HABERLER
Dini Haber
din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

MORMONLAR HRİSTİYAN MI?

A, Mormonizm, din,Mormonlar Hristiyan mı?, Mormon kilisesi,Son Zaman Azizleri'nin İsa Mesih Kilisesi,Mormonizme göre geleneksel Hristiyanlık,Mormonlara göre Hristiyan kilisesi
"Biz Hristiyan mıyız? Elbette öyleyiz! Hiç kimse bunu inkar edemez.
Geleneksel Hristiyan modelinden biraz farklı olabiliriz. Ancak, Rab İsa Mesih tarafından yapılan kefarete ve kurtuluşa kimse tam anlamıyla inanmaz.

Hiç kimse, temel olarak Tanrı'nın Oğlu olduğunu, O'nun insanların günahları için öldüğünü, tekrar dirildiğini ve O'nun yaşayan Baba'nın dirilmiş evladı olduğunu düşünmez."
Başkan Gordon B. Hinckley

Son yıllarda, Son Zaman Azizleri'nin İsa Mesih Kilisesi, belirgin bir şekilde Hristiyan olduğunu vurgulamaktadır.

2001 yılında kilise adının ilk olarak "Son Zaman Azizleri İsa Mesih Kilisesi" olmasına karar vermişti fakat daha sonra "İsa Mesih'in Kilise'si" olarak adlandırılması gerektiğine karar vermiştir.

Son Zaman Azizleri'nin İsa Mesih Kilisesi, Mesih'in inançlarının merkezde olduğu ölçüde Hristiyan'dır. Mormonlar, Mesih'in öğretilerini takip ederek hayatlarını yaşamaya çalışırlar.

Mormon Bakışı
Mormonlar, geleneksel Hristiyan kiliselerinin Tanrı'nın otoritesini kaybettiğine inanırlar. Geleneksel Hristiyan inançlarının, yüzyıllar boyunca eklenen yanlışların ve hakikatin bir karışımı olduğuna inanırlar.

Mormonlar, İsa Mesih'in öldüğünü, gömüldüğünü ve üçüncü günde yükseldiğini düşünür. Kefareti olmadan kurtuluş olmayacağına, Mesih'in hüküm sürmesi ve yönetmesi için dünyaya döneceğine inanırlar.


Geleneksel Hristiyan Görüşü
Mormonlara göre geleneksel Hristiyan inancı yüzyıllar boyunca çeşitli mezheplerin yorumladıklarından dolayı dine eklemeler olmuştur.

Son Zaman Azizleri'nin İsa Mesih Kilisesi'nin öğretisi birçok Hristiyan'da onların Hristiyan olmadığına dair fikir uyandırmaktadır ve Mormonlar bunun sebebini geleneksel Hristiyanlığın tahrifine bağlamaktadırlar.

Hem Vatikan hem de Birleşik Metodist Kilisenin politika oluşturma organı, Mormonların Katoliklik veya Metodizm'e geçişinde yeniden vaftiz edilmesi gerektiğine karar verdiler.

Bu, Roma Katolik Kilisesi'ne göre Mormonizmin geleneksel Hristiyanlığın temel inançlarına kıyasla farklılık gösterdiğine işaret etmektedir. Çünkü pek çok Protestan ve Ortodoks kilise üyelerinin tekrar vaftiz edilmeden Katolikliğe dönmelerine izin verilmektedir.

Ancak Mormonlar, insanların kiliseye katıldıklarında, hangi geçmişten geldiklerine bakılmaksızın vaftiz edilmelerini isterler.

Kaynak: BBC

Yazan & Çeviren: Anu

BÜYÜ VE FAL TEORİSİNE GİRİŞ

din, DP, islamiyet, Büyü,Büyü var mı?,İslam'a göre büyü,Muhammed'e büyü yapıldı mı?,Cinci büyücü hocalar,Burç ve fal yalanları,Büyü yalanı,Dua ve büyü yalanları,Hadislerde büyü

BÜYÜ VE FAL TEORİSİNE GİRİŞ


Büyü… Halkımızın en çok korktuğu, adını bile anmak istemediği mistik olgu. Büyüler tüm çağlar boyunca, hemen her din ve toplumda görülmüştür. Çeşitli amaçlarla gerçekleştirilen bu mistik olgu, bazen çeşitli ayin ve materyallerle desteklenerek daha gizemli ve esrarengiz bir hal alıyor.

Hali hazırda toplumumuzun büyük bir çoğunluğu büyü ve büyücülüğe inanıyor. Hatta deist ve ay ateist kesimlerden dahi büyüye inananlarla karşılaşıyoruz. Şimdi inançsız okurlar bana kızabilirler ancak büyüye inananların savunması şu şekilde: “ Ben tanrıya inanmıyorum. Ama insan beyninin gücü yadsınamaz. Büyü ayinleri katalizör vazifesi görerek bu beyin gücünün odaklanmasını ve istenen unsurun gerçekleşmesinde motor gücünü teşkil ediyor.”

Yani bir insan dinden de, tanrıdan da sıyrılabilir. Ancak büyüden zor. Çünkü hemen hemen tüm dinlere ve kültüre yayılmış, onları biçimlendirmiş bir olgu.

Yahudilerde, Hristiyanlarda, paganlarda kısacası hemen her inançta karşımıza çıkıyor.

Büyünün daha soft bir biçimi “nazar” adıyla karşımıza çıkıyor. İnanışa göre göz değmesi olarak adlandırılan bu fenomende kişinin istem dışı psişik güçleri devreye giriyor, ya kişiye ya da bir materyale zarar veriyor.

 Zaten toplumumuz büyü ve nazar konularında engin (!) bilgilere sahip olduklarından dolayı bu konunun derinine inmeyeceğim.

İslami ölçekte değerlendirildiğinde büyü var. Hatta İslam peygamberi Muhammed’e bile büyü yapılmıştır.

Beraberce İslami literatüre bir göz atalım:

“Peygamberimizin, zilhicce ayında Hudeybiye’den döndüğü ve muharrem ayına girmiş bulunduğu sırada idi ki Medine’de kalan Yahudilerin elebaşları, Müslüman olduğunu açıkladığı halde, münafıklıktan ayrılmayan Yahudi Lebid b. Asam’ın yanına vardılar. Lebid Zurayk oğullarının müttefiki idi. Kendisi sihirbazdı. Yahudiler onun sihirde ve sihirle adam öldürmekte Yahudilerin en bilgilisi olduğunu biliyorlardı.

 Ona:
-Ey Ebul’Asam! Sen bizim sihirbazımızsın! Muhammed, bizim erkeklerimizi ve kadınlarımızı büyüledi. Biz, ona karşı bir şey yapamadık. Sen, O’nun bize neler yaptığını dinimize nasıl aykırı davrandığını bizden kimleri öldürdüğünü veya sürgün ettiğini gördün.! Biz bütün bu yaptıklarına karşı onu sihirleyip cezalandırmak üzere seni tutuyor, görevlendiriyoruz." dediler ve Peygamberimizi sihirlemesi için de ona üç altın verdiler.

Lebid b. Asam; Peygamberimizin tarağı ile başından taranmış saçlarını elde etmeğe girişti. Yahudilerden bir genç, gelir gider Peygamberimizin işini tutardı. Yahudiler, peygamberimizin saç ve sakal tarantısı ile bazı tarak dişlerini elde edinceye kadar bu gencin üzerine düştüler.

Yahudi genci, Peygamberimizin saç tarantısı ile tarak dişlerini alıp Yahudilere verdi. Lebid. B. Asam istediklerini elde edince ona bir takım düğümler düğdü ve üfledi. Bu düğümlenmiş ve üflenmiş saç tarantılarını, erkek hurmanın kurumuş çiçek kapçığının içine koydu. Sonra onu götürüp kuyunun içindeki basamak taşının altına yerleştirdi. Bu kuyu Zurayk Oğullarına aitti.

Sihir yapılmasının ardından Peygamberimizin sıhhati bozuldu. Başının saçları dökülmeğe başladı. Peygamberimiz, yapmadığı bir işi yapmış, ailesine yaklaşmadığı halde, yaklaşmış gibi sanır oldu. Gözlerinin de feri azaldı. Ashab-ı Kiram Peygamberimizin hastalığını yoklamağa geldiler. Hastalığı günlerce sürdü. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 367)

Peygamberimiz hastalanınca Lebid b. Asam’ın kız kardeşlerinden birisi, Hazreti Aişe (Radıyallahu anha)nın yanına gelmişti. Kadın, Peygamberimizin hastalandığını öğrenince, dönüp bunu kız kardeşlerine ve Lebid’e haber verdi. Onlardan birisi:

-Eğer o gerçekten bir Peygamberse kendisine bu iş Allah tarafından haber verilir. Aksi takdirde, bu sihir kendisine nereden gösterilir? En sonunda aklı başından gider. Böylece de, kavmimiz ve dindaşlarımız umduklarına ermiş olur.” Dedi.

Hazreti Aişe, Peygamberimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) den şöyle rivayet ediyor: Nihayet Resulüllah günün birinde tekrar tekrar dua etti. Sonra da bana: “Ey Aişe! Yapmış olduğum duamı Allah’ın kabul buyurduğunu biliyor musun?

Bana meleklerden iki kişi geldi. Bunlardan birisi başucumda, o birisi de ayakucumda oturdu. (iki melek arasında konuşma şöyle geçti:)

– Bunun hastalığı nedir?
– Sihirlenmiştir
– Kim sihir yapmış ona?
– Lebid b. Asam!
– Sihir ne ile yapılmıştır?
– Erkek hurmanın kurumuş çiçek kapçığı, tarak, saç ve sakal tarantısı ile!
– Nerededir o?
– Zervan kuyusunda, basamak taşının altındadır.
– O’nun şifa bulması ne iledir?
– Kuyu suyunun tamamıyla çekilip içindeki basamak taşının kaldırılması ve altındaki kurumuş erkek hurma çiçeği kapçığının çıkarılması suretiyledir! Dedi. Bundan sonra melekler havalanıp gittiler.”


Peygamberimiz, Hazreti Ali ile Ammar b. Yasir’i çağırdı. Zervan kuyusuna gitmelerini ve meleklerden işittiği şeyleri yapmalarını onlara emretti. Hazreti Ali ve Amer b. Yasir, hemen Zervan Kuyusuna gittiler. Kuyunun suyu, kınaya boyanmış, kuyu başındaki hurma ağaçlarının başları da şeytan başları gibi idi. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.6, s. 57, Buhari, Müslim)

Kuyunun suyunu çekip boşalttılar, içindeki basamak taşını kaldırdılar. Taşın altında hurma çiçeği kapçığı, Peygamberimizin tarağı, başının saç tarantısı, üzerine iğneler saplanmış bir yay kirişi bulunup çıkarıldı.

Yay kirişi üzerindeki düğümleri çözmeye güç yetirilemedi. Cebrail gelip Felak ve Nas surelerinin ayetlerini okudukça, düğümler çözülmeye başladı. Her düğüm çözüldükçe, Peygamberimiz, önce elem, sonra da ferahlık duymakta idi.

En son düğüm çözüldüğü zaman, peygamberimiz, bir düz bağından boşanmış, kurtulmuş gibi açıldı. Yemeğe içmeye başladı.”

Şimdi buraya kadar İslam peygamberi Muhammed’in büyü hadisesini yine İslami kaynaklardan aktardık. Yani İslamiyete göre büyü var. Kurtulmanın yolu da Felak ve Nas sureleri. Peki, büyünün kökeni ne?

(Bu arada yüce Allah, kendi resulü Muhammed'i basit bir büyüye karşı, üstelik lanetlenmiş Yahudiler tarafından yapılmış bir büyüye karşı  koruyamadı mı? O da ayrı bir konu)

Kuranı Kerim'e bakıldığında (Bakara Suresi) bütün olay Harut ve Marut isimli iki meleğe bağlanıyor. Bir imtihan(!) vesilesi olan bu melekler, insanları uyarıyor, eğer hala öğrenmek isterlerse onlara büyü öğretiyorlardı.

Anadolu’da cinci- efsuncu-büyücü hocalar cirit atıyor. Kimisi helalinden (!) iyilik için kimisi de şeytan işi kötülük büyüsü yapıyor.

Ülkemizde bazı bölge ve beldeler cinci-büyücü hocaları ile meşhur. Hatta sosyetenin bile kendi büyücüleri var. Örneğin yurt dışında tahsil yapmış, iyi eğitimli, kültürlü bir ailenin üyesinde dahi büyüye bağlılık görülebiliyor. Burada faktör, büyünün sadece sosyolojik değil, bireysel anlamda da psikolojik bir tatmin metası olduğu.

Ülkemizi ve İslamiyet’i bir kenara bakalım. Alt gelişmiş toplum ve kültürlerde de büyüler inanılmaz yaygın. Büyüye olan inanç ve bağlılık, o toplumun gelişmişlik seviyesi ile de doğru orantılı.

