HABERLER
Dini Haber
din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

DECCAL VE KÖKENLERİ

Yazan: A.Kara

İSLAM, MUSEVİLİK VE HRİSTİYANLIKTA DECCAL

Deccal, Hristiyan eskatolojisinde (dünyanın sonu ile ilgili konular) Mesih karşıtı, Musevilikte ise Armilos (Armilus) olarak bilinir. İslam'a göre Deccal, ahir zamanda ortaya çıkıp insanları saptıracak, fitne yayacak, kendini önce peygamber olarak tanıtacak, daha sonra ise tanrı olduğunu iddia edecek olan kişidir. Tabi bazı İslam alimlerince bir kişi değil de, bir ideoloji yada akım olduğu görüşü de ortaya atılmıştır.
İnanışa göre Deccal, Mesih tarafından öldürülecektir fakat Şia'ya göre onu öldürecek olan Mesih değil Mehdi'dir. [1][2]

Deccal'in ortaya çıkacağı yerle ilgili farklı rivayetler vardır ancak genellikle doğudan ortaya çıkacağı söylenir. Tek gözü kör olarak tanımlansa da hangi gözünün kör olduğu tartışmalıdır. Fakat ağırlıklı olarak sağ gözünün kör olduğuna dair rivayet ve görüşler hakimdir. Kusurlu bir göze sahip olmanın, genellikle kötü hedeflere ulaşmak için daha fazla güç verdiği düşünülür. [4]

İnanışa göre Deccal, Mekke ve Medine hariç her şehre girerek tüm dünyayı dolaşacaktır. [5] Sahte bir Mesih olarak insanları kandıracağına, aralarında Yahudiler, Bedeviler ve sihirbazlar da dahil olmak üzere birçok kişinin onun tarafından aldatılıp safına katılacağına ve bir iblis ordusunun ona yardım edeceğine inanılır.
Rivayetlere göre yine de onun en güvenilir destekçileri Yahudiler olacaktır. Deccal'in takipçilerinin çoğunluğunu oluşturan bu Yahudiler kavramı muhtemelen Hristiyanların Deccal efsanelerinden bir kalıntıdır. [6]

Deccal, hastaları iyileştirerek, ölüleri dirilterek, bitki örtüsünün aşırı büyümesine, çiftlik hayvanlarının daha çok üremesine ve ölmesine neden olarak ve güneşin hareketini durdurarak bazı mucizeler gerçekleştirecektir. [6]
Onun mucizeleri, İsa'nın gerçekleştirdiğine inanılan mucizelere benzer. İkisi arasındaki ilişki belirsizdir. Bir rivayette İsa'nın Kabe'yi tavaf derken Deccal'in onu takip ettiği ve ondan İsa'nın kötü, karanlık bir kopyası olarak bahsedildiği görülür [45]

Pek çok versiyonda anlatılanlara bakıldığında Deccal İsa'nın kötü bir varyantı gibidir. [7] İsa'nın Kuran'daki muğlak statüsüne benzer şekilde, ilahî olmayan ama yine de bir insandan daha fazlası olan Deccal, görünüşe göre alışılagelmiş birçok peygamberden daha niteliklidir. Bazı kesimler onu daha çok bir insan olarak görse de İslami geleneklerde insan formunda bir şeytan-iblis olarak tanımlanmaktadır. [8]

●►Sünniler İsa'nın safranla hafif boyanmış iki elbise giymiş ve elleri iki meleğin omuzlarına dayanır vaziyette Şam'daki Emevi Camii'sinin (Şam Ulu Camii) Doğu Minaresine ineceğine inanırlar.
Başını eğdiğinde, saçından su akıyormuş gibi görünecek, başını kaldırdığında ise saçları incilerle donatılmış gibi parıldayacaktır. Onun nefesi gözünün görebileceği yere kadar uzanacak ve kokusunu koklayan her inançsız ölecektir. [15]

Deccal, daha sonra Meryem oğlu İsa tarafından yakalanıp öldürüleceği, Tel Aviv'in 15 kilometre güneydoğusundaki Arap-Yahudi şehri Lod'un kapısına kadar kovalanacaktır.
Daha sonra Mesih'in haçı kıracağına, domuzu öldüreceğine, cizyeyi kaldıracağına ve tüm uluslar arasında barışı sağlayacağına inanılır.
İsa'nın kuralı adil olacak ve herkes tek gerçek dine dahil olmak için ona akın edecek. [16]

Haç'ın kırılmasının Hristiyanlığın sahte bir din olarak ilan edilmesini ve Haç'a duyulan saygının sona ereceğini sembolize ettiği söylenir.
Domuzun öldürülmesinin ardındaki anlam din adamları tarafından hala tartışılmaktadır. Bazıları, domuzun üç İbrahim inancının öğretilerine aykırı olduğunu ve Hristiyanların, Yahudiler ve Müslümanların aksine domuz eti tüketmeyi yasaklayan Kutsal Kitap kurallarına aykırı davrandıklarını düşünerek domuzun öldürülmesinin Hristiyanların bu yanlışını işaret edip ortadan kaldırdığını söylemektedir.

Şimdi hadislerdeki anlatılara bakalım:

1) "Ben, Deccal ile beraber olanı ondan daha iyi bilirim. Onun yanında akar iki nehir vardır. Onlardan biri dış görünüş itibarıyla beyaz bir sudur, diğeri alevlenmiş bir ateştir. Sizden biri ona yetişirse ateş olarak gördüğü nehre gelsin. Sonra başını daldırıp ondan içsin, çünkü o, soğuk bir sudur. Deccal’in sol gözü yoktur, üzerinde kalın bir perde vardır. İki gözü arasında kâfir yazılıdır. Okuması olan olmayan her Müslüman o yazıyı okur." [3]

2) Bize Abdullah ibn Mesleme, Mâlik'ten; o da Nâfi'den: o da Abdullah ibn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Ben bu gece ru'yâmda kendimi Ka'be'nin yanında buldum. Ve ben orada esmer bir adam gördüm ki, o görmekte olduğun esmer erkeklerin en güzeli idi, onun kulak memelerine geçmiş bir saçı vardı ki, o da görmekte olduğun saçların en güzeli nev'inden olup, bunları taramış idi. Ve bu saçlar su damlatıyordu. Bu zât iki adam üzerine -yâhud: İki adamın omuzları üzerine- dayanarak Ka'be'yi tavaf ediyordu. Ben:
— Bu kimdir? diye sordum.
— Bu, Meryem 'in oğlu Mesih 'tir, denildi.

Bu sırada ben, düz değil çok kıvırcık saçlı, sağ gözü sakat, sanki salkımındaki emsalinden dışarı çıkmış iri bir üzüm tanesi gibi olan bir adamla karşılaştım. Ben:
— Bu kimdir? diye sordum. Bana:
— Deccâl Mesih'tir, denildi" [45]

3) “Ebû Saîd el–Hudrî’den rivayet edildiğine göre Peygamber şöyle buyurdu:
“Deccâl ortaya çıkınca, mü’minlerden biri onun bulunduğu tarafa doğru gider. Deccâlin silâhlı adamları onun önüne çıkarak:
– Nereye gitmek istiyorsun? diye sorarlar.
– Şu ortaya çıkan adamın yanına, der. Deccâlin adamları:
– Sen bizim Rabbimize inanmıyor musun? diye sorarlar. O da:
– Bizim Rabbimizin gizli bir yanı yok ki onu bırakıp başkasına inanalım, der. Deccâlin bazı adamları:
– Öldürün şunu, derler. Bir kısmı ise:
– İlahınız deccal, haberi olmadan bir kimseyi öldürmeyi yasaklamadı mı! derler ve o mü’mini deccâlin yanına götürürler. O mü’min deccâli görünce diğer mü’minlere:
– Ey mü’minler! Bu adam Resûlullah’ın kendisinden bahsettiği deccâldir, diye seslenir. O zaman deccâl adamlarına:
– Bunu iyice bir dövün, der. Onu dövmek üzere tutarlar. Deccâl tekrar, “Yakalayın şunu, yarın kafasını”, der. Onun sırtını, karnını dayaktan geçirirler. Bu defa deccâl, “Bana iman etmiyor musun?” diye sorar. O mü’min:
– Sen yalancı Mesîh’sin, der.

Deccâlin emri üzerine onu testereyle baştan aşağı ikiye biçerler. Deccâl o zâtın ikiye bölünen cesedinin arasından yürüyüp geçtikten sonra ona:

– Ayağa kalk! der. O da doğrulup kalkar. Deccâl tekrar:
– Bana iman ediyor musun? diye sorar. O da:
– Senin hakkındaki kanaatim iyice pekişti, dedikten sonra halka dönerek, ‘Ey insanlar! O benden sonra artık kimseyi öldürüp diriltemez’, der. Deccâl onu kesmek için yakalar. Fakat Allah Teâlâ o mü’minin boynundan köprücük kemiğine kadar olan kısmı bakır haline dönüştürür; bu sebeple deccâl ona bir şey yapamaz. Bunun üzerine deccâl onun ellerinden ve ayaklarından tutup fırlatır. Halk onu cehenneme attığını zanneder. Halbuki o cennete atılmıştır.”

