İLK DİNDEN DÖNENLER, ĶUR'AN'I YAZMA GÖREVLİLERİDİR
Kur'an katibi olan, yani Muhammed'in en yakınında olan biri dinden çıkar mı? Çıkıyorsa, o dönemde yaşamış, olan biten her şeyi görmüş, vahiy katipliği yapmış biri bile Muhammed'in peygamber olduğuna inanmıyor ve dinden çıkıyor ise, o coğrafyada ve o çağda yaşamamış, hiçbir şeye şahit olmamış, eline bir kitap tutuşturulmuş olan bizlerin dini terk etmesine şaşırmamaları gerekir.
Abdullah Bin Sa'd Bin Ebi Serh (Sarh) (عبد الله بن سعد أبي سرح) Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh, halife Osman'ın akrabası, süt
kardeşidir. Muhammed bir kısım ayetleri vahiy katiplerine söyler, onlar da
yazıya geçirirlerdi.
İlk vahiy katiplerinden Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh, Muhammedin
hallerinden olsa gerek, vahiyden şüphelendi ve Mekke müşriklerinin yanına
dönerek mürtet oldu. Bazı Müslümanlar bunun nedeninin katipliği sırasında
vahyi kendi arzusuna göre tahrif etmesi, böylece müşriklerin İslâmiyet
aleyhindeki çalışmalarını desteklemesi olduğunu söyler. Bu durumda, böylesi
koşullarda yazılan Kur'an'ın değiştirilmemiş olduğuna inanmanın ne kadar doğru
olacağı da büyük bir soru işaretidir.
Ebi Serh, aralarına döndüğü Kureyşlilere şöyle der:
"Ben Muhammed'in yazdırdıklarına istediğim gibi tasarrufta bulundum. 0
bana, "Azizun hakim" diye yazdırırdı, ben "Alimun hakim" derdim. O da:
"Evet, hepsi doğru!" derdi"
[11]
İbn Ebi Serh'in Kur'an'ı tahrif ettiğine dair hadislerden biri şöyledir:
“Şurahbîl b. Sa’d dedi ki: En’am sûresinin 93. ayetinin ‘Allah'a
karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken,
‘Bana da vahyolundu’ diyenden ve ‘Ben de Allah'ın indirdiği
ayetlerin benzerini indireceğim’ diyenden daha zalim kim vardır!’
kısmı Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh hakkında nazil olmuştur. Hz.
Peygamber Mekke’ye girdiğinde; İbn Ebî Serh, sütkardeşi Hz. Osman’ın
yanına kaçtı. Mekke ehli sakinleşinceye kadar Hz. Osman onu yanında
sakladı. Sonra onu Hz.
Peygamber’in yanına kadar getirdi ve ona eman vermesini
istedi”
[9]
Mekke'nin fethinde, Muhammed, Abdullah Bin Sad'ın kanının heder olduğunu
ve görüldüğü yerde öldürülmesini emredince Abdullah gidip süt kardeşi
Osman'a sığınır, pişman olduğunu söyleyerek affedilmesini ister. Halife
Osman araya girer ve Abdullah Bin Sad'ın öldürülmesini engelleyince
Abdullah yeniden Müslüman olur. Ey korku, sen nelere kadirsin!
[2][3][4][10][11]
Konuya dair İbn Abbas'tan bir rivayet şöyledir:
Nahl suresi 106. ayetin hükmü kaldırıldı ve aynı surenin 110. ayeti
bu hükmün dışında bırakıldı. Hakkında bu ayet inen kimse Mısır’da
valilik görevinde bulunan ve Hz. Peygamber’e vahiy kâtipliği yapmış
Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh’tir. Şeytan onu şaşırttı. Kâfirlere
katıldı. Bu yüzden Hz. Peygamber, Mekke fethi günü onun
öldürülmesini emretti. Hz. Osman, onu himayesi altına aldı. Hz.
Peygamber de bu himayeyi kabul etti.”
[1]
Dinden dönen Kur'an yazma görevlisi Abdullah b. Sa'd için
indiği söylenen Nahl 106'da şöyle yazar:
Nahl 106: "Gönlü imanla dolu olduğu halde, zor altında olan kimse
müstesna, inandıktan sonra Allah’ı
inkâr edip, gönlünü kâfirliğe açanlara Allah katından bir gazap vardır;
büyük azap da onlar içindir."
Daha sonra affedilince İbn Ebi Serh'i kast ederek Nahl 110'da şöyle
yazdırılır: "Rabbin, türlü eziyete uğratıldıktan sonra hicret eden,
Allah uğrunda savaşan ve sabreden kimselerden yanadır. Rabbin şüphesiz
bundan sonra da bağışlar ve merhamet eder."
Yani eğer Nahl 106'nın hükmü uygulansaydı, dinden dönen vahiy katibi
Abdullah b. Sa'd tehdit edilince geri gelip af dilemese başına
gelecekler açık ve nettir. Af dileyip tekrar İslam'a girerek kafasının
gövdesinden ayrılmamasını garantilemiştir.
Bir hadise göre Mekke'nin fetih gününde Muhammed'in 4 erkek ve 2 kadın
haricinde herkese can ve mal güvencesi verir. (eman vermek). Hayatı ve
malı tehlikede olan bu 4 erkekten biri de Abdullah b. Sa'd'dır. Muhammed
halkını kendine biat etmeye çağırırken Sa'd halife Osman'ın yanına
saklanır. Osman onu Muhammed'in yanına götürür ve "Ey Allah’ın elçisi,
elini uzat da Abdullah biat etsin" der. Muhammed 3 kez ona bakar,
üçüncüsünde biat etmesi için elini uzatır. [5]
Benzer rivayetlerde öldürüleceği açıklananların sayılarına, Abdullah
affını istediğinde Muhammed'in tavırlarına dair farklı anlatımlar bulunsa
da Abdullah'ın hep öldürülecekler arasında olduğu görülür.
Örneğin bir hadiste öldürülmesi emredilenler Abduluzzâ b. Hatal,
Mıkyes b. Subabe, Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh ve Ümmü Sâre iken [6] bir
başka hadiste bu kişiler İbn Ebî Serh, cariye Fertenâ, şair İbn
ez-Zeba’râ ve İbnü’l Hatal'dır. [7]
Hatta Tabakatü'l Kübra'da Muhammed'in İbn Ebi Serh'in öldürülmesini
isterken "bu köpeği" veya "fasığı" öldürün dediği yazar. [8]
Abdullah Bin Hatal (Abdüluzza ibnu Hatal)
Abdullah bin Hatal'da mürtet olan bir diğer vahiy katibidir. Kettânî
"Rasûl-i Ekrem’e herhangi bir konuda kâtiplik yapmış olanlar ve bunların
sayıları" adlı yazısında el-Irâkî’den verdiği bilgide vahiy katiplerinin
sayısının kırk ikiye kadar çıktığını söyler ve isimler arasında Abdullah
b. Hatal da vardır. [31] İslam dinine geçip Medine'ye göç eden
Hattal'a Muhammed tarafından zekat ve sadakaları toplama, yani
tahsildarlık görevi verilir. [12][13][14]
Abdullah b. Hatal’ın vahiy kâtipliği yaptığına dair bazı rivayetler
şöyledir:
İbn Seyyidünnâs’tan aktarılan rivayete göre Hz. Ali şöyle
demiştir: “İbn Hatal, Hz. Peygamber’in huzurunda yazardı. “gafûrün
rahîm” indiği zaman O “Rahîmün gafûr” yazdı. Aynı şekilde “ Semîun
alîm” indiği zamanda “Alîmün semî” yazar idi.
[32]
Yani tıpkı Ebi Serh gibi o da Muhammed'in söylediği sözleri kendi
isteğine göre yazıyordur. Fakat belirtmeliyim ki Müslümanlar bu
hadisleri sahih görmedikleri için kabul etmezler.
Yine rivayete göre Abdullah Bin Hatal'ın emri altında Huzaa'lardan bir
köle vardır. Bu köle ona hizmet edip yemeğini yapar. [15][16] bir gün bu
köle uyuya kalıp Abdullah'ın yemeğini hazırlamayı unutunca Abdullah
kızıp köleye saldırır, onu öyle döver ki öldürene kadar bırakmaz.
[16][17][18][19][20] Kölesini öldürdükten sonra Muhammed'e bu konuda ne
cevap vereceğinden korkar, İslam'ı terk eder, halktan topladığı zekat ve
sadakaları da yanına alarak Mekke'li müşriklerin yanına geri döner.
[16][19]
Fakat tüm bunlar, Kur'an katibi olup daha sonra dinden dönen birini kötü
göstermek atılmış iftiralar da olabilir. Malum, günümüzde bile sırf dine
inanmıyoruz diye onca itham ve iftiraya maruz kalıyoruz, dini inancın
daha yoğun yaşandığı o dönemlerde insanların bu konudaki tutumunu hayal
bile edemiyorum.
