HABERLER
Dini Haber
din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

MUHAMMED'İN İLK AŞKI FAHİTE

Yazan: Serdar Kaangil
SK, Hz.Muhammed'in ilk aşkı, Muhammed'in ilk gönül ağrısı, Fahite, Ümmü Hani, Muhammed ve Fahite, Muhammed'in aşkları, din, islamiyet,

PEYGAMBERLERDE AŞIK OLUR |2
Muhammed’in İlk Aşkı Fahite

Muhammed 20 yaşlarında iken Amcası Ebu Talib’in kızı Fahite evlenme çağına girmiş güzel bir kızdı. Fahite daha sonra Ümmü Hani adını almış ve bu adla tanınmıştır. Muhammed ile Fahite arasında büyük bir aşk doğmuştu. Muhammed, Fahite’yi babasından istedi.

Ancak Ebu Talib’in kızı için başka planları vardı.Mahzum kabilesinden dayısının oğlu Hubeyre’de Fahite’yi istemişti. Hubeyre önemli bir kişiliğe sahip olmanın yanında Ebu Talib gibi iyi bir şairdi de. Üstelik Mekke’de Mahzum kabilesinin gücü ve itibarı günden güne artıyordu. Tersine Haşimilerin gücü ise azalıyordu. Bunları dikkate alan Ebu Talib, kızını Hubeyre ile evlendirmeyi daha uygun buldu.
(İbn Sa'd, VIII, 152; Müslim, 201; Taberani, Evsat, 4242; İbn Hacer, 9/512; Mecmau’z-Zevaid, 7428)

Muhammed bu duruma çok içerledi ve amcasına sitem etti. Ebu Talib’in cevabı ise annesini kastederek;
“Onlar bize kızlarını verdiler, cömert adama cömertlik yapmalı” oldu.
(İbn Sa’d’ın Kitab et-Tabakat el-Kebir Leyden baskısı VIII, 108 Kaynak: Gençlik yılları (13); E.Siraceddin,2008: 38)

Bu cevap Muhammed’i tatmin etmedi. Çünkü dedesi Abdulmuttalib, Atike ve Berre isimli kızlarını daha önce Mahzum kabilesine vererek borcunu ödemişti zaten.
Muhammed, amcasının asıl düşüncesinin kendisini evliliğe uygun ve hazır konumda olmadığı ve Hubeyre’yi kendisinden daha üstün gördüğü şeklinde olduğunu anlamıştı.

Bu durum Muhammed’i çok üzdü ve hırslandırdı. Artık hedefleri ve planları vardı.
Öncelikle yoksulluktan, parasızlıktan sonra da ümmilikten kurtulacaktı.

Muhammed ile Hatice’nin Aşkı

Muhammed’in ilk aşkına kavuşamamasının ardından kabuğunu kırdığını görmekteyiz.
Örneğin Hilfü'l-Fudûl teşkilatı içinde yer alması ve Ficar savaşlarına yani savaşılması yasak olan Haram aylarında yapılan savaşlara katılması bunun göstergesidir. Hilfü'l-Fudûl içindeki etkinlikleri Muhammed’in çevresinin gelişmesini ve tanınmasını sağlamıştır.
Bu sayede iş bulma imkanı bulmuş artık aylaklıktan ya da çobanlıktan kervan korumacılığına ve ticarete geçiş sağlamıştı.
Bu dönemde Kureyş’in zengin dullarından Hatice’nin kervan ticareti işinde çalışmaya başlamıştı.
Hatice bilgili ve otoriter bir kadındı. Ama aşk hayatı iş hayatı kadar şanslı geçmemişti.
Hatice, ilk önce Varaka ibn-i Nevfel’e nişanlanmış ancak nikah yapılmamıştır. İkinci kez künyesi Ebu Hale ve ismi İbn-i Nebbaş olan bir zat ile nikahlanır. Ebu Hale’nin vefatından sonra Atik ibn-i Abid ile evlenir. Atik’in de vefatından sonra amca oğlu Sayfi ibn-i Umeyye ile evlenir. O’nun da ölümü üzerine dul kalır.

Yaşça Muhammed’den oldukça ileriydi. Aralarında yaklaşık 15 yaş fark vardı.
Ama varlık olarak Muhammed’in hayal dahi edemeyeceği bir zenginliğe sahipti.
Ve yakınlaşma, Hatice’nin cariyesi ile haber gönderip teklif iletmesiyle evliliğe dönüştü.

Hatice’nin 4. evliliği olan Muhammed’den 6 çocuğu olur.
(İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, I, 190; İbn Hişam, age., I, 190; İbn Sa’d, Tabakat, I, 133)

Kasım ve Abdullah isimli erkek çocukları küçük yaşta ölürler. Zeyneb, Rukiyye, Ummü Külsüm ve Fatime de kız çocuklarıdır. Bu kızlardan Ümmü Külsüm ve Rukiyye önce Ebu leheb’in oğullarıyla evlendirilir. Tebbet suresi nedeniyle boşandıktan sonra Osman’a verilirler. Fatma da Amca oğlu Ali ile evlendirilir. Zeynep ise kervan ticareti yapan teyze oğlu Ebu’l As ile evlendirilir. Ebu’l As putperesttir ve müslümanlara karşı savaşanların yanında yer alır.
esir düşer, fidye ile kurtulur. Daha sonra kervanı müslümanlarca baskına uğrar ve tekrar esir alınır. Karısı tarafından kurtarılır. Son dönemde müslümanlığı kabullenir.

Muhammed’in Hatice ile beraberliği 23-24 yıl sürer. Hicretten önce Hatice vefat eder. O dönem namaz şartı gelmediğinden cenaze namazı kılınmadan defnedilir. Tüm mirası da Muhammed’e kalır.

Bu arada Suudilerin Hatice’nin evini yıkıp yerine umumi tuvalet yaptırdıklarını belirtelim.

Bunu ister servet aşkına, ister gönül aşkına yorumlayın, Hatice Muhammed’in aşklarından biriydi ve en uzun, en düzeyli, en verimli beraberliği idi.

İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, I, 190
İbn Hişam, age., I, 190;
İbn Sa’d, Tabakat, I, 133
İbn-İshak 82-83, 106-107, 111, 113-114, 160-161, 191, 313-314
İbn Hişam 918
Ebu Cafer Taberi cilt 9, s. 128-130, cilt 39, s. 169-170
İbn Sa'd 8:9-12, 39, 151-152
Khadijah bint Khuwaylid". Islam's Women. Archived from the original on 18 March 2019
Martin Lings, Muhammad: His Life Based on the Earliest Sources, p. 37
al-Tabari (1990). Volume 9: The Last Years of the Prophet. State University of New York Press.
Watt, Montgomery W. (2012). "Khadija". In P. Bearman; et al. (eds.). Encyclopaedia of Islam (Second ed.). Retrieved 7 April 2019. (First print edition: ISBN 9789004161214, 1960-2007)
"Khadijah bint Khuwaylid". Islam's Women. Archived from the original on 18 March 2019.

Muhammed ile Ayşe

Hatice’nin ölümünden sonra Muhammed’e evlenmesi konusunda telkinde bulunulunca “kiminle evleneyim?” diye sordu. “Kız da var dul da, ister Sevde’yi al, ister Ayşe’yi.” denilince ikisini de almak istediğini bildirdi.
(İbn Sa'd, Tabakât 8/58; Buharî, 2/329; Müsned, 6/211; İbn Sa'd, Tabakât 8/52-53; Müsned, 6/211)

Sevde 50 yaşlarında, Ayşe ise henüz 6 yaşında idi.
İlginç olan ise Ayşe ile birlikte evlendiği Muhammed, birkaç yıl sonra çok yaşlandığı için kendisini boşamak isteyecek, sırasını Ayşe’ye vererek evliliğini kurtarabilecekti.
(Nisa 128 nüzul sebebi; İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/485-498; Sahih Buhari 2:26:740; İbn-İshak 148, 309, 530; İbn Hişam 918; Ebu Cafer Taberi cilt 9, s. 128-130, cilt 39, s. 169-170; İbn Sa'd 8:39-42, 152)

Muhammed’in Sevde’yi kendisine ve çocuklara baktırmak, ev işleri vs. için aldığı açıktır.
Ama Ayşe için bunu söyleyemeyiz.

Aracı kadın Hule, Ayşe’nin babası Ebubekir’e gidip Muhammed’in isteğini iletir. Ayşe, daha önce putperestlerden biri ile nişanlandırılmış, nişanı yeni bozulmuştu.
Muhammed ile Ebubekir söz kardeşi olmuşlardı ve Kureyş’de söz kardeşleri ve çocukları arasında nikah caiz sayılmıyordu. “Biz onunla söz kardeşiyiz, bu mümkün değil” diyerek isteği geri çevirdi.
Muhammed, “Biz onunla din kardeşiyiz. Din kardeşleri arasında nikah caizdir” diyerek tekrar istetti.
620 yılında Ayşe ile nikahlandı.
(Ahmed b. Hanbel, 2006: XVII, 228-229; İbnü’l-Esîr, ts: VII, 186-187; Zehebî, 1985: II,
149-150; Heysemî, 1994: IX, 362-363; Şâmî, 2006: 81-82. Krş. İbn Hacer el-Askalânî, 2001: VII, 188; Hâirî, 1987: II, 251; Sekâkînî, 1986; 54-57)

Hicretten sonra Ebubekir haber göndererek Ayşe’yi neden hala almadığını sorar. O dönemde Ayşe uzun müddet hastalıklarla boğuşmuş, tüm saçları dökülmüş, henüz iyileşmişti. Muhammed, mehir bedelini ödemeye para bulamadığını söyleyince, Ebubekir ödünç olarak 500 dirhem verir. Böylece, Ayşe 9 yaşında iken gerdeğe girer. Buluğa ermesini beklediği söylemleri doğru değildir. Araya hicret girdiğinden, Ayşe’nin hastalığı ve mehir parası bulamama sorunları girdiğinden zifaf gecikmiştir.
(İbn-İshak 116, 223, 279-280, 311, 457, 464-465, 468, 493-499, 522, 535-536, 544, 649-650, 667, 678-688 | İbn Hişam 918 | Ebu Cafer Taberi cilt 9, s. 128-131, cilt 39, s. 171-174, Sahih Buhari 5.Kitap)

Muhammed’in Ayşe’yi ne tür bir aşkla sevdiğini ve evlenmek istediğini açıklamak zor.
Bunu bir aşk olarak değil, pedofili olarak gören olduğu gibi, çocuk yaşta alıp eğitmek ve İslam’a bir öğretmen yetiştirmek amacı olarak sunanlar da var. Kimilerine göre ise Ayşe’yi 3 kez rüyasında görüp aşık olmuştur.
Ayşe’nin en önemli özelliği Muhammed’in evlendiği eşleri arasındaki tek kız oluşudur. O nedenle Muhammed’in gözünde bu aşkın değeri büyüktür.

Muhammed ile Zeynep

Muhammed’in en sansasyonel, en tepki çeken aşkı Zeynep’tir.
6 yaşındaki Ayşe’ye aşık olması yadırganmamıştır ama Zeynep kolay kabullenilmemiştir.
Çünkü Zeynep evlatlığının karısıydı ve Kureyş adetlerine aykırıydı bu evlilik.
O nedenle Zeynep’e nikah kıymamış, nikahlarını Allah’ın kıydığını söylemiştir.

Bu konuyu İslam tarihçisi Taberi şöyle anlatır:

“Peygamber günün birinde Zeyd’i aramak üzere onun evine gelir. Kapıda yünden örülmüş bir perde asılıdır. Peygamber kapının önündeyken rüzgar perdeyi kaldırır. O anda Zeyneb içerde çıplak olarak bulunmaktadır.. peygamberin gözü ona ilişir, güzelliği hoşuna gider ve kalbinde iz bırakır.
Akşam olup da Zeyd eve gelince, Zeyneb ona Peygamberin geldiğini söyler. Zeyd, “Eve girmesini rica etmeli idin” der. Zeyneb, “Eve girmesini rica ettiysemde girmedi.” der. Zeyd, “ Peki ayrılırken bir şey soylemedi mi .” der. Zeyneb, “Kalpleri değiştiren Tanrı kutludur dedi” der. Bu söz üzerine Zeyd, Muhammed’in Zeyneb’e aşık olduğunu ve onunla evlenmek isteyebileceğini düşünerek, onun yanına gider ve “ya resulullah, evime geldiğini söylediler, babam ve anam sana feda olsun, eve girmeliydin. Zeyneb hoşuna gitmiş olabilir, eğer hoşuna gittiyse hemen boşarım” der. Muhammed, “Karın hakkında bir şüpheye mi düştün? ” diye sorar.
Zeyd, “ Ya resulullah, hiçbir hususta ondan şüphelenmedim ve ondan hayırdan başka bir şey görmedim” der. Muhammed ona, daha sonra Ahzab Suresi 37. ayette de bahsi geçen “Eşini tut, Allah’dan kork” sözlerini sarfeder. Ancak herşeye rağmen Zeyd, ne düşündüyse Zeyneb’i boşar.