Resûlullah sözünü şöyle tamamladı:
“İşte bu mü’min, âlemlerin Rabbine göre insanların en büyük şehididir.” [41]

4) Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'in yanında Deccâl zikrolundu. Bunun üzerine Peygamber: "Şübhesiz Allah sizin üzerinize gizli olmaz. Çünkü Allah sakat gözlü değildir" buyurdu ve eliyle kendi gözüne işaret etti. "Mesih Deccâl ise, sağ gözü sakattır. Sanki onun gözü, salkımındaki emsalinden dışarı çıkmış iri bir üzüm tanesi gibidir" buyurdu. [42]

5) Bana İbrâhîm ibnu Sa'd, babası Sa'd ibn İbrahim'den; o da dedesi İbrâhîm ibn Abdirrahmân ibn Avf tan; o da Ebû Bek-re(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S):
"Medine'ye Deccâl Mesih'in (değil kendisi) korkusu (bile) giremeyecektir. O fitne günlerinde Medine'nin yedi kapısı olacak, her kapı önünde (koruyucu) iki melek bulunacaktır" buyurmuştur. [43]

6) Hz. Ebu Hüreyre anlatıyor: "Resulullah buyurdular ki: "Kıyametin üç alameti vardır, onlar zuhur edince, "daha once inanmamış olanların artık inanmaları da onlara fayda vermez" (En'am, 158) Güneşin battığı yerden doğması, Deccal, Dabbetu'l-arz." [44]

●►Kadıyânîlik'te (yada Ahmedîyye / Kadıyânîyye) Deccal'in ortaya çıkışına ilişkin kehanetlerdeki Deccal tek bir kişi olmaktan ziyade Hristiyanlık gibi sahte bir dine odaklanmış olan spesifik bir gruptur. 
Ahmedîler Deccal'i özellikle İstanbul'un fethinden kısa bir süre sonra, 15.yy'da Keşif Çağı ile başlayan ve Sanayi Devrimi ile hızlanarak dünya çapında yayılan Avrupa ülkeleri ve Hristiyanlık dini ile özdeşleştirir. [17] [18] [19] [20] [21]

Diğer eskatolojik temalarda olduğu gibi Ahmedîye hareketinin kurucusu Mirza Gulâm Ahmed'de bu konu hakkında kapsamlı yazılar yazdı.

Deccal'in özellikle Gulâm Ahmed tarafından kolonici misyonerlerle özdeşleştirilmesi, Deccal'in Adem'in yaratılışından bu yana ortaya çıkan en büyük musibet olarak anlatıldığı hadisindeki anlatımlar ve Kehf, Fatiha gibi belirli Kur'an ayetleri ve hadislerle ilişkilendirerek ortaya çıkmıştır. Böylece Deccal'in hükümdarlığının Hristiyanlığın hakimiyetine denk geldiğini söylemiştir. [24] [22]

Deccal'in hadis literatüründe anlatılan sıfatları, sembolik temsiller olarak ele alınıp, Kur'an ayetleriyle uyumlu hale getirilerek Allah'ın taklit edilemez sıfatlarından ödün vermeyecek şekilde yorumlanır. Örneğin Deccal'in sol gözü aşırı büyük iken sağ gözünün kör olması onun (onların) dini ve manevi anlayıştan yoksun, ancak maddi ve bilimsel başarıda mükemmel olduğunun göstergesi olarak yorumlanır. [23] Aynı şekilde Deccal'in Mekke ve Medine'ye girmeyecek olması da kolonici misyonerlerin bu iki yere ulaşmadaki başarısızlığının işareti olarak yorumlanmaktadır. [24]

●►Şia'da ise peygamber evinden on ikinci imam olarak gördükleri Mehdi'nin yeniden ortaya çıkışının alametlerinden biri Deccal'in gelişidir. [25]

Bir Şii hadisi şöyledir: "Mehdi'yi inkar eden Allah'ı inkâr etmiş, Deccal'ı kabul eden de Allah'ı inkâr etmiş (kâfir olmuştur)."
Muhammed'e atfedilen bu Şii hadisi Deccal'in dönüşünü ve Mehdi'nin yeniden zuhur etmesi olayını vurgulamaktadır. [26]

Bir başka hadiste şöyle yazar:
Deccal ile ilgili soru sorulduğunda Ali şu açıklamayı yaptı:
Deccal'in adı Said bin Said'dir. Dolayısıyla ona destek olan talihsizdir. Ve onu inkar edenler şanslıdırlar. İsfahan'ın Yahoodiya köyünden çıkacak. Alnında okuma yazma bilmeyenlerin bile okuyabileceği şekilde şöyle yazacak: "Kafir".

Denizlere atlayacak. Güneş onu takip edecek. Önünde bir duman dağı olacak ve onu beyaz bir dağ izleyecek, ki bu dağ kıtlık zamanlarında bir yiyecek (ekmek) dağı zannedilecek. Beyaz bir eşek üzerine monte edilecek. O eşeğin bir adımı bir mil olacak. Hangi kaynak veya kuyuya ulaşırsa ulaşsın onu sonsuza kadar kurutacak. Cinlerden, insanlardan ve şeytanlardan doğuda ve batıda herkesin duyabileceği kadar yüksek sesle seslenecek. [28][29]

Şii'lere göre Deccal, insani ihtiyaçları olan tek gözlü bir adam olmasına rağmen takipçilerine kendisinin tanrı olduğunu söyleyecektir. Muhammed Deccal'in bu aldatıcı iddiasıyla ilgili olarak sahabeyi ve müminleri şiddetle uyarmıştır.
Bir hadise göre "Deccal, gerçekten de annesi tarafından Mısır'da doğurulacak ve doğuşu ile ortaya çıkışı arasından otuz yıl geçecek.
Şam'ın doğu kapısına inecek ve ardından halifeliğin verileceği Doğu'da görünecek."

Müslim'in bir rivayetine göre Deccal'in, Yemen Denizi'ndeki bir adada, bir manastır veya sarayda hapsedildiği söylenir. Bazı hadisler onun Horasan'dan çıkacağını bildirirken, bazıları Şam ile Irak arasında bir yerde görüneceğini söylüyor.[27]

İnsanlar onun sihri ve büyücülüğü tarafından aldatılacak ve onun Mesih olduğu iddia edilecek. Ortaya çıktığı ilk gün 70.000 Yahudi onu takip edecek. Yeşil başlık takacaklar. Onu kendilerine vaat edilen kurtarıcı, kutsal kitaplarında anlatılan kişi olarak kabul edecekler. Bu inançlarının asıl nedeni de Müslümanlara düşmanlıkları olacaktır.
İnanışa göre Deccal Müslümanlara karşı savaşacaktır ki bu aslında siyonistlerin ve Yahudilerin asıl amacı olacaktı. Bu yüzden Deccal'in Siyonizm uğruna terörü ve yıkımı artırmaya devam edeceği söylenir.

Cafer el-Sadık, Hz.Muhammed'den, Deccal'in takipçilerinin çoğunun gayri meşru ilişkiden doğan insanlar, alkolikler, şarkıcılar, müzisyenler, bedeviler ve kadınlar olacağını aktarır. Mekke, Medine ve Kudüs dışında tüm dünyayı dolaşacak. Yeryüzü öylesine kontrolünde olacak ki harabeler bile hazineye dönüşecek ve onun emriyle yeryüzü bitki örtüsü filizlenecektir. İner inmez bir nehrin akmasını ve sonra geri dönmesini ve son olarak kurumasını emredecek ve nehir onun emrini takip edecektir.
Dağlar, bulutlar ve rüzgar bile onun tarafından kontrol edilecek. Bundan dolayı takipçileri giderek artacak ve sonunda kendisini Tanrı ilan edecek. [25]

Bir hadis dünyanın dönüşeceği durumunu şöyle anlatır. "Deccal'in gelişinden beş yıl önce kuraklık olacak ve hiçbir şey ekilmeyecek. Öyle ki tüm toynaklı hayvanlar yok olacak". Onun ortaya çıkmasından sonra dünya şiddetli kıtlıkla karşı karşıya kalacak. Yanında yiyecek ve su olacak. Pek çok kişi onun taleplerini sadece yiyecek ve su için kabul edecek, tüm dünyaya zulüm edecek ve onu kabul etmeyen öldürülecektir. [30][31][32][33]

Deccal'in asıl amacı halkın fitnesi ve imtihanıdır, ona uyan İslam'dan çıkar, onu inkar eden mümin olur ve müminlere en kötü şekilde işkence edilir. [25]

Mehdi tekrar ortaya çıktığında İsa'yı temsilcisi olarak atayacaktır. İsa Deccal'e saldıracak ve onu Lod kapısında yakalayacaktır. Ali'nin rivayetlerine göre Mehdi döndüğünde namaz kıldıracak ve İsa onu takip edecek. [34][35][25]

Ali, bir vaazında Deccal'in yenilgisinden bahsederek Deccal'in Hicaz'a doğru yola çıkacağını ve İsa'nın Harşa geçidinde onu durduracağını söyler.
İsa ona korkunç bir şekilde haykıracak ve sağlam bir darbe indirecek. Deccal tıpkı ateşte eriyen kurşun gibi yanan bir ateşte eriyecek. [36][25]

Muhammed el-Bekir, Deccal'in doğacağı zamanda insanların Allah'ı bilmeyeceklerini, dolayısıyla Deccal'in kendisinin Allah olduğunu iddia etmesinin kolay olacağını anlatmıştır. İsa bu sırada göklerden inecektir. Mehdi'nin önderliğinde dua edecek ve Deccal'i öldürecek böylece Mehdi'nin tüm dünyaya barış ve sükunet yaymasına yardımcı olacaktır. [37]

●►Musevilikte Deccal'in adı Armilus'tur (Hebrew: ארמילוס‎). Armilus (Armilos veya Armilius) [9] Orta Çağ Yahudi eskatolojisinde Mesih karşıtı bir figürdür.
Adının Roma'nın kurucularından biri olan Romulus'tan veya Zerdüştlükteki şeytani ilke Ahriman'dan (Arimainyus = Armalgus) türetilmiş olabileceği düşünülür. [12]

Armilo'dan bahseden ilk metin, VII. Yüzyıldan kalma Zerubbabel Kıyametidir. 1519'da Konstantinopoli'de yayınlanan ve 11.yüzyıldan kalma midraşik bir metin olan Midraş Vayoşa, Armilus'u kel, kısmen sağır, sakat ve cüzzamlı olarak tasvir eder. [13] [14] Zerubbabel ise onu fiziksel olarak insanlık dışı, muazzam bir boy ve kırmızı gözlere, altın rengi saçlara, yeşil tene ve iki başa ait olarak tanımlamaktadır. [38][14]
Bu figür, tüm Dünya'yı fethedecek ve Kudüs'ü merkezi haline getirerek Allah'ın Elçisi veya gerçek Mesih tarafından yok edilene kadar inananlara zulüm edeceğine inanılan Hristiyan ve İslam'daki Deccal'in ortaçağ yorumlarıyla karşılaştırılabilir. Onun kaçınılmaz sonu ise Mesih Çağı'nda iyinin kötüye karşı nihai zaferini simgeler.

