HABERLER
Dini Haber
Petrus etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Petrus etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

İSEVİLİĞİN RESMEN KABULÜ VE İNCİLLER

Yazan: Mehmet W. Gündoğdu
MWG, din, hristiyanlık, İsa ve Horus, İsevilik, Horusun hikayesi ve İsa, Petrus, Çalıntı Hz İsa hikayesi, Hz İsa, Dört İncil, Havariler, Eski Konya'da tapınma, Kendisine ve öğütlerine karşı çıkanlar çoğalıp, baskı görmeye başlayan İsa, başına gelecek tehlikeleri sezinlemiştir. Kendisine yakın bulduğu 12 kişiyi yanına alarak onlara dersler verir. İnsanlara öğüt verme görevini havari- yol arkadaşları denilen bu 12 kişiye yükler.

Musevilerin kutsal bayramı için Kudüs’e gittiler, orada iyi karşılanmalarına karşın bazı kışkırtmalar sonucu; yanlarında bulunan 12 kişiden birisi olan İskaryot’un ihanetine uğradılar. Kudüs dönüşü yol arkadaşlarıyla son akşam yemeğini yiyen İsa; ölmesi gerektiğini, bunun kaçınılmaz olduğunu, kendisinin ölümünden sonra öğütlerinin her yere duyurulmasını istedi ve bu görevi de yanında bulunan yol arkadaşlarına verdi. Sonra oradan uzaklaşıp önce Zeytin dağına sonra da bahçelik bir yere gittiler. Yol arkadaşlarından İskaryot’un hainliği sonucunda, İsa yakalanıp mahkemeye çıkarıldı. Dine karşı gelmek suçlamasıyla ölüm cezasına çarptırıldı. İsa, tanrı tarafından göğe çekilince; hain İskaryot, İsa’nın kılığında göründü ve başına dikenlerle dolu bir taç geçirilerek çarmıha gerildi.

İskaryot’un çarmıha gerilmesiyle 11 kişi kalan ekibe bir kişi daha eklenerek havari sayısı on ikiye tamamlanır. Bu gelişmelerden sonra, İsa’nın görevini Petrus üstlendi. Petrus; Simon, Simun, Peter, Kifas gibi isimlerle de bilinen, Filistinli bir balıkçıdır.

Petrus’un görev vermesiyle, İsa’nın öğrencileri din yaymak için Şam dolaylarına doğru yola çıktılar. Musevi bir din adamı olan Saul (Paul- Pavlus) onları yolda yakalayıp öldürmek isteğiyle yanıp tutuşmaktadır. Bu olay İncil’de şöyle anlatılır.

