HABERLER
Dini Haber
din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 16

15 yıl tanrı ve ateizm 16, din, Farklı tanrılar, Gerçek hayat hikayesi, Küçük çocuklara tanrı masalları, Tanrılar nasıl oluştu?, Zübeyde SAVAŞ,
Riya kabile hakkında tehlikeleri anlatır, kaptan korkar gitmek istemez, Barış'ın heyecanı endişeye dönüşür, Riya, Barışı alarak onları götürecek olan balıkçı kayığına biner denize açılırlar, kayıkçı hiç konuşmaz korkuyla bakar her yana. Riya istediği şifalı otların kabile topraklarında olduğunu ve yıllardır takasla aldığını başka insanların bu adaya gelmelerine izin vermediklerini anlatır, Barış’ın endişesi korkuyla karışmıştır.

Güneş yavaşça doğmaya başlarken adaya gelmişlerdir, kayıktan inerler, balıkçı denize açılarak bekliyeceğini söyler. Riya ve Barış sahilde iki üç adım atmadan elli atmış metre uzakta ağaçların altında insanlar olduğunu görür, Barış korku dolu bir haldedir, eliyle göstererek:
- Bunlar mı ?

Riya sessizce:
- Evet onlar.

Barış:
- Bizim bu saatte geleceğimizi nerden biliyorlardı.

Riya:
- Ben her dolunayda buraya bu saatlarde geliyorum, senden zorda kalmadıkça konuşmamanı istiyorum.

Yedi kişi yanlarına gelerek köye doğru zorlu dağ yamaçlarından giderler. Barış'ın insanların yüzlerindeki boya çok ilgisini çeker fakat soramaz. Zorlu iki saat geçer ve kabilenin bulunduğu köye gelirler. Kabile evleri bambu ağacından, üzerleri palmiya yapağı, çamur ve uzun otlarla yapıldığını görür, irili ufaklı yaklaşık otuz ev vardır, köyün bir tepenin başında olması bütün ormanın ve adanın güzelliğini ortaya serer. Köyün içinde yürürken herkes Barış ve Riya’ya merakla bakarken kabile lideri onları sevgiyle karşılar, kendi evine götürür, büyük tek odalıdır.. Riya ve lider konuşurken Barış insanların yarı çıplak olması dikkatini çeker, köyde herkes de vücudu'nun belli bölgelerinde boya olduğu, bir bütün olarak hareket ettiğinin farkına varır. Riya hediyeleri lidere sunarken liderin çok mutlu olduğunu görür. Lider diğer köyleri de göstermek ister. Riya lidere Barış’ın tanrı arayışını anlatmıştır, lider köyler arasında gezdirirken hiç susmadan devamlı kendi tanrısını anlatır. Riya tercüme ederken Barış sadece dinler, öğleden sonra liderin köyüne geldiklerinde bir çocuk Barış’a meyve verir, Barış çocuğu sever çantasında bulunan bir kalemi hediye eder, lider çocuktan kalemi sertçe alır ve bu duruma çok sinirlenir bağırıp çağırır, Riya sakinleştirmeye çalışır, Barış korkuyla olup biteni anlamaya çalışır. Bir süre sonra lider sakinleşir ve akşama domuz keseceğini söyler, Riya Barış’a domuzun çok değerli bir yiyecek olduğunu kendileri için kesileceğini anlatır bu yüzden gece burda kalmaları gerekli olduğunu söyler. Akşama dört saat vardır, liderin evinde otururlarken bir adamın kucağında küçük altı yaşlarında çocukla eve telaşla gelir. Lider hızlıca eline bir pıçak alır, Riya, Barış’a yaşananları anlatır, çocuğu yılan sokmuştur lider yılanın soktuğu yeri pıçakla keserek zehiri almaya çalışır. Adamınsa lidere sanki dua eder gibi bir hali vardır, bir süre sonra adam ve çocuk gider, lider de evden çıkar.

Barış merakla:
- Çocuk iyi olacak mı?

Riya üzgündür.
- Çok zor, sabah yılan sokmuş adam bu saate kadar lideri aramış.

Barış, üzülerek:
- Neden lideri aramış.

Riya:
Burası bir ada maalesef, yaşam eskiden olduğu gibi sürmekte, doktor ve hastane yok, lider bu adanın hakimi o ne derse, o olur, herkes hastalandığında, bir derdi olduğunda ve yaşamaları bile liderin dudakları arasında, bu adanın tanrısı.

Barış:
- Lider iyi edebilir mi.

Riya:
- Bilmiyorum, lider çocuğun babasına iki tane domuz kesmesini ve ona getirmesini söyledi.

Barış:
- Neden, bunun bir anlamı var mı?

Riya:
- Tanrıya sunacak ve etini insanlar köyde yiyecekmiş, tanrı bu lideri elçi yani peygamber, tanrı lidere söyler lider de insanlara, inanç bu.

Barış tanrı anlayışına bir yenisini eklemiştir. Çocuğun durumunu merak etmektedir. Lider eve gelerek Riya ve Barış’ı dışarı çağrır, köyün ortasında büyük bir ateş yaktırmış, insanların hazırlandığını anlatır. Riya bu gece eğlence olacağını söyler kendileri için. Riya kumsala giderek kayıkçıya yarın akşam kendilerini almasını söyler. Barış köyde gezerek nasıl bir yaşam sürdürüldüğünü daha iyi anlamaya çalışır. Liderin evinin arkasında iki, üç metre uzunluğunda taştan heykel vardır fakat heykeli bir şeye benzetemez, heykelin yanlarında elle işlenmiş süs eşyaları, takı, renkli taşlar, hayvan ve insan kafa tasları ilgisini çekmiştir, dikkatlice bakarken hiç bir şeye elini sürmez kötü bir olay daha yaşanmaması için.

Riya yanına gelerek:
- Burası ibadet yerleri.

Barış bir anda korkar, eliyle göstererek:
- İnsan kafa tasları var.

Riya sakince:
- Evet, bazıları insan, bu da bir inanç, tanrı anlayışı, lider bizimle çok ilgilendi yanına gidelim.

O sırada lider yanlarına gelir, Riya o taşın etrafında bulunan kafatası ve eşyaları sorar, lider Barış’ın elini tutarak taşa dokunmasını sağlar, gururla anlatır.

Lider:
- Taşı bizi buraya yerleşmemiz için tanrılarımız işaret olarak bıraktı, yaptığımız değerli eşyaları bırakır ve dileklerimizin yerine gelmesini bekleriz, beslenmemizi sağlayan canlıları onurlandırmak için kafataslarını buraya bırakır ve tanrılar onları yer yüzüne başka bir canlı olarak yeniden yaratır. Tanrılar benim ailemi seçmiş, insanlarla konuşmak için, bana babam öğretti ona da babası bende oğluma öğretecem tanrıyla konuşmayı. Size bir mucize anlatmak istiyorum uzun zaman önce köyde herkes aç kaldı avcılar bir şey bulamıyordu, herkes bana gelerek dua etmemi ve yardım edilmesini istiyorlardı, dua etmeye başladım tanrılarımız bir anda yağmur yağdırmaya başladı o anda köyün ortasından domuzların koştuklarını gördük bir çoğunu avcılarımız öldürürken iki tane de canlı yakaladılar, tanrılarım benim dualarımı kabul etti halkımı açlıktan kurtardı, bizlerde onlara şükranlarımızı sunuyoruz.

Lider farklı hikayeler anlatırken, köyün ortasına doğru yürürler, büyük bir ateş üzerinde domuzların pişirildiği, ateşin az olan yerlerinde patatesler bırakıldığını, ateşin etrafında çocukların özgürce oynadığı, kadın ve erkeklerin birbirlerine güvenle baktığını, Barış orada olan insanların yüzlerinde sıkıntı, sitres olmadığının farkına varır, içinden bu yaşam daha güzel mi, diye düşünür.

Bir süre sonra domuzlar pişer, lider herkese eşit olarak dağıtır yanında patateslerle yerler, yemekten sonra erkekler kadınlar ateşin etrafında danslar, şarkılar söyleyerek gecenin ilerleyen saatlerine kadar eğlenirler. Riya ve Barış liderin evinde uyumuşlardır, sabah çocuk sesleriyle uyanırlar, evden dışarı çıktıklarında liderin yanında yılan sokan çocuğun babasının olduğunu görürdüklerinde yanlarına doğru giderler, lider sürekli adama bağrarak bir şeyler söylüyordu, geldikten kısa bir zaman sonra adam ayrılır, Riya olup biteni liderden öğrendikten sonra üzülerek:
- Çocuk hayatını kaybetmiş.

Barış üzülür.
- Çocuğun babası acı içindeyken lider neden bağrıyordu?

Riya:
- Tanrılar çocuk için yardım edeceklermiş fakat çocuğun babası domuzlardan birini öldürürken çok acı çektirdiğinden tanrılar yardım etmemiş, lider de o yüzden bağrıyordu, lider her zaman lider.

Barış:
- Liderin elinde bir de tanrı varsa.

Akşam yaklaşmaktadır, Riya ve Barış köyde insanlarla vedalaşır, Barış liderle vedalaşırken lider Barış’ın elinin içine bakar, Riya liderin söylediklerini anlatır:
- Aradığını bulacaksın sakın durma sonsuzluğa gittiğinde korkma, aslında sen ordasın.

Lider beklemelerini söyler ve oradan ayrılır bir süre sonra gelir, Barış’a kolye hediye eder.

Lider:
- Bu kolyeyi sana tanrılarımız hediye etmemi söyledi.

Barış teşşekkür eder, kolye çok hoşuna gitmiştir, Riya ve Barış şaşırarak köyden ayrılırlar, kayığa binerek Riya’nın köyüne doğru giderler. Riya kabileler hakkında bilgi verir inançları nasıl ve değişkenlik gösterdiğini anlatırken, Afrikada bulunan kabilelerin inançlarının çok daha değişik olduğunu söyler, inançlar üzerine konuşarak Riya’nın evine gelirler, kaptanın meraklandığı her halinden bellidir, Barış kabile yaşamının daha özgür olduğunu düşünmeye başlar.

Beşinci günün sabahında bahçede kahve içerlerken, Barış gülerek:
- Riya sence gelecekler mi ?

Riya emindir kendinden:
- Kahveni soğutma.

İçeri yaşlı kadın ve oğulları gelir, yaşlı kadın Riya’nın elini öpmeye çalışır, oğulları sepetlerle meyve ve sebzeler bırakırken diğer oğlu bir poşet içerisinde madeni paraları masaya bırakır, bir süre sohbet ederler yaşlı kadın ve oğullarının sevinç göz yaşları sel olmuştu, yaşlı kadın Barış’ın yazdığı kağıdı da masaya bırakır, Barış içinde kadının iyileşmesine sevinirken olan bitene şaşırmış nasıl iyileştiğini düşünür, kadın ve oğulları giderlerken Riya kadına para poşetini geri verir.

Riya Barış’a bakarak:
- İyileşmiş senin kağıdın sayesinde.

Barış şaşkın bir haldedir:
- Bu nasıl olur.

Riya güler hafifce:
- Asıl soru şu olmalı, ben elma versem iyi olacak mıydı?

Barış'ın verecek bir cevabı yoktur, kafasının içinde bir çok soru oluşmuştur. Riya’ya bakarak:
- Senden tüm kalbimle özür dilerim, seni yanlış değerlendirmişim.

Riya:
- Seni anlıyorum, insan beynini kullanarak nasıl havaya yükseliyor.

Barış anlamaya başlar:
- Peki neden parayı geri verdin.

Riya:
- Onların parası işe yaramaz, iyi düşündüğünde bu insanlar senin parayla yapamıyacağın reklamı yapar.

Barış lafını keser heyacanla:
- Çok zekisin fakat anlamadığım bir nokta var neden bu işi yapıyorsun.

Riya:

- Burada yaşayanlar nasıl yaşama tutunduklarını gördün, yaşlı kadının zar zor bir araya getirdiği paraları bir başkası alırdı, insanlar arasında sınıflandırma var, ben olmasam bu çaresiz insanlara ne olur.

Barış:
- Evet ya sonra.

Riya:
- Uygarlık gelişiyor, beni gelişmiş topluluklarda hayal etsene.

Barış:
- Psikolog olurdun galiba.

Yüksek sesle gülerler. Kaptan Riya’nın elini tutarak:
- İkimiz bu bölümü okuduk.

Riya:
- Ya sen nasıl bir yaşam isterdin.

Barış düşünür:
- Bilmiyorum, bilginin sosnsuz olduğu bir ülkede yaşamak isterdim.

Barış artık sorularına yanıt bulmaya başlamıştır. Kaptan ve Barış, Riya’nın yanından mutlu olarak ayrılırlar. Barış Riya’dan çok cevaplar bulmuştur. Kaptan ve Barış limana geldiklerinde:

Kaptan:
- Sevinçlisin aradığın cevapları bulabildin mi ?

Barış huzurlu bir halde:
- Senin tanrın daha gerçekçi.

Kaptan, merakla:
- Kimler, neden yarattı tanrıları.

Barış, gülerek:
- Senin tanrını yönetenler tanrını beslemek için.

Barış huzurlu ve sevinçli olmasına rağmen içini tırmalayan bir şeyler vardır, kabile hayatında stres olmadığı, güvenin çok olduğunu, yaşamını bu şekilde sürdürmenin daha mutlu olacağını düşünürken aklına Riya’nın anlattığı Afrika kabileleri gelir kendisini çağrıldığını hisseder. Kaptana anlatır ve yardım etmesini ister. Kaptan Afrika'da kabileye yakın yerde rehber ayarlar, Barış sevinçle eşyalarını toparlar.

Kaptan:
- Ne kadar kalacaksın.

Barış.
- Bilmiyorum belki yıllarca belki de sonsuza kadar.

Kaptan üzgündür:
- Tanrıyı buldun neden gidiyorsun?

Barış:
- Şimdi kendimi bulmaya gidiyorum.