Konumuza dönersek, hadislere göre Abdullah, müşriklerin yanına dönünce
müşrikler ona "Neden bizim yanımıza geldin?" diye sorarlar, o da "Sizin
dininizden daha iyisini bulamadım" der. [17][16]
Bir gün İbn Hatal silahlanmış bir vaziyette atına binerek Mekke'nin
yukarısından gelirken Said b. As'ın kızları ile karşılaşır. Onlar İbn
Hatal'a, Muhammed'in Mekke'ye girdiğini haber verirler.
Hatal onlara: "Vallahi göreceksiniz ki; vücutlar kılıç darbelerinden su
tutmayan tulumların ağızlarına benzemedikçe onlar Mekke'ye
giremeyeceklerdir!" der ve Handeme tepesine doğru çıkar.
Rivayetlere göre Müslüman savaşçıların çarpışmalarını gören Hatal
korkuya kapılır, atından inip silahlarını çıkarır ve Kabe'ye giderek
Kabe örtülerini arasına gizlenir. Ka'b kabilesinden biri Hatal'ın
çıkardığı zırh ve silahlarını, ayrıca terk ettiği atını alıp Muhammed'in
yanına gider. [21]
Daha sonra Hatal'ı saklandığı yerde bulup öldürürler. Kimi rivayetlere
göre Ebu Berzetü'l-Eslemî ile Saîd b. Hureysü'l-Mahzûmî'nin onu birlikte
öldürdüğü anlatılırken bazı rivayetlerde onu yalnızca Ebu Berze'nin
öldürdüğü ve "İbn Hatal'ı Kabe'nin örtüsüne asılmış olduğu halde
çıkarıp, Rükünle Makam arasında boynunu vurdum! " dediği yazar.
[16][22][23]
Osman'ın torpili sayesinde Abdullah Bin Sad idamdan kurtulmuştu. Fakat
torpili olmayan Abdullah b. Hatal Mekke'nin fethinde öldürülür.
Fakat Muhammed'in öldürülmesini emrettiği kişiler arasında Hatal'ın
Muhammed hakkında söylediği hiciv şiirlerini söyleyen şarkıcı 2 kadın
kölesi Fertana (veya Kureyna) ve Emebe (Emeb) de vardı. [24][25][26][30]
Muhammed hakkında hiciv şiirleri söylediği için öldürülmeleri emredilen
bu 2 kadın arasından Emeb, Mekke'nin fethinde yakalanıp öldürülürken
Fertana kaçmayı başarır. [27][28] Her ne kadar Fertana kaçmayı başarsa
da hazır Muhammed kendisi hakkında eman vermişken yayılmakta olan İslam
dininin kılıcının keskin tarafından nasiplenmemek için Müslüman olur.
[29]
KAYNAKLAR
Nesaî, “Tahrîmu’d-Dem”, 15; Nesaî, es-Sünenü’l-Kübrâ, III, 444
Hâkim en-Neysâbûrî, el-Müstedrek, II, 388
Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, VIII, 357
Ebû Abdullah Muhammed b. İshâk b. el-Abbâs el-Fâkihî, Ahbâru Mekke fî
Kadîmi’d-Dehr ve Hadîsih (nşr. Abdulmelik Abdullah Duheyş), Beyrut: Dâru
Hızır, 1414, V, 202; Ebû Davud, “Cihad”, 117; Ebu’l-Hasan Ali b. Ömer b.
Ahmed ed-Dârekutnî, Sünen (nşr. Şuayb el-Arnavût v. dğr.), Beyrut:
Müessesetu’r-Risâle, 1424/2004, III, 376; V, 296; Beyhakî,
es-Sünenü’l-Kübrâ, IX, 202, 357
Ebû Davud, “Cihad”, 117; “Hudûd”, 1; Hâkim en-Neysâbûrî, el-Müstedrek,
III, 47; Kütübü Sitte, 12.cilt, s. 40
Jan Dark, Yüzyıl Savaşları süresince İngiltere’ye karşı ülkesi Fransa’ya
memleketi Lorraine’deki cephelerden başlayarak ruhani manada büyük destek olan
ve sonradan ünü Fransa’nın dört bir yanına yayılmış bir Fransız Katolik azizesidir. Jeanne D’arc , Joan of Arc veya Jan Dark da denir.
Fransa’nın
yüzyıllar boyunca sembolü olmuştur. Hatta bir rivayette, ülkeyi kurtarmak için
Tanrı tarafından görevlendirilmiş güzel çoban Jeanne d’Arc efsanesinin, geçmişte
İngilizler karşısında zor durumda bulunan Fransız sarayı tarafından uydurulmuş
bir “psikolojik silah“ olduğu ileri sürülür. Zira günümüzde bile bu hikaye
efsaneleşmiştir , döneminde de bakire ve bir kurtarıcı olarak ütopik bir figürdür.
Jan Dark’ı 10 yılı aşkın süredir araştıran ve “L’affaire
Jeanne d’Arc” (Jan Dark Davası) adlı eserin yazarları gazeteci Marcel Gay ve
Roger Senzig, Fransız kahramanın isminin dahi bir “sapkınlık” olduğunu
belirterek, Jeanne d’Arc’ın asıl isminin Jeanne d’Orleans olduğunu öne
sürdüler.
YAŞAMI
Jeanne d’Arc,1412 yılında, Fransa’nın doğusundaki Maaş (Meuse) Irmağı
üzerinde bulunan Domremy köyünde dünyaya geldi. Babası, köyün en önde gelen
çiftlik sahiplerinden biriydi. Jeanne, okuma yazma bilmezdi; ama çok dindar
bir kızdı ve küçük yaşlardan beri yaşadığı bölgedeki yoksulluk ve bitmişliği
görmüştü.
12-13 yaşındayken St. Catherine, St. Margaret ve St.
Micheal’in ruhları ile önsezi yoluyla iletişime geçmeye başladığı söylenir.
Hristiyan teolojisine göre çok büyük olan bu azizlerin biri ile iletişime
geçmesine nadir rastlanır. İletişime geçilen kişi ise özeldir. Jeanne Tanrı’nın
onunla konuştuğunu, saraya giderek veliaht Prens Charles’ın Fransa kralı
olarak taç giymesine yardımcı olmasını istediklerini, kutsal bir kaderi
olacağını söylemeye başlamıştı. Yaşı arttıkça duyduğu gelecekten gelen sesler
görümler ve vizyonlar da çoğaldı.
Birçok şeyin sonunda ise ülkesini
İngiliz belasından kurtarma görevinin ona emanet edildiği ve ülkenin gerçek
yöneticisine Rheims Katedrali’nde taç giydirilmesi gerektiği yolundaki inancı
gittikçe kuvvetlendi. Bu, ona Tanrı tarafından verilen kutsal bir görevdi, en
azından o böyle inanıyordu.
İçinde bulunduğu topluluk ve ailesi
Jeanne’nin bu fikirlerini oldukça çılgınca buluyorlardı. Çünkü henüz dediğimiz
gibi azizlerle konuştuğunu, gaipten sesler duyduğunu iddia ediyordu. Basit bir
köylü olan babası onu bu amaçtan döndürmeyi denediyse de başarılı olamadı ve
Jeanne on altı yaşına geldiğinde, bölgelerini yöneten Robert de Baudricourt’un
şatosuna giderek kendisine Chinon’a kadar eşlik edecek birinin verilmesini
istedi. Robert, basit bir askerdi, böyle kutsal hikayelere ve bir takım aziz
ve azizelerin ülkeyi kurtarma görevini küçük bir köylü kızına
verebileceklerine inanacak biri değildi. Alay eder şekilde böyle uçarı ve
saçma şeyler üzerine kafa yormamasını söyleyerek Jeanne’yi köyüne geri
gönderdi. Fakat Jeanne ilhamının gerçekliğine yürekten inanıyordu ve dileğini
kabul ettirmek için inatla çalıştı. En sonunda ise Robert Jeanne’ın
ısrarlarına dayanamayarak istediği muhafızları ona verdi.
Zorlu bir
yolculuktan sonra Jeanne kafilesi ile beraber saraya vardı. Jeanne
, başlangıçta kendisini saraya alıp almayacağından emin olmayan Charles'ın
kalesine gitti. Kralın danışmanları ona çelişkili tavsiyeler verdi ama iki
gün sonra ona bir şans verdiler. Bir test olarak Charles kendisini saray
mensuplarının arasına sakladı ama Joan onu çabucak fark etti ve İngilizlere
karşı savaşmak istediğini söyleyerek, onu Reims şehri ile taçlandıracağını vaat
etti.
Charles’ın emri üzerine kilise yetkilileri tarafından, gözlemcilerin
huzurunda sorguya çekildi. Charles'ın bir akrabası, ona
iyi niyetli olduğunu gösterdi. Daha sonra üç hafta boyunca Poitiers'e
götürüldü ve burada kralın davasına gönül vermiş olan seçkin ilahiyatçılar
tarafından daha fazla sorgulandı. Kaydı günümüze ulaşamayan bu incelemeler,
Batı Bölünmesinin sona ermesinin ardından her zaman var olan sapkınlık
korkusuyla ortaya çıktı.
