HABERLER
Dini Haber
Yahudi mitolojisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yahudi mitolojisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

YAHUDİ MİSTİSİZMİ VE GOLEM

Hazırlayan: A.Kara

DİABLO VE BENZERİ OYUNLARDAKİ "GOLEM"İN İBRANİ KÖKLERİ

Gotik korku romanı Frankenstein bir bilim insanın tanrı rolünü üstlenerek canlı yaratmaya çalışmasını işler. Yarattığı şey bir bakıma Golem'dir ve buna benzer hikayeler Yahudi hikayelerinde de vardır. Ancak tabi ki bazı keskin farklılıklar içerirler.

Örneğin Frankenstein adlı canavar kadavra ve vücut parçalarının karışımından yaratılmış olarak tasvir edilirken Golem'in kilden yapıldığı söylenir. Ek olarak Frankenstein canavarına hayat veren araç bilim iken Golem'e hayat veren araç mistik yollardır.

Ayrıca Diablo oynamış biriyseniz kil, demir ve et parçalarından Golem yaratan Nekromansi karakterine de yabancı değilsiniz demektir. Frankenstein romanına ilham veren şey eskiden Avrupada kadavra ticaretinin artması hatta karaborsaya düşmesi midir yoksa Yahudi söylencelerindeki Golem midir bilinmez. Ama Diablo gibi birçok oyundaki Golem adlı yaratıklar doğrudan Yahudi efsanelerindeki Golemden alınmıştır, esinlenilmiştir.

Golem sözcüğü İbranice'de "şekilsiz kütle" veya "bitmemiş madde" anlamlarına gelir.

Bir Talmud efsanesine göre Adem yaratıldığında 12 saat boyunca bir Golem (גולם) halinde, ruhsuz bir beden olarak beklemiştir. Başka bir efsanede Yeremya adlı peygamberin bir Golem yaptığı söylenir. 

Bu anlatı ve inanışların kökeni Talmud'a ve erken dönem kabalistik fikirlere dayanır. Talmud ve kabalistik metinler ezoterik bilgiye sahip erdemli kişilerin inorganik maddeleri kullanarak yapay bir insan yaratabileceği, böylece tanrıyı taklit edebilecekleri fikrini doğurmuşlardı.

Kimileri Golemlerin yaratılmasına ilişkin efsanelerin yalnızca sembolik olduğuna ve bir kişinin ruhsal uyanışına atıfta bulunduğuna inansa da Golem hikayelerini farklı yorumlayan ve bu tür yaratıklar yaratmanın mümkün olduğuna inanan insanlar da vardı.

Ortaçağ Yahudi mistikleri yaratma konusuna ilgi duyuyorlardı. 1240 doğumlu İspanyalı Avram Ebulafia kabalistik yazılar yazmıştı. Fransız Yahudi kökenli bir 13. yüzyıl metni olan  Pseudo-Sa'adyah mistik yaratım yöntemlerini anlatıyordu.

Yaratılış veya Oluşum Kitabı anlamına gelen Sefer Yetzirah hakkında yazan birkaç kişi, örneğin Alman Haham El'azar (yaklaşık 1165-1230) bu kitap hakkındaki yorumunda Golem yaratma talimatlarının nasıl yerine getirilmesi gerektiği konusunda açıklamalar sunmuşlardı. Açıklamalarında genellikle ilk olarak Golem'in insanı andıran bir şekle büründürülmesi gerektiği yazıyordu.

Golem'e hayat vermek için anlatılan birkaç yol vardı. Bu yollardan birine göre Golem'i yaratacak kişi İbrani alfabesindeki harflerin bir kombinasyonunu ve Tanrı'nın gizli adını söylerken yarattığı Golem'in etrafında yürümeli veya dans etmeliydi.

Başka bir varyantta bir araya gelerek 'gerçek-doğruluk' anlamlarına gelen "emet (אמת)" kelimesini oluşturan alef, mem ve tav harflerinin Golem'in alnına yazılması gerekiyordu. Böylece Golem canlanacaktı.

Golem'in canlanabilmesinin üçüncü yolu ise bir parşömene Tanrı'nın adını yazmak ve onu Golem'in koluna veya ağzına yapıştırmaktı. Yani Tanrı'nın adı cansız bir varlığa yaşam vermeyi sağlıyordu.

Bir canlı yaratmak ve üzerinde hakimiyet kurabilmek için üzerine sözcükler yazmak veya isim koymak şarttı. Çünkü eski insanın düşünce sisteminde isim yasa koymak demekti.

El'azar'ın Golem Yaratma Tarifi

Haham El'azar Golem yaratma aşamalarına dair anlatısı kısaca şöyle idi. Dağlardaki bakir toprağı saf suyla yoğurduktan sonra ilk olarak Golem'in baş ve gövdesini şekillendireceksin. Sonra Yaratılış Kitabında uzuvlara karşılık gelen her harfi İbrani alfabesindeki harfler ile her uzuv için ayrı ayrı olacak şekilde çiftler halinde birleştireceksin. Buna "221 kapı" denir. Sonra alfabenin her harfini sesli bir harf ile birleştireceksin. Böylece ilk aşama yani Golem'in bedeni hazırlanmış olacak.
Sonra, ikinci aşamada Tetragrammaton'u yani Tanrıya atıfta bulunmak için kullanılan Yhvh harflerini İbrani alfabesinin her harf ile tek tek eşleştirecek, ortaya çıkan harf çiftlerini bütün sesli harfleri kullanarak yoğurduğun Golem'e okuyacaksın. Ayrı ayrı dizilimler kullanılmış olsa da Golem içinde Yhvh harflerini barındırdığı için  hayat bulacak. [Idel's Golem: Jewish Magic and Mystical Traditions on the Artificial Anthropoid; 221 kapıya dair tablo ve detaylar için bkz : Sefer Yetzirah, Aryeh Kaplan]

Yehuda Leib (Loev) ben Betsal'el'in Golemi

En ünlü Golem hikayelerinden diğeri 16.yy'da yaşamış önemli bir Talmud bilgini ve Yahudi mistik olan Haham Yehuda Leib ben Betsal'el diğer adıyla Maharel hakkındadır. O tarihlerde hahamın yaşadığı Prag şehri II. Rudolf tarafından yönetilen Kutsal Roma İmparatorluğu'nun bir parçasıydı. Rudolf okumuş, kültürlü bir imparator olmasına rağmen Prag Yahudileri, Yahudi karşıtı saldırılara maruz kalmışlardı.

