HABERLER
Dini Haber
Ra'd suresi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ra'd suresi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

ALLAH VE ZEUS

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
din, islamiyet, KTZ, Allah, Allah ve Zeus, Ra'd suresi, Rad suresi, Allah ve gök gürültüsü, Kader, Kader mi azap mı?, Ölüm vakti gelen biri ALLAH VE ZEUS

Ra`d 12: "O, korku ve ümit vermek için size şimşeği gösterendir, yağmur yüklü bulutları meydana getirendir."

Diyanetin tefsirine göre yukarıdaki ayeti, yağmurdan fayda görecek insanların yağmurun habercisi olan şimşeğin sesini  duyduklarında yağmurdan yana ümit edeceklerini fakat yağmur yağdığında ıslanacak eşyaları olanlar veya yıldırımın düşmesinden endişe edecekler için de şimşeğin korku vesilesi olacağından  ve bu yağmur yüklü bulutları Allah’ın meydana getirdiğinden bahseder. Burada anlaşılamayacak bir şey yoktur. Gelelim 13 üncü ayete:

Ra`d 13: "Gök gürültüsü Allah’ı överek tenzih eder; O’nun korkusundan dolayı melekler de buna katılır. Onlar Allah hakkında tartışıp dururken O, yıldırımlar gönderip bunlarla dilediğini çarpar. O’nun azabı pek şiddetlidir."

Lütfen bu ayetin her cümlesini ve her kelimesini hazmederek okuyun. Gök gürlemesi bulutların arasında oluşan şimşeğin sesidir aslında. Şimşek oluşurken hem ses çıkar hem de bir ışık patlaması oluşur fakat ses ışıktan daha yavaş olduğu için önce daha hızlı olan ışığı görürüz, ses ise daha yavaş olduğu için ışıktan sonra duyulur. Bilimsel olsun ya da olmasın eğer bütün tabiat olayları Allah’ı tespih eden durumlarsa bunu böyle kabul edip, buna böyle mecazi anlam yükleyip  birinci ve ikinci cümleyi geçelim.


Sıra geldi kırmızı renkli cümleye. Yakın çevrenizde, iyi bir insan olmasına rağmen yıldırım çarpması sonucu hayatını kaybeden insanlar oldu mu? Ya da yıldırım çarpması sonucu evi yanan. Veya yıldırım çarpması sonucu yola devrilen ağacın, içinde kadın, çocuk, bebek gibi bir çok masum ve hatta dindar insanın da olduğu bir otobüsü devirerek ya da ezerek içindeki insanların ölmesine veya yaralanmasına yol açan bir duruma şahit oldunuz mu veya böyle bir talihsiz olayın yaşandığını duydunuz mu?  Dünyada bunun bir sürü örneği var. Şimdi kırmızı renkli cümleyi bir daha okuyun. Eski mitolojik tanrıların özelliklerini hiç okudunuz mu? Gökyüzünün efendisi olarak bilinen Yunan Tanrısı Zeus, genel  inanca göre ve hatta hatırlayabildiğim kadarıyla bazı animasyon  videolara da konuş olmuş ve bulutların üzerine kurulup, sinirlendiği her şeye elindeki asası ile şimşekler gönderen bir İlâh konumunda canlandırılmıştır. Bu durum zaten Zeus ile ilgili eskinin insanlarının genel inancının bir canlandırmasıdır. Yunan Tanrısı Zeus ile İslâm’ın Tanrısı Allah arasında, bu bakımdan bir benzerlik var mı acaba? Yunan Tanrıları, tarihin tozlu raflarına karışıp gittiği için eski bir masal olarak kaldı fakat İslâm dini bu zamana kadar gelebildiği için hem yorumlama, hem ayetlere mecazi anlamlar yüklemek bakımından kendini oldukça geliştirdi. Ra’d Suresi 13 üncü ayeti biraz daha inceleyelim:

Ra`d 13: "Gök gürültüsü Allah’ı överek tenzih eder; O’nun korkusundan dolayı melekler de buna katılır…."