Barış kaptana dostlarına bilgi vermesini ve kendisini bir dost olarak görmesini ister. Barış Afrika'da bulunan kabilelere doğru gider.

Diğer sayfalar:
◄ [15]

Yazan: Zübeyde Savaş

CAFERİLİK NEDİR ?

Yazan: N.Kara

İslam dininin dördüncü halifesi Hz.Ali’nin torunlarından Cafer-i Sadık'ın etrafında toplanan ve onun söylemlerine inanan Müslümanların bağlı oldukları siyasi ve fikhî mezheptir. Bu yazıda  Caferiliğin anlamını ve içeriğini daha kapsamlı açıklayacağız. Bilindiği gibi Dünya üzerinde, belirli mensupları bulunan birçok mezhep vardır. Bu mezheplerden  birisi de Caferiliktir ve Ehl-i Beyt mektebinin ortak ismidir.

Caferilik, Hz. İmam Cafer-i Sadık 'ın mezhebine mensup olmak demektir. Hz. Muhammed 'den sonra İslam camiasının önderliğinin ilki Hz. Ali'dir.  Ali'nin önderliğinde onun söylemlerini ve fıkıhlarını dinleyen ve uygulayan on iki imam(ve ehlibeyti) bulunmaktaydı. Kısaca bunlar :
1. Hz.Ali, 2. İmam Hasan, 3. İmam Hüseyin, 4. Zeynel Abidin, 5. Muhammed Bakır, 6. Cafer Sadık, 7. Musai Kazım, 8. Ali Rıza, 9. Muhammed Taki, 10. Ali Naki, 11. Hasan Askeri, 12. Muhammed Mehdi 'dir.

Caferilerin Türkiye'de sayıları 3-4 Milyon civarıdır.  Çoğunluğu Iğdır ve Kars kökenlidir. Caferilik, günümüzde İran’ın büyük bir çoğunluğu tarafından benimsendiğinden dolayı devletin resmi mezhebi olarak kabul edilmiştir. Türkiye’de mensubu fazla değildir. Bu mektebe aynı zamanda İsnaaşeriyye, İmamiyye ve Şiilik de denmektedir. Ancak bu mektep, Türkiye'mizde daha çok Şiilik(Alevilik) isimiyle tanınmaktadır. Ayrıca Irak, Azerbaycan, Lübnan,Arabistan,  Bahreyn, Suriye, İran,Afganistan, Pakistan, Bangladeş ve Hindistan gibi aynı inancı paylaşan Ehl-i Beyt dostlarının yoğun olduğu ülkelerde Şiilik ve Caferilik isimleriyle meşhur olmuştur.

Bu konuyla ilgili dikkat etmemiz gereken nokta şudur ki, bu da Caferiliği diğer mezheplerden ayıran büyük bir özelliktir. Bu mektebe Caferi mezhebi denildiğinde onun da islam camiası içerisinde ortaya çıkan diğer islami mezhepler türünden bir mezhep olduğu düşünülmektedir. Hayır bu şekilde anlaşılmamalıdır. Caferilik Hanefi, Şafii, Maliki, Hambeli Zahiri, Sevri gibi mezheplerden ayrıdır. Çünkü mezhep, belli bir ilmi kariyer ve şartlara, içtihat derecesine ulaşan bir alimin, islam dini üzerinde ortaya koyduğu yorum ve fetvalar mecmuasına denir. Oysa bu mektep, kendisini ilgili kıldığı İmam Cafer-i Sadık ve diğer imamları müçtehit (Kuran ayetlerine ve hadislere dayanarak, onları yorumlayarak yargıya varan din düşünürü.) olarak kabul etmiyor. Aksine; imamların Allah Teala'nın emri ve Hz. Resulullah'ın açıklaması ile tayin edilen birer ilahi delil olduklarına inanıyor. Dolayısıyla da İmam Cafer-i Sadık da dâhil olmak üzere, on iki imamın din konusunda yaptıkları açıklamaların, onların kendi kavrayışları (içtihat) sonucu vardıkları şahsi fetva ve yorumları değil de, bizzat Allah 'ın Muhammed'e indirdiği dini öğretinin özü olduğuna inanılıyor.







CAFERİLİK MEZHEBİNİN DİNİ ESASLARI
Aslında bu mektebe mezhep ismini verenler bu mektebin kendi mensupları değildir. Bu mektebe mezhep ismini yakıştıranlar , İslam camiasında her hangi bir müçtehidin fetvalarına uyan diğer İslami fırkalardır. Caferilik daha çok ülkemizde ve Şiiliğin yoğun olduğu yerlerde Alevilik'in bir mezhebi olarak görürler. Çünkü bu mezhebinin dini esasları tevhid, nübüvvet, imamet, ahiret ve adalettir. Şer’i hükümleri ise, kitap, sünnet, icma ve akıldır.

Tevhid: Allah birdir. Eşi benzeri ve kimseye benzer bir tarafı yoktur.(anlamına gelir)

Nübüvvet: Peygamberliğin, Allah tarafından seçilen kullarının vahiy yoluyla yetkili kılınmasıdır. Peygamberler, Allah’ın emirlerini halka doğru yolu buldurmak için onlara iletirler. Halka ilettikleri her emrin, doğruluğu kesindir. Peygamberlerin eylemlerinden kesinlikle şüphe edilemez. Hz. Muhammed ise peygamberlerin en üstünüdür. İnsanlara verdiği en büyük hediye ise, Kur’an’dır. (anlamına gelir)

İmamet: İman etmeyi tamamlamanın tek yolu, imamlara inanmaktır. İmamlar, her dönemde, insanların doğruyu bulmaları için görevlendirilmiş kimselerdir. (anlamına gelir)

Ahiret: Ölümden sonra ahiret hayatının kabul edilmesidir. Hiçbir şekilde bilenmeyen ahiret hayatına inanç kesindir. Ahiret yaşamını, sorgusuz sualsiz ve yorumsuz olarak kabul etmek esastır. (anlamına gelir)

Adalet: Allah’ın tüm kullarına adil oluşuna dair inançtır. Kullar, her eyleminde özgürdür. Onların iyi eylemlerine iyilik, kötü eylemlerine kötülükle cevap vermek de, dinin bir gereğidir.(anlamına gelir)

Her ne kadar Alevilerden çok Sünnilerden oluşsa da caferilik mezhebi belirli noktalarıyla sünnilikten ayrılmaktadır. Temelde, inançları sünnilere benzeyen caferilik, şii  mezhebinin bir koludur. Alevilik, kapsamlı bir mezhep olmakla birlikte, caferilik de aleviliğin değişik inanç ve geleneklerden oluşan mezhebidir. Örneğin ; Caferilik mezhebi mensupları, ibadete başlamadan önce birtakım temizlik kurallarını yerine getirirler. Ancak, ayaklarını tamamen yıkamazlar. Islak ellerini ayaklarına sürerek mesh ederler. Günlük ibadetlerini de, sünniler gibi beş vakit namaz şeklinde gerçekleştirirler yalnız; öğlen ve ikindi, akşam ile yatsı namazını birleştirirler.

Caferilikte üyelerden hums adı verilen bir vergi toplanmaktadır. Bu vergi, zekatla aynı değildir. Caferi mensubunun dini liderleri, toplanan gelirin yarısını, peygamberimizin soyundan gelenlere ve fakirlere, yarısının da hüküm verebilecek derecede önemli dini bilgiye sahip olanlara dağıtılması uygun görülmüştür. Bu vergi halkın gelirlerinin beşte birinden alınır.  Ancak, din adamlarının bu parayı kendileri için kullanması kesinlikle yasaktır. Para, mezhebin dini buyrukları için harcanır.

İBADETLERİ
Caferiler Hz. Hüseyin ve yanındakilerin Kerbela’da yezid tarafından şehit edilmesini anmak için kendilerini zincire vuranlar olarak tanınmaktadır. Kerbela olayını inanan herkes ansa da Caferiler gibi o anı yaşayarak anan yoktur. Hz. Hüseyin ve beraberindeki 71 kişinin Kerbela’da şehit edilmesi nedeniyle, Muharrem ayında başlayıp iki ay süren yas tutulur. Muharrem ayının 10.gününde yapılan aşure etkinliği nedeniyle, bölgedeki caferi camileri, ibadetlerini gerçekleştirmek isteyen Caferilerle dolup taşmaktadır. O gün caferi camilerinde yakılan ağıtlar, hoparlörden dışarıya verilir . Olayın üzerinden 1338 yıl geçmesine rağmen acıların hala taze olduğu gösterilmektedir. Mezhebin genç üyeleri, tamamen siyah giyinir ve sinelerini (göğüslerini) yumruklayarak kendilerini zincire vururlar. Caferi mezhebinin kadın üyeleri ise, ” Kasım Otağı” dedikleri beşiğin altından geçerler, dilek dileyip beşiğe başörtü bağlarlar.

Caferilerin ibadetleri temelde sünnilerle aynı olsa da, bazı yönleriyle ayrılmaktadır. Caferiler namaz kılarken, önlerine taş koyarlar ve secde ederken başlarını bu taş üstüne getirirler. Onun için, camilerde bulunan seccade ve kilimlerin üzerine secde yapılamaz. Onlar evlerinde ya da herhangi bir camide namaz kılacağı zaman, önlerine bir taş koyarlar ve bu taşın üzerine secde ederler. Bunun nedeni ise, Caferilerin namaz kılarken secdenin yalnızca taş ve toprak gibi cisimlerin üzerine yapılması gerektiğini düşünmeleridir.

Bu inançları dolayısıyla sünni halktan büyük tepki görmektedirler. Hatta, zaman zaman bu inanca dair tartışma ve saldırılar da yaşanmıştır. 2014 yılında, İstanbul Büyükçekmece’de yapılan ve Hz. Ali Camii adı verilen camiye, inşaat döneminde yaklaşık 30 kişilik bir grup tarafından saldırı düzenlenmişti. Caferilerin taşa taptığını ve onların camisini bölgede istemediğini belirten gurubun başlattığı ve caferilerin de karşılık verdiği olaylar, siyasi mercilerin araya girmesiyle sonlandırılmıştı.

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 15

Yazan: Zübeyde Savaş
15 yıl tanrı ve ateizm 15, din, Farklı tanrılar, Gerçek hayat hikayesi, Küçük çocuklara tanrı masalları, Tanrılar nasıl oluştu?, Zübeyde SAVAŞ,

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 15

Barış’ın içinde olan tanrı neden yaratıldı sorularını bulmaya çalışır. Gemiye gitme zamanı gelmiştir, dostlarıyla vedalaşarak ayrılır köyden, içinde olan sıkıntı ve korku devam eder, nedeni bir türlü anlam veremez, küçükte olsa bir sevinç vardır, Ramadan kaptana her şeyi anlatmış ve yardımcı olmasını istemiştir. Barış gemiye gider, kaptan ve diğer çalışanlarla kısa zamanda arkadaş olur, gemide aşçı olarak görev yapar. Yük gemisidir, sekiz çalışanı ve kaptan vardır. Kaptan Barış’ın yaşadığı olayları bildiğinden sürekli din hakkında sorular sorar. Gemi bir günlüğüne Kıbrıs Girne limanına gelir. Barış Girne’de gezerken, sokaklarda kedi, köpek gibi hayvanlara barınma ve yiyecek yerleri olduğuna çok şaşırır ve mutlu olur, insanların duyarlılığına hayran olur. Ara sokaklarda gezerken bir yanda kilise diğer yanda cami çok dikkatini çeker, hayranlıkla izlerken yoldan geçen on sekiz, yirmi yaşlarda bir genç’e sorar:

Cami ve kilise insanlara hizmet veriyor mu?
Genç gülümser:
- Evet.

Barış:
- İki dinin bir arada olması sorun olmuyor mu?

Genç:
- Çağdaş yaşamın olduğu ada, Annem islam, babam Hristiyan inancına sahip bende ikisi de yok.

Barış, meraklanır:
- Tanışmak isterdim.

Genç:
- Tabi neden olmasın evimiz de burası.
Genç anne ve babasıyla tanıştırır, Barış heyecanlanır kendini tanıtır, sohbetleri zevkli ve neşe içinde sürer.

Barış:
- Nasıl iki dini ayrı ayrı yaşarken oğlunuzun da hiç bir inanc'a sahip olmadan yaşamanız sorun olmuyor mu?

Baba:
- Kendi karar vermesini istedik, aile içinde tanrı ve din konuşmuyoruz.

Anne:
Biz sevgi içinde aile yaşantımızı sürdürürüz, din ise bizim tercih sebeplerimiz, inançlarımız, ailemizin üstünde olamaz. Dinleri ailemiz içinde yaşasak mutlu ve huzurlu olamayız ve sorunlar bitmez, bizlerin birbirimize olan güvenini kaybeder, bizler her inanç ve düşünceye saygılıyız.

Barış, çok mutlu olur bu düşünceler karşısında, bilgi ve eğitim der içinden, gençle ve ailesiyle arkadaşlıklarını devam ettirmek üzere mutlu olarak oradan ayrılır. Aileye hayran kalır, içini hastalık gibi kemiren nedenlere bir ışık olur.

Barış Akdeniz kıyı limanlarının bir çoğunu dolaşmış, her ülkenin kendine özgü yaşam geliştirdiğinin farkına varmıştır. Gittikleri ülkelerdeki tarihi yerleri kaptanın yardımıyla gezmiştir. İtalya, Almanya ve İngiltere’de insanların yaşamlarını sosyal yaşamla bütünleştiğini görmüş, insan için sosyal yaşamın ne kadar önemli olduğunu anlamıştır. Meksika’da maya uygarlığının son kalıntılarını gezerken hayran kalır Maya tapınaklarını gezerken insan kurban etme yerine geldiğinde insan kendi çıkarları için kendi türünü dahi hiç acımadan yok edebileceğini farkına varmıştır. Meksika’dan sonra uzak doğuya doğru yol alırlar. Barış her limanda dostlarına bir mektup gönderir. Bir gece yarısı güverte de gezerken kaptan yanına gelerek:
- Bir çok ülkeye gittik, tanrı nerde, nasıl olduğunu bulabildin mi ?