“Saul ise Rab’bin öğrencilerine karşı hâlâ tehdit ve ölüm soluyordu. Baş kâhine gitti, Şam’daki havralara verilmek üzere mektuplar yazmasını istedi. Orada İsa’nın yolunda yürüyen kadın erkek, kimi bulsa tutuklayıp Yeruşalim’e getirmek niyetindeydi.  Yol alıp Şam’a yaklaştığı sırada, birdenbire gökten gelen bir ışık çevresini aydınlattı.  Yere yıkılan Saul, bir sesin kendisine, “Saul, Saul, neden bana zulmediyorsun?” dediğini işitti. Saul, “Ey Efendim, sen kimsin?” dedi. “Ben senin zulmettiğin İsa’yım” diye yanıt geldi.  “Haydi, kalk ve kente gir, ne yapman gerektiği sana bildirilecek.”  Saul’la birlikte yolculuk eden adamların dilleri tutuldu, oldukları yerde kalakaldılar. Sesi duydularsa da, kimseyi göremediler. Saul yerden kalktı, ama gözlerini açtığında hiçbir şey göremiyordu. Sonra kendisini elinden tutup Şam’a götürdüler.  Üç gün boyunca gözleri görmeyen Saul hiçbir şey yiyip içmedi. Şam’da Hananya adında bir İsa öğrencisi vardı. Bir görümde Rab ona, “Hananya!” diye seslendi. “Buradayım, ya Rab” dedi Hananya. Rab ona, “Kalk” dedi, “Doğru Sokak denilen sokağa git ve Yahuda’nın evinde Saul adında Tarsuslu birini sor. Şu anda orada dua ediyor.  Görümünde yanına Hananya adlı birinin geldiğini ve gözlerini açmak için ellerini kendisinin üzerine koyduğunu görmüştür.” Hananya şöyle karşılık verdi: “Ya Rab, birçoklarının bu adam hakkında neler anlattıklarını duydum. Yeruşalim’de senin kutsallarına nice kötülük yapmış!  Burada da senin adını anan herkesi tutuklamak için baş kâhinlerden yetki almıştır.”  Rab ona, “Git!” dedi. “Bu adam, benim adımı öteki uluslara, krallara ve İsrail Oğulları’na duyurmak üzere seçilmiş bir aracımdır.  Benim adım uğruna ne kadar sıkıntı çekmesi gerekeceğini ona göstereceğim.” Bunun üzerine Hananya gitti, eve girdi ve ellerini Saul’un üzerine koydu. “Saul kardeş” dedi, “Sen buraya gelirken yolda sana görünen Rab, yani İsa, gözlerin açılsın ve kutsal ruhla dolasın diye beni yolladı.” O anda Saul’un gözlerinden balık pulunu andıran şeyler düştü. Saul yeniden görmeye başladı. Kalkıp vaftiz oldu. Saul, Şam’da ve Yeruşalim’de yemek yiyip kuvvet buldu.  Sonra Saul birkaç gün Şam’daki öğrencilerin yanında kaldı. Havralarda İsa’nın tanrının Oğlu olduğunu hemen duyurmaya başladı. Onu duyanların hepsi şaşkına döndü. “Yeruşalim’de bu adı ananları kırıp geçiren adam bu değil mi? Buraya da, öylelerini tutuklayıp baş kâhinlere götürmek amacıyla gelmedi mi?” diyorlardı. Saul ise günden güne güçleniyordu. İsa’nın Mesih olduğuna dair kanıtlar göstererek Şam’da yaşayan Yahudiler’i şaşkına çeviriyordu. Aradan günler geçti. Yahudiler Saul’u öldürmek için bir düzen kurdular. Ne var ki, kurdukları düzenle ilgili haber Saul’a ulaştı. Yahudiler onu öldürmek için gece gündüz kentin kapılarını gözlüyorlardı.  Ama Saul’un öğrencileri geceleyin kendisini aldılar, kentin surlarından sarkıttıkları bir küfe içinde aşağı indirdiler.  Saul Yeruşalim’e varınca oradaki öğrencilere katılmaya çalıştı. Ama hepsi ondan korkuyor, İsa’nın öğrencisi olduğuna inanamıyorlardı. O zaman Barnaba (Barnabas) onu alıp elçilere götürdü. Onlara, Saul’un Şam yolunda Rab’bi nasıl gördüğünü, Rab’bin de onunla konuştuğunu, Şam’da ise onun İsa adını nasıl korkusuzca duyurduğunu anlattı.  Böylelikle Saul, Yeruşalim’de girip çıktıkları her yerde öğrencilerle birlikte bulunarak Rabbin adını korkusuzca duyurmaya başladı. Dili Grekçe olan Yahudiler’le konuşup tartışıyordu. Ama onlar onu öldürmeyi tasarlıyorlardı. Kardeşler bunu öğrenince onu Sezariye’ye götürüp oradan Tarsus’a yolladılar.  Bütün Yahudiye, Celile ve Samiriye’deki inanlılar topluluğu esenliğe kavuştu. Gelişen ve Rab korkusu içinde yaşayan topluluk kutsal ruhun yardımıyla sayıca büyüyordu.”


İsa tarafından havarilerin başı olarak seçilen Petrus dolaştığı yerlerde birtakım olağanüstü haller gösterdi; hastaları iyileştirdi, ölü bir kadını diriltti. Bütün bunlar olurken; Saul (Pavlus), Barnabas ve Yuhanna uzun bir din yolculuğuna çıktılar.

Silifke ve Kıbrıs’ı baştanbaşa dolaşarak öğütler verdiler. Kıbrıs’ta yalancı bir peygambere tanrı tarafından ilahi bir ceza verilince, oranın valisi iman etti ve halkın çoğunluğu da ona uydu. Saul’un adı Pavlus olarak değiştirildi. Psidya sınırındaki Perge’ye gittiler. Yuhanna Yeruşalim’e geri döndü, öteki ikisi yola devam ederek Antakya’ya geldiler. Antakya havralarında öğütler vererek, din yayıcılığı yaparlarken halkın çoğunluğunu inandırdılar. Ancak içlerinde ikircikli olanlar da çoktu. Çok geçmeden şehir meydanına toplanan inanmışların kalabalığını gören ikircikliler ve öğütlere inanmamış olanlar, Pavlus ile Barnabas’ı taşa tutup kovaladılar. Bu iki din yayıcı Konya’ya yöneldiler.