Joan, kilise görevlilerine Poitiers'de değil,
Orléans'ta kendini kanıtlayacağını söyledi ve hemen 22 Mart'ta İngilizlere
meydan okuyan mektuplar yazdırdı. Raporlarında kilise mensupları, aylardır
İngiliz kuşatması altında olan Orléans'ın çaresiz durumu göz önüne
alındığında, kralın Jeanne’dan yararlanmasının iyi olacağını karar verdiler.
Jeanne Chinon'a döndü. Atları hazırlattı, Nisan ayında
erkeklerden oluşan bir birlik edindi. Jean d'Aulon, Jeanne d’arcın yaveri oldu
ve kardeşleri Jean ve Pierre, Jeanne’a katıldı. Flamasını apocalypsete İsa
simgesi ile boyattı ve İsa'nın adını taşıyan bir pankart yaptı. Kılıç sorusu
gündeme geldiğinde, onun Sainte-Catherine-de-Fierbois kilisesinde bulunacağını
açıkladı ve bir tanesi orada keşfedildi.
ORLEANS KUŞATMASI
27 Nisan 1429 tarihinde, Jeanne ve askerleri Orléans'ın için yola çıktı.
12 Ekim 1428'den beri kuşatılan şehir, neredeyse tamamen bir İngiliz kalesi
halkasıyla çevriliydi. Jeanne ve Fransız komutanlardan biri olan La Hire, 29
Nisan'da malzemelerle geldiklerinde, daha fazla takviye getirilene kadar
eylemin ertelenmesi gerektiği söylediler.
4 Mayıs akşamı, Jeanne
dinlenirken azizlerden biri aniden ortaya çıktı, görünüşe göre ona ilham verdi
ve gidip İngilizlere saldırması gerektiğini duyurdu. Kendini silahlandırarak
aceleyle şehrin doğusundaki bir İngiliz kalesine gitti ve burada bir nişan
yapıldığını keşfetti. Onun gelişi Fransızları uyandırdı ve kaleyi aldılar.
Ertesi gün Jeanne, İngilizlere karşı koyduğu bir başka mektubuna daha yolladı.
6 Mayıs sabahı nehrin güney kıyısına geçti ve başka bir kaleye doğru ilerledi;
İngilizler, yakınlardaki daha güçlü bir konumu savunmak için derhal tahliye
edildi.
Ancak Jeanne ve La Hire de boş durmadı ve İngilizlere
saldırdı .O sırada iki tarafta kötü hava şartlarından dolayı fırtınaya
yakalandı. 7 Mayıs'ın erken saatlerinde Fransızlar, Les Tourelles kalesine
karşı ilerledi. Jeanne yaralandı ama çabucak savaşa döndü. Ertesi gün
İngilizler geri çekilirken görüldü, ancak Jeanne Pazar günü olduğu için
herhangi bir takibe izin vermeyi reddetti.
Jeanne 9 Mayıs'ta
Orléans'tan ayrıldı ve veliaht Charles ile Tours'da buluştu. taç giymesi için
acele etmesini istedi. Daha ihtiyatlı danışmanlarından bazıları ona
Normandiya'yı fethetmesini tavsiye ettiği için tereddüt etse de , Jeanne’ın
ilk hedefi İngilizleri Loire Nehri kıyısındaki diğer kasabalardan temizlemekti
. Jeanne Fransız ordularının korgenerali olan arkadaşı Duc d'Alençon ile
tanıştı ve birlikte bir kasaba ve önemli bir köprüyü ele geçirdiler.
Daha
sonra Beaugency'ye saldırdılar ve bunun üzerine İngilizler kaleye çekildi.
Sonra Charles ve Jeanne ,Fransız mahkemesinde şüpheli olan Constable de
Richemont . Jeanne’a sadakat yemini ettikten sonra yardımını kabul etti ve
kısa bir süre sonra Beaugency kalesi teslim oldu.
Fransız ve
İngiliz orduları karşı karşıya geldi 18 Haziran 1429'da Patay. Jeanne,
Charles'a o gün şimdiye kadar kazandığı zaferden daha büyük bir zafer
kazanacağını söyleyerek Fransızlara başarı sözü verdi. Zafer gerçekten de
tamamlanmıştı; İngiliz ordusu bozguna uğradı ve nihayet bununla birlikte
yenilmezlik şanı arttı.
Jeanne ve Fransız komutanlar, Paris'e cesur
bir saldırıda bulundular Sully-sur-Loire'da La Trémoille ile birlikte kalanlar
Charles’a yeniden katılmak için geri döndüler. Jeanne yine, Charles'a taç
giyme töreni için hızlıca Reims'e gitmesi gerektiğini söyledi. Bununla
birlikte, Loire boyunca kasabalarda dolanırken, Jeanne ona eşlik etti ve
tereddüdünü yenmeyi ve taarruzda yavaşlamayı tavsiye eden danışmanlara karşı
çıktı. Jeanne tehlikelerin ve zorlukların farkındaydı, ancak bunlardan
çekinilmemesi gerektiğini söyledi ve sonunda Charles ile Jeanne aynı düşüncede
bir oldular
Ordunun toplanmaya başladığı Gien'den dauphin,
geleneksel çağrı mektuplarını taç giyme törenine gönderdi. Jeanne iki mektup
yazdı: Biri her zaman Charles'a sadık olan Tournai halkına bir öğüt, diğeri ise Burgundy Dükü Philip the Good için bir meydan okumaydı.
Kasaba
halkı Anglo-Burgundia rejimine sadık kalmaya karar verdi. Charles’ın konseyi,
Joan'ın şehre bir saldırı düzenlemesi gerektiğine karar verdi ve vatandaşlar
hemen ertesi sabahki saldırıya boyun eğdi. Kraliyet ordusu daha sonra
Châlons'a yürüdü ve burada daha önce direnme kararına rağmen piskopos
kasabanın anahtarlarını Charles'a verdi. 16 Temmuz'da kraliyet ordusu
kapılarını açan Reims'e ulaştı. Taç giyme töreni 17 Temmuz 1429'da
gerçekleşti. Jeanne, sunaktan çok uzak olmayan bir yerde bayrağıyla ayakta
duruyordu. Törenden sonra Charles'ın önünde diz çökerek onu ilk kez kral
olarak adlandırdı. Jeanne, Paris’e yapılacak cesur bir saldırıyı da içeren
yeni bir askeri harekatı üstlendi. Ne var ki Orleans’ı kurtarmada gösterdiği
başarıyı Compiegne seferinde tekrarlayamayacak ve 24 Mayıs 1430’da Paris’in 80
km. kadar kuzeyinde Burgonya Dükü’ne esir düşecektir
JEANNE'IN SONU
Jeanne’ın yakalanma haberi 25 Mayıs 1430'da Paris'e ulaşmıştı. Jeanne
d’Arc dük tarafından on bin frank karşılığında İngilizlere teslim edilir ve
engizisyon mahkemesinde Beauves piskoposu Pierre Cauchon ve engizitör JeGeç
Ortaçağ Avrupası’nda yaşanan cadı avı çılgınlığının hemen öncesinde engizisyon
mahkemesi tarafından görülen bu dava içerdiği politik unsurlar nedeniyle
klasik büyücü/cadı davalarından ayrılmakla birlikte, suç istinadı (kilisenin
kutsal varlığına ve Katolik inancına karşı suç işlemek), sorgulama (fiziki
işkence dışında, kanıtlanamayan suçlamalar, yalancı tanıklıklar, sorularla
tehdit ve psikolojik işkence), yargılama ve infaz sürecinin bütünlüğü davanın
tipik bir engizisyon davası olduğunu göstermektedir.a
Engizisyon
mahkemesi, sorgulanması sonrasında Jeanne d’Arc’ı on iki maddede sıralanan
eylemlerden ötürü dolayı suçlu bulur. lk dört maddede duyduğu seslere ilişkin
suçlamalar yer alır: Katolik kilisesinin kutsal varlığını hiçe sayarak Aziz
Mikail, Azize Katharina ve Azize Margareta’nın sözde buyruklarıyla kralın ve
ülkenin geleceğine ilişkin kehanette bulunmak (falcılık/medyumluk).