Barış tanrının tam olarak neden yaratıldığı sorusunu bulamadığından mutsuzdur. Yıldızların ve okyanustaki güzelliğe bakarak:
- Hayır fakat çok bilgi topladım, yaklaştığımı düşünürken sonuca uzaklaştığımı anlıyorum, her ülkede bilgi alırken bu bilgiler ise yeni sorularla karşıma çıkıyor.

Kaptan güler, çebinden para çıkarır:
- İşte benim tanrım.
Barış şaşırır.

Kaptan:
- Sana bir fıkra anlatayım biraz kafan dağılır. Adamın biri çok fakirmiş bir gün büyük ikramiye çıkmış, parayı akıllıca kullanarak, üç, dört ay sonra bir gün çebinden bir deste para alır ve paraya bakarak şunları söyler; sen tanrı gibisin kimin elindeysen onun istekleri gerçek olur.
- Bazen zor sandığımız çözümlerin arkasında bulunan basitliği de görmeliyiz.

Barış teşşekkür ederek gider. Kaptan Barış’ın kendi içinde yaşadıklarının farkında olduğundan bir çözüm bulmasını çok ister. Aradan bir yıl geçmiş uzak doğu limanlarından sonra bir sabah Hindistan limanına gelirler, kaptan Barış’ın yanına gelir:

- İşte burası bir çok dinin söylendiği, unutulduğu, bir çok dinin yaşandığı yer, hazırlan Hindistan’a geldik, ben buraya dinler diyarı diyorum.

Barış hazırlanarak, kaptanla insanların sürdüğü iki tekerlekli bir araçla şehre doğru yol alırlar, Barış gözleriyle her yeri incelemektedir.

Kaptan:
- Bu bindiğimiz rikşalardan biri. Hindistan da çok yaygın olarak kullanılır, yirmi beş gün kadar burdayız bu senin şansın olmalı.

Barış heyecanla:
- Neden.

Kaptan gülerek:
- Söyledimya dinler diyarı, otele yerleşelim, sonra şehri karış karış gezeriz, gemiden bir çanta almayı unuttum.

Geri dönerler, elinde büyük hediye paketiyle gelir kaptan:
- Bu hediye buradaki dostuma, zamanımızı değerlendirelim.

Otele yerleşirler, bir süre sonra şehri gezmeye başlarlar, Ganj nehri kenarında ölen insanların törenle yakıldığını görür.

Kaptan:
- Burda çok yaygın olarak yapılır yakma işlemi işte bunlardan biri, en büyük oğlu yakacak ölen kişiyi.

Tören sonuna kadar izlerler ve yürüyerek otele doğru giderlerken Barış yaralı yaşlı birini görevliden yardım istediğini görür, görevli yardım etmez.

Barış:
- Neden yardım etmedi görevli.

Kaptan:
- Burda dört sınıfa ayrılır insanlar, o kişi dördüncü sınıftan olmalı. Burda onlara naletlenmiş olarak bakılır hatta el bile sürmezler. Buna kast sistemi denir. Ne kadar uygulanmadığı söylense de işte buradaki bir örnek.

Barış üzülür:
- İnsanları anlamak ne kadar zor.
Kaptan ve Barış iki gün daha kaldıktan sonra yola çıkarlar.

Kaptan:
- Arkadaşımın adı Riya, İtalya’da beraber okuduk, çok zekidir, bilgedir, köyüne dönerek insanlarına yardım etmeyi seçti, dilimizi bilir rahat ol istediğini sor, gece anca varırız.

Kaptan yol boyunca sevinçle Riya ile ilgili anılarını anlatır, gece olmak üzereyken gelirler. Kaptan ve Riya çok yakın oldukları her hallerinden bellidir. Kaptan hediyeyi verir. Riya çok güzel bir kadındır. Evi tek katlı, oldukça büyük, bahçeli ve iki çalışanı vardır, bahçede otururlar.

Barış:
- Çok güzel eviniz var.

Barış lafını bitirmeden aceleyle içeri iki erkek girer telaşla bir anda erkekler diz çökerek sanki yalvarırlar, on beş, yirmi dakika sonra giderler.

Kaptan korkuyla:
- Ne oluyor?

Riya gülümser:
- Sorun yok, anneleri beş yıl önce felç geçirmiş ve yataktan kalkamıyormuş, beş yıl boyunca bir çok kez hastanelere, doktora, büyücülere, tanrı adamlarına götürmüşler fakat iyi olamamış. Anneleri dün ilk kez konuşmuş oğullarını bana göndermiş yardım etmem için, annneleri sekiz yıl önce bir hastalık geçirmiş ve ben iyileştirmişim, bende oğullarına üç gün sonra güneş doğarken tekrar ikisinin gelmesini söyledim, ben unuttum annesini bunun gibi hastalar çok gelir bana, daha niceleri.

Barış merakla:
- Sen doktor musun ?
Riya ve kaptan gülerler,

Riya:
- Hayır.

Barış daha çok meraklanır:
- Peki o zaman neden sana geldiler.

Riya:
- Kimi zaman doktor, büyücü, elçi (peygamber), kahin, bilge, bazen de tanrı, adını sen söyle.

Barış sinirlenir, gözleri yaşla dolar. Kaptan tebbessüm eder:
- Barış, senin düşündüğün gibi değil, bazen olayların oluşumunu düşünmelisin.

Barış sakinleşir, Riya’ya bakarak:
- Peki iyi olacak mı anneleri?

Riya:
- Onu zaman içinde öğreneceğiz.

Barış:
- Neden üç gün sonra çağırdın.

Riya:
- Bir günlük yoldan gelmişler, geri dönmeleri bir günü alacak dinlenmeleri için tabiki.

Barış huzursuz olur Riya’dan, kaptana dönerek:
Burda ne kadar kalacağız?
Kaptan anlamıştır Barış’ın neden burda kalmak istediğini.

Kaptan:
- En az on beş gün bu güzel bayanın yanında kalabiriz bizi isterse.

Riya sevinçten uçar kaptana sarılır, kaptanın gözlerinin içine bakarak:
- Yıllarca kalabilirsiniz.

Barış üzülerek sonuç zaten bellidir der, kaptana bir anlam veremez, bu kadar bilgili birisi, insanları kandıran kadında ne bulur diye düşünür. Barış üç gün olmasını sabırsızlıkla bekler, üç gün boyunca Riya’yı görmeye çok insan gelir, gelenlerin çoğu çok zengin insanlar yanlarında korumaları vardır, fakirler ise ellerinde ya bir meyve sepetiyle ya da küçük canlı hayvanlarla gelirler. Neden geliyorlar kim bu kadın diye sorar kendine. Bazen gelenler kapının beş metre yanında taştan yapılmış Riya’nın resmi olan duvarın yanında canlı hayvan keserler, dua ederler mum yakarlar çok dikkatini çeker, sanki duvar tapınak gibidir, baktığında insanların yaptığı duvara bu kadar ilginin ne anlamı var diye düşünür. Aklına kendi yaşadığı dua ettiği kandırıldığı yıllar gelir, sadece yer ve dualar ayrı kandırma şekli izlenen yol aynı diye düşünür. Üçünçü gün güneş doğarken yaşlı kadının oğulları gelir, Riya Barış’ı ve kaptanı uyandırır, bahçede masa etrafına otururlar. Riya bir kağıt uzatır Barış’a:
- Barış, bu kağıda düşündüklerini yaz benim hakkımda, bana gösterme, kadının oğullarına verecem.

Barış bir anlam veremez:
- Neden ? Bu ne işe yarayacak.

Riya güler:
- Sen yaz, senin yazdığın kağıtla iyileşecek kadın.

Barış hafifçe güler, bir anda büyücü olmalı düşüncesine kapılır:
- Lütfen, bunun bir anlamı yok.

Riya ısrarla:
- Sen yaz lütfen.

Barış Riya’nın hileli bir kağıt verdiğini düşünür, Barış, cebinde bulunan not defterinden bir parça koparır:
- Bu kağıda yazsam olur mu?

Riya güler:
- Evet olur, bana söyleme lütfen.

Barış Riya’nın bu kadar kendine nasıl güvendiğini anlayamaz, kağıda, sizi ancak doktor iyi eder bu saçma olaylara inanmayın sadece paranızı kaybedersiniz diye yazar. Barış kağıtı katlar ve uzatır.

Riya çok ciddi tavırlarla bir bant uzatır:
- Barış şimdi bantla bu kağıtı lütfen, kimse açmasın sonra tekrar senin açmanı istiyorum.
Barış kağıdı iyice bantlar ve uzatır.

Riya:
- Bana değil kadının oğullarına ver.

Barış kadının oğullarına üzülerek verir kağıdı, çünkü hiç bir işe yaramayacağını düşünür, Riya kadının oğullarıyla konuşur ve gönderir. Kaptan uyku haliyle izler olup bitenleri.

Kaptan:
- Kadının oğullarına ne söyledin.

Riya:
- Bu kağıdı annelerine vermelerini, üzerinde taşımasını ve her sabah bu saatte uyanarak güneşin doğuşunu izlemesini, beşinçi gün yanıma ayağı kalkarak gelmesini söyledim.

Barış gülmeye başlar sinirlenerek:
- Bu sözler beş yıl yatağa bağlı felçli konuşamayan kadını mı iyi edecek.

Barış masadan kalkar, yatmaya gider, kaptan ve Riya da giderler. Öğleye doğru uyanırlar, kahvaltı yaparlar.
Kaptan merakla:
- Riya kadın iyileşecek mi ?

Barış sert bir tavırla:
- Tabiki hayır.

Kaptan:
- Ne yazdın.

Riya, gülerek:
- Sakın söyleme beş gün sonra öğreniriz.

Barış:
- Beş yıl geçsede sonuç aynı olacak.

Gülüşürler, Riya, kaptan ve Barış bulundukları yerleri gezmek için evden çıkarlar. Riya insanların nasıl yaşadıklarını, değişik inanç ve kültürleri anlatır. Kaptan, Riya'ya Barış’la ilgili her şeyi anlatmıştır. Riya özellikle Hindistan’da yaşanılan din yapısı insanlar üzerinde baskıyı anlatır. Barış dikkatlice dinler ve araştırmasına devam eder. Barış Riya’ya gezdikleri yerlerde insanların hediyeler sunmalarına şaşırır, bulunduğu bölge lideri gibi çok seviliyor, bu nasıl olur diye düşünür. Riya kaptan ve Barış’ı alarak Buda tapınağına götürür bir Buda rahibinin nasıl havaya yükseldiğini gösterir, akşam olmadan eve gelirler, Riya akşam yaklaşırken neşeyle:
- Benimle isterseniz siz de gelin.

Kaptan:
- Nereye, ben çok yoruldum.

Riya:
- Teknolojinin olmadığı, ilkel yaşam süren insanların yanına, ben onlara tütün onlar da bana şifalı otlar verirler, takas ediriz.

Barış heyacanlanır:
- Ben gelirim.

Riya:
- Kabile uygar değildir, benim yanımdan ayrılmaman gerekli, şimdi hazırlanarak yola çıkmalıyız.

Diğer sayfalar:
◄ [14]

YARATILIŞ DESTANLARI

Hazırlayan: A.Kara


YAHUDİ & HRİSTİYAN VE İSLAMİ İNANÇTA YARATILIŞ
Yahudi Torah ve Hristiyan İncil'in ilk kitabı olan "Yaratılış", her ikisi de bugünün Yahudi, Hristiyan ve İslami inançları tarafından dünyanın yaratılışı olarak kabul edilen iki asal öykü içerir. İlkinde, Tanrı, "Işık olsun," der ve ışık olur. Altı gün içinde, gök, toprak, bitkiler, güneş ve ay, hayvanlar ve insanlar dahil tüm canlıları yaratır. Tanrı hepsine "Verimli ol" der. Yedinci günde, Tanrı dinlenir, eserlerini tasarlar ve iyi bir değerlendirme yapar. İkinci hikayede ise Tanrı dünyadaki ilk adam olan Adem'i yaratır. Onun yaşaması için Adem'e bir bahçe yapar, ama “İyi ve Kötü Bilginin Ağacı” ndan meyve yemesini yasaklar. Adem hayvanları isimlendirir ama kendisi yalnızlık çekmektedir. Tanrı Adem'i anestezi altına alır ve kaburgalarından biri ile ilk kadın Eve'yi (Havva) yaratır. Konuşan bir yılan Havva'yı yasak meyveyi yemeye ikna eder ve aynı şekilde Havva'da Adem'i yemesi için ikna eder. Tanrı onların yasak meyveden yediklerini anladığında, onları bahçeden dışarı sürer ve insanı ölümlü yapar.

YUNANLAR VE TİTANLARI
İlk Yunan şairleri evrenin doğumuna dair çeşitli yazılar çıkardılar. En iyi korunan "Hesiod's Theogony"dir. Bu ilahide, Gaia da (ana toprak) dahil olmak üzere ilkel başlangıçtaki kaostan en eski tanrılar gelir. Gaia kendini korumak için Uranüs'ü, gökyüzünü yarattı. Sonra  Zeus'un şimşeklerini, 50 kafası ve 100 eli olan canavarları, tepe gözlü Cyclopslar (Kiklops) da dahil olmak üzere tuhaf bir tanrı ve canavarlar topluluğu oluşturdular. Sonra gelen tanrılar ise Titanlar olarak biliniyordular. Onlar 6 oğul ve 6 kızdı. Uranüs, canavar çocuklarını hor gördü, onları yeryüzünün iç kısmı, bağırsakları olan Tartarus'a hapsetti. Öfkeli Gaia büyük bir orak yaptı ve en küçük oğlu Kronos'a talimatlar verdi. Bir sonraki seferde Uranüs Gaia ile birleşmek için ortaya çıktığında, Kronos ortaya çıktı ve babasının genital organını kesti. Uranüs'ün kanı ve haşere bitlerinin düştüğü yerde, daha fazla canavar, dev ve hiddet ortaya çıktı. Kutsal testisler tarafından kanlanan deniz köpüğünden tanrıça Afrodit geldi. Daha sonra Kronos, gelecek nesil tanrıları olan Zeus ve Olimposluların babası olur.

