklarının çoğunluğunu eğitime harcayan ülkelerin vatandaşları, statüsü yüksek işlerde çalışıp bol para kazanıp yıllık tatillerinde dünyayı dolaşırken o ülkelerin tuvaletlerini, sokaklarını temizleyip çöp toplamak gibi ayak işlerini yaptırmak için gelişmemiş ülkelerin insanlarını göçmen olarak ülkelerine çağırıyorlar. Ayak işlerini yapan işçilerin çoğunluğu Müslüman. Adının Allah olduğuna inandırıldığın İlâhın, kendisine inanan bu kullarının durumuna ne diyor sence? Geleceği gören bir İlâh, bu günleri de hesap edip, eğitimin önemi ile ilgili ya da çocukların eğitim alması ile ilgili bir tek ayet bile göndermeyen İlâhının sana gönderdiğini düşündüğün kitabı aklederek okumadın mı hiç? Yoksa herkesin dilinde dolaşan “Allah, Kur’an’da bir çok bilimsel ayet indirmiştir” nakaratını mı söyleyeceksin. O zaman bu gün şöyle bir şey yap. O bilimsel dediğin ayetlerin hepsini bul, oku bakalım, ne anlayacaksın? O bilimsel dediğin ayetler, bilim dünyasına ne kazandırmış, bilim adamlarının hangi icadı bulmasını sağlamış bir düşün. Ya da o bilimsel dediğin bilgileri, İslâmiyetten binlerce yıl önce hangi kavimler keşfedip kullanmış bir de bunu araştır ve ardından bana bir Kur’an ayeti göster: “Ey iman edenler, ilimde bilimde yarışınız” gibi bir ayet yok mu? İnandığınız Allah, “Takvada yarışınız” diye ayet göndermiş. Yani bana kulluk ve ibadet konusunda yarışınız demeyi hiç unutmamış ama “Benim yarattığım kâinatın yasalarını öğrenin, ilminizi biliminizi geliştirin” gibi şu dönem Müslümanları için hayati öneme sahip olacak bir ayeti göndermeyi akıl edememiş Müslüman kardeşlerim. Sizler de bunları hiç akletmezmisiniz? Düşünmez misiniz?

Kur’an’da “kadınlara tecavüz etmeyin, onlarla zorla cinsel ilişkiye girmeyin, çocuklarla cinsel ilişkiye girmeyin” gibi uyarılar yoktur dediğimiz zaman hemen kükremeye başlıyorsunuz.  “6000 sayfalık Kur’an’ı okumuyorsunuz, dininizi Tv’lerden, kendine hoca diyen sahtekârlardan öğreniyorsunuz” açıklamasına sığınıyorsunuz. Siz okudunuz mu 6000 sayfalık kutsal kitabınızı? Hadi bize göstertin kadınların çocukların cinsel istismara uğramasını kesinlikle ve açık bir dille yasaklayan ayetleri. Biz cahilsek bulun bu ayetleri de bize öğretin Müslüman kardeşlerimiz. Ananızı, kızınızı, karınızı, bacınızı, çoluğunuzu çocuğunuzu  sağdan soldan sakındığınız kadar sakınıyorsunuz başlarına bir şey gelmesin diye Müslüman kardeşlerimiz. Bu kadar korktuğunuz bir cinsel saldırıyı engellemek için adının Allah olduğuna inandırıldığınız bir İlâh bu konuda hangi ayetleri göndermiş bilmiyor musunuz? Zinadan bahsetmiyorum, cinsel saldırıdan bahsediyorum. Hadi bize o ayetleri okuyun da öğretin. Apaçık bir ayet olmalı ama. Öyle evelemeli, gevelemeli, anlamı farklı şeylere de yorulabilecek bir ayetten bahsetmiyorum. Okuma yazması olmayan birisine bile okuduğunuzda şakkadanak hemen anlamalı.

Söyleyecek daha çok şey var aslında. Herhangi bir sosyal ortama girip sohbet etmeye başlıyorsun. Konu dine geliyor ve herkesin ağzında aynı cümleler, aynı nakaratlar, tıpkı değişmeyen telefon melodisi gibi, “Doğru tercümeyi bulmak lâzım, işte o cahil Araplar var ya İslâm dinini mahfeden onlar, biz dinimizin doğrusunu yaşıyoruz” gibi klişeleşmiş sözleri kullanmaktan ileri gitmeyen ondan sonra da yerinden kalkıp “Şükür Allah” çektikten sonra cebinde taşıdığı Arapça Kur’an’ı, hiç anlamını bilmediği Arapça okunuşu ile okuyan bir sürü Müslüman. Kimisi annemiz, kimisi komşumuz, kimisi arkadaş kimisi de akraba. Kur’an ayetleri ile ilgili gram bilgisi olmamasına rağmen karşısında birisi “Ben Allah’a inanmıyorum” dese, üstüne atlamaya hazır ve kendisini çok bilgili zanneden ateşli Müslüman topluluğu! Bu Müslüman topluluğunun inandığı Kutsal kitabın ise en önemli ihtiyacı okunmak! Anlaşılır şekilde ve hazmedilerek okunmak sadece.

İSLAM DİNİNDE CEVAPSIZ KALAN SORULAR |1

Yazan: The Guiding
din, En'am 141, Fatihasız namaz, Guiding, İslam dininde cevapsız kalan sorular, İslam öncesi namaz, İslama yönelik sorular, islamiyet, Kabeyi tavafta abdest şartı, Kur'andaki çelişkiler,

İSLAM DİNİNDE CEVAPSIZ KALAN SORULAR |1

Allah katında hak dinin  İslam dini olduğu [1] ve bundan başka bir dinin kabul edilmeyeceği [2], bu dinin peygamberi Muhammed’in son peygamber olduğu [3] Müslümanlarca kutsal kabul edilen Kur’an’da yazılıdır. Üstelik  bu kitapta her şeyin açıkça bildirildiği söylenir. 
"Kitapta hiç bir şeyi ihmal etmedik." (En'am  Suresi-38)
"Yaş, kuru her şey kitab-ı mübin (Kur'an) de vardır." (En'am Suresi-59)
"Biz sana her şeyi apaçık beyan eden kitabı indirdik." (Nahl Suresi-89) 
“Böylece biz Kur’an’ı apaçık âyetler hâlinde indirdik. Şüphesiz Allah, dilediğini doğru yola iletir.” (Hac Suresi-16)
"Andolsun ki sana apaçık âyetler indirdik. Onları ancak fâsıklar inkâr eder."
(Bakara Suresi-99)
“O, kara ve denizin karanlıklarında kendileri ile yol bulasınız diye sizin için yıldızları yaratandır. Gerçekten biz, bilen bir toplum için âyetleri geniş geniş açıkladık.”
(En’am Suresi-97)