Diğer maddeler ise ;
Erkek giysileriyle dolaşarak Tanrı’nın yarattığı bedende başka bir
cinsiyeti aramak,
Ailesinin itirazına karşın evini terk ederek ailesinin onurunu zedelemek,
Burgonya Dükü’ne esir düştüğünde tutulduğu kuleden kaçma, yani intihar
girişiminde bulunarak, Tanrı’nın verdiği ve zamanı gelince yine sadece
Tanrı’nın alabileceği yaşama bilerek ve isteyerek son verme girişiminde
bulunmak,
Azize Katharina ve Azize Margareta’mn Burgonyalıları artık sevmedikleri,
İngilizlerin tarafını tutmadıkları için İngilizce değil, Fransızca
konuştukları iddiasında bulunmak,
Tanrının varlığını yadsıyan bir tavır içinde nereden ve kimden geldiği
belli olmayan seslere ibadet etmek,
Azize Katharina ve Azize Margareta’nın, bakireliğini korursa kendisini
cennete göndereceklerine dair söz verdikleri iddiasında bulunmak,
Putperestlik,
Düştüğü kötülüklerde inatla ısrar ederek kâfirlik yapmak.
Jeanne d’Arc 1431 yılının 24 Mayıs günü cellatları tarafından Rouen
mezarlığına getirilir. Uzun ve yorucu sorgulama günlerinin sonunda bitap
düşmüş durumdadır. Uğruna savaştığı ve hayatını ortaya koyduğu kralı VII.
Charles’ın onu kâfir olarak tanımladığı kendisine söylenince, Jeanne d’Arc,
“Kralım aleyhinde değil, benim hakkımda konuşun; o iyi bir Hıristiyan” diye
yanıt verir.
1431 yılının 30 Mayıs günü Rouen kenti Saint-Sauveur
Kilisesi’nin civarında eski pazar meydanında (Vieux Marche) yapılacak infaz
için üç platform kurulmuştur. Bunlardan birinde İngiltere kardinali, kraliyet
ve başpiskoposluk üyeleri, diğerinde bu korkunç dramın mimarları olan, davanın
hâkimi, rahipler ve askerler yerlerini almışlardır. Son platformda sanık
Jeanne d’Arc bulunmaktadır. Platformdan alınarak, meydanın ortasında kendisi
için hazırlanmış odun yığınının üzerine dikilmiş direğe bağlanan Jeanne
d’Arc’a, engizisyon mahkemesinin kararı okunur: bir kâfir olması nedeniyle
yakılarak öldürülecektir. Cellatları ayakları altındaki odunları tutuşturmaya
başladığında henüz 19 yaşındadır. Alevler yükselirken Jeanne d’Arc’ın ağzından
defalarca aynı sözcük yükselir: "İsa…"
Elinde ise yakılmadan önce bir askerden
istediği iki tahta parçasından yaptığı haçı tutmaktadır.
Jeanne
D’Arc’ın yakılması çok ilgi uyandırmıştır. Avrupa tarihinin üzerinde en çok
tartışılan kimliklerinden birini yaratmıştır. Jeanne d’Arc’ın suçsuzluğu,
Katolik Kilisesi tarafından değer geç de olsa anlaşılmış, 1909 yılında itibarı
iade edilmiş, yakıldıktan tam 490 yıl sonra 1920’de azize ilan edilmiştir.
Jeanne
sinema filmlerine, oyunlara, baladlara bestelere ve nice sanat eserlerine
ilham kaynağı olmuş bir figürdür başta bahsettiğimiz gibi gerçekten yaşadı mı
yoksa Fransızların bir akıl oyunu muydu bilemeyiz fakat Jeanne hayatını İsa'ya
adamış son sözleri de İsa olan saygıdeğer tarihi bir kişiliktir.
Deccal, Hristiyan eskatolojisinde (dünyanın sonu ile ilgili konular) Mesih
karşıtı, Musevilikte ise Armilos (Armilus) olarak bilinir. İslam'a göre Deccal,
ahir zamanda ortaya çıkıp insanları saptıracak, fitne yayacak, kendini önce
peygamber olarak tanıtacak, daha sonra ise tanrı olduğunu iddia edecek olan
kişidir. Tabi bazı İslam alimlerince bir kişi değil de, bir ideoloji yada akım
olduğu görüşü de ortaya atılmıştır. İnanışa göre Deccal, Mesih tarafından
öldürülecektir fakat Şia'ya göre onu öldürecek olan Mesih değil Mehdi'dir.
[1][2]
Deccal'in ortaya çıkacağı yerle ilgili farklı rivayetler
vardır ancak genellikle doğudan ortaya çıkacağı söylenir. Tek gözü kör olarak
tanımlansa da hangi gözünün kör olduğu tartışmalıdır. Fakat ağırlıklı olarak sağ
gözünün kör olduğuna dair rivayet ve görüşler hakimdir. Kusurlu bir göze sahip
olmanın, genellikle kötü hedeflere ulaşmak için daha fazla güç verdiği
düşünülür. [4]
İnanışa göre Deccal, Mekke ve Medine hariç her şehre girerek tüm dünyayı
dolaşacaktır. [5] Sahte bir Mesih olarak insanları kandıracağına, aralarında
Yahudiler, Bedeviler ve sihirbazlar da dahil olmak üzere birçok kişinin onun
tarafından aldatılıp safına katılacağına ve bir iblis ordusunun ona yardım
edeceğine inanılır.
Rivayetlere göre yine de onun en güvenilir destekçileri Yahudiler olacaktır.
Deccal'in takipçilerinin çoğunluğunu oluşturan bu Yahudiler kavramı muhtemelen
Hristiyanların Deccal efsanelerinden bir kalıntıdır. [6]
Deccal, hastaları iyileştirerek, ölüleri dirilterek, bitki örtüsünün aşırı
büyümesine, çiftlik hayvanlarının daha çok üremesine ve ölmesine neden olarak
ve güneşin hareketini durdurarak bazı mucizeler gerçekleştirecektir. [6]
Onun mucizeleri, İsa'nın gerçekleştirdiğine inanılan mucizelere benzer. İkisi
arasındaki ilişki belirsizdir. Bir rivayette İsa'nın Kabe'yi tavaf derken
Deccal'in onu takip ettiği ve ondan İsa'nın kötü, karanlık bir kopyası olarak
bahsedildiği görülür [45]
Pek çok versiyonda anlatılanlara bakıldığında Deccal İsa'nın kötü bir varyantı
gibidir. [7] İsa'nın Kuran'daki muğlak statüsüne benzer şekilde, ilahî olmayan
ama yine de bir insandan daha fazlası olan Deccal, görünüşe göre alışılagelmiş
birçok peygamberden daha niteliklidir. Bazı kesimler onu daha çok bir insan
olarak görse de İslami geleneklerde insan formunda bir şeytan-iblis olarak
tanımlanmaktadır. [8]
●►Sünniler İsa'nın safranla
hafif boyanmış iki elbise giymiş ve elleri iki meleğin omuzlarına dayanır
vaziyette Şam'daki Emevi Camii'sinin (Şam Ulu Camii) Doğu Minaresine
ineceğine inanırlar.
Başını eğdiğinde, saçından su akıyormuş gibi görünecek, başını kaldırdığında
ise saçları incilerle donatılmış gibi parıldayacaktır. Onun nefesi gözünün
görebileceği yere kadar uzanacak ve kokusunu koklayan her inançsız
ölecektir. [15]
Deccal, daha sonra Meryem oğlu İsa tarafından yakalanıp
öldürüleceği, Tel Aviv'in 15 kilometre güneydoğusundaki Arap-Yahudi
şehri Lod'un kapısına kadar kovalanacaktır.
Daha sonra Mesih'in haçı kıracağına, domuzu öldüreceğine, cizyeyi
kaldıracağına ve tüm uluslar arasında barışı sağlayacağına inanılır.
İsa'nın kuralı adil olacak ve herkes tek gerçek dine dahil olmak için ona
akın edecek. [16]
Haç'ın kırılmasının Hristiyanlığın sahte bir din olarak ilan edilmesini ve
Haç'a duyulan saygının sona ereceğini sembolize ettiği söylenir.
Domuzun öldürülmesinin ardındaki anlam din adamları tarafından hala
tartışılmaktadır. Bazıları, domuzun üç İbrahim inancının öğretilerine aykırı
olduğunu ve Hristiyanların, Yahudiler ve Müslümanların aksine domuz eti
tüketmeyi yasaklayan Kutsal Kitap kurallarına aykırı davrandıklarını
düşünerek domuzun öldürülmesinin Hristiyanların bu yanlışını işaret edip
ortadan kaldırdığını söylemektedir.
Şimdi hadislerdeki anlatılara bakalım:
1)
"Ben, Deccal ile beraber olanı ondan daha iyi bilirim. Onun yanında
akar iki nehir vardır. Onlardan biri dış görünüş itibarıyla beyaz bir
sudur, diğeri alevlenmiş bir ateştir. Sizden biri ona yetişirse ateş
olarak gördüğü nehre gelsin. Sonra başını daldırıp ondan içsin, çünkü
o, soğuk bir sudur. Deccal’in sol gözü yoktur, üzerinde kalın bir
perde vardır. İki gözü arasında kâfir yazılıdır. Okuması olan olmayan
her Müslüman o yazıyı okur."