Bu boşanmanın ardından, Muhammed kendisine Ahzab-37 ayetinin geldiğini söyler.

"Resulüm, hani Allah’ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye, “Eşini yanında tut, Allah’tan kork” diyordun. Allah’ın açığa vuracagı şeyi, insanlardan çekinerek içine gizliyordun. Oysa asıl korkmana layık olan Allah’tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikahladık ki evlatlıkları, karıları ile ilişkilerini kestiklerinde müminlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir.."

Bu ayeti bildirerek Zeynep’le gerdeğe giren Muhammed hakkında Ayşe’nin anlatımıyla insanlar “Oğlunun helaliyle evlendi” diye eleştiri getirince Muhammed Ahzab-40’ı bildirir:

"Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir."

(İbn-İshak 215, 495 | İbn Hişam 918 | Ebu Cafer Taberi cilt 9, s. 134, cilt 39, s. 180-182 | İbn Sa'd 8:72-81, 152)

İslami görüşe göre, “Muhammed, aslında Zeyneb’e aşık olmamıştır çünkü Zeyneb, onun halası Ümeyne binti Abdulmuttalib’in kızıdır ve kendisinin evine Zeyneb, Zeyd ile evlenmeden önce bir çok kere girip çıkmıştır, isteseydi Zeyneb’i, Zeyd ile evlendireceğine kendisi onunla evlenirdi.”denir.

Bunun yanıtını hadisde Muhammed vermektedir zaten. “Kalpleri değiştiren Tanrı kutludur” diyerek. Yani Zeynep’i yarı çıplak gördükten sonra gönlü ona kaymıştır.
Asıl yanıtı ise Ahzap-37’de geçen şu söz verir:
“Allah’ın açığa vuracagı şeyi, insanlardan çekinerek içine gizliyordun.”

Artık Zeynep, Ayşe’nin en büyük rakibidir ve eşler arasındaki rekabet yeni bir boyut kazanır.

Konunun çok uzamaması için Muhammed hazretlerinin 2. derece aşklarını ele almayacağız. Hayatındaki 20’den fazla kadının hepsine aşık değildi zaten. Ama cariyesi Mariya ile Cüveyriye ve Safiye’nin isimlerini anmadan geçmek olmaz.
Üstelik cariyesi Mariya, ona İbrahim adlı bir erkek oğul dahi vermiş ama çouk küçük yaşta ölmüştür.

ADEM VE LİLİTH

Yazan: Serdar Kaangil
SK, Lilith, Adem ve Lilith, Hz Adem, Hz Adem'in ilk Eşi, Adem ve Lilith, mitoloji, din, Lilith miti, Lilith'in laneti, Havva ve Lilith, Lilith'in doğuşu, din ve mitoloji, Mitoloji ve din,

PEYGAMBERLERDE AŞIK OLUR |1
Adem’in Havva’sı ve Lilith’i


Kutsal kitaplara göre Adem eş ya da aşk seçeneği olmayan ilk insandı. Kendisine sunulanı kabullenmek, bulduğu ile yetinmek zorundaydı. Ama öyle olmadı.
Musevilerin ve Hristiyanların büyük bir kısmının inancına göre;
Yaratılan ilk kadın Havva değil Lilith idi.Uzmanlar ilk Lilith kaynaklarının 8. ve 10. Yüzyıllar arasından kaldığını belirtiyorlar ama bunlar yazılı kaynaklar, asıl öykünün ya da daha uygunu efsanenin ne zamandan geldiğini anlamak veya öğrenmek mümkün değil.
Antik Çağ´dan kalma bazı muskalarda ancak öykünün ilk paragrafına rastlanıyor ama hepsi bu. Zohar yani Musevi Kabalasının yorumlarında ve Gershom Scholem´in (Major Trends in Jewish Mysticism, sayfa 174) adlı kitabında Lilith ile ilgili muhtemelen daha eskilere yönelik göndermeler vardır. Buna karşın yeterince araştırmanın yapıldığı da söylenemez hatta kasten yapılmadığı söylenebilir. Peki neden? Bunun cevabını efsanenin bildiğimiz kadarını okuduktan sonra arayacağız.

Şimdi bir diğer kaynağa yönelelim; Kralın küçük oğlu hastadır; Kral Nebukadnezar; büyücü Ben Sira´ya “Oğlum iyileşsin, eğer bunu yapmazsan seni öldüreceğim.” der. Ben Sira oturur ve üzerinde kutsal isimlerin yazılı olduğu bir tılsım yani bir madalyon hazırlar. Tılsımda, şifa verici meleklerin isimleri, şekilleri, kanatları, elleri ve ayakları görünerek çizilmiştir. Nebukadnezar tılsıma bakar; “Bu kim?” der ve Ben Sira anlatır;
“Bunlar tıp melekleri Snvi, Snsvi ve Smnglof.

Havva ortada yokken Lilith vardı ama Lilith bir feministti.
Tanrı Adem´i yarattıktan sonra onun yalnız olduğunu gördü ve adamın yalnız olmasının iyi olmadığına karar verdi. (Tevrat/Yaratılış: 2:18)
Tanrı Adem için topraktan bir kadın yarattı ve ona Lilith adını verdi ama Adem ve Lilith kavga etmeye başladılar.

Lilith Adem´le yatmak istemiyor, birleştiklerinde hep üstüne çıkmasına karşı çıkıyor ve kendisinin de Adem gibi topraktan yaratıldığını yani eşit olduklarını söylüyordu. Anlaşmazlık sürdü, gitti ta ki Lilith Tanrı´nın kutsal isimlerinden birisini kullanıp, göğe uçuncaya kadar. Adem Tanrı´ya dua etti ve kadının kendisini terk ettiğini söyledi. Bunun üzerine Tanrı üç meleğini, Lilith´i geri getirmeleri için görevlendirdi ve eğer Lilith Adem´e geri dönmeyi kabul etmezse, her gün yüz çocuğunun öleceğini söylemelerini emretti. Melekler Tanrı´nın yanından ayrılarak Lilith´i izlediler ve onu Mısırlılar´ın intihar etmek için kullandıkları suyun ortasındaki adacıkta bulup, Tanrı´nın sözlerini tekrarladılar ama Lilith geri dönmek istemedi, bu kez melekler onu suya batırıp, boğacaklarını söylediler. Lilith cevap verdi;

“Beni rahat bırakın, sadece hastalıklı bebekler doğuruyorum; eğer erkek bir bebek olursa doğumdan sonra 8 gün, kız bebek olursa 20 gün onun kölesi olacağım.” dedi. Melekler ısrar etmeye devam ettiler ama Lilith Tanrı´nın adına yemin ederek meleklere; “Ne zaman isimlerinizi veya şekillerinizi bir muskanın üzerinde görürsem, onu takan bebeğe yaşam vermeyeceğim.” dedi ve her gün yüz çocuğunun ölmesini kabul etti. Anlatılana göre her gün yüz şeytan aynı nedenden öldü ve bizler o günden bu yana, o meleklerin isimlerini küçük çocukların boyunlarına asılı muskalara yazdık.

Lilith meleklerin isimlerini her gördüğünde yeminini hatırlar ve çocukları korur.” Ben Sira´nın Kral´a anlattıkları bu kadar ama efsanenin bir diğer versiyonu daha var;

Batılı bir çok insan için Tanrı insanı ve kadını kendi suretinde Yaradılış´ın Altıncı Günü´nde yaratmış. sonra ona dünyayı vermiştir ama o anda aslında Havva henüz yoktur. Tanrı, Adem adını verdiği ilk insana yaşayan her canlının adını öğretir ve dişi, erkek olarak iki ayrı cins olduklarını gösterir. Adem´in o sıralarda 20 yaşlarında olduğuna inanılır.
Adem hepsi birer çift olan canlıların birbirlerine duydukları aşkı kıskanmaya başlar. Her dişi canlı ile beraber olmaya çalışır ama tatmin olmayınca haykırır;
“Hepsi canlı ama ben uygun eş değilim.” ve Tanrı´ya bu haksızlığı gidermesi için dua eder.

Öteki Anlatı ve Lilith´in Laneti

Ve Tanrı ilk kadını Lilith´i yaptı, onu da Adem gibi oluşturdu ama bu kez saf toprak yerine Adem´den kalan tortuları kullanmıştı. Adem´in artıklarından Naamah ve Asmodeus başta olmak üzere sayısız cin türemişti ve bunlar insanlığın başına nesiller boyu dert olacaklardı. Hatta bin yıllar sonra Lilith ve Naamah, cinlere hükmeden Peygamber Kral Süleyman´ın Kudüs´de fahişeleri yargılamasına çağrıldılar. Adem ve Lilith asla barış içinde olmadılar, Adem ne zaman Lilith´le yatmak istediyse reddedildi; Lilith yere uzanmak istemiyor ve; “Niçin seninle yatmalıyım?” diyor ve soruyordu; “Ben de topraktan yapıldım ve seninle eşitim.” Adem onu zorladı ve güç kullandı ama Lilith öfkeyle karşı koyarak, Tanrı´nın sihirli adını kullanarak göğe yükseldi ve onu terk etti. Adem Tanrı´ya şikayet etti; Tanrı ilk olarak meleklerinden Senoy, Sansenoy ve Semangelof´u yollayarak, Lilith´i geri getirmelerini emretti. Melekler Lilith´i, Kızıl Deniz yakınında buldular; orası şehvet şeytanlarının yeriydi. Melekler Lilith´e gecikmeden Adem´e geri dönmesini aksi halde onu boğacaklarını söylediler. Lilith cevap verdi; “Burada kaldıktan sonra Adem´e namuslu bir ev kadanı olarak nasıl geri dönebilirim?” Melekler ısrar edince Lilith cevap verdi; “Tanrı beni yeni doğmuş çocuklara yaşam vermekle görevlendirdi. Erkek çocuklar yaşamın sekizinci gününde sünnet olduklarında, kızlar ise yirminci günde ölecekler. eğer ben sizin isimlerinizi veya görüntülerinizi yeni doğmuş bir bebeğe takılı bir madalyonun üstünde görürsem, yemin ederim onları esirgeyeceğim.” Lilith´in sözü kabul edildi ama Tanrı onu cezalandırdı ve her gün onun cin bebeklerinden yüz tanesi öldü. Lililth insan bebekleri öldüremedi çünkü hepsinde melek muskaları takılıydı ve kendi sözüne karşı gelemedi.Bazı kaynaklara göre Lilith, Saba Melikesi´ne karşı Zmargad´ın kraliçesi oldu ve cinlerine Job´un oğullarını öldürttü. Ama Adem´in laneti sürüyordu, Adem Cennet´den düşüşe kadar Lilith´e lanet etmeyi sürdürdü. Lilith ve melek Naamah intikam olarak insan bebekleri boğup öldüremediler ama erkeklerin rüyalarına ayartıcı olarak girdiler ve yanlız uyuyanların bazıları onların kurbanı oldular.
Evet, aşk Adem’le, ilk insanla, ilk peygamberle başlıyor efsaneye göre. Adem’den sonra gelen peygamberlerde de devam ettiği muhakkak. Hakkında pek bilgi olmayan bir çok peygamber var. Ancak öyküleri uzun anlatılanlarda aşka rastlıyoruz. Bunlardan en önemlileri de Davud’un ve oğlu Süleyman’ın aşkları.

HARUN VE MUSA, İSA'NIN DAYILARI MI?

Yazan: Generalfeldmarschall


HARUN VE MUSA, İSA'NIN DAYILARI MI?

Nisa Suresi (82) Kur’an’ı inceleyip düşünmüyorlar mı? Eğer Allah’tan başka birinden gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık ve çelişki bulurlardı!

İslam dininin kutsal kitabı olan ve Müslümanlarca Allah tarafından indirildiğine inanılan Kur’an’da, Nisa Suresi 82. ayetinin iddia ettiğinin aksine birçok çelişki ve tutarsızlık bulunmaktadır. Tek bir çelişki bile bir kitabın, her şeye kadir Tanrı’nın kelamı olamayacağına delildir.

Kur’an’da Tevrat ve İncil’den çokça alıntı bulunmaktadır. Bunlardan bazıları karışık bazıları detaysızdır. Kur’an’da anlatılan hikayelerin çoğunda belirsizlik ve eksiklik vardır. Mesela Adem’in eşi Havva ve oğulları Habil ile Kabil’in ismi geçmez. Müslümanlar, bunları Yahudi kaynaklarından öğrenmiştir. Ayrıca Kur’an’da sürekli eleştirelen, hatta helak edildiği söylenen firavunun ismi verilmez. Örneğin Yunus Suresi (90) ayetinde “Derken İsrâiloğulları’nı denizin öteki yakasına geçirdik. Firavun ve ordusu da haksız yere onlara saldırmak üzere peşlerine düşmüştü. Sonunda Firavun boğulmak üzereyken şöyle dedi: "Elhak inandım ki, İsrâiloğulları’nın iman ettiğinden başka tanrı yokmuş! Ben de artık kendini O’na teslim edenlerden biriyim." Burada anlatılan firavun kim olduğu ne zaman yaşadığı bilinmez. Kur’an’da bu ve benzeri birçok belirsizlik vardır bunlardan bir tanesi de Zülkarneyn’dir. Gerçek adı, ne zaman yaşadığı hatta nerede yaşadığı anlatılmaz. Tam bir belirsizlik hakimdir.