Olaya gerçekçi yaklaşıldığında Büyü diye bir şey yoktur. Fal diye bir şey yoktur. Yıldızlar sizin geleceğinizi göstermez. Akrebin yükselmesi ile başınıza bir şey gelmez. Marsın etkisi altına girdiğinizde bolluk yaşamayacaksınız. Terazinin pozitif etkisi ile cinsel gücünüz artmayacak. Boğa ve Yengeç asla sizi olumsuz etkilemeyecek. Muskalar sizi korumayacak. Bebeğe bir şeyler saplayıp abuk subuk mırıldanmalar ile ancak kendinizi tatmin edeceksiniz. Evdeki nazar boncukları sadece seyyar boncukçu ablanın daha fazla para kazanmasını sağlayacak, evinizde mavi renkli aksesuarların artmasını sağlayacak. Hocaya okutup yazdırdığınız duanın kâğıdını bir gece suda bekletip, üç ihlas ve bir fatiha eşliğinde içtiğinizde üniversiteye gitmeyecek veya sevdiğinize kavuşmayacaksınız. Eğer girdiğiniz işlerde bir türlü dikiş tutturamıyor veya üç kere nişanlınızdan ayrılıp bir türlü evlilik yapamıyorsanız, bunun sebebi bir düşmanınız tarafından kıyafetlerinizden kesilen parçaların ve saçınızın kefen bezine, mezardan alınan bir toprak ile sarılıp, kör bir kuyuya atılması suretiyle tarafınıza yapılan büyü değildir.

Evrene gönderdiğiniz pozitif düşünceler sizi Lamborghini’ye kavuşturmayacak veya yine evrene gönderdiğiniz negatif düşünceler patronunuzun poposunda patlamayacak.

Şimdi bu fenomenlere inanan, inanmakla kalmayıp bizzat bu işle iştigal olan okurların bana serzenişlerini duyar gibiyim: “Sayın yazar, tamam inanmıyor olabilirsin ama madem olaya bilimsel yaklaşıyorsun, bir şeyin yokluğu kanıtlanamaz, ancak varlığı kanıtlanabilir! Olmadığını nereden biliyorsun?”

Kusura bakmayın ama tekerinize çomak sokacağım. Dinleri eleştirirken iyi, büyülere, fallara, astrolojik fal saçmalıklarına giydirince mi kötü oluyoruz?


Kanıt mı istiyorsunuz?
-Tüm İslam aleminin bedduaları neden ABD ve İsrail’i ve bilumum küffarı duman etmiyor? Neden İslam ülkeleri onların ağzına bakıyor?
-Neden büyüler İslam coğrafyasını kalkındırmıyor?
-Neden büyüler ile hastalıklar iyileşmiyor?
-Neden büyü ile kimse önümüzdeki maçlarda sağlam oranlı müsabakaları yakalayıp zengin olmuyor?
-Neden kimse büyü-fal ile altılıyı ve lotoyu tutturamıyor?
-Neden kimse geleceği öngörüp ona göre hareket edemiyor?
-Neden büyü ve fal ile uğraşanların kendine dahi hayrı yok?
-Neden büyü ve fal ile Türkiye “LİDER” konuma gelemiyor?
-Neden büyü ve fal ile süper güç olmuyoruz?
-Neden büyü ile milli takımımız dünya kupasına ambargo koymuyor?
-Neden büyü ile sevdiğiniz araba sizin olmuyor?
-Neden büyü ile hafta sonunda Los Angeles’te bir tur atamıyorum?
-Neden fal ile kaç çocuğum olacağını ve isimlerini göremiyorum?
-Neden? Neden? Neden?...
Bu nedenleri çoğaltmak mümkün.

Pardon unutmuşum. Nasıl olur da gözden kaçırırım. Aslında A.B.D. büyüler ile süper güç. Minnak İsrail, tüm dünyayı yaptığı büyüler ile yönetiyor. Mason ve İlluminati şeytani büyüler ile gizli dünya gücü. Rothschild ve Rockefeller aileleri parayı büyüler ile vurdular. Japonlar, büyü ve faldan elde ettikleri teknolojiler ile dünya teknoloji devi oldu. Almanlar, İngilizler ve Fransızlar büyüden ve faldan gelen bilgilerle bu kadar gelişti. Hatta A.B.D. ‘de CIA ve FBI sırf astrologlardan oluşan bir tim kurmuş. Yıldız hareketlerine göre A.B.D.'nin dış politikası belirleniyormuş. Hatta büyücülerden oluşan bir grup sayesinde PUTİN Rusları dünya arenasında ayakta tutuyormuş….

Ne içtiğinizi ve ne kullandığınızı bilmiyorum ama bu kadar kafayı nasıl yakalayabiliyorsunuz? Şaşılacak şey.

Kusura bakmayın ama hepsi yalan. Dualar, büyüler, fallar, yıldızların hayata etkisi… Yoklar. Sadece beyin kıvrımlarınızın ürettiği fantastik hikâyelerden ibaret.

Beni çürütmek mi istiyorsunuz?
Yapın bir dua da Tüm İslam alemi dünyaya güneş gibi doğsun. İslam alemi tüm cihana hükmetsin. Hastalıklar son bulsun, Akan kan dinsin. Bir problem ile karşılaştığınızda bakın bakalım Nas ve Felak sizi kurtaracak mı? Madem büyü gerçek, nasıl oluyor da milleti etkileyebiliyor? Herkes Nas ve Felak okusa büyücü ve cinci hocaların işsiz kalması gerekmez miydi? Eğer büyü ve sihir varsa ve etkili ise Nas ve Felak sureleri etkisiz mi? Bir işe yaramıyor mu?

Sevgili büyücü, falcı ve astrolog okurlarımıza:
Hadi yapın bir büyü de Neymar Galatasaray’a, Ronaldo Beşiktaş’a, Messi’de Fenerbahçe’ye gelsin. A.B.D. bir anda üçüncü dünya ülkesi olsun. İsrail, Ortadoğu’nun en fakir ülkesi olsun. Türkiye süper güç olsun. Hadi. Yapın büyünüzü…

Astroloji ve Fal’da ihtisas mı yaptınız? Önümüzdeki haftanın tüm sayısal loto, iddaa ve at yarışı sonuçlarını Site Başyazarı ve Yöneticisi A. KARA dostuma site maili üzerinden yollayın. Söz, çıkan paraları kırışacağız.

Size saatli maarif takvimine göre de 1 ay mühlet. Hepsine de gerek yok. Sadece birini becerin. Yok, yapamadınız mı? O halde şaklabanlığa gerek yok.

Bilime sıkı sıkıya bağlı kalın. Bilimin kanıtladıklarını kabul edin, gerisini çöpe atın. Hayatınızı bilim kurtarır.

Okunmuş pirinç ve büyüye bel bağlamayın gençler. Okuyun ve ders çalışın. Eğer birileri bazı cemaatlere (!) soruları peşkeş çekmediyse sınavları zaten hak eden kazanacak.

İşinizde yükselmek için kendiniz olun. Eğer yağcılık ve yalakalığın prim yapmadığı, liyakat esasına göre çalışılan bir yerde iseniz zaten hak ettiğiniz yerde olursunuz. Doğru ve dürüst olun.
Sağlıcakla kalın.

Yazan: Demon Product

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 7

Yazan: Zübeyde Savaş
15 yıl tanrı ve ateizm 7, din, Farklı tanrılar, Gerçek hayat hikayesi, Küçük çocuklara tanrı masalları, Tanrılar nasıl oluştu?, Zübeyde SAVAŞ,

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 7

Barış, şaşırmış birşey söyleyemez, bu kadar bilgili bir insan nasıl olurda tanrı yok der, var diyor da  ben mi anlamıyorum yanlış olan  hangisi diye düşünür.
Barış:
- Bilmiyorum tanrıma dua edeceğim seninle tanıştığım için.
Ramadan:
- Hayat insanı olgunlaştırır ekmeğin mayalanması gibi.
Barış:
- Sanki çok kızgın gibisin insanlara.
Ramadan, güler:
- Yok kızgın değilim atın götürebileceği bir yük vardır, bana müsaade, başını ağrıtmadım umarım, gerçekten seni tanıdığıma çok mutluyum.
Barış:
- Ben de çok mutlu oldum, lakin ben yaşlı insanlara ismim söylensin diye yardım etmedim, isterimki kimse bilmeseydi.
Ramadan:
- Biliyorum olması gereken bu, yaptığın insanlara anlatıldığında  senin yaptığın bilinse, başka amaçlar olmasa (tanrı) kullanılmasa, sabah görüşürüz.

Ramadan üzgünce ayrılır. Barış sürüyü tekrar toparlar akşam olmak üzeredir, yemek yer, tanrıya uzun uzun dua eder, atının yanına gider uzanır, yıldızlara bakarak düşünür Ramadanın sözlerini, köpekler atı kıskanırcasına Barış’ın yanında yatarlar, at ve köpeklerini sever ve anlatır:
- Ne garip bir adam çok zeki okumuş bilgili ben de tam olarak anlayabilseydim sözlerini, yardım neden anlatılır ki, bırakın anlatmayı boş konuşan insanlar da olmasa, Ramadan acaba nerelerde okudu çok okuyan biri fakat çilesi var gibi insanlara çok kızgın anlamadım, bilgisi çok herşeye yorum yapabiliyor. Keşke ben de okuyabilseydim ilk okulu okudum sonra çobanlık olan aile mesleğini!  Başka çarem de olmadı ki , belki annem ve babam yaşasaydı ben de okuyabilirdim,  on iki yaşımdan beri dağlarda koyunları otlatıyorum aldığım para ne, hala evimin çatısını bile yapamadım, kışın üç yorganda yatıyorum, tanrımı buldum bana yardım edecek inanıyorum çünkü o çok yüce çektiğim acılarımı ve içimi biliyor, kimseye bir kötülük yapmadım, yüce tanrım koyunlar bir kısmı ikiz doğum yapsın yüce tanrım lütfen, sıcak olmaya başladı koyunların yünlerini de kesmem gerekir hem verdiğim sözü yerine getiririm da  koyunlar rahatlasın, (ata bakarak ) sen çok güzelsin yünleri teslim ettiğimde dostuma benim olacaksın,  yarın tanrım izin verirse koyunların yünlerini kesmeye başlarım.

Barış bir haftada koyunların yünlerini keser, peynir yapmaya da başlamıştır, öğleden sonra atına bakarak:
- Akşam olduğunda yünleri teslim edecem ve benim olacaksın.
Barış çok yorgun olsa da içindeki atın sevinci ile  koyunların kaldığı yerleri düzenler Ramadan’ın geldiğini görür çay hazırlar, Ramadan kamyondan inerek yanına gelir.
Barış:
- Selam seni gördüğüme çok sevindim, koyunların yünlerini kestim.
Ramadan:
- Yünün ne önemi var güzel dost sohbeti oldukdan sonra.
Barış Ramadan’ı kucaklar, çay ve peynir verir.
Ramadan heyecanla:
- Bu peyniri yirmi yıl vardır yemeyeli, çok güzel, herşeyi hakkıyla yaptığın için bu kadar güzel ve lezzetli.
Barış:
- Teşşekkür ederim, bu kış bol bol peynir yerim tanrımın izniyle.
Ramadan:
- Para benden peynir senden, peynir satalım insanlara, bu tadı bulanlar vazgeçmezler bu peynirden.
Barış:
- Benim evimin çatısı yok, hayal ötesi oldu bu.
Ramadan ciddi bir tavırla:
- Hayallere ulaşman için bir başlangıç işte sana.
Barış:
- Olmaz, önce benim bir sürümün olması gerekir.
Ramadan:
- Tamam, koyunların yavrulama zamanı gelmiş gibi duruyor.
Barış:
- Evet bir kaç gün içinde, ikiz olanlar benim olacak tanrının izniyle. O zaman sürüm olduğunda peynir üretir satarız.

Barış muhtarın ve köylülerin söylediklerini bir çocuk gibi sürüsü olduğunda neler yapmak istediklerini bir bir anlatır, Ramadan sadece dinler hiç konuşmaz, akşama doğru yünleri ve sütü alır, Barış kendine yaptığı peynirden verir, Ramadan oradan ayrılır.

Aradan üç dört gün geçer, koyunlar doğum yapmaya başlar iki hafta içinde hepsi doğum yapar, koyunlardan bir tanesi ikiz yapar doğumdan bir kaç gün sonra ölür. Barış  tanrıya sen benim için en iyisini bilirsin der, umudu ve tanrıya olan inancı hiç sarsılmaz aksine daha fazla ibadete başlar. Yayla dönemi biterek köyüne döner, herkesin koyunlarını teslim eder evine gider. Yedi yıl aynı yaylaya gider fakat koyunlar bir türlü ikiz doğurmaz. Barış bu yıllar içinde nerde bir yoksul görse yardım eder, Ramadan’la olan dostluğu güvenle devam eder, bir çok insan din hakkında bilgi almak için gelirdi yanına.