HİNDU KOZMONOLOJİSİNİN BRAHMA İLE BULUŞMASI
Hindu kozmolojisi, yaratılışın birçok efsanesini barındırır ve asıl oyuncular yüzyıllar boyunca yükselmiş ve önem kazanmıştır. En eski Vedik metni, Rig Veda, 1000 başı, gözleri ve ayakları olan devasa bir varlığa sahip Purusha'yı anlatır. Yeryüzünü bir örtü gibi sarıyordu. Tanrılar Puruşa'yı kurban ettiğinde, onun vücudu, kuşları ve hayvanları yaratan arıtılmış tereyağını üretti. Vücut parçaları dünya elementlerine, tanrı Agni, Vayu ve Indra'ya dönüştü. Ayrıca, Hindu toplumundaki kast sistemindeki 4 kast onun bedeninden yaratıldı: Rahipler, savaşçılar, genel halk ve hizmetkârlar. Tarihsel olarak daha sonra, Brahma (yaratıcı), Vişnu (koruyucu) ve Şiva (yok edici) üçlüsü önem kazanmıştır. Brahma, uyuyan Vishnu'nun göbeğinden filizlenen bir nilüferde görülür. Brahma, bu günlerden birinde ya da 4.32 milyar yıl süren zaman zarfında evreni yaratır. Sonra Şiva evreni yok eder ve döngü yeniden başlar (kolay gelsin).

JAPON DÜNYA ADASI
Tanrılar ilkel okyanusun üzerinde yüzen köprünün üzerinde duran, iki kutsal kardeş olan erkek kardeş İzanagi ve kızkardeşi İzanami'yi yarattılar. Tanrının mücevherli mızraklarını kullanarak, Onogoro'nun ilk adasını çaldılar. Adadan sonra İzanagi ve İzanami evlendi fakat çocukları sakat doğdu. Tanrılar onları bir protokol ihlali üzerine suçladı. Evlilik ayini sırasında ilk önce kadın, yani Izanami konuşmuştu. Evlilik ayinlerini doğru bir şekilde yapan tanrılar birleşti ve daha fazla tanrı ile Japonya'nın adalarını ürettiler. Ancak ateş tanrısı Kagutsuchi-no-Kami'nin doğumu sırasında Izanami öldü. Üzüntüden sarsılan İzanagi, onu ölülerin ülkesi Yomi'ye kadar takip etti fakat Yomi'nin yemeğini yedikten sonra geri dönemedi. İzanagi aniden İzanami'nin ayrışan bedenini görünce çok korkmuş ve kaçmıştı. Izanami çıldırdı, onu çirkin bir kadın olarak takip etti. Izanagi dikkatini dağıtmak için ona kişisel eşyalarını fırlattı. Yomi'nin mağara girişinden kaçarak, onu bir kaya ile engelledi, böylece hayatı ölümden kalıcı olarak ayırdı. (Hades ile Persephone gibi, değil mi?)
[Adem ile Havva'ya benzer hikaye, ataerkil düzen örneği]

ÇİN, ORTA KRALLIK
Yin ve yang'ın karşıt kuvvetlerini içeren, zamansız boşluk içinde yüzen kozmik bir yumurta vardı. Kuluçkadan sonra, ilk var olan Pan-gu ortaya çıktı. Yumurtanın ağır parçaları "yin aşağı doğru sürüklenerek yeryüzünü oluşturdu. Daha hafif parçalar "yang" gökyüzünü oluşturmak için yükseldi. Pan-gu, parçaların yeniden şekillenmesinden korkuyor, yeryüzünde durup gökyüzünü tutuyordu. Gökyüzü 30.000 mil yüksekliğe ulaşana kadar 18.000 yıl boyunca günde 10 metre büyüdü. Çalışması tamamlandığında ise öldü. Onun parçaları, hayvanlar, hava durumu fenomenleri veya göksel bedenler olsun, evrenin unsurlarına dönüştü. Bazıları onun üzerindeki pirelerin insanlara dönüştüğünü söyledi ama başka bir açıklama daha var:
Tanrıça Nuwa yalnızdı, bu yüzden Sarı Nehir'in çamurunu yoğurarak insanı çamurdan yarattı. Yarattığı ilk insanlar onu sevindirdi fakat yaratmak uzun sürmüştü. Bu yüzden yeryüzüne çamurlu damlacıklar attı, her biri yeni bir insan oldu. Bu aceleyle yapılmış insanlar normal halk, daha önce çamurdan yoğurarak yarattığı insanlar ise soylular oldular.
[Görüldüğü üzere İslam henüz yokken, çamurdan, balçıktan insan yapma hikayeleri çok farklı toplumlarda zaten mevcuttu. Bir diğer örneği Prometheus'un çömlekçi tezgahında insanı yaratmasıdır. Ayrıca yine Tanrıça Nuwa, tıpkı Allah gibi, insanı bilinmek istediği için yaratmıştır.]

AZTEKLER
Azteklerin toprak annesi Coatlicue ("yılanların etekleri"), insanların kalplerinden ve ellerinden  kolyesi olan ve isminden de anlaşılacağı gibi yılanlardan oluşan etek giyen korkunç bir tanrıça şeklinde tasvir edilmiştir. Hikayeye göre Coatlicue bir obsidyen bıçağı tarafından döllendikten sonra ayın tanrıçası Coyolxauhqui'yi ve güney gökyüzünün yıldızları olan 400 oğulu doğurdu. Daha sonra, Coatlicue gökyüzünden düşen, öldürücü, tüylü topları bulup onları beline yerleştirdi ve bu tüylü toplar tekrar hamile kalmasına neden oldu. Coyolxauhqui ve erkek kardeşleri annelerinin anormal hamileliği karşısında şok oldular ve öfke ile annelerine karşı döndüler. Bununla birlikte, Coatlique'nin içindeki çocuk savaş ve güneş tanrısı Huitzilopochtli, rahmin içinde tamamen büyümüştü ve zırhlıydı (ot sarmanın zararları). Sonra o Coyolxauhqui'ye saldırdı ve onu bir ateşin yardımıyla öldürdü. Kafasını kesip gökyüzüne fırlattı ve o bir aya dönüştü.
[Tanrıçanın 2. hamile kalma hikayesi bir nevi Meryem-İsa hikayesi gibi.]

ANTİK MISIR'IN RUHLARI
Eski Mısırlıların birkaç yaratılış efsanesi vardı. Her şey, Nu'nun (ya da Nun'un) dönen, kaotik sularıyla başlar. Atum kendini var olmaya itti ve bir tepe yarattı, aksi halde onun durması için bir alan olmazdı. Atum cinsiyetsizdi ve her şeyi gören bir göze sahipti. Hava tanrısı olan oğlu Shu'yu tükürdü. Atum daha sonra nem tanrıçası olan kızı Tefnut'u kustu. Shu ve Tefnut, Geb, yeryüzünü, gökyüzünü ve kabuklu yemişi yarattılar. İlk önce dolaşıkdılar, ancak Geb, kabuklu yemişi üstünden kaldırdı. Yavaş yavaş dünyanın formu düzenlendi ama Shu ve Tefnut kalan karanlıkta kayboldular. Atum her şeyi gören gözünü çıkardı ve onları aramaya gönderdi. Shu ve Tefnut göz sayesinde geri döndüğünde Atum neşeyle ağladı. Gözyaşları yeryüzüne çarptığında ise insanlar ortaya çıktı.

BABİL NEHİRLERİ
Babil yaratılış efsanesi Enuma Eliş, su tanrıları Apsu (tatlı su) ve Tiamat (tuzlu su) ile başlar ve birkaç nesil tanrılar ortaya çıkarır ve Ea'ya ve birçok kardeşine yol açar. Ancak bu genç tanrılar, Apsu ve Tiamat'ın uyuyamayacağı kadar gürültü yaptılar (İstanbul'da site hayatı). Apsu onları öldürmek için plan yaptı ama Ea'nın erken davranarak Apsu'yu derin uykuya daldırdı.

Mummu Apsu'yu uyandırmaya çalıştı ama başaramadı - Ea Apsu'nun halesini aldı ve kendisi taktı, Apsu'yu öldürerek Mummu'yu zincirledi. Apsu, Ea'nın ve eşi Damkina'nın mesken yeri oldu. Ea ve Damkina, Apsu'nun kalbinde Marduk'u yarattı. Marduk'un ihtişamı Ea'yı ve diğer tanrıları aştı ve Ea ona "Oğlum, Güneş" dedi.

Tiamat intikam sözü vererek Çılgın, kuduz köpek ve akrep adam dahil olmak üzere birçok canavar yarattı. Silahlarını bir rüzgar gibi kullanan Marduk, Tiamat'ın boğazına kötü bir rüzgar fırlatıp onu etkisiz hale getirdi ve kalbine fırlattığı tek bir okla onu öldürdü. Tiamat'ın vücudunu ikiye bölerek onu göğü ve yeri yaratmak için kullandı. Daha sonra ise tanrılara hizmet etmesi için insanı yarattı.

ESKİ İRAN DİNİ: ZERDÜŞTLÜK
Orta Pers döneminin yaratılışı anlatan antik metinleri Bundahishn, Tanrı Ahura Mazda tarafından yaratılan dünyayı anlatır. Büyük dağ Alburz, 800 yıl boyunca gökyüzüne değene kadar büyür. Bu noktadan sonra yağmur yağar, Vourukasha denizi ve iki büyük nehir doğar. İlk hayvan olan beyaz boğa, Veh Rod nehrinin kıyısında yaşıyordu. Ancak, kötü ruh Angra Mainyu onu öldürdü.
Öldürülen boğanın tohumu aya taşınarak arıtıldı ve birçok hayvan ile bitkiler yaratıldı. Nehrin karşısında güneş gibi parlak ilk adam Gayomard yaşıyordu fakat Angra Mainyu onuda onu öldürdü. Güneş onun tohumunu kırk yıl boyunca saflaştırdı ve sonra ondan bir ravent bitkisini filizlendirdi. Bu bitki ilk faniler olan Mashya ve Mashyanag'a dönüştü. Bu sefer Angra Mainyu onları öldürmedi fakat onları kendine ibadet etmeleri için kandırdı. 50 yıl sonra ikiz doğurdular ama günahlarından dolayı ikizleri yediler. Çok uzun bir süre sonra iki tane daha ikiz doğdu ve onlardan tüm insanlar geldi (özellikle de Persler).

İSKANDİNAV TANRILARININ ÇEKİCİ
Kaslı, geniş göğüslü tanrılar ve etli butlu tanrıçaları ile İskandinavya ve Cermen ülkelerinin eski dinleri, hem güreş hem de ağır metal müziğin hayranları için yaratılmış efsaneler barındırır. Slav efsanelerine göre, Dünya (Midgard) 'dan önce, ateş kılıcı Surt tarafından korunan ateşli bir toprak olan Muspell vardı; Büyük bir boşluk Ginnungagap, ve donmuş buz kaplı bir toprak olan Niflheim. Niflheim'ın soğuğu Muspell'in sıcağına dokunduğunda meydana gelen inanılmaz çözülmeden dev "Ymir" ve devasa bir inek olan Audhumla ortaya çıktı. Sonra inek tanrı Bor'u ve karısını varoluşa yaladı. Çift, Odin, Vili ve Ve adında üç oğlu olan Buri'yi doğurdu. Buri'nin oğulları dev Ymir'i öldürdü ve onun bedeninden dünyayı yarattılar. Kemiklerinden dağları, saçlarından ağaçları, kanından ise deniz, göl ve nehirleri yarattılar. Sonra tanrılar Ymir'in oyulmuş kafatasının içinde yıldızlı gökleri yarattı.

DİN, SORGULAMA VE DÜŞÜNME

sizden gelenler, din,Dinler beyne kelepçe vurur,Din ve akıl,Din ve sorgulama,Dinler düşünmeye izin vermez,Dinler akla engeldir,Şüphe duymayan insan,Kuran soru sormaya izin vermez,Kuran ve korku, islamiyet,
Güya Allah vahiy yolluyor ve bir kitap yazılıyor.
Tam 1400 yıldır bütün sivri akıllılar bu kitabı tercüme ediyor ve anlatıyor. En mükemmel ve en akıllı insanın müslüman olduğunu dile getiriyor. Ama ne hikmetse tüm müslüman ülkeler akılsızlıktan, cehaletten, sefalatten, yolsuzluktan, pislikten, ahlaksızlıktan, kaostan geçilmiyor. 57 İslam ülkesi bir b-k üretemiyor. Yalan, dedikodu ve kaostan başka.

Bu sivri akıllılar mı Kuran`ı yanlış tercüme ediyor?
Yoksa müslümanlar yeteri kadar akıllı olmadıklarından bu sivri akıllıların söylediklerini bir türlü anlayamıyorlar mı?
Kuran`da her şey var ise bu tercüme eden sivri akıllılar bir araya gelip neden bir buluş yapmıyor?
Neden buluşları hep gavur ve dinsiz dedikleri kişiler yapıyor?
Çünkü bu sivri akıllılar sürekli yalan söylüyor.
Sorgulamayanlar da bu sivri akıllılara sonsuz inanıyor ve güveniyor.
Müslümanlar bu soruları neden sormuyor?
Çünkü müslüman ne şüphe ediyor, ne soru sormasını biliyor.

Müslüman düşünmüyor, o sadece söylenen kutsal yalanlara olduğu gibi inanıyor. Müslüman şüphe etse, sorgulasa, soru sorsa zaten müslüman olamaz. Yani müslüman düşünmeyen ve hipnoz edilmiş olan kişidir.

Bakara suresi 147: "-O hak, Rabbindendir. Artık şüpheye düşenlerden olma sakın!"
Maide 102: "Sizden önceki bir millet o tür şeyleri sordu da sonra o yüzden kafir oldu."