Her şeye gücü yeten, kusursuz bir Tanrı’nın sözleri de kusursuz olmalıdır. Fakat kutsal kitaplar çelişkilerle doludur. Burada yalnızca İslam’ın ve Kur’an’ın değil diğer bütün dinlerin ve kitapların hepsinin birbirlerinin kopyası ve devamı olduğuna ve tamamının insan ürünü olduğuna örnekler vereceğiz. Tanrı tarafından indirildiği iddia edilen Kur’an da, kendisinden öncekilerden etkilenerek kaleme alınmıştır. Kur’an, Tevrat ve İncil’in çok basit ve içeriği son derece sıradan bir kopyasıdır. Yahudi ve Hristiyanlar’a ait figürler Kur’an’a aktarılırken bazı yanlışlıklar olmuştur. Bu düşüncemizi doğrulayan en önemli ayrıntılardan bir tanesi Meryem Suresi’dir. Meryem Suresi’nin 28. ayetinde, bu ayeti yazan kişi Harun ve Musa’nın ablası olan Miryam ile İsa’nın annesi olan Meryem’i karıştırmıştır. Musa ve Harun’un Miryam yani Meryem adlı ablaları bulunmaktadır. Miryam Yahudilerce az sayıda kadın peygamberden biri olarak bilinmektedir. Musa, Harun ve Miryam’ın babalarının adı İmran -Yahudilerce Amram olarak bilinir-annelerinin adı da Yochebed’dir. Tevrat’ta Miryam’dan sıkça bahsedilmektedir. Çıkış 15:20’de kendisinden “Harun'un kızkardeşi Peygamber Miryam tefini eline aldı, bütün kadınlar teflerle, oynayarak onu izlediler." şeklinde bahsedilir. Tevrat’ın bu ve bunun gibi birçok yerinde kendisinden sıkça söz edilir. Hatta Miryam’ın kardeşi Musa’nın denizi yarma hikayesiyle ilgili ‘Deniz Ezgisi’ şiiri bile vardır. Miryam’ın bu şiiri Eski Ahit’in Çıkış kitabının 20 ve 21. bablarında geçmektedir. Bu şiir Yahudi ve Hristiyan dualarında bile kendine yer bulmuştur. Miryam Yahudilerce o kadar önemli bir kişi olarak bilinir ki, günümüzde bile İsrailli feministlerice son derece popüler bir sembol olarak anılmaktadır.

Kur’an’da Miryam’dan isim verilmeden Kasas Suresi 11. ayette “Mûsâ’nın ablasına, "Onu izle" dedi. O da ötekiler farkına varmadan uzaktan kardeşini gözetledi.” diye bahsedilir. Dolayısıyla Miryam buraya kadar Musa ve Harun’un kardeşi İmran’ın da kızıdır.

Konuyu araştırırken Sorularla İslamiyet adlı sitede Miryam’ın yani Harun ile Musa’nın ablalarının adının ‘Kelseme’ ve ‘Gülsüm’ olarak hadislerde rivayet edildiğini okudum. Bu siteye göre Maverdi’nin Dahhak’tan yaptığı rivayete göre ismi ‘Kelseme’ dir. es-Süheylinin yaptığı rivayete göre de‘Gülsüm’dür. Es Süheyli bunu Zübeyr bin Bekkar’dan rivayet etmiştir. Bu hadise göre Muhammed Hatice’ye şöyle demiştir: “Yüce Allah'ın cennette bana seninle birlikte İmran kızı Meryem'i, Musa'nın kızkardeşi Gülsüm'ü ve Firavun'un hanımı Asiye'yi de eş vereceğini biliyor musun?"
(Kurtubi, Ahkam, Kasas Suresi 28/12. ayetin tefsiri)

Bu sitenin ve diğer İslamcılar’ın hadislere dayanarak düzeltmeye çalıştığı bu yanlışlığı daha da içinden çıkılmaz bir hale getirdikleri açıktır. Kur’an’da kimin kızı, kimin kardeşi olduğu belli olmayan Meryemler’den sonra bu sefer de hadislerle “Gülsüm” karakteri ortaya çıkarılmıştır. Bu, İslamcıların her fırsatta yaptığı tipik bir kafa karıştırma ve işin içinden sıyrılma çabasından başka bir şey değildir.

Meryem Suresi 28. ayette çok açık ki Yoakim (Joachim) ve Hanna’nın kızı olan yani İsa’nın annesi Meryem’den bahsedilir. Bu ayette Meryem’e İsa’yı doğurup kalabalığın arasına karışınca Yahudiler’in kendisinin evlilik dışı çocuk yapmasına binaen “Ey Hârûn’un kız kardeşi! Baban kötü bir adam, annen de iffetsiz değildi." şeklinde hitap ettiği yazılır. Dahası Al-i İmran suresinin 33,34,35 ve 36. ayetlerinde ise İsa’nın annesi olan Meryem; Musa, Harun ve Miryam’ın babası olan İmran’ın kızı olmuştur.

“33,34. Şüphesiz Allah, Âdem'i, Nûh'u, İbrahim ailesini (soyunu) ve İmran ailesini (soyunu) birbirinden gelmiş birer nesil olarak seçip âlemlere üstün kıldı. Allah, her şeyi hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

35. Hani, İmran'ın karısı, "Rabbim! Karnımdaki çocuğu sırf sana hizmet etmek üzere adadım. Benden kabul et. Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin" demişti.

36. Onu doğurunca, "Rabbim!" dedi, "Onu kız doğurdum." -Oysa Allah, onun ne doğurduğunu daha iyi bilir. "Erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Onu ve soyunu kovulmuş şeytandan senin korumana bırakıyorum."

Buradan mantıken Harun ve Musa’nın Meryem’in kardeşleri yani İsa’nın öz dayıları sonucu çıkıyor. Halbuki Harun,Musa’yla İsa ya da iki Meryem arasında bin yıldan fazla bir süre vardır.

İslami çevreler Meryem Suresi 28. ayeti ve Al-i İmran Suresi’ndeki yanlışın üstünü örtmek için çeşitli entrikalar ve kelime oyunları oynamaktadırlar. Kimisi İsa’nın annesi olan Meryem’in de Harun adlı bir abisinin olduğu hatta babasının adının Joachim (Yoakim) değil İmran olduğunu iddia ederler. Bu iddiayı savunan en bilindik kişilerden biri Zemahşeri’dir. El-Keşşaf adlı tefsir kitabında Zemahşeri, Harun,Musa ve Miryam’ın babalarının adının İmran bin Yashur’ İsa’nın annesi olan Meryem’in babasının ise İmran bin Masan olduğunu iddia etmektedir. Kurtubi ise el-Cami’li-Ahkami’l Kur’an adlı tefsir kitabında benzer görüşleri aktarmakla beraber çeşitli tahminler yürütmektedir. Biz burada bu tahminleri irdeleyeceğiz. Kurtubi’nin tahminleri şunlardır;

1.) İsa’nın annesi olan Meryem’in Harun adlı abisi olup kendisi Yahudiler arasında son derece saygın biri olduğu için Yahudiler’in Meryem’e zinayı yakıştıramadıklarından dolayı böyle söylemiş olabileceğidir. Burada bahsedilen “Harun” Musa’nın kardeşi Harun olmayıp uydurma ve tahmini bir “Harun” dur. Böyle bir kişinin yaşadığına dair en ufak bir kanıt yoktur ve tamamen uydurmadır. Ayrıca Kurtubi’nin hesaba katmadığı şey ise bilindiği gibi Meryemin yaşlı ve kısır olan annesi Hanne çocuk sahibi olamamış ve bir çocuğu olduğu taktirde onu tapınağa adayacağına söz vermiştir ve çok açık ki İsa’nın annesi olan Meryem’in kardeşi yoktur. Babası ise Meryem doğmadan ölmüştür.

2.) Meryem İsa’yı doğurmadan önce Yahudilerce çok ahlaklı ve mümin bir kadın olarak bilinirdi. Ahlak ve iman bakımından peygamber Harun’la eşdeğer görülür ve ve onun gibi ibadet eden manasına gelen ‘Harun’nun kardeşi’ diye hitap edilirdi. Bu doğum olayına şaşıran Yahudilerin kendisine ‘ey Harun’un kızkardeşi diye hitap etmişlerdir. Fakat bu iddia da tutmamıştır. Neden Adem, İbrahim, İshak, Yakup, Yusuf değil de Harun’un kardeşi. Hatta Yahya’nın kardeşi denilmesi bile kabul edilebilirdi. Nihayetinde Meryem ve Yahya teyze çocuklarıdır. Aynı zamanda çağdaştırlar ve bu en ufak bir kuşkuya mahal vermezdi. Bula bula benzetecek Harun’u mu buldular diye söylemeden edemiyoruz.

3.) Meryem Harun’un soyundan geldiği için dolayısıyla Harun’a nispet edilmiştir. Bu yüzden Kur’an’da kendisine ‘ey Harun’un kızkardeşi diye hitap edilmiştir. Fakat bu iddia da son derece komiktir. Dünyada hiçbir kültürde bir kişi kendisinden onlarca kuşak önce yaşayan atasına kardeş olarak nispet edilmemiştir. Kur’an’ın Allahı’nın böyle bir düşüncesi olsaydı ey Harun’un kızı diye hitap ederdi kardeşi değil.

4.) Son iddia ise o zamanlar Harun adında çok salih bir kişinin olduğu ve Meryem’in ona benzetilmesi sebebiyle böyle hitap edildiğidir. Bu iddia da gerçek dışıdır. O zamanda böyle bir isim yaşamış olsa mutlaka Yahudi ve Hristiyan kaynaklarında geçerdi. Üstelik Kurtubi’nin bu tahminleri bir iddia ve varsayım olmaktan öteye gidememiştir. Ne var ki İslam dünyası bu ayet söz konusu olduğunda Kurtubi ve Zemahşeri’nin tefsirlerinden örnek verirler fakat bu anlatılanların hiçbiri gerçeklikle örtüşmemektedir.

Kur’an’da böyle birtakım çelişkiler söz konusu olunca Müslümanlar her zaman yaptıkları gibi bu ayetleri evirip çevirip şu manaya gelmiyor da bu manaya geliyor diye kıvırmaktan, Allah şöyle değil de böyle demek istemiş deyip kendi taptıklarının net sözlerini açıkça düzenleme, hizaya koyma yoluna gitmişlerdir. Peki soruyoruz Kur’an’ın Allah’ı neden bu kadar çelişkiye olanak sağlamış. Neden her şeyi net bir şekilde anlatmamış. Siz İslamcılar bunu yaparken, size apaçık Kur’an indirdik diyen ayetler havada kalmıyor mu?

İslamcı çevreler ne derse desin Meryem suresi 28. ayeti çok açık bir çelişki ve yanılgıdır. Bu ayet bile başlı başına Kur’an’nın tanrı kelamı olamayacağına ve Muhammed ya da kendisinden sonra gelenler tarafından yazıldığına yani insan eseri olduğuna delildir. Esenlikler dilerim..........

AVUSTRALYA'DAKİ YANGINLAR ALLAH'IN CEZASI MI?

Yazan: Kirpi


AVUSTRALYA'DAKİ YANGINLAR ALLAH'IN FELAKETİ Mİ?


BBC'de yer alan habere göre, yerli Aborjin halkının yaşadığı Anangu Pitjantjatjara Yankunytjatjara (APY) bölgesinin yerel idaresi, pazar günü başlatılan deve itlafının beş gün sürdüğünü ve 5 bin yabani devenin öldürüldüğünü açıkladı.
APY yerel yönetimi, hayvan hakları savunucularının tepkilerine karşın bölgede yaşanan kuraklığı gerekçe göstererek develeri itlaf etme kararı almıştı.
Müslüman hayvan severler hemen Kurandaki deve ayetini delil getirerek Avustralya'nın başına gelen yangının Allah'tan gelen bir bela olduğunu konuşmaya başladılar.

Hud Suresi, 64. ayet: "Ey kavmim, size işte bir ayet olarak Allah'ın devesi; onu serbest bırakın, Allah'ın arzında yesin. Ona kötülük vermek niyetiyle dokunmayın. Yoksa sizi yakın bir azap sarıverir."
A'raf Suresi, 77. ayet: Böylelikle dişi deveyi öldürdüler ve Rablerinin emrine karşı çıkıp (Salih'e de şöyle) dediler: "Ey Salih, eğer gerçekten gönderilenlerden (bir peygamber) isen, vadettiğin şeyi getir, bakalım.