Ancak ayetler arasındaki tutarsızlıkları ve Kur’andan çıkan hükümleri desteklediği söylenen hadisler arasındaki çelişkileri görmezden gelmek ve bu ikisinden hüküm çıkaran alimler arasında bile bir birlikten söz etmek mümkün değildir. Zaman içinde, ayetler ve sahih olduğu konusunda hemfikir olunan hadisler bile izah edilemediğinde, onu anlamının dışında -en iyimser yaklaşımla-, eğerek, bükerek izah etmeye çalışanlar ile dolu bir İslam kültürü ortaya çıkmıştır.
Yıllarca Müslümanlar kendi kutsal kitaplarından habersiz olarak yaşayageldiler. Dolayısıyla bilmeden inandılar ve inançlarını sorgulamadılar. Kutsal saydıkları kitaplarını anlamadan okuyup durdular. Dolayısıyla dinlerinin kendilerinden ne istediğini öğrenemediler. Yeni yeni camilerde, Ramazan ayında okunan mukabelelerde ve namaz öncesi merkezi olarak yayın yapılan Kur’an okumalarında, Arapça metnin ardından ayetlerin manası verilmeye başlandı. Teknolojinin gelişmesiyle ve sosyal paylaşımın artmasıyla birlikte Müslümanlar,  Kur’anda var olduğunu duydukları çelişkilere, inançlarının bir gereği olarak öncelikle bir refleks gösterip, itiraz etme gereği duyarak, katıldıkları tartışmalarda, gerçekleri yüzlerine vuran, araştıran ve sorgulayan insanlara karşı kin, nefret dolu hakaretler ile küfür etmeye başladılar. Bunların bir kısmı daha sonra itiraz ettikleri kişilerin, aslında doğru söylediklerini görüp, sorgulayan düşünce yapılarına gelip, hatalarından vazgeçerek gerçeğin peşinde yol almaya başladılar. Bunlar güzel gelişmeler olup gün geçtikçe bu gibi kişilerin sayıları artmaktadır. Çünkü Kur’anı, inancını, cenneti ve cehennemi bir kenara bırakarak okuyan ve peygamber olduğu iddia edilen Muhammed’in hayatını araştıran kimsenin ulaşacağı sonuç: “Kur’an bir yaratıcı kitabı olamaz, Muhammed gibi biri de peygamber olamaz. “ olmalıdır.  Ama cehennem korkusu ile sarmalanmış bir zihinden ancak “Saçma bile olsa inanıyorum” dan başka bir sonuç çıkması beklenemez. Ne diyelim herkesin inancı kendine… Herkes görmek istediğini görecektir.
Biz bu yazımızda da sorgulamaya devam ettik. Belki okuyanlara da bir nebze faydamız olur diye düşündük. Ya da sorguladıklarımıza cevap bulursak belki biz de aydınlanırız dedik. Çünkü  biz de sizin gibiydik bir zamanlar. Duyduk ve inandık. Ama artık sahip olduğumuz akıl bize, inanmayı değil bilmeyi emrediyor. Daha doğrusu aklımızın kabul edebileceği gerçeklere inanmayı emrediyor. Aşağıda bizi düşünmeye ve anlamaya sevk eden cevapsız kalan onlarca sorudan bazılarını bulacaksınız. Aklın ve bilimin peşinde ilerlemeye devam edeceğiz. Makul cevaplarınız olur ve açıklamalarınız tutarlı olursa  neden kabul etmeyelim? Buyurun başlayalım.

1) Alâk suresinin 9. ve 10. ayetinde geçen  "Sen, namaz kılan kulu bundan menedeni gördün mü?" ifadesinden Kur’an ayetleri inmeye başlamadan önce Muhammed’in namaz kıldığını anlıyoruz. Üstelik Mekke’de namazları 2 rekat olarak kıldığını biliyoruz. [4] Buna rağmen Namazların rekatları konusunda ise, açık bir ayet yoktur. [5] Sadece bu konuda “Namazı benden gördüğünüz gibi kılınız.” [6]  anlamında hadisler vardır. Abdest ile ilgili ayet ise (Maide Suresi-6) Medine döneminde indirilmiştir. [7] Mekke’de indirildiğini ancak -zorlamalı bir görüşle- önemine binaen Medine’de farz olduğunu söyleyenler de mevcuttur. [8] Muhammed abdest almayı Cebrail’den öğrenmişse, bununla ilgili ayet neden Mekke’de iken Müslümanlara açıklanmadı ve vahiy katiplerine yazdırılmadı?

2) Şu an kılınan namazlarda Kur’an’ dan ayetler okunuyor ve hatta  hadislerde “Fatiha’ sız namaz olmaz.” [9] ifadeleri yer alıyor. Fatiha suresi Mekke’de 5. inen suredir. [10] Bu sure ininceye kadar Muhammed’in kıldığı namaz ile şu an Müslümanların kıldığı namaz aynı namaz değil mi? Yani Muhammed,  ‘Fatiha olmadan namaz olmaz’ dediği nasıl bir namaz kılıyordu?