Nedir kafir olmak?
Şüphe, merak, sorgulamak, okumak, öğrenmek, rasyonel bilgiyi edinmek, realist olmak, düşünmek, akıl yürütmek, imanın, korkunun ve eğitimsizliğin panzehiridir.

Müslüman Kuran`ı neden okumaz?
Şüphe etmeyen beyin sorgulamaz,
sorgulamayan beyin düşünemez,
düşünmeyen beyin uyuşur,
uyuşan beyin okumaz,
okumayan beyin öğrenmez,
öğrenmeyen beyin bilemez,
bilmeyen beyin göremez,
görmeyen beyin çalışmaz,
çalışmayan beyin hastadır,
hasta beyin korkar.

"Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir." (Hucurat Suresi, 12)

Korku beyni felce ugratir. İlerleme cesaretten doğar. Korku inanır, cesaret ise şüphe eder. Korku yere düşer ve dua eder. Cesaret ayakta durur ve düşünür. Korku kaçar, cesaret ilerler. Korku barbarlıktır, cesaret uygarlık. Korku tanrılara, şeytanlara, ruhlara inanır. İnsan bilmediğine inanır, anlamlandıramadığına tapar!!! Korku dindir. Cesaret ise bilim!!!


Korkak beyin köleleşir,
köleleşmiş beyin kandırılır,
kandırılan beyin insanlıktan uzaklaşır,
insani nitelikleri edinemez,
insanlıktan uzaklaşan da vicdan olmaz,
vicdan olmayan insan canileşir,
canileşen beyin sevgisizdir,
sevgisiz bir beyin birey değil, kul-köledir.

İnsanı "insan" yapan bilincidir. Bilinç "sevgi"nin diğer adıdır.
Bilinçlenemeyen insanlaşamaz.
İnsanı doğru eyleme sevk eden korku değil sevgidir.

Bu ayette bahsettiği insan tipi inanan müslüman olan mıdır? Yoksa inanmayan müslüman olmayan mıdır?:
BAKARA 171 : "İnkar edenleri imana çağıran (peygamber) ile inkar edenlerin durumu, bağırıp çağırmadan başka bir şey duymayan hayvanlara seslenen (çoban) ile hayvanların durumu gibidir. Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bundan dolayı anlamazlar."

Peki neden sorgulama deniyor?
Çünkü kişi yaşamda var olan olumsuzluklar karşısında acı ve korku duymaktadır. Bu korku ve acıyı yenmek için araştırmaya sorgulamaya yönelmekte ve yaşamını böyle sürdürmektedir. Burada en önemli nokta kişi kendisinden çok başkaların acısını ve kaygısını duymakta ve sorgulamaya en çok da bu nedenden dolayı yönelmektedir.

Sorgulayan birey bir süre sonra bilgilenmeye yönelir. Bilgi, beyni çalıştıran bir yakıttır. Eğer bilgi ne denli duru ve pak ise motor o denli iyi çalışır. Yalan dolu bilgiler motorun çalışmasını engellediği gibi, var olan temiz yakıtı da kirletmektedir.
Saf ve duru bilgi edinmek isteyen birey bunu kitaplarda aramaktadır. En nitelikli kitapları arayıp, en saf ve duru bilgiye ulaşmaya çalışır. Yakıt dediğimiz bilgi doğanın/bilimin bütün alanlarını (fizik, kimya, biyoloji, felsefe, sosyoloji, din, tarih vb.) içine alacak biçimde kişi ile buluşuyorsa o an kişi düşünmeye yönelmiştir diyebiliriz. Eğer bu bilimlerden uzaklaşıyorsa ve sadece dine inanarak yaşıyorsa kişi, bilinci oluşmayacak demektir.

Bilinç, motorun kendisidir. Eğer motor yetersiz ise ne denli bilgi, yani yakıt koyarsanız koyun çalışmasına olanak yoktur.

Şüphe eden beyin sorgular,
sorgulayan beyin düşünür,
düşünen beyin çalışır,
çalışan beyin okur,
okuyan beyin öğrenir,
öğrenen beyin bilir,
bilen beyin görür,
gören beyin sağlıklıdır,
sağlıklı beyin korkmaz,
korkmayan beyin kandırılamaz,
kandırılamayan beyin insanlaşır,
insanlaşan kişi özgürleşir,
özgür insan sever,
seven insan birey olur,
herkesle tüm güzellikleri paylaşır.

Din sorgulamayıp düşünmeyen, doğrudan itaat eden insanların aklıdır, kişi inancını aklı yerine koyar, akılsız insana akılsız olduğunu anlattığınızda anlaması için akla ihtiyacı vardır bu akla sahip olmadığından sizi anlayamayacaktır. Tüm Dinler insanlığın tümünü akılsızlığa, düşünmemeye sürüklüyor, sorgulamaya izin vermiyor, şüpheye izin vermiyor, insanların zeki olmalarına izin vermiyor, ve bir şeyin yanlış olduğunu hisettiği zaman şüphelenme, sorgulama, hayır deme yeteneği olmayan bir insan, gerçekten bir insan mıdır? İnsanların düşünmekten daha çok korktukları hiç bir şey yoktur. Ne afetten, hatta ne de ölümden bile bu kadar çok korkmazlar. Düşünce, yıkıcı ve devrimcidir, tahrip edici ve korkutucudur. Düşünce özgürdür, dünyanın ışığı ve insanın görkemi, pırıltısıdır.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Soraya Yıldız

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

YEŞİL YOL MU? AKLIN YOLU MU?

Aydın nedir?, Aydın ve din, Aydınlanma nedir?, Batı inançsız mı?, Bilim ve dinler, din, DP, Gazali, İbnü'r Ravendi, İnanç ve bilim, İnançlı biri, Pamuk ve ateş, islamiyet,
Yeşil Yol filmini izlemişinizdir. Tom HANKS’in başrolünü oynadığı bu film hemen hepimizin hafızalarına kazındı. John COFFEY o masumluğu ile hepimizi ağlattı. Finalde o şirin fare Mr. Jingles’in yaşadığını görünce mutlu olmuştuk. John COFFEY bize mucizelerin var olabildiğini göstermişti. Bu mucizelerin kaynağı ise filmde yoktu. Belki bir yaratıcı, belki de başka bir güç John COFFEY’e güçler bahşetmişti. Mucizelerin günlük hayatta olabildiğini gösterdi bu film bize. Hiç izlemediyseniz mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.

Peki, bu mucizeler akla ne kadar yatkın? Bilim ile ne kadar uyuşuyor? Mucizelere inanarak yaşarsak medeniyet gelişir mi? Çözümü ve bilgiyi sadece kutsal metinlerde ararsak, gerisine kafa yormaz isek dünya nasıl bir yer olurdu? Sanırım kafamızda şekillendiremedik. Bir vakitler insanlar bu şekilde hiçbir şeyin yürümediğinin farkına vardılar. “Aydınlandılar”

Aydınlanma terimi basit olarak inanç ve varsayımsal hayattan sıyrılarak, bilimin ve aklın ön plana alındığı düşünce yapısına denir. Tüm önyargılar, rivayetler ve vahye dayalı sistemler reddedilir.

Peki, inançlı bir insan için “Aydın” tabiri kullanılabilir mi? Belirli çevrelerde en çok tartışılan konulardan biridir bu. “Hem inançlı olacaksın hem de aydın olacaksın. İmkânsız!” derler. Aslında bu hususta en güzel cevabı Prof. Dr. A. Celal ŞENGÖR hocamız veriyor. Bilindiği üzere kendisi ateisttir ve bunu kendisi de ifade eder. Ancak katıldığı bir programda ilginç bir konuşması vardır: “… Sevgili dostum Xavier Le PICHON dünyanın saygı duyduğu büyük bir Jeofizikçi. Kendisi büyük bir bilim insanı. Ancak aynı zamanda koyu bir Katolik. Ben bunu anlayamıyorum!” demişti.

Xavier Le PICHON dünyanın sayılı Jeofizikçilerinden birisi. Japon Bilim Ödülü ve Fransız Bilimler Akademisi Legion of Honour ödülü başta olmak üzere birçok ödül sahibi. Ülkemiz deprem araştırmalarında da bulunmuş önemli bir akademisyen aynı zamanda. Bu bilim insanı için “Aydın değildir!” demek en basitinden büyük bir cahilliktir.

Önemli olan inançları ve gerçek gözleme dayanan evreni birbirinden ayırabilmektir. Adam inançlarını ayrı yaşıyor, bilimi ayrı yaşıyor. Önyargılardan sıyrılmış, sadece gözlem ve deneye dayanan bir sistemi kabul etmiş, ancak kendi içerisinde Tanrısı ile barışık ve inançlı birisi.


Kısaca İnançlı birisi Aydın olarak nitelenebilir mi? Cevap evet. Eğer ateşli bir inançsız iseniz, diğer yazılarıma karşıt teori geliştirmeye çalışıp çuvallayan Tatlısu Müslümanları ve Yobaz Pokemonlar gibi bana reddiyeler düzebilirsiniz. Onlara da söylediğim gibi… Gerçek ortada duruyor. Ya kabul edersiniz ya da reddeder ve bu ret âleminde yaşar gidersiniz. Benim görüşümü kabul etmek zorunda değilsiniz. Xavier Le PICHON sadece bir örnek idi. Ancak tüm dünyanın kabul ettiği Bilim insanlarını ve aydınlarını sırf “İnançlılar” diye yok sayarsak işte o zaman biz de yobaz oluruz.

Şimdi eğer bu adamlar, inançları gereği sizi “kâfir, gâvur, şeytan uşağı, Siyonist, mason, illuminati iti, İngiliz-Amerikan ajanı” gibi komik adlandırmalar ile ötekileştirse ya da din ayrımcılığı üzerinden ayrıştırsalar haklısınız. Bu insanlar buna bakmıyor. Önemli olan sizin fikirleriniz. Gerisi onların umurunda değil. İsterseniz sokaktaki kediye tapın ya da Allaha inanın veya inanmayın.

Kısacası Aydın olmak için dinsiz olmak diye bir ön koşul yoktur. Daha önce belirttiğim gibi. Tersini iddia ediyorsanız, yani inançlılar eğer “Aydın” olamaz diyorsanız kusura bakmayın ama “YOBAZSINIZ!”

Neyse, ana konum aydın insanlar inançlı mı inançsız mı değil.

Avrupa’da bir Aydınlanma yaşandı. Bu aydınlanma ile insanlar dini pratik hayattan çıkartarak sadece mabetlere ve evlere kapattı. Yani olması gereken yere. Sosyal yaşamda genel hukuk kuralları çalışmaya başladı. Gözleme ve deneye dayalı bir yaşamı tercih ettiler. Sonuç? Sonuç koskoca İslam âleminden çıkan bir tek icat yok. Ama büyük deccal, şeytanın yeryüzündeki gölgesi olan “BATI” günümüzdeki tüm ilerlemenin ve icatların, kısaca modernliğin merkezi oldu.

BATI dediğimiz güruh inançsız mı? Hayır, geniş ölçekte inançlılardan oluşuyor.

Peki, neden aydınlanma orada oldu da bizde olmadı? Neden tüm icatlar Batı’da? Neden tüm Müslüman mülteciler İslam ülkelerinde Allah’ın emirlerini yaşamak yerine “Kâfir” Batı’yı tercih ediyor? Neden bizim “Yerli ve Milli” politikacılarımız çocuklarımız için İmam-Hatip nesli olsun diye buraları tavsiye ederken kendi çocukları “Kâfir” Batı okullarında? Neden hep “Kâfir” Batı’yı işaret ediyoruz?

Sanırım Aydınlanma trenini biz çoktan kaçırdık. Aydınlanma bizim için yapı marketlerde çalışan gençlere sorduğumuz “Kardeşim pardon, bu ampul ne kadar Aydınlatıyor? Oda iyi aydınlanır mı?” gibisinden soru cümlelerinde geçen kelimeden ibaret olacak.

Kısaca hayır. Biz “Aydınlanmayacağız.”

Yazının başında Aydınlanmayı tanımlarken basit olarak bilim ve aklın ön plana alınması demiştim.

Peki, bilim ve akıl bize ne söylüyor? İbnü’r Ravendi ismini duydunuz mu bilmiyorum. Turan Dursun’un da etkilendiği bu zat zamanında büyük bir İslam Âlimi. Ona göre zamanın kendisi tanrıdır. Madde sonsuzdur; sadece şekil ve biçim değiştirir. Yoktan var edilmemiştir. Her şey zaman içerisinde kendiliğinden var olur.

İbnü’r Ravendi, Dehriyyun adı verilen İslam tarihindeki materyalist bir felsefenin kurucusu sayılır. Görünen dünya haricindeki her şeyi reddederler. Görünen haricinde bir gerçek yoktur. Gerçek, ancak gözlem ve deneyle tecelli eder. Bu yönüyle peygamberleri eleştirir ve kitapları tanımazlar. Zaman veya evren bir bakıma Tanrı’dır görüşü üzerinde durduklarından dönemlerinin Deistleri kabul edilebilirler.

Büyük bir İslam Âlimi iken İbnü’r Ravendi ve onun takipçilerini tevhid’den koparan neydi? Neden klasik İslam anlayışını, hatta muhalif mezhepleri dahi terk edip “Zındık” kategorisine girdiler? Kişisel varsayımıma göre sanırım Turna Dursun ile benzer sebepler.

Maalesef İslam tarihindeki 3 büyük zındıktan birisi kabul edilen İbnü’r Ravendi hakkında detaylı bilgilere ve onun eserlerinden bir kısmına tahrip edildiklerinden ve yakıldıklarından dolayı sahip değiliz.