Ayette Allah delil olarak bir deve veriyor ve insanlardan ona dokunmamalarını istiyor. Fakat insanlar bu emre itaatsizlik yaparak deveyi öldürüyorlar.  Bundan sonra Allah Semud kavmine üç gün mühlet verip ardından onları topyekun helak ediyor.
(Kaynaklar: Neml suresi 49-83 ayetler. Taberi, Camiul-Beyan, Mısır 1968, VIII, 224 vd.; İbn Kesir, a.g.e., III, 434 vd.; İbnu'l-Esir, a.g.e., İ, 89)

Müslümanlar bu hadisleri ve ayetleri delil getirerek Avustralya'daki yangınların Allah'ın gönderdiği bir felaket olduğunu iddia ediyorlar.  İşin garip tarafı bu mantığa göre Allah 5 bin deve için gönderdiği belada milyonlarca hayvanı öldürüyor.

DÜNYA DOĞAYI KORUMA VAKFI (WWF)

Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) Avustralya, yaptığı en son açıklamada 1,25 milyar hayvanın hayatını kaybettiğini tahmin ettiklerini belirtti.

Yani Allah 5 bin devenin kısasını 1.25 milyar hayvan öldürmekle almış oldu, ki onların içerisine develerde dahil. Belayı veren Allah insanları cezalandırayım derken milyonlarca hayvanı ve ağacı cezalandırıyor. Belli ki hayvanlara kızmış neden deve kardeşleriniz korumadınız diye. Tabi ki bu bir şaka, asıl meselemize dönecek olursak geçenlerde bir Müslümanla tartışmam esnasında bana "develeri öldürmek gerekmiyordu en azından başka türlü değerlendirebilirlerdi" dedi. Farklı değerlendirmeye örnek vermesini istediğimde "mesela keserek etlerini deve eti tüketen Müslüman ülkelere satabilirlerdi" dedi. Fakat benim “sen kafir devletin kestiği eti yer misin,” sorumun üzerine bana “Müslüman devletlere verseydiler onlar kesip etini değerlendirebilirdiler” diye cevap verdi.  Şimdi komik olan şu. Su kaynaklarını korumak ve kontrolsüz çoğalmasını kontrol altına almak için develerin avlanacağını bir ay önceden duyurmuştular. Hangi Müslüman devlet develeri bize verin biz en iyi şekilde değerlendirelim dedi? Avustralya hükumetine  böyle bir talepte bulunan bir tane Müslüman devleti oldu mu? Tabi ki HAYIR. Şimdi siz talepte bulunmadığınız halde neden develeri öldürdünüz diyemezsiniz? Avustralya da yaşayan insanların deve eti yeme kültürü olmadığı için onları kesip etini satmak diye bir seçenek olamaz ortada. Ayrıca develerin avlanmasına yaygara koparan aktivistler yarın o develer yüzünden azalan su kaynakları için yaygara koparacaktı. Beni yanlış anlamayın ben hayvan katliamını hoş gören biri değilim. Fakat eğer bariz bir sorun varsa ve onun çözüm yolu hayvanların kontrolsüz çoğalmasının önlemini almaktan geçiyorsa buna karşı çıkmam.

Zaten APY Yönetim Kurulu üyelerinden Marita Baker, "İnanılmaz bir sıcak altında sıkışıp kalmıştık. Dışarı dahi çıkamıyorduk. Develer her yeri işgal etmişti. Klimalardan dahi su içiyorlardı. Sokaklar develerle dolmuştu. Çocuklarımızın güvenliği için endişeliydik" derken Avustralya hükumeti "İtlafa son seçenek olarak başvuruldu. Operasyon sırasında hayvanların acı çekmemesi sağlandı" diyor. Yani tamamen zorunlu bir olay, bir çiftçinin ürünleri korumak için tarlayı basan bazı canlıları itlaf etmesi gibi.

Avustralya'da orman yangınları neredeyse her yıl görülen bir şey. Fakat bu yangının büyük bir coğrafyayı etkilediği ve önceki yangınlardan büyük olduğu doğru. Peki yangınların sebebi ne? Bu konuda bir kaç teori var. Kuraklık, rüzgarlar , şimşekler, kundakçılık, kazalar ve HOD. Kundakçılık ve kazalar konusunda her hangi bir bulguya rastlanmadığı için bu örnekler içinde en doğrusu benim fikrimce HOD.

HOD NEDİR?



Hint Okyanusu Dipolü veya Hint Okyanusu çift kutupluluğu (HOD)  deniz suyu sıcaklıklarındaki değişime bağlı olarak bir kesimin daha çok yağmur almasına, bir kesimin de daha az yağmur almasına neden olan bir hava olayıdır. Pozitif Hint Okyanusu Dipolü ve Negatif Hint Okyanusu Dipolü olmak üzere iki şekilde görülür.
Daha basit anlamıyla söylemek gerekirse Hint okyanusunda Afrika ve Avustralya kıt'aları arasında bir tahterevalli düşünün. Bu tahterevallinin bir ucunda soğuk su (Pozitif Hint Okyanusu Dipolü) diğer ucunda sıcak şu kütlesi (Negatif Hint Okyanusu Dipolü) var.  Üç beş senede bir bu döngü rüzgarlar nedeniyle yer değiştiriyor. Sıcak su Avustralya kıyılarına geldiğinde buharlaşma oluyor ve kıta bolca yağmur aldığında Afrika'da kuraklık oluyor. Soğuk su kütlesi Avustralya'ya geldiğinde ise buharlaşma olmadığı için  kuraklık dediğimiz dönem başlıyor ve Afrika, Hint okyanusu boyunca olan kıyı şeridi bolca yağmur alıyor.  Bu tamamen doğal bir olaydır ve milyonlarca senedir böyle devam ediyor. Fakat son yıllarda bilim insanlarının çokça konuştuğu Küresel Isınma nedeniyle bu doğal döngüde öz dengesini kaybetmeye başlamış ve soğuk su kütleleri Avustralya kıyılarında gerekenden fazla kaldığı için yağmur almayan kıt'ada kuraklık hala devam ediyor. Bunun sonucunda da yangınlar her zamankinden daha önce başlamış ve kurak havanın devam etmesi yüzünden gerekenden fazla sürünce şiddeti ve yayılma alanı her zamankinden daha fazla olmuştur. Avustralya'da kuraklığa neden olan bu doğal döngünün bozulması Afrika'nın gereğinden fazla yağmur almasına, bu yüzden de sel ve taşkınlar yaşamasına neden olmuştur. Zaten Avustralya'da bir "yangın mevsimi" kavramı vardır. Yangınlar yılın belli dönemlerinde başladığı gibi yine yılın belli dönemlerine kadar devam ediyordu. Oysa şimdi doğal sürecin dengesinin değişmesi sonucunda yangınların zamanı da uzamış oluyor.



Yangınların artmasının bir diğer nedeni yangın zamanı ortaya çıkan dumanın Güney Amerika üzerinden dolaşarak yeniden Avustralya üzerinde toplanması ve devam eden yangından çıkan dumanlarında ona katılarak "Pyro Cumulonimbus" ismi verilen bulutların oluşmasıdır. Bu bulutlardan çıkan şimşekler yeni bölgelerde yeni yangınların çıkmasının başlıca sebeplerinden biridir. Bu bulutların bir diğer özelliği ise sağanak yağışlardır ki oda kıt'anın farklı bölgelerinde taşkınlara ve sellere neden olabiliyor.

Sonuç olarak Avustralya'da ortaya çıkan yangınlar ve seller Allah'ın bir cezalandırması değil insanların yüzyıllardır tabiata verdiği hasarın sonucu olarak başımıza bela olan Küresel Isınma faktörüdür. Fakat bunlar daha iyi günlerimiz. Eğer doğaya saygı duymayı öğrenemezsek ve kendimizi doğadan üstün görmeyi bir kenara bırakmazsak çok daha ağır doğal afetler bizleri bekliyor.
Gezegenimiz bizim bazı eylemler sonucu bozduğumuz doğal dengeyi bir şekilde düzeltecek fakat korkarım ki düzeltmeye başladığı zaman insan ırkı toptan ortadan kalkacaktır. Zira doğanın kendini koruma mekanizması devreye girdiğinde onun ne kadar agresif olduğunu tarihteki olaylardan biliyoruz.

"Tabiatın isteklerini anlamazlıktan gelen, cezasını görür."
-Honore de Balzac

KUR'AN EVRENSEL Mİ?

Yazan: Kirpi


KUR'AN EVRENSEL Mİ?


Din tüccarlarının pazarladığı dinden yüz çeviren benim gibi insanlar Müslüman ve yahut farklı inançtaki insanlara onların kutsal diye kabul ettikleri kitaplarda bulunan çağ dışı şeyleri eleştirirken hep bunu o dönemin şartlarına göre ele alacaksın cevabını alıyorlar. Halbuki kendileri kutsal diye yutturmaya çalıştıkları kitapların evrensel olduğunu iddia ediyorlar. Bu yazımda Müslümanların evrensel kitabı olan Kur'an'ı ele alacağım. Unutmadan bunu söyleyeyim.  Müslümanlar İslami eleştiren kişilere hep Hristiyan ve Yahudi sıfatları vermeye çalışıyorlar. Eleştirilerine doğru düzgün cevap vermek yerine bizim gibi insanları İslam düşmanlığıyla suçlayıp Hristiyan özellikle de Yahudi propagandası yapmakla suçluyorlar.

Öncelikle bunu söyleyeyim eğer dediğiniz gibi bizler para karşılığı iş yapıyor olsak o zaman emin olun Hristiyanlar ve Yahudiler bizlere parayı İslami eleştirmek için değil İncili ve Tevratı övmek için verirler. Üstelik hiç bir dini kuruluş bir ateiste ve yahut deiste İslami eleştirmesi için para vermez. Zira o şahıslar İslama inanmadıkları gibi Hristiyanlığa ve Yahudiliğe de inanmıyor. İslami kötülemek için para veren birisi verdiği paranın karşılığını ister. Oysa bizler İslami bırakın, İncile ve Tevrat'a veya diğer kutsal kitaplara inanın gibi bir şey söylemiyor hatta onların da insan ürünü olduğunu anlatıyoruz. Özet olarak İslam karşıtı dini kurumlar parayı onlara getiri sağlayacak kişilere verir. Kendileri de dahil tüm dinleri  kabul etmeyen kişilere değil. Benim İslamı neden eleştirdiğime gelince, ben Müslüman ailede İslami propagandayla büyümüş biriyim. İslamı en az hocalar kadar iyi bilirim. Mantıken dinden çıkarak ateist olmamdan dolayı eleştirdiğim dinin İslam olması gayet normal. Zira eski bir Hristiyan olsaydım tabi ki ateist olduktan sonra Hristiyanlığı ve İncili eleştirirdim. Örneğin bu gün Avrupa'da Hristiyan ailelerde büyüyüp sonrasında ateist olan insanlar İncili eleştiriyor.

Konumuza dönecek olursak Kur'an'ın evrenselliği yalnızca Müslümanların işine geldiği kadardır. Kur'an yenilenmeli, İslam güncellenmeli diye beyanda bulunan insanlara "Kur'an evrenseldir, tüm zamanlara hitap eder diye bağıran kişiler yine Kur'an'ı gericilikle ve çağ dışılıkla suçlayan insanlara "dönemine göre ele alacaksın" diye bağırıyorlar. Bu tam bir trajikomedidir.

EVRENSELLİK NEDİR?

Evrensellik, anlayış düzleminde, hem bilgi hem de siyasal alanlarda genel geçer ilkelerin var olduğunu öne süren ve bu ilkelerin her yerde mutlak geçerliliğini savunan bir anlayış biçimidir. Bu yaklaşım, gerçekliğin bir bütün olduğunu ve onun bilgisinin de bir bütün olarak var olması gerektiğini öne sürer. Yani bir şeyin tüm insanlar tarafından kabul gördüğü anlamına gelir.