Sekizinci yıl aynı yaylaya gider, koyun sürüleri köylülerin artmıştır. Barış yaylaya geldiğinin ikinci günü Ramadan gelir:
- Dostum, beni yanlış anlamazsan birşey söylemek istiyorum.
Barış:
- Olur mu öyle şey, sana güvenir ve severim.
Ramadan:
- Bilirim her şeyi kendin yapmak istersin, sen tanıdğım hayatda tanrıya inanan tek insansın gerçek anlamıyla, gördüğün, duyduğun yardıma muhtaç insanlara hep yardıma koşarsın, derdini bilirim anlarım seni, sen de inançlı kardeşlerinden yardım neden istemiyorsun? Köyün cami ve onun bağlı olduğu din kuruluşlarından, hep övgü ile bahsedersin insanlara, müslüman müslümanın kardeşi dersin senin kardeşlerin de sana yardım etsin.
Barış, düşünür :
- Aslında bu doğru, ben yıllarca ibadet kurumlarına yardım topladıklarında fazlasıyla verdim.
Ramadan:
- Süt ve yünlerden çok olmasa da para kazandın, belki evinin çatısını yaptırabilirdin.
Barış:
- Evet yaptırabilirdim  belki, o zaman çaresiz insanlara nasıl yardım ederdim. Tanrım bana yardım edecektir.

Yayla dönemi biter, Barış köye gelir gelmez koyunları sahiplerine teslim eder ve koşarak din görevlisinin yanına gider, durumunu anlatır, kendisi için din kardeşlerinden yardım toplanmasını ister.
Din görevlisi:
- Ben bunu yapamam, yetkim yok ancak benim bağlı olduğum din kuruluşuna git onlar yardım edebilir.
Barış bu sözleri duyduğunda çok sevinir, koşarak evine gider.

Barış sabahtan kalkarak din kuruluşuna gider, derdini anlatırken sözünü keserler, bağlı oldukları merkeze gitmesini  söylerler. Barış o gün din merkezine gider, en yetkiliyi bulamaz, yardımcılarından birinin yanına gider derdini anlatır, yardımcı dua edeceğini söyler, tanrı yardımcın olsun der, yardım toplayamacaklarını söyler, ülkenin din merkezine gitmesini, ancak onların belki yardım edebileceklerini söyler. Barış ellerini kaldırarak yardımcının yanında tanrım sen islam kardeşliğini koru diye dua eder. Barış oradan ayrılır, adresi alarak cebindeki parasına bakar sayar, ülkenin en yetkili din merkezine bilet alarak gider. Genel merkeze gelir bir yetkili bulur, derdini anlatır, yetkili ona şu sözleri söyler:
- Barış durumuna çok üzüldüm, tanrıya senin için dua edecem, biz ülke genelinde para toplarız fakat dış ülkedeki müslüman kardeşlerimize göndeririz, sen bir adresini gene de bırak, bu arada seni buraya kim gönderdi.
Barış:
- İslamiyette ilk yardım akrabana sonra yakın komşuna sonra yakın insanlara sonra ülkendeki fakirlere daha sonra, dış ülkelere yardım gönderilmez mi müslümanlıkta bu değil mi?
Yetkili hiç bir şey söylemez bu sözler karşısında. Barış odadan çıkarak başka yetkilerle görüşür aynı sözleri duyar, en yetkiliyle görüşmek ister bir türlü olmaz, oradan çıkarak köyüne gider. Din görevlisine olanı biteni tek tek anlatır, din görevlisi üzülür.
Din görevlisi:
- Birşey diyemem, sen zeki adamsın çok para değil evin çatısı kazanırsın, takma kafana tanrı yardım eder.
Barış:
- Olay artık evin çatısı değil hocam, bu nasıl din anlamak istiyorum.
Din görevlisi:
- Aman dikkat et dinden çıkarsın, senin kafan karışmış evine git  güzelce bir dinlen.

Diğer sayfalar:
◄ [6] , [8] ►

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 6

Yazan: Zübeyde Savaş
15 yıl tanrı ve ateizm 6, din, Farklı tanrılar, Gerçek hayat hikayesi, Küçük çocuklara tanrı masalları, Tanrılar nasıl oluştu?, Zübeyde SAVAŞ,

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 6

Barış Ramadan'ın sözleri açık olduğu için etkilenir güven duyar.
Barış:
- Burda kalmayı düşünüyorum, otu çok iyi gördüm, başka çoban gelmezse kalacam tanrının izniyle.
Ramadan:
- Tamam, yünler için ne istersin.
Barış düşünür aklına bir fiyat gelmez, aklına kış için peynir yapmak gelir nasıl götürecektir:
- Senden bir at istiyorum genç olacak  yanında on kiloluk sekiz bidon istiyorum kışa peynir yapıp evime götürmek için.

Ramadan güler:
- At tamam benim de işime gelir çok atım var, gülmem bidon.
Barış:
- Neden?
Ramadan:
- Ben süt topluyorum bende bidon yüzlerce ona güldüm.
Barış ve Ramadan birbirlerine bakarak gülerler.

Ramadan:
- Sen peynir yap iki bidon da bana olsun, sekiz bidon değil istediğin kadar bidon alırsın bende sorun olmaz anlaştık mı?
Barış:
- Tamam o zaman anlaştık tanrının izniyle, sen bana bu akşam bidon getir ki sabaha süt alayım koyunlardan.

Ramadan:
- Barış sen çok dürüst birine benziyorsun anlaştık, bana müsaade sana akşama bidonlarını getirim.
Ramadan ve Barış ayağa kalkar el sıkışırlar, Ramadan gider. Barış  yüce tanrım beni utandırma diye dua eder namaz kılar, koyunların yanına giderek onları tek tek sever, bana çok süt verin der. Akşam yakın  koyunları toparlarken Ramadan yaklaşır, seslenir:
- Barış köpekleri tut.
Barış bir anda korkar ve köpekleri çağırır yanına.

Ramadan:
- İşte istediğin.
Barış sürüyle uğraşırken bir şey göremez, sürüyü toparladıktan sonra Ramadan’ın yanında genç bir kır at vardır, üstünde de bir sürü bidon.
Barış:
- Hoş geldin, gel otur.
Ramadan atdan inmez:
- Benim yolum uzun geceye kalmayayım, bunlar bidonların ve bu da  elimdeki en genç atım.
Barış:
- Ben daha sana yün vermedim, bu atı alamam olmaz.

Ramadan:
- En fazla benim genç atımı çalmış olursun bu beni ne fakir seni de zengin etmez, yolum uzun bana müsaade sabah gelirim.
Ramadan atın ipini bırakır ve hızla gider.
Barış bir şey diyemez, atın yanına gider ipini tutar ve sevmeye başlar; sen ne kadar güzelsin. Bidonları alır saatlerce atı izler. Tanrı için dualarını artırır ve namazını kılar.

Barış sabah çayı demler kahvaltısını yapar, koyunların yanına giderek süt sağmaya başlar. Koyunlar sanki sıra halinde dururlar, süt sağma işi bittiğinde bidonlara baka kalır. Ramadan uzaktan kamyonla yaklaşır:
- Günaydın bu sabah çok süt almışsın.

Barış:
- Selam ben de anlamadım koyunlar çok süt verdi, yüce tanrıma teşşekkür ederim.
Ramadan ve Barış hızlıca arabaya sütleri bırakırlar.

Ramadan:
- Akşam erken gelirim sohbet ederiz.
Barış:
- Dur bir çay içelim.
Ramadan el sallayarak gider.

Barış sütün kötü olacağını düşünmemiştir, Ramadan’ın doğru yaptığını anlar.  akşama iki üç saat varken koyunlardan sütleri sağar bidonlara biriktirir. Ramadan kamyonla uzaktan görünür Barış çay demler hemen.

Ramadan:
- Merhaba çay yaylanın olmazsa olmazı.
Kamyondan inerek Barış’ın elini sıkar ve otururlar çayını yudumlar.

Barış:
- Sabah kızmıştım hemen gittin diye senden sonra düşündüm hak verdim sana.
Ramadan, süt bidonlarına bakar:
- Koyunlarından çok güzel süt alıyorsun, süt sıcakta bekletilmez, hemen bozulur. Nasıl sevdin mi atı?
Barış:
- Çok güzel fakat koyunların yünlerini kesene kadar sende dursun.
Ramadan:
- Sen bana sabah süt verdin parasını vermeden ben gittim, bu arada haftalık verecem sütün parasını.
Barış:
- Tamam bu aynısı değil.
Ramadan:
- Aynısı, önemli olan hayatda tek şey kendini bulmaktır, bunu  sende gördüm, sen tanrına inanıyor ve güveniyorsun.
Barış:
- Senin inancın yok mu?
Ramadan:
- Az, belki yok, bununda önemi yok benim için, bana göre kendini bilen insan insandır.

Barış hata mı yaptım diye düşünür, bir yandan da dikkatlice dinler.
- İnsanın en büyük düşmanı insandır, insan doymaz dünyayı yönetse, ayı, yıldızları, evreni bu böyle gider, bana göre insan akrabalarına yakın tanıdıklarına canlılara saygı duyan, geçmişte ve gelecekte yaşayanları düşünen paylaşan kişi insandır, bana say kaç insan tanıyorsun bu şekilde.
Barış düşünür bulamaz:
- Aklıma gelmiyor.
Ramadan:
- Kendini niye söylemedin.
Barış şarırmış bir durumdadır:
- Ben öyle değilim ki.
Ramadan:
- O zaman düşün kime kötülük yaptın, kimin hakkında kötü söz söyledin var mı, buraya gelmeden yaşlı insanlara iyilik yapmadın mı?
Barış şaşırır:
- Sen nerden öğrendin, ben tanrı için yardım ettim,  çok zor bir durumdalardı.
Ramadan tebessümle:
- Şu anda bütün yayla köyleri seni konuşuyor, biri çok yardım sever insan, biri tanrı gönderdi, biri fakirlerin yardımına koşan, bazıları çok zengin birisi çoban kılığına girmiş biriydi diyorlar. Genelde herkesin söylediği ve inandığı tanrı tarafından gönderilen fakirin dostu umudu tanrı dostu deniyor, peki sen hangisisin?

Barış çok şaşkın bir haldedir:
- Ben sadece acıdım kim olsa aynısını yapardı, tanrı zor durumda olanlara yardım edin der bu dinimizde vardır.
Ramadan:
- Peki tanrıya inanmasan da yaşlı insanlara yardım yaparmıydın?
Barış hiç tereddüt etmeden:
- Evet tabi yapardım.
Ramadan:
- Tamam, sizleri izleyen insanlar neden yardım etmediler sence?
Barış:
- Bilemiyorum.
Ramadan tebessüm eder:
- Bunların hiç mi inancı yoktu?
Barış:
- Kendilerini kaybetmiş şeytana uymuş insanlardı.
Ramadan:
- Barış bu sözlerimi hiç unutma, fakir cennetini, zengin parasını kaybederse dünya olmaz, neden  fakir sadece  umudu cennettir, orada nasıl zevkler içinde yaşıyacağını, sonsuz mutluluğu düşünür, dünyada yaşıyamayacağı her şeyin orda olduğuna inandırılmış ve kabul etmiştir. Zengin dünyada zevk içinde hayatını öyle yaşar ki başka nasıl zevk alırım  dünyadan diye düşünür. İnsanlar en ufak  kendilerine göre veya kendilerinden daha düşük insanların çile çektiğini gördüğünde mutlu olurlar, bu onların tek mutluluk kaynağıdır, başka türlü kesinlikle mutlu olamazlar. Bir de şöyle düşün o yaşlı insanların yanına çok saygın zengin biri gelseydi oradan hemen kaçarlardı çünkü o anda kendilerini ezilmiş hissedeceklerdi, bu belki elli veya yüz yıl içinde değişecektir insanlar gittikçe daha fazla bilime inanıyor o zamanda belki uzaylılarla bile tanışırız, benim yaşım otuz iki senin ki de yirmi, yirmi üç, bundan elli atmış yıl sonra senin yapmış olduğun yaşlı insanlara yardım aslında insanlık diyelim herkesin yapması gereken tanrının mucizesi diye anlatılcak, bir de şöyle düşünelim aynı durumda olan fakir ve borçlu milyonlarca insan vardır  bunların hiç bir hikayesi yaşadıkları söylenmiyecektir, bu insanlar tanrı mucizesi olmadan mı yaşıyacaklar? Onların yanında yaşayan insanlarda tanrı din dostu yok mu?

Diğer sayfalar:
◄ [5] , [7] ►

ZÜLKARNEYN KİMDİR ?

Yazan: Gregoire de Fronsac
GF, din, islamiyet, musevilik, Zülkarneyn kimdir?, Zülkarneyn'in kimliği, Kur'an'da Zülkarneyn, Tevrat'ta Zülkarneyn, Zülkarneyn Enlil mi?, Zülkarneyn ve Yecüc Mecüc, Zülkarneyn,

ZÜLKARNEYN'İN KİMLİK PROBLEMİ

Zülkarneyn İslam dininin kutsal atfedilen kitabı Kur'an'ın , Kehf Suresi'nde geçen bir kişidir. Peygamber olup olmadığı ise  tartışmalıdır. Kendisiyle ilgili anlatı Ye'cüc ve Me'cüc'ü de içerir ki bu bağlamda benzeri anlatılar Tanah'ta da bulunur. Kur'an'daki anlatıda kim veya ne oldukları açıklanmayan Yecüc ve Mecüc'ü engellemek için bir set inşa ettiğinden söz edilir. Hangi çağda yaşadığı belirtilmemiştir.

Zülkarneyn kelimesi Arapçadır. Zü, sahip ve mâlik demektir. Karn ise boynuz, perçem, tepe, zaman, güneş anlamlarına gelir. Karneyn, karn'ın tesniyesi yani iki tanesi demektir. Buna göre Zülkarneyn kelimesi iki boynuz sahibi şeklinde tercüme edilebilir.