Elimizdeki verilere baktığımızda İbnü’r Ravendi’ de bir Tanrı inancı var. Aklı ve Deneyi ön plana almasına rağmen bir yaratıcıya inanıyor. Ancak inandığı yaratıcı onun hayatına karışmıyor. Öğrene geldiğimiz klasik Tanrı inancından daha farklı bir inanç. (Bkz. Site Başyazarı ve Yöneticisi A.Kara "Benim Tanrım" adlı makalesi)


Madem akla, gözleme ve deneye dayanan bir inanç felsefesi ile karşı karşıyayız, neden bir Yaratıcı ihtiyacı var? Bunun birçok sebebi olabilir. Bazen her gözlem aynı fikri vermeyebiliyor. Burada atıf yaptığınız sebep-sonuç ilişkisi çok önemli.

İşte tam bu noktada karşımıza Gazali çıkıyor. Hani şu Meşhur Gazali. Gazali için sakın Gerici, Yobaz gibi adlandırmalarda bulunmayın. Gazali hali hazırda dünyanın çoğu saygın üniversitesinde tüm felsefe bölümlerinde anlatılıyor. Adam müthiş zeki. Gelin ondan biraz alıntı yapalım:

"Alışılmışlığın sonucu olarak birinin sebep diğerinin netice olduğuna inanılan iki şeyden birinin, diğerinin yanında bulunması bize göre zaruri değildir. Hatta yan yana bulunan iki şeyin biri sebep diğeri netice değildir. Bunlardan birinin ispatı diğerinin ispatını içermediği gibi, birinin nefyi de diğerinin nefyini içermez. Bunun için, birinin vücudu diğerinin vücudunu gerektirmediği gibi, birinin yokluğu da diğerinin yokluğunu gerektirmez. Bunlardan birinin, diğerinin yanında bulunması, aslında biri diğerinden ayrılmayacak şekilde zaruri değil, yüce Allah’ın takdiri neticesinde olur. Bir tek misal ele alalım: Ateşe yaklaştırılınca pamuğun yanması. Pamukta siyahlık yaratmak, cüzlerini dağıtmak ve onu yanmış kül haline getirmek suretiyle yanma fiilini yapan yüce Allah’tır. Bunu ya melekler vasıtası ile veya vasıtasız yapar. Ateş, kupkuru bir maddedir. Hiçbir fiil meydana getiremez.

Şu halde ateşin fail olduğunun delili nedir? Onların pamuğun ateş yanında bulunması sırasında yanmanın meydana geldiğini müşahede etmelerinden başka bir delilleri yoktur. Bu müşahede ise, yalnızca pamuğun ateşin yanında yandığını gösterir; ateş sebebi ile yandığını ifade etmez. Yanmasının da ateşten başka bir sebebi bulunmadığını ispatlamaz. Şu halde, bir şeyin, imkânı ile birlikte bazı vakitlerde Allah’ın ilminde onu yapmayacağının geçmiş olması ve bu vakitte bunu yapmayacağına dair bizde bir ilim meydana getirmesiyle, o şeyin Allah’ın makdurları cümlesinden bir mümkün olması arasında bir mani yoktur."
Gazali
“Tehâfüt el-Felâsife”
Onyedinci Mesele Ahsen Yay.02 s.181-2-6

Gazali’nin Felsefecileri eleştirdiği Tehâfüt el-Felâsife adlı yapıtında konu ettiği "Pamuk ve Ateş" arasındaki ilişki çok önemlidir. Gazali, Nedensellik ilkesi içerisinde Ateşin Pamuğu yakmasını ilahi kudrete bağlar. Filozoflara göre ki deney ve gözleme de göre ateşin yanına getirilen pamuk yanar. Bu gözleme göre, eğer sebep-sonuç ilişkisi içerisinde irdelersek, sebep ateştir, sonuç ise yanmadır (pamuğun yanması). Gazali’ ye göre ateş sebep değildir. Bu gözleme göre pamuk sadece ateşin yanında yanar. Ama bu ateş sebebiyle yandığını ifade etmez ve bu anlama gelmez. İşte bu noktada Gazali’ye göre ilahi kudret devreye girer. Bu sistemi Allah kurmuştur. İsterse ateşin yanında pamuk yanmaz. Tamamen onun iradesine bağlıdır. Böyle olmalıdır. Yoksa İbrahim peygamberin ateşte nasıl olup da yanmadığı açıklanamaz.

Kısacası pamuğu ateşin yanın getirdiğinizde Allah’ın izni olursa, meleklerin de aracı/vesile olması ile pamuk yanar. Aynı her kar tanesini ve yağmur damlasını da meleklerin indirdiği gibi. Öyle şey olmaz mı diyorsunuz? İşte Gazali’nin fiziksel olaylarda Allah’ın izni ve Meleklerin vesile olduğuna inanmasını gerektiren faktörlerden bir diğeri, bir hadis:

Gazali, müspet bilime inanıyordu. Fakat sorun mucizelerde idi. Eğer müspet bilimi kabul edersek mucizeleri, dolayısı ile Allah’ın mucizelerini reddetmek gerekirdi. O halde müspet bilimin x faktörü Allah’tır şeklinde bir düşünce yapısı geliştirdi. Daha önce yazdığım üzere eğer pamuğun yanmasına sebep ateş ise, ateşe atıldığında İbrahim’in de yanması gerekirdi. Demek ki yakan ateş değil. Sebep ateş değil. Ateşin yakabilmesi Allah’ın iznine bağlı.

Ancak her ne hikmetse günümüzde (İbrahim peygamber olayı hariç) ateşin yakabildiğini görüyoruz.

Olayı farklı bir örnek ile zenginleştirelim. Bir zaman makinemiz olsa ve 500 yıl öncesine gitsek. Yanan odunları, içerisinde Karbondioksit bulunan bir yangın söndürme tüpü ile söndürsek bizim için ne düşünürlerdi? Onların gözlemi şu olurdu: “Birisi geldi, demir bir silindir getirdi, sonra bu silindir içinden ateşe beyaz bir duman attı, bu duman alevi söndürdü, sonra bu duman dağılıp gitti.” Gazali ilkesine göre bu nokta da insanlar bende ve olayda bir hikmet arardı. Hikmette sual olunmazdı. Şüphesiz bu söndürme işi Allah’ın izni ile olacaktı.


Ancak akılcı yaklaşan insanlar merak eder ve ateşin neden söndüğü ile ilgili varsayımlarda bulunurular, bu sayede gerçeğe ulaşmak için deney ve gözlemler yaparak basınç altında depolanmış Karbondioksiti keşfederlerdi.

Daha sonra keşfettikleri basınç altında depolanmış karbondioksiti, diğerlerine, yani hikmet arayanlara satarlardı. (Anladınız siz onu).

Gazali, açıkçası büyük bir düşünürdür. Takıldığı tek husus, anlayamadığı ya da açıklayamadığı durumları direk vahiylerde aramasıdır.   

Bilim ve gözlemi o da savunur. Ancak bilim ve gözlemi ön plana alırsa o halde Allah’ın kudretini ve mucizelerini inkâr etmek zorunda kalacaktır.

Allah merkezci bir yaklaşım ile her hususa yaklaşır. Temel terazisini ya da mihenk noktasını Allah teşkil eder.

Peki, Gazali’ nin tabiri caiz ise bir antidot’u yani karşıtı var mıdır? Evet var. İbn Rüşd. İbn Rüşd, Gazali’ nin eserlerine ve varsayımlarına öylesine reddiyeler dizmiştir ki, Gazali’nin en ateşli savunucuları dahi susmak zorunda kalmıştır.

İbn Rüşd tam bir Aristo’cudur. Antik Yunan felsefesini okumuş, özümsemiş ve gerçek hayat ile ilişkilendirebilmiştir. İbn Rüşd’e göre Gözlem ve Deney’e dayalı olmayan hiçbir unsur Kuran’a da uygun değildir. Doğada var olan her şey, her türlü deney ve gözlem Kuran ile uyuşmalıdır. Gazalinin tıkanıp kaldığı Pamuk örneğine İbn Rüşd şöyle bir yaklaşım sergiler, mucizelerde gözleme dayalı gerçek aranmaz. Çünkü var olan dünya yasalarını da Allah belirlemiştir. Eğer ateş İbrahim peygamberi yakmamış ise Allah öyle istemiştir. Ancak normal şartlarda ateş her halükarda yakıcıdır. Bu hali ile Gazali’nin yaklaşımı İbn Rüşd’e göre bir nevi küfürdür. Ona göre birey akılla Tanrı’ya ulaşılabilir.

İbn Rüşd’ün sergilediği bu tarz bir yaklaşım, yani aklın ön plana alınması, farklı akımların etkisi ile çok sonraları Aydınlanma çağının motor gücünü oluşturan faktörlerden birisi halini almıştır.

Ancak İslam âlemi İbn Rüşd yerine Gazali’yi tercih edince gerisi malum. Batı bir kutup, İslam Âlemi bir kutup halini aldı.
  • Bir taraf Aklı, Gözlemi, Deneyi merkeze aldı, bir taraf ise vahyi merkez aldı.
  • Bir taraf Bilimi merkeze aldı, bir taraf inancı merkez aldı.
  • Bir taraf gördüğü dünyayı ve onun kurallarını merkez aldı, bir taraf görmediğini merkez aldı.
  • Bir taraf sorgu ve şüpheyi merkez aldı, bir taraf biat etmeyi merkez aldı.
  • Bir taraf kendini aramayı merkez aldı, diğer taraf hiç görmediğini ve göremeyeceğini aramayı merkez aldı.
İster inançlı olun, ister inançsız olun. Hayatınızın merkezini oluşturan faktörlere dikkat edin. Hayatınızda bir kez olsun. Sadece bir kez olsun dünyaya ve çevrenize bir bakın. Kaç İslam ülkesi ile aynı İslamiyet’i yaşıyorsunuz?  Tüm İslam ülkelerinin, hatta aynı ülkede birbirinden farklı mezheplerin de hem inançları hem ibadetleri birbirinden farklı. Peki, cenneti kim hak edecek? Cehennem yakıtı kim olacak?

Sadece İslamiyet’i eleştirmeyelim. Kaç Hristiyan ülkesi aynı şekilde inanıp, aynı şekilde ibadet ediyor? Minicik İsrail’de bile Yahudiler mezheplere bölünmüş durumda.

Yazıda önce Xavier Le PICHON’dan bahsettim ki inançlı bir bilim adamı ve aydın. İbnü’r Ravendi’den bahsettim ki inançlıydı; sadece bana göre Deizme yakındı. Gazali ve İbn Rüşd’den bahsettim. Onlar da inançlıydı. Kısacası sorun inanıp inanmamakta değil.

Sorun, sizin hayatınızın merkezine neyi aldığınızda. Eğer hayatınızın merkezine bilimi, aklı, gözlemi, deneyi ve sorgulamayı alırsanız inançlı bile olsanız “AYDIN” olursunuz.

Ancak hayatınızın merkez noktasına vahyi ve onun düşünce sistemini koyarsanız “KARANLIK/YOBAZ” olursunuz.

Ve yine ancak hayatınızın merkezine kör bir şekilde inançsızlığı koyarsanız yine “KARANLIK/YOBAZ” olursunuz.

Aydın olmak inancı nereye koyduğunuz ile alakalıdır. Kendi içinizde neye inanıyorsanız inanın ya da inanmayın. Evinizde ne istiyorsanız onu yaşayın.

Ancak ortak yaşamda aklı, bilimi, gözlemi ve deneyi; kısaca “İlim ve Fen’i” merkez alarak yaşayın.
İnancınız ya da İnançsızlığınız size kalsın.

Ben mi? Ben hayatımın merkezine “Elimin altındaki cariyelerle (!) seks yapabilmeyi…” öngören bir inancı koymuyorum. Ailemle çok mutluyum.

Ancak yakın çevrem ve arkadaşlarımın büyük çoğunluğu hayatlarının merkezine “Elinin altındaki cariyelerle (!) seks yapabilmeyi…” öngören bir inancı koyuyor. Bu onları cahil yapmaz veya Karanlık/Yobaz yapmaz. Ben onları böyle seviyorum. Varsın Tatlısu Müslümanı olsunlar.

Dünyaya bakın, bilim insanı yetiştiren ülke ve sistemlere bir bakın. Büyük icatları yapan bilim insanlarına bakın. Büyük filozoflara bakın. Kendi ülkelerinden kaçan Müslümanların sığındığı ülkelere bir bakın.


Hastalandığınızda sizi kurtaran ilaç ve makinelere bir bakın. Tüp bebek ile çocuğunuz olmasını sağlayan sistemi icat edenlere bir bakın. İletişimi sağlayan her şeye bakın. Günümüz teknolojisine bir bakın.

O zaman anlayacaksınız. Sizce merkez ne olmalı?
Maalesef gerçek hayatta ne mucizeler var ne de John COFFEY gibiler.
Batı dediğimiz dünya, John COFFEY’ vari mucizeleri kendileri bulma yoluna gitti. Akıl ile ulaşma yoluna gitti.

Ama bize göre öyle mi? Batı uçak yapıyor, “Allah istemese uçmaz” diyoruz. Batı tüp bebek ile çocuk yapmayı buluyor, “Allah istemese olmaz” diyoruz. Batı cep telefonu yapıyor, “Allah istemese konuşturmaz” diyoruz. Batı ağrı kesici yapıyor, “Allah istemese iyileştirmez” diyoruz. Batı araba yapıyor, “Allah istemese gitmez” diyoruz.

Oluyor yahu oluyor. Yapınca oluyor. İcat edince oluyor. Düşününce oluyor. Akıl edince oluyor. Oluyor kardeşim hem de çok güzel oluyor.

Sen oturduğun yerde 70 huriyi nasıl idare edeceğini, cennet şarabını hangi meyveler ile tadacağını düşünmeye devam et.