Dikkat ederseniz Kur’an’da yer alan Allah’ı tenzih etmek, O’na ibadet etmek gibi terimlerin önü  sonu  KORKUDUR genellikle. Korkarsınız, günahtan kaçarsınız, ibadet edersiniz ve Allah merhametini göstertip ya sizi cennetine alır ya da affeder. Dünyanın bütün insanlarının ve bütün milletlerinin üzerinde hemfikir oldukları en değerli duygunun yani Sevginin ve Saygının Kur’an içinde zikredildiğine pek rastlamamışımdır. Varsa da çok az. Ayetin ilk cümlesine göre gök gürültüsü, doğal yapısına ve işleyişine rağmen, bizim farkına varmadığımız bir şekilde kendisini yaratanı yani Allah’ı övüp zikrediyor ve Allah’tan korkularından dolayı Melekler de Gök gürültüsünün bu zikrine katılıyorlar.  Melekler acaba hisleri olan varlıklar mıdır? Yani sevebilirler mi? Korku duyguları olduğuna göre her halde sevgi duyguları da vardır. Neysem biraz sesli düşündüm galiba. Devam edelim:

Ra`d 13: "… Onlar Allah hakkında tartışıp dururken O, yıldırımlar gönderip bunlarla dilediğini çarpar. O’nun azabı pek şiddetlidir."

Ra’d Suresinin 13 üncü ayetinin son iki cümlesini makul ve mantıklı bir şekilde açıklamaya yönelik hiçbir yorum ve tefsir bulamadım. Bundan 20 sene önce, çevremizde iyi niyeti ile tanınan, 3 yaşında çocuğu olan ve ayrıca dört aylık hamile olan gencecik bir kadın, üzerine yıldırım düşmesi ile hayatını kaybetti, arkasında gözü yaşlı insanlar bırakarak.  Bu ayetteki “…O, yıldırımlar gönderip bunlarla dilediğini çarpar…” ifadesini zorlama ile kadere veya Sünnettullah denilen tabiat yasalarına ve benzerilerine  dolaylı olarak bağlasak bile ayetin sonundaki  “…O’nun azabı pek şiddetlidir.” İfadesini nereye koyacağız, neye yoracağız, hangi ifade ile bağlayacağız? “Ölüm vakti gelmiş insanın canını almaya gerekirse yıldırım da vesile olabilir” görüşünü doğru kabul edip bu ayete yorum olarak yapıştırmaya çalışsak bile yıldırım çarpması sonucu ölen iyi kalpli bir insanın durumunu, ayetin sonundaki Allah’ın azabı ile nasıl ilişkilendireceğiz? Vakti gelenin almışsın canını, Azap çektirmek nedir? Hadi buna da bir şeyler bulun ve deyin ki: “Yıldırım çarpması gibi şiddetli bir durumla ölen iyi kişiye yıldırımı Allah göndermemiştir, kader sonucu vukuu bulmuştur” falan filan deyin, kıvırın işte bir şeyler.

CENNET

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, Cennet, islamiyet, Cennet ayetleri, Cennet tasviri, İslamiyette cennet, Kur'an'da cennet, Cennet sureleri, Fussilet 31, Zuhruf 71, Bakara 25, Nisa 57, Ra'd suresi, Cennetten akan ırmaklar CENNET
Lütfen ayetleri sonuna kadar okuyun. İsterseniz sadece kırmızı renkli olanlarını da okuyabilirsiniz. Kur’an’da  cennet ile ilgili çok daha fazla ayet var fakat genellikle aynı şeylerden bahsettiği için   bazılarını yazdım.