3) “Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalkacağınız zaman yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi yıkayın; başlarınızı mesh edin, ayaklarınızı da topuk kemiklerine kadar (yıkayın). Eğer cünüp olursanız temizlenin. Şayet hasta veya yolculuk halinde veya içinizden biri ayak yolundan gelirse yahut kadınlarla cinsel ilişkide bulunursa, bu hallerde su bulamadığınız takdirde temiz bir toprağa yönelin (teyemmüm edin), yüzünüzü ve ellerinizi onunla mesh edin. Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez, fakat O sizi tertemiz kılmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz.”
(Maide Suresi-6)

Ayette geçen “Namaz kılmaya kalkacağınız zaman” ifadesinden namaz kılmak için abdestli olmanın farz olduğunu anlıyoruz. Ancak Kabe’yi tavaf etmek için , Kur’an okumak için ve cenaze namazı kılmak için abdestli olmak ile ilgili bir ayet ve hadis yok. Kabe’yi tavaf ederken abdestli olma şartı nereden geliyor? Hatim indirileceği zaman abdestli olunmazsa, okunan Kur’an hatimden sayılır mı? Buna dair bir ayet var mı?

4) Muhammed, Habeşistan Kralı Necaşi Ashame’nin cenaze namazını gıyabi olarak  [11] ve münafık Abdullah İbn Übey İbn Selül’ün ise cenazesinde bulunarak cenaze  namazını kıldırmıştır. [12] Hatta bu cenaze namazı için Muhammed’e ikaz niteliğinde ayet inmiştir. [13]
Bir peygamber, Müslüman olmayan birinin cenaze namazını kılmaması gerektiğini nasıl oluyor da bilmiyor? Önceden neden uyarılmıyor? Üstelik peygamberler masum değiller miydi? Bu durumda ümmetleri için nasıl örnek olabiliyorlar?

5) “Çardaklı ve çardaksız bağları, değişik ürünleriyle hurmaları, ekinleri, birbirine benzeyen ve benzemeyen biçimlerde zeytin ve narları meydana getiren O’dur. Her biri ürün verdiğinde ürününden yiyin; hasat günü de hakkını verin; fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.” ( En’am Suresi-141)
Ayette geçen “Hasat günü de hakkını verin” ifadesinden zekatın hemen verilmesi gerektiği anlamı çıkıyor. Halbuki zekatın farz olması için üzerinden 1 yıl geçmesi gerekir deniyor? [14] Bununla ilgili bir ayet var mı yoksa hüküm hadislere göre mi veriliyor? Eğer hadislere göre hüküm veriliyorsa;

Aşağıda geçen Şura Suresi’nin 21. Ayetini nasıl anlayacağız?
“Yoksa onların, Allah'ın izin vermediği bir dini getiren ortakları mı var? Eğer erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz zalimlere can yakıcı bir azap vardır.”
Bu soru ile ilgili cevap olarak  “Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah’ın azabı çetindir.” (Haşr Suresi-7) ayetinden hareketle peygamberin dinde hüküm koyucu olduğu iddia edilebilir ancak bu ayet, Bedir Savaşı sonrası ganimetlerin dağıtılması ile ilgili indirilen bir ayettir ayrıca hüküm koyucu olanın sadece Allah olduğu ile ilgili başka ayetler mevcuttur. [15]

6) “Hac bilinen aylardadır. Kim o aylarda hacca karar verip niyet ederse, bilsin ki hac sırasında kadına yaklaşmak, günaha sapmak ve tartışıp çekişmek yoktur. Ne hayır işleseniz Allah onu bilir. Azık edinin; kuşkusuz azığın en hayırlısı takvâdır. Öyleyse bana saygı duyun, ey akıl sahipleri!” (Bakara Suresi-197)

Ayette geçen اَلْحَجُّ اَشْهُرٌ مَعْلُومَاتٌۚ “Hac bilinen aylardadır” ifadesini nasıl anlayacağız? Hac ayları hadislere göre  Şevval ve Zilkade ayları ile Zilhiccenin ilk on günü ise, [16] Haccın farzları olan ihram, Arafat ve tavaf, Kurban Bayramı arefesinde ve bayram günlerinde yapılıyor. Peki bunlar olmadan hac olmayacağına göre, çünkü Peygamber, " Hac Arafat'tır" buyurmuştur. Bu yüzden vakfe yapamayan kimse haccı kaçırmış olur ve ertesi yıl yeniden hac yapması gerekir. [17] O halde neden hac bilinen aylardadır deniyor? Diğer aylar hac ayları sayılıyor?

TEVRAT VE KUR'AN'DA ANLATILAN YARATILIŞ ÖYKÜSÜ

Yazan: Mehmet W. Gündoğdu
MWG, din, islamiyet, musevilik, yahudilik, Tevrat'ta yaratılış, Kur'an'da yaratılış, Kur'andaki çelişkiler, Tanrı'nın insan ve dünyayı yaratışı, Yaratılış öyküsü, Tevrat ve Kur'an Tevrat, Yaratılış 1. bölümden aynen aktarılmıştır:
“Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı. Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrının Ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu. Tanrı, "Işık olsun" diye buyurdu ve ışık oldu. Tanrı ışığın iyi olduğunu gördü ve onu karanlıktan ayırdı. Işığa "Gündüz", karanlığa "Gece" adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ilk gün oluştu. Tanrı, "Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın" diye buyurdu. Ve öyle oldu. Tanrı gök kubbeyi yarattı. Kubbenin altındaki suları üstündeki sulardan ayırdı. Kubbeye "Gök" adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ikinci gün oluştu. Tanrı, "Göğün altındaki sular bir yere toplansın, kuru toprak görünsün" diye buyurdu ve öyle oldu. Kuru alana "Kara", toplanan sulara "Deniz" adını verdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. Tanrı, "Yeryüzü bitkiler, tohum veren otlar, türüne göre tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçları üretsin" diye buyurdu ve öyle oldu. Yeryüzü bitkiler, türüne göre tohum veren otlar, tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçları yetiştirdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve üçüncü gün oluştu. Tanrı şöyle buyurdu: "Gök kubbede gündüzü geceden ayıracak, yeryüzünü aydınlatacak ışıklar olsun. Belirtileri, mevsimleri, günleri, yılları göstersin." Ve öyle oldu. Tanrı büyüğü gündüze, küçüğü geceye egemen olacak iki büyük ışığı ve yıldızları yarattı. Yeryüzünü aydınlatmak, gündüze ve geceye egemen olmak, ışığı karanlıktan ayırmak için onları gök kubbeye yerleştirdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve dördüncü gün oluştu. Tanrı, "Sular canlı yaratıklarla dolup taşsın, yeryüzünün üzerinde, gökte kuşlar uçuşsun" diye buyurdu. Tanrı büyük deniz canavarlarını, sularda kaynaşan canlıları ve uçan çeşitli varlıkları yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü. Tanrı, "Verimli olun, çoğalın, denizleri doldurun, yeryüzünde kuşlar çoğalsın" diyerek onları kutsadı. Akşam oldu, sabah oldu ve beşinci gün oluştu. Tanrı, "Yeryüzünde çeşitli canlı yaratık, evcil ve yabanıl hayvan, sürüngen türetsin" diye buyurdu. Ve öyle oldu. ("Sürüngen": İbranice sözcük fare, böcek gibi öteki kara hayvanlarını da kapsıyor.) Tanrı çeşitli yabanıl hayvan, evcil hayvan, sürüngen yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü. Tanrı, "İnsanı kendi suretimizde, kendimize benzer yaratalım" dedi, "Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun." Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. Böylece insan Tanrı suretinde yaratılmış oldu. İnsanları erkek ve dişi olarak yarattı. Onları kutsayarak, "Verimli olun, çoğalın" dedi, "Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun. İşte yeryüzünde tohum veren her otu, tohumu meyvesinde bulunan her meyve ağacını size veriyorum. Bunlar size yiyecek olacak. Yabanıl hayvanlara, gökteki kuşlara, sürüngenlere -soluk alıp veren bütün hayvanlara- yiyecek olarak yeşil otları veriyorum." Ve öyle oldu. Tanrı yarattıklarına baktı ve her şeyin çok iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve altıncı gün oluştu. Gök ve yer bütün öğeleriyle tamamlandı. Yedinci güne gelindiğinde Tanrı yapmakta olduğu işi bitirdi. Yaptığı işten o gün dinlendi. Yedinci günü kutsadı. Onu kutsal bir gün olarak belirledi. Çünkü Tanrı o gün yaptığı, Yarattığı bütün işi bitirip dinlendi.”