Bu arada pardon. Cennet ve huri demişken, Senin hatun ya seni değil de başka bir erkeği isterse ne olacak? Sen bir mümin, o da bir mümine, sen istiyorsun ama o seni istemiyor ve başka bir erkeğe veriliyor. Belki o erkek senden daha mümin olduğu ve o da senin hatunu istediği için senin hatunun da rızası ile alıyor. Ne yapacaksın? Onlar kendi cennet arsasında meşk ederken sana yine eller günahkâr. Artık huriler ile ne kadar olacaksa…

Ah yine pardon bilmiyorum diş ağrısı çekiyor musunuz? Ben bir ara çok uğraştım. Bilin bakalım o dişçi koltuğunu, diş tıbbını, o alet edevatı, dolguyu, implant malzemelerini ve diğer tüm zerzevatı kim icat etti? Doğru ya çağlar öncesinden tüm bilgiler ve bilimsel veriler kutsal kitapta var. Oradan biz icat ettik (!)

Sağlıcakla kalın.

Yazar Notu: Yazıda mümkün olduğu kadar felsefe tarihi ve felsefe konularından uzak kalarak, sınırı fazla aşmamaya gayret ettim. Israrla Mitoloji ve Felsefe konularından uzak kalmayı tercih ediyorum. Bu konular uzmanlarının işi. Peki, ben yazdığım konular hakkında uzman mıyım? Değilim. Öyle bir iddia da bulunmuyorum. Okumazsınız olur biter. Madem uzman değilim neden yazıyorum? Sebebi açık: Aklı kullanmak için uzman olmaya gerek yok.

Bu mesajımda malum çevreye: Bana hep “Olmadığını Kanıtla!” diye çağrıda bulunuyorsunuz. Madem öyle sizde “Olduğunu Kanıtlayın!”

Yazan: Demon Product

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 14

Yazan: Zübeyde Savaş
15 yıl tanrı ve ateizm 14, din, Farklı tanrılar, Gerçek hayat hikayesi, Küçük çocuklara tanrı masalları, Tanrılar nasıl oluştu?, Zübeyde SAVAŞ,

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 14

Ramadan:
- Neden sence.
Arda:
- Tanrı ruhanidir, tanrı gezegenleri uzayı sonsuzluğu yaratandır.
Ramadan:
- Evreni yaratan varsa bu çözülmeli, bir yıldırımın ne kadar elektirik yüklü olduğu hesaplanıyorsa, din adamları buna izin vermeli, neden tanrının araştırılmasına izin veremiyorlar?
Arda:
- Buna verecek bir cevabım olamaz, gelecek zaman içinde yaşanır bence zor olsa da.
Abdül, gülerek:
- Zamanda yolculuk yaptığımızda doğru bilinenler yanlış olduğu anlaşılır.
Ramadan:
- Bunun için uzayda mesafe ışık hızıdır, insan oğlu ışık hızını kullanması için ışığın içinde yol alması gerekir bu ışığın içinde yol alınması demek zaman kavramı keşvedilir geçmişe gitmenin yolunu açar, tehlikeli olansa geçmişe giden kişi bir canlıya zarar verdiğinde günümüzde olan ülkelerin yok olması demektir bu çok tehlikeli. Geçmişe giden kişi dağda, ormanda bir yerde birisini durdurup konuşsa, konuştuğu kişiyi beş dakika bile durdurduğunda, o kişi evine veya bir yere bile beş dakika yüzünden geciktiğinde dünya değişir, o kişi belki bir hayat kurtaracaktı, bir hastaya yardımcı olacak, belki evleneceği kızla tanışacaktı bir sürü olasılıklar eklenebilir bunun sonuçları günümüzü etkiler. Işık kesişmesi, her anı ters olmalı yer çekimi hesaplanmalı ya da bulunan çekim kuvveti alanı, bunun için çalışıyorum dokuz yıla ihtiyacım var, fizik yeni bir enerji kaynağı bulduğunda durdurulamaz bir bilim yağmuru gelecek insanlar yeşermeye başlıyacaktır.

İçeride olanlar ya Ramadan çok içti ya da çok bilgili diye düşünür, Abdül ve Barış ilk defa Ramadan’nın bu kadar heyecanla bilimden bahsettiğini duymuş ve şaşırmışlardır, bilime bu kadar meraklı olduğunu ilk kez öğrenmişlerdir, dostlarına gururla bakıyorlardı.
Barış:
- Neden olmasın ki.
Ramadan:
- Bu, şu an için teoridir. Bilim adamları tanrıyı bir şekilde araştırılmasına izin verilmeli bu gelecekte yaşanacaklar için önemli olacaktır.
Arda:
- Bu aslında gerekli de olabilir, daha öncede bilim adamı insanlarda ruh var mı diye araştırma yapmıştı bildiğim.
Ramadan:
- Sonuca ulaşmak üzereyken durdurulmuştu çalışmaları, din adamları yüzünden.
Arda:
- Evet, sen bugün elinde imkanlar, yetkiler olan bir bilim adamı olsan ilk tanrıyımı araştırırdın.
Ramadan:
Kesinlikle hayır.
Arda:
Neden ?
Ramadan:
- Daha önemli olanlara ulaşmaya çalışırdım.
Arda:
- Önemli olan ne ?
Ramadan:
- İnsanların son otuz yıl içinde ne kadar çoğaldığına bakın, yeni dünyalar bulur ve yeni yaşamlar başlatmak isterdim. Bu bir şekilde zaten olacak, doğa ana çok cömert ve çok acımasızdır, insanlar doğa anadan hep alır, doğa ana çok öfkeleneceği zaman gelecektir, insanların çaresiz kaldığında gidebileceği bir yer olması daha mantıklı umutsuz kalmamış olunur, dünyadan kaçmamız gerekse yapılan uzay gemisine sizce kimler alınır? Kura çekilir mi? Belki on kişilik yer için çekilir, dünya da kalan kim olur?
Arda:
- Çok zenginler hariç, herkes geri de kalır haklısın.
Ramadan:
- Hani tanrı cömerti herkese karşı ne oldu tanrı eşitliği, yüce adalet nerde kaldı, erkese eşitlik varsa tanrı adaleti anlamı ne ? Bu adalet değil, olamaz, tanrı bütün canlıları ve evreni yarattıysa, her şeyin sorumlusu adaleti sağlayan olmalı, dünya üzerinde bir tanrı eşitliğini bulamadım çok açık ki tanrı insanların yarattığı bir masal.
Arda:
- Doğru, fakat herkesin aynı olması yaşamı etkiler.
Ramadan:
- Evet, sözlerimi tanrı adaleti, tanrı eşitliği var mı diye düşün.
Arda:
- Doğru, bunun açıklaması olmalı.
Ramadan:
- Bir çok sorumu cevaplarken tanrı kitaplarını kullandım bir de tanrıyı ben anlatayım. Şimdi sadece söylediklerimi düşünün, tanrı ilk insanları yeryüzüne gönderdiyse o insanların konuştukları bir dili olurdu, onlardan çoğalan insanların da aynı dili konuşması ve günümüze bu dilin gelmesi gerekirdi, gelişen topluluklar o dili geliştirebilirdi. Dünya üzerinde yüzlerce topluluk, biraz daha geriye gidersek tarihte binlerce topluluğu görmek mümkün olur, bu topluluklar kendi dillerini yaratmışlardır. Tanrı kitaplarında bunun açıklamasını yapamazken sadece geçmişte olmuş olaylara yer vermiş ve tutarsızlıklarda açıkça görülür. Geşmişte yaşanmış bir olayı tanrıyı yaratanlar tanrıya bağlamış, neden gelecekle ilgili bir şeyi tanrıya bağlayamamışlar? Maya tabletlerinde bile bir araçla uçan insan çizimleri var, bilim tek tanrılı dinlerde nerde? Örneğin; yeni kurulan bir ülkenin anayasa kitabını yazan insanda kutsal mı sayılır, bunlar aynı bakıştır.
Arda:
- Bu konuda hiçbir bilgiye ulaşmadım ve öğrenemedim.
Ramadan :
- Bu konu hakkında din adamları konuşmaktan kaçınıyor, tanrı bilim adına ne geçmişte ne de gelecekle ilgili bilimsel olarak yazmamış.
Arda:
- Evet, benim de bir sorum var, anlamak istiyorum sizler öğrendiğim kadarıyla tanrıya inanmıyorsunuz, öfke ve kininiz kime ?
Abdül:
- Bizler bunu kullanmak istesek çok kötü amaçlı zengin insanlar oluruz bu bizlerin yaşam düşüncemize aykırı.
Ramadan:
- Para çok tatlı ve heyacan verici bundan ayrılmak çok zordur, yıllardır bizlerin yaptıkları hariç hiç mücize duymadık nerde tanrıya inananlar, sen duydunmu yaşadığın yıllar içinde ?
Arda:
- Hayır duymadım.
Ramadan:
- Var olmayana nasıl kızabilirsiniz, öfkemiz ve kinimiz, yoksullara bir ekmek için yaşamaya çalışanlara olmayan ümidi satanlar, boş ümit vermektense bilimin öğretilmesi, yoksulun ekmeğinin alınmaması, bizler bunlara kızıyoruz.
Barış:
- Yer yüzünde yaşayan her insan birbirinin omuzuna dokunsa dünyanın bir ucunda olan insanın omuzuna dokunmuş olursunuz bu sayede.
Arda:
- Sizleri tanıdıkça daha da çok keyif alıyorum, çok üzgünüm çektiğiniz yıllar için, bu yılları telafi etmek mümkün değil çekilen acıları sizler anlatırken kalbinizin parçalandığını görmemek mümkün değil, çok üzgünüm, sizleri anlıyorum desem de yalan olur, ben bu acıları bir saatini dahi yaşamadım.
Ramadan:
- Yaşamın içerisinde sen ve hiç bir canlının bu acıları çileyi çekmesini istemem.
Arda:
- Teşekkür ederim, Ramadan merak ettiğim tek bir şey kaldı, neden Barış’la tanrı hakkında konuşdun.
Ramadan:
- Barış yıllarca tanrı inancını hiç sorgulamadan tanrıya inandı. Belki ben konuşmasaydım tanrıya olan inancı yıllarca sürecekti , fakat on beş yıl içerisinde bu uzun yıllar tanrı ona bir ışık bile göstermedi, göstermiyecekti zaten, en güzel gençlik yılları insanlarla kaynaşarak sohbetlerle, anılarla, koşarak, oynayarak geçmesi gereken o gençliği bitirmişti. Barış’a bu gün sorsak on beş yıl içerisinde tanrıyla ilgili kaç anın var desek.
Barış hemen:
- Sadece ibadet ettiğim yıllar içerisinde diz kapaklarımda nasır oluştu, gitmesi uzun zaman aldı.
Ramadan:
- Barış’la ilk tanışma sebebim aslında tanrının gönderdiği bir insan mı, yoksa insanlığını bulmuş kendiyle bütünleşmiş birimiydi. Barış’ı tanımak için koyunların sütünü ve yününü almaya başlayarak daha fazla tanıma imkanım oldu, dost olduk yıllar geçdikçe kendiyle bütünleşmiş bir insan olduğunu anladım, içimi dostuma bir türlü açamıyorum o da çaresizliğini tanrıda aramaya devam etti, anlatmak için Barış’a inandığı dini kurumlardan yardım istemesini söyledim. Ben sonucun ne olacağını zaten biliyordum bunu Barış’a anlatmam doğru olmazdı kendisinin anlamasını istiyordum. Din kurumlarından yardım alamadıkça ne yazık ki tanrıya olan inancı daha da arttı ibadetlerini fazlalaştırarak tanrıdan yardım geleceğini bekledi bu hiç bir zaman olamyacaktı.

Arda sözünü keserek:
- Bu yıllarda sen neden gizlice yardım etmedin ?
Ramadan:
- Barış benim dostumdu bir gün bir şekilde ona yardım ettiğimi anlatmam gerekirdi o zaman Barış’ın yüzüne nasıl bakardım. Barış bana ne derdi. Bu sefer Barış’ın boşa geçirdiği yılların sorumlusu ben olurdum ve dostluğumuz sarsılırdı yaşadığı hayat içinde tanrı inancı artacaktı bu şekilde kendini bulan bir insanı yok olmasına razı olamazdım, Barış’ın koyun sürüsü çok fazla süt veriyordu benim verdiğim süt parasıyla evinin çatısını dört, beş kez yapardı Barış’sa insanlara yardım etmeye devam etti, tanrının yardım edeceğine tüm kalbiyle inanıyordu, bunun olmayacağını bildiğim için Barış’la konuşma ihtiyacını duydum ben de bu duruma artık dayanamıyordum dostum her geçen gün kendi içine kapanmasına katlanamadım o gece Barış’ın yanına oturduğumda aslında Barış’la konuşmak için hazır değildim lakin Barış sürekli durmadan tanrının yüceliğini, adeleti , sevgisi ve kudretinden bahsediyordu ne olduğunu bile anlamadan bu konuşmayı yaptım konuşmam bittiğinde, düşünceleriyle ve alacağı kararla baş başa bırakmak istedim, geri kalan kendi alacağı karardı. Barış elinden geldiği kadar insanlara yardım eder, hangi din kuruluşu para topladığında düşünmeden, nereye gideceğini nasıl kullanılcağını sormazdı, kendi ihtiyacı olduğunda hiç bir din kurumu yoktu ?
Arda:
- Evet, bizden de istedi, biz ise dua edeceğimizi söyledik, Barış’ın çaresizliğiyle baş başa bıraktık.
Arda gözyaşlarına boğulur , utanır pişmanlığından söyliyecek hiç bir sözü kalmamıştır üzüntülü bir şekilde:
- Artık benimde ayrılma zamanım geldi sohbetinizden çok keyif aldım sizler için de tanrıya dua edeceğim.
Abdül:
Bizler için dua etme lütfen.
Arda:
Neden ?
Abdül:
- Dua ederek hiç bir yoksula yardım edemezsiniz, ekmek almak için para gerekir, yoksullara yardım edin, bu bizleri mutlu edecektir.