  • Bakara Suresi, 25. ayet: (Ey Muhammed) iman edip salih amellerde bulunanları müjdele. Gerçekten onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Kendilerine rızık olarak bu ürünlerden her yedirildiğinde: "Bu daha önce de rızıklandığımızdır" derler. Bu, onlara, (dünyadakine) benzer olarak sunulmuştur. Orada, onlar için tertemiz eşler vardır ve onlar orada süresiz kalacaklardır.
  • Nisa Suresi, 57. ayet: İman edip salih amellerde bulunanları, altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokacağız. Onda onlar için tertemiz kılınmış eşler vardır. Ve onları, 'ne sıcak-ne soğuk, tam kararında gölgeliğe' sokacağız.
  • Ra'd Suresi, 35. ayet: Takva sahiplerine vaadedilen cennet; onun altından ırmaklar akar, yemişleri ve gölgelikleri süreklidir. Bu korkup-sakınanların (mutlu) sonudur, inkar edenlerin sonu ise ateştir.
  • Hicr Suresi, 45. ayet: Gerçekten takva sahibi olanlar, cennetlerde ve pınar başlarındadır.
  • Hicr Suresi, 47. ayet: Onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümünü) sıyırıp-çektik, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar.
  • Kehf Suresi, 31. ayet: Onlar; altından ırmaklar akan Adn cennetleri onlarındır, orada altın bileziklerle süslenirler, hafif ipekten ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler giyerler ve tahtlar üzerinde kurulup-dayanırlar. (Bu,) Ne güzel sevap ve ne güzel destek.
  • Hac Suresi, 23. ayet: Hiç şüphesiz Allah, iman edenleri ve salih amellerde bulunanları altından ırmaklar akan cennetlere sokar, orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler; ordaki elbiseleri ipek(ten)tir.
  • Fatır Suresi, 33. ayet: Adn cennetleri (onlarındır); oraya girerler, orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler. Ve orada onların elbiseleri ipek(ten)dir.
  • Fatır Suresi, 34. ayet: Derler ki: "Bizden hüznü giderip yok eden Allah'a hamd olsun; şüphesiz Rabbimiz, gerçekten bağışlayandır, şükrü kabul edendir."
  • Yasin Suresi, 56. ayet: Kendileri ve eşleri, gölgeliklerde, tahtlar üzerinde yaslanmışlardır.
  • Sad Suresi, 51. ayet: İçinde yaslanıp-dayanmışlardır; orda birçok meyve ve şarap istemektedirler.
  • Sad Suresi, 52. ayet: Ve yanlarında bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş yaşıt kadınlar vardır.
  • Zuhruf Suresi, 70. ayet: "Siz ve eşleriniz cennete girin; 'sevinç içinde ağırlanacaksınız."
  • Zuhruf Suresi, 71. ayet: "Onların etrafında altın tepsiler ve testilerle dolaşılır; orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı herşey var. Ve siz orada süresiz kalacaksınız."
  • Muhammed Suresi, 15. ayet: Takva sahiplerine va'dedilen cennetin misali (şudur): İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenler için lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır ve orda onlar için meyvelerin her türlüsünden ve Rablerinden bir mağfiret vardır. Hiç (böyle mükafaatlanan bir kişi), ateşin içinde ebedi olarak kalan ve bağırsaklarını 'parça parça koparan' kaynar sudan içirilen kimseler gibi olur mu?
  • Rahman Suresi, 54. ayet: Astarları, ağır işlenmiş atlastan yataklar üzerinde yaslanırlar. İki cennetin de meyve-devşirmesi (ordakilere) yakın (kolay)dır.
  • Rahman Suresi, 72. ayet: Otağlar içinde korunmuş huri kadınlar.
  • Rahman Suresi, 74. ayet: Bunlardan önce kendilerine ne bir insan, ne bir cin dokunmuştur.
  • Rahman Suresi, 76. ayet: Yeşil yastıklara ve çarpıcı güzellikteki döşeklere yaslanırlar.
  • Vakıa Suresi, 15. ayet: 'Özenle işlenmiş mücevher' tahtlar üzerindedirler.
  • Vakıa Suresi, 16. ayet: Karşılıklı yaslanmışlardır.
  • Vakıa Suresi, 18. ayet: Kaynağından (doldurulmuş) testiler, ibrikler ve kadehler,
  • Vakıa Suresi, 24. ayet: Yaptıklarına bir karşılık olmak üzere (onlara sunulur);
  • Vakıa Suresi, 34. ayet: Yükseklere-kurulmuş döşekler (sedirler).
  • Vakıa Suresi, 36. ayet: Onları hep bakireler olarak kıldık,
  • Gaşiye Suresi, 13. ayet: Orda 'yükseklerde kurulmuş, tahtlar da vardır;
  • Gaşiye Suresi, 14. ayet: Konulmuş (içecek dolu) kaplar,

Şimdi de sizden 1400 yıl önce Arap çölünde yaşayan ve sık sık açlık-susuzluk  çeken Arap insanlarının  günlük yaşantılarını ve içinde bulundukları çölde olası hayallerini gözünüzün önüne getirin. Sonra da bu çöl hayatı hayallerini lütfen ayetlerde geçen cennetin özellikleri ile karşılaştırın.