Tanrı tarafından Musa peygambere geldiğine inanılan, Musevilerin kutsal kitabı eski ahit- Tevrat; evren ve yeryüzünün, canlı cansız her şeyin altı günde yaratılıp tamamlandığını, yedinci günün Rab tarafından kutsandığını –bazı çevirilere göre tanrının dinlendiğini- anlatıyor.
Kur'an bir ayette “Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah'tır…(Araf Suresi- 54) diyerek Tevrat’ta yazılanları birebir onaylıyor. Aynı Kur'an bir başka ayette “Ve bizim buyruğumuz tektir, göz açıp kapayıncaya kadar olup biter.” (Kamer suresi- 50) diyerek kendi kendini yalanlamaktadır. Her şeyi ol demekle oldurabilen tanrı, evreni neden altı günde yaratmıştır? Kur'an ayetlerinden birkaç örnek daha verelim: “Birşeyi dilediği zaman, O'nun emri yalnızca: "Ol" demesidir; o da hemen oluverir.” (Yasin suresi, 82); “Gökleri ve yeri -bir örnek edinmeksizin- yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "Ol" der, o da hemen oluverir.” (Bakara suresi, 117)

Tevrat’ta ve ardından Kuran’daki yaratılış anlatımlarının; en büyük yaratıcı Allah inancıyla nasıl da ters düştüğü görülüyor. Kutsal kitaplar getirdikleri inanç sistemiyle çelişebilir mi? Ne yazık ki çelişiyorlar. Sonsuz yaratma gücü yalnızca Allah’a aitse, Allah canlı cansız her şeyi “ol” dediğinde oldurabiliyorsa; her şeyi yaratması neden altı gün sürmüştür? Oysa Allah’ın saniyenin kırk milyonda biri kadar bir süre içinde, bildiğimiz bilmediğimiz her şeyin milyonlarcasını yaratabilecek bir güce sahip olması gerekir. Tek tanrılı dinlerin temel inancı böyledir. Üç dinin üç kutsal kitabı da hem bu vurguyu yaparken, hem de altı günde evren yaratılıyor. Üstelik en bozulmamış tek kaynak olarak bilinen İslam’ın Kuran’ı da yaratılışın altı gün sürdüğünü anlatarak kendisiyle çelişmektedir.

Tevrat’tan anladığımıza göre; Allah bir şeyi yarattıktan sonra durup bakıyor ve yarattıklarını beğeniyor. Yani önce bir yaratma denemesi yapıyor, sonra yaptığını beğeniyor. Demek ki yarattığı bir şeyi beğenmezse onu yok edecek. Allah ne yaptığını, ne yapacağını sonsuz gücüyle bilip yapabiliyorsa; böyle bir denemeyi neden yapsın? Geçmişi ve sonsuz geleceği bilmeden, deneme- yanılma yoluyla yaratan bir tanrı olabilir mi? “İnsanı kendi biçimimize göre yaratalım” diyen bir tanrı düşünebiliyor musunuz? Allah şekilden, mekândan ve bildiğimiz her varlıktan münezzehse, dört kutsal kitap da böyle yazıyorsa; Tevrat’ta anlatılan, Allah’ın münezzeh olan kendi biçimiyle insanı yaratması büyük bir çelişki oluşturmuyor mu? Kuran’a girmese de İslam inancı içinde de “Allah”ın insanı yaratırken kendi biçiminden yarattığı” inancı yaygındır. Bu inanç, hadis kitaplarının hemen hepsinde vardır.

Tevrat ve İncil’i aslı bozulmuş kitaplar olarak kabul edip, inanmasanız bile Kuran’da geçen altı günde yaratış ayeti nasıl açıklanabilir?

Zebur, Tevrat, İncil’, Kuran kitapları hep tek yaratıcı Allah inancını savunmasına karşın; kendi içlerinde çelişkiler vardır. Bu kitaplarda anlatılan olaylardan pek çoğu isim ve yer değiştirerek bir başka dinin içine girebilmiştir. Sumer ve eski Mısır inancını, tapınma biçimlerini, efsanelerini her üç dinin içinde olduklarını görmemek ya da görmek istememek insanların düşünce ve sorgulama yetilerini zincire vurmaktır.