Efsaneye göre haham Loev Yahudi bölgesini korumak ister. Rüyasında "İsrail'in tüm düşmanlarını yok edecek bir Golem yarat" sözünü işitir. Haham gördüğü rüyayı ateş burcunda doğmuş olan damadına ve su burcunda doğmuş olan öğrencisine anlatır. Kendisi hava burcunda doğduğundan eğer yardım ederlerse tüm elementlerin temsilcilerine sahip olacaklarını böylece bir Golem yaratabileceğini söyler.

Loev özel bir toprak hazırlar ve kabalistler gizli isimleri okuyarak etrafında döndükçe toprak beden yavaş yavaş canlanmaya, insani nitelikler kazanmaya başlar. Böylece Golem yaratılmış olur. Kimi anlatılara göre alnına veya ağzına bir sözcük tutturulduktan sonra canlanırken kimi anlatılara göre boynuna geyik derisinden yapılmış ve mistik işaretlerle süslenmiş özel bir kolye takılır. Kolye yani tılsım aynı zamanda Golem'in görünmez olmasını sağlar. Yaşam vermek için yazılan sözcükler genellikle Adam yani Adem veya hakikat anlamına gelen Emet'tir. 
Golem inanılmaz bir güce sahip olduğu için hahamın evinde ve sinagogda fiziksel güç gerektiren işlerde de yardımcı olur. 

Hikayenin başka bir versiyonu ise 1580 baharında, Yahudilerden nefret eden bir rahibin Prag'daki Hıristiyanları Paskalya sezonu yaklaşırken Yahudilere karşı kışkırtmaya çalıştığını belirtir. Bunun sonucunda Haham Loev, Paskalya mevsiminde halkını korumak için bir Golem yaratır.

Golem'in Yahudileri korumayı başardığı hikayenin sonu pek de mutlu bitmez. Golem güçlendikçe güçlenir, giderek zapt edilemez ve yıkıcı hale gelir. Golem iyilik yapmayı bırakır, çıldırmaya başlar ve masum insanlara saldırır.

Sonuç olarak Haham Loev, Tanrı'nın adını Golem'den çıkarır, böylece onu cansız bir heykele dönüştürür. Kimi anlatılara göre ise Haham can verirken üzerine tutturduğu sözcüklerin ilk harfini siler. Adam sözcüğü kan anlamına gelen "dam"a, Hemet sözcüğü ise "ölü" anlamına gelen "met"e dönüşür. Böylece Golem eskisi gibi cansız bir yığın haline gelir.

Çatıya çıkan merdivenler kaldırılmış olduğundan Golem'in haham tarafından sinagogunun tavan arasında saklandığına inanlar bile vardı. Fakat yüzlerce yıl sonra sinagog tamamen keşfedildiğinde Golem'e dair herhangi bir iz olmadığı görüldü.

Chelm'li Eliyahu'nun Golemi

Polonyalı Yahudiler arasında benzer efsaneler yaygındı. Örneğin Talmud bilgini, kabalacı ve Ba'al Şem yani Tanrı'nın gizli kutsal isimlerinin bilgisine sahip olduğunu söylenen Eliyahu'nun (Polonya'nın Chelm şehrinden) hikayesi bunlardan biridir. Hikayeye göre Eliyahu'nun yarattığı golem hergün biraz daha büyür. Başlangıçta çok küçük olan golem artık evdeki herkesten daha büyük hale gelir. Tehlikeyi sezen Eliyahu golemin alnındaki yazıdan harf silince golem cansız bir yığına dönüşür. Aynı hikayenin başka bir varyantında cansız hale gelen golemin hahamın üzerine doğru yıkılarak onu da öldürdüğü anlatılır.

Çoğu hikayede görünüşte erkek olarak tanımlanan Golemlerin Yahudi halkını kurtarmaya yardımcı olmak için yapıldığı görülür. Fakat kadın Golemler hakkında da birkaç önemli efsane vardır. Örneğin bir haham olan Horovitz'in kendisiyle seks yapması için güzel ve sessiz bir Golem yarattığı söylenir. Fakat kadın Golemlerin yemek ve temizlik yapan hizmetçiler olarak yaratılmasıyla ilgili hikayeler çok daha yaygındır.

Golemler Yahudi efsanesinin o kadar önde gelen isimleridir ki sanatçılara ve yazarlara bugüne kadar ilham vermeye devam etmişlerdir. En azından son iki yüz yıldır bu yaratıklar resim, heykel, illüstrasyon ve daha yakın zamanda video ve dijital sanat eserlerine bile girdiler.

MİTOLOJİLERDEKİ EFSANEVİ YARATIKLAR | 2

Yazan: Hermes Trismegistos

MİTOLOJİLERDEKİ EFSANEVİ YARATIKLAR | 2

Mermaid (Deniz kızı) : Deniz kızları filmler hikayeler vs. sayesinde popüler yaratıklar haline gelmiştir fakat birçoklarında olduğu gibi onlarında ortaya çıkış sebebi mitoslardır. Deniz kızı, belinden yukarısı kadın, aşağısı balık kuyruğuna sahip olduğu yönündeki anlatılarla efsanelere konu olmuş bir yaratıktır. Dünya üzerinde bir çok kültürde deniz kızları yer almaktadır. Bunun sebebini mitolojiler arasında birbirinden geçen ögelerin çokluğudur. Genelde tasvirleri farklı olsa da birbirlerine çok yakın şekillerde betimlenmişlerdir. Örnek vermek gerekirse Yunan Mitolojisi içinde yer alan Sirenler denizcilere şarkılar söyleyip onları büyülerler. Bu sayede denizcilerin güverteden düşmesine sebep olurlar hatta zaman zaman gemiler onlar yüzünden batar. Diğer deniz kızlarının yer aldığı hikayelerde ise bu varlıklar boğulma tehlikesi geçiren denizcileri kurtaran iyi kalpli deniz canlıları olarak betimlenmişlerdir. Kurtardıkları erkekleri su altındaki krallıklarında yaşamaya davet ettikleri de söylenir. Bazı yerlerde ise deniz kızlarının insanları su altına doğru çekerken insanların suda nefes alamadıklarını unuttukları için denizcileri bilmeden de olsa ölüme sürükledikleri söylenir.