Dünyada evrensel diyebileceğimiz şeyler vardır elbet. Mesela futbol kuralları. 22 kişinin bir topun peşinde koşması gerektiği kuralı evrenseldir. Fakat evrensel olmayan ve hiç bir zamanda olamayacak kurallar da vardır. Misal verecek olursak ahlak ve etik kurallar. Bunun nedeni  toplumların yaşam tarzıdır. Her coğrafyanın ve her zamanın toplumunun farklı yaşam standartları olduğu gibi farklı örf ve adetleri vardır. Örneğin İslamdan önce Türk toplumlarında kadınlar en az erkekler kadar eşit haklara sahiptiler. Bir Türk kadını beğendiği bir erkeğe elçi düşebiliyordu. Yönetim konusunda da topluma liderlik yapan erkeğin eşi en az kocası kadar söz sahibiydi. Fakat İslamın Türk toplumuna karışmasından sonra kadınların eşitliği ve yönetimdeki konumları arka plana atıldı.
Kadın evde kocasıyla çocuklarıyla ilgilenen, kirlileri yıkayan, yemek yapan bir canlı haline geldi. At belinde savaş meydanlarında dolaşan Türk kadınları kocasının izni olmadan evden çıkamayan hale geldi. Toplum içinde gülmesi hatta saçının bir telinin bile gözükmesi ahlaksızlık olarak nitelendirilmeye başladı. Gördüğünüz gibi bir toplum farklı bir etnik gurupla kaynaşması sonucu bir zamanlar ahlaki olarak kabul ettiği şeyleri şimdi ahlaksızlık olarak nitelendirebiliyor. Bir zamanlar yerde sofra kurarak elle yemek yiyen insanlar farklı medeniyetlerle temasları sonucu artık bu davranışı etik olarak göremeyebiliyorlar.

KUR'AN'IN EVRENSELLİĞİ

Tüm kutsal sanılan kitaplarda olduğu gibi Kur'an'da da evrensel olan şeyler vardır elbet. Örneğin nadir olsa bile iyiliği anlatan ayetleri evrensel olarak kabul edebiliriz. Fakat bu bir ayrıcalık değildir. İnsanların iyilik yapmasının Allah'la dinle bir alakası yoktur. Bu tamamen bir ego ve iç güdü meselesidir. Örneğin samimi olmayan ve gösterişi seven insanlar egolarını tatmin edebilmek için iyilik yaparlar ve çevrelerindeki insanların bu iyiliği görmeleri için ellerinden geleni esirgemezler. Hiç bir politikacı kötü insan diye anılmak istemez değil mi?  Bu tamamen kendine bir iyi insan imajı çizmek içindir. İyiliği saklı olarak yapanlarsa bunu bir iç güdü olarak yaparlar. Zira sürekli olarak kötülük yaptıkları halde bir gün birisinin çıkıp ona kötülük yapacağını bilirler. Nitekim sürekli olarak kötülük yapan insanların feci sonlarını tarihten biliyoruz. İyilik ve kötülük yapan insanlar dinler ortaya çıkmadan önce de vardı ve emin olun dinler yok olsa bile yine var olmaya devam edecekler. Çünkü bizim iyilik ve kötülük dediğimiz şeyler insanların kendilerini koruma mekanizmasının bir parçasıdır.

Kur'an'a gelecek olursak Kur'an evrensel değildir. Bunun nedeni içerisinde tarihi dönemine ait şu an uygulayamayacağımız kuralların olmasıdır. Bunlar hem teknolojik hem sosyolojik hem de ahlaki kurallardır. Misal verecek olursak:

Şûrâ Suresi 33. ayet: O, dilerse rüzgarı durdurur da onlar denizin üstünde durakalırlar. Elbette bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.

Ayette gemiyle yolculuk yapan insanlara bir uyarı yapılıyor ve dilersem rüzgarı durdururum, sizde ilerleyemezsiniz diyor. Bunu söyleyen tanrının gelecekten haberi yok demektir. Günümüz motorlu deniz taşıtları rüzgara gerek duymaksızın suyun üzerinde hareket ediyorlar. Şimdi sen bu ayete evrensel diyerek motora sahip bir geminin kaptanını korkutmaya kalksan adam en azından güler geçer. Bu ayeti kurtarmak için Müslümanlar "bu dönemin gemicilerine ait bir ayet" diyorlar. O zaman soruyorum sizlere "günümüz denizcilerini korkutan ve muhatap alan bir ayet yok mu?" Evrensel olan kitapta geçmişin denizcilerini muhatap alan ayet olduğu gibi günümüz denizcilerini de muhatap alan ayetlerin olması gerekmez mi? Başka bir örneğe bakalım:

Bakara Suresi 228. ayet: Boşanmış kadınların kendileri (evlenmeden) üç ay hali (hayız veya temizlik müddeti) beklerler. Eğer onlar Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanmışlarsa, rahimlerinde Allah'ın yarattığını gizlemeleri kendilerine helâl olmaz…

Ayette boşanan kadının başka bir erkekle evlenmeden önce boşandığı eski kocasından hamile olup olmadığının netleşmesi için 3 ay beklemesi emrediliyor. Bakın bu açık ve net olarak bir emirdir. Allah'ın net olarak koyduğu zaman dilimine kimse istişare yaparak tarih belirleyemez. Fakat günümüz teknolojisinde üç ay beklemeye gerek yok. Boşanmış bir kadın beş dakikada ultrason diye tabir ettiğimiz cihazın yardımıyla hamile olup olmadığını kolayca öğrenebilir. Şimdi 1400 sene önceki kadına üç ay bekle diyen evrensel Kur'an'ın 21 yüzyılda ultrasondan haberi olan kadına da hitap eden bir ayetinin olması gerekmez mi? Bir diğer örneğe geçelim:

Lokman Suresi 34. ayet: Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez.

Bu ayet çok ilginç. Zira yalnız Allah'ın bileceği işler olarak saydığı  hususların günümüzde böyle olmadığını görüyoruz. Şimdi bu üç hususu tek tek ele alalım.

1-Yağmuru o yağdırır yani Allah. Bu, dönemin insanları için kabul edilebilir bir şey fakat günümüzde kabul edilemez. Örneğin yapay yağmur diye bir şey vardır.

Yapay yağmur (suni yağış veya yağmur bombası), mevcut buluttan insan müdahalesi ile yağış elde etme yöntemidir. Temel hedef; enerji ihtiyacını karşılamak, kurak bölgelere su temin etmek, sisi dağıtmak[1], hava olaylarını kontrol altına almaktır. Temeli, yağışa uygun sıcaklıkta olan bulutlara yoğunlaşma çekirdeklerini dışarıdan suni olarak vermektir.
Çalışmalara 1940'lı yıllarda gümüş iyodür kullanılmasıyla başlanmıştır. 1960'li yıllarda ABD tarafından geliştirilen sistem günümüzde 24 ülke tarafından uygulanmaktadır. Türkiye'de 1990'larda İSKİ tarafından İstanbul'da ve değişik zamanlarda İzmir ve Ankara'da yapay yağmur uygulanmıştır[2][3].

2- Rahimlerde olanı o bilir kısmı da evrensel değil. Evrensel olabilmesi için tüm zamanlarda bunun böyle olarak kalması gerekirdi. Yani Allah'tan başka kimsenin rahimde olanı bilmemesi gerekirdi. Fakat yine ultrason ve benzeri cihazlar yöntemiyle kolay bir şekilde rahimde olan bilinebiliyor.

3- Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez söylemi de evrensel değildir. Bu gün istatistikleri araştıran kurumlar firmaların ve devletlerin kar paylarını önceden öngörebiliyor. Örneğin devlet bir proje başlattığında önceden ne kadar yatırım yapacağını ve projenin yılda ne kadar kar getireceğini hesaplayabiliyor. Demek ki yarın ne kazanılacağını bir tek Allah değil ekonomistler de bile biliyor.

Örnekleri çoğaltıp sizleri yormak istemem. Hepiniz küçük bir araştırma yaparak Kur'an'da bunun gibi onlarca örnek bulabilirsiniz. İşin garip tarafı Kur'an'ın kendisi bile evrensel olduğunu iddia etmemektedir. Zaten Kur'an'ın kendisi muhataplarının Mekke ve çevresinde bulunan insanlar olduğunu açık ve net bir şekilde söylemektedir:

En’âm Suresi 92. ayet: Bu (Kur’an), Mekke ve çevresindekileri uyarman için sana indirdiğimiz, kendisinden öncekileri doğrulayıcı mübarek bir kitaptır...

Sonuç olarak Kur'an evrensel olsa bile içindeki hükümler Mekke ve çevresindeki insanları muhatap alır. Arapça olarak indirilen bir kitabın muhatabının Türkçe konuşan bir insan olmasını düşünmek en azından saflık olur. Sizi bilmem ama ben saf değilim...

KUR'AN DEĞİŞTİRİLDİ Mİ?

Yazan: Kirpi
K, Kur'an değiştirildi mi?, Hafsa Kur'an'ı, Kur'an'ın derlenmesi, Kur'an'ın toparlanması, Kur'an korunuyor mu?, Keçinin yediği ayetler, Recm ayeti, Kayıp ayetler, din, islamiyet,

KUR'AN DEĞİŞTİRİLDİ Mİ?


Müslümanların da kabul ettiği gibi Kur'an Muhammed'in ölümünden sonra kitap haline getirilmiştir. Bazıları Kur'an'ın halife Osman döneminde bazıları da Ali tarafından derlenerek kitap haline getirildiğini iddia ediyor. İslamdan önceki semavi kitapların yani Tevrat ve İncil'in değiştirildiğini (Müslümanların iddiası bu) göz önünde bulundurursak eğer haklı olarak Kur'an'ın da ne kadar korunduğunu sormak gerekir. Nitekim ilahiyatçıların tartışmalarında bile bu konu gündeme gelmektedir. Örnek vermek gerekirse Ebubekir Sifil ve Abdülaziz Bayındır bir  programda Kur'an'ın değişmeden günümüze kadar ulaştığına dair tartışma yapmışlardır fakat hiç biri Kur'an'ın değişmediğini Kur'an dışında farklı bir kaynakla ispat edememişti. Bildiğiniz gibi bir kitabın değişmeden günümüze geldiğini iddia edip sonra bunu aynı kitaptan kanıtlamaya çalışmak tamamen saçmalıktır. Müslümanlara Kur'an'ın değişmediğini bize ispat edin dediğimizde her zaman Hicr süresinin 9 ayetini söylerler:
Şüphe yok ki Kur'an'ı biz indirdik ve şüphe yok ki onu mutlaka koruyacağız.

Kur'an'ın değişmediğine Kur'an'dan bir ayet okuyarak inanan Müslümanlar ne hikmetse diğer semavi kitaplara bu şansı tanımıyorlar. Nitekim İncilde'de onun korunduğuna dair ilgili ayetler vardır:
“Size doğrusunu söyleyeyim: Yer ve gök ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden Kutsal Yasa`dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile yok olmayacak!”  Markos / 13-31
Hatta tarihi ve arkeolojik delillerde bunu ispatlıyor. Örnek verecek olursak eğer Ortadoğu'da, bilhassa Mısır kumlarının altında binlerce yıl saklı kalan çok sayıda Kutsal Kitap nüshası keşfedilmiştir. Mesela, 1947 yılında bir Müslüman çoban Filistin'de Lut gölü yakınlarında bulunan bir mağarada 500'den fazla eski el yazmasına rastlamıştır. Bunlardan 100 kadarı M.Ö. 2.yüzyıla ait Tevrat ve Zebur'un çeşitli kısımlarının nüshalarıdır. İngiltere'de Manchester John Rylands Kütüphanesinde muhafaza edilen bu nüshaların metni bugünkü Tevrat ve Zebur'un metninden farksızdır.

M.Ö. 5.yüzyılda Yahudilikten ayrılan Samiriyeliler mezhebi, o zamandan bu yana Yahudilerden tamamen bağımsız olarak Tevrat'ın ilk beş kısmını (Tekvin, Çıkış, Levililer, Sayılar ve Teşniye) okuyorlar. Onların ve Yahudilerle Hıristiyanların Tevrat metinleri aynıdır.
Bundan başka, M.S. 90 yıllarında Roma'daki Mesih İnanlılarının önderi Klement, M.S. 110 yıllarında ölen Loyolalı Ignatius, Polikarp (M.S. 70-156), Yustin (M.S. 100-163), İreneyus (İrinaios) (M.S. 130-200) ve başka birçok eski Mesih İnanlısı bilginin hala mevcut olan eserlerinde İncil'in hemen hemen her ayeti aktarılmıştır. Ayrıca İncil'ín M.S. ilk altı yüzyılda (yani, Muhammed'in zamanında önce) yapılan ve hala mevcut olan Latince, Süryanice, Kıptice, Ermenice, Gotça ve Gürcüce çevirileri vardır. Çeviri hataları hariç, bunların hepsi asıl Grekçe İncil'den farksızdır.
Tabi bunlar İncil'in kutsal olduğunu veya gerçekten tanrıdan gelen mesajlar olduğunu ispatlamaz. İncil'de tüm diğerleri gibi insan ürünüdür. Neyse, konumuza dönelim.