Belki de İlâhiyatçıların sürekli olarak sarıldıkları ve artık bıkkınlık getiren şu açıklamaya sarılacaksınız: “Efendim 1400 yıl öncesinin insanlarına, hatta sıradan insanlar da değil bunlar,  dünyanın en cahil insanlarına islâmı kabul ettirme aşamasında cennet nasıl tarif edilecekti? Tabi ki de çölde yaşayan o insanların dünyalarına, hayallerine göre ayet inecekti…” Hadi bu açıklamayı değerlendirelim. Yani bütün dünya insanları, bütün teknolojinin, medeniyetin, gelişmişliğin ve daha da gelişecek olan insan yaşantısının ve birbirinden farklı hayallerinin içine,  ömrü boyunca sırf dünyanın en cahil insanlarının arasında islâm yayılabilsin diye  gönderilen 1400 yıl öncesinin çöl insanının  bilgi, birikim ve  zekâ seviyesine göre indirilen bir kitabı kendimize kılavuz mu yapacağız? Yüceler yücesi Tanrı’nın Yüceler yücesi zekâsı, eminim  daha uygun bir  çözüm bulabilirdi.

Bugün güneşin çok az olduğu ve serin hava şartlarının daha yoğun olduğu ülkelerde insanlar bırakın gölgeyi, yoğun güneş altında yaşamayı arzu ediyorlar. Bu insanların da belki şöyle bir hayali vardır: “Öyle bir yerde yaşayalım ki, güneş sürekli tepemizde olsun, hiç gölgelik olmasın. Veya günümüzde yaşayan çok fakir birisi cennette Jet Ski ile dolaşıp süper lüks bir yat ile gezinti yapmak isteyebilir. Veya bir başkası, kendisine ait bir uzay gemisi ile kâinatta hiç görmediği oluşumları, yapıları görmek isteyebilir. Bu tür arzular için tefsirciler aşağıdaki iki ayeti sık sık örnek göstertirler.

  • "... Orada nefislerinizin arzuladığı her şey sizindir ve istediğiniz her şey de sizindir." (Fussilet, 41/31)
  • "... orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı her şey var. Ve siz orada süresiz kalacaksınız." (Zuhruf, 43/71)

Kur’an’da cennetle ilgili 200 ün üzerinde ayet var. Bunların 90 tanesinde cennetin nasıl bir yer olduğu ve cennette nelerin olduğu anlatılıyor ve bu anlatımların tamamı çölde yaşayan Arapların kurabileceği hayallerle ilgili ve siz diyorsunuz ki eğer cennette farklı şeyler yaşamak istiyorsanız yukarıdaki iki ayet size göredir. Ben de diyorum  ki bu cenneti tarif eden 90 tane ayetin 90’ı da çöl Araplarının hayallerine hitap ediyorsa muhtemelen yukarıdaki iki ayet de, olur da Araplardan birinin aklına gelmemiş olan bir zevk (farklı bir meyve, o dönem zengininin faydalandığı farklı bir lüks imkân gibi) kast ediliyordur.

Bir de Kur’an’ın evrensel olduğunu sürekli diline dolayanların  adeta zorlama ile yaptıkları şu açıklamaya da yer vereyim.

“Kur’an, tüm insanlığa gönderilmiş evrensel bir kitaptır. 1400 yıl önce yaşayan insanlara, bu günkü insanların bildiği, yaşadığı, geliştirdiği hayata yönelik şeyler gönderilse  idi o insanların hiç birisi inanmazdı, İslâm yayılmazdı. Ayrıca Kur’an’da, cennetle ilgili tasvirler semboliktir. Yani aslında hepimizin bildiği üzere,  öbür dünyada tabiî ki de ille de bu dünyaya ait olan şeyleri görüp yaşayacağız diye bir durum yoktur fakat  Allah, insanlara cenneti, anlayabilecekleri ve algılarının yetebileceği bir düzeyde tarif etmiştir. Dolayısıyla  Kur’an’da sürekli olarak altlarından ırmaklar akan cennetlerin tarif edilmesi,  öte aleme gidildiğinde yaşanacak olan cennet diyarının altlarından ırmaklar akan cennet diyarı olacağı  anlamına gelmez. Bunu böyle anlamamak gerekir.”  “Bunu böyle anlamamak gerekir… YERSEN!”