Kharon : Kharon (Kharoon) yada Charon denilen yaratığın mitolojide anlatımı şu şekildedir. Mitolojide gökleri Zeus, denizler Poseidon, yer altı dünyasını da Hades almıştır. Daha doğrusu Zeus öyle paylaştırmıştır. Hades hem yer altı dünyasına hemde yeraltının tanrısına verilen isimdir ve o yer altı dünyasında Stiks nehri bulunur. Stiks nehrinin kayıkçısı ise Kharondur. Kharon ölüleri kayıkla nehrin karşısına geçirir. Tabi ücretini alarak.
Eski yunanlar öldükten sonra cesedi gömmeden önce ağzının içine yada avucuna bir altın sikke koyarlarmış. Çünkü inançlarına göre ölen kişi yer altına indiğinde o sikke ile Kharonun ücretini ödeyecek ve Stiks (Styks) nehrinden geçebilecektir. Kim ki sikke olmadan gömülür ise yer altına indiğinde kayıkçıya verecek hiçbir şeyi olmadığı için nehri geçemeyecek ve kıyıda bağırarak çaresizce koşuşturacaktır. Kharon Odysseia destanında şöyle anlatılır:

– Dur sefil Ruh, nefes alanların diyarından hediyemi getirdin mi?
– Geçiş için ödemem işte burada Stiks nehrinin yüce kayıkçısı…
– Ödeme kabul edildi sefil ruh hadi gel kayığa. Götüreyim seni ölümden sonraki yaşamın diyarına…


Banshee : Banshee aslında bir İrlanda efsanesidir. İskoçya, Avusturalya, ve Amerika’ya yayılmıştır fakat çıkış noktası İrlanda'dır ve diğer ülkelere de İrlandalıların göçleri sebebiyle yayılmıştır.

Banshee’ler İrlanda inançlarında var olan, ölüm haberi veren perilerdir ve onlara dair yazılan ilk yazılar 8.yy’dan kalmadır.
Banshee’ler aslen saf İrlanda kanı taşıyan ailelerin koruyucu perileridir. Ait oldukları aileleri çok sever, birinin öleceğini hissettikleri zaman yas tutmaya, ağıtlar yakmaya, ağlayarak çığlık atmaya başlarlarmış. Onların gece yarısı ölümü yakın olan kişinin odasının pencere altında çığlıklar atarak ağladığı duyulurmuş fakat kimse göremezmiş bu varlıkları. Görülemeyecek kadar şeffaf yada görünmez oldukları üzerine de söylenceler bulunmaktadır.
Sesi duyulduğu zaman bilinirmiş ki o evden biri ölecek. Aynı anda birkaç Banshee’nin çığlık attığı duyulursa, bu, ölecek olan kişinin hatırı sayılır derecede önemli makam ve nüfuz sahibi biri olacağını işaret edermiş.

Banshee’leri görebilen çok azmış. Bu insanların hepsinin söylediği ortak şey ise uzun boylu, zayıf bir kadın görüntüsünde olduğu, saçlarının ayaklarına kadar uzandığı ve yeşil giysi üzerine gri kapüşonlu bir pelerin giydiği imiş.
Burandan hareketle onların Kelt efsanelerindeki ormanın koruyucu perilerine benzediğini ve kökeni olarak bunu gösterebileceğimizi öğreniyoruz.

Anlatıldığına göre Banshee'lerin gözleri ağlamaktan hep kıpkırmızıymış. Zamanın insanlarına gece yarısı birden atılan tiz çığlıklar, ağlama sesleri ve hıçkırıklar duymak çok ürkütücü geliyormuş. Üstüne ölümü haber verdiklerine dair inanışları da eklenince durum daha da endişe verici bir hale bürünüyormuş. Bazı hikayelerde de Banshee’lerin ağlayıp haykırarak aileye birinin öleceğini haber vermelerinin sebebinin aslında o aileyi haberdar etmek, ölüm acısının birden onları şoka uğratmaması için onları buna hazırlamak olduğundan bahsedilir.

Hatta hala İrlanda’nın bazı ufak kasaba ve köylerinde seslerinin duyulduğu, varlıklarını sürdürdüğü söylenir.

Beelzebub : Fazlasıyla farklı ismi olan Beelzebub’a Velzevul yada Beelzebuth da denir. Hristiyan teolojisi dünyaya dair çifte vizyon benimseyerek onu iyi ve kötüye ayırmıştır. Bu da inançların birçoğunda olduğu gibi onunda bir düalizm içerdiğini gösterir. Melekler ve şeytanlar, dinin kökeninde önemli bir rol oynamaktadır. Kutsal yazıya göre, insanlar, onların ruhları ve Dünya'nın kendisi, Tanrı ile onun karşıtı olan Şeytan arasındaki ebedi savaş alanıdır.

Kötülüğün insanların kalbindeki görünümünü bir şekilde açıklamak için Hristiyanlar, düşmüş meleklerin tüm günahlar için suçlanacakları bir teori oluşturdular. Hristiyanlığın fazlaca değiştirilmiş bir inanç olması da bunda etkendir. Zira kimse yaptığı kötülükleri üstlenmek istemez, haliyle bunun için bir günah keçisi seçilmeliydi.
Dünyanın yaratılışının başlangıcında, daha genç Başmelek Lucifer ölümcül günahı, yani gururu yenmeyi başardı. İnsanların sevgiye değmez olduğunu ve yok edilmeleri gerektiğini düşünüyordu. İlk defa cennetten düşen ve Rab'bin elçileri olarak adlandırılmaya değer hale gelen meleklere “iblis” kavramı uygulandı. Başlangıçta, "şeytan" kelimesi evrensel kötülük ve cehennem ile eş anlamlı değildi, bu yüzden sadece düşmüş melek denir.
Beelzebub'da bunlardan biridir fakat onun daha eski bir kökeni vardır. Beelzebub en yüksek rütbeye sahip şeytandır. Genellikle Lucifer'in kendisi ile aynı kefeye konulur. Genellikle Cehennemin İblisi Beelzebub bütün karanlık ordunun lideri olarak algılanır.
Beelzebub adının etimolojisi hala üzerinde durulan bir şeytandır. Eski Slavca'dan çevrilmiş bu isim "şeytan" anlamına gelir. Örnek göstermek gerekirse Slav edebiyatında genel olarak mistisizm ve diğer dünyalar söz konusu olduğunda Beelzebub fazlasıyla geçer.
Beelzebub ismi Büyük Fenike tanrısı Baal'dan gelir. Zira Yahudiliğin ve Hristiyanlığın yaygınlaşmasıyla eski putperest inançların tanrıları da birer kötülük simgesi haline gelmiştir. İsrailliler Beelzebub'un bir iblis olduğundan korkmuyorlardı, eski çizimlerin fotoğrafları onu sinek olarak gösteriyordu.
Belki de Kenan halkı bu görünüşü seçmişti çünkü yüce iblisin adı “Sineklerin Efendisi” olarak tercüme ediliyordu.
Cehennemin iblisi Beelzebub'ın ismi İncil'in çeşitli yerlerinde bulunur. Bulunmalıydı da zira eski inancın tanrısını yeni inancı yaymak da kullanmak iyi bir yoldur.