Zerubbabel Kitabı veya Zerubbabel Kıyameti olarak da adlandırılan Sefer Zerubabel MS 7. yüzyılın başında yazılmış bir ortaçağ İbranice kıyamet kitabıdır ve Zerubbabel'in görülerine, rüyalarına dayanır. Tıpkı Daniel Kitabı gibi. [9] İsrail tarihinde önemli bir rol alan Zerubbabel [10] [11] MÖ 6. yüzyılda İkinci Tapınağın temelini atan ve Davud'un neslinden olan son kişidir. [9]

Armilus'un Bizans imparatoru Herakleios için bir kriptogram (şifreli yazı) olduğu ve Sefer Zerubbabel'de anlatılan olayların Herakleios'a karşı gerçekleştirilen Yahudi isyanına denk geldiği düşünülmektedir. [10]

Midraş Vayoşa (Midrash Vayosha) Zerubbabel ve diğer metinlerde kendisinden bahsedilen Mesih karşıtı Armilus, zamanın sonunda ortaya çıkacak ve İsrail'e büyük sıkıntı çektirip daha sonra İsrail'i fethedilecek bir kraldır.
Armilus Yahudilere sırt çevirir ve kendini Tanrıları olarak tanımaya zorlar. Fakat Musa'nın mucizelerini gösteremeyince insanların gözünde şeytan konumuna düşer. [39][40] Canavar daha sonra Yecüc ve Mecüc de dahil olmak üzere bir putperest ordusunun başında Yahudilere savaş açar ve bir Nehemya'lının önderliğinde savaşmaya giden 30.000 Yahudi ile yüzleşir. [38] Armilus ve güçleri galip gelerek Yahudileri katleder ve onları çölde büyük sıkıntıların ortasında yaşamaya zorlar, ta ki Tanrı mesih Davut'u ve peygamberi İlyas'ı melekleri ile birlikte gönderene kadar. Bu sefer kötüler Tanrı ile yüzleşir ve yenilirler. Mesih nefesinin gücüyle Armilus'u yok eder Zerubbabel'de Mecüc'ün yerini alır ve Mesih ben Joseph'i yener. [11]

Şeytan ve bir bakirenin ya da Şeytan ve bir heykelin soyu olduğu söylenen bu figürün kökeni, Hristiyan öğretisi, efsanesi ve kutsal metinleriyle olan çeşitliliği ve açık ilişkisi nedeniyle Yahudi Ansiklopedisi tarafından sorgulanabilir olarak kabul edilir. ] [12]

●►Hristiyanlıktaki Deccal, yani Mesih karşıtı tek bir kişidir fakat aynı zamanda Hristiyanlığa karşı olan ve İsa'ya inanmayanlardan da Mesih karşıtı diye bahsedilir ve onlar tıpkı Müslümanlar gibi "Rab Mesih değildir" diyecektir.

Bazıları Vahiy 13'deki denizden çıkan canavar veya yerden çıkan canavarın da Deccal olduğunu, sadece burada ondan canavar olarak bahsedildiğini söylese de bu anlatılar Deccal değil de Dabbe'tül-Arz tanımına daha yakındır. 

Deccal anlatımları için İncil'e göz atalım.

1.Yuhanna 2:18: "Çocuklar, bu son saattir. Mesih Karşıtı’nın geleceğini duydunuz. Nitekim şimdiden çok sayıda Mesih karşıtı türemiş bulunuyor. Son saat olduğunu bundan biliyoruz."

1.Yuhanna 4:3: "İsa’yı kabul etmeyen hiçbir ruh Tanrı’dan değildir. Böylesi, Mesih Karşıtı’nın ruhudur. Onun geleceğini duydunuz. Zaten o şimdiden dünyadadır."

2.Selanikliler 2:3-4: Hiç kimse hiçbir şekilde sizi aldatmasın. Çünkü imandan dönüş başlamadıkça, mahvolacak olan o yasa tanımaz adam ortaya çıkmadıkça o gün gelmeyecektir. Bu adam, tanrı diye anılan ya da tapılan her şeye karşı gelerek kendini hepsinden yüce gösterecek, hatta kendisini Tanrı ilan ederek Tanrı’nın Tapınağı’nda oturacaktır.

2.Selanikliler 2:9-12: Yasa tanımaz adam, her türlü mucizede, yanıltıcı belirtilerle harikalarda ve mahvolanları aldatan her türlü kötülükte sergilenen Şeytan’ın etkinliğiyle gelecek. Mahvolanlar, gerçeği sevmeye ve böylece kurtulmaya yanaşmadıklarından mahvoluyorlar. İşte bu nedenle Tanrı yalana kanmaları için onların üzerine yanıltıcı bir güç gönderiyor. Öyle ki, gerçeğe inanmayan ve kötülükten hoşlananların hepsi yargılansın.

Markos 13:5-6; Matta 24:4-5: İsa onlara anlatmaya başladı: “Sakın kimse sizi saptırmasın” dedi. “Birçokları, ‘Ben O’yum’ diyerek benim adımla gelip birçok kişiyi saptıracaklar.

Luka 21:8: İsa, “Sakın sizi saptırmasınlar” dedi. “Birçokları, ‘Ben O’yum’ ve ‘Zaman yaklaştı’ diyerek benim adımla gelecekler. Onların ardından gitmeyin.

İSRAİLOĞULLARI, KEMİK VADİSİ VE YAHUDİ TİPİ

Hazırlayan: A.Kara

KEMİK VADİSİNDE DİRİLTİLEN İSRAİLOĞULLARI

Kuru Kemikler Vadisi'nin görüsü Hezekiel'in en güçlü kehanetlerinden biridir. Bu vizyonda Hezekiel kendisini İsrail kökenli kuru insan kemikleriyle dolu bir vadide bulur. Tanrı onları diriltir ve İsrail topraklarına götüreceğini söyler.

Hezekiel 37:1-14 (Kuru Kemikler):
RAB’bin eli üzerimdeydi, Ruhu’yla beni dışarı çıkardı, kemiklerle dolu bir ovanın ortasına koydu. Beni onların arasında her yöne dolaştırdı. Ovada her yere yayılmış, tamamen kurumuş pek çok kemik vardı.  RAB, “İnsanoğlu, bu kemikler canlanabilir mi?” diye sordu.
Ben, “Sen bilirsin, ey Egemen RAB” diye yanıtladım.
Bunun üzerine, “Bu kemikler üzerine peygamberlik et” dedi, “Onlara de ki, ‘Kuru kemikler, RAB’bin sözünü dinleyin! Egemen RAB bu kemiklere şöyle diyor: İçinize ruh koyacağım, canlanacaksınız. Size kaslar verecek, üzerinizde et oluşturacağım, sizi deriyle kaplayacağım. İçinize ruh koyacağım, canlanacaksınız. O zaman benim RAB olduğumu anlayacaksınız.’ ”
Böylece bana verilen buyruk uyarınca peygamberlik ettim. Ben peygamberlik ederken bir gürültü oldu, bir takırtı duyuldu. Kemikler birbirleriyle birleşiyordu. Baktım, işte üzerlerinde kaslar, etler oluşuyor, üstlerini deri kaplıyordu. Ama onlarda ruh yoktu.
Sonra bana şöyle dedi: “Rüzgara peygamberlik et, insanoğlu, peygamberlik et ve de ki, ‘Egemen RAB şöyle diyor: Ey rüzgar, gel dört yandan es. Bu öldürülmüşlerin üzerine üfle ki canlansınlar!’ ”
Böylece bana verilen buyruk uyarınca peygamberlik ettim. Onların içine soluk girince canlanıp ayağa kalktılar. Çok, çok büyük bir kalabalık oluşturuyorlardı.
Sonra bana, “İnsanoğlu, bu kemikler bütün İsrail halkını simgeliyor” dedi, “Onlar, ‘Kemiklerimiz kurudu, umudumuz yok oldu, bittik’ diyorlar. Bu yüzden peygamberlik et ve onlara de ki, ‘Egemen RAB şöyle diyor: Ey halkım, mezarlarınızı açıp sizi oradan çıkaracak, İsrail ülkesine geri getireceğim. Mezarlarınızı açıp sizi çıkardığım zaman benim RAB olduğumu anlayacaksınız, ey halkım. Ruhumu içinize koyacağım, canlanacaksınız. Sizi kendi ülkenize yerleştireceğim. O zaman, bunu söyleyenin ve yapanın ben RAB olduğumu anlayacaksınız.’ ” Böyle diyor RAB.

Kitaplarından mucizeler türetmeye çalışanlar sadece Müslümanlar değiller. Bazı Hezekiel savunucuları "Günümüzde kuru kemiklerden DNA'lar çıkarılabiliyor, böylece Hezekiel'in vizyonu gerçekleşmiş ve doğrulanmış oluyor" dese de yukarıdaki metnin anlattığı şeyin bu konuyla zerre ilgisi yoktur. Bilime, tıbba herhangi bir göndermede bulunmaz.

Zaten bu metinlerdeki kuru kemikler ile vurgulanmak istenen şey tanrının yaratma gücüne vurgu yapmaktır. Yani bakın, tanrı öyle güçlü ki, ölmüş etli bedenlerden yada çevresinde et bulunan kemiklerden değil, öleli uzun zaman olmuş ve etrafında hiçbir et-kas kalmamış kemiklerden bile insan yaratabiliyor. Fakat her ne hikmetse, bu durumda mucize yada keramet arayanlar "tanrı onları yeniden diriltmek için kemiklerine neden ihtiyaç duydu?, Yoktan var edemiyor mu?" diye sormuyor.

Hezekiel'in kehanetleri, Yahudilerin Babil'e sürgününden sonra 6. yüzyılda (MÖ 601-582) yazılmıştır. Bu vizyonun Yahudi halkının sürekliliği konusundan bahsettiği düşünülmüş ve Talmud'da konuya dair iki yorum önermiştir.

İlk yorum, bu metinlerin tamamen kinaye içerdiği (alegori olduğu) görüşüydü. İkinci yorum ise Babil sürgünlerinin İsrail'e geri döndüğü ve Yahudi soyunu sürdürdüğü görüşüdür.