Zebur ve İncil yaratılıştan hiç söz etmez. Zebur şiir ve dua kitabıdır. İncil’in bir bölümünü de eski ahit adıyla Zebur ve Tevrat oluşturmuştur. Tevrat’ta anlatılanları yinelememek için İsevilerce geçerli olan dört İncil’e yaratılış konusu katılmamıştır. Kuran’daki yaratılış ayetleriyse Tevrat’tan alınmış bire bir kopyalamadır. Tevrat’ın ana kaynağı da Sumerlerin inançlarıdır.

PEYGAMBER İLE ÖZEL GÖRÜŞME SADAKASI

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
din, islamiyet, KTZ, Peygamber ile özel görüşme sadakası, Hz Muhammed ile görüşmeden önce sadaka, Mücadele 12, Mücadele 13, Allah'ın peygambere sadaka verin demesi, Sadaka, Kur'andaki çelişkiler, MUHAMMED İLE ÖZEL GÖRÜŞME ÖNCESİ SADAKA

MÜCADELE Suresi 12. Ayet: "Ey iman edenler! Peygamberle özel görüşme yapmak istediğiniz zaman, bu görüşmenizden önce bir sadaka verin. Sizin için en iyi ve en nezih davranış budur. Şayet bulamazsanız, bilin ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir."

MÜCADELE Suresi 13. Ayet: "Özel görüşme yapmadan önce sadaka verecek olmanızdan dolayı (vermediğiniz takdirde) korkuya mı kapıldınız? Madem bunu yapmadınız ve Allah da sizi bağışladı, o halde namazı özenle kılın, zekâtı verin, Allah’a ve resulüne itaat edin. Allah yapıp ettiklerinizden tamamen haberdardır."

“Ey iman edenler! Peygamberle özel görüşme yapmak istediğiniz zaman, bu görüşmenizden önce bir sadaka verin...”  emrini “Efendim bu sadaka Peygamberin kendisine değil fakirlere verilmek üzere istenmektedir” şeklinde yorumlayanlar… Hadi öyle olsun. Peygamberin özel görüşmeleri, fakirlerin doyurulması açısından fakir  fukaranın  sadakasına  vesile olsun.


Gelelim Mücadele Suresi 13’üncü ayete. Her hangi bir sebepten dolayı Hz Muhammed  ile özel görüşme yapmadan önce sadaka vermeyenleri Allah’ın bağışlayacağı yani affedeceği belirtiliyor. Benim kafam buna basmadı. Zekât vermekle ilgili, yoksullara, yetimlere vb kişilere yardım etmekle ilgili onca ayet varken bir de Peygamberle özel görüşme öncesi ayrıyeten sadaka verilmesi gerektiği emrolunuyor ve bu emri yerine getirmeyen ya da getiremeyenlerin Allah tarafından bağışlanacağı belirtiliyor. Ben gene anlamadım. Benim algılamamda ve mantığımda bir hata mı var acaba? Hz Muhammed ile özel görüşme öncesi sadaka vermemek nasıl bir günahmış ki Allah, bu fiili yerine getirmeyen kulunu affedeceğini özellikle belirtiyor. Allah’ın bu hususla ilgili affetme lütfu özellikle belirtildiğine göre demek ki ayette geçen Hz Muhammed ile özel görüşme öncesi sadaka vermek hadisesi ciddiye alınacak günahlardan birisi olsa gerek. Belki de Peygamberle görüşecek olan kişi aklını, beynini biraz çalıştırdı ve dedi ki: “Sadaka için ayırdığım bir para zaten var ve ben bu parayı kötü durumda olan falanca akrabama vereceğim. Madem amaç fakiri fukarayı doyurmak, başkası nasipleneceğine kendi akrabam nasiplensin” diyemez mi? Üstelik ilk ayette yani  Mücadele suresi 12’inci ayette “Şayet bulamazsanız Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir” yazıyor. Nasıl yani? Peygamberle görüşmek isteyen ve cebinde beş parası olmayan birisi, görüşme sadakasını bir yerlerden bulamadı diye Allah onu affediyor, bağışlıyor. Yani kuluna, taşıyamayacağı kadar yük yüklemeyen Allah, sadaka parasını bulamayan kulunu, kulunun elinde olmayan bir durum sebebi ile affediyor. Hem o yükü kuluna yükle yani fakirlik yükünü kuluna yükle sonra  beş parasız kuluna Peygamberle görüşme öncesi Sadaka emrini ver sonra da “para bulamazsan önemli değil, ben seni affederim” de…

Sanki bu ayeti birileri deneme maksatlı yazmış, ortaya bir yem atmış, bakmış ki yemi yiyen yok, attığı yemleri geri toplamış. Bu ayetler, merhamet sahibi ve bağışlayıcı bir Tanrı tarafından değil de sanki verdiği emrin insanlar tarafından nasıl karşılanacağını hesap edememiş bir insan tarafından yazılmış gibi duruyor.

KUR'ANDAKİ ÇELİŞKİLER |2

Gönüllü Yazar: Kirpi

Kur'an Müslümanlar açısından Tanrının insanlara gönderdiği bir kitaptır. Bunu tartışmak bile suçken ben inanıyorum ki her Müslüman hayatında bir kez olsun bile korkarak bile olsa "Ya bunu Muhammed yazdıysa" diye kendi kendine sormuştur. Kur'anda insanları bu kitabın Allah tarafından gönderilmesine ikna etmek için birçok ayet vardır. Onlardan en etkilisi Nisa Suresi 82.ayettir. Ayet şöyledir:

Onlar bu Kur'ân'ı gereği gibi düşünmezler mi? Eğer O Allah'tan başkasından gelseydi, onda mutlaka birçok tutarsızlık ve çelişkiler bulurlardı.