Kutsal Yazılara göre İsa Mesih'in kendisi iblis Beelzebub'un bir parçasını kendi içinde taşımaktadır. Matta ve Luka İncillerinde Tanrı'nın oğlunun, Karanlık Prens'in gücüyle insanların bedenlerinden şeytanlar çıkardığı söylenir. Hatta şeytan çıkarmada Mecusiler ve bazı toplumlar tarafından cinlerin gücü ile cin çıkarıyor diye alay edilmiştir.

Mesih, Matta İncili'nde, öğrencinin öğretmeninin üstünde olmadığını, hizmetçinin ustasının üstünde olduğunu belirtti. Eğer akıl hocası olarak Beelzebub'un gücünün kaynağı seçildiyse insanlar kötü güçlerin etkisine karşı daha hassas olmalılar.

Griffon (Griffin) : Griffon heykellerinin çoğu onları kuş benzeri pençelerle tasvir ederken, bazı eski resimlerde onların aslanlarınki gibi ön ayakları ve genellikle bir aslanın arka kısımları vardır. Kartal kafasına geleneksel olarak uzun kulaklar verilir. Bunlar bazen aslan kulakları olarak tanımlanır ancak genellikle uzundur ve daha çok bir at kulağına benzer. Bu benzeşmenin kökeninde ise Griffon efsanelerinde onlara binen binicilerin bulunması, yani binek hayvanı olarak görülüyor olmaları yatabilir.

Griffonlar nadiren kanatsız olarak tasvir edilmiştir. Bazen ise kanatsız, kartal başlı bir aslan olarak tanımlandıkları görülür.
15. yüzyılda ve daha sonraki hanedanlık armalarında böyle bir canavara alke veya keythong denmiştir.
Armalar üzerindeki tasvirlerde Griffinler yılan takımyıldızına (Serpens) atıfta bulunur ve Yunanca Ophinicus adından türetilen Opinicus olarak adlandırılırlar. Bu tasvirlerde iki ya da dört ayaklı aslan gövdesi, kartal ya da ejderha başı, kartal kanatları ve deve kuyruğu bulunur.
İran mitolojisinde Griffin Şirdal "Aslan-Kartal" anlamına gelir. Şirdal, MÖ 2. binyılın sonlarından beri İran'ın eski sanatında ortaya çıkmıştır. Şirdallar MÖ 3000 gibi erken bir tarihte Susa'daki silindir mühürler üzerinde görülmektedir. Onlar Demir Çağı'nda İran'ın Kuzey ve Kuzey Batı bölgesi olan Luristan sanatında ve Ahameniş sanatında kullanılan ortak motiflerdir. Ayrıca Griffon figürlerine antik Mısırda da rastlanmıştır.

Sfenks : Sfenks; kafası koç, kuş veya insan, gövdesi ise aslan şeklini almış heykellere verilen isimdir. İlk önce Antik Mısır’da rastlanan Sfenks, antik Yunan mitolojisinde de büyük öneme sahiptir. İsmini de buradan almıştır. Sözcüğün anlamı “yaşayan heykel”dir. Sfenkslerin en tanınmışı Büyük Gize Sfenksi‘dir.
Mısır Sfenksi antik bir efsanevi yaratıktır. Gövdesi uzanan bir aslan ve kafası genellikle bir firavunun kafasının şeklini alır. Aslanlar güneş ile bağlantıları nedeniyle antik Mısırlılar tarafından kutsal görülen hayvanlardandı.
En büyük ve en ünlü olanı Gize platosunda Nil Nehri’nin batı kıyısında bulunan Büyük Gize Sfenksi‘dir. Gize Sfenksi doğuya dönüktür ve pençelerinin arasında bir tapınak yer alır. Aslan gövdeli, insan başlı bu sfenksin uzunluğu 73 metre, yüksekliği 20 metre, yüzünün genişliği ise 5 metredir. Bir adı da ‘Harmakis’ olan sfenks, doğan güneşi ve firavun için yeniden dirilişi temsil eder. Yüzünün doğuya dönük oluşu her sabah doğar doğmaz Güneş Tanrısı RA’yı görmesi içindir.

Antik Yunanda'da sfenks büyük yer kaplar. Özellikle Thebais’in talihsiz kralı Oedipus'un efsanesinde Oedipus, sfenksin bilmecelerini doğru cevaplar ve Thebais’i onun zulmünden kurtarır.

Atlas : Atlas, Iapetus ve Clymene'nin en güçlü oğluydu ve Menoetius, Epimetheus ve Prometheus'un kardeşiydi. Atlas ve Menoetius, Olimposlular Zeus, Poseidon, Hades, Hera, Demeter ve Hestia ile savaştı fakat acı bir hezimete uğradılar. Titanlar'ın yenilgisinden sonra Zeus, Atlas'ı dünyadaki batı kenarına yerleştirerek evrenin sonsuza kadar omuzlarında taşınmasına neden oldu. Daha sonra ise sadece dünyayı omuzlarında tutar şekilde tasvir edildi. Ama tasvir edilenin aksine Atlas dünyayı değil gök kubbeyi yani tanrılar katını omuzlarında taşımaktadır. Bu göreviyle ona tanrı ve insanlar katını ayıran bir duvar gözüyle bakabiliriz.

Hesperides'in Altın Elmalarını toplayacak olan Heracles, Onbirinci Çalışma döneminde Atlas'ı görür. Yolculuğu sırasında Atlas'ın kardeşi Prometheus'u kurtarır. Prometheus, Herakles'e Altın Elmalar'ın nerede olduğunu öğrenebilmesi için Atlas'ı bulması gerektiğini söyledi.
Herakles Atlas'ı buldu; Atlas, Heracles onun için göğü tutabilirse elmaları alacağını söyledi. Herakles göğü tuttu ancak Atlas elmalarla döndükten sonra Herakles'i gökyüzünü kalıcı olarak taşıması için kandırmaya çalışarak elmaları kendisi teslim etmeyi teklif etti. Çünkü yükü bilerek alan herhangi biri onu sonsuza kadar taşımak zorundaydı. Atlas'ın geri dönmek niyetinde olmadığından şüphelenen Herakles, Atlas'ın teklifini kabul ediyormuş gibi yaptı veAtlas'ın birkaç dakikalığına gökyüzünü tekrar almasını, böylece pelerinini omuzlarında dolgu olarak yeniden düzenleyebilmesini istedi. Atlas elmaları yere bırakıp göğü tekrar omuzlarına aldığında Herakles elmaları alıp kaçtı.

Medusa'yı öldüren Perseus bir gün Atlas Krallığı'na gelir ve kendisinin Zeus'un oğlu olduğunu ilan ederek barınak ister. Atlas, Zeus'un bir oğlunun bahçesinden altın elmaları çalması konusunda uyarıda bulunan bir kehanetten korktuğu için Perseus'un teklifini reddeder. Atlas, Perseus tarafından taşa dönüştürülür ve koca bir dağ haline gelir.