İncil'i gerektiğinde ihtiyaçlarına hizmet etmesi için kullanan Siyonizm hareketi, İsrail Devletini Hezekiel kehanetlerinin gerçekleşmesinin sonucu olarak gördü ve sürgünde yaşayanların toplanmasını istedi.

Peki İlkçilerin (Primordiyalistler) iddia ettiği gibi günümüz Yahudilerinin soyu eski İsrailoğullarına mı dayanıyor? Yoksa Yahudiliğe dönmüş yada döndürülmüş, akabinde milliyetçi fikirlerin benimsetildiği insanlardan mı geldiler?
Bazılarının bu soru için hazır cevapları vardır. Asimilasyona yenik düşen zayıf diaspora Yahudilerini eleştirir ve gerçek İsrailoğulları olarak kaldığını düşündükleri Yahudileri kucaklarlar.

Hangi Yahudi topluluklarının eski İsrailoğullarını en doğru şekilde temsil ettiğine karar vermenin tek yolunu İsrail tarihini incelemektir. Bu nedenle 19. yüzyılın sonlarında "Jüdische Typus" yani "Yahudi tipi" arayışı başlatılmıştı.

Antropologlar Filistin'i araştırıp yerli halkı inceledi ve topladıkları antropolojik ölçüleri Yahudilerle karşılaştırdılar. Yani toplanan yüz ölçülerini, şekillerini, gözler arası mesafeyi, burun yapılarını, çeneleri ve birçok bölümü kıyasladılar. Fakat bu çalışmanın sonuçları, en azından bu çalışmaları yapan ve "Yahudi tipinin" yansımasını görmek isteyen Aşkenaz Yahudileri için inanılmaz hayal kırıklığı yarattı. Çünkü Yemenli Yahudiler antropolojik olarak en çok gezgin bedevilere benziyorlardı. Aşkenaz Yahudileri her şeyden çok Kafkas tipine benziyorlardı (Efron 1994).

Tabi Siyonist liderlerin Yahudileri anavatanlarına dönmeye, savaşmaya ve belki de ölmeye çağıran  milliyetçi hareketlerinin oluşumunda duymak istedikleri şey bu değildi.

Böyle olunca bir "Yahudi tipi" örneği görme amacını terk ederek yeni bir paradigma belirlediler: Günümüzdeki tüm Yahudilerin ortak olan özelliklerini incelemek ve "Yahudi tipi"nin özelliklerini onlardan türetmek (Elhaik 2016). Yani baktılar geçmişe yönelik yapılan incelemeler günümüzdeki Yahudi dediğimiz kişilere benzerlik göstermiyor, "o halde Yahudi olarak gördüğümüz kendi insanlarımızın özellikleri üzerinden bir "Yahudi tipi" çıkaralım dediler.
Fakat çalışma sonunda Yahudileri Yahudi olmayanlardan ayırmayı sağlayacak, Yahudiliğe dair hiçbir biyobelirteç bulamadılar. Yine de akıllarda şu soru kaldı: "Din dışında hiçbir ortak yanı olmayan Yahudilerden hangisi Eski İsrailoğulları'nın en iyi temsiliydi?"
Bu sefer 2 yöntem de tutmayınca başka bir yola girdiler. Aşkenaz Yahudi araştırmacılar arasındaki yeni yöntem neredeyse oybirliğiyle kararlaştırılmıştı: " 'Jüdische Typus'u kendi görüntülerimize göre şekillendirelim. "

Genetikçiler bu yöntemi doğru göstermek için iki şeyi desteklemeyi ve kanıtlamayı amaçlayan geniş bir literatür üretmeye başladı:
1) Genetik üstünlükleri
2) İsrail ile olan genetik bağları, bölge üzerindeki iddiaları daha sonra "işçi göçmeni" oldukları gerekçesiyle reddedilen Levanten (Avrupa asıllı yakın doğulu) popülasyonlarına benzerliklerini göstererek kanıtlamak. (Falk 2017)

Kirsh (2003), genetikçilerin ve hekimlerin sonuçları nasıl manipüle ettiklerini gösterdi ve bu çalışmaları sosyolojik ve tarihi yönden ulusal bir kimlik oluşturarak Siyonist anlatıyı doğrulamak için bir araç olarak kullandıklarını vurguladı.

Odadaki mamut, eski İsraillilerin DNA'larının günümüz Yahudileriyle benzerliğini test etmeye izin verecek herhangi bir genetik kanıtın eksikliğiydi. Kimse mamutların canlanacağını hayal etmediği için bundan tamamen kaçtılar.
Özellikle günümüz Yahudilerinin ve Aşkenaz Yahudilerinin, yalnızca birbirleriyle akraba olmakla kalmayıp aynı zamanda Yahudi olmayanların gen akışına tüm bu süre boyunca direnen eski İsrailoğullarının yaşayan kopyaları olduğunu varsaymak çok daha kolaydı. Günümüz Yahudileri ile eski İsrailliler arasındaki hayali bağlantıya rağmen ilkçi kampın iddiaları doğrudan kabul gördü.

Bu kampın üyeleri tarafından üretilen "Kohen geni" (Skorecki et al. 1997) ya da "Dört mitokondriyal anne" (Behar et al. 2004) efsanesi, bir kişinin Yahudilik sertifikası almak için doğru şirketten genetik bir test istemesinin yeterli olduğu Genetik Yahudilik döneminin temelini oluşturdu.

Paleogenomcular tüm bunları değiştirdi. Alandaki gelişmeler sayesinde, eski insanlardan DNA çıkarmak ve mitokondriyal haplogruplarını* ve hatta otozomal DNA'yı tanımlamak mümkün hale geldi. Bu dikkate değer ilerleme, düşünülemez olana izin verdi: Eski İsrailoğullarının kuru kemikleri sayesinde hikayelerinin yeniden canlanması.

*Benzer haplotip gruplarının tümünde ortak atadan gelen aynı tek nükleotid polimorfizmi (SNP) mutasyonuna sahip gen serilerinin oluşturduğu gruba Haplogrup denir.

Bu kemiklerden elde edilen DNA bu insanların kim olduğunu, neye benzediklerini, ne yediklerini ve hangi hastalıkları taşıdıklarını söyleyebilir (Nielsen et al. 2017; Prohaska et al. 2019). Yani eğer günümüz Yahudileri eski İsrailoğullarının soyundan gelmemişlerse onların gerçekte kim olduğunu bulmayı sağlayacaktır.

Bu yüzden Eski İsrailliler de dahil olmak üzere günümüz insanlarının DNA'sını çeşitli insanların iskeletlerinden çıkarılan antik DNA'lar ile karşılaştırmaya izin veren İlkel DNA testi geliştirildi.

Eski İsrailoğullarının izleri Rekafet nehri vadisinin yakınındaki Rakefet mağarası (Menaşe), Benjamin kabilesinin toprakları olan Motza Tachtit bölgesi ve Peki’in olmak üzere 3 yerde görüldü.

Kimin eski İsrailoğullarına daha yakın olduğu sorusunun cevabı, eski İsrailoğulları ve Yahudilerin yaklaşık 50 kemiğinden çıkarılan DNA'da ve daha pek çok şeyde yatıyordu. Günümüz Yahudileri yada eski Yahudiler, Ostrer'in iddia ettiği gibi köken olarak çoğunlukla Orta Doğulular mıydı?

Çeşitli topluluklardan 80 Yahudinin test sonuçları incelenip bulgular netleştiğinde sonuçlar Yahudiler için biraz üzücüydü. İsrail'deki Rakefet Vadisi'ndeki kuru kemikleri bulunan eski İsrailoğullarına en çok benzeyen Yahudiler Yemen ve Mezopotamya Yahudileriydi. Ancak bu genetik benzerlik bile % 15'ten azdı. Bu sonuç, Aşkenaz Yahudileri ile Avrupa asıllı yakın doğulu soyları arasındaki benzerliğin ortalama %5 olması ile de uyumludur. (Das et al. 2017)

Yine de bu ortalamalar tüm Yahudi toplulukları arasındaki yüksek heterojenliği maskeler. Çünkü insanlık tarihi boyunca farklı milletler ile karışmamış topluluk kalmamıştır demek yanlış olmaz.

Bölgenin yaşadığı birçok popülasyon değişimi nedeniyle, zamanla değişen çok çeşitli mitokondriyal haplogruplar görülebilir. MS birinci yüzyıldaki Yahudiler üzerinde yapılan bir analiz, bugün Aşkenaz Yahudilerinin % 10'undan azında bulunan T haplogrubunun yaygınlığını doğrulamıştır. (Matheson et al. 2009) Şaşırtıcı olmayan şekilde tek bir iskelet bile, kökeni tarih öncesi Avrupa'da olan sözde dört Aşkenaz Yahudi annesi ile eşleşmedi. (Costa et al. 2013) Fakat Neolitik İspanya'da bu "annelerden" biriyle tam bir eşleşme bulundu (Haak et al. 2015).

Tarih öncesi çağlardan bugüne kadarki tek eşleşme bu, ancak Doğu Avrupa ve Kafkasya'dan antik DNA dizileri oluşturulacağı için çok daha fazlasının gelmesi beklenebilir. İlginç bir şekilde eski İsrailoğullarının Y kromozomal haplotipleri tipik olarak bugün Afrika'da, Orta Doğu ve Avrupa'da daha düşük frekanslarda bulunan E1b1 ve T1 haplotipleridir.

Gelecekte yapılacak dünyanın diğer bölgelerini kapsayan testler belki Yahudi soyunun geri kalan kısmını açıklamaya yardımcı olabilir. Fakat "Genetik Yahudiliğin", insanların Yahudiliklerini modern olanlar yerine eski İsrailoğulları ve Yahudilerle benzerliklerine göre tanımladıkları "İlkel Yahudiliğe" evrimleşmeyeceğini de ancak zaman söyleyecektir.