[3]
2) Bize Abdullah ibn Mesleme, Mâlik'ten; o da Nâfi'den: o da
Abdullah ibn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle
buyurmuştur: "Ben bu gece ru'yâmda kendimi Ka'be'nin yanında buldum.
Ve ben orada esmer bir adam gördüm ki, o görmekte olduğun esmer
erkeklerin en güzeli idi, onun kulak memelerine geçmiş bir saçı
vardı ki, o da görmekte olduğun saçların en güzeli nev'inden olup,
bunları taramış idi. Ve bu saçlar su damlatıyordu. Bu zât iki adam
üzerine -yâhud: İki adamın omuzları üzerine- dayanarak Ka'be'yi
tavaf ediyordu. Ben:
— Bu kimdir? diye sordum.
— Bu, Meryem 'in oğlu Mesih 'tir, denildi.
Bu sırada ben, düz değil çok kıvırcık saçlı, sağ gözü sakat, sanki
salkımındaki emsalinden dışarı çıkmış iri bir üzüm tanesi gibi olan
bir adamla karşılaştım. Ben:
— Bu kimdir? diye sordum. Bana:
— Deccâl Mesih'tir, denildi" [45]
3)
“Ebû Saîd el–Hudrî’den rivayet edildiğine göre Peygamber şöyle
buyurdu:
“Deccâl ortaya çıkınca, mü’minlerden biri onun bulunduğu tarafa
doğru gider. Deccâlin silâhlı adamları onun önüne çıkarak:
– Nereye gitmek istiyorsun? diye sorarlar.
– Şu ortaya çıkan adamın yanına, der. Deccâlin adamları:
– Sen bizim Rabbimize inanmıyor musun? diye sorarlar. O da:
– Bizim Rabbimizin gizli bir yanı yok ki onu bırakıp başkasına
inanalım, der. Deccâlin bazı adamları:
– Öldürün şunu, derler. Bir kısmı ise:
– İlahınız deccal, haberi olmadan bir kimseyi öldürmeyi yasaklamadı
mı! derler ve o mü’mini deccâlin yanına götürürler. O mü’min deccâli
görünce diğer mü’minlere:
– Ey mü’minler! Bu adam Resûlullah’ın kendisinden bahsettiği
deccâldir, diye seslenir. O zaman deccâl adamlarına:
– Bunu iyice bir dövün, der. Onu dövmek üzere tutarlar. Deccâl
tekrar, “Yakalayın şunu, yarın kafasını”, der. Onun sırtını, karnını
dayaktan geçirirler. Bu defa deccâl, “Bana iman etmiyor musun?” diye
sorar. O mü’min:
– Sen yalancı Mesîh’sin, der.
Deccâlin emri üzerine onu testereyle baştan aşağı ikiye biçerler.
Deccâl o zâtın ikiye bölünen cesedinin arasından yürüyüp geçtikten
sonra ona:
– Ayağa kalk! der. O da doğrulup kalkar. Deccâl tekrar:
– Bana iman ediyor musun? diye sorar. O da:
– Senin hakkındaki kanaatim iyice pekişti, dedikten sonra halka
dönerek, ‘Ey insanlar! O benden sonra artık kimseyi öldürüp
diriltemez’, der. Deccâl onu kesmek için yakalar. Fakat Allah Teâlâ
o mü’minin boynundan köprücük kemiğine kadar olan kısmı bakır haline
dönüştürür; bu sebeple deccâl ona bir şey yapamaz. Bunun üzerine
deccâl onun ellerinden ve ayaklarından tutup fırlatır. Halk onu
cehenneme attığını zanneder. Halbuki o cennete atılmıştır.”
Resûlullah sözünü şöyle tamamladı:
“İşte bu mü’min, âlemlerin Rabbine göre insanların en büyük
şehididir.”
[41]
4) Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'in yanında Deccâl
zikrolundu. Bunun üzerine Peygamber: "Şübhesiz Allah sizin üzerinize
gizli olmaz. Çünkü Allah sakat gözlü değildir" buyurdu ve eliyle kendi
gözüne işaret etti. "Mesih Deccâl ise, sağ gözü sakattır. Sanki
onun gözü, salkımındaki emsalinden dışarı çıkmış iri bir üzüm tanesi
gibidir" buyurdu.
[42]
5)
Bana İbrâhîm ibnu Sa'd, babası Sa'd ibn İbrahim'den; o da dedesi
İbrâhîm ibn Abdirrahmân ibn Avf tan; o da Ebû Bek-re(R)'den tahdîs etti
ki, Peygamber (S):
"Medine'ye Deccâl Mesih'in (değil kendisi) korkusu (bile)
giremeyecektir. O fitne günlerinde Medine'nin yedi kapısı olacak, her
kapı önünde (koruyucu) iki melek bulunacaktır" buyurmuştur.
[43]
6)
Hz. Ebu Hüreyre anlatıyor: "Resulullah buyurdular ki: "Kıyametin üç
alameti vardır, onlar zuhur edince, "daha once inanmamış olanların artık
inanmaları da onlara fayda vermez" (En'am, 158) Güneşin battığı yerden
doğması, Deccal, Dabbetu'l-arz."
[44]
●►Kadıyânîlik'te (yada Ahmedîyye / Kadıyânîyye) Deccal'in ortaya
çıkışına ilişkin kehanetlerdeki Deccal tek bir kişi olmaktan ziyade
Hristiyanlık gibi sahte bir dine odaklanmış olan spesifik bir gruptur.
Ahmedîler Deccal'i özellikle İstanbul'un fethinden kısa bir süre sonra,
15.yy'da Keşif Çağı ile başlayan ve Sanayi Devrimi ile hızlanarak dünya
çapında yayılan Avrupa ülkeleri ve Hristiyanlık dini ile özdeşleştirir. [17]
[18] [19] [20] [21]
Diğer eskatolojik temalarda olduğu gibi Ahmedîye hareketinin kurucusu Mirza
Gulâm Ahmed'de bu konu hakkında kapsamlı yazılar yazdı.
Deccal'in özellikle Gulâm Ahmed tarafından kolonici misyonerlerle
özdeşleştirilmesi, Deccal'in Adem'in yaratılışından bu yana ortaya çıkan en
büyük musibet olarak anlatıldığı hadisindeki anlatımlar ve Kehf, Fatiha gibi
belirli Kur'an ayetleri ve hadislerle ilişkilendirerek ortaya çıkmıştır.
Böylece Deccal'in hükümdarlığının Hristiyanlığın hakimiyetine denk geldiğini
söylemiştir. [24] [22]
Deccal'in hadis literatüründe anlatılan sıfatları, sembolik temsiller olarak
ele alınıp, Kur'an ayetleriyle uyumlu hale getirilerek Allah'ın taklit
edilemez sıfatlarından ödün vermeyecek şekilde yorumlanır. Örneğin Deccal'in
sol gözü aşırı büyük iken sağ gözünün kör olması onun (onların) dini ve manevi
anlayıştan yoksun, ancak maddi ve bilimsel başarıda mükemmel olduğunun
göstergesi olarak yorumlanır. [23] Aynı şekilde
Deccal'in Mekke ve Medine'ye girmeyecek olması da kolonici misyonerlerin bu
iki yere ulaşmadaki başarısızlığının işareti olarak yorumlanmaktadır.
[24]
●►Şia'da ise peygamber evinden on ikinci imam olarak gördükleri
Mehdi'nin yeniden ortaya çıkışının alametlerinden biri Deccal'in gelişidir.
[25]
Bir Şii hadisi şöyledir:
"Mehdi'yi inkar eden Allah'ı inkâr etmiş, Deccal'ı kabul eden de
Allah'ı inkâr etmiş (kâfir olmuştur)."
Muhammed'e atfedilen bu Şii hadisi Deccal'in dönüşünü ve Mehdi'nin yeniden
zuhur etmesi olayını vurgulamaktadır. [26]
Bir başka hadiste şöyle yazar:
Deccal ile ilgili soru sorulduğunda Ali şu açıklamayı yaptı:
Deccal'in adı Said bin Said'dir. Dolayısıyla ona destek olan
talihsizdir. Ve onu inkar edenler şanslıdırlar. İsfahan'ın Yahoodiya
köyünden çıkacak. Alnında okuma yazma bilmeyenlerin bile okuyabileceği
şekilde şöyle yazacak: "Kafir".
Denizlere atlayacak. Güneş onu takip edecek. Önünde bir duman dağı
olacak ve onu beyaz bir dağ izleyecek, ki bu dağ kıtlık zamanlarında bir
yiyecek (ekmek) dağı zannedilecek. Beyaz bir eşek üzerine monte
edilecek. O eşeğin bir adımı bir mil olacak. Hangi kaynak veya kuyuya
ulaşırsa ulaşsın onu sonsuza kadar kurutacak. Cinlerden, insanlardan ve
şeytanlardan doğuda ve batıda herkesin duyabileceği kadar yüksek sesle
seslenecek.