Arda üzgün bir şekilde herkesle vedalaşarak oradan ayrılır.
Sabah olduğunda Barış, Abdül ve Ramadan uynanır, Barış huzursuz ve mutsuzdur endişeli bir haldedir.
Ramadan:
- Evini mi beğenmedin, yoksa seni kırdık mı gece.
Barış:
- Hayır sizler benim dostumsunuz, hayallerimin ötesinde bir ev, ben bunları gerçekleştiremezdim, soğuk havalarda endişem olmadan evim var demek çok güzel sizlere teşekkür ederim. On beş yılımı yok eden tanrı masalını neden, nasıl oluştuğunu öğrenmek ve anlamak istiyorum, bu içimi kemiren bir hastalık gibi beni rahatsız ediyor, köylülerin borcunu ise nasıl ödeyeceğimi bilmemek çok daha acı.
Abdül ve Ramadan duygulanır.
Ramadan:
- Kaptan bir arkadaşım var, sana yardımcı olmasını istemiştim iki, üç güne kalmadan denizlerdesin, parası da çok fazla, tek şartımız var, hayır demeyeceksin bunu kabul etmeyiz.
Barış:
- Tamam dostlarım sizi kırmam.
Ramadan:
- Köylülerin borcunu biz ödedik, sen rahatca çalış, kaptanla bize gönderirsin.

Barış’ın gözleri dolar, Ramadan Abdül’ü alarak evden çıkarlar, dışarı çıktığında derin bir nefes alırlar.
Ramadan:
- Yanlış mı yaptık sence.
Abdül:
- Hayır bence daha iyi, hem kaptan senin çok yakın arkadaşın elinden gelenin en iyisini yapar, yardımcı olur güzel para da kazanır.

Ramadan ve Abdül, Barış yayladan gelmeden, köylülere söz verdiği paraları ödemişlerdir. Barış’ın kötü bir olayla karşılaşmaması için, dostlarının insanlara olan sevgisinin azalmasını istemezler.

Diğer sayfalar:
◄ [13] , [15] ►

HEZEKİEL KİTABINDAKİ UÇAN ARAÇLAR

Hazırlayan: A.Kara
Açıklanamayanlar, A, Hezeikel'in kitabı, Hezekiel'in gördükleri, Hezekiel ve ufo, Hezekiel'in gördüğü uçan araçlar, din, Hezekiel'in görüşleri, Hezekiel ne gördü?, Ufolar, hristiyanlık,

KONUYA GİRMEDEN ÖNCE BAZI KISA BİLGİLER:
HEZEKİEL KİTABI
Hezekiel Kitabı Tanah'taki son peygamberlerin 3.kitabıdır ve Yeremya ile Yeşaya'dan sonra gelir.
Sıralama Hristiyanlık'taki Eski Ahit'ten biraz farklıdır ve 12 küçük peygamber kitabından önce gelir. Kitap adını M.Ö. 6.yy'da yaşamış bir rahip ve peygamber olan Hezekiel'den almıştır.

HEZEKİEL KİMDİR?
Hezekiel M.Ö. 623 yılında ruhban sınıfından bir ailede dünyaya geldi ve o dönem reformcu kral Yoşiya iktidardaydı. Yehuda daha önceleri Asurluların uydu ülkesiydi fakat MÖ. 623'te Asurluların düşüşe geçmesiyle birlikte Yoşiya milli bir tanrı olan Yehova'ya sadakatin üzerinde yoğunlaştığı dini reformlar getirdi ve tekrar bağımsızlığını ilan etti.
MÖ 609'da Yoşiya öldürüldüğünde Yehuda bölgenin yeni süper gücü olan Babillilerin uydusu oldu. Fakat bir süre sonra MÖ 597'de aralarında Hezekiel'in de bulunduğu bir grup Yehudalı Babillilere karşı yaptıkları bir ayaklanma sonucunda sürgüne gönderildi. Hezekiel hayatının geri kalanını Mezopotamya'da geçirdi.
MÖ. 586'da Babillilere karşı 2. bir ayaklanma gerçekleştirildi ve bu ayaklanma sırasında şehir ve tapınak yerle bir oldu. Bu ayaklanma da başarısız olunca kraliyet ailesi ve rahiplerden oluşan Kudüs'teki elit tabakanın geriye kalanları da Babil'e sürüldü. Kitapta verilen tarihlerden anlaşıldığına göre, Hezekiel sürgüne gönderildiğinde 25, ilk vahiy geldiğinde 30 ve MÖ 571'de son görümü sırasında 52 yaşındaydı.

"Baktığımda kuzeyden gelen bir kasırga gördüm, ateşler içinde etrafta ileri geri giden, ışıl ışıl parıldayan büyük bir bulut vardı. Ateşin ortasında kehribar gibi bir ışıltı vardı ve içinde dört canlı yaratık vardı. Ve onlar insan gibi görünüyorlardı…"

Antik uçan makinelerin en büyüleyici bahislerinden biri, beklenmedik bir yerde, İncil'de bulunur. Hezekiel Kitabı'nda, sözde peygamber "uçan 2 tekerlekli araç" tan bahsediyor ve Melekler'den güçlü olan başka bir şey yoktu" diye tanımlıyor.

Antik astronot teoricileri (antik çağda başka dünyalardan gezegenimize gelenler olduğunu savlayanlar), bu referansın eski uçan makinelerin açık kanıtı olduğunu varsayar.

Öte yandan, şüpheciler ve Mukaddes Kitapçılar, Hezekiel'in Kitabının kelimenin tam anlamıyla uçan makineleri açıklamadığını, ancak Hezekiel'in karşı karşıya olduğu İsrail'in güçlü düşmanlarını sembolize ettiğini belirtirler. Mantıklı ve doğru olan da budur.

Yine de kimileri Hezekiel kitabının mitolojik düşmanları tarif ettiğinde ısrarcı.
Yani onlara göre Hezekiel Kitabı eski dünya dışı uzaylı ziyaretinin veya binlerce yıl önce uçan makinelerin zaten var olduğunun kanıtı.

Hezekiel Kudüs'ün yıkılışı, İsrail topraklarının tahribi ve Tapınak vizyonları veya Üçüncü Tapınak olarak adlandırdığı kehanetleri ortaya çıkaran Hezekiel Kitabı'nın yazarı olarak kabul edilmektedir. Hezekiel, hem Hezekiel Kitabında hem de İbranice İncil'de kahramanlar arasında yer aldığı gibi ayrıca Yahudilikte ve diğer İbranice İncil Metinlerinde de bir kahramanıdır.
Tarih, Hezekiel'in İsrail'in ilk esaretinde Babil'e geldiğini ve çok sayıda eski metinlerde büyük bir Peygamber olarak bahsedildiğini ileri sürer.

Hezekiel ismi "Tanrıyı güçlendirmek" anlamına gelir.

Hezekiel kitabının en önemli parçalarından biri ve kitabın yazılmasının dikkate alınmasının temel nedenlerinden biri de Hezekiel Kitabının tek kişinin elinden çıkmış gibi durmasıdır. Bunu gördüm, Bunu gözlemledim, Ben oraya gittim, şeklinde yazılmıştır.

Bu kitap üçüncü şahısla yazılan diğer birçok Kutsal Kitap metinlerinin aksine olayları (veya kurguları) ilk kişi tarafından gözlemlenir şekilde anlatır.

Hezekiel'in Kitabının en önemli parçalarından biri, Hezekiel'in gökyüzünden kendisine doğru gelen “çarklı, 2 tekerlekli araca” şahit olduğunu söylediği kısımdır. Anlatısına göre bu tekerlekli aracın içinde “insan benzeri” varlıklar vardı.

Açıklanamayanlar, A, Hezeikel'in kitabı, Hezekiel'in gördükleri, Hezekiel ve ufo, Hezekiel'in gördüğü uçan araçlar, din, Hezekiel'in görüşleri, Hezekiel ne gördü?, Ufolar, hristiyanlık,

Hezekiel şöyle yazıyor:
1) Otuzuncu yılda, dördüncü ayın beşinci günü Kevar Irmağı kıyısında sürgünde yaşayanlar arasındayken gökler açıldı, Tanrıdan gelen görümler gördüm.
2) Kral Yehoyakinin sürgünlüğünün beşinci yılında, ayın beşinci günü,
3) Kildan ülkesinde, Kevar Irmağı kıyısında RAB Buzi oğlu Kâhin Hezekiele seslendi. RABbin eli orada onun üzerindeydi. (Hezekielin yaşının otuz olduğu sanılıyor.)
4) Kuzeyden esen kasırganın göz alıcı bir ışıkla çevrelenmiş, ateş saçan büyük bir bulutla geldiğini gördüm. Ateşin ortası ışıldayan madeni andırıyordu.
5) En ortasında insana benzer dört canlı yaratık duruyordu;
6) Her birinin dört yüzü, dört kanadı vardı.
7) Bacakları dimdikti, ayakları buzağı ayağına benziyor ve cilalı tunç gibi parlıyordu.
8) Dört yanlarında, kanatların altında insan elleri vardı. Dördünün de yüzleri, kanatları vardı.
9) Kanatları birbirine değerek dosdoğru ilerliyor, ilerlerken sağa sola dönmüyordu.
10) Her yaratığın dört yüzü vardı: Önde dördünün yüzü insan yüzüne, sağda dördünün aslan yüzüne, solda dördünün öküz yüzüne, arkada dördünün kartal yüzüne benzer bir yüzü vardı.
11) Yüzleri böyleydi. Kanatları yukarıya doğru açılmıştı. Her yaratığın iki kanadı yanda öbür yaratıkların kanadına değiyor, iki kanatla da bedenlerini örtüyordu.
12) Her biri dosdoğru ilerliyordu. Ruhları onları nereye yönlendirirse, sağa sola sapmadan oraya gidiyorlardı.
13) Canlı yaratıkların görünüşü yanan ateş közleri ya da meşale gibiydi. Ateş yaratıkların ortasında hareket ediyordu; ışık saçıyor ve içinden şimşekler çakıyordu.
14) Yaratıklar şimşek çakar gibi hızla ileri geri gidip geliyorlardı.

Devamında şöyle diyor:

15) Bu dört yüzlü yaratıklara bakarken, her birinin yanında, yere değen bir tekerlek gördüm.
16) Çarkların görünüşü ve yapısı şöyleydi: Sarı yakut gibi parlıyorlardı ve dördü de birbirine benziyordu. Görünüşleri ve yapılışları iç içe girmiş bir tekerlek gibiydi.
17) Hareket edince yaratıkların baktıkları dört yönden birine doğru sağa sola sapmadan ilerliyordu.
18) Tekerleklerin kenarı yüksek ve korkunçtu; hepsi çepeçevre gözlerle doluydu.
19) Canlı yaratıklar hareket edince, yanlarındaki çarklar da hareket ediyordu; yaratıklar yerden yükseldikçe tekerlekler de onlarla birlikte yükseliyordu.
20) Ruhları onları nereye yönlendirirse oraya gidiyorlardı. Tekerlekler de onlarla birlikte yükseliyordu. Çünkü yaratıkların ruhu tekerleklerdeydi.
21) Yaratıklar hareket ettiğinde onlar da hareket ediyor, yaratıklar durduğunda onlar da duruyor, yaratıklar yerden yükseldiğinde onlar da yükseliyordu. Çünkü yaratıkların ruhu çarklardaydı.
22) Kubbeye benzer, billur gibi parlak ve korkunç bir şey canlı yaratıkların başları üzerine yayılmıştı.
23) Kubbenin altında kanatlarının biri öbürünün kanatlarına doğru açılmıştı. Her birinin bedenini örten başka iki kanadı vardı.
24) Yaratıklar hareket edince, kanatlarının çıkardığı sesi duydum. Gürül gürül akan suların çağıltısını, Her Şeye Gücü Yeten'in sesini, bir ordunun gürültüsünü ansıtıyordu. Durunca kanatlarını indiriyorlardı.
25) Kanatları inik dururken, başları üzerindeki kubbeden bir ses duyuldu.
26) Başları üzerindeki kubbenin üstünde laciverttaşından yapılmış tahta benzer bir nesne vardı. Yüksekte, tahtı andıran nesnede insana benzer biri oturuyordu.
27) Gördüm ki, beli andıran kısmının yukarısı içi ateş dolu maden gibi ışıldıyordu, belden aşağısı ateşe benziyordu ve çevresi göz alıcı bir ışıkla kuşatılmıştı.
28) Görünüşü yağmurlu bir gün bulutların arasında oluşan gökkuşağına benziyordu. Öyleydi çevresini saran parlaklık. RAB'bin görkemini andıran olayın görünüşü böyleydi. 

Gördüğünüz gibi, Hezekiel kitabında, gökten aşağıya doğru gelen, o döneme göre büyüleyici bir şey anlatıyor ve bu şey dünyayı titretiyor. Bu daha önce görmüş olduğu şeyden farklı bir şeydi. Güçlüydü, parlıyordu. Oradan insanlara benzeyen ama tamamen farklı olan varlıklar gelmişti. Fakat uzaylı iddiaları şöyle dursun Hezekiel aslında ilahi bir gücün tanımını yapıyordu. Yine de uzaylı teorilerine meraklı olanlar fantastik görüşler filizlenmesine neden oldular.

Örneğin Blumrich, ay projesinde çalışan en üst düzey bir NASA bilim adamıydı ve bir roket mühendisiydi. 1970'lerde Joseph Blumrich Hezekiel'in gökyüzünden gelen bir uzay gemisine şahit olduğu fikrini çürütmek isteyerek Hezekiel tarafından yazılmış olan Hezekiel Kitabı'nın ilk bölümünde yazılanları görmeye karar verdi.

Şüpheciliğine rağmen ve sıkıcı bir araştırma ve okumadan sonra, Blumirch sonunda Hezekiel'in görgü tanığı raporunda anlattığı şeyin gerçekten bir uzay aracı olduğu sonucuna vardı ve bu sonuç Blumrich'in Hezekiel'in Uzay Gemileri adlı kitabını yazmasına yol açtı.

Kaynaklar:
Book of Ezekiel (Hezekiel Kitabı)  |  [Joel F. Drinkard Jr, Ezekiel, in Watson E. Mills and Richard F. Wilson (eds), "The Prophets" (Mercer University Press, 1995) pp.160-161]