Kur'an da isminin zikredildiği ayetler ise şunlardır ;
"Bir de sana Zülkarneyn hakkında soru soruyorlar. De ki: “Size ondan bir anı okuyacağım.”
Biz onu yeryüzünde kudret sahibi kıldık ve kendisine her konuda bir yol verdik.
O da bir yol tuttu.
Güneş'in battığı yere varınca onu siyah balçıklı bir su gözesinde batar buldu. Orada bir kavim gördü. “Ey Zülkarneyn! Ya cezalandırırsın ya da haklarında iyilik yolunu tutarsın” dedik.
Zülkarneyn, “Her kim zulmederse biz onu cezalandıracağız. Sonra o Rabbine döndürülür. O da kendisini görülmedik bir azaba uğratır” dedi.
“Her kim de iman eder ve salih amel işlerse ona mükâfat olarak daha güzeli var. O'na emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz.”
Sonra yine bir yol tuttu.
Güneş'in doğduğu yere ulaşınca onu, kendileriyle Güneş arasına örtü koymadığımız bir halk üzerine doğar buldu.
İşte böyle. Şüphesiz biz onun yanındakileri ilmimizle kuşatmışızdır.
Sonra yine bir yol tuttu.
İki dağ arasına ulaşınca bunların önünde neredeyse hiçbir sözü anlamayan bir halk buldu.
Dediler ki: “Ey Zülkarneyn! Ye'cüc ve Me'cüc yeryüzünde bozgunculuk yapmaktadır. Onlarla bizim aramıza bir engel yapman karşılığında sana bir vergi verelim mi?”
Zülkarneyn, “Rabbimin bana verdiği daha hayırlıdır. Şimdi siz bana gücünüzle yardım edin de sizinle onların arasına sağlam bir engel yapayım” dedi.
“Bana demir madeni getirin” dedi. İki yamacın arasındaki boşluğu bir hizaya getirince “Körükleyin!” dedi. Demiri eritip kor yapınca da “Bana erimiş bakır getirin, bunun üzerine boşaltayım” dedi.
Artık onu ne aşabildiler, ne de delebildiler.
Zülkarneyn, “Bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin vaadi gelince onu yerle bir eder. Rabbimin vaadi gerçektir” dedi.(Kehf 83-98 )

96. ayet için Diyanet İşleri Başkanlığı mealinde şöyle bir dipnot mevcuttur: "Kur’an’da “zübera’l-hadîd” şeklinde geçen ibare “demir parçaları”, “demir kütleleri” diye çevirilmiş ise de biz “demir madeni” diye çevirmeyi tercih ettik". Ayrıca 98. ayetteki vaad kelimesi Kıyamet'e yakın zaman dilimi (âhir zaman) olarak algılanır ve Ye'cüc ve Me'cüc'ün Dünya'yı istila etmesi kıyamet alametlerinden birisi olarak yorumlanır.


ZÜLKARNEYN'İN KİMLİĞİ PROBLEMİ
Zülkarneyn karakterini, kelime anlamının çift boynuz sahibi olması nedeniyle (çift boynuzlu miğfer takan) Büyük İskender'e veya Ebu'l Kelam Azad,Muhammed Hüseyin Tabatabaî  ve Nasir Mekarim Şirâzî gibi tefsir âlimleri tarafından ve bâzı Hıristiyanlarca Büyük Kiros'a atfedilir.

Kur'an'da kimlik tanımı flu çizgilerle yapılmış efsanevî bir komutan veya kral olduğu anlaşılan Zülkarneyn’in demir işlemeyi bildiği göz önüne alındığında Demir Çağı'ndan sonra yaşadığı anlaşılır. Sınırları doğu ve batıda olabilecek en geniş noktalara ulaşan bir devlet veya hükümranlığın başını temsil ediyor. Başarılarının büyüklüğü, kendisini Tanrı’nın desteklediği efsanesinin yerleşmesine yol açıyor. Başında savaşlarda kullandığı çift boynuzlu kaska atfen Zülkarneyn (çift boynuzlu) ifadesi kullanılıyor. Hikâyenin buraya kadarki kısmı Büyük İskender ile uyumlu gözüküyor ve Kur'an yorumcularının çoğu Zülkarneyn’in İskender olduğu sonucuna ulaşıyor.Ancak hikâyenin diğer parçaları başka coğrafyalardan derlenmiş unsurlardan oluşuyor. İskender’in demir kitleleri ile inşâ ettiği Zülkarneyn Seddini inşa edenin kimliği, seddin harcı ve kimlere karşı (Ye'cüc ve Me'cüc) yapıldığı göz önüne alındığında yorumcuların aklını karıştırıyor ve Zulkarneyn için sonu olmayan kimlik arayışlarına, hatta onun Muhammed'in kendisi olduğu iddialarına yol açıyor.

Kur'ana göre Süleyman’a krallık, Lokman’a hikmet, Zülkarneyn’e de ‘sebep’ verilmiş.
‘Sebep’ kelimesi Kurân da sadece 8 yerde geçiyor. Bunların 4’ü Zülkarneyn ayetlerinde. Diğerleri de göğe çıkmaya yarayan vasıta anlamında kullanılmış.

"Kim Allah’ın dünyada ve âhirette kendisine yardım etmeyeceğini sanıyorsa; bir SEBEPLE göğe uzansın, sonra öteki ilişkilerini kessin de bakıversin: Oyunu, öfkelendirdiği şeyleri gerçekten giderecek mi? "
Hac : 15 

"Yoksa göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunanların mülk ve saltanatı onların mı? Eğer öyleyse SEBEPLER içinde yükselsinler."
Sad :10

"Firavun dedi ki: “Ey Hâmân, SEBEPLERE ulaşabilmem için bana yüksek bir kule yap!”
Mü’min : 36

"Göklerin SEBEPLERİNE ulaşırsam, Mûsa’ın tanrısına, da ulaşırım. Ben onun yalancı biri olduğunu düşünüyorum.” Firavun’a, yaptığı işin kötülüğü bu şekilde süslü gösterildi de yoldan saptırıldı. Firavun’un tuzağı hep kayıptadır."
Mü’min : 37

"Biz onun için yeryüzünde güç ve saltanat hazırladık ve ona herşeyden bir sebep verdik.
O da bir sebebi izledi."
Kehf :84-85

"Sonra bir sebebi daha izledi."
Kehf : 89

"Sonra yine bir sebebi izledi."
Kehf: 92

Bu ayetelerden yola çıkarak Zülkarneyn’e verilen SEBEB’in yükselmeyle alakalı , yükselmeye yarayan bir araç-vasıta olabileceğini düşünebiliriz.
Şimdi birde Zulkarneyn Tevratta nasıl aktarılıyor ona bakalım ;

"Ve gözlerimi kaldırıp baktım ve işte ırmağın önünde bir koç durmaktaydı.Ve koçun iki boynuzu vardı. İki yüksek boynuz. Ama biri, öbüründen daha yüksekti. Yüksek olanı sonradan çıktı. Koçu, batıya, kuzeye ve güneye doğru tos vurmakta gördüm."
“Ve ben düşünmekteyken işte batıdan, tüm yeryüzü üzerinde, ayağı yere dokunmayan bir teke geldi. Tekenin gözleri arasında, göze çarpan bir boynuzu vardı. Ve ırmağın önünde durmakta olduğunu gördüm. İki boynuzu olan koçun yanına geldi. Ve tüm gücüyle onun üzerine seğirtti… Ve ona karşı kudurdu ve vurup koçun iki boynuzunu kırdı…" (8:3-7.)

"Ve vaki oldu ki ben, Daniel (Danyal), bunları görünce, anlayayım diye araştırdım. Ve işte karşımda biri durdu. Bir insan görünüşündeydi. Ve Ulay Irmağı ortasından bir adam sesi işittim. Şöyle sesleniyordu: ‘Cebrail!Gördüğünün anlamını bu adama anlat!’ Ve durduğum yere yakın geldi. Ve gelince ben korkup yüzüstü kapandım. Ve bana şöyle dedi: ‘Ey Âdemoğlu! Bu gördüğün, ‘ahir zaman alameti’dir. Dinle!’ Ve benimle söyleşirken, yüzüm yerde olarak derin uykuya daldım. Ve bana dokunarak beni ayağa kaldırdı. Ve şöyle konuştu: ‘İşte Tanrı gazabının sonunda ne olacağını ben sana bildiriyorum! Çünkü gördüğün, ahir zamanı belirtmek içindir:
"Gördüğün iki boynuzlu koç, Medya ve Fars Krallarıdır.
‘”O kıllı teke de, Yunan Kralıdır. Gözleri arasında olan büyük boynuz, birinci Kraldır." (8: 15-21.)


Hristiyanlarca Eski Ahit, Yahudilerce Tora olarak adlandırılan, Kur’an’ı Kerim’in ise Tevrat olarak isimlendirdiği metinlerinde yer alan, dağınık, coğrafî, tarihi ve biyografik belirsizliğe boğulmuş bir halde, Zülkarneyn’e mal edilen anlatımlar; hidayete yönelik mesajlardan ziyade mitolojik, efsanevî metinler mesabesinde anlatımlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu hususun daha iyi anlaşılması açısından Tevrat’ta yer alan, kral teması işlenen metinlerinden örnekler vermekte yarar var ;

"Pers Kralı Koreş’in krallığının birinci yılında RAB, Yeremya aracılığıyla bildirdiği sözünü yerine getirmek amacıyla, Pers Kralı Koreş’i harekete geçirdi." Ezra 1. Bab, 1

"Babil Kralı Nebukadnessar’ın Babil’e sürgün ettiği insanlar yaşadıkları ilden Yeruşalim ve Yahuda’daki kendi kentlerine döndü." Ezra 2. Bab, 1

"Şimdi sana gerçeği bildireceğim: Pers krallığında üç kral daha ortaya çıkacak. Ama dördüncü kral öbür üçünden daha zengin olacak. Zenginliği sayesinde elde edeceği güçle herkesi Grek ülkesine karşı kışkırtacak." Daniel 11.Bab, 2

"Asur Kralı İsraillilerin yerine Babil’den, Kuta’dan, Avva’dan, Hama ve Sefarvayim’den insanlar getirtip Samiriye kentlerine yerleştirdi."  2. krallar 17. Bab, 24

Yecüc ve Mecüc anlatıları Tevrat ve İncilde Gog ve Mogog isimleriyle anılıyor. Her iki dinin yorumcuları da Yecüc ile Mücüc’ü daha çok bir insan ırkı olarak nitelemiştir.
Moğollar, İskitler, Çinliler, Kırgızlar gibi ırklar genellikle Yecüc Mecüc olarak nitelenmiştir.

Kur'an'ın Kehf Suresi'nin Orhun Yazıtları ile olan birebir benzerliğine dayanarak Zülkarneyn'in Bilge Kağan veya antik çağda yaşamış bir başka Türk komutan veya Oğuz Kağan olduğu da iddia edilir. Türk efsanelerinde Türk hakanının gökten bir ağaç kovuğuna inen kızlarla evlenmesi, Türk adı ile kurulan ilk devletin uzayla ilgili bir ad ile kurulması ("Gök"Türkler), bir efsanede dağa bakır dökülerek kapatılması ve bir müddet sonra körüklerle eritilmesi ve yolun tekrar açılması, kadim Orta Doğu kazılarında şaşırtıcı şekilde bu kültüre ait izlerin bulunması, Muhammed'den nakledilen hadislerin bulunması gibi hususlar bu son iddiayı güçlendiriyor gibi..

Yorumlarında çağdaş unsurları kullanan bâzı modernist yorumcular ise onun gezegenler arası seyahat yapabilen bir zaman yolcusu olduğunu ileri sürüyorlar.

Şimdi tüm bu bilgileri kısaca özetleyip toparlayalım ;
  • Çift boynuzlu (muhtemelen miğfer)
  • Uzay aracı benzeri bir vasıtaya sahip (Sebep)
  • Çift zamanlı (Zaman mefhumu yok)
  • Kahraman ve adaletli biri .
  • Peygamber değil.
Peki gerçekten kim bu Zulkarneyn ?
Büyük İskender mi ?
Bilge Kağan mı ?
Yemen Kralı mı ?
Pers Kralı mı ?
Yada diğer iddialarda anlatılan başka bir Kral , Hükümdar , Melik yada komutan mı ?
Bunların hiç biri olduğunu düşünmüyorum açıkçası.
Benim şahsi fikrim, Yahudiler'in , sümer tabletlerinde yazan hikayeleri Babilden devşirerek kendi kitaplarına aktarmış oldukları yönünde.
Yani kısacası bu da yine Enlil'in hikayesi..
Madenciliği, uçması, istediği anda istediği yerde olması (zaman mefhumunun olmaması), başka yıldızlara seyahat edebilmesi..
Tüm bunlar sümer tabletlerini ve Enlil'in hikayesini fazlasıyla anımsatıyor bize..
Tabi bu bilgi aktarımının zamanla farklı hikâyelerle karıştığı , farklı kral ve hükümdarlardan etkilenerek değişime uğradığı da göz ardı edilemez..
Her daim sevgi ve umutla kalın dostlar.