Konya halkının yarısı Yahudi-Musevi- yarısı Hellen- Grek’ti. Grekler Hellenistik tanrılara tapınmaktaydılar.  Konya’daki havrada konuşan Pavlus ve Barnabas epeyce ilgi görmelerine karşın halkın çoğunluğunu inandıramamışlardı. Bir süre Konya’da kalıp din yayıcılığını sürdürürlerken; Pavlus ile Yahudi bir kızın birbirlerine yakınlaşmaları, dedikodu olarak halk arasında yayılmaya başladı. Bunu fırsat bilenler, şehirde ahlakın bozulacağını öne sürüp pavlus ile Barnabas’ı taşlayarak kovaladılar. Güneye doğru yola çıkıp, Konya’ya çok yakın olan Lystra- Listra (Hatunsaray- Güneydere köyü arasındadır) kentine gelip öğüt ve vaazlarını sürdürdüler. Şimdi burası İsevilerin hac yerlerinden biridir, İncil’de adı geçmesine karşın pek tanınmıyor. Burada doğuştan inmeli bir adamı iyi edip ayağa kaldırdıklarında, halk “biz tanrımızı bulduk” diyerek sevindi, kurbanlar getirildi. Ancak Pavlus ile Barnabas; tanrı değil, elçi olduklarını ve din yaymak için geldiklerini, tek tanrıya inanmalarını söylediler. Halktan büyük ilgi gördükleri için bir süre orada kaldılar ve kendilerine inanmış olanlara özel öğütler, din hakkında bilgiler verdiler. Bu olaylar duyulup yayılmaya başlayınca Konya ve Antakya Yahudileri tarafından bir baskın düzenlendi. Pavlus ile Barnabas dövülüp, taşlanıp öldü sanılarak şehir dışına çıkarıldı. Bu kez şimdiki Karaman yakınlarındaki Derbe şehrine gittiler. Orada pek ilgi göremeyince, geldikleri yoldan Antakya’ya döndüler. Ondan sonra Pavlus ile Barnabas arasında sünnet yüzünden bir tartışma çıkınca yolları ayrıldı.

Barnabas Markos ile Kıbrıs’a, Pavlus ile Timoteyüs Anadolu’ya gittiler. Lysralı Themoti ve Kıbrıslı Barnabas ilk İncilleri yazdılar.

Pavlus Roma’ya gitti bir süre hapsedildikten sonra serbest bırakıldı. Ancak İmparator Deli Neron Roma’yı yakınca suçu Pavlus ve ona inanmışların üstüne attılar. Pavlus yargılandıktan sonra Roma’da idam edildi. Pavlus’un nasıl ve nerede öldüğü hakkında kuşkular bulunsa da genel olarak böyle kabul edilmektedir. Barnabas’ın da Kıbrıs’ta idam edildiği genel kabuldür.

İnciller çoğalmaya başladı, sayısı beş bini bulan İncillerin hiç biri birbirini tutmuyordu. 325 yılında İznik toplantısında İsa’nın tanrı olup olmadığı tartışıldı. 381’de İstanbul toplantısında yalnızca dört İncil’in doğruluğu kabul edilerek, Zebur’la Tevrat da da İncil’lerin içine katılıp dört İncil resmiyet kazanmış oldu. Öteki İnciller yasaklanıp yok edildi. İlk İncilerden olan Barnabas ve Themoti İncilleri hiçbir zaman kabul görmediler. Bu gün inanılan İsevilik; Roma yönetiminin dayatmasıyla oluşturulup, inanılan “icat bir dindir”. Roma yönetimi bu yeni- icat dinin ilke ve sınırlarını işine geldiği gibi uyarlamış, paganlığın bir mezhebi kabul ederek yeni bir din icat etmiştir.

Bu günkü dört İncil’i yazanlar arasında İsa’yı hiç görmemiş olanlar, havarilerden olmayanlar var. İncil’de çok yer verilen Pavlus da havari değildi ve İsa’nın yüzünü hiç görmemişti. Pavlus kendisini ön plana çıkarabilmiş eski bir Musevi olduğu için İncil’de anlatılanlar da hem abartma, hem yanıltma, hem şaşırtmalar bulunmaktadır. Üstelik Pavlus, yalnızca inanç yüzünden çok Yahudi’yi öldürmüş; eli kanlı birisidir. Dahası; resmi olan dört İncil bile birbiriyle çelişkilidir. Daha öncede vurguladığımız gibi; Barnabas ve Themoti İncilleri dışındaki İncillerin en eskisi; İsa’nın ölümünden çok sonraları insanlar tarafından yazılmıştır. İsa yaşadığı süre içinde tanrısal esin almamış, kendisine İncil indirilmemiştir. Sağken hiçbir şeyi yazıya da geçirmemiş, inanırlarından böyle bir istekte de bulunmamıştır. İsevilerin çoğunluğu da bunu kabul edip; İsa’nın kendisinin tanrı ruhu olduğuna göre, kitaba gerek olmadığına inanırlar. İsa yeni bir din yaymak için çalışmamış, eski din Museviliği sağlamlaştırmak için yeni yorumlar getirmiştir.