"GÖKLERDEKİ BABA TANRI"NIN KÖKENİ

Hazırlayan: A.Kara

TANRILARIN "ASIL" BABASI : DYEUS PATER

Hint-Avrupa halklarının ataları gökyüzüne baktılar ve gün ışığı aleminde gücü olan göksel bir baba figürü yarattılar. Pek çok Hint-Avrupa panteonu, diğer tanrılar arasında üstünlüğü olan ve gökyüzü ile ilişkilendirilen tanrılar içerir. Yunanın Zeus'u, Romanın Jüpiter'i vardı. Hinduizm'de Dyaus başlangıçta Zeus'a benzer bir role sahipti. Bilginler bu tanrıları ilk Hint-Avrupa dininin orijinal gökyüzü tanrısı Dyeus'u kullanarak yeniden inşa etmeye çalıştılar.

Hint-Avrupa gökyüzü tanrısının yeniden inşasını anlayabilmek için ona tapan kültür hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Dolayısı ile İlk-Hint-Avrupa (PIE) kültürünün incelemesi gerekir.

İlk-Hint-Avrupa toplumu çoğunlukla karşılaştırmalı dilbilim yoluyla bilinir. Dilbilimciler diğer tüm Hint-Avrupa dillerinin türetildiği ilkel dili yeniden inşa etmek için Latince, Yunanca ve Sanskritçe dahil birçok Hint-Avrupa dilline baktılar.

Çünkü bu diller, dilbilimcilerin ve tarih öncesi Hint-Avrupa dillerinin gelişimini anlamalarına yardımcı olmaktadır. Dilbilimciler Hint-Avrupa dillerinin tamamında veya çoğunda bulunan kelimeleri ve kavramları almışlar ve bunları teorik bir ilk-Hint-Avrupa dili inşa etmek için kullanmışlardır. Bu, ilk Hint-Avrupa toplumlarının en azından ondan gelen tüm Hint-Avrupa dilleri için ortak olan dil özelliklerini içereceği varsayımına dayanmaktadır.

Çoğu Hint-Avrupa dilinde koyunlar için kullanılan benzer kelimeleri vardır. Bu muhtemelen ilk-Hint-Avrupa dilinde koyunlar için kullanılan bir kelime olduğu anlamına gelir. Bu aynı zamanda sosyal ve kültürel etkileri de göstermektedir. Koyun için kullanılan kelime, ilk-Hint-Avrupa toplumunun hayvanlara aşina olduğunu ve koyun yetiştirmiş olabileceğini gösterir.

İlk-Hint-Avrupa dili ve toplumu ile ilgili pek çok tartışma ve belirsizlik vardır. Asıl vatanları bile tartışmalıdır. Pontus-Hazar bozkırları ve Anadolu'nun, Hint-Avrupa dil ailesinin ve bu dili konuşan halkların esas vatanı olduğu söylenmektedir.

Arkeoloji ve dilsel yeniden yapılanmaya dayanan birçok bilim insanı, ilk-Hint-Avrupa toplumunun Karadeniz ile Hazar Denizi arasındaki Pontus-Hazar bozkırında veya Anadolu'da yer aldığına inanır. İlk-Hint-Avrupa dilinin yeniden inşası onların saz ve çamur yapılarında yaşadıklarını, koyun, keçi ve sığır yetiştirdiklerini göstermektedir. Muhtemelen diğer mahsullerin yanı sıra buğday ve arpa da yetiştirdiler. Birçok arkeolog onları Karadeniz ve Hazar Denizi kıyılarında bulunan Kurgan arkeolojik kültürüyle ilişkilendirmektedir.

DYEUS PATER VE İLK-HİNT-AVRUPA DİNİ

İlk-Hint-Avrupa dilinin karşılaştırmalı dilbilim yoluyla inşa edilmesi gibi, Dyeus da karşılaştırmalı din ve mitoloji yoluyla yeniden yapılandırılmıştır. İlk-Hint-Avrupa dininin yeniden inşası muhtemelen daha belirsiz konulardan biridir, çünkü arkeoloji gibi diğer tarihi yeniden inşa yöntemleriyle desteklenmesi, doğrulanması zordur.

Yunan mitolojisi, İskandinav mitolojisi ve Hindu mitolojisi gibi Hint-Avrupa mitolojilerindeki ortak tema, güçlü bir gökyüzü tanrısı veya gökyüzü babası inancıdır. Dyeus adı, İlk-Hint-Avrupa dillerinde gün ışığı ve gündüz gökyüzü ile güçlü bir bağlantısı olduğu düşünülen "parlamak" kelimesinin kökünden gelir.

Delilleri görebilmeniz için bu ismin veya tanrı inancının farklı toplumlarda nasıl karşılık bulduğuna, hangi bölgelere ne şekilde yayıldığına bakalım:
  • İlk-Hint-Avrupa toplumunda gün ışığı ve gök tanrısının adının Dyeus olduğunu söylemiştim. [1][2]
  • O'nun İlk-Hint-İran toplumlarındaki adı Dyaus'tur. [3]
  • Sanskritçe 'deki adı Dyáuṣ (द्यौष्) yada Dyaus Pitṛ́'dir ve gök tanrısıdır. [4][5]
  • Avestaca'da gök anlamındaki "Dyaos" adıyla bilinir. Hatta Avesta'nın bir bölümünde ondan bu isimle bahsedilir. Genç Avesta dilinde ise Zerdüşt dini reformunun bir sonucu olarak "diiaos" yani "cehennem" anlamı taşır. [6]
  • Miken Uygarlığında (antik Yunan) "di-we" (diwei) adıyla görünür. [7]
  • Kıbrıs'taki Buz Devri metinlerinde "ti-wo" adıyla görünür, genitif hali (-in hali) Diwoi'dir ve bu isimlerin Zeus ile ilgili olduğu düşünülür. [8][9][10][11]
  • Yunancaya gök tanrı Zeus (Ζεύς) olarak geçmiştir. [7][12]
  • İlk İtalyan toplumlarındaki adı "djous" (dious) (Okunuş: Dius) dur. [13]
  • Eski Latincede "Dioue (Okunuş: Diuve)" yada "Loue" (Okunuş: Luve)", [12]
  • Latincede ise adı "Jove" (Love) yani sevgidir ve her zamanki gibi gök tanrıdır. Ayrıca ant tanrısı Diūs (Fidius) olarak da inanılmıştır. [1][13][14]
  • İtalya'nın kuzeyindeki İlk Avrupalıların dili olan Oskan dilinde adı "Diúvei (Διουϝει)"dir. [13][15][16]
  • Umbria dilinde Di veya Dei (Grabouie / Graboue) olarak görülür. Bu adlar İvugin tabletlerinde de geçmektedir (Iguvine/Eugubian/Eugubine Tablets). [17]
  • İtalyan kabilelerinin yaşadığı eski Peligni'deki adı: Loviois (Pvc Lois) ve Loveis (Pvcles) dir. [18][19]
  • Anadolu'da tanrı anlamına gelen diéu-, diu- adları ile öne çıkar. [20]
  • Hititçe'deki adı "šīuš (𒅆𒍑)" dur ve tanrı yada güneş-tanrıdır. [21][22]
  • Palaca'da kutsal yada tanrı anlamlarındaki "tiuna" adıyla görülür. [22][23]
  • Lidce'de adı "ciw-" dir ve tanrı demektir. [22]
  • İliryalılarda dei- veya -dí adlarıyla öne çıkar. Bunlar tıpkı "gökyüzü babası" Dei-patrous (Deipaturos) da olduğu gibi "gök" ve "Tanrı" anlamlarına gelir. [4]
  • İlk-Mesap toplumlarında adı dyēs'dir. [24]
  • Mesapça'da Gök-Tanrı "Zis" yada "Dis"dir. [25]
  • Arnavutça'da gökyüzü ve şimşek tanrısı Zojz ve gökyüzü ve gök gürültüsü tanrısı olan Perën-di olarak öne çıkar. Buradaki "-di" eki per-en'e iliştirilmiştir. İlk-Hint-Avrupa toplumlarında "per-" "vurmak" anlamı veren bir uzantıdır. [26][27][28][29][30]
  • Trakça'da Zi-, Diu- veya Dias- adları görülür. [25]
  • Frigce'de ise "Tiy-" dir. [25][31]
  • Lidce'de Lefs veya Lévs adları ile tapılmıştır ki bu da Lidyalıların Zeus'udur. [32][33]
  • İznik, İzmit Körfezi, İstanbul, Sakarya ve Bursa gibi bölgelerde hüküm sürmüş olan Bitinya'lılarda Tiyes ve Anadolu şehri Tium olarak öne çıkar. [34]

Şimdi de Gök Baba sıfatının olduğu toplumlara ve bunlardaki adlara bakalım:
  • İlk-Hint-Avrupa toplumunda Gök Baba anlamındaki Dyēus Phater, [1][2]
  • Yunanca'da Zeus Pater, [5]
  • Vedik mitolojisinde Dyáuṣ-pitṛ́ (द्यौष्पितृ), [5]
  • İtalyanca'da Djous-patēr, (okunuş: Diyus Pater) [13]
  • Latince'de Jüpiter (Iūpiter)'dir. Bunun da arkaik (eski) formları Diespiter ve Iovispater'dir. [4][5][35]
  • Oskan dilinde Dípatír, [13]
  • Umbria dilinde Iupater (yada Iuve patre), [13]
  • Güney Pikence'de dipater, [36]
  • İlirya dilinde Gök Baba "Dei-pátrous" olarak öne çıkar. [4][5]

Diğer yansımalar hem gökyüzü anlamına gelen dyeu- sözcüğünün kökünün soyundan gelenleri hem de orijinal "Baba Tanrı" yapısını koruyan varyantlardır. Bazı geleneklerde "phater" sıfatının "papa" yani "baba" ile yer değiştirdiği görülür:
  • Luvice'de: "Tātis tiwaz", "Baba Tiwaz", Güneş-Tanrı, [37]
  • Palaca'da: Güneş Tanrı "Tiyaz papaz", "Papa (Baba) Tiyaz", [38]
  • İskitçe'de: Papaios (Papa Zios), yani Gök-Tanrı "Baba Zeus", [38]
  • Eski İrlanda dilinde: "Dagdae Oll-athair" vardır ve "Yüce Baba Dagda" anlamına gelir. İlk-Kelt dil yapısı göz önüne alındığında ondan "sindos dago-dēwos ollo fātir" yani "Yüce Tanrı İyi Baba" sıfatıyla bahsedilir. [39][40]
  • Hititçe'de: "attas Isanus yani "Güneş-Tanrı Baba" gökyüzü tanrısının adıdır ve Hattilerin güneş tanrısı "Loan" ile değiştirilmiş fakat orjinal yapısı bozulmadan kalmıştır. [41]
  • Leton mitolojisinde de "Göklerin Babası (Debess tēvs)" sıfatı bulunur. [1]
  • İskandinav mitolojisinde meşhur "Óðinn Alföðr (Odin All-Father / Odin Alfadir) yani Herkesin Babası Odin vardır. [42][43]
  • Antik Rus paganizminde Stribogŭ bir "Baba Tanrı"dır, [1]
  • Arnavutça'da "lord (efendi)" veya "Tanrı" anlamlarına gelen "Zot"un, Göksel Baba Zojz'un (Okunuş: Zoyz) sıfatından türetildiği düşünülmektedir. [44][45]

Göklerin babası aynı zamanda Anadolu'da yaşamış olan Luvi'ler arasında bir güneş tanrısı olma özelliği de kazanmıştır. Cermen kültürleri arasında Dyeus'un yerini bir savaş tanrısı olan Tyr almıştır. Fakat Dyeus'un bu geleneklerdeki dönüşümü Dyeus'un bir gökyüzü tanrısı olarak birincil rolünü sürdürdüğü Latin, Yunan ve Hint-Aryan geleneklerindeki Dyeus'un evrimiyle çelişir.