TANRININ SU YARATIĞI LİVYATAN (LEVİATHAN)

Hazırlayan: A.Kara


YAHUDİ MİTOLOJİSİNDE BİR YARATIK: LİVYATAN


Leviathan (İbranice: לִוְיָתָן, Livyatan) Yahudi inancında deniz yılanı şeklinde bir yaratıktır ve bu yaratıktan Tevrat, Eyüp Kitabı, Mezmurlar, Yeşaya Kitabı, Amos Kitabı ve doğruluğuna şüpheli bakılan Hanok'un ilk kitabında bahsedilmektedir.

Hem adı hem de mitolojik figürün kendisi Baal Döngüsü'nde Hadad tarafından mağlup edilen deniz tanrısı Yammu'nun hizmetkarlarından biri olan Ugarit deniz canavarı Lôtān'un doğrudan devamıdır ve Eyüp Kitabı'ndaki Livyatan eski Kenanlı deniz tanrısı Yam'ın hizmetkarı olan Lotan adlı ilkel su yaratığının tanrı Baal Hadad tarafından öldürüldüğü inancının bir yansımasıdır.

Marduk tarafından mağlup edilen Mezopotamya tanrıçası Tiamat ile özellikle üstlendiği rol bakımından paralellikler gösterirler. Benzer ejderda ve dünya sürüngeni mitleri konusunda daha geniş bir karşılaştırma yapmak gerekirse Hinduizm hava ve savaş tanrısı İndra Vritra adlı sürüngeni, İskandinav tanrısı Thor ise  Jörmungand adlı sürüngeni öldürür. [1]

Zaten Leviathan Tevratta'da yer almaktadır ve güçlü bir düşman olan Babil için bir mecaz olarak kullanılmıştır. Bunu Yeşaya 27: 1'de de görmek mümkündür.
Bazı 19. yüzyıl alimleri ise bunu pragmatik bir şekilde değerlendirmiş ve suda yaşan timsah gibi büyük canlılara atıfta bulunulmuştur şeklinde yorumlamışlardır. [2] Kelime daha sonraları zamanla "büyük balina" ve genel anlamda deniz canavarları için bir terim olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Livyatan'dan Tanah'ta Eyüp 3:8, Eyüp 40:15 - 41:26, Mezmurlar 74:14, Mezmurlar 104:26 ve İşaya 27:1'de bahsedildiği görülür.

Eyüp 41:1–34'ün özellikle yaratığı tarif etmeye adandığı görülür:
  1. “Livyatan’ı çengelle çekebilir misin, dilini halatla bağlayabilir misin?
  2. Burnuna sazdan ip takabilir misin, kancayla çenesini delebilir misin?
  3. Yalvarıp yakarır mı sana, Tatlı tatlı konuşur mu?
  4. Seninle antlaşma yapar mı, onu ömür boyu köle edesin diye?
  5. Kuşla oynar gibi onunla oynayabilir misin,hizmetçilerin eğlensin diye ona tasma takabilir misin?
  6. Balıkçılar onun üzerine pazarlık eder mi? Tüccarlar aralarında onu böler mi?
  7. Derisini zıpkınlarla, başını mızraklarla doldurabilir misin?
  8. Elini üzerine koy da, çıkacak çıngarı gör, bir daha yapmayacaksın bunu.
  9. Onu yakalamak için umutlanma, görünüşü bile insanın ödünü patlatır.
  10. Onu uyandıracak kadar yürekli adam yoktur. Öyleyse benim karşımda kim durabilir?
  11. Kim benden hesap vermemi isteyebilir? Göklerin altında ne varsa bana aittir.
  12. “Onun kolları, bacakları, zorlu gücü, güzel yapısı hakkında konuşmadan edemeyeceğim.
  13. Onun giysisinin önünü kim açabilir? Kim onun iki katlı zırhını delebilir?
  14. Ağzının kapılarını açmaya kim yeltenebilir, dehşet verici dişleri karşısında?
  15. Sımsıkı kenetlenmiştir sırtındaki sıra sıra pullar,
  16. Öyle yakındır ki birbirine aralarından hava bile geçmez.
  17. Birbirlerine geçmişler, yapışmış, ayrılmazlar.
  18. Aksırması ışık saçar, gözleri şafak gibi parıldar.
  19. Ağzından alevler fışkırır, kıvılcımlar saçılır.
  20. Kaynayan kazandan, yanan sazdan çıkan duman gibi Burnundan duman tüter.
  21. Soluğu kömürleri tutuşturur, alev çıkar ağzından.
  22. Boynu güçlüdür, dehşet önü sıra gider.
  23. Etinin katmerleri birbirine yapışmış, sertleşmiş üzerinde, kımıldamazlar.
  24. Göğsü taş gibi serttir, değirmenin alt taşı gibi sert.
  25. Ayağa kalktı mı güçlüler dehşete düşer, çıkardığı gürültüden ödleri patlar.
  26. Üzerine gidildi mi ne kılıç işler, ne mızrak, ne cirit, ne de kargı.
  27. Demir saman gibi gelir ona, tunç çürük odun gibi.
  28. Oklar onu kaçırmaz, anız gibi gelir ona sapan taşları.
  29. Anız sayılır onun için topuzlar, vınlayan palaya güler.
  30. Keskin çömlek parçaları gibidir karnının altı, düven gibi uzanır çamura.
  31. Derin suları kaynayan kazan gibi fokurdatır, denizi merhem çömleği gibi karıştırır.
  32. Ardında parlak bir iz bırakır, insan enginin saçları ağarmış sanır.
  33. Yeryüzünde bir eşi daha yoktur, korkusuz bir yaratıktır.
  34. Kendini büyük gören her varlığı aşağılar, gururlu her varlığın kralı odur.”

Mezmurlar 104'te Tanrı Leviathan da dahil olmak üzere her şeyi yarattığı için övülür ve İşaya 27: 1'de Livyatan için "zamanın sonunda öldürülecek olan "kıvrımlı yılan" denir. [7]

Yaratılış bölümünde 1:21'de şöyle yazar: "Tanrı büyük deniz canavarlarını, sularda kaynaşan canlıları ve uçan çeşitli varlıkları yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü."
Kral James Versiyonunda ise ifadenin deniz canavarı olarak değil de "büyük balinalar" şeklinde çevrildiği görülür [11][12] 
Mezmurlar 104'te ise Livyatan zararlı bir varlık olarak değil de tanrının yaratma eyleminin bir parçası olan okyanus canlıları olarak tanımlanır [13]
Tanrı ve deniz canavarı arasındaki rekabet ve Leviathan'ın İsrail'in [14] güçlü düşmanlarını tanımlamak için kullanılması Mezopotamya ve Kenan efsanelerinin etkisinin bir sonucu olabileceği gibi Mısır mitolojisindeki Apep yılanı ile güneş tanrısı Ra arasındaki yarışmayı da yansıtıyor olabilir. Alternatif olarak Tanrı ile Livyatan arasındaki rekabetin ortadan kaldırılması Livyatan'ı tanrısallıktan iblisliğe oradan da canavara indirgeyen bir girişimi yansıtmış da olabilir.