Bir süre Roma’da yasaklanan İsa’nın inançları, paganlığın bir mezhebi olarak resmen kabul edilmişti. Sözün kısası; İsa yeni bir din ve kutsal kitap getirmemiştir.

Dört İncil ve Yazarları
Markos: İncil’in en kısa bölümüdür. Petrus’un vaaz- öğütleriyle, İsa’nın öğretilerini içerir. Markos İsa’yı hiç görmedi, Petrus’un öğrencisiydi.

Matta: Bu İncil’in yazarı 12 Havariden birisi, Levi olarak da bilinen bir vergi memurudur. Musevi olmasından dolayı, yazdığı İncil’in içine eski ahit Tevrat’tan aldığı esinlemeleri katmıştır.

Luka: Yabancı uyruklu doktor ve tarihçi olduğu söylenen, Musevi olmayan ilk ve tek kişi Luka’dır. Pavlus’n öğrencisi olup İsa’yı hiç görmemiştir. İncilin devamı sayılan elçilerin işleri bölümünü yazmıştır.

Yuhanna: Yazı dili Grekçe olan bu İncil’in yazarı Filistinli bir Musevidir. 12 havariden birisi olup, eceliyle ölen tek havaridir. Yazdığı İncil’de olağanüstü olaylardan söz eder.

Horus- İsa
Pagan inancı ile dinler ve mitoloji ilişkilerini anlatan bilgi sunar yazılarından küçük bir bölüm:

“Öncelikle sizlere bir soru sormak istiyorum. Aşağıda tarifini vereceğim kişiyi tahmin edebilir misiniz? -Bakireden doğdu.-Doğum günü 25 Aralıkta kutlanıyor. -Doğumu yıldız ile müjdelendi. -Mısıra kaçtı. -30 yaşında vaftiz edildi. -12 havarisi var. -Suda yürüdü. -Bir ölüyü diriltti. -Tanrının oğlu olarak anıldı. -Çarmıha gerildi ve tekrar dirildi.

Evet, Horus'tan bahsediyorum! Siz ne sanmıştınız ki? Ah, tabii ya! Bir de İsa var öyle değil mi? Aynı özelliklere sahip olan, yaşadığına dair hiç bir kanıt bulunamayan İsa... Aslında bundan başka kanıt göstermeye gerek olduğunu bile düşünmüyorum. Hıristiyanlık ortaya çıkmadan 3000 yıl önce bahsedilen Horus'un hikâyesinin çalınıp, muhtemelen hiç yaşamamış birisine uyarlandığı açıkça görülüyor.”

DİNLERİN EVRİMİ

DP, din, Dinlerin evrimi, Dinlerin birbirine evrimi, Dinlerin kendi içlerinde evrimi, islamiyet, Dinlerin iddiaları, Kuran çelişkileri, Şura suresi, Sebe suresi, Hicr suresi, Mezmur, Matta, Petrus, “Kesin olarak bilesiniz ki bu zikri (vahyi, Kur'an’ı) kuşkusuz biz indirdik ve onu mutlaka koruyan da yine biziz.” (Hicr, 15/9)

"Bunlar, kitabın ve apaçık olan Kur'ân'ın âyetleridir." (Hicr, 15/1; bk. Elmalılı, Hak Dini, ilgili ayetin tefsiri)

“Ey iman edenler! Allah’a ve Peygamberine ve ona indirdiği kitaba ve ondan önceki indirdiği kitaplara gereği gibi inanın.” Nisa (4) Süresi, 136. ayet

“Senin sözün göklerde, Devirler boyu durur ey Yehova.” (Mezmur, 119/89)

“Gök ve yer ortadan kalkacak, ama benim sözlerim asla ortadan kalkmayacaktır.” (Matta, 24/35)

“Çünkü ölümlü değil, ölümsüz bir tohumdan, yani Tanrı'nın diri ve kalıcı sözü aracılığıyla yeniden doğdunuz. Nitekim 'İnsan soyu bir ota benzer. Tüm yüceliği de kır çiçeği gibidir. Ot kurur, çiçeği düşer. Ama Rabbin sözü sonsuza dek kalıcıdır.' İşte size müjdelenmiş olan söz budur.” (Petrus, 1/23-25)

Dinlerin evrimini iki ayrı kategoride inceleyebiliriz:
  1. Dinlerin Birbirlerine Evrimi
  2. Dinlerin Kendi İçlerinde Evrimi
Bunları ayrı ayrı inceleyecek olursak;

1) Dinlerin Birbirlerine Evrimi:
Bu savı inanan ve inanmayan tüm çevreler kabul eder. İnanların bu evrime inanmalarının sebebi, yaratıcının tek din üzerine olduğu, dinlerin birbirini tekrar etmesinin bu yüzden mümkün olduğudur. Dolayısı ile bu savı reddetmez, aksine desteklerler. Farklı bir biçimde inanmayanlarında en çok savunduğu sav budur ki, her dinin bir öncekinden etkilenerek devamı niteliğinden olduğu, mitolojik dinlerden evrildiği yönündedir.