Bir başka ilginç eğilim de Zeus hala kendi irfanına ve mitolojisine sahip belirli bir tanrı iken, soydaşlarının soyut ve uzak figürler olma eğiliminde olmasıdır. Örneğin Jüpiter ve Dyeus kendileriyle ilişkili hayatta kalan çok az efsaneye sahiptir. Başlangıçta ayrıntılı bir mitolojinin olması ve bu mitlerin kaybolmuş olması mümkün olsa da gökyüzü babasının aslında tapınanlarının yaşamlarında önemli bir rol oynamayan Ouranos, yani Uranüs gibi ilkel bir gökyüzü tanrısı olması da muhtemeldir.

Başlangıçta gökyüzünün kişileştirilmesi ile oluşturulmuş ve yalnızca hava durumu ve savaşlar gibi insanların günlük yaşamlarıyla daha alakalı özellikler kazanmış olabilir. Bu durumda Dyeus'un Roma ve Hint-Aryan enkarnasyonu orijinaline daha yakınken, Yunan ve İskandinav anlayışları İlk-Hint-Avrupa toplumlarının Dyeus hakkındaki orijinal inançlarından farklılaşmıştır.

Hinduizm'de gökyüzü tanrısı Dyaus'un bir insan olarak enkarne olmaya ve tam bir insan hayatı yaşamaya zorlanarak cezalandırıldığı bir destan vardır. Hindu tanrılarının insan enkarnasyonlarının oynadığı rol Yunan mitolojisindeki tanrı oğullarının rolüne benzer. Zeus asla bir insan olarak enkarne olmamasına rağmen birçok oğlu vardı. Zeus'un ilahi soyu ve Dyaus'un insan enkarnasyonları ilk-Hint-Avrupa toplumlarının Dyeus hakkındaki bir hikaye ile ortak kökenleri paylaşıyor olabilir.

Günümüzde eski Hint-Avrupa tanrılarına ibadet büyük ölçüde terk edilmiştir. Fakat antik Yunan ve Roma dinleriyle aynı ilk-Hint-Avrupa kaynağından türetilen Hinduizm ve Antik Yunan, Roma, İskandinavya ve Doğu Avrupa'nın atalarının çok tanrılı dinlerini yeniden inşa etmeye çalışan yeni neo-pagan grupları istisna sayılabilir. Ancak Dyeus'un etkileri hala devam etmektedir.

Dyeus'un yüce bir tanrı ve tanrıların hükümdarı olduğu düşünülüyordu çünkü soydaşlarının çoğu bu role sahipti. Bu sonunda Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam'da görülen tek bir Tanrı'ya özel bağlılığa yol açan adanmışlığın habercisidir. Çok tanrıcılık çağının başındaki Dyeus Pater'in tektanrıcılığa giden ilk adımlardan birini temsil etmiş olması mümkündür.

Hatta İbrahimi dinlerde görülen yer ve gök ikilisi Dyeus'a dair inançlarda da bulunmaktaydı. Gök ve baba tanrı olan Dyeus bereketli yağmurlar ve gün ışığı ile ilişkilendirilir, Dhéǵhōm adlı toprak ana ile yani yer ile çiftleştikleri, zıtlık ilişkisi içeren çiftler olduklarına inanılırdı.

Erken Slavlar tıpkı Zerdüşt dini reformundan sonra bazı İran halklarının da yaptığı gibi Dyēus'un Slav halefini şeytanlaştırdılar. Kelimenin "gün" anlamını kullanmaya devam etseler de "gök" anlamını ondan aldılar ve diğer İlk-Hint-Avrupa tanrılarının birçoğunu terk ederek onları yeni Slav veya İran isimleriyle değiştirdiler. Bu nedenle Slav halklarında Dyeus'un iki uzantısı ortaya çıktı. Biri "garip, tuhaf şey" anlamındaki "divo" diğeri ise "divъ" yani iblis'ti. [46]

Kültürümüzdeki "Deyyuz(s)'un oğlu" sözü de bu temele dayanıyor olabilir. İnsanlar geçmişten beri inanmadığı tanrıları aşağılamak için çeşitli sözler kullanmışlar yada onlara küfretmişlerdir. Ülkemizdeki bu "Deyyuz'un oğlu" sözü de eskiden Anadolu topraklarında inanılan tanrılardan biri olan Dyeus'a hakaret-aşağılama amacı ile ortaya çıkmış olabilir. Yani Dyeus, Deyus, Deyyus/Deyyuz şeklinde dilsel değişime uğramış olması mümkündür.

BUDİZM VE BODHİSATTVA

Hazırlayan: A.Kara

MAHAYANA BUDİZMİNİN ÖZVERİLİ KURTARICILARI : BODHİSATTVA'LAR

Budizm'de Bodhisattva en genel anlamıyla Buda olma yolundaki kişiyi ifade eder. Daha spesifik olarak Bodhisattva'ların tüm yaratıkların aydınlanmaya erişmesine yardım etmek için kendi Budalıklarını terk eden kurtarıcı benzeri varlıklar olduğu söylenebilir. Ek olarak Bodhisattva'ların adanmışlarını her türlü kötülükten de koruduğuna inanılır.

Bu Bodhisattva kavramına olan inanç özellikle Budizm'in iki ana kolundan biri olan (diğeri Theravada Budizm'idir) Mahayana Budizm'inde görülür. Kurtarıcı rollerinden dolayı Bodhisattva'lar Budistlerin egemen olduğu çeşitli kültürlerde oldukça saygı görmüştür.

Bodhisattva'lara saygı duyulan ülkeler arasında Çin, Japonya ve Tibet bulunmaktadır. Başlıca Bodhisattva'ların listesi toplumdan topluma değişiklik gösterir.

'Bodhisattva', 'uyanmış gerçek', 'aydınlanma varlığı' veya 'amacı uyanmak olan' anlamlarına gelen Sanskritçe bir kelimedir. Hindistan'da Bodhisattva kelimesi Buda Shakyamuni'nin (Sidarta Gautama olarak da bilinir) aydınlanmadan önceki eski yaşamlarına atıfta bulunmak için kullanılmıştır.

Çünkü Budist inanışına göre Buda aydınlanmaya ulaşmadan önce birçok farklı insan ve hayvan bedeninde doğmuştu. Tam olarak söylemek gerekirse, Buda toplam 549 farklı doğumunda onu uyanışına daha da yaklaştıran erdemli işler yapmıştır.

Buda’nın geçmiş yaşamlarının hikayeleri yaklaşık 550 anekdot ve masaldan oluşan bir koleksiyon olan Jataka Masalları'nda bulunur. Jatakalar Buda'nın yaşamından yüzyıllar sonra (geleneksel doğum ve ölüm tarihleri sırasıyla MÖ 563 ve MÖ 483'tür) MÖ 300 ile MS 400 arasına tarihlenmiştir. Jatakaların köklerinin halk geleneğine dayandığına inanılsa da yazıldığı dönemden itibaren dini otoriteler tarafından kabul görerek kutsal sayılan Budist kanonik metinlerinin birer parçası haline geldiler.

Jataka'larda Buda'nın aydınlanmaya ulaşması için gerekli nitelikleri geliştirdiği anlatılır. Bunlar ahlak, bilgelik ve özveri içerir. Bu nedenle bu masallar Buda'nın öğretilerini açıklama aracı olarak da kullanılmaktadır.

Jataka hikayelerden biri Bodhisattva olmanın yolunu içeren en eski Budist hikayesi olarak da kabul edilen Sumedha ve Buda Dipankara'nın (Dipamkara) hikayesidir. Bu hikaye çok uzun zaman önce yeryüzünde yaşadığı söylenen Buda Dipankara döneminde geçer. Himalayaların eteklerinde yaşayan Sumedha adında sofu bir Brahma rahibi vardı.

Sumedha bir gün Buda Dipankara'nın ovaları ziyaret ettiğini duyar. Buda ile tanışmayı umarak inziva yerinden ayrılıp ovalara doğru yolculuğa başlar.

Brahma rahibi, Buda ile tanıştığı zaman ondan etkilenir ve kendi kendine bir gün aydınlanmaya ulaşmak istediğini, böylece bir Buda haline gelip insanlara darma'yı öğreterek onlara yardım etmek istediğini düşünür. Bu, Sumedha’nın Bodhisattva olma yolundaki yolculuğunun başlangıcıdır. Buda Dipankara, Sumedha'nın aklını okur ve onun Gotama Buda olacağı kehanetinde bulunur.

Bodhisattva kavramı Mahayana Budizmi'nde önemli hale gelmiş olsa da bunun ne zaman ve nasıl meydana geldiği hala belirsizdir. Bununla birlikte MS 2. yüzyılda bu kavramın ve onu çevreleyen uygulamaların o dönemde yazılan Mahayana Budist metinlerinde öne çıkmalarından da açıkça görülebileceği gibi zaten kültürlerine yerleşmiş durumdaydı.