Bu açıklama eğer doğru ise Allah, Kur’an’ı anlaşılsın diye göndermemiş. En azından herkes anlayabilsin diye göndermemiş. Dahası Kur’an’ı okurken okuduğunuz şey,  cümlenin verdiği açık anlamdan çok daha farklı anlamlara gelebilir o yüzden anlamını tam olarak bildiğiniz ayetleri tekrardan göz geçirin.

Uzak doğuda yoğun meditasyon ve yoga yapan rahipler dünyaca bilinir. Bu rahipler, transa geçtikleri sırada düşünsel olarak çok farklı bir boyuta geçtiklerini ve algıladıkları bu farklı boyutun insanların fiziki duyu organları ile algılanamayacak ve hatta hayalî  bile olsa tahayyül edilemeyecek bir boyut olduğu ve ruhsal düzeyde insana dünyada hiç yaşayamayacağı muhteşem güzellikte hisler  yaşattığını söylerler ki hissi  anlamdaki bu durumlardan birisini ben bizzat rüyamda deneyimlemiştim.  Bu durum sadece Budist ya da Hinduizmin rahipleri tarafından değil, dünyanın çok çeşitli yerlerinde, çeşitli toplumlarında yaşayan insanların da deneyimlediği  bir durumdur. Hayat, bitmek bilmez  süprizlerle doludur ve insanlık yaşadığı sürece sürekli olarak gelişecek ve zorunlu olarak değişecektir.  Bu kadar gelişen ve değişen bir medeniyeti yaşatma becerisine sahip  insanoğluna, altlarından ırmakların aktığı, kolları bilezikli, tepsilerle ve testilerle gezen el değmemiş bakire eşlerin olduğu, ağır işlenmiş ve karşılıklı oturulan tahtların,  gölgeliklerin,  sütten ırmakların olduğu onlarca ayetin yerine aşağıdaki gibi bir tane ayet gönderilse idi hem okunması açısından zaman israfı hem de yazılması açısından kâğıt israfı olmazdı diye düşünüyorum.  Eminim böyle bir ayet  1400 yıl öncesinin çöl insanını da mutlu ederdi.

Kendi ayetim: Yeryüzünde iyi ameller işleyenler ve Allah’ın yasalarına uyan imanlı insanlar, içinde ebedi  yaşayacakları cennetlere alınacaklar. Bu insanlar cennet hayatında neyi ister, neyi arzularlarsa anında yerine getirilecek. Bu isteklerin, hayallerin, arzuların ve zevklerin sınırı ve sonu olmayacak. Orada ne bir hastalık, ne bir üzüntü ne de bir sıkıntı olacak. Orada sadece mutluluk, her türlü arzunun yerine  gelmesi  ve zevkler olacak. Cennet ehli olan insan, artık orada nasıl yaşamak ve ne yapmak istiyorsa o isteği bir sihir gibi hemen yerine getirilecek.

Gelelim, Cennet hayatındaki cinsiyet eşitsizliğine. Son dönem ilahiyatçılarının her türlü zorlama ya da “çeviri hatası söz konusudur”  gibi söylemlerine rağmen açıkça  görüldüğü üzere, CENNET ASLINDA ERKEKLERE CENNET.   Kolları bilezikli, ipekten elbiseli, otağlar içinde korunmuş, el değmemiş bakire eşler. Hadi yaşadınız Müslüman ERKEKLER…

Ben ve benim gibiler, ufkumuzun  ötesine geçmeye çalışıp, beynimizin  algılayamadığı hangi boyutlar, hangi oluşumlar var? Öldükten sonra o farklı boyutları, algılayabilecek miyiz, oralarda  farklı bir  formla  varlığımızı sürdürmeye devam edecek  miyiz  diye  düşünürken dini kitaplar, inananları, tıpkı Dünya hayatında olduğu gibi Cennet hayatında da 3 boyutlu yaşama hapseder.  Öte yandan ayet  tefsirinde sınır yoktur. Özellikle de kendi ülkemizin tefsircileri, zamana ayak uydurmak, Kur’an ayetlerini, yaşadığımız zamana ve  görüş açısını genişletmiş olan insan bilincine kabul ettirebilmek ve  muhtemelen bunu kendilerini inandırmak için de yapabilmek adına hayallerini zorlar, basit ve düz olarak  anlaşılan bir ayeti her türlü mecazi anlamla yorumlayabilecek düzeye erişirler. Tabi önemli olan sizin neye inandığınız.