MUSEVİLİKTE LİVYATAN

Daha sonraki Yahudi kaynakları Livyatan'ı derinlerdeki kaynakları üzerinde yaşayan ve erkek kara canavarı Behemoth ile birlikte zamanın sonunda adilce hizmet edecek bir ejderha olarak tanımlamaktadır. Hanok Kitabı (60: 7-9) Leviathan'ı tıpkı Babil mitosunda yaratılışı başlatan güçlerden biri olan tanrıça Tiamat gibi su boşluğunda yaşayan dişi bir canavar olarak, Behemot'u ise Günaydın çölünde ("Cennet'in doğusunda") yaşayan bir erkek canavar şeklinde tanımlar. [7]

Tanah'ın açıklama ve izahlarının bulunduğu Yahudi Midraş'ında Tanrı'nın başlangıçta bir erkek ve bir dişi Livyatan yarattığı ancak çoğalarak dünyayı yok etmesinler diye dişiyi parçalayıp öldürdüğü ve etlerini de Mesih'in gelişinde doğru kişilere verilerek ziyafet çekilmesi için sakladığı yazmaktadır [17] [18]

Talmud ve Tanah'ın ilk kapsamlı tefsirlerinin yazarı Rashi'nin Tekvin 1:21 hakkındaki yorumu da aynı doğrultudadır:
Masallardaki (Agadah BB 74b) denizdeki büyük balık sözleriyle Leviathan ve onun eşine atıfta bulunur, çünkü onları erkek ve dişi yarattı ve gelecekteki doğrular için dişiyi öldürdü ve onu tuzladı. Çünkü eğer ürerlerse dünya var olamazdı.

Metinde הַתַּנִינִם yazılıdır. Yani çoğul olanı ifade eden ve sona gelen "yud" eki eksiktir. Bu da Livyatan sayısının iki olarak kalmadığı ve sayılarının bire indirildiği anlamına gelir.
[from Gen. Rabbah 7:4, Midrash Chaseroth V’Yetheroth, Batei Midrashoth, vol 2, p. 225].

Talmud'da Baba Batra 75a'da Leviathan'ın katledileceği ve etinin Mesih geldiğinde salih kişilere ziyafet olarak hizmet edeceği, derisinin ise ziyafetin yapılacağı çadırı örteceği anlatılır. Bu nedenle Sukot, diğer adı ile Çardak Festivali'nden ayrılırken son bir dua okunur.
Dua şöyledir: "Tanrımız Tanrımız ve atalarımızın Tanrısı Senin isteğin olsun. Bu çardağı yerine getirdiğim ve yaşadığım gibi gelecek yıl Kudüs'te Livyatan derisinin çardağında yaşamayı hak edebilir miyim? "[20]

Leviathan'ın muazzam boyutu, bu canavarla ilgili neredeyse tüm masalları (Agadahları) ele alan Yohanan bar Nafha tarafından şöyle anlatılır: "Bir kez bir gemiye bindiğimizde kafasını sudan çıkaran bir balık gördük. Üzerinde "Ben denizde yaşayan en acımasız yaratıklardan biriyim. Üç yüz mil uzunluğundayım ve bu gün Livyatan'ın ağzına giriyorum" yazılı boynuzları vardı". [21][18]

Haham Dimi, Haham Yohanan adına şöyle bildirir: Livyatan acıktığında ağzından derinlerin tüm sularını kaynatacak kadar büyük bir ısı gönderir ve eğer kafasını cennete (Aden'e) koyarsa hiçbir canlı onun kokusuna katlanamaz. [21]
Yaşadığı yer Akdeniz'dir ve Ürdün nehrinin suları onun ağzına dökülür. [22] [18]

Bir başka Midraş'ta (Pirke de-Rabbi Eliezer) kaydedilen bir efsaneye göre Yunus'u yutan balıkların her gün bir balina yiyen Livyatan adlı yaratıktan tarafından yenmekten kıl payı kurtuldukları belirtilir.

Leviathan'ın vücudu, özellikle gözleri, büyük bir aydınlatıcı güce sahiptir. Bu, muhtemelen Haham Yuşa ile birlikte çıktığı yolculuk sırasında aniden ortaya çıkan parlak ışıktan korkan ve bu ışığın Livyatan'ın gözlerinden geldiğine inanan Haham Eliezer'in görüşüydü.
Eyüp 41:18'de Livyatan hakkında "Aksırması ışık saçar, gözleri şafak gibi parıldar." [23] yazsa da doğaüstü gücüne rağmen Livyatan büyük balıkların solungaçlarına yapışan ve onları öldüren "kilbit" adlı küçük solucandan korkmaktadır. [24] [18]

11.yy'da Şavuot'ta okunan Akdamut şiirinde (piyut) Tanrı'nın nihayetinde "güçlü yüzgeçlere" sahip olduğu anlatılan Leviathan'ı katledeceği ve cennetteki tüm insanlara görkemli bir ziyafet ile sunulacağı öngörülür.

Yahudi Kabala'sının en önemli eserlerinden olan Zohar'da Livyatan aydınlanma için bir metafordur. Zohar günlerin sonunda Leviathan'ın derisini yiyen doğru insanlar efsanesinin gerçek olmadığını bunun sadece aydınlanma için bir metafor olduğunu söyler. [25]
Zohar ayrıca Leviathan'ın bir eşi olduğunu da ayrıntılı olarak belirtir [26] ve Leviathan metaforunu Zohar 2:11b ve 3:58a'daki "tzaddik" veya " doğru olan" ile ilişkilendirir.