[28][29]
Şii'lere göre Deccal, insani ihtiyaçları olan tek gözlü bir adam olmasına
rağmen takipçilerine kendisinin tanrı olduğunu söyleyecektir. Muhammed
Deccal'in bu aldatıcı iddiasıyla ilgili olarak sahabeyi ve müminleri
şiddetle uyarmıştır.
Bir hadise göre "Deccal, gerçekten de annesi tarafından Mısır'da doğurulacak
ve doğuşu ile ortaya çıkışı arasından otuz yıl geçecek.
Şam'ın doğu kapısına inecek ve ardından halifeliğin verileceği Doğu'da
görünecek."
Müslim'in bir rivayetine göre Deccal'in, Yemen Denizi'ndeki bir adada, bir
manastır veya sarayda hapsedildiği söylenir. Bazı hadisler onun
Horasan'dan çıkacağını bildirirken, bazıları Şam ile Irak arasında bir
yerde görüneceğini söylüyor.[27]
İnsanlar onun sihri ve büyücülüğü tarafından aldatılacak ve onun Mesih
olduğu iddia edilecek.
Ortaya çıktığı ilk gün 70.000 Yahudi onu takip edecek.
Yeşil başlık takacaklar. Onu kendilerine vaat edilen kurtarıcı, kutsal
kitaplarında anlatılan kişi olarak kabul edecekler. Bu inançlarının
asıl nedeni de Müslümanlara düşmanlıkları olacaktır.
İnanışa göre Deccal Müslümanlara karşı savaşacaktır ki bu aslında
siyonistlerin ve Yahudilerin asıl amacı olacaktı. Bu yüzden Deccal'in
Siyonizm uğruna terörü ve yıkımı artırmaya devam edeceği söylenir.
Cafer el-Sadık, Hz.Muhammed'den, Deccal'in takipçilerinin çoğunun gayri
meşru ilişkiden doğan insanlar, alkolikler, şarkıcılar, müzisyenler,
bedeviler ve kadınlar olacağını aktarır.
Mekke, Medine ve Kudüs dışında tüm dünyayı dolaşacak. Yeryüzü öylesine
kontrolünde olacak ki harabeler bile hazineye dönüşecek ve onun emriyle
yeryüzü bitki örtüsü filizlenecektir. İner inmez bir nehrin akmasını ve
sonra geri dönmesini ve son olarak kurumasını emredecek ve nehir onun
emrini takip edecektir.
Dağlar, bulutlar ve rüzgar bile onun tarafından kontrol edilecek. Bundan
dolayı takipçileri giderek artacak ve sonunda kendisini Tanrı ilan edecek.
[25]
Bir hadis dünyanın dönüşeceği durumunu şöyle anlatır.
"Deccal'in gelişinden beş yıl önce kuraklık olacak ve hiçbir şey
ekilmeyecek. Öyle ki tüm toynaklı hayvanlar yok olacak". Onun ortaya
çıkmasından sonra dünya şiddetli kıtlıkla karşı karşıya kalacak.
Yanında yiyecek ve su olacak. Pek çok kişi onun taleplerini sadece
yiyecek ve su için kabul edecek, tüm dünyaya zulüm edecek ve onu kabul
etmeyen öldürülecektir.
[30][31][32][33]
Deccal'in asıl amacı halkın fitnesi ve imtihanıdır, ona uyan İslam'dan
çıkar, onu inkar eden mümin olur ve müminlere en kötü şekilde işkence
edilir. [25]
Mehdi tekrar ortaya çıktığında İsa'yı temsilcisi olarak atayacaktır. İsa
Deccal'e saldıracak ve onu Lod kapısında yakalayacaktır. Ali'nin rivayetlerine
göre Mehdi döndüğünde namaz kıldıracak ve İsa onu takip edecek. [34][35][25]
Ali, bir vaazında Deccal'in yenilgisinden bahsederek Deccal'in Hicaz'a doğru
yola çıkacağını ve İsa'nın Harşa geçidinde onu durduracağını söyler.
İsa ona korkunç bir şekilde haykıracak ve sağlam bir darbe indirecek. Deccal
tıpkı ateşte eriyen kurşun gibi yanan bir ateşte eriyecek. [36][25]
Muhammed el-Bekir, Deccal'in doğacağı zamanda insanların Allah'ı
bilmeyeceklerini, dolayısıyla Deccal'in kendisinin Allah olduğunu iddia
etmesinin kolay olacağını anlatmıştır. İsa bu sırada göklerden inecektir.
Mehdi'nin önderliğinde dua edecek ve Deccal'i öldürecek böylece Mehdi'nin tüm
dünyaya barış ve sükunet yaymasına yardımcı olacaktır. [37]
●►Musevilikte Deccal'in adı Armilus'tur (Hebrew: ארמילוס). Armilus
(Armilos veya Armilius) [9] Orta Çağ Yahudi eskatolojisinde Mesih karşıtı bir
figürdür.
Adının Roma'nın kurucularından biri olan Romulus'tan veya Zerdüştlükteki
şeytani ilke Ahriman'dan (Arimainyus = Armalgus) türetilmiş olabileceği
düşünülür. [12]
Armilo'dan bahseden ilk metin, VII. Yüzyıldan kalma Zerubbabel Kıyametidir.
1519'da Konstantinopoli'de yayınlanan ve 11.yüzyıldan kalma midraşik bir metin
olan Midraş Vayoşa, Armilus'u kel, kısmen sağır, sakat ve cüzzamlı olarak
tasvir eder. [13] [14] Zerubbabel ise onu fiziksel olarak insanlık dışı,
muazzam bir boy ve kırmızı gözlere, altın rengi saçlara, yeşil tene ve iki
başa ait olarak tanımlamaktadır. [38][14]
Bu figür, tüm Dünya'yı fethedecek ve Kudüs'ü merkezi haline getirerek Allah'ın
Elçisi veya gerçek Mesih tarafından yok edilene kadar inananlara zulüm
edeceğine inanılan Hristiyan ve İslam'daki Deccal'in ortaçağ yorumlarıyla
karşılaştırılabilir. Onun kaçınılmaz sonu ise Mesih Çağı'nda iyinin kötüye
karşı nihai zaferini simgeler.
Zerubbabel Kitabı veya Zerubbabel Kıyameti olarak da adlandırılan Sefer
Zerubabel MS 7. yüzyılın başında yazılmış bir ortaçağ İbranice kıyamet
kitabıdır ve Zerubbabel'in görülerine, rüyalarına dayanır. Tıpkı Daniel Kitabı
gibi. [9] İsrail tarihinde önemli bir rol alan Zerubbabel [10] [11] MÖ 6.
yüzyılda İkinci Tapınağın temelini atan ve Davud'un neslinden olan son
kişidir. [9]
Armilus'un Bizans imparatoru Herakleios için bir kriptogram (şifreli yazı)
olduğu ve Sefer Zerubbabel'de anlatılan olayların Herakleios'a karşı
gerçekleştirilen Yahudi isyanına denk geldiği düşünülmektedir. [10]
Midraş Vayoşa (Midrash Vayosha) Zerubbabel ve diğer metinlerde kendisinden
bahsedilen Mesih karşıtı Armilus, zamanın sonunda ortaya çıkacak ve İsrail'e
büyük sıkıntı çektirip daha sonra İsrail'i fethedilecek bir kraldır.
Armilus Yahudilere sırt çevirir ve kendini Tanrıları olarak tanımaya zorlar.
Fakat Musa'nın mucizelerini gösteremeyince insanların gözünde şeytan
konumuna düşer. [39][40] Canavar daha sonra Yecüc ve Mecüc de dahil olmak
üzere bir putperest ordusunun başında Yahudilere savaş açar ve bir
Nehemya'lının önderliğinde savaşmaya giden 30.000 Yahudi ile yüzleşir. [38]
Armilus ve güçleri galip gelerek Yahudileri katleder ve onları çölde büyük
sıkıntıların ortasında yaşamaya zorlar, ta ki Tanrı mesih Davut'u ve
peygamberi İlyas'ı melekleri ile birlikte gönderene kadar. Bu sefer kötüler
Tanrı ile yüzleşir ve yenilirler. Mesih nefesinin gücüyle Armilus'u yok
eder Zerubbabel'de Mecüc'ün yerini alır ve Mesih ben Joseph'i yener.
[11]
Şeytan ve bir bakirenin ya da Şeytan ve bir heykelin soyu olduğu söylenen bu
figürün kökeni, Hristiyan öğretisi, efsanesi ve kutsal metinleriyle olan
çeşitliliği ve açık ilişkisi nedeniyle Yahudi Ansiklopedisi tarafından
sorgulanabilir olarak kabul edilir. ] [12]
●►Hristiyanlıktaki Deccal, yani Mesih karşıtı tek bir kişidir fakat
aynı zamanda Hristiyanlığa karşı olan ve İsa'ya inanmayanlardan da Mesih
karşıtı diye bahsedilir ve
onlar tıpkı Müslümanlar gibi "Rab Mesih değildir" diyecektir.