PEYGAMBERLER HATA YAPAR MI ?

din, islamiyet, K, Peygamberler hata yapar mı?, Peygamberler, Hz Muhammed, Kur-an'a göre peygamberler, Sura suresi, Abese suresi, Ra'd suresi, Peygamberlikten önce Muhammed, PEYGAMBERLER HATA YAPAR MI?


«Beşer şaşar» diye bir laf vardır. Bu ata sözleri tarih boyunca insanların farklı meseleleri ve olayları gözlemleyerek ortaya çıkardığı bir şeydir. Ayrıca bu ata sözlerinin yaranmasındaki en etkin şeylerden biride yapılmış hataların periyodik bir şekilde tekrarlanmasıdır. Günümüz dindarlara bu ata sözünü söylersek eğer mutlaka «yanlışın var şaşmayan insanlarda olmuş» diye cevap verirler.  Bir tane misal göstermelerini istersen hemen mensubu oldukları mezhebin veya dinin peygamberinin ismini söylerler. Bu şaşırılacak bir durum değil. Çünkü insanlar Allah'ın kendisi hakkında, onun kişiliği ve sıfatları konusunda pek fazla bir şey bilmedikleri için bir nevi onun velilerini yani peygamberlerini kendilerine numune olarak kabul ederler. Bunu tabi insanların hep bir üst düzey akıllı ve imanlı bir lider tarafından yönetilme isteği de etkiler. Peygamberlerin hata yapmayan insan gibi gösterme çabasını en fazla din tüccarları gösterir.  Zira kendilerini peygamber ilan etme gibi bir şansları olmadığı için peygamberleri süper akıllı ve imanlı biri şeklinde kendilerini de ondan bir pille aşağı biri olarak göstererek bir nevi insanlarla Allah arasında peygamberlerden sonra ikinci vasıta olarak gösterirler. Böylecede insanları sömürürler. Bu yazımda sizlere peygamberlerin de senin ve benim gibi bir insan olduğunu ve dahası hata yapabileceğini anlatacağım.

İlk önce Kuranda peygamberlerin insan mı yoksa üst düzey bir varlık mı (yarı ilah gibi bir şey) olduğuna bakalım. Zira dincilerin dediği gibi peygamberler hiç hata yapmadıysa o zaman bizim gibi sıradan bir insan değil daha üst düzey bir varlık olması gerekiyor. Kurana baktığımızda peygamberlerin de bizim gibi sıradan bir beşer (insan) öldüğünü görüyoruz.

41/FUSSİLET SURESİ 6. AYET: De ki: "Ben sadece sizin gibi bir insanım."

Ayette dikkat edilmesi gereken iki konu var. Birincisi Allah ayeti peygamberin dilinden söyletiyor. Yani «De ki» sözüyle başlıyor. Bunun için dincilerin Allah katında peygamberde bir insandır diyerek kıvırmaları için hiç bir şansı yok. Ayet açık bir şekilde peygamberin kendi ağzıyla söyleniyor. İkinci nüans ise «sizin gibi» sözcüğüdür ki burada da peygamberin senden benden bir farkı olmadığını gösteriyor.  Eğer sen ve ben hata yapabiliyorsak yalan söyleyebiliyorsak o zaman demek ki peygamberlerde bunu yapabilir. Hata yaptı veya yapmadı bunu yazımızın ilerleyen aşamalarında tartışacağız. Şimdilik, hata yapabileceğini yani senin benim gibi bir insan olduğunu anladık.


Şimdi gelelim peygamberlerin Allah tarafından seçilmiş insanlar olması meselesine. Dincilerin sıkça peygamberleri yüceltmek ve putlaştırmak için «Allah peygamberleri milyonlarca insan içerisinden seçti ve onlara vahiy etti» lafını kullandıklarını görüyoruz. Yani Allah peygamberlere vahiy ediyorsa demek ki diğer insanlardan üstündür. Fakat Kur-an'a bakarsak eğer Allah'ın bal arısına bile vahiy ettiğini görebiliriz.