Burada inananlar için aslında bir sorun vardır. Bu sorun da, gelen yeni dinin gelme sebebinin bir öncekinin yozlaşmış olduğu, aslında bozulduğudur. Hatta önceki kitapta aslında kendinden sonraki gelecek kitabı ve peygamberi desteklemiş olduğunu savunulur ki bu durumun kanıtları hiçbir zaman yoktur (Tevrat, İncilden bahsetmez, İncil, Kurandan bahsetmez). Bazı çevreler örneğin “Aslında gerçek incilde yazıyor. Vatikan biliyor ama söylemiyor.” gibisinden yorumlar yapsa da bunun ne dini ne de bilimsel hiçbir dayanağı yoktur. Yazının başında Tevrat ve incilden alınan ayetler bunu açıkça belirtmektedir. Bu yönde daha birçok sözde bu kitapların kendi söylevlerinde bulunmaktadır. Dolayısı ile her kitap kendinin yegâne göklerde yazılı kitap olduğunu, kendinden sonra bir kitabın gelmeyeceğini savunur. Fakat farklı bir yerde çıkan kitap aslında öncekinin devamı olduğunu savunur. İnanlar için bu bilinmezlik ve paradoks (ki aslında bilinir) sürer gider.

Dolayısı ile tüm semavi dinler “Dinlerin Evrimi” savını kabul eder, ancak hak dinin kendisi olduğunu savunur. Bu açıdan bakıldığında bile her din “Yaratanına” şirk koşmaktadır. Çünkü yaratıcı madem mükemmel, kusursuz, evrensel denge sağlayıcı, sorgulanamaz ve her şeyi bilen ise indirdiği kitabın daha sonra kusurlu hale getirilmesine ses çıkarmaz? İstese kusursuz bir sistemi getirebilirdi ki tüm kitaplar kendini kusursuz ilan ederken sonrakiler onları yozlaşmış kabul ediyor. Demek ki “Yaratılanlar” “Yaratandan” daha kudretli ve zeki ki onun indirdiğini sorgulayabilip değiştirebiliyorlar.

Gerçi her inanç bu duruma karşıda hazırlıklı olarak bir reddiye geliştirmiştir. Nedir bu reddiye mekanizması, “Yaratıcı aslında bizi sınıyor. Acaba onun kelamından çıkacak mıyız diye. Ne zaman biz sapkınlaşırsak o zaman bizi yeni bir peygamber ve kitap ile uyarıyor.”. Her peygamber kendini son peygamber ilan ediyor ve kendini öncekilerden üstün addediliyor. Bu reddiyenin sebebi şudur; eğer gelen din bir öncekini tamamlayıcı veya düzeltici değil ise bu yeni gelen dinin varlık sebebi ortadan kalkar. Sağlam bir dayanak bulunmalıdır. Yoksa insanlar peygamber olduğunu söyleyen kişiye inanmazlar. Bahsettiğimiz bu husus nedeni ile her semavi din bir öncekini kabul ederken kendinden sonrakileri kabul etmez, ayrıca kendinden sonra gelen dinlerin, kendi dinlerinden çıkarları nedeni ile ayrılan gruplar olduğunu ilan eder. (Yahudilerin İsa’ yı reddi, Musevi ve Hristiyanların Muhammed’i reddi).

Bu durum inanlar için (hangi dine mensup olursa olsun) baştan aşağı şirk ve eş koşmak kokmaktadır. Kitaplarda bahsedilen kudretli Tanrı inancına bakarsak. Beşer olan insanoğlu “Yaratanın” kelamını değiştiremez, değişmesine vesile olamaz. O halde ya yaratan “kudretli” değil, ya da bu sözler insan ürünü. Yaratan koşulsuz ve şartsız kudretli olduğuna göre… Yorum sizin.

Bu noktada yazının buraya kadar olan kısmına (ya da geriye kalan kısmı da) yönelik cevap ve eleştirileriniz varsa ki pozitif ve yapıcı eleştiriler bizim kazancımızdır, eleştiri yapmadan önce bu site de yer alan makale ve pdf kitapları okumanızı tavsiye ederim. Onlardan örnek alıntıları yaparak yazıyı uzatmak istemediğim için yer vermedim. Yoksa yazımızın kanıtları sitede ekli olan makale ve pdf kitaplarda geniş ve açıklayıcı bir biçimde bulunmaktadır.