Bazıları Vahiy 13'deki denizden çıkan canavar veya yerden çıkan canavarın da
Deccal olduğunu, sadece burada ondan canavar olarak bahsedildiğini söylese
de bu anlatılar Deccal değil de Dabbe'tül-Arz tanımına daha yakındır.
Deccal anlatımları için İncil'e göz atalım.
1.Yuhanna 2:18: "Çocuklar, bu son saattir. Mesih Karşıtı’nın
geleceğini duydunuz. Nitekim şimdiden çok sayıda Mesih karşıtı türemiş
bulunuyor. Son saat olduğunu bundan biliyoruz."
1.Yuhanna 4:3: "İsa’yı kabul etmeyen hiçbir ruh Tanrı’dan değildir.
Böylesi, Mesih Karşıtı’nın ruhudur. Onun geleceğini duydunuz. Zaten o
şimdiden dünyadadır."
2.Selanikliler 2:3-4: Hiç kimse hiçbir şekilde sizi aldatmasın. Çünkü
imandan dönüş başlamadıkça, mahvolacak olan o yasa tanımaz adam ortaya
çıkmadıkça o gün gelmeyecektir. Bu adam, tanrı diye anılan ya da tapılan her
şeye karşı gelerek kendini hepsinden yüce gösterecek, hatta kendisini Tanrı
ilan ederek Tanrı’nın Tapınağı’nda oturacaktır.
2.Selanikliler 2:9-12: Yasa tanımaz adam, her türlü mucizede,
yanıltıcı belirtilerle harikalarda ve mahvolanları aldatan her türlü
kötülükte sergilenen Şeytan’ın etkinliğiyle gelecek. Mahvolanlar, gerçeği
sevmeye ve böylece kurtulmaya yanaşmadıklarından mahvoluyorlar. İşte bu
nedenle Tanrı yalana kanmaları için onların üzerine yanıltıcı bir güç
gönderiyor. Öyle ki, gerçeğe inanmayan ve kötülükten hoşlananların hepsi
yargılansın.
Markos 13:5-6; Matta 24:4-5: İsa onlara anlatmaya başladı: “Sakın
kimse sizi saptırmasın” dedi. “Birçokları, ‘Ben O’yum’ diyerek benim adımla
gelip birçok kişiyi saptıracaklar.
Luka 21:8: İsa, “Sakın sizi saptırmasınlar” dedi. “Birçokları, ‘Ben
O’yum’ ve ‘Zaman yaklaştı’ diyerek benim adımla gelecekler. Onların ardından
gitmeyin.
KAYNAKLAR
Essence of Life, A translation of Ain al-Hayat by Allama Mohammad Baqir
Majlisi | location=Qum |chapter=6 | page=105}}
The Life of Imam al-Mahdi Peace Be Upon Him | location=Qum | page=343}}
Hamid, F.A. (2008). 'The Futuristic Thought of Ustaz Ashaari Muhammad of
Malaysia', p. 209, in I. Abu-Rabi' (ed.) The Blackwell Companion to
Contemporary Islamic Thought, pp.195-212
A.g.e, p. 100
A.g.e, p. 104
A.g.e, p. 102
In the Apocalypse of Pseudo-Methodius (Greek redactions), Armalaos and
Armaleus: A.C. Lolos, Die Apokalypse des Ps.-Methodios. Beiträge zur
klassischen Philologie 83. Meisenheim am Glan: Hain, 1976. Chapter IX.
Jewish Martyrs in the Pagan and Christian Worlds. Cambridge university
press. Cambridge , New York, Melbourne, Madrid, Cape Town, Singapore,
Sao Paulo. 2006. p. 108-109. ISBN 9781139446020. Retrieved 2014-01-10.
John C. Reeves. Trajectories in Near Eastern Apocalyptic: A Postrabbinic
Jewish Apocalypse Reader
Armilus in the Jewish Encyclopedia
Midrash Vayosha
Elaine Rose Glickman, Judith Z. Abrams, Ph.D. Rabbi, Neil Gillman, The
Messiah and the Jews: Three Thousand Years of Tradition, Belief, and
Hope
The Book of Tribulations and Portents of the Last Hour (كتاب الفتن
وأشراط الساعة) - Sahih Muslim - Sayings and Teachings of Prophet
Muhammad, Reference: Sahih Muslim 2937 a; In-book reference: Book 54,
Hadith 136; USC-MSA web (English) reference: Book 41, Hadith 7015
"Hadith - Book of Tribulations - Sunan Ibn Majah - Sunnah.com - Sayings
and Teachings of Prophet Muhammad (صلى الله عليه و سلم)" Reference:
Sunan Ibn Majah 4077; In-book reference: Book 36, Hadith 152; English
translation: Vol. 5, Book 36, Hadith 4077
Glassé, Cyril; Smith, Huston (2003). The New Encyclopedia of Islam.
Altamira Press. p. 33. ISBN 0-7591-0190-6.
Jonker, Gerdien. The Ahmadiyya Quest for Religious Progress:
Missionizing Europe 1900-1965. p. 77
Valentine, Simon. Islam and the Ahmadiyya jamaʻat: history, belief,
practice. P. 148.
Malik Ghulam Farid, et al. Al-Kahf, The Holy Quran with English
Translation and Commentary Vol. III, p.1479
Muhammad Ali. The Antichrist and Gog and Magog, Ohio: Ahmadiyya
Anjuman-i Ishāʿat-i Islām
A.g.e, pp.12-14
A.g.e, pp.19-20
Mirza Ghulam Ahmad, The Essence of Islam, Vol. III, Tilford: Islam
International, p.290
Al-Masih ad-Dajjal, Pg. 248; A.g.e, Pg. 249; Müslim
2944/124; Sahih-i Müslim, cilt:8, s. 500; Mevsuatu’s Sunne,
El-Kütüb’s-Sitte ve Şüruhuha 22, Müsnedu, Ahmed B. Hanbel 3-4, 22.c.,
sf.224;
https://www.al-islam.org/life-imam-al-mahdi-baqir-shareef-al-qurashi/signs-reappearance-imam-time-0
İbn Hacer, el-Fetâva'l-kübrâ; al-Imam al-muntazar of al-Sayyid Muhammad
al-Kazimi al-Qazwini, p.60
Armilus en Jewish Encyclopedia
: http://jewishencyclopedia.com/articles/1789-armilus
John C. Reeves. Trajectories in Near Eastern Apocalyptic: A Postrabbinic
Jewish Apocalypse Reader.
Müslim, Fiten 113; Buhârî, Fezâilu'l-Medine 9; Abd b. Humeyd,
Müsned, 897
Sahih Buhari, Yüce Allah'ın: "Sana Karşı (Ey Mûsâ) Gözümün Önünde
Yetiştirilmen İçin Kendimden Bir Sevgi De Bırakmıştım" (Tâhâ: 39) Kavli
Babı (17.Bab), 36.Hadis
Sahih Buhari, Deccal Medine'ye Giremez Bab'ı (9.Bab), 13.Hadis
Müslim, iman 249, (158); Tirmizi, Tefsir, En'am (3074); Kütübü Sitte,
2.Cilt, Sf.367, 609 numaralı hadis
Sahih Buhari, Geceleyin Görülen Ru'yâ (Gündüzleyin Görülen Ru'yâya
Musâvî Olur Mu Yâhud Bunlar Farklı Olurlar Mı?) Babı (11.Bab), 18.Hadis;
Buhari, Ta'bi 33, 11, Enbiya, 42, Libas 68, Fiten 26, Müslim, İmam 275,
(169); Sahih-i Buhari, 50.Bab, 110.Hadis, Muvatta, Sifatu'n-Nebi 2, (2,
920)
●►Üye olarak platforma destek olabilirsiniz: KATIL ●►Patreon üyeliği için: PATREON
Kuru Kemikler Vadisi'nin görüsü Hezekiel'in en güçlü kehanetlerinden biridir.
Bu vizyonda Hezekiel kendisini İsrail kökenli kuru insan kemikleriyle dolu bir
vadide bulur. Tanrı onları diriltir ve İsrail topraklarına götüreceğini
söyler.
Hezekiel 37:1-14 (Kuru Kemikler):
RAB’bin eli üzerimdeydi, Ruhu’yla beni dışarı çıkardı, kemiklerle dolu
bir ovanın ortasına koydu. Beni onların arasında her yöne dolaştırdı.
Ovada her yere yayılmış, tamamen kurumuş pek çok kemik vardı. RAB,
“İnsanoğlu, bu kemikler canlanabilir mi?” diye sordu.
Ben, “Sen bilirsin, ey Egemen RAB” diye yanıtladım.