NAHL SURESİ 68.AYET: "Ve senin Rabbin, bal arısına, dağlardan, ağaçlardan ve onların (insanların) kurdukları çardaklardan, evler (kovanlar) edinmelerini vahiy etti."

Şimdi sizlere soruyorum eğer Allah'ın birine vahiy etmesi onun diğerlerinden üstün olması anlamına geliyorsa o zaman bal arıları şu an aramızda yaşıyor ve sizin evliyalar (Allah dostları) dediğiniz insanlardan üstün durumdalar. Peki neden bal arılarına tapmıyor da o evliyalara tapıyorsunuz? (kulluk ediyorsunuz)  Gördüğümüz kadarıyla insan üstü bir varlık olmak için Allah'tan vahiy almak yeterli değildir.

Hata yapan peygamberler oldu mu?
Birisinin karısına göz diktiği için onun kocasını öldürterek karısına sahip olma isteği olan peygamber isimleri tarihte bellidir. Fakat günümüz dincileri kendi kutsal sandıkları kitaplardan başka bir şeye inanmadıkları için onlara kendi kitaplarından örnekler vereceğim.

7/A'RÂF SURESİ 175. AYET: "Onlara, âyetlerimizi verdiğimiz kimsenin haberini oku (anlat). Sonra o, ondan (âyetlerden) ayrıldı, artık şeytan onu kendisine tâbî kıldı. Ve böylece o zarar görenlerden (azgınlardan) oldu."

Bu ayette de can alıcı iki püf nokta var. Birincisi «onlara ayetlerimizi verdiğimiz» sözü geçiyor ki burada bir peygamberden bahsedildiği apaçık bellidir. Bazı din hocaları bunu inkar etse de Allah'ın ayet verdikleri bir tek insan olabilir.(okuyup anlayan tek varlık insandır) Nitekim günümüz zamanına kadar gelen 3 büyük vahiy dininin muhatabı olanlar insanlardan seçilmiş peygamberlerdir ( Musa, İsa ve Muhammed) İkinci püf noktası «ayetlerden ayrıldı şeytana tabi oldu» sözüdür ki burada büyük bir günahtan bahsediliyor. Bir düşünün Allah bir peygamber seçiyor ona ayetler veriyor o ise ayetleri bırakıp şeytanın yoluna gidiyor. Buda  dincilerin savunduğu peygamberler büyük günahlar değil küçük hatalar yapmıştır tezinin yanlış olduğunu gösteriyor.

"Hiç şüphesiz ki peygamberlerin, küçük günahlardan değil de büyük günahlardan mâsum olduklarını söylemek, İslâm âlimlerinin çoğunluğu ve bütün tâifelerin görüşüdür... Bu, aynı zamanda tefsir, hadis ve fıkıh âlimlerinin çoğunluğunun görüşüdür.Hatta ilk Müslümanlardan, imamlardan, şahâbeden, tâbiînden ve onlara tâbi olanlardan,bu görüşe mutabık (uygun) bir görüşten başka bir görüş nakledilmemiştir." ( Şeyhül-İslam İbn-i Teymiyye, 'Mecmûu'l-Fetâvâ', cilt: 4, sayfa: 319 )

Çünkü Allah'ın ayetlerini terk edip şeytana uymak hiç küçümseyecek bir durum değildir.
Aslında peygamberlerin hata yapması gerçeği ilk peygamberin yaratılması, yani Ademin zamanından beri vardır. Zira yasak meyveyi yiyerek Allah'ın emirlerine karşı gelip hata yapan ilk insan ve ilk peygamber Adem olmuştur.

2/BAKARA SURESİ 35-36. AYET: "Dedik ki: “Ey Âdem! Sen ve esin cennete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi bol bol yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.” Derken, şeytan ayaklarını oradan kaydırdı. Onları içinde bulundukları konumdan çıkardı. Bunun üzerine biz de, “Birbirinize düşman olarak inin. Sizin için yeryüzünde belli bir süre barınak ve yararlanma vardır” dedik."