Mevcut durumu tahlil edersek her din bir önceki/-lerin devamı konumundadır. Öncekini reddetmeden, kötülemeden veya yok saymadan –ancak bozulduğunu ve yozlaştığını söyleyerek- kendisini devam din olarak niteler. Semavi dinlerin kökeni antik mısır ve sümer dinleridir ki bu durum tüm akademik ve bilimsel çevreler tarafından kabul görmüştür. Antik Mısır ve Sümer dinlerinden evrilen ilk semavi din olan Yahudilik, devamında Hristiyanlığa, Hristiyanlıkta Müslümanlığa evrilmiştir.

2) Dinlerin Kendi İçlerinde Evrimi:
Dinlerin kendi içlerinde evriminin çeşitli sebepleri vardır. Çağlar ilerledikçe, teknoloji geliştikçe, eski adet ve dinler terk edilemediğinden, coğrafi sebepler, yeni yapılan keşifler ve benzeri sebeplerle dinlerde yenilenmeye ihtiyaç duyulur. Bu yenilenmeler farklı inanç felsefelerinin ve gruplarının oluşması ile sonuçlanır. Örneğin Hristiyanlıkta Ortodoksluk, Protestanlık, Katoliklik, Presbiteryenlik, Evanjelistler vb. fraksiyonlar her birbirlerinden farklı olabilmekte ya da birbirleri içinden türemektedirler. İslamiyet’te de durum pek farklı değildir. Sünniliğin içinde 4 hak mezhep kabul edilen Hanefilik, Hanbelilik, Şafiilik ve Malikilik ile Şia ve içerisinde yer alan fraksiyonlar (Caferilik gibi) bunun kanıtıdır. Bu bölüngüler içerisinde yaşayan insanlara şu sorulduğunda, örneğin bir Müslümana:” Peygamber ve 4 halifenin mezhebi nedir?” diye sorulduğunda sağlıklı net bir cevap alamazsınız. Dinlerin kendisinde şu mantık vardır: İbadetlerde ve inançta yorum olmaz, yaklaşım sergilenmez veya mantığa göre ya da ihtiyaca göre şekillenmez. İbadet ve inançta peygamber ve kitap ne yapıyorsa o yapılmalıdır. Ancak bu görüşe reddiye geliştirenlerin en büyük savunması şudur:

“İyide bizim mezhepte kan abdesti bozuyor, ancak öteki mezhepte bozmuyor. Sebebi coğrafi sebepler. Peygamber şöyle olduğunda kan akmış ancak abdest almamış onlar onu örnek almışlar, ama bir keresinde kan çıkınca abdest almış, biz onu uyguluyoruz.”

Burada sorun şudur. Peygamber semavi inanca göre hatasız ve eksiksizdir. Yaratanın rahmeti ondadır. O yaratıcının yeryüzündeki gölgesi ve elçisidir. Dolayısı ile o zaman ya abdesti tazelersin ya da tazelemezsin. Tazelersen bir mezhebe göre namazın kabul olmuyor, tazelemezsen öteki mezhebe göre namaz kabul olmuyor. Sen yorum getiremezsin. Senin imamın ve şeyhinde yorum getiremez. Onlar gereğini yürütmek ile sorumludur. O halde ya yaratıcı mükemmel değil, ya da sen, hocaların ve şeyhlerin sorunlu. Yaratıcı mükemmel olduğuna göre… Yorum yine sizin. Daha bu hususlara örnek çok. Eğer örnek yok diyorsanız o halde hiç Müslüman olamadınız demektir. Müslüman iseniz kuranı anlayarak okumuş ve hadis külliyatı ile desteklemiş olmalısınız. “Yok, ben hocama sorarım!” diyorsanız, Hocanız sizi öteki dünyada (!) kurtarsın da görelim. Ayet bu konuda açık. Anlayarak okumamış iseniz hükmünüz kesin. Önceki yazılarımızı okuyun, pdf kitaplara bakın. Bu hususa defalarca değinildi.

Konumuza geri dönersek insanlar kendi keyfiyetleri, yönetim ihtirasları ve güç için dinleri kendi ihtiyaçları doğrultusunda yoğurup değiştirmişler, adına da mezhep demişlerdir. Bu durumun farkına varıp “Dünyada Peygamber dönemindeki İslamiyet yaşanmıyor. İslamiyet te mezhep olmaz, olamaz. Peygamber bunu yasaklamıştır. Din de Allah gibi birdir ve tektir!” diyen Konca KURİŞ, insanları uyandıracağı (!) endişesi ile canavarca katledilmiştir.