MUHAFAZAKARLIĞIN ÇELİŞKİSİ

Diyanet işleri başkanlığı yediği haltı temizlemek için Cuma namazlarında hutbe okutmuş... Ancak hutbede bir özür duyan var mı?? Yoook; biz bir halt ettik, özür dileriz bir daha yapmayacağız demek yerine "çocukları evlendirmeyin, küçük yaştaki çocukları evlendirmek günahtır" diyor... Ulen zaten 9 yaşını geçeni büyük kabul ediyorsun ya!? 9 yaşında bluğa erdi deyince zaten onun çocuk vasfını kendi zihniyetine göre kaldırmış oluyorsun!!

Neyse bunu geçelim; aslında bu olay muhafazakar kesimin kendi içindeki bir çelişkiyi de ortaya çıkardı... Hz. Aişe'nin ağzından olduğu ileri sürülen bir hadise göre ve başka bir grup hadise göre peygamberin Aişe ile 6 yaşında iken evlendiği ve 9 yaşında da birlikte olduğu söyleniyor. Bu aslında hatalı ama işte sorgu olmayınca öyle kabul edip küçük kızların haysiyetiyle oynuyorlar...

Muhafazakar kesim, aslında bu çelişkiyi yaşıyor. Bir yanda İran'da laiklik çağrılarını duyuyor. Bir yanda yurtlarda, cemaatlerde tacizlerin yaygınlaştığını görüyor, bir yandan artık yolsuzluğa arsızlığa eyvallah deyip savunuyor ama kendi içinde bunların yanlış olduğunun farkında ve bu durumda söylenen ilk söz şu oluyor: "Ülkede kanunlar var ve yaş sınırı bellidir." Yani Medeni kanuna ve anayasaya sığınılıyor, sözde elbette...

İşte muhafazakar kesimin hatası bu; 21. yüzyılda 14 yüzyıl öncesini bugüne aktarmaya çalışınca, dinin zaman içinde içine yerleşmiş hurafeler, her türlü yalan dolan, pislik de aynı şekilde ortaya çıkıyor. Herşey mükemmel olacak zannederken, her yer güllük gülistanlık olacak zennederken bir b-k çukurunun ortasında buldular kendilerini...

SİZDEN GELENLER | Yazan: S. Başgöz

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

KUR'AN'DA MİRAS PAYLAŞIMI ÇELİŞKİSİ

din, islamiyet, Kur'an çelişkileri, Kur'an'da miras paylaşımı, Kur'an'ın hatalı miras hesabı, Kur'an'ın matematiksel hataları, A, Nisa 12, Nisa 11,

KUR'AN'DA MİRAS PAYLAŞIMI ÇELİŞKİSİ

Bir tanrı düşünün : Sonsuz güç ve kudret sahibi. Bir "ol" demesiyle her şey oluyor. Olacak her şeyi önceden görüp biliyor. Hatasız ve kusursuz. En ufak ama en en ufak bir biçimde hata yapmıyor. Mükemmel ötesi bir varlık.

Bu hatasız, kusursuz ve kudretli tanrı yarattığı sonsuz evrende yer alan dünya adlı bir gezegendeki, yine yarattığı insanlarla iletişime geçmek istiyor. Kendini göstermiyor ve insanlar arasından seçtiği bir elçi aracılığı ile onlara şöyle 2 ayet gönderiyor :

Nisa Suresi 11. Ayet : "Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder. (çocuklar) İKİDEN FAZLA KADIN İSELER, ÖLÜNÜN BIRAKTIĞININ ÜÇTE İKİSİ ONLARINDIR. Eğer yalnız bir kadınsa yarısı onundur. ÖLENİN ÇOCUĞU VARSA, ANA-BABASINDAN HER BİRİNİN MİRASTAN ALTIDA BİR HİSSESİ VARDIR. Eğer çocuğu yok da ana-babası ona varis olmuş ise, anasına üçte bir (düşer). Eğer ölenin kardeşleri varsa, anasına altıda bir düşer."

Nisa Suresi 12. Ayet : "Yapacakları vasiyetten ve borçtan sonra eşlerinizin, eğer çocukları yoksa, bıraktıklarının yarısı sizindir. Çocukları varsa bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Çocuğunuz yoksa, sizin de, yapacağınız vasiyetten ve borçtan sonra, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır (zevcelerinizindir). ÇOCUĞUNUZ VARSA, BIRAKTIĞINIZIN SEKİZDE BİRİ ONLARINDIR (ZEVCELERİNİZİNDİR). Eğer bir erkek veya kadının, ana babası ve çocukları bulunmadığı halde malı mirasçılara kalırsa ve bir erkek yahut bir kız kardeşi varsa, her birine altıda bir düşer. bundan fazla iseler üçte bire ortaktırlar. Kimse zarar görmesin; Allah’ın hükmü budur. Allah her şeyi bilendir, ilim sahibidir."

Yani bu hatasız ve kusursuz varlık; bu iki ayet ile insanların ölümlerinden sonra miraslarının nasıl paylaşılacağını söylüyor. "Bakın mirasınızı benim söylediğim bu şekilde paylaşacaksınız" diyor.

Şimdi yukarıdaki ayetlere dayanarak bir adamın öldüğünü; geride 3 kız evlat, ana-babasını ve karısını bıraktığını düşünelim. Bu durumda büyük harflerle yazdığım yerdeki durum ve hisseler geçerli olacaktır. Şimdi bu hatasız ve kusursuz tanrının söylediği paylaşımı yapalım :

Üç kız evlada mirasın 2/3'ü
Ana ve babanın her birine 1/6
Karısına 1/8 kalacaktır.

Matematiksel olarak paylaşımı yapalım :
(2/3) + (1/6) + (1/6) + (1/8) = 27/24 Yani 1,125 bulunur. Oysaki bu oranın 24/24 yani 1 (bir) çıkması lazımdı. Yani miras fazla vermiş, ortada bulunan mirastan fazla paylaşım yapılmış oluyor. Konuyu daha iyi anlamak için somut örnekle açıklayalım :

Adam ölsün ve geride 96 Lira bıraksın. Bu 96 liranın :
2/3 ü yani 64 lirası üç kız evladın
1/6 sı yani 16 lirası annenin
1/6 sı yani 16 lirası babanın
1/8 i yani 12 lirası eşinin

Şimdi bölüşülen miras paralarını topladığımız zaman ana miras miktarını yani 96 lirayı vermesi lazım değil mi ? Toplayalım :

64+16+16+12 = 108

Miras 96 liraydı ama paylaşılan miktarları toplayınca 108 lira çıkıyor. Yani kusursuz, hatasız ve mükemmel tanrının verdiği oranlarla miras paylaşımı yapılamıyor. İmkansız oluyor. Hatta baksanıza, mirası dağıtırken dağıtmaya çalıştığımız miras bile çoğaldı, nasıl mucize ama? Bu nasıl hatasız tanrı ? Bu tanrı matematiği bilmiyor mu ? Sen kalk sonsuz evreni, trilyonlarca yıldızı, galaksiyi, gezegeni yarat, insanı yarat ama en basit toplama-bölme olayını dahi bilemeyip çuvalla ? Olacak iş mi bu ?

Elbette gerçekten mükemmel ve hatasız bir tanrı böyle bir hata yapmayacağına göre, miras paylaşımını anlatan bu ayetleri, Muhammet'in Allah'tan geldi diyerek uydurduğu ama eline yüzüne bulaştırdığı çok açıktır.

Gelelim başka bir noktaya, bahsettiğim gibi Nisa suresi 12.ayette erkeğe kadına göre daha fazla pay veriliyor. Diyanet İşleri ve yüzlerce Kur'an alimine göre ise bunun nedeni "Kadına hiçbir maddi yük yüklenmediği, erkeğin maddi sorumluluk altında" olmasıymış. Şimdi biz bundan nasıl bir anlam çıkaralım? Neresinden bakarsan bak bu ayet, yani bu düşünce tamamen çağ dışıdır.

Eğer her şeyi bilen Allah gelecekte kadınların da iş hayatında yer edineceğini hatta bazılarının erkeklerden çok daha fazla para kazanacağını bilemediyse sözleri çağ dışıdır!

Eğer her şeyden haberdar olan Allah kocası sakatlandığı yada öldüğü için yada maddi güçleri yetmediği için kadınların da çalışmak zorunda kalabildiğini bilemediyse sözleri çağ dışıdır!

Ve yine eğer Allah kadının tek görevinin çocuk yapıp ev temizlemek, kocasını memnun etmek olduğunu bu yüzden de maddi sorumluluğu bulunmadığını ve mirastan az pay alacağını düşünüyorsa kadını konumlandırdığı bu durumdan ve düşünce yapısından dolayı sözleri çağ dışıdır!

Ne bileyim, yada bu sözleri söyleyen adamın sözleridir çağ dışı olan.

Bu arada, mal paylaşımında kadının az paya sahip olmasına getirilen bir diğer absürt açıklama şudur:
"Erkeğin maddi durumunun karısından iyi olması onun aile içindeki konumunu güçlendirir. Çünkü eşi ve çocukları için harcamada bulunamayan bir erkek onlar karşısında küçük düşer ve aile reisliğini gereği gibi yapamaz. Bu durum aile huzurunu temelinden etkiler. Kadının zengin, kocanın fakir olduğu ailelerde huzursuzluğun olduğu, çocukların iyi yetişemediği kadının da mutsuz olduğu daima müşahede olunmaktadır."

Kafaya bakar mısınız, kadının zengin, kocanın fakir olduğu durumlarda aile saadeti olmuyormuş. Yahu iyi de parayı bulup zengin olduğu için ve beş kurusu olmayan, yol yordam bilmediği için hakkını bile arayamayacak olan karısının tepesine padişah gibi çöken, gününü gün eden, fazla parayı bulunca havalara girip aile saadetini batıran erkekler ne olacak?

Yani sadece kadın mı parayı bulunca değişiyor? Erkek değişmiyor mu?
Bu mantıkla ya Allah denen tanrı kadınlardan nefret eden bir cinsiyetçi ya da parayı bulduğunda erkeğin ne naneler yiyeceğini düşünemeyecek kadar bilgisiz. Tabi bir diğer ihtimal ile vahiy geldi diyerek ayet yazan yada yazdıran kişinin, kadınları bastırma, onların toplumdaki statüsünün sadece doğurmak, erkeği memnun etmek olduğunu düşünmek ve düşündürmek çabası da olabilir bunun nedeni. Çünkü biliyoruz ki İslamiyet'in Allah'ı kadının kocasına karşı gelmesinden hoşlanmayıp onları tehdit ediyor. Erkeğin gölgesinin altında sığınma gibi yaşayan kadına tabii ki doğru düzgün haklar verilmesi beklenemezdi.
Aydınlanmanız ve gerçekleri görüp anlamanız dileğiyle...

TEK TANRILI DİNLERİN KÖKENİ

sizden gelenler, Tek tanrılı dinlerin kökeni, Tek tanrının kökeni, mitoloji, Mitoloji ve tek tanrılı dinler,
SÜMER TABLETLERİNDE TEK TANRI

Klasik mitolojide altın çağ, tam bir mutluluk çağı olarak tasvir edilir. O zaman ne zulüm, ne kavga vardı. Sümer edebi tabletlerinin birinde de insanlığın ilk altın çağı anlatılıyor. Altın çağa ait Sümer görüşü "Enmerkar ve Aratta Beyi" isimli destanda bulunuyor. ( sümerlerde bilinen 9 kahramanlık hikayesi mevcut, 5 tanesi gılgamış, 2 tanesi enmerkar, 2 tanesi lugalbanda )

Bu destan içindeki 21 satırda bir zamanlar barış ve güvenlik içinde bulunan bir ülke anlatılıyor ve bölüm bu mutluluğun bittiğini belirterek son buluyor.

Bu bölüm şöyle:
Bir zamanlar ne yılan vardı, ne akrep vardı,
Ne sırtlan vardı, ne arslan vardı,
Ne vahşi köpek vardı, ne kurt.
Ne korku vardı, ne işkence,
Adamın rakibi yoktu.
Bir zamanlar Şubur ve Hamazi ülkeleri,
Çok ('?) - dilli Sumer, prensliğin büyük ülkesi, tanrısal kanunlar.
Uri, bütün bu gerekenlerle donatılmış ülke,
Marttı ülkesi, emniyette duran,
Bütün evren, birlik (?) içinde olan insanlar,
Enlil'i tek dilde öğdüler.
(Fakat) sonra baba-bey, baba-prens, baba-kral,
E nki baba-bey, baba-prens. baba kral
Kızgın ('! ) baba-bey, kızgın eı baha-prens, kızgın el baba-kral
. . . . . . . . . . bolluk . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . (5 satır kırık)
. . . . . . . . . . insan . . . . . . . . . .
Çok iyi durumda olan ilk on bir satır, insanın kuşkusuz, rakipsiz olarak barış ve bolluk içinde yaşadığı dünyadaki " 'o eski" mutlu günlerini anlatıyor. O zamanlarda evrenin bütün insanları aynı tanrıya, Enlil'e taparlardı.