İşte can alıcı nokta burası. Bu ayette Allah insanlara bir meydan okuma yapıyor. Muhtemeldir ki Mekke'nin önde gelen insanları Kur'an'ı Muhammed'in yazdığını söylemişlerdir. Bunun üzerine Muhammed Allah'ın diliyle bir meydan okuma yapıyor. Eğer bu insan tarafından yazılmış olsaydı onda tutarsızlık ve çelişki olurdu. İşte bu yazımızda Kur'an'daki tutarsızlıkları ve çelişkileri göstererek bu kitabın bir insan ürünü olduğunu kanıtlayacağız. Ama konumuza geçmeden önce bir şeyi netleştirelim. İçinizde bu tutarsızlıkları o dönemde ortaya çıkaran biri neden olmadı diye soran insanlar olacak. Kur'an 23 yılda tamamlanmış bir kitap. Tamamı okunmayan kitaba eleştiri yapılmaz. Kur'an'ın Muhammed döneminde değil de ondan sonra toplanarak kitap haline getirilmesi de bir başka neden. Ama muhakkak Kur'an'ı o dönemde de eleştirenler olmuştur. Bunun az bilinmesi eleştiren olmamıştır anlamına gelmez. Nitekim tarihte Mısır Firavunlarının masasında yemek menüsü bile belli olurken Muhammed'in hayatından çok az bir şey bilmemiz de bir başka soru işaretidir. Hatta bazı tarihçiler Muhammed isimli birinin olmadığını iddia ediyor. Gerd Puin tarafından Yemende bulunan Kur'an'ın radyoaktif karbon incelemesiyle M.S. 645-690 yıllarına ait olduğu ortaya çıktı. Daha da ilginci araştırmaların devamında bulunan bu Kur'an'ın yazılarının silindiği ve üzerine yeniden günümüz Kur'an ayetlerinin yazıldığı görüldü. Yeni yazılar eski yazılarla benzerlik içerse de tamamen farklı yazılar da vardı. Neyse fazla uzatmayalım, bu mevzuyu ayrıca ele alacağım. Dönelim asıl meselemize Kur'an'daki çelişki ve tutarsızlığa.

KUR'AN'DAKİ ÇELİŞKİ VE TUTARSIZLIKLAR

İlk önce Kur'an'daki sayısal hatalara göz atalım. Eğer Müslümanların dediği gibi Allah her şeyi biliyorsa, tüm evrenin sırrına vakıfsa o zaman böyle basit matematiksel hatalar yapması çok ilginç.
A'raf/7:54 "Şüphesiz ki Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a istivâ eden, geceyi durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah'tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir!
Ayetten anlaşıldığı gibi Allah yer ve gökleri altı günde yaratıp bitirdiğini söylüyor. Peki başka ayetlerde ne diyor bir bakalım.
Fussılet/41:9. "De ki: Gerçekten siz, yeri iki günde yaratanı inkâr edip O'na ortaklar mı koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.
Fussılet/41:10. "O, yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Orada bereketler yarattı ve orada tam dört günde isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir etti.
Fussılet/41:12. "Böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti. Ve biz, yakın semâyı kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk. İşte bu, azîz, alîm Allah'ın takdiridir.
Hesap edelim: 2 gün yer + 4 gün yiyecekler + 2 gün gökler = 8 GÜN.

Gördüğünüz gibi yeri ve göğü 6 günde yarattığını iddia eden Allah bu yaratılışı izah ederken sayısal hata yapıyor. Bir başka çelişkiye bakalım.

Kur'anda birçok mesele yazıldığı gibi en çok verilen meseleden biri de ölmüş bir insanın vasiyetiyle mirasının paylaşılması meselesidir. Her konuda olduğu gibi burada da kadınlar arka plana atılmıştır. Önce ayetlere bakalım:
4/Nisa suresi 11: "Allah size, çocuklarınızın (mirası) hakkında şöyle tavsiye ediyor. Erkeğe, kadının payının iki katı, fakat, eğer kadınlar ikiden fazla iseler, o zaman terekenin (mirasın) üçte ikisi onlarındır ve eğer o (kadın) bir tek ise, o zaman yarısı onundur. Eğer ölenin çocuğu varsa, onun anne ve babasının her biri için, bıraktığı mirasın altıda biri pay vardır. Fakat onun çocuğu yoksa ve yalnız ana-baba mirasçı oluyorsa, o taktirde, üçte biri annesinindir (geriye kalan babanındır). Fakat eğer ölenin kardeşleri de varsa, o zaman, altıda biri annesinindir. Bunlar, borcu ödenip ve de vasiyeti yerine getirildikten sonradır. Babalarınızdan ve oğullarınızdan hangisinin fayda bakımından size daha yakın olduğunu bilemezsiniz. (Belirlenen bu paylar) Allah'tan bir farzdır. Muhakkak ki Allah, Alîm’dir, Hakîm'di.
4/Nisa suresi: "Ve eğer eşlerinizin (kadınlarınızın) çocukları yoksa, onların bıraktıklarının yarısı sizindir. Fakat eğer onların (kadınların) çocukları varsa o zaman dörtte biri sizindir. (Bunlar) yapılan vasiyet veya (üzerindeki) borç ödendikten sonradır. Ve eğer sizin çocuğunuz yoksa, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır (kadınlarındır), fakat eğer çocuğunuz varsa o taktirde bıraktığınızın sekizde biri onlarındır (kadınlarındır). Bu da yaptığınız vasiyet veya borç (ödendikten) sonradır. Ve eğer miras bırakan erkek veya kadının evlâdı ve ana-babası olmayıp, erkek veya kız kardeşi varsa, bu taktirde ikisinden her biri için altıda biridir. Fakat eğer bundan daha fazla iseler, o zaman onlar üçte bire ortaktırlar. Bunlar (kimseyi ) darlığa düşürmeden yapılan vasiyet ve de borç ödendikten sonradır. (İşte bunlar), (size) Allah tarafından vasiyettir. Ve Allah Alîm'dir, Halîm'dir.
4/Nisa suresi 176:  "Senden fetva istiyorlar. De ki: Allah, kelâle (annesi, babası ve çocuğu olmayan kişi) hakkında şöyle fetva veriyor. Eğer kişinin (erkeğin) ölümünde, onun çocuğu yoksa ve kız kardeşi varsa, o taktirde bıraktığının yarısı onundur. Ve eğer onun (ölen kız kardeşin) oğlu yoksa, o (erkek kardeş), ona (kız kardeşe) varis olur. Fakat, eğer iki kız kardeşi varsa, o taktirde bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Ve eğer kadın ve erkek birçok kardeşlerse, o zaman “iki kız kardeş payı” kadarı erkeğindir. Allah, şaşırırsınız diye size beyan ediyor (açıklıyor). Allah her şeyi en iyi bilendir.
Farz edelim ki bir Müslüman insan ölmüş ve geride üç kız evlat, bir ana, bir baba ve eşini bıraktı. Bu durumda mirasın 2/3'ü kızlarına, ana ve babanın her birine 1/6, eşine ise 1/8 pay kalacak.