Muhammed hata yaptı mı?
İyi tüccar fakat kötü din hocaları  Muhammedin bırakın 40 yasından sonra hata yapmasını, peygamberlikten önce bile büyük hatalar yapmadığını savunuyorlar. Oysa Kur-an'ın kendisinde bize bellidir ki Muhammed kendini peygamber ilan etmeden önce Mekke'li müşriklerin en gözde adamlarından biriydi ve iman nedir bilmezdi. Muhammedin peygamberlikten önce Mekke'de yaşamı süresince halk arasında lakabı El-Emin (yani en güvenilir adam) olmuştur. Bunu en sahih (doğruluğu şüphesiz olan) hadisler bile söylüyor.

Muhammedin gençlik yıllarına denk gelen Kâbe’nin tamiri ve Hacerül esved’in yerine konulması olayındaki rolü ve bunları gördüğü kabul edilmektedir. Her kabilenin bu şerefli işte pay sahibi olmayı istemesi üzerine ihtilâf çıkmış, problemin çözümü ertesi gün Kâbe’nin önünde görülecek ilk şahsa bırakılmıştı. Yolu beklenen bu zatın Hz. Muhammed olduğu görülünce herkes, “el-Emîn geliyor” diye memnuniyetini belirtmişti. (Müsned, III, 425)


Şimdi sizlere söylüyorum Mekke'li müşrikler (çok tanrıcı putperestler) eğer Muhammed peygamberlikten önce bile tek Tanrıya inanıyor olsaydı neden ona bu lakabı taksınlar? Mantıken Mekke'li müşriklerin onların Tanrılarını Kabul etmeyen ve bir tanrıya inanan Muhammed'e nefret etmeleri gerekmez mi? Ama her ne hikmetse nefret etmek yerine ona inanılır adam lakabını takmışlar fakat Muhammed tek tanrıcılığı tebliğ etmeye başlayıp kendisini peygamber ilan ettiğinde Mekke'liler onun sözlerine güvenmediler. Bunun sebebi Muhammedin de 40 yaşına kadar Mekke'li müşrikler gibi çok tanrıcı olduğudur. Zira Kur-an'da bunu açık bir şekilde söylüyor:

42/SÛRÂ SURESİ 52. AYET: "Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin."

Ayette bahsi geçen «iman nedir bilmezdin» sözündeki imanın, İslami imanı anlattığını, yani tek Allah'ın - İlahın varlığına iman olduğunu herkes biliyor. Onun için ayette Muhammed'in peygamber olmadan önce İslami bir imandan habersiz olduğu açık bir şekilde anlatılıyor.

Yine başka bir olayda Muhammed Kureyş'in önde gelen insanlarıyla konuşurken yanına gelen bir kör insandan yüzünü çevirir ve onu dinlemez. Burada tabi ego söz konusudur. Kabilenin liderlerine «ben hiç de sizden küçük biri değilim bak her adamla muhatap olmam» mesajı vermek istemesi yüzünden böyle bir şey yapmıştır. Tabi birde bunun üzerine Muhammedi kınayan bir ayet inmiştir.

80/ABESE SURESİ 1-2-3. AYET: "Kendisine o âmâ (kör) geldi diye Peygamber yüzünü ekşitti ve öteye döndü. (Ey Muhammed!) Ne bilirsin, belki de o arınacak, Yahut öğüt alacak da bu öğüt kendisine fayda verecek."

Doğruyu söylemek gerekirse benim düşüncem insanların kınamasından kurtulmak için Muhammed bu ayeti vahiy ettirmeye mecburdu. Başkasını hor görme, aşağılama ahlaki açıdan da  hiçte iyi bir şey değildir.

Yazıyı bitirirken şunu söyleyeyim; İster Muhammed olsun isterse diğer peygamberler Kur-an'da onların hata yapabildiğini ispatlayan çok sayıda örnek var. Ama esas olan bu hataları görmek, ondan ders almak ve bir daha tekrar etmemektir. Peygamberler böyle yaptıysa ne ala. Ama günümüz dindarlarına peygamberlerin hata yaptıklarını delillerle göstermenize rağmen size hala kendi fikirlerini dayatmaları da bir hatadır. Biz ne kadar yazıp anlatsak ta eminim ki bu insanlar kendi hatalarını kendileri düzeltmek istemedikçe söylediklerimizin hiç bir faydası olmayacaktır. Zira bunun böyle olduğunu Kur'an dahi söylüyor:

13/RA'D SURESİ 11.AYET: "Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez."
Biz daha ne diyelim?

Yazan: Kirpi