Hakikaten eğer bu ifadeyi düşündüğümüz gibi "tek bir kalple" değilde tam çevrisi ''bir dilde" olarak kabul edecek olursak. Daha sonra gelen İsrail'liler gibi, Sümer'lerin de diller karışmadan önce evrende, tek bir dil kullanıldığına İnandıklarını söyleyebiliriz.

Bölümün daha sonra gelen on satırı çok kırıklı olduğundan ana kapsamını tahmin edebiliyoruz. Görünüşe göre tanrı Enki. Enlil'in üstünlüğünü kabul etmek istemiyor veya kıskanıyor ve onu bozmak için bazı işlemler yapıyor, insanlar arasına bozuşmayı ve savaşı getirerek onların
altın çağlarına son veriyor.


Belki ( 10 ve 11 nci satırların kelimesi kelimesini çevirirsek). Enki çeşitli diller koyarak İnsanların anlaşmasını önlüyor.

Eğer öyle ise, Tevrat'daki ( yaradılış 11 : 1-9) ' "Babil Kulesi'' hikayesinin Sumer' lerdeki paralelini görüyoruz, demektir. Yalnız sümer'ler İnsanın düşüşünü tanrılar arasındaki kıskançlık yüzünden, İbraniler ise Elohim'in insanlara. tanrı gibi hareket ettikleri için, kıskanması sonucu olduğuna inanıyorlar.

Altın çağa ait bölüm "Enki'nin sözleri" olarak belirlenmiş. Enki'nin sevdiği şehir olan Uruk'un beyi Enmerkar, maden yönünden zengin olan Aratta'yı kendine bağlamak istiyor, diye hikaye devam ediyor.

Bunun için O, Aratta'ya bir haberci göndererek. halkının değerli madenler ve taşlar getirerek, Enki'nin mabedi Abzu 'yu yapmazlar ve içini süslemezlerse Aratta'yı eline geçireceğini bildiriyor. Aratta beyine göz dağı vermek için haberciye, Enki'nin, Enlil ve halkının dünya üzerindeki nufüzuna
nasıl son verdiğini bildiren " Enki'nin sözünü " tekrarlamasını
söylüyor.

6-9 ncu satırlardan çıkarılan bilgiye göre, evren 4 ana bölümden oluşuyor. Sümer'lerin oturduğu yer bunların güney bölümü. Bu bölüm kabaca tahmine göre Dicle ile Fırat arasındaki 44 ncü paralelden aşağı Basra körfezine kadar olan kısım,

Sümer'in hemen kuzeyi uri . Burası Dicle ve Fırat arasının 33 ncü paralelden yukarı olan kısımı. Daha sonra Akkad ve Asur olan yerler de bunun içinde.

Sümer ve Uri'nin doğusunda, Kuşkusuz İran'ın batısını da kapsayan Şubur ve Hamazi vardı.

Sümer'in batısı ve güney batısında Fırat ile Akdeniz arasında Martu ve Arabistan bulunuyor. Kısacası Sumer şiirinde, evren kuzeyde Ermenistan'dan Basra körfezine, doğudan İran topraklarından Akdenize kadar uzanıyor.

Kramerden alınan bu bilgiyi doğru yorumlayabilmek için ek olarak genel çerçeveyi bilmemiz gerektiğini düşüyorum. Verilen metinde sümerlere göre altın bir çağ yaşandığından bahsediyor. Bu dönemde tek tanrıya tapıldığını ancak daha sonra düzenin bozulduğundan söz ediyor. Ancak bu konu üzerinde yorum yapabilmek için şu ayrımı bilmemiz gerektiği açık.
Sümerler çok tanrılı bir dine sahiptir..

İlk tanrıları AN yani göktür, baba tanrı figürüne sahiptir.
Ki yani yerdir, ana tanrı olarak betimlenir.
Bu iki gücü karıştırın güç MUMMU'dur.
İçindeki yaşamı sağlayan ve yerle göğü ayıran tanrı yani ENLİL'dir. Ayrıca enlil, erkek bir tanrıyı ifade eder.
Bu dört tanrıdan sonra bir tanrı daha gelir. yeryüzünü yöneten tanrının ismi ENKİ'dir. erkek figürü vardır..
Bunların dışında herşey için küçük tanrılardan bahsedilir.

Bu bilgiler ışığında metni yorumlayalım ve tek tanrı inancının nereye dayandığını sorgulayalım.. ancak şunu da belirtmem lazım ki, burada verdiğim bilgiler hap niyetine bilgiler, afrika ve mısıra dayanan kökler mevcut. ancak bütün inanışları buraya yazmam imkansız.

Metne göre, altın çağda tapınılan tek tanrı, yeri ve göğü yaratan ENLİL'dir. ( ALLAH - BABA - YAHVE ) ancak buradaki ayrım sümerlerin bakışı ile yapılmalıdır. sümerlerde tek tanrı sıfatı, yaratma ve yönetme değil, EN GÜÇLÜ olmak sıfatıdır.


Sümer tanrıları arasındaki çekilme hiç bir zaman yaratma üzerinden çıkmaz, güç ve yönetme üzerinde yoğunlaşır ve hikayelerinde sürekli olarak bu olgu yer değiştirir.
Ancak altınçağ için bu güç, ENLİL deymiş gibi gözüküyor.

Hikayeden anlaşıldığına göre ENLİL'e, ENKİ isyan ediyor.
burada şunu da eklemem lazım; bir çok kaynakta ENKİ'ye dünyayı yönetme görevini ENLİL verir.

Okuduğumuz bu hikayeden çıkan sonuç tek tanrı inancı değil, tapınılması istenen tek tanrı inancı manasında olması gerikir, bu hikayenin özdeşlerini yahve de, hem allahta görüyoruz.
sürekli olarak kendinden başka bir şeye tapınılmamasını öğüt verirler.

Bu durum ilerleyen dönemlerde mitolojik olarak da yer alır.
lugalbanda hikayesinde de bu durum İNANNA ve UTU arasında geçmekteydi.

Bir diğer önemli konu, sümer inanışıyla, tevhit dinleri arasındaki, en dikkat çekici nokta olan dillerin ayrılması ile ilgili kısımdır. dillerin ayrılması konusu hem tevratta hem kuranda ifade edilir. ( bu aktarımın nasıl olduğu konusu çok uzundur. umarım başka zaman anlatma imkanım olur )

Sümerlere göre de tek tapınılan tanrı inancı var sonucunu çıkartmak mümkün ve bu dönemde diller aynı, ancak biliyoruz ki, dünya da insanlık başladığından beri tek dil gibi bir durum yok. bu inanış sümerlere ait bir inanış sadece, ayrıca görüleceği üzere sümerler evrenden bahsederken, sınırlı bir toprak parçasından ve dünyadaki bazı yerlerden bahsediyor. merkez uruk olmak üzere, güney, kuzey, batı, doğu şeklinde verilmiş...

Peki sümerlerin kökeni nereye dayanır. bu bilgi temele ulaşabilmek için çok önemlidir. bir kaynak türklere dayandığını söyler ( Türkler böyle düşünmekten sevinç duyarlar ), ama asıl kanıtlı bilgi, iran ve samilerin oluşturduğu, OBEYD kültürüdür.

İlk yerleşin irandan ve samilerin yaşadığı bölgelerden gelen, göçebe kökenli olan ailelerin uruk şehrine yerleşmesi ile başlar.

Yani bu tek tanrılı altınçağ dönemi, ya sümerler zamanında ( MÖ 3400 den sonra ) ya da obeyd dönemi ve öncesine gitmek durumunda ( MÖ 5900 - 3400 )

Obeyd dönemi hakkında çok fazla bir şey bilmediğimiz için bu iz sürmeyi, başka bir yönden yapmak gerekiyor. madem obeyd kültürünü iranlılar ve samiler oluşturuyorsa, burdan yol almak ne mantıklısı olacaktır..

Bu iz sürmeyi bir sonra ki postum da vereceğim...
Konumuz, hintlilere ve mısırlılara ulaşacak gibi gözüküyor...
Saygılarımla...

SİZDEN GELENLER | Yazan: Ural Haşim

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 5

Yazan: Zübeyde Savaş
15 yıl tanrı ve ateizm 5, din, Farklı tanrılar, Gerçek hayat hikayesi, Küçük çocuklara tanrı masalları, Tanrılar nasıl oluştu?, Zübeyde SAVAŞ,

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 5

Köylüler başlarını yavaşça yere eğerler, o yüzlerindeki gülümseme kaybolur bir anda.

Barış:
- Yarın sizlerin başına bir şey gelse, eviniz yansa eşinize bir şey olsa ilk komşunuz gelecektir, kız istenirken bile komşusuna sormuştur peygamber efendimiz, unutmayın ki atalarımız bile ev almadan önce komşu al demiştir, her ihtiyacımızı derdimizi, sevincimizi komşumuzla paylaşmalıyız, baktığımda bu yaşlı insanların yaşları seksenin üzerinde, size baktığımda en yaşlınız belki atmış var, bu da oluyor ki her biriniz dedenin topladığı meyveden yemiş ninenin sıcak ekmeğinden almış, ayranından içmiştir, sizin bilmediğiniz şeyleri gelip bu insanlara sormuşsunuzdur. Bu insanlar aç gezerken, aç uyurken siz nasıl olurda evinizde tok uyursunuz, ben bu gün gelmeseydim bu üç adam onları aç kurtlar gibi parçalardı ve sizler izleyecektiniz, tanrıma binlerce kez dua ederim ki  bu gün buradan geldim sürümle, bu yaşlı insanların dertlerine yardım edebildim, müslüman müslümanın bir derdini giderirse tanrı da onun derdini giderir, bu gün bu fırsadı tanrı bana sundu, komşusuyla iyi geçinmeyen derdine derman olmayan müslüman değildir, bir müslüman ben açım demez, bana yardım edin demez, eğer diyorsa ihtiyacı vardır, yaşlı insanlara bakın gözleri ağlamaktan morlaşmış yardım istemiş alamamış, peki siz ettiniz mi? Yarın öldüğünüzde tanrının sorgu melekleri komşunuza neden yardım etmediniz dediğinde, işte o zaman vay halinize, şimdi kalkın benimle gelin ve bu yaşlı insanlardan özür dileyin, helallik alın yalvarın, sonra af dileyin tanrıdan.

Köylüler bu sözler karşısında gözleri dolar yaptıklarının yanlış olduğunu anlarlar. Köylüler ve Barış yaşlı insanların yanına giderler, köylüler yaşlı insanlardan affetmeleri için yalvarırlar ellerini öperler. Nine ve dede bu sefer sevgi göz yaşları dökerler. Barış dedenin ve ninenin ellerini öper:
- Hakkınızı helal edin.

Nine:
- Oğlum bizim ne hakkımız var, sen hakkını helal et, biz helal ettik, tanrı ne bu dünyada ne de öldüğümüzde sana zorluk, darlık çektirmesin, taş diye tuttuğun her zaman altın olsun oğul.

Barış:
- Konuşmanın bile hakkı vardır.

Nine:
- Oğlum hangi köydensin.

Barış:
- Ak ağaç köyü ninem.

Barış ve yaşlı insanlar bir birlerine uzun uzun sarılırken köylüler yiyecek, giyecek getirirler bir anda yaşlı insanların evi o derin açlık ve kederden kurtulmuştur. Köylüler Barış’a teşekkür eder ve köyün çıkışına kadar yol ederler.

Barış sürüsüyle birlikte yaylaya doğru gider, ömründe hiç bu kadar huzurlu mutlu olduğu anı bilmez içinden; tanrım sen ne kadar büyüksün her şeyi bilensin sanki içime yeni doğmuş gibi huzur verdin. Dua ve ilahi söyleyerek yaylaya yaklaşmıştır, yaylaya geldiğinde koyunları toparlar ibadetini yapar sevinç göz yaşlarıyla yemek yer, yıldızlara bakarak yaşlı insanları düşünür, içi huzur dolar; tanrım sen bizleri zorbaların eline düşürme, şeytana fırsat verme, bu gün ki üç adamı bağışla onları doğru yolu bulmalarına yardımcı ol. Uyuya kalır, sabah namazını kılmak için kalkar, ibadetini bitirdiğinde uzaklardan kurt seslerini duyar, etrafına bakınır ey kurtlar bu sürü bana emanet benim hiç koyunum yok eğer yerseniz ben ne derim sahiplerine beni zor durumda bırakmayın, yüce tanrım sürüm sana emanet. Barış derin uykuya dalmıştır, yolun yorgunluğu ve yaşlı insanlara yardım etmenin verdiği huzurla öğleye kadar uyur. Koyunlar da sanki Barış’ı beklerler gibi uzaklaşmadan otlarlar. Barış uyanır koyunlara bakar; tanrım teşekkür ederim bu yayla çok güzel sen yücesin bu sene koyunlar ikiz etsin benim de sürüm olsun seneye de evimi tamir ettireyim diye dua eder.

Aradan on gün geçmiştir her yeri gezmiş yaylanın nasıl olduğuna bakmıştır, bir sabah kalkar erkenden çayını demler kahvaltı yaparken:
Uzakta biri at sırtında yaklaştığını görür.
Yabancı:
- Merhaba çoban, yeni mi geldin ?