Daha sonra bu Bodhisattva'lar Mahayana Budizmi'nde yer edinerek kurtarıcı figürlere dönüştü. Bu inanış, Budizm tarafından benimsenen ve zihin aydınlanma çabasını ifade eden Bodikitta (Bodhicitta) kavramıyla da uyumludur.

Mahayana Budizmi'nde Bodhicitta, sadece benliğin kurtuluşunu değil aynı zamanda aydınlanmayı başarmış olanların diğer varlıklara yardım etme arzusunu da içerir. Buna kıyasla Theravada Budizmi'ndeki Bodhicitta kavramı kişinin özünün özgürleşmesine vurgu yapar. Bu yalnızca arzuların dış yardımlara güvenmeksizin kendi kendine ortadan kaldırılmasıyla başarılabilir.

Mahayana Budizm'i herkesin Bodhisattva olmayı arzulayabileceğini anlatır. Bununla birlikte Mahayana Budizm'i tarihinde büyük şöhret kazanmış ve bu nedenle çok saygı duyulan bir dizi Bodhisattva vardır. En iyi bilinen Bodhisattvalardan biri, adı "yukarıdan şefkatle bakan efendi" anlamına gelen Avalokiteśvara'dır.

Çince'de Guanyin ve Japonca'da Kannon olarak da bilinir. Bu arada Doğu Asya'da bu Bodhisattva'nın erkekten dişiye dönüştüğü görülür. Çin'de Avalokiteśvara'nın bir kadına dönüşmesinin olası nedeninin Çinlilerin Taoist kadın tanrılarının, özellikle de Batı'nın Kraliçe Annesi'nin özelliklerinin ona atfedilmesi olduğu düşünülür.

Avalokiteśvara tüm Budaların şefkatinin vücut bulmuş hali olarak kabul edilir ve muhtemelen Budist efsanesinin en popüler figürüdür. Sadece Mahayana Budizmi'nde değil, Theravada, Vajrayana ve Tantrik Budizmi'nde de sevilen bir figürdür.

Budist inanışlarına göre Avalokiteśvara tüm canlı varlıkların aydınlanmaya ulaşmalarına yardım etme arayışlarına devam edebilmeleri için kendi Budalığını ertelemeye karar vermiştir. Bir hikayeye göre Avalokiteśvara bir Bodhisattva olduğu dönemde tüm hissedebilen varlıkları acıdan, ölüm ve yeniden doğuşun sonsuz döngüsünden özgürleştirme arayışına başlarken eğer olurda bu yolda cesareti kırılırsa bedeninin bin parçaya bölüneceğine dair söz verir.

İnanışa göre bu sözü sonsuz şefkat ve kararlılığını göstermek için söylemiştir. Bir gün daha yüksek bir alemden darma öğretisiyle yeni boşalttığı cehennemlere bakar. Yaptığı her şeye rağmen cehennemlerin sayısız varlık tarafından dolup taşmaya devam ettiğini fark eder. Kısa bir an için cesareti kırılınca yeminini gerçekleştirerek bedeni bin parçaya böler.

Avalokiteśvara’nın kişisel öğretmeni Buda Amitabha yardımına gelir. Parçalarını toplar ve öğrencisine 11 başlı ve bin kollu yeni bir form verir. Birden fazla başı onun acıların çığlıklarını duyma yeteneğini artırırken bin kolu onun daha fazla insana kurtuluş getirmesini sağlar.

4 BÜYÜK BODHİSATTVA

Mahayana Budizmi'nde Avalokiteśvara dışında saygı duyulan birçok başka Bodhisattva vardır. Örneğin, Çin Budizmi'nde Avalokiteśvara, daha doğrusu Guanyin, Çin’in Dört Kutsal Budizm Dağıyla ilişkilendirilen Dört Büyük Bodhisattva'dan biridir.

Guanyin'in Zhejiang Eyaletindeki bir takımada olan Zhoushan'da bulunan Putuo Dağı'nda oturduğu söylenir. Diğer üç Büyük Bodhisattva; Ksitigarbha, Manjusri ve Samantabhadra'dır.

Ksitigarbha, Çince'de Dizang ve Japonca'da Jizo olarak bilinir. Mekanı Anhui eyaletindeki kutsal Jiuhua dağıdır. Ksitigarbha cehennem alemlerindeki varlıkların Bodhisattva'sı ve koruyucusudur. Bir hikayeye göre Ksitigarbha annesi henüz ölmüş olan genç bir Brahman kızıdır.

Annesi sık sık Buda’nın öğretisine karşı konuşup iftira attığı için kızı onun cehennemde yeniden doğacağından endişe eder. Bu nedenle dine yönelir ve topladığı tüm erdemi annesine adar. Bir gün bir Buda ya da deniz şeytanlarının kralı tarafından annesini görmesi için cehennem krallığına götürülür.

Orada bir veli, kıza, dindarlığı sayesinde annesinin cehennemden salıverildiğini ve daha hoş bir yerde yeniden doğduğunu söyler. Fakat kız bu ziyareti sırasında sayısız varlığın cehennemde acı çektiğini görmüştür. Bu nedenle hepsini özgür bırakacağına yemin eder ve ancak tüm cehennemler boşaldığında bir Buda olabilecektir.

Doğu Asya'da Ksitigarbha'nın kızdan erkeğe dönüştüğü görülür. Diğer birçok Bodhisattvanın aksine geleneksel olarak bir Budist keşiş olarak tasvir edilir. Cehennemin kapılarını açmaya zorlamak için kullandığı bir asası ve karanlığı aydınlattığı bir cintamani'si, yani dilekleri yerine getiren bir mücevheri vardır.

Bir diğer önemli Bodhisattva, Manjusri'dir. Çince'de Wensu, Japonca'da Monju olarak bilinir. O bilgeliğin Bodhisattva'sı olarak kabul edilir. Kutsal dağı Shanxi Eyaletindeki Wutai Dağı'dır. Bu Bodhisattva'nın Sanskritçe adı "Soylu ve Kibar Olan Kişi" anlamına gelir. Manjusri normalde sağ elinde kılıç, sol elinde "Bilgeliğin Mükemmelliği" anlamına gelen Prajna Paramita Metinleri (Sutraları) bulunan genç bir adam olarak tasvir edilir.

Bazen bu sahip olduğu nitelikler nilüfer çiçeği, mücevher veya asa ile yer değiştirir. Ayrıca Manjusri zaman zaman aslana binerken tasvir edilir. Bu onun soyluluğunu ve korkusuz doğasını simgeler. Manjusri bilgeliğe ek olarak şiir, hitabet ve yazı ile de ilişkilidir. Onun Gotama Buda'nın öğrencisi olduğu söylenir.

Samantabhadra ise pratik ve meditasyonun Bodhisattvasıdır. Çince'de Puxian, Japonca'da Fugen olarak bilinir. Siçuan Eyaletindeki Emei Dağı'nın onun kutsal dağı olduğuna inanılır. Normalde Avalokiteśvara'nın öğrencisi olarak kabul edilen Sudhana, Samantabhadra ile karşılaşır.

Karşılaşma sırasında Sudhana'ya bilgeliğin yalnızca onu uygulamaya koymak için var olduğunu ve tüm canlı varlıklara fayda sağlaması durumunda yararlı olduğunu öğretir. Samantabhadra genellikle Manjusri ile eşleştirilir. Ek olarak bu iki Bodhisattva, Gautama Buda ile birlikte Sakyamuni Üçlüsünü oluşturur.

Samantabhadra, bir Bodhisattva'nın temelini oluşturan On Büyük Yemin'i gerçekleştirmiş olması ile bilinir. Bunlar, "Tüm Budalara saygı ve bağlılık göstermek", "Kötü eylemler ve kötü karmalar için tövbe etmek" ve "Tüm canlılara fayda sağlamak için sahip olunan erdemleri aktarmayı" içerir.

Samantabhadra diğer üç Büyük Bodhisattva'dan farklı olarak nadiren de olsa sanatta yalnız tasvir edilir. Fakat genellikle Sakyamuni Üçlüsü'nün bir parçası olarak görünür.

Samantabhadra binmekte olduğu altı dişli beyaz fili sayesinde kolayca tanınır. Fil, Budizm’in tüm engellerle yüzleşme ve üstesinden gelme gücünü temsil ederken, altı diş altı duyuya bağlılığın üstesinden gelmeyi sembolize eder.

DİĞER BODHİSATTVA'LAR

Önceki dördü dışında birçok Bodhisattva vardır. Aslında farklı Budist gelenek ve metinlerinin farklı Bodhisattva grupları vardır. Örneğin Vajrayana Budizmi'nde Rahim Diyarı Mandalası vardır. Bura, Beş Merhamet Buda'sının yaşadığı metafizik bir alandır.

Bu alemin merkezinde Budalar arasına dört Bodhisattvanın yerleştirildiği Sekiz Taçyaprağı Salonu bulunur. Salondaki Bodhisattvalar; Avalokiteśvara, Manjusri, Samantabhadra ve Maitreya'dır. Bunların sonuncusunun gelecekte Gotama Buda'nın öğretileri tamamen yok olduğunda darma'yı yeniden vaaz edecek olan bir Buda olduğuna inanılır.

Başka bir örnek ise Lotus Sutra Metinleri'dir. Burada dünyanın Bodhisattvaları olarak kabul edilenlerin bir listesi verilmiştir. Bunların doğrudan dünyadan ortaya çıkan ve Gotama Buda tarafından Lotus Sutra'nın yayılması için görevlendirilen sonsuz sayıda Bodhisattvalar olduğuna inanılır.

Bu Bodhisattvaların liderleri Visistacarita (Üstün Uygulama), Anantacarita (Sınırsız Uygulama), Visuddhacarita (Saf Uygulama) ve Supratisthitacarita'dır (Kesin Uygulama). Ek olarak, 5, 16 ve 25 Bodhisattva listesi bulunur.