Tüm bunlara rağmen Müslümanlar hala Kur'an'dan başka tüm kutsal kitapların değiştiğini iddia ediyorlar. İşin komik tarafı Kur'an'ın değişmediğini ispat eden delilleri yok. Bunun aksine İslami kaynaklarda Kur'an'ın derlenme ve kitap haline getirilme aşamasında çok sayıda ayet ve sürelerinin yok olduğuna dair bilgiler var. Örnek verecek olursak:

قال أبو عبيد حدثنا إسماعيل بن إبراهيم عن أيوب عن نافع عن ابن عمر قال لا يقولن أحدكم قد أخذت القرآن كله وما يدريه ما كله قد ذهب منه قرآن كثير ولكن ليقل قد أخذت منه ما ظهر
İsmail b. İbrahim bana Eyyüb’den, o Nafi’den, o da ibni Ömer’den anlattı, dedi ki: “Sizlerden hiç kimse “Kur’an tümüyle elimdedir” demesin! Bilemez ki, Kur'an'ın çoğu yok olup gitmiştir. Fakat “zahirde ne kadarı var o elimdedir” desin”
[Ebu Ubeyd, “Fedailül Kur’an”, 2/146, hadis 699]

Hadisin senedinde yer alan tüm raviler nasibi rical ilmine göre güvenilir ravilerdir. Ravilerin her biri hakkında rical kitaplarından bilgi vererek konuyu uzatmayacak, aksine onların “Sahih-i Müslim”in ravileri olduklarını belgelemekle yetineceğim. Müslim “es-Sahih”de yukarıda aktardığımız hadisin senedi ile bir hadis rivayet etmiştir ve bunu da kaynaklarda belirttim.
[Müslim, “es-Sahih”, 2/1016, Hac kitabı, hadis 1399]

Gördüğünüz gibi Kur'an'ın çoğu yok olup gitmiştir hadisini nakleden kişiler öyle sıradan kişiler değil, rical ilmine göre güvenilir kişilerdir. Hatta Müslim bile kendi kitabında bu kişilerden sahih diye hadisler rivayet etmiştir.

İLK KUR'AN NÜSHALARI

Müslümanlar Kur'an'ın Muhammed döneminde taşlara hurma yapraklarına kemiklere yazıldığını iddia ediyorlar. Fakat bu nüshaların hiçbiri günümüze kadar ulaşmamış. Çok ilginç. Zira Muhammed'den önce olan Antik Yunandan, Antik Mısırdan, Antik Çin'den, Orhun Kitabelerinden vs. günümüze kadar yazılı belgeler ulaşmasına rağmen ne hikmetse Muhammed dönemine ait tek bir yazılı kaynak yok. Hatta Muhammed'den 4000 sene önce yaşamış Sümerlerin Akadların  bile günümüze ulaşan orijinal belge ve kaynakları var. Bizlerin yani gayrimüslimlerin Kur'an'ın değişmediğine inanmamız için Muhammed dönemine ait bir orijinalini günümüz mushaflarıyla karşılaştırmamız gerek. Fakat Kur'an derlenerek kitap haline getirildikten sonra tüm orijinal metinlerin yaktırıldığını iddia edenler yine Müslümanların kendileridir. Bu durumda Kur'an değişmedi demek en azından mantık hatası olur.

Bir rivayete göre Kur’an sayfalarının tümünün peygamberin evinde bir arada bulunduğu ve dağınıkken bir araya getirilip, içinden eksilen olmasın diye ortasından iple bağlanmış olduğu söylenir. Ayrıca sürelerin kurra denilen hafızlarca ezberlenerek korunduğu belirtilir. Kur’an’ı kaç hafız ezbere biliyordu?

Amr Îbnu’l-Ass anlatıyor: Peygamberin “Kur’an’ı dört kişiden alın; Abdullah İbn Mes’ud’dan, Salim’den, Muaz’dan ve Ubeyy İbn Kab’den” dediğini işittim. (Buhari, Fadailü’l-Kur’an 8.)

“Muhammed öldüğü zaman Kur’an’ı bütünüyle ezberlemiş olan dört kişi vardı. Ebu’d-Derdâ, Mü-âz İbn Cebel, Zeyd ibn Sabit ve Ebû Zeyd.” (Buhari, e’s-Sahih, Kitabu Menakibi’l Ensâr /17, s.229)

Malik oğlu Enes’e; “Peygamber döneminde Kur’an’ı tümüyle ezberleyenler kimlerdir?” diye sordum. Şu karşılığı verdi:‘Dört kişi. Tümü de Medineli. Ubeyy İbn Ka’b, Müâz ibn Cebel, Zeyd ibn Sabit ve Ebu Zeyd (Buhari a.g.e, Müslim 2465. hadis. )

Bu 3 hadisten 7 isim ortaya çıkıyor. Abdullah, Ebu’d Derda, Ubeyy, Muaz, Zeyd ibn Sabit, Salim ve Ebu Zeyd.

Muhammed’in ölümünden sonra dinden dönme hareketleri ve isyanlar başlar. Dinden dönenlerle ve İslam devletine isyan edenlerle savaşlar başlar. Bu savaşlar sırasında Ömer, halife Ebubekir’e gelip; “Kurra`nın da katılmış bulunduğu Yemame savaşları şiddetlendi. Ben her yerde kurraları tüketeceğinden, onlarla birlikte Kur`an`nın da çokça zayi olacağından korkuyorum. Bu sebeple Kur`an`ın cem edilmesini emretmeni uygun görüyorum!” der. Ebubekir de ona: “Resulullah`ın yapmadığı bir şeyi nasıl yaparım?” diye cevap verir. Ancak Ömer ‘in ısrarlarıyla ikna olur ve Zeyd İbn Sabit’e Kur’an’ı toplatma görevini verir.
(Buhari, Fidailu'l-Kur'an 3,4 Tefsir, 9/20, Ahkam 37; Tirmizi Tefsir, 9/3103)

Zeyd, kumaş parçaları, hurma yaprakları, düz taş parçaları ve ezberlemiş olanların hafızalarından Kur’an’ı toplamaya başlar. Bir ayetin geçerli olabilmesi için 2 tanık olması şartı ile hareket eder. Ama Tevbe süresinin son kısmını sadece Hüzeyme`de bulduğunu ve tek tanıkla kabul ettiğini söyler. Neticede 1 yıl içinde toplanan kitap Ebubekir `e, o ölünce Ömer`e, o da ölünce Hafsa’ya emanet kalır. (Kütüb-i Sitte, hadis no: 944)

Derlenerek toplanan bu ilk mushafın bile tartışmalı olduğunu bizlere anlatan yine İslami kaynaklardır. Zira Recm ayetiyle ilgili tartışmalar olmuştur bazıları bunun Kur'an'dan olduğunu savunmuşlardır.
Aişe (r.a.) der ki : Peygamber vefat edinceye kadar recm ayeti okunurdu.
(Müslim c. 4. s. 167, Tirmizî, c.2, s.309)

Aişe (r.ah) nakleder: “Recm ve büyüklerin ön defa şut emzirmesi (nin süt kardeşliği oluşturacağı) hususundaki ayetler benim yatağımın altında bulunan bir sayfa üzerinde yazılı idi. Peygamber vefat edince Peygamber’in vefatıyla meşgul olduk da keçi gelip onları yedi.”
(Dar-e Kutni, c.4, s.105, İbn-i Mâce, c.1, s.625)

Bundan başka Kur'an'ın şu anki halinde bulunan sureler hakkında bile tartışmalar olmuştur.
Ubeyy b. Kab bana şöyle dedi: “Ey Zerr, Ahzab suresini kaç (ayet) olarak okuyorsun?” Ben de “Yetmiş üç” dedim. O zaman şöyle dedi: “Oysa Bakara suresine benziyordu; Ya da ondan da uzundu. Biz onda recm ayetini de okuyorduk.”
Bir nakilde ise şöyle geçer: “O (Ahzap süresinin) sonunda şöyle diyordu: “Evli erkek ve evli kadın zina ettiklerinde, onları elbette recm edin! Allah’tan bir ceza olarak; ve Allah Aziz ve Hekim’dir!! (Kenz-ül Ümmâl, c.2, s.567, Ed-Durr-ül Mensûr (Suyûtî), c. 5, s180)

Eğer bu kaynaklarda söylenenler doğruysa günümüz Kur'an mushafındaki Ahzab suresinden 200'ü aşkın ayet eksilmiştir.

1370 YILLIK KUR'AN

2015 yılında İngiltere'deki Birmingham Üniversitesi'nde dünyadaki en eski Kur'an-ı Kerim olabileceği düşünülen kitaptan bazı bölümler bulundu. Müslümanlar bulunan bölümlerin Karbon 14 tarihleme testine tabi tutulduğunu ve en az 1370 yıllık olduğunu söylediler ve bunu bir delil olarak ortaya atmaya başladılar. Oysaki meselenin asli öğle değil, bu tamamen çarpıtma bir haberdir.

Yapılan tahliller, parşömenin yüzde 95 olasılıkla, 568 ile 645 yılları arasındaki dönemden kalmış olduğunu gösteriyor. Birmingham Üniversitesi özel koleksiyonlar bölümü başkanı Susan Worrall, araştırmacıların, kitaptan geriye kalmış bölümlerin bu denli eski olabileceğini "hayal bile edemediklerini" söylüyor.

Bu haberde dikkat edilmesi gereken iki şey var. Birincisi Müslümanlar evrimle alakalı konularda Karbon 14 tarihleme testine itibar etmedikleri halde Kur'an'ın yaşıyla ilgili konuda her ne hikmetse düşünmeden inanabiliyorlar. İkinci husus ise Karbon 14 testinin ortaya çıkardığı tarih parşömenin 568 yılıyla 645 yılı arasına ait olduğunu söylüyor. Bu ne anlama geliyor? Yani bu yıllardan 568 yılı doğruysa o zaman bahsi geçen Kur'an Muhammed doğmadan önce yazılmış, zira Muhammed'in doğum tarihi 570 senesidir.

Yani anlayacağınız bulunan Kur'an sayfaları Muhammed doğmadan 2 sene önce yazılmış olabilir. Söz konusu buluşla ilgili Tarihçi ve "The Shadow of The Sword" (Kılıcın Gölgesi) adlı kitabın yazarı Tom Holland İslam'ın kökenine ilişkin bilgilerin şüpheli hatta yanlış olduğuna ilişkin bulguların artmakta olduğunu söyledi."
Holland, 'Bu, en hafif ifadesiyle, Kur'an'ın nasıl ortaya çıktığını kesin olarak bildiğimiz düşüncesini sarsıyor ve bunun Muhammed ve sahabeleri üzerinde de etkileri olabilir' diyor.

Kısaca özetleyecek olursak İngiltere'de bulunan Kur'an bir daha Muhammed diye birinin yaşamadığı  iddialarını gündeme getiriyor. Fakat bu mevzuyu başka bir yazımda detaylı bir şekilde ele alacağım.

MUHAMMED’İN ÖLÜM EMİRLERİ: SUİKASTLER

Yazan: Serdar Kaangil


NADİR BİN HARİS’İN ÖLDÜRÜLMESİ


Nadir, Muhammed’in akrabalarındandı. Kureyşliler içinde zeki ve aydın bir insandı. Muhammed’in büyük bir iş peşinde olduğunu düşünüyor ve ona inanmıyordu.

Hicretten önce Nadir, Kuran ve Muhammed’in peygamberliği ile ilgili olarak halkı uyarır ve onun sahte bir peygamber olduğunu söylerdi. Onun bir kahin, sihirbaz veya şair olmadığını ama “aileleri ve insanları birbirine düşman eden bir büyücü” olduğunu iddia ediyordu.
(İbn Hişam, cilt 1. s.399)

Aynı eserin 320-321. sayfasında Nadir b. Haris’in şöyle konuştuğu yazılıdır :

“Bu adama karşı çıkma yolunuz sizi bir yere götürmez. O sizin aranızda yaşamakta. Şimdiye dek ahlâken en iyi olanınızdı; aranızda yaşayan en doğru, en dürüst ve emin kişi oldu daima. Siz tutmuş, onun bir kahin, sihirbaz, şair ve mecnun olduğunu söylüyorsunuz. Kim inanır buna? Ahali, bir kahin nasıl konuşur bilmiyor mu? Bir şairin, bir mecnunun halini tefrik edemez mi halk? Bu ithamların hangisini Muhammed’e yamayabilirsiniz ki halkın dikkatini ondan kaçırabilesiniz. Bakın! Ben size onunla nasıl baş edeceğinizi söyleyeyim.”

Sonra Irak’a gitti ve oradan” İran kisraları”, “Rüstem ve İsfendiyar’la ilgili masallar” vb. hikayeleri topladı ve Muhammed’in getirdiği Kuran’ın bunlardan farkı olmadığını anlatmaya başladı. “Bunlar da Muhammed’in söylediği türden şeylerdir. Üstelik ben onun gibi peygamberlik iddiasında bulunup, Allah’dan vahiy aldığımı da ileri sürmüyorum. Kur’an, bunlar gibi eskilerin masallarından başka bir şey değildir” diyordu.
İslam Tarihi, Asım Köksal, cilt 1-258

Aşağıdaki ayetin Nuzül sebebinin bu olduğu söylenir:

Lokman suresi 6.ayet: İnsanlardan öylesi var ki, herhangi bir ilmi delile dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için boş lafı satın alır. İşte onlara rüsva edici bir azap vardır.