Barış:
- Selam, on beş gün oldu geleli, gel otur, bir çay içelim yeni demledim ne varsa onu yeriz.
Yabancı attan inerek oturur, Barış, çay verir yabancıya.

Yabancı:
- Teşşekkür ederim, açlığım yok çay yeter, sürü senin mi ?

Barış:
- Yok ben bakıyorum, köyümün koyunları.
Yabancı çayını içer koyunlara bakar.
- Sütü ve yünü kimin?

Barış:
- Onlar benim.

Yabancı:
- Ben süt ve yün toplarım eğer anlaşırsak.
Barış yüce tanrım param da çok azdı, senin de yardımınla anlaşırsak param olur diye düşünürken.

Yabancı:
- Niye düşünüyorsun, yanlış bir şeymi söyledim.

Barış:
- Yok, iki üç yıl hiç yün ve süt satamamıştım da onu düşünüyordum.

Yabancı:
- Ben Ramadan. İsmin nedir?

Barış:
- Barış, memnun oldum.

Ramadan:
- İş konuşalım yünler için ne istersin, süt fiyatı belli zaten, fakat sabah, akşam süt olur mu? Ben de ona göre gelirim almaya, bir de burda mı kalacaksın gidecek misin?

Diğer sayfalar:
◄ [4] , [6] ►

HADİSLERİ KİM YAZDI? YAZDIRDI?

DP, din, islamiyet, Hadisleri kim yazdı?, Hadisleri kim yazdırdı?, İslam ve hadis, Hadislere bakmalı mı?Kur'an hadisler için ne diyor?, Kur'an başka kaynak kabul eder mi?, Hadis kaynakları,
Hadisler… Sünni İslam aleminde Kuran-ı Kerimden sonra ikinci kaynak. Birçok mezhep veya düşünce kolu için ise resmen Kafirlik. Yani Allah'a ve onun peygamberi Muhammed'e atılan yazılı iftiralar. Onlara göre Hadisler her ne kadar Kurana veya vicdana uyarsa uysun. Neticede Kuran-ı Kerimde yok. Dolayısı ile Allah kelamı kabul edilmeyeceğinden dolayı İslam dışı. Ülkemizde yaşanılan İslami inanca göre ise daha önce bahsettiğim gibi, Kurandan sonra ikinci kaynak. Daha dünya Müslümanları bile bu konuda hemfikir değil. Birinin ak dediğine öteki kara diyor. Ötekinin helal dediğine diğeri haram diyor. Birinin dinen caiz dediğine öteki caiz değil diyor ve çelişkiler silsilesi böylece uzayıp gidiyor. Ülkemizde televizyon kanallarında bile onlarca profesör din alimleri birbirleri ile hakarete varacak ithamlarla kavga ediyor. İnançta ittifak edemiyorlar. Türkiye sınırını geçin, başka Müslüman ülkelere gittiğinizde ayinler tamamen değişiyor. Hatta küçük kızlarla evlilik yasal ve dinen caiz. Ülkemizde ise din ve ahlak dışı. Her fraksiyon kendi dini davranışını Hadislere dayandırıyor. Bunu nereden biliyoruz? Çünkü Kuran kuralları uygulansa tüm İslam coğrafyası aynı şekilde inanıp aynı şekilde ibadet ediyor olurdu. Dolayısı ile tüm İslam ülkeleri Kuran-ı Kerim’i ana kaynak kabul etse de dinlerini Hadislere göre yaşıyorlar. Sorun da tam bu noktada başlıyor.

Hadisler ilk ne zaman derlendi? Bu cevabı bulmadan önce günümüz hadis külliyatında sahih olarak nitelenen hadisleri bünyesinde bulundurduğu konusunda tüm İslam Alimlerinin ittifak ettiği Kütüb-i Sitte’ den başlayalım. Kütüb-i Sitte’ yi oluşturan hadisler bütününün yazarlarına/naklettiricilerine bir göz atarsak şu isimler göze çarpar; Buhari, Müslim, İbn-i Mace, Ebu Davut, Nesai ve Tirmizi. Bu 6 kişi tarafından toplanıp derlenen hadisler Kütüb-i Sitte olarak İslam kaynakları arasında Kuran-ı Kerim’den sonra ikinci başvuru kaynağıdır.

Şimdi bu yazarların hangi dönem yaşadıklarına bir göz atarsak eğer:
  • Buhari, Hicri 194-256
  • Müslim, Hicri 204-261
  • İbn Mace, Hicri 209-273
  • Ebu Davut, Hicri 202-275
  • Nesai, Hicri 215-303
  • Tirmizi, Hicri 209-279

İslam peygamberi Muhammed, Hicri 11 yılında ölmüştür. Onun ölümünden sonra en erken doğan hadis yazarı olan Buhari, 194 yılında, yani Muhammed’in ölümünden 183 yıl sonra dünyaya gelmiştir. Hadisleri yazmaya 20’li yaşlarda başladığını varsaysak, Muhammedin ölümünden yaklaşık 204 yıl sonra yazıldığını öngörmüş oluyoruz.

Aralarında en gençleri olan Nesai ise Muhammed öldükten 204 yıl sonra dünyaya gelmiştir. Yani, onun da 20’li yaşlarda hadis toplama ve ayıklama işine girdiğini varsayarsak (en iyi ihtimalle), ondan gelen hadisler Muhammed’in ölümünden 224 yıl sonra toparlanmıştır.

Karşımıza çıkan rakam en az 200 yıl… 200 yıl…


Şimdi günümüzden 200 yıl öncesini düşünün. O dönemden bu güne söylevlerden hangileri kalabilir? Ki Kuran-ı Kerim kendisi dışında herhangi bir rehber edinilmesini yasaklarken:
  • Biz bu kitabı sana, her şeyin ayrıntılı açıklayıcısı, bir doğruya iletici, bir rahmet, Müslümanlara bir müjde olarak indirdik. (16-Nahl-89)
  • Kendilerine okunmakta olan Kitab’ı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? (29-Ankebut-51)
  • Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz. Rabbin’in kitabından sana vahyedileni oku. O’nun kelimelerini değiştirecek hiçbir kudret yoktur. (18-Kehf-26,27)
  • Rabbinin sözü hem doğruluk, hem adalet bakımından tamamlanmıştır. O’nun sözlerini değiştirecek hiçbir kuvvet yoktur. (6-Enam-115)
  • Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. (6-Enam-38)
  • O yalnızca bir öğüt ve apaçık bir Kuran’dır. (36-Yasin-69)
  • De ki "Ben sizi ancak vahiy ile uyarıyorum." (21-Enbiya-45)
  • Andolsun bu Kuran’da her örnekten insanlar için türlü türlü açıklamalarda bulunduk. İnsanların çoğu ise tanımamakta ayak diretmektedirler. (17-İsra Suresi-89)
  • Rabbin asla unutkan değildir. (19-Meryem-64)
  • Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz? Hiç mi öğüt almıyorsunuz? Yoksa sizin apaçık olan bir deliliniz mi var? Şayet doğru söylüyorsanız kitabınızı getirin. (37-Saffat-154-157)
  • Neyiniz var? Nasıl hüküm veriyorsunuz? Yoksa okuyup, ders almakta olduğunuz bir kitabınız mı var? İçinde keyfinize uyanın sizin olduğu. (68-Kalem-36,37)

Peki, neden hadislerin toparlanmasına ve derlenmesine İslam Peygamberi Muhammed öldükten yaklaşık 200-250 yıl sonra ihtiyaç duyuldu? Ya da soruyu değiştirelim. Neden hadisler daha önce yazılmadı veya derlenmedi? Cevaplara bir göz atalım:

"Ebu Bekir, Peygamberin vefatından sonra halkı toplamış ve onlara şöyle demiştir: “Sizler Allah’ın elçisinden farklı hadisler naklediyorsunuz. Bu durumda sizden sonrakiler daha büyük anlaşmazlıklara düşecektir. Allah’ın elçisinden hiçbir hadis nakletmeyin. Sizden hadis nakletmenizi isteyenlere deyiniz ki: İşte Allah’ın Kitabı aramızda, onun helalini helal kılın, haramını haram görün.” [Zehebi, TezkiratulHuffaz 1/3; Buhari l.cilt]

"Hz. Ömer diğer şehirlerdeki sahabelere de mektuplar yazarak ellerinde yazılı bulunan hadis mecmualarını yok etmelerini istedi." [İbni Abdül Berr, Camiul Beyanil İlm]

"Hz. Ömer, Irak’a yolculuğa giden arkadaşlarına şöyle demiştir: “Siz öyle bir ülkeye gidiyorsunuz ki halkı arı uğultusu gibi Kuran okur. Hadislerle onları meşgul etmeyiniz ve yollarını saptırmayınız.” [Hanbel, Kitabul Ilel 1]

"Hz. Ömer şöyle der: “Ancak sizden önceki kavimleri hatırladım, onlar da kitaplar yazmışlar ve Allah’ın Kitabı’nı bırakarak onlara sarılmışlardı. Allah’ın Kitabı’na hiçbir şeyi karıştırmam.” Diğer bir rivayette “Allah’ın Kitabı’nı asla başka bir şeyle değiştirmem.” Başka bir rivayette; “Ben yemin ederim ki Allah’ın Kitabı’nı hiçbir şeyle gölgelemem.” [El Hatip, Takyıdul İlm; İbni Sad, Tabakat]

"Hz. Osman çok hadis nakletmelerinden dolayı Ebu Hureyre’yi Devş dağlarına göndermekle, Kab’ı da Kırede dağlarına sürgün etmekle tehdit etmiştir." [Tahzırul Havas 10b.]

"Şeddad, İbni Abbas’a “Hz. Peygamber bir şey bıraktı mı?” diye sordu. O da “Sadece Kuran’ın iki kapağı arasında olanları bıraktı.” cevabını verdi." [Buhari, K. Fezailul Kuran; Müslim, K Fezailus Sahabe; Ebu Davud, K. Fiten; Tırmizi K. Fiten]

"İbni Abbas hadis yazmayı yasaklar ve şöyle derdi: “Sizden önceki ümmetlerin sapmaları bu şekilde kitaplar vücuda getirmek yüzünden olmuştur.” [İbn Abdül Berr, Camiul Beyanil İlm 1]

"Abdullah bin Mesud elinde bir hadis sayfasıyla geldi. Sonra su isteyerek yazıları sildi, sayfanın yakılmasını emretti ve şunu söyledi: “Allah kime bir hadis sayfasının yerini bildirirse ve o da beni bundan haberdar ederse, Allah’a yemin ederim ki, Hindistan’da dahi olsa o hadisi arar bulur ve yok ederdim." [Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetinin Aydınlatılması]

"Hz. Ali minberden şu hutbeyi veriyordu: “Yanında hadis sayfaları bulunanlar gidip onları yok etsinler. Zira halkı helak eden olay, alimlerin naklettikleri hadislere uyarak Kuran’ı terk etmeleridir."
[İbni Abdül Berr, Camiul Beyanil İlm]

"Bir gün Hz. Ali’ye gelirler ve “Halk hadislere dalmış” derler. Hz. Ali sorar: “Gerçekten öyle mi?” “Evet” derler. Peygamber’den işittim ki gelecekte vuku bulabilecek bir fitneden söz ediyordu. “O fitneden kurtuluş nedir, nasıldır?” diye sordum. Resullullah dedi ki: “Kurtuluş Kuran’dadır. Çünkü sizden öncekilerin haberleri de sizden sonrakilerin haberleri de aranızdakilerin hükmü de Ondadır. O, gerçek ile yalanı birbirinden ayıran kesin bir hükümdür, şaka ve boş söz değildir. Onu terk eden her zorbanın Allah boynunu kırar. Hidayeti, doğru yolu Ondan başkasında arayanı Allah sapkınlığa düşürür. O, Allah’ın en sağlam urganıdır. O, hikmetle dolu Kuran’dır. O en doğru yoldur. O, boş arzuların haktan saptıramayacağı, dillerin, karıştırıp belirsiz edemeyeceği, ilim adamlarının doyamayacağı, çok tekrarlanılmasından bıkılmayan, ilginç özellikleri bitip tükenmeyen bir kitaptır."
[Tirmizi; Darimi]


Şimdi Muhammed tarafından söylendiği rivayet edilen bazı sahih hadislere de göz atalım:

"Benden [Kur’an’dan başka] bir şey yazmayınız! Kim benden Kur’an’dan başka bir şey yazmışsa onu imha etsin." [Müslim, Zuhd,72]

"Allah’ın elçisinden sözlerini yazmak için izin istedik, bize izin vermedi." [Tirmizi, Es Sunan, K. İlm 11]

"Biz hadis yazarken Hz. Peygamber yanımıza geldi ve “Yazdığınız şey nedir? ” dedi. “Senden işittiğimiz hadisler” dedik. Hz. Peygamber: “Allah’ın kitabından başka kitap mı istiyorsunuz? Sizden evvelki milletler Allah’ın kitabı yanında başka kitaplar yazdıkları için yoldan çıktılar." [El Hatib, Takyid 33]

Daha önce ertelediğimiz bir soru vardı, neden İslam peygamberi Muhammed öldükten 200-250 yıl sonra hadisler yazılmaya ihtiyaç duyuldu?