Bodhisattva, Budizm tarihinde özellikle Mahayana Budizmi'nde önemli bir kavramdır. İnanışa göre Budizm'in erdemleri, özellikle de şefkat, bu Bodhisattvalar ile somutlaşmıştır. Bu durum onların tüm canlı varlıkları kurtarma çabalarına ve onları aydınlanma yoluna yönlendirmek için kendi uyanışlarını ertelemeleri inancına yansır. Bu nedenle bu kadar çok saygı görmeleri şaşırtıcı değildir.
Yani bazılarının, özellikle de Budizm misyonerliği yapanların iddialarının aksine, Budizm sadece felsefe içeren bir din değildir. İçinde her din gibi mistik olgular da barındırır.

YAHUDİ İNCİLİNDEKİ ENDOR CADISI

Hazırlayan: A.Kara

PEYGAMBER RUHUYLA İLETİŞİME GEÇEN ENDOR CADISI

Efsaneye göre Endor, İncil'deki peygamberlerden Samuel'in ruhunu çağıran bir medyumdur. Eski Ahit'ten de tanınır ancak daha sonra diğer geleneklerin de parçası haline geldi.

Endor Cadısı, Yahudilik, Hristiyanlık ve pagan ruhçuluk uygulayıcıları için önemli bir efsane olmuştur. Endor (Eyn-Dor) Cadısı Eski Ahit'te, Samuel'in Birinci Kitabı, bölüm 28:3-25'te anlatılan en gizemli insanlardan biri olarak görünür.

Endor Cadısı ayrıca Sirak'ın (Sirach) Yahudi Kitabında da yer alır (46: 19-20) ve אֵ֥שֶׁת בַּֽעֲלַת־אֹ֖וב בְּעֵ֥ין דֹּֽור ('êšeṯ ba‘ălaṯ-'ōḇ bə-'Êndōr)," Endor'da tanıdık ruha sahip bir kadın "olarak anılır.

Pasajlarda cadının adı verilmemiştir ancak haham geleneğinde muhtemelen Saul’un kuzeni ve ordusunun başkomutanı Abner’in annesiydi. Madian rahibinin kızı Sedecla olması da muhtemeldir. İsmi, İsrail'in Aşağı Celile bölgesindeki Jezreel Vadisi'nde bulunan Kenan köyü Endor (veya En Dor, Ein Dor) ile bağlantılıdır.

Saul (Tâlût, Şaul veya Şaul Ben Kiş), İsrail Krallığı ve Yahuda'nın ilk kralıydı. Saltanatı yaklaşık olarak MÖ 11. yüzyılın sonlarına tarihlenmektedir. Hem Saul hem de Endor Cadısı sadece efsaneler olarak değil tarihsel kişiler olarak görünür.

İncil'de Samuel öldüğünde cesedinin Yeruşalim'in 8 km kuzeybatısındaki Ramah'a gömüldüğü söylenir. İsrail'in yeni kralı Saul olur. Filistililer ile mücadelesinde doğru yolu seçmek için Tanrı'nın bilgeliğine başvurur. Sorunu çözmek ve toplanan dğşman kuvvetlerine karşı harekete geçmek ister.

Saul rüyalarında görüşüp soru sorduğu peygamberlerden veya başka yerlerden herhangi bir yanıt alamadı. İsrail içinde ve çevresinde yaşayan tüm olası büyücülere ve ruh çağırıcılara danıştı. Güçlü bir medyum arıyordu. Sonunda Endor'da yaşayan bir kadının varlığını keşfetti. Bu cadı Samuel'in hayaletini görebildiğini iddia ediyordu. İncil'de şöyle der:

1.Samuel, 28:7-9:
Bunun üzerine Saul görevlilerine, “Bana bir cinci kadın bulun da varıp ona danışayım” diye buyruk verdi. Görevliler, “Eyn-Dor’da bir cinci kadın var” dediler.
Böylece Saul başka giysilere bürünüp kılığını değiştirdi. Geceleyin yanına iki kişi alıp kadının yaşadığı yere gitti. Kadına, “Lütfen benim için ruhlara danış ve sana söyleyeceğim kişiyi çağır” dedi.
Ama kadın ona şu karşılığı verdi: “Saul’un neler yaptığını, cincilerle ruhlara danışanları ülkeden kovduğunu biliyorsun. Öyleyse neden beni öldürmek için tuzak kuruyorsun?”

Hayalet önce rahatsız edilmekten şikayet eder ancak zamanla Endor Cadısı ile işbirliği yapmaya başlar. Bir kehanet iletir ve Saul'un ertesi gün gerçekleşecek bir savaşta ordusuyla birlikte yok olacağını söyler.

Saul şok olur ve hayaletin sözlerini dinlememeye karar verir. Endor Cadısı belki de bilge hayaleti dinleyeceğini umarak onu neşelendirmeye çalışır. Fakat Saul düşmana saldırmaya karar verir ve ordusu yenilir. Savaştan sonra kral Saul intihar eder.

Endor Cadısı'nın hikayesi Yahudiler, Hıristiyanlar ve Paganlar aracılığıyla hayatta kaldı. Hikayesi, ortaçağ Yahudi metni Yalkut Shimoni'de ünlendi ancak birçok Hristiyan metninde de yer aldı. Yüzyıllar boyunca piskoposlar bu hikayenin popüler olmasının teolojik nedenleri hakkında tartıştılar. Onlar için en endişe verici olan şey inanışa göre kadının sihir kullanıyor olmasıydı. Fakat MÖ 2. yüzyıl Septuaginta'sı söz konusu kadını '' vantrilok '' yani "karnından konuşan" biri olarak tanımlar.

Hikayenin devamına 1.Samuel'deki aynı bölümden devam edelim:
1.Samuel, 28:10-14:
Saul, “Yaşayan RAB’bin adıyla derim ki, bundan sana bir kötülük gelmeyecek” diye ant içti.
Bunun üzerine kadın, “Sana kimi çağırayım?” diye sordu.
Saul, “Bana Samuel’i çağır” dedi.
Kadın, Samuel’i görünce çığlık atarak, “Sen Saul’sun! Neden beni kandırdın?” dedi.
Kral ona, “Korkma!” dedi, “Ne görüyorsun?”
Kadın, “Yerin altından çıkan bir ilah görüyorum” diye karşılık verdi.
Saul, “Neye benziyor?” diye sordu.
Kadın, “Cüppe giymiş yaşlı bir adam yukarıya çıkıyor” dedi. O zaman Saul onun Samuel olduğunu anladı; eğilip yüzüstü yere kapandı.

1. yüzyılda yaşamış olan Josephus'a göre hikaye tamamen inandırıcıydı. Endor Cadısı'nın hikayesi, eserlerinde ondan bahseden Martin Luther ve John Calvin için de ilginçti. Bazı ortaçağ eserlerinde yazarların onun bir iblis olup olmadığını merak ettikleri görülür. Bazıları için ise antik bir cadı örneğidir.

İncil'deki ilgili bölüm çağrılan Samuel'in ruhu ile kral Saul'un konuşması ile devam eder:
1.Samuel, 28:15-25:
Samuel Saul’a, “Neden beni çağırtıp rahatsız ettin?” dedi.
Saul, “Büyük sıkıntı içindeyim” diye yanıtladı, “Filistliler bana karşı savaşıyor ve Tanrı da beni terk etti. Artık bana ne peygamberler aracılığıyla, ne de düşlerle yanıt veriyor. Bu yüzden, ne yapmam gerektiğini bana bildirmen için seni çağırttım.”
Samuel, “RAB seni terk edip sana düşman olduğuna göre, neden bana danışıyorsun?” dedi, “RAB benim aracılığımla söylediğini yaptı, krallığı senden alıp soydaşın Davut’a verdi. Çünkü sen RAB’bin buyruğuna uymadın, O’nun alevlenen öfkesini Amalekliler’e uygulamadın. RAB bugün bunları bu yüzden başına getirdi. RAB seni de, İsrail halkını da Filistliler’in eline teslim edecek. Yarın sen ve oğulların bana katılacaksınız. RAB İsrail ordusunu da Filistliler’in eline teslim edecek.”
Saul birden boylu boyunca yere düştü. Samuel’in sözlerinden ötürü büyük korkuya kapıldı. Gücü de kalmamıştı; çünkü bütün gün, bütün gece yemek yememişti. Kadın Saul’a yaklaştı. Onun büyük şaşkınlık içinde olduğunu görünce, “Bak, kölen sözünü dinledi” dedi, “Canımı tehlikeye atarak benden istediğini yaptım. Şimdi lütfen kölenin söyleyeceğini dinle. İzin ver de, önüne biraz yemek koyayım. Yoluna devam edecek gücün olması için yemek yemelisin.”
Ama Saul, “Yemem” diyerek reddetti. Ancak hizmetkârlarıyla kadın zorlayınca, onların dediğini yaptı. Yerden kalkıp yatağın üzerine oturdu. Kadının evinde besili bir dana vardı. Kadın onu hemen kesti. Un alıp yoğurdu ve mayasız ekmek pişirdi. Sonra Saul’la görevlilerinin önüne koydu. Onlar da yediler. Sonra o gece kalkıp gittiler.

Endor Cadısı Avrupa'daki fantezi sanatının hayranları ve dini inancı olan veya olmayan birçok insan için popüler bir motif haline geldi. Büyücülükle ilgili ilk efsanevi kadınlardan biri olarak bilinir. Bazı din uzmanları onun bir peygamber olarak kabul edilebileceğini bile öne sürmüştür. Hikayesi birçok sanatçı ve yazarın hayal gücünü etkilemiştir.

Çağlar boyunca birçok eser İncil'deki bu cadı hikayesinden ilham almıştır. Ayrıca birçok başka masal, roman ve şiirde de yer aldı. Endor Cadısı, Star Wars'da bile görülür. Hatta Ewokların yaşadığı gezegene bile Endor adı verilmiştir.

Tüm bunların dışında Avrupa'nın karanlık tarihindeki cadı avı olayları, Salem'da yaşanan felaketler ve engizisyon mahkemelerinin cadı yargılamaları, yani yüzbinlerce insanın katledilmesiyle sonuçlanan olaylar İbrani mitolojisindeki bu tarz metinler yüzünden ortaya çıkmış ve körüklenmiştir.