Bedir savaşında esir düştü. Nadir’ı esir alan Mikdad b. Esved’di. Muhammed, Nadir’ın öldürülmesini emredince Mikdat fidye alamayacağı için, “Ya Resulallah, o benim esirimdir” dedi. Muhammed, “O Allah’ın kitabı hakkında ileri geri konuşuyordu” dedi ve öldürülmesini emretti. Mikdat tekrar, “Ya Resulallah, o benim esirimdir” dedi. O zaman Muhammed, “Allah’ım Mikdat’ı lütfunla zengin kıl” diye dua etti. Miktad, “İstediğim buydu” dedi. Nadir’in başı Ali tarafından kesildi. Onunla birlikte birçok esir de öldürüldü. Kureyş’in ileri gelenlerinden Ukbe bin Muayt da fidyesi kabul edilmeyerek öldürülenler arasındaydı.

Ukbe’nin Mekke döneminde birgün Muhammed’i boğmak istediği, bir başka gün namaz kılarken yüzüne hayvan işkembesi attığı, bu nedenle affedilmeyip öldürüldüğü rivayet edilir.

EBU AFAK’IN ÖLDÜRÜLMESİ (624)
Medine’deki şairlerden ve Muhammed’e inanmayanlardandı. Yahudi olduğu iddia edilir.Bedir Savaşının akabinde yazdığı söylenen şiirinde şöyle der:

Uzun yıllar yaşadım ama Kayla Oğulları gibi bir araya geldiklerinde üstlendikleri şeyi yapma ve müttefikleri konusunda onlardan daha sadık olan,
dağları deviren ve hiçbir zaman boyun eğmeyen,
bir topluluk ya da halk görmedim.
Onlara gelen bir atlı onları,
Her konu hakkında
“Haram” ve “Mübah”diyerek ikiye ayırmıştır.
Yüceliğe ve krallığa inansaydınız Tubba’yı izlerdiniz.
(Ibn Ishaq, Sirat Rasul Allah, p.675)

Tubba: Daha önce aynı toprakları işgal eden Yemenli bir yöneticiydi ve Kayla oğulları ona karşı direnmişlerdi.
İbn Sad’în kitabı Tabakat el-Kebir’de (Cilt 2 Sayfa 32) Ebu Afak’ın öldürülmesi şöyle anlatılır:

“…bundan sonra Allah’ın elçisi Hicretten sonraki 20. ayın başlangıcında Salim İbn Umeyr el Amr’ının Yahudi olan Ebu afak’a karşı seriyyesi gerçekleşti. Ebu Afâk, Beni-Amr ibn Avf’dandı ve 120 yaşına gelmiş olan ihtiyar bir adamdı. Yahudiydi ve insanları Allah’ın elçisine karşı kışkırtıyordu ve Muhammed hakkında alaycı şiirler yazıyordu.

Muhammed bu şiirleri duyunca “Bu alçak adamı benim için kim öldürecek” diye sorar.

Bedir savaşına katılmış olan Salim ibn Umeyr “Ya Ebu Afak’ı öldürmeye ya da onunla birlikte ölmeye yemin ediyorum” dedi. Bunun için fırsat kollamaya başladı ve bir gün hava çok sıcakken Ebu Afak dışarıda açıkta yattı. Bunu bilen Salim ibn. Umeyr kılıcını onun ciğerine sapladı ve kılıç yatağa değene kadar üzerine abandı. Allah’ın düşmanı bağırdı ve insanlar onun yanına koştular ve sonra evine götürüp onu gömdüler.”

ESMA BİNT MERVAN’IN ÖLDÜRÜLMESİ (624)
Yezid b. Zeyd’in eşi ve 5 çocuk annesiydi. Beni Khatma kabilesindendi ve şairdi.

Bu kabilede de Muhammed’e sadık müminlerin sayısı artmıştı. Buna karşın inanmayanlar da çoktu. Asma b. Mervan da Muhammed’e inanmamakta ve onu yazdığı şiirlerle eleştirmekteydi.
Muhammed, Asma’nın aleyhindeki şiirlerini ve konuşmalarını haber almaktaydı. Anlaşılan o ki, Muhammed aleyhine okuduğu şiirleri kendi kabilesinden Muhammed’e ileten ajanlar vardı.

Ebu Afak’ın öldürüldüğünü duyunca üzüntüsünü şu dizelerle şiire döker:

Malik, Nebit, Afvoğulları!
Düşman üzerine atılarak birbirinizle yarışarak yürüyün
Düşman üzerine atılarak yürüyün Hazrecoğulları!
Sizler, sizden olmadığı halde yanınıza gelen yabancıya itaat ettiniz
O’na boyun eğdiniz ki, o ne Mu’dar’dandır ne de Mezhic’dendir.
Başları kestikten sonra hala ondan pişmiş çorba umar gibi umut içindesiniz
Ondan bir şey uman aldanır, umutlar boşunadır!

Muhammed Asma’nın bu şiirlerine öfkelenir ve öldürülmesine karar verir.

“Kim beni Mervan’ın kızından kurtaracak?” diye sorduğunda;
Adiyy b. Hareşe isminde (gözleri görmeyen) bir Müslüman bu göreve talip olur. Muhammed’in adamları Bedir’den döndükten sonra Adiyy ile birlikte Ramazan’ın yirmibeşinci gecesi o kadının evine giderler. Evdekiler uykudadır. Asma, çocukları ile birlikte yatmakta olup, hatta bir bebeği de onun üstüne uzanmış durumdadır. Adiyy eliyle yoklayarak bebeği kenara çeker ve gözleri görmemesine rağmen kılıcını Mervan’ın göğsüne dayayıp yüklenir ve kılıç Mervan’ın arkasından çıkar.

Sabah olunca gelip Muhammed ile birlikte namaza durur.
Muhammed onu tedirgin görünce “Ya Umeyr Mervan’ın kızını mı öldürdün ?” diye sorar.
O da “Evet ya Rasulullah, acaba hata mı ettim?” diye cevap verir.
Muhammed “Hayır onun için iki keçi bile birbiriyle toslaşmazdı” der.

Başka kaynaklarda Muhammed’in söylediği son söz şöyledir :
“Onun kanı hederdir, sorup karşı çıkacak kimse yoktur” .
(Mahmud Esad- İslam Tarihi “Tarih-i Din-i İslam” Sayfa – 550-551)

Ömer “Tebrikler doğrusu, böyle kör bir şahıs böyle mühim bir hizmette bulunsun” deyince Muhammed cevap olarak, “ Ya Ömer, kör deme, O gerçeği gören mert bir kişidir. Habersizce Cenab-ı Hakk’a ve Resulü’ne yardım etmiştir” der. Muhammed böyle başarılı bir işi “kör” olmasına rağmen yerine getirdiği için Adiyy b. Hareşe’ye Umeyr yani “gözleri gören” ismini takar.
(İbn İshak Allah’ın Resulü’nün Sireti (S.675-676); İbn Sad “Tabakat el-Kebir” (Cilt 2 Sayfa 31); Necip Fazıl Kısakürek, Çöle İnen Nur, Büyük Doğu Yayınları, 13. basım, s. 246); İbn Hişam, Siret, 2/636-37; İbn Kesir, es-Siretu’n-Nebeviye,4/438)

Bu cinayetten bir gün sonra Khatma kabilesinin tamamı Müslüman olur.

ŞAİR KA’B İBN EL-EŞREF’İN ÖLDÜRÜLMESİ (624)
Ka’b Yahudi Nadiroğullarına mensup bir şair idi. Bedir Savaşında öldürülenleri duyunca “Vallahi, eğer Muhammed bu ulu kişileri öldürtmüşse yerin altı üstünden daha hayırlıdır.” (İbn Hişam, Es-Sîretü’n-Nebeviyye, s.124–127) Diyerek Mekke’ye gitti. Bedir’de öldürülenler için mersiyeler okudu, Mekkelilerle ağlaştı. Daha sonra tekrar Medine’ye döndü. Müslümanlar ve kendisi aleyhine okuduğu hicivli şiirlere Muhammed daha fazla dayanamadı ve onun öldürülmesi için suikast timi oluşturdu. (Sahih-i Buhari, 4:52:270)
Bu timin içinde Ka’b’ın süt kardeşi Ebu Naile Silkan da vardı. Muhammed’in olduğu yerde baba evladı, kardeş kardeşi, amca yeğeni tanımazdı ve tabii ki bir insanın süt kardeşinin de onu tanımaması normaldi.Suikast timi Evs kabilesindeki şu kişilerden oluşuyordu:
Ebu Nail Silkan (Ka’b’ın süt kardeşi)
Muhammed bin Mesleme
Abbad bin Bişr
Haris bin Evs
Ebu Abs bin Cebr
(TDV, İslam Ansiklopedisi, cilt: 24, sayfa: 3-4)

Suikast planı bir tuzaktı. Ka’b Nadiroğullarıyla birlikte kalede yaşıyordu. Önce Ka’b’la görüştüler ve ona Muhammed’den yakınarak kendilerinden vergi istediğini söylediler. Ondan borç istediler. Silahlarını rehin bırakmak üzere anlaştılar. Belirlenen zamanda tekrar gelmek üzere ayrıldılar. Sözleştikleri zamanda tekrar gelip Ka’b’a seslendiler. Eşinin kuşkulanıp uyarmasına rağmen Ka’b “ Onlar benim kardeşlerim, dostlarım” diyerek yanlarına iner.
Plana göre Mesleme, Ka’b’ın başını koklarken yakalayıp tuttuğunda diğerleri saldıracaktır.

Süleyman Ateş öldürülüş anını şöyle anlatıyor:

“Ka’b’ın üzerinde zırh olduğu için adama kılıç işlemiyordu. Muhammed İbn Mesleme, kılıcın ucunu Ka’b’ın göbeğinin altına koyup üstüne abandı. Adamın anüsüne kadar sapladı. Ka’b yıkıldı”.(S. Ateş- Kuran’a göre Hz.Muhammed’in hayatı. S.565)

Medine’de, Muhammed’e bağlılık ve sadakat bakımından birbirleriyle rekâbet halinde iki Müslüman kabile vardı. Evs’ler ve Hazreci’ler. Bunlardan biri Muhammed’e hizmette bulunsa, diğeri kıskanıp benzeri ya da daha iyi bir hizmette bulunma hevesindedir.

Ka’b’ın öldürülmesi Muhammed’i çok sevindirmişti. Bu yüzden Evs kabilesini övmüş olması Hazreci kabilesini kıskandırmıştı.

[Stillman, Norman (1979). The Jews of Arab Lands: A History and Source Book. Jewish Publication Society (Translation of Ibn Hisham's al-Sira al-Nabawiyya (The Life of The Prophet)). pp. 124–127. ISBN 978-0-8276-0116-1.]
[Montgomery Watt, W. "Ka'b ibn al-Ashraf". Encyclopaedia of Islam (Online ed.). Brill Academic Publishers. ISSN 1573-3912.]
[İbn İshak, Hz.Muhammed'in Hayatı]

İBN SUNAYNA’NIN ÖLDÜRÜLMESİ (624)
Süneyye olarak da tanınan İbn Sunayna Yahudi tacirlerindendi. Muhayise b. Mesud tarafından öldürüldü. Muhammed, Yahudi şairi Ka’b Eşref’in öldürülmesinden sonra “Yetkiniz altındaki her yahudiyi öldürün” emri vermişti ve bu emir üzerine Muhayissa, yakın ticari ve sosyal ilişki içinde bulunduğu Suneyna’nın aniden üzerine atlayarak onu öldürdü.

Muhayyısa´nın henüz Müslüman olmayan ağabeyi Huvayyısa b. Mes´ud ona vurmaya başladı ve:
“Ey Allah düşmanı! Onu öldürdün ha?! Vallahi, senin karnında onun malından pek çok içyağı vardır!” dedi.

Muhayyısa:
“Vallahi, onun öldürülmesini bana öyle bir zât emretti ki, eğer o seni öldürmemi de bana emretseydi, muhakkak senin boynunu da vururdum!” dedi.

Huvayyısa´nın İslâmiyete girmesine ilk sebep, bu cevap oldu.

Huvayyısa:
“Şaşılacak şey! Eğer Muhammed öldürülmemi sana emretse, gerçekten beni öldürür müsün?” dedi.

Muhayyısa:
“Evet! Vallahi, o senin boynunu vurmayı bana emretseydi, muhakkak, senin de boynunu vururdum!” dedi.

Huvayyısa:
“Vallahi, seni bu duruma getiren bir din, hayrete şayandır!” dedi ve o da Müslüman oldu.

İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 62, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 191-192, Taberî, Târih, c. 3, s. 5, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 3, s. 200, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1464, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 144, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 1, s. 301, Zehebî, Megâzî, s. 1 31, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 5.