Hesap yapalım: 2/3 + 1/6 + 1/6 + 1/8 = 1.125 (toplamın 1 olması gerekirdi)

Yani miras paylaşıldığı zaman her bir mirasçının aldığı payın toplamı mirasın kendinden fazla ediyor. Evrenin yaratıcısı Allah böyle basit bir hesap hatası yapmayacağı için bu ayet Allah'a değil hesap bilmeyen Muhammed'e aittir.

Gelelim Allah katında bir günün dünya zamanıyla kaç sene olduğuna. Bu meselede diğerleri gibi çelişkilidir, zira ayetlerin biri diğeri ile örtüşmüyor.
Secde suresi 5: Gökten yere kadar bütün işleri Allah yürütür. Sonra bu işler, süresi sizin hesabınızla bin yıl olan bir günde O’na yükselir.
Bu ayette Allah bir günde yaptığı işin insanların zamanıyla bin yıla denk geldiğini söylüyor. Bir diğer ayete bakalım:
Mearic suresi 4: Melekler ve Ruh (Cebrail) ona süresi elli bin yıl olan bir günde yükselir.
Bu ayette ise Cebrail'in Allah'ın yanına bir günde gittiğini söylüyor ve bu bir günün elli bin yıl olduğunu net olarak söylüyor. Muhammed zamanında Kur'an ayetleri yalnızca sözle sözlendiği (yazılmadığı) için önceki ayetteki söylediği sayıyı bir sonraki ayette unutması ve başka sayı söylemesi gayet mantıklı. Nasıl olsa o da bir insan.

Kur'an'a göre kaç tane cennet var?
Kur'an bazı ayetlerde cennet sözcüğünü tekil manada işlemiştir. Bu ayetlere bakan her hangi bir insan kolaylıkla bir tane cennetten bahsedildiği kanaatine varır.
Zümer 73: "Rablerine karşı gelmekten sakınanlar, bölük bölük cennete götürülürler... (ayrica bakiniz 41/Fussılet:30-32, 57/Hadid:21, 79/Naziat :40-41.)
Yukarıdaki ayetlere göre cennetin sayısı birdir. Ama şimdi göstereceğimiz ayetlerde Allah cennetten bahsederken çoğul şekilde sözler kullanır. Bu da cennetin birkaç tan olduğu manasına gelir.
Kehf 31:  İşte onlara (onlar için) Adn cennetleri vardır. Onların altından nehirler akar. (Ayrıca bakınız Ayrıca bak. 22/Hacc:23; 35/Fatır:33; 78/Nebe:31-34.)
Yüce yaratıcı önce yazdığını sonra unutamayacağı için demek ki bu Muhammed'in yanlışıdır.

Hristiyanlar cennete (cennetlere) girebilir mi?
Günümüz din adamları (tüccarlar) İslam'dan başka bir dine mensup olan hiç kimse cennete giremez diyor. Bu konuyla ilgili olarak Kur'an'da olumlu ve olumsuz (girer ve giremez) manalarında ayetler vardır. Şükürler olsun ki günümüz Müslümanlarının kafası Muhammed'inki ve Allah'ın ki kadar karışık değil, yani cennete giremeyecekleri konusunda daha netler. Çünkü Kur'an'da bir kaç ayet Hristiyanlar cennete girebilir derken bir başka ayet giremez diyor.
Bakara 62: Şüphesiz, inananlar (Müslümanlar) ile Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sâbiîlerden (her bir grubun kendi şeriatında) “Allah’a ve ahiret gününe inanan ve salih ameller işleyenler için Rableri katında mükâfat vardır; onlar korkuya uğramayacaklar, mahzun da olmayacaklardır” (ayrıca bakınız 5/Maide:69)
Yukarıdaki ayetlere göre Hristiyanlar ve başka dinden olanlar cennete girebilirler.
Ali Imran 85: Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.
Bu ayet ise açık bir şekilde İslam dışında başka dine mensup kimsenin cennete giremeyeceğini anlatıyor.

Hesap gününde şefaat (kayırma) var mıdır?
Müslümanların en çok söyledikleri şey Allah'ın kimseye torpil yapmayacağıdır. Ben de tüm kalbimle buna inanıyordum ama biraz araştırınca bunun böyle olmadığını gördüm. Bir düşünün eğer tüm insanları Allah yaratsaydı o zaman hesap gününde onları sorguya çekince hiç kimseyi kayırmaması gerekirdi. Kur'an'ın bazı ayetleri bunun böyle olacağını söylerken bazı ayetlerde torpile izin verildiğini görüyoruz.
Bakara suresi 48: Kimsenin kimseden faydalanamayacağı, kimseden bir şefaat kabul edilmeyeceği, kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği günden korunun.
Ayette açıkça hesap günü hiç kimsenin bir başkasına şefaat edemeyeceğini belirtiyor. Aslında olması gereken de bu zaten. Zira Allah bir başkasının lafıyla birinin günahlarını bağışlarsa o zaman Tanrının adaleti şüphe altına girer. Ama bir başka ayete baktığımızda şefaate izin verildiğini görüyoruz:
Meryem suresi 87:  Rahman’ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır.
Ayet hesap gününde Allah'ın konuşmaya izin vereceği kişilerin şefaat edebileceğini anlatıyor. Muhtemeldir ki Muhammed hesap gününde söz alacak olan insanlardandır. Şimdi size soruyorum: Eğer Muhammed söz alarak dinsiz olan amca Ebu Lehebe (asıl ismi Abdüluzza b. Abdulmuttalib b. Haşim'dir) şefaat ederse nasıl olur? Bir Müslüman şefaat edeni yok diye cehenneme girsin ama Ebu Leheb'in Muhammed gibi amcası var diye paçayı cehennemden kurtarsın. Bu ne kadar adaletli?