Bu bahsettiğimiz hususa da reddiye geliştirebilirsiniz ki amacım sizi değiştirerek “inanma inanma din diye bir şey yok” demek değildir. İster inanırsınız ister inanmazsınız. Bu sizin bileceğiniz ve özgür iradeniz ile seçebileceğiniz bir olgudur. Sadece doğru araştırın.

Bu noktaya kadar iki ayrı başlıkta Dinlerin Evrimini bir nebze olsun incelemeye çalıştık. Dinlerin Evrimi şüphesiz gerçektir. Okundukları zaman tüm semavi din kitaplarının söylevlerinin hemen hemen benzer olduğunu rahatlıkla görebilirsiniz. Bunu için okuma-yazma bilmeniz ve objektif olmanız kâfidir.

Başka bir husus burada karşımıza adeta dikilir. Dinler kesinlikle “Evrimleşiyor”. Değişiyor ve gelişiyor. Kendilerini ortadan kaldırmaktan ziyade kendi iç fraksiyon ve dinamiklerini geliştirerek evriliyorlar. Örneğin Pensylvania’ nın ağlak imamı, peşinde koşan primatlar ve müritleri. Bu primatlar ve müritler, o ağlak imamı “Kurtarıcı Mehdi” ilan ederler ki mehdi inancı Kuran açısından değerlendirildiğinde tümden bid’at’ tır. Muhammed ve 4 halife döneminde “asla” mehdi/mesih inancı olmamıştır. Hristiyanlıktan geçmedir.

Konumuzdan biraz farklı olmakla beraber, Dinlerin Evrimi ile bağlantılı farklı bir konuya da değinelim.

Yazının başında bahsettiğimiz gibi her kitap, kendisinin sabit ve değiştirilemez olduğunu ısrarla belirtir; kendisinin yaratıcı kelamı olduğunu, “şüphesiz” doğru bir elçi sözü olduğunu söyler. Bu elçiler hep kendi kavimlerine ve bölgelerine gelmiştir. Musa ve İsa İsrail oğullarına ve Muhammed Arap oğullarına.

“Biz sana Arapça bir Kur’an vahiy ettik ki, sen anakent olan Mekke ile bütün etrafını uyarıp irşat edesin.”(Şura 7)

Demek ki amaç, Mekke ve çevresini uyarmak. Sorun Mekke ve çevresinde. Diğer yerlerde Allah’ın kelamı önceki dinler ile sabitenmiş. Ancak durum böyle olursa İslamiyet nasıl yayılacak?

Taberi bu ayeti açıklarken “bütün etraf” tan kastın dünya olduğunu belirtir. Yoksa Kuran sadece Mekke ve çevresinden ibaret olacak. Sistem çökecek. Diğer dinlerin tamamlayıcısı olması için bu dinin tüm coğrafya ya gelmesi gerekiyor. Ne yapıyor Taberi? “Etraftan kasıt dünyadır” diyor. İlginç olan şudur ki, Allah tüm dünya diyemiyordu da, aklı ermiyordu da, Taberi Allah kelamını düzeltiyor. İslami Terminolojiye göre kendini Allah’ın yerine koyuyor. Burada İslami açıdan şüphesiz şirk vardır.

Bu sözlere reddiye olarak şunu söyleyebilir ve kanıt olarak sunabilirsiniz ki:

“Resulüm! Biz seni bütün insanlara/insanlığa rahmetimizin müjdecisi, azabımızın uyarıcısı olarak gönderdik; lakin insanların ekserisi bunu bilmezler.” Sebe Suresi 28. ayet

Ya da

“Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.”(Enbiya, 21/107). Yalnız ALEM kelimesi coğrafi yerleri tanımlamaz. ALEM “kimse” demektir.

İnsanlar Kuranı kendi dilleri ile okumuyorlar ki? Nereden bilecekler kime gönderildiğini? Ayrıca her kitap kendini insanlara geldiğini söylüyor? Ayetler bile bu noktada çelişki taşıyabiliyor.

İnanlar için ayetler arasında hükmü kalkan olmaz. Her ayet geçerlidir. Allah tüm ayetleri bir düzen ve mükemmellik üzerine kurmuş ise yukarıda belirttiğimiz Şura 2 ile Sebe 28’i bir karşılaştırın. Birbirlerinden farklı şeyler söylüyorlar. (Site Başyazarı ve Admini Dostum A.KARA’ nın “Neden Deist oldum 2” adlı yazısında, ayrıca İlhan ARSEL kitaplarında bu çelişkiler bolca örneklendiriliyor. O yüzden daha fazla örnek görmek isteyenler bu makale ve kitaplara göz atsınlar)

Şöyle bir durum bizi bekler ki, aslında tüm kitaplar insanlığa gönderilmiştir. Ancak Irkçı ve faşist yaklaşımlarından dolayı İsrailliler Yahudiliği ırk/din haline getirmişlerdir. Örneğin Yahudi baba Hristiyan anneden olan bir çocuk Yahudi olamaz. Ancak Yahudi anne ve Müslüman babadan doğan çocuk Yahudi kabul edilebilmektedir. Anne din ve ırk aktarıcısı durumundadır.