Abraham Isaac Kook'a göre "Kuyruğu ağzına yerleştirilmiş" (Zohar) ve "tüm dünyayı çevreleyen, etrafında dönen" (Baba Batra 74b'de Rashi) Leviathan eşi olmayan tekil bir yaratıktır ve evrenin temeldeki birliğini yansıtan bir metafordur. Bu birlik ise ancak hak tanıyanlar gelecekte Leviathan ile ziyafet çekeceği zaman açığa çıkacaktır. [28]

HRİSTİYANLIK'TA LİVYATAN

Leviathan'ın Şeytan'ın bir imgesi olarak da kullanıldığı ve onları yemeye teşebbüs ederek hem Tanrı'nın yaratıklarını hem de Tanrı'nın yaratmasını kaos sularında yarattığı kargaşayla tehdit ederek tehlikeye atar. [29]
St. Thomas Aquinas, Leviathan'ı ilk olarak ona uyan günahkarları cezalandıran kıskançlık şeytanı olarak nitelendirdi (Secunda Secundae Soru 36).
Peter Binsfeld da Leviathan'ı kıskançlığın iblisi olarak sınıflandırdı ve yedi ölümcül günaha karşılık gelen yedi Cehennem Prensinden biri olduğunu belirtti.

Leviathan yaklaşık olarak 800'den itibaren Anglo-Sakson sanatında ve Avrupa'nın her yerinde görülen, Lanetlilerin mahşer gününde ağzında kaybolduğu bir yaratık olan Cehennem Ağzı'nın görsel motifiyle ilişkilendirildi. [30] [31]

Tüm bunlara ek olarak İncil'in Gözden Geçirilmiş Standart Versiyonu, Eyüp 41:1'deki bir dipnotta Livyatan'ın timsah için kullanılmış bir isim olabileceğini, 40:15'in bir dipnotunda da Behemot'un su aygırı için kullanılmış bir isim olabileceğini öne sürer. [32]

SEMAVİ DİNLERE GÖRE DİLLERİN KÖKENİ

Yazan: Set


DİLLERİN KÖKENİ VE DİNLER


Diğer her şeye zamanının doğrularına göre anlam veren dinler insanların neden farklı diller konuştukları üzerine de  bir açıklama getirmeye çalışmıştır.
Hikayeye göre Nuh Tufanı olduktan sonra insanlar birleşmiş bir ırk olarak bir tek dil konuşurlar.Doğuya göç ettikleri esnada Şinar denen yere yerleşirler ve burada Göklere erişecek bir kule yapmaya karar verirler. Bu olay Eski Ahit’te (yani Tevrat’ta) şöyle geçer:

Yaratılış 11:1-9: Başlangıçta dünyadaki bütün insanlar aynı dili konuşur, aynı sözleri kullanırlardı. 2. Doğuya göçerlerken Şinar bölgesinde bir ova bulup oraya yerleştiler. 3. Birbirlerine, “Gelin, tuğla yapıp iyice pişirelim” dediler. Taş yerine tuğla, harç yerine zift kullandılar. 4. Sonra, “Kendimize bir kent kuralım” dediler, “Göklere erişecek bir kule dikip ün salalım. Böylece yeryüzüne dağılmayız.” 5. RAB insanların yaptığı kentle kuleyi görmek için aşağıya indi. 6. “Tek bir halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre, düşündüklerini gerçekleştirecek, hiçbir engel tanımayacaklar” dedi, 7. “Gelin, aşağı inip dillerini karıştıralım ki, birbirlerini anlamasınlar.” 8. Böylece RAB onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu. 9. Bu nedenle kente Babil adı verildi. Çünkü RAB bütün insanların dilini orada karıştırmış ve onları yeryüzünün dört bucağına dağıtmıştı.

Eski Ahit’te “Babil Kulesi” yerine “şehir ve kule” veya sadece “şehir” olarak geçer. Babil kelimesinin kökeni ise belirsizdir.Akadca’da şehrin adi Bab-ilim olmakla beraber “Tanrının kapısı” anlamına gelir Bununla birlikte, bu biçim ve yorumun kendisinin artık genellikle anlamsız ve muhtemelen Semitik olmayan kökenli Babilla isminin daha önceki bir biçimine uygulanan Akkad halk etimolojisinin bir sonucu olduğu düşünülmektedir. Eski Ahit'e göre, şehir İbranice fiilinden ā (bālal), karmakarışık ya da karıştırmak anlamına gelen "Babil" adını aldı. [1][2][3]

Bazı bilim adamları Babil Kulesi'ni bilinen yapılarla, özellikle de Babil'de Mezopotamya tanrısı Marduk'a adanmış bir ziggurat olan Etemenanki ile ilişkilendirdiler. Benzer unsurlara sahip bir Sümer hikayesi Enmerkar ve Aratta Kralı'nda anlatılmaktadır. [4]

Hikayenin Tanrı ve insanlar arasındaki rekabet teması Yaratılış Kitabı'nın başka yerlerinde, Adem ve Havva'nın Cennet Bahçesi'nde geçer. Flavius ​​Josephus'ta bulunan 1. yüzyıl Yahudi yorumuna göre kule kibirli zalim Nemrut'un emrettiği Tanrı'ya karşı kasıtlı bir meydan okuma eylemi olarak inşa ediliyor.Bununla birlikte, bu klasik yorumda, anlatıda belirtilen kültürel ve dilsel homojenliğin açık güdüsüne vurgu yapılan bazı çağdaş zorluklar olmuştur Metnin bu okuması Tanrı'nın eylemlerini gurur için bir ceza olarak değil, kültürel farklılıkların bir etiyolojisi olarak görür ve Babil'i medeniyetin beşiği olarak sunar. [5]

Enmerkar ve Aratta’nın Efendisi olarak adlandırılan Babil Kulesi’ne benzer bir Sümer efsanesi bulunmaktadır. Enmerkar Eridu’da büyük bir ziggurat inşa eder ve inşaatı için Aratta’dan değerli bir haraç ister ve bir nokta Tanrı Enki’yi Subur,Hamazi,Sümer,Uri-ki(Akkad) ve Martu toprakları olarak adlandırılan yerleşim bölgelerinin dilsel birliğini restore etmesini (veya bazı çevirilere göre bozmasını) teşvik eden bir büyüyü hatırlatır.Tüm evren,iyi korunmuş insanlar-hepsi Enlil’e tek bir dilde hitap ederler.Bunun yanı sıra,Yeni Asur İmparatorluğu sırasında M.Ö. 8. Yüzyıldan kalma bir başka Süryani efsanesi, daha sonra Eski Ahit’teki hikayeyle benzerlikler taşır. [6][7]

Aynı zamanda ismi verilmese de Kur’an’da da benzer bir hikaye vardır. Tevrat'taki ile benzer olmasına rağmen Babil'de değil, Musa'nın yaşadığı dönemde Mısır'da geçer.Firavun,Haman’dan bir kule inşa etmesini ister ve bu sayede Musa’nın Tanrısını göreceğini söyler.