Kötülük Allah'tan mı gelir?
Nisa suresi 78: Nerede olursanız olun, sağlam kaleler içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir. Onlara bir iyilik gelirse: “Bu Allah’tandır” derler, bir kötülüğe uğrarlarsa “Bu, senin tarafındandır” derler. De ki: “Hepsi Allah’tandır”. Bunlara ne oluyor ki, hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar?
Ayeti çok iyi okuyun. Ayette Allah "iyilik Allah'tandır, kötülük kendinizdendir" lafını eleştiriyor ve akabinde hem iyiliğin hemde kötülüğün Allah tarafından olduğunu açıkça söylüyor. Bir diğer ayete bakalım:
Nisa suresi 79: Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir. Seni insanlara peygamber gönderdik, şahit olarak Allah yeter.
Bir ayet sonrasında ise dediğini inkar edip bu defa tam aksini söylüyor. Bu şaka olmalı. Buradan iki şey anlaşılır. Ya Muhammed çok unutkan yada Kur'an'ı birbirinden habersiz iki Allah yazmıştır.

Allah'ın velisi var mı?
Şimdi bakacağımız ayetler Kur'an'da çelişkileri en net şekilde gözler önüne seren ayetlerden biridir.
Isra suresi 111: Ve de ki: “Övgü, Allah’adır. O çocuk edinmemiştir, yönetimde ortağı ve muhtaçlıktan ötürü de bir velisi de yoktur.” O’nu alabildiğine yücelt.
Yunus suresi 62: Açın gözünüzü! Allah velilerine ne korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar!
Geleneksel dinciler ve ateistlerin aksine ben bu ayetin neden böyle çeliştiğini kendi düşüncelerimle aktaracağım. Düşüncem şu yöndedir ki Muhammed İsra suresi 11.ayeti yazarken insanları bu ayetten etkilenip onu veli olarak görmeyeceklerinden korkarak sonrasında Yunus suresi 62. ayeti kendisine vahiy etmiştir.

Allah sözünden döner mi?
Dincilerin Allah tanımına bakarsak eğer (geleceği bilir, her şeyden haberdardır, her şeyin en doğrusuna karar verir) Allah'ın herhangi bir hükümde hata yapıp sonradan düzeltme gibi bir şansı yoktur. Zira böyle bir şey olursa Allah'ın yukarıda saydığımız vasıfları şüphe altına girer. Kur'anda da bu konuda kesin hükümler vardır.
Fatr suresi 43: Hayır! Sen Allah’ın kanununda değişiklik bulamazsın. Sen Allah’ın kanununda asla bir döneklik bulamazsın. (bakınız Rum suresi 6, Zumer suresi 20 , Ali Imran suresi 9)
Buraya kadar anlaşılmayan hiçbir şey yok. Peki o zaman diğer ayetlerde neden Allah sözünü değiştirebileceğinden bahsediyor?
Bakara suresi 106: “Herhangi bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya unutturursak, onun yerine daha hayırlısını veya benzerini getiririz. Allah’ın her şeye gücü yettiğini bilmez misin?
Eminim ki dinciler mutlaka burada konu farklı diyecek ve unutursak lafını delil olarak sunup bak işte "unutturduk demiyor unutturursak diyor" diyecekler. Bu yüzden Allah'ın "unutturarak" sözünden döndüğüne dair hadislerden birkaç örnek sunacağım sizlere:

"İçinizden kimse, Kur’an’ın tümünü elinde tutuğunu söylemesin. Bunu diyen bilir mi Kur’an’ın tümü ne kadardı, nasıldı? Kesin olan o ki, Kur’an’ın çoğu yok olup gitmiştir." (Bkz. Süyuti, el İtkan, 2/32)

Ebu Ümame’ye bir grup sahabînin anlattığına göre, onlardan biri geceleyin kalkarak ezbere bildiği bir sûreyi okumak ister, ancak besmeleden başka bir âyeti okuyamaz. Sabahleyin bu durumu sormak üzere Peygamber (asm)’in kapısına varır. Derken başkaları da oraya gelip toplanır. Birbirlerine ne için geldiklerini sorarlar. Aynı sûreyi unutma sebebiyle geldiklerini söylerler. Sonra, Resulullah (asm) onları kabul eder ve haberlerini anlatırlar. Unuttukları sûreyi sorarlar. O da bir müddet suskun vaziyette cevap vermeden bekler. Sonra şöyle der: “O sûre, geceleyin neshedildi. Bu yüzden ezberleyenlerin göğsünden ve yazılı bulunduğu her şeyden silindi” (Ebû Ubeyd, s.13-14; İbnu’l-Cevzî, Nevâsih, s. 33.)

İbn-i Mes’ud’un şöyle dediği rivâyet edilir: “Rasulullah (asm)’a bir âyet indirildi. Ben de onu mushafıma yazdım. Sabahleyin bir de baktım ki, kâğıt (varaka) bembeyaz! Bu durumu Rasulullah (asm)’a haber verince şöyle buyurdu: “Bilmiyor musun, o âyet bu gece kaldırıldı” (İbnu’l-Cevzî, Nevâsih, 34)
Şimdi sizlere soruyorum: Kur'an'ı kabul ediyorsunuz, hadisleri de kabul ediyorsunuz peki o zaman Allah'ın sözünden caydığını da kabul ediyor musunuz? Allah bir ayeti vahiy edip sonra onu kaldırıyorsa demek ki bu onun her şeyi bilmediği, en doğru kararı veremeyeceği anlamına gelir.

Konuyu çok uzatmadan burada bitirmek istiyorum. Bu saydığım çelişkiler Kur'anın üzerindeki 2-3 saatlik araştırmanın neticesiydi. İyice bakılırsa Kur'anda tutarsızlık olmayan neredeyse tek bir ayet bile bulamazsınız. Siz de Kur'anı sadece sevap için okumak yerine araştırarak okursanız bunları bizzat şahidi olursunuz. Din tüccarları tarafından daha fazla sömürülmemek için şimdiden okumaya ve araştırmaya başlayın.
Gönüllü Yazar: Kirpi