İşte bu noktada farklı cevaplar devreye giriyor. Herkes kendi cevabını veriyor. Fakat tüm cevaplar da bir varsayımdan ibaret. Dört halife devrinde neden hadis yazımı yasaklandı? Bilmiyoruz. Aslında cevapları yazı içerisinde verdim ancak o cevaplarında kaynakları hadis ravileri olduğu için onlar da –bana göre- geçersiz.

Peygamber öldükten 200 yıl sonra tasnif edilen bir takım sözlere güvenerek bir dini nasıl inşa edebilirsiniz? Bu 200 yıllık farkı, günümüz 200 yıllık farkı ile bir tutmayın. Örneğin günümüzden yaklaşık 200 yıl öncesi 1800 yıllara denk geliyor. 19. Yüzyılın başında matbaa vardı. Kitap basımı vardı. Kayıt tutuluyordu. Buna rağmen kesin diyemiyoruz bazı verilere.

Birde 800’ lü yılların Arabistan yarımadasını, Ortadoğu coğrafyasını ve ortamını hayal edin. Yani Buharilerin ve Tirmizilerin dönemini… Kuran’ın dahi 200 yıl öncesinde taş ve kemik parçaları, deri ve yaprak yüzeylerinden toparlandığı zamanlar. Kuran-ın bile nasıl derlendiği İslam âleminde bile tartışma konusu iken ki onun yazan Muhammed (İster vahiy ister kendi yazmış olsun), nasıl olur da hiçbir kaydın tutulmadığı bir ortamda 200 yıllık bir “kulaktan kulağa oyunu” gibi nakil edilen sözlü rivayetlere inanırız?

Neye yazıldıkları bile belirli değil. Kimlerin nasıl aktardıkları belirli değil. Hiçbir güvenli bilgi aktarımı yok. Kütüb-i Sitteyi oluşturan hadislerde bile ittifak yok. Örneğin madem sahih hadis peşindesin, o halde 6 hadis derleyicisi de neden farklı sayı ve adette nakilde bulunuyor? Rakamlar birbirinden çok farklı:
  • Buhârî: 9082 hadîs (Tekrarlarıyla)
  • Müslim: 7275 hadîs (Tekrarlarıyla)
  • Nesâî: 5724 hadîs (Tekrarlarıyla)
  • Ebu Dâvud: 5274 hadîs (Tekrarlarıyla)
  • Tirmizî: 3951 hadîs (Tekrarlarıyla)
  • İbnu Mace: 4341 hadîs (Tekrarlarıyla)
  • Toplam: 35647 hadîs (Tekrarlarıyla)

Bir hadis sahih mi yoksa değil mi nasıl test ediliyordu? Yani, hadisin güvenilirliği nasıl belirleniyordu? Elbette Buhari bunun çözümünü bulmuştu. Buhari hadisleri teste tabi tutuyordu. Olaya bilimsel yaklaşıyordu. Peki, test metodu ne idi? Bir bakalım:


Firebrî'nin rivâyetine göre; "Herhangi bir hadîsi Sahîh'e dâhil etmezden önce yıkanıb iki rekât namaz kılan Buhârî, Allah'a istihârede bulunub mânevî bir işâret aramış, ondan sonra hadîsin sıhhatine hükmetmiştir. Bu şekilde sıhhati nazarında subût bulmayan hiçbir hadîsi Sahih'e almadım" der.

Olay çözüldü sanırım. Yani, Buhari hadisleri nasıl bir teste tabi tutuyordu öğrenmiş olduk. Peki, bir başka derleyici için bu hadis sahih ise ne olacak? Birbirlerini tenkite tuttular mı? Cevap hayır. Üstteki rakamlar zaten bunu gösteriyor.

Peki, yazının başlığında olduğu gibi Hadisleri Kim Yazdı? Yazdırdı? Cevap yok. Tüm dünya İslam aleminin yüzyıllardır cevabında ittifak edemediği bir hususta benim cevap bulmamı elbette beklememelisiniz. Çünkü cevabı yok.

Kimine göre hadisleri Emevi İmparatorluğu kendi çıkarı için uydurtup yazdırttı, kimine göre Yahudi ve Hristiyanlar İslamiyet’i yozlaştırmak için hadis külliyatını tasarlattı, kimine göre her coğrafya kendi örf ve adetlerini Dine adapte edip daha rahat uygulamak için uydurttu, kimine göre dini bölgelere uyarlayıp daha yumuşak bir din yaşamak için. Dediğim gibi cevap yok. Ülkemiz Müslümanlarına göre ise cevap var. Onlara göre Hadisler sayesinde dinimizi en doğru ve en mükemmel şekilde yaşıyoruz. Hadisler olmasa dinimiz yitip gidecekti.

Bildiğim tek şey dinini sorgulayanların büyük çoğunluğu bu işe hadislerden başlıyor. “Bana Kuran Yeter!” sloganı ile yola çıkıyorlar. Bakın bakalım sadece Kuran-ı Kerim'e bakarak dininizi yaşayıp ibadetlerinizi yapabiliyor musunuz?

Hadisleri savunarak “Sadece Kuran ile İslam yaşanmaz. Peygamberimizin Hadisleri olmasa dinimizi nasıl yaşarız?” demeyin sakın. Derseniz ayetleri inkar etmiş olursunuz. Tekrar hatırlatmakta fayda görüyorum inançlı okurlar için.
  • Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. (6-Enam-38)
  • O yalnızca bir öğüt ve apaçık bir Kuran’dır. (36-Yasin-69)
  • Rabbin asla unutkan değildir. (19-Meryem-64)
  • Biz bu kitabı sana, her şeyin ayrıntılı açıklayıcısı, bir doğruya iletici, bir rahmet, Müslümanlara bir müjde olarak indirdik. (16 Nahl Suresi 89)
  • Allah size kitabı detaylandırılmış bir halde indirmişken Allah’ın dışında bir hakem mi arayayım? (6 Enam Suresi 114)

Görmek isteyenler için sorularda cevaplarda ortada. Her ne kadar kaynaklarını belirmiş olsam da bana da güvenmeyin. Hatta isterseniz bu sitede yer alan hiçbir yazıya güvenmeyin. Araştırın, öğrenin, sorgulayın. Kimsenin etkisinde kalmayın. Bakın bakalım hangi cevaplar veya çelişkiler ile karşılaşacaksınız kendiniz görün. Sağlıcakla kalın.

Yazan: Demon Product

MANNA : TANRININ YEMEĞİ

Yazan: A.Kara
MANNA NEDİR?
TANRININ CENNETTEN GÖNDERDİĞİ BİR YİYECEK Mİ? YOKSA UZAYLI NİMETİ Mİ?

Manna, Mana olarak da bilinir. İncil'e göre, büyük göçü izleyen kırk yıllık süreleri boyunca çölde yolculuk ederken Tanrı tarafından İsraillilere verilen  gizemli bir maddeydi. İncil'de, İsraillilerin köle oldukları Mısır'dan, vaat edilmiş topraklara nasıl geldiğini anlatılmaktadır.

İnanışa göre göç sırasında Sina Çölü'nü geçmek zorunda kaldılar. Fakat kaçınılmaz olarak, bir sürü İsraillinin olduğu ve çok az bitki büyüyen bir çöl toprağı olduğu için yiyecekleri tükeniyordu. Bu noktada, halkın açlıktan ölmesini önlemek için Tanrı cennetten Manna denen yiyeceği indirdi.

Yeryüzüne geldiğinde Manna bir çeşit tohum olarak tanımlanır. Bu tohumlar dünyaya düştükleri gün ile ilişkilendirildiler. Manna Cuma günleri hariç her gün İsraillilerin yiyecek ihtiyacını karşılıyordu. Cuma gününün hariç olması ise sonraki gün olan Cumartesinin Şabat günü olmasıdır.

Manna, Mısır'dan Çıkış 16: 1–36'da iki kez tarif edilmiştir.
Mısır'dan Çıkış'ın (Exodus) İncil kitabında, Manna'nın her gece ve her sabah, çiy ortadan kalktıktan ve güneşin ısısından dolayı erimeden önce toplanması gerektiği yazılmıştır.

Tarihi hesaplara göre, Manna geceleri çiğ ile birlikte geliyordu.
Manna, beyaz renkli, kişnişe benzer bir tohum olarak tarif edilir. Öğütülüp pişirildikten sonra ballı gofretlere benzer olduğu görülür, ancak bazı açıklamalarda Hint mürü (bir çeşit hint yiyeceği) ile aynı renk olarak tarif edilir.

İbranice İncil’e bir bakarsak, Manna’ya atıfta bulunan iki açıklama bulabiliriz:
Çıkış 16: 1–36'da ve bir kez daha numara 11: 1–9'da ilk açıklamayı buluyoruz.
Çıkış'ta, manna, zemindeki dona benzeyen “ince, pul gibi bir şey” olarak tanımlanmaktadır. Çıkış'ta Manna renk olarak kırağıya benzer olarak tanımlanmaktadır. ‘Yiyecek’, güneş tarafından erimeden önce toplanmalıydı. Çıkış, manna'nın tadını ballı gofretler gibi tanımlamaktadır.

"İsrail halkı ona manna ekmeği adını verdi. Kişniş tohumu gibi beyazdı ve balla yapılmış gofretler gibi tadı vardı." Çıkış 16:31

Musa şöyle buyurmuştur: “ Rab buydu ki :“ Bir manna yiyin ve gelecek nesiller gelsin, böylece sizi Mısır'dan getirdiğimde vahşi doğada yemeniz için verdiğim ekmeği görebilirler." Çıkış 16:32

A, yahudilik, Manna, Tanrının yemeği, Mısır'dan Çıkış ve Manna, Tanrının cennetten yiyecek göndermesi, İsrail oğullarına manna gönderen, Mısır'dan Çıkış 16:1-36, din, Açıklanamayanlar,
Sayılar Kitabında (Eski Ahitte 4. kitap) mannanın tüm gece boyunca çiğ ile birlikte geldiği ayrıntılı olarak geçmektedir. Ayrıca Sayılar Kitabında mannanın, Etiyopya, Eritre ve Afrika'da yetişen ağaçlardan elde edilen yarı şeffaf bir margarin-sakız reçinesi olan bdellium'a benzediğine dair detaylar göze çarpmaktadır.

GİZEMLİ MANNA
Yani inanışa göre Manna, halkı aç bırakmamak için Tanrı tarafından gönderilen bir yiyecektir ama hala ne olduğunu bilinmiyor.

Çıkış kitabında İsrailliler'in “saklanan kokulu solucanlar gibi" diye tabir ettikleri olayda her gün manaları toplayıp depoladıklarına dair söylemler görünmektedir.

Ancak Manna, 16: 23–24'te açıkça belirttiği gibi Şabat'tan bir gün önce toplanarak depolandı.
Musa, “RAB’bin buyruğu şudur” dedi, “ ‘Yarın dinlenme günü, RAB için kutsal Şabat Günü’dür. Pişireceğinizi pişirin, haşlayacağınızı haşlayın. Artakalanı bir kenara koyun, sabaha kalsın.’ ” Böylece, Musa'nın emrettiği gibi onu sabaha kadar sakladılar ve o da kokuşmadı ya da kurtlanmadı."

Peki, Manna nedir? Bazılarının inandığı gibi Tanrı tarafından sağlanan doğal olarak bol miktarda yiyecek midir?

A, yahudilik, Manna, Tanrının yemeği, Mısır'dan Çıkış ve Manna, Tanrının cennetten yiyecek göndermesi, İsrail oğullarına manna gönderen, Mısır'dan Çıkış 16:1-36, din, Açıklanamayanlar,
Bazıları, Tevrat'ın ruhani yorum ve yorumlarının bir koleksiyonu olan Zohar'ın mannaya ait tanımlarını baz almayı tercih eder.

Antik astronot kuramcıları tarafından belirtildiği gibi Zohar, farklı büyüklükteki beyinleri, farklı tüpler ve farklı ışık kaynakları ile bağlantılı olan farklı büyüklükteki yüzleri tanımlar. Teologlar bunun Tanrı'nın bir açıklaması olduğunu öne sürmelerine rağmen antik astronot kuramcıları Zohar'da anlatılan şeyin mutlak bir tanrı figürü değil bir makine türü olduğunu iddia eder.
Yani bazı araştırmacılar henüz tanımlanmamış gizemli bir gıda kaynağı olan "manna"yı üreten bir makine olduğunu düşünüyorlar.

Manna makinesi teorisi, İsraillilerin bu makineyi nereden aldıklarına dair iki açıklama sunuyor.
Daha tartışmalı bir diğer teori ise uzaylıların çölde açlık çeken Mısırlılara yardım etmek için bir jest olarak onlara bu makineyi verdiği fakat Mısır'dan ayrılırken bunu İsrailoğullarının geri alarak yanlarında götürdüğüdür. Yani her iki iddia da temelsiz ve absürttür. Fakat insanoğlu mistisizm veya uzaylı sevdası peşinde koşmaktan vazgeçmeyecek gibi görünüyor. Hemen bir örneğine bakalım:

MANNA MAKİNESİ
1978'de George Sassoon ve Rodney Dale, Zohar'ın “Günlerin Kadını” adlı bir bölümün tercümesine dayanan bir kitap yazdılar ve manna adlı besinin bir makine tarafından üretildiğini iddia ettiler.