Kasas Suresi 38-40.Ayetler: Firavun, "Ey seçkinler! Sizin için benden başka tanrı tanımıyorum. Ey Hâmân! Haydi benim için tuğla fırınını yak, bana bir kule yap. Belki oradan Mûsâ’nın tanrısını görürüm; ama kesinlikle onun bir yalancı olduğunu düşünüyorum" dedi. Firavun ve askerleri, bize döndürülmeyecekleri kanaatine kapılarak yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar. Biz de onu ve askerlerini alıp denizin içinde bıraktık. Bak işte, zalimlerin sonu nice oldu!

Kur'an'da Babil şehrinden Bakara Suresi, 102. ayette bahsedilir. Harut ve Marut isimli iki melek, insanları sihirle imtihan etmek için Allah tarafından Babil'e gönderilirler;

Bakara Suresi 102.Ayet: “Süleyman'ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların uydurup söylediklerine tâbi oldular. Halbuki Süleyman büyü yapıp kâfir olmadı. Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Babil'de Hârut ile Mârut isimli iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek, herkese: Biz ancak imtihan için gönderildik, sakın yanlış inanıp da kâfir olmayasınız, demeden hiç kimseye öğretmezlerdi. Onlar, o iki melekten, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa büyücüler, Allah'ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler.”

Babilden Yakut el-Hamavi'nin yazmalarında ve Lisan el-Arab'da bahsedilir. Öyküye göre tüm insanlar rüzgârın önüne katılarak bir yerde toplanırlar. Buraya sonradan Babil denir. Babil'de insanlara Allah tarafından değişik lisanlar tahsis edilir ve yeniden rüzgârla geldikleri yerlere dağıtılırlar.
9. yy İslam tarihçilerinden el-Tabari'nin "Peygamberler ve Krallar Tarihi" adlı eserinde daha detaylı bilgi verilir. Öyküye göre Nimrod Babil'de bir kule inşa ettirir. Allah bu kuleyi yıkar ve o zamana kadar aynı dili konuşan insanların dilini 72'ye ayırır. 13. yy. İslam tarihçilerinden Ebu el-Fida da aynı öyküden bahseder ve İbrahim'in atası Hud'un kendi dilini (İbranice) muhafaza etmesine izin verildiğini ekler. Zira Hud kulenin inşasına katılmamıştır.

Gerçekte ise dillerin kökeni bunlardan çok farklıdır.İnsanlık yaklaşık 60.000 yıl önce Afrika’dan başlayarak dünyaya dağılmaya başlayınca coğrafi koşullara ve dini inançlarına göre nesnelere önceleri basit sesler daha sonraları ise kelimeler takmışlardır. En büyük faktör ise coğrafi koşuldur.Örneğin deve olmayan bir coğrafyada yaşayan milletin dilinde deve kelimesi yoktu.Ancak günümüzdeki teknolojik gelişmelerle bu durum değişmektedir.

YAHUDİ MİTOLOJİSİ

A, din, yahudilik, Yahudi mitolojisi, Yahudiliğin Hristiyanlığı etkileyişi, Yahudiliğin temelleri, Marduk'un evreni yaratışı, Eski Ahit, Cain ve Abel, Haggadah, Tanah, mitoloji, Midraş, Yaratılış,
Eski İsrail'liler Kenan'a yerleşen Semitik bir halkdı. Zamanla modern İsrail ulusunun bugün olduğu İsrail ve Yahuda krallıklarını kurdular. M.Ö. 722'de Asuriler İsrail Krallığını kontrol altına almışlardır. Babiller M.Ö. 586'da Yahuda'yı fethetti, Kudüs şehrini yok etti ve sakinlerini birkaç yıl Babil'e sürgün etti. Sonunda Yahuda halkı Yahudiler olarak bilinir hale geldi.

Yıllar boyunca Yahudiler, bazıları Tanrı'yı oluşturan kutsal kitaplar ürettiler; bunlar, Hristiyanlar'ın İncil'in Eski Antlaşma olarak bildiği bir dizi belgedir. Bu kitaplar, erken İsraillilerin tarihi, hakkındaki efsaneleri ve dini inançları hakkında bilgi içerir. Eski Yahudi hikayeleri, eski Semitik mitolojiden etkilenmiştir. Bağlantılar, Cain ile Abel arasındaki kavgada ve büyük tufandan gemi inşa ederek kurtulan Nuh efsaneleri ile kendini açıkça belli etmektedir. Aynı şekilde, Eski Ahit'te Yaratılış  Kitabı'ndaki yaratılış hikayesi, Mezopotamya mitlerindeki Marduk'un evreni yaratışı ile ilgili ciddi paralellikler içeriyor. Bununla birlikte, Yahudi geleneği ile önceki Semitik mitoloji arasındaki en önemli fark Yahudiliğin tek tanrılı olmasıdır. Tanrıların lideri-en güçlüsü yerine, bazen RAB diye bilinen, tek, çok güçlü bir Tanrı'ya atıfta bulunmuştur.

Yahudilik yüzyıllar boyu geliştikçe, eski metinler üzerinde yeni hikayeler, kutsal kitaplar ve yorumlar ortaya çıkmaya başladı. Midraş terimi, orta çağ döneminden daha eski veya öncesine kadar birçok mit, efsane, masal ve öyküler de dahil olmak üzere Yahudi kutsal edebiyatının bu geniş gövdesini ifade eder. Bu anlatıların adı Haggadah yada "söylüyorum" dur ve bu metinler eğlence ve eğitimi aynı anda yaşatmıştır.

Haggadah metinlerindeki anlatılar sayesinde 500-1500 arasındaki boşluklar doldurulmuş oluyor. Örneğin, Yaratılış kitabı Cain'in Abel'i nasıl öldürdüğüne dair bir bölüm içerir. Haggadah, kimsenin tanık olmadığı ilk ölüm olması nedeniyle, kimsenin Abel'in bedeniyle ne yapacağını bilmediğini söylüyor. Cain ve Abel'in babası olan Adam'ın, yerde bir delik açarak ölü kuşu gömen kuzgunu gördüğünü ve kendisinin de aynı şekilde Abel'i gömmeye karar verdiğini anlatıyor.

Yahudi geleneği Yahudiliğin bir atılımı olarak başlayan tek tanrılı inanç olan Hristiyanlığı etkilemiştir. İki din birçok kutsal öykü ve metin paylaşmaktadır. Tanah, özellikle de Yaratılış ve Göç kitaplarında Tanrı'nın dünyayı yaratması, Adem ve Havva, Eden Bahçesi, Nuh ve tufan, Musa ve Çıkış gibi Hristiyanlığın parçası olan hikayeler bulunur. Bununla birlikte, İsa'nın hayatını ve eserlerini ele alan Yeni Antlaşma Hristiyanlığa özgüdür.

Yazan-Çeviren-Derleyen: A.Kara