EBU RAFİ’NİN ÖLDÜRÜLMESİ (624)
Ebu Rafi de Hayberli bir Yahudi tacirdir. Evs kabilesinin Şair Ka’b Eşref’i öldürmesini kıskanan Hazreci’ler, Ka’b kadar değerli birini öldürüp Muhammed’in gözüne girmek isterler. Akıllarına Ebu Rafi gelir. Gatafan kabilesini Muhammed’e karşı savaşa kışkırttığı ve tacir olduğu için faizle borç para verdiği vb. bir takım ithamlarla suçlayarak Muhammed’den öldürmek için izin isterler. Muhammed onu öldürtmek için Abdullah bin Atik’ komutasında bir tim oluşturur. Tim üyeleri:
Abdullah bin Atik
Mesud bin Sinan
Abdullah bin Üneys
Ebu Katede Haris bin Ribiy
Hüzai bin Esved den oluşan 5 kişilik bir fedai timiydi.

Ebu Rafi Hayber’de bir kalede yaşıyordu. Abdullah bin Atik’in süt annesi Hayberli olduğu için bu yöreyi çok iyi biliyordu.Abdullah İbn Atik kalenin içine sızmayı başarır ve bir ahıra saklanır. Herkes çekildikten sonra Atîk, Ebu Rafi’nin yatak odasına sızar.Ebu Râfi, karanlık bir oda içinde, ailesinin arasında uykuya yatmış bulunuyordu.
Abdullah b. Atîk; Ebu Râfi’in odanın neresinde olduğunu kestiremediğinden, anlamak için:

“Ebu Râfi !” diyerek seslendi.

Ebu Râfi:
“Kim o?” dedi.

Abdullah b. Atîk, ses gelen tarafa yaklaşıp ona kılıçla ilk darbeyi indirdi. Fakat, bir iş görememiş olmanın heyecanı ve dehşeti içinde kaldı.

Ebu Râfi çığlık koparınca, Abdullah b. Atîk, hemen dışarı çıktı.

Kısa bir müddet sonra, tekrar içeri girip sesini değiştirerek:
“Nedir bu feryad ey Ebu Râfi?” dedi.

Ebu Râfi:
“Anan Cehenneme! Sen seslenmeden önce, birisi bana oda içinde kılıçla vurdu!” dedi.

Abdullah b. Atîk, ona kılıçla bir darbe daha indirip iyice yaraladı. Fakat, yine öldüremedi.

Sonra, kılıcın keskin ucunu kamına basınca, Ebu Râfi arkasına devrildi.

Sahih Buhârî, c. 5, s. 26-28, Taberî, Târîh, c. 3, s. 6-7, Beyhakî, Sünenü´l-kübrâ, c. 9, s. 80, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 37-38, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 147-148, Zehebî, Megâzî, s. 285-286.

Suikast timindeki herkes Ebu Rafi’yi kendisinin öldürdüğünü iddia eder.

Bunun üzerine Muhammed, herkesin tek tek kılıcını kontrol eder. Öldürenin Abdullah b. Uneys olduğunu söyler, çünkü kılıcında kemik izleri görmüştür. Taberi’de olay şöyle anlatılır:

“Biz, yatağında bulunan (kocasına) kılıçlarımızla vurmaya başladık; gecenin karanlığında onu ancak ince ve beyaz Kıpti bezine benzeyen beyazından dolayı seçebildik… Biz ona kılıçlarımızla vurduktan sonra Abdullah bin Üneys kılıcını onun karnına saplayarak öbür tarafına geçirdi. Yahudi bu sırada: -‘Yeter, yeter’- diye bağırıyordu. Bundan sonra biz onun yanından çıktık.
Abdullah bin Atık’ın gözleri iyi görmüyordu, bu yüzden inerken basamaktan düşerek ayağını şiddetli bir surette incitti; onu yükleyerek çeşmeden akan şu çukuruna kadar götürdük. Biz o çukurda saklanacaktık. Kalede ateşler yakıldı, bizi her taraftan araştırmaya koyuldular. Ancak bizi bulmaktan ümidi kestikten sonra yaralının (Ebû Râfi’in) yanına dönerek onu her taraftan sardılar. O, onlar arasında can çekişiyordu. Biz, Tanrı düşmanının ölüp ölmediğini bilmek istedik.
Aramızdan biri: -‘Ben gidip anlar, ve bekleyerek onun haberini getiririm’- dedi; ve Yahudiler arasına karıştı. Yahudiler arasına karışan adam şöyle diyor: -Ben yanlarına geldiğim vakit Yahudilerin ileri gelenleri onun yanında toplanmışlar(dı); karısının elinde kandil vardı. O, kandilin ışığında kocasının yüzüne bakıyor, aynı zamanda toplanmış olan adamlarla konuşarak: -Tanrı adına and içerek teyit eylerim ki, İbn-i Atik’in sesini işitmiş gibi oldum, fakat sonradan kendi kendime "İbn-i Atik Medine’dedir, bu memlekete nasıl girebilir?" dedim.
Bu arada ben de yaralının yüzüne bakmak üzere yanına yanaştığım vakit karısı: "Yahudi ilâhına and içerek ölmüş olduğunu temine derim" dedi. Haber almaya giden arkadaşımız: -Bu söz benim için her şeyden daha hoştu- diyor.
O, bize İbn-i el-Hukayk’in (Ebû Râfi’i’n) ölüm haberini getirdi. Bundan sonra biz, arkadaşımızı (İbn-i Atik’ı) yükleyerek kaleden ayrıldık. Tanrı elçisinin katına gelerek Tanrı düşmanını öldürdüğümüzü haber verdik. Fakat onu hangimizin öldürdüğü hakkında aramızda ihtilâf baş gösterdi. Her birimiz onu kendisi öldürmüş olduğunu iddiâ ediyordu. Bunun üzerine Tanrı elçisi: -Haydi kılıçlarınızı gösteriniz- dedi. kılıçlarımızı getirdik; o, kılıçlara baktı ve Abdullah bin Üneys’in kılıcını gözden geçirdikten sonra: -Bu kılıcın sahibi onu öldürmüştür, ben bu kılıçta kemik izleri görüyorum- dedi” (Milli Eğitim Bakanlığı yayınları: Taberi, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, İstanbul, 1966, cilt II. sh. 365-6)

ÜSEYR BİN ZÂRİM’İN ÖLDÜRÜLMESİ (627)
Üseyr, Hayber Yahudilerindendi. Hicretin 6. yılında Muhammed, 3 kişilik bir heyeti Abdullah bin Rehava başkanlığında Hayber’e göndermişti. Rehava, Hayber’de 3 gün kaldı. Yahudilere başkanlık eden Üseyr bin Zarim’le görüştü. Döndüğünde Üseyr’in Gatafan kabilesini Müslümanlara karşı kışkırttığını Muhammed’e anlattı. Muhammed, Üseyr için planını yaptı ve Rehava’yı bu defa 30 kişiyle Hayber’e gönderdi. Muhammed’in kendisini Hayber’e vali olarak atadığını, kendisini görmek için Medine’ye beklediğini iletti. Teklife kanan Üseyr’le birlikte yola çıktılar. Yahudiler de 30 kişiydi. Hayber’e 6 mil mesafede bulunan Karkara’ya geldiklerinde Üseyr kuşkulandı, pişman olup gitmekten vazgeçti ve geri dönmek istedi. Bunu anlayan Abdullah İbn Üneys kılıcına davranıp onun ayağını kesti, Üseyr de elindeki değnek ile Abdullah b. Üneys’in başına vurdu. Üseyr’le birlikte 29 Yahudi kılıçtan geçirilerek öldürüldü. Bir kişi kaçtı. Üneys, Muhammed’e geldi ve Muhammed onun yarasını tükürerek iyileştirdi.
(Taberi–Tarih 3/155)
(William Muir, The life of Mahomet and history of Islam to the era of the Hegira, Volume 4, p. 17)
Mubarakpuri, The Sealed Nectar, p. 241
İbn Hişam & İbn İshak, Allah’ın Resulü’nün Sireti (Sirat Rasul Allah)

HALİD BİN SÜFYAN’IN ÖLDÜRÜLMESİ (625)
Hüzeyl Kabilesi (Beni Hüzeyl) Lihyanoğulları kolundandı. Muhammed, Halid b.Süfyan’ın kendisine karşı çarpışmak için adam topladığı istihbaratını alır ve Abdullah b.Üneys’e onu öldürmesi için talimat verir.
Abdullah, Muhammed’den Halid’i aldatmak için kendisini kötüleme konusunda izin ister. Muhammed de “istediğini söyleyebilirsin” der. Halid’in eşgalini tarif eder ve ekler:- O’nu gördüğünde şeytanı hatırlarsın. Onunla senin arandaki alamet; onu görünce kendinde bir ürperme ve korku hali bulursun.”Abdullah, aldığı talimat doğrultusunda Halid’in kabilesine doğru yola çıkar ve Urana vadisine ulaşır. Orada bir kadın çobanı görür ve Halid.b. Süfyan’ı sorar, o da “İşte buraya doğru gelen o” der. Halid Süfyan ona kim olduğunu sorar ve o da Muhammed’e karşı savaşmak istediğini ve kendisinin bu amaçla bir ordu oluşturduğunu duyduğu için onun yanına geldiğini söyler. Bunun üzerine Halid. Süfyan onu alır, götürür misafir eder. Yedirir, içirir. Herkes uykuya çekilince Abdullah bir punduna getirip Halid’i öldürür. Bu işe karşılık Muhammed ona bir asa hediye eder ve “Cennette kullanırsın” der.
Abdullah’ın vasiyeti üzerine bu asa kefenine sarılıp öyle gömülmüş.
Cennette kullanacak ya! :)

[Ahmed bin Hanbel, Müsned 3:496; Vâkıdî, 2:533; Ebu Davud, Sünen, hadis no: 1244, Darüsselam referans hadis no: 1249; Taberi, cilt 7]
[Ibn Hisham, Ibn Ishaq, The life of Muhammad: a translation of Isḥāq's Sīrat rasūl Allāh, p. 482]
[Gabriel, Richard A., Muhammad, Islam's first great general, University of Oklahoma Press, p. 126, ISBN 9780806138602, 2008]

NOT: Bu suikast listesi aslında aşağıdaki gibi oldukça uzundur, onları da başka makalelerde ele alacağım:
  1. Esma bint Mervân, Ocak 624 (suikast)
  2. Ebu Afek, Şubat 624 (suikast)
  3. El-Nâsır bin el-Hâris, Mart 624 (Ali tarafından başı kesildi)
  4. Ukbe bin Ebi Muayt, Mart 624 (Asim ibn Thabbit veya Ali tarafından başı kesildi)
  5. Ka'b bin Eşref, Eylül 624 (suikast)
  6. Ebu Râfi bin Ebu el-Hukayk, Aralık 624 (suikast)
  7. Halid bin Süfyan, 625 (suikast)
  8. Ebu Azze Amr bin Abdullah el-Cumahi, Mart 625 (Ali tarafından başı kesildi)
  9. Muawiyah bin Al Mugheerah, Mart 625 (esir edildi ve infaz edildi)
  10. Al-Harith bin Suwayd al-Ansari, Mart 625 (Osman tarafından başı kesildi)
  11. Ebu Süfyan, 627
  12. Beni Kurayza kabilesi, Şubat-Mart 627
  13. Abdullah ibn Ubayy, Aralık 627
  14. Al-Yusayr ibn Rizam, Şubat 628
  15. Ukil'den sekiz adam, Şubat 628
  16. Rifa’ah bin Qays, 629
  17. Abdullah bin Khatal, Ocak 630
  18. Fartana, Ocak 630
  19. Quraybah, Ocak 630
  20. Huwayrith ibn Nafidh, Ocak 630
  21. Miqyas ibn Subabah, Ocak 630
  22. Sare, Ocak 630
  23. Harith ibn Hisham, Ocak 630
  24. Zubayr ibn Abi Umayyah, Ocak 630
  25. Esved el-Ansî, Ocak 630
  26. İkrime bin Ebu Cehil, Ocak 630
  27. Wahshi ibn Harb, Ocak 630
  28. Ka'b ibn Zuhayr ibn Abi Sulama, Ocak 630
  29. Al-Harith bin al-Talatil, Ocak 630
  30. Abdullah ibn Ziba'ra, Ocak 630
  31. Hubayrah, Ocak 630
  32. Hind bint Utbah, Ocak 630
  33. Amr ibn Jihash, Ağustos 625
  34. Dumet-ül Cendelin Kralı/Prensi, Ekim 630
  35. Umaiya bin Khalaf Abi Safwa
  36. Kör adamın karısı/cariyesi
  37. Ibn Sunayna
  38. Abdallah ibn Sa'd ibn Abi Sarh, Ocak 630
  39. Ibn an-Nawwahah
  40. Aslam kabilesine mensup adam
  41. Kinana ibn al-Rabi ibn Abu al-Huqayq, Temmuz 628
  42. Bahilah ve Banu Khath'am kabileleri, 632