Hristiyanlıkta ise Yahudiliğe göre daha hümanist bir bakış açısı vardır. Bu kapsamda misyonerlik faaliyetlerine girişilmiş ve dünyanın geri toplumlarında seri bir Hristiyanlaştırma politikası gütmüşlerdir.

Kısacası her din, bu “Din Evrimi” hususunu kabul eder, ancak kendisinin kesin ve doğru olduğunu söyler. Bu nedenle yayılmacı bir politika güderler. Yani her din, kendisinin “İnsanlığın koşulsuz şartsız en son kurtarıcı dini” olduğunu iddia eder. Ancak dinler zaman ilerledikçe çağına uymadığından iç fraksiyonlara bölünmeye mahkûm olur. Demek ki “Yaratılanlar”, “Yaratandan” daha bilge ve kudretli ki onun hatalarını düzeltiyorlar. İnançlarını çağa uyduruyorlar. Yaratıcı kusursuz ve kudret sahibi olduğuna göre birileri ortada bariz bir biçimde yalan söyledi ve birileri yalan söylemeye devam ediyor.

Sonuç olarak ister inançlı olun ister inançsız. Dinler Evrilmiştir, Evrilmeyede devam ediyordur. İnanlara göre, Yaratıcı tek kitap ve tek peygamber ile (tüm dinler önceki peygamberleri kabul eder ancak son ve en geçerli peygamberi kendi peygamberi görür) insanlığı (!) uyarmıştır. O halde bu ayrılıkların sebebi nedir?... Bu ayrılıklardan kimlerin ne çıkarları olabilir? Din ile insanlar kandırılabilir mi? İnsanlar Din ile kandırılıyor ise bu kandırmanın amacı nedir? Cevaplar sizde saklı.
Aklımda Deli Sorular:
  • Muhammed ve 4 halife kandil gecelerini kutladı mı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde mevlit okundu mu? Tatlı dağıtıldı mı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde 3 aylar kutsal mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife teravih namazı kıldı mı?
  • Muhammed ve 4 halife hadisleri yazdırdı mı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde minare var mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde türbeler ziyaret edilir miydi?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde mezarlık ziyaretleri var mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde saltanat var mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde kefaret orucu var mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde tespih çekiliyor muydu?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde mezar taşı üzerine ayet, dua, şiir vb. yazılıyor muydu?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde ölülerin ardından 7’ si 40’ ı 52’ si yapılıyor muydu?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde yatırlara mum yakılıp dua edilir miydi?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde ücrete kuran okunur muydu?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde kuran nağme ve musiki ile mi okunurdu?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde bir yerlere cevşen asılır mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde cenaze bildirimi için sala okunuyor muydu?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde bugün kılınan namaz mı kılınıyordu?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde kurban kanı alına sürülür müydü?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde recm var mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde “Azrail” adlı bir meleğin adı geçiyor muydu?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde muska takılır mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde namaz 3 vakit mi? Yoksa 5 vakit miydi?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde takke takılır mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde kadının erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığı söylenir miydi?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde kabir azabından bahsedilir miydi?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde İsa’nın tekrar yeryüzüne geleceği inancı var mıydı?
  • Muhammed ve 4 halife döneminde mehdi kavramı var mıydı?
  • Muhammed döneminde, Kuran kitap halini almış mıydı?
  • Ebubekir hiç kitap formatından Kuran okumuş muydu?
  • Hiçbir kutsal kitap peygamberinin özel hayatına karışır mı? Karışsa bile bunda “âlemleri” ilgilendirecek nasıl bir bilgi olabilir ki?
  • Ana dili Arapça olan araplar bu dini “Şüphesiz apaçık arapça” olarak indirilen Kuranı okuyarak ve anlayarak yaşıyor ise bizim din yaşantımız neden farklı?
  • Dinlerini okuyarak ve anlayarak yaşayan araplar mı daha doğru dinlerini yaşıyor, yoksa dini okumadan ve anlamadan okuyan bizler mi daha doğru yaşıyoruz?
  • Eğer dini biz doğru yaşıyorsak, araplar neden Kuranı okuyup anladıkları halde farklı yaşıyorlar? Bir insan veya topluluk bilerek ve isteyerek KÂFİR olur mu?
Sağlıcakla kalın.
Yazan: Demon Product