Bunun üzerine, “Bu kemikler üzerine peygamberlik et” dedi, “Onlara de
ki, ‘Kuru kemikler, RAB’bin sözünü dinleyin! Egemen RAB bu kemiklere
şöyle diyor: İçinize ruh koyacağım, canlanacaksınız. Size kaslar
verecek, üzerinizde et oluşturacağım, sizi deriyle kaplayacağım. İçinize
ruh koyacağım, canlanacaksınız. O zaman benim RAB olduğumu
anlayacaksınız.’ ”
Böylece bana verilen buyruk uyarınca peygamberlik ettim. Ben
peygamberlik ederken bir gürültü oldu, bir takırtı duyuldu. Kemikler
birbirleriyle birleşiyordu. Baktım, işte üzerlerinde kaslar, etler
oluşuyor, üstlerini deri kaplıyordu. Ama onlarda ruh yoktu.
Sonra bana şöyle dedi: “Rüzgara peygamberlik et, insanoğlu,
peygamberlik et ve de ki, ‘Egemen RAB şöyle diyor: Ey rüzgar, gel dört
yandan es. Bu öldürülmüşlerin üzerine üfle ki canlansınlar!’ ”
Böylece bana verilen buyruk uyarınca peygamberlik ettim. Onların içine
soluk girince canlanıp ayağa kalktılar. Çok, çok büyük bir kalabalık
oluşturuyorlardı.
Sonra bana, “İnsanoğlu, bu kemikler bütün İsrail halkını simgeliyor”
dedi, “Onlar, ‘Kemiklerimiz kurudu, umudumuz yok oldu, bittik’ diyorlar.
Bu yüzden peygamberlik et ve onlara de ki, ‘Egemen RAB şöyle diyor: Ey
halkım, mezarlarınızı açıp sizi oradan çıkaracak, İsrail ülkesine geri
getireceğim. Mezarlarınızı açıp sizi çıkardığım zaman benim RAB olduğumu
anlayacaksınız, ey halkım. Ruhumu içinize koyacağım, canlanacaksınız.
Sizi kendi ülkenize yerleştireceğim. O zaman, bunu söyleyenin ve yapanın
ben RAB olduğumu anlayacaksınız.’ ” Böyle diyor RAB.
Kitaplarından mucizeler türetmeye çalışanlar sadece Müslümanlar değiller. Bazı Hezekiel savunucuları "Günümüzde kuru kemiklerden DNA'lar çıkarılabiliyor, böylece Hezekiel'in
vizyonu gerçekleşmiş ve doğrulanmış oluyor" dese de yukarıdaki metnin
anlattığı şeyin bu konuyla zerre ilgisi yoktur. Bilime, tıbba herhangi bir
göndermede bulunmaz.
Zaten bu metinlerdeki kuru kemikler ile vurgulanmak istenen şey tanrının
yaratma gücüne vurgu yapmaktır. Yani bakın, tanrı öyle güçlü ki, ölmüş etli
bedenlerden yada çevresinde et bulunan kemiklerden değil, öleli uzun zaman
olmuş ve etrafında hiçbir et-kas kalmamış kemiklerden bile insan
yaratabiliyor. Fakat her ne hikmetse, bu durumda mucize yada keramet arayanlar
"tanrı onları yeniden diriltmek için kemiklerine neden ihtiyaç duydu?, Yoktan
var edemiyor mu?" diye sormuyor.
Hezekiel'in kehanetleri, Yahudilerin Babil'e sürgününden sonra 6. yüzyılda (MÖ
601-582) yazılmıştır. Bu vizyonun Yahudi halkının sürekliliği konusundan
bahsettiği düşünülmüş ve Talmud'da konuya dair iki yorum önermiştir.
İlk yorum, bu metinlerin tamamen kinaye içerdiği (alegori olduğu) görüşüydü.
İkinci yorum ise Babil sürgünlerinin İsrail'e geri döndüğü ve Yahudi soyunu
sürdürdüğü görüşüdür.
İncil'i gerektiğinde ihtiyaçlarına hizmet etmesi için kullanan Siyonizm
hareketi, İsrail Devletini Hezekiel kehanetlerinin gerçekleşmesinin sonucu
olarak gördü ve sürgünde yaşayanların toplanmasını istedi.
Peki İlkçilerin (Primordiyalistler) iddia ettiği gibi günümüz Yahudilerinin
soyu eski İsrailoğullarına mı dayanıyor? Yoksa Yahudiliğe dönmüş yada
döndürülmüş, akabinde milliyetçi fikirlerin benimsetildiği insanlardan mı
geldiler?
Bazılarının bu soru için hazır cevapları vardır. Asimilasyona yenik düşen
zayıf diaspora Yahudilerini eleştirir ve gerçek İsrailoğulları olarak
kaldığını düşündükleri Yahudileri kucaklarlar.
Hangi Yahudi topluluklarının eski İsrailoğullarını en doğru şekilde temsil
ettiğine karar vermenin tek yolunu İsrail tarihini incelemektir. Bu nedenle
19. yüzyılın sonlarında "Jüdische Typus" yani "Yahudi tipi" arayışı
başlatılmıştı.
Antropologlar Filistin'i araştırıp yerli halkı inceledi ve topladıkları
antropolojik ölçüleri Yahudilerle karşılaştırdılar. Yani toplanan yüz
ölçülerini, şekillerini, gözler arası mesafeyi, burun yapılarını, çeneleri ve
birçok bölümü kıyasladılar. Fakat bu çalışmanın sonuçları, en azından bu
çalışmaları yapan ve "Yahudi tipinin" yansımasını görmek isteyen Aşkenaz Yahudileri için inanılmaz hayal kırıklığı yarattı. Çünkü Yemenli Yahudiler
antropolojik olarak en çok gezgin bedevilere benziyorlardı. Aşkenaz Yahudileri her şeyden çok Kafkas tipine benziyorlardı (Efron 1994).
Tabi Siyonist liderlerin Yahudileri anavatanlarına dönmeye, savaşmaya ve belki
de ölmeye çağıran milliyetçi hareketlerinin oluşumunda duymak
istedikleri şey bu değildi.
Böyle olunca bir "Yahudi tipi" örneği görme amacını terk ederek yeni bir
paradigma belirlediler: Günümüzdeki tüm Yahudilerin ortak olan özelliklerini
incelemek ve "Yahudi tipi"nin özelliklerini onlardan türetmek (Elhaik 2016).
Yani baktılar geçmişe yönelik yapılan incelemeler günümüzdeki Yahudi dediğimiz
kişilere benzerlik göstermiyor, "o halde Yahudi olarak gördüğümüz kendi
insanlarımızın özellikleri üzerinden bir "Yahudi tipi" çıkaralım dediler.
Fakat çalışma sonunda Yahudileri Yahudi olmayanlardan ayırmayı sağlayacak,
Yahudiliğe dair hiçbir biyobelirteç bulamadılar. Yine de akıllarda şu soru
kaldı: "Din dışında hiçbir ortak yanı olmayan Yahudilerden hangisi Eski
İsrailoğulları'nın en iyi temsiliydi?"
Bu sefer 2 yöntem de tutmayınca başka bir yola girdiler. Aşkenaz Yahudi
araştırmacılar arasındaki yeni yöntem neredeyse oybirliğiyle
kararlaştırılmıştı: " 'Jüdische Typus'u kendi görüntülerimize göre
şekillendirelim. "
Genetikçiler bu yöntemi doğru göstermek için iki şeyi desteklemeyi ve
kanıtlamayı amaçlayan geniş bir literatür üretmeye başladı:
1) Genetik üstünlükleri
2) İsrail ile olan genetik bağları, bölge üzerindeki iddiaları daha sonra
"işçi göçmeni" oldukları gerekçesiyle reddedilen Levanten (Avrupa asıllı yakın
doğulu) popülasyonlarına benzerliklerini göstererek kanıtlamak. (Falk
2017)
Kirsh (2003), genetikçilerin ve hekimlerin sonuçları nasıl manipüle
ettiklerini gösterdi ve bu çalışmaları sosyolojik ve tarihi yönden ulusal bir
kimlik oluşturarak Siyonist anlatıyı doğrulamak için bir araç olarak
kullandıklarını vurguladı.
Odadaki mamut, eski İsraillilerin DNA'larının günümüz Yahudileriyle
benzerliğini test etmeye izin verecek herhangi bir genetik kanıtın
eksikliğiydi. Kimse mamutların canlanacağını hayal etmediği için bundan
tamamen kaçtılar.
Özellikle günümüz Yahudilerinin ve Aşkenaz Yahudilerinin, yalnızca
birbirleriyle akraba olmakla kalmayıp aynı zamanda Yahudi olmayanların gen
akışına tüm bu süre boyunca direnen eski İsrailoğullarının yaşayan kopyaları
olduğunu varsaymak çok daha kolaydı. Günümüz Yahudileri ile eski İsrailliler
arasındaki hayali bağlantıya rağmen ilkçi kampın iddiaları doğrudan kabul
gördü.
Bu kampın üyeleri tarafından üretilen "Kohen geni" (Skorecki et al. 1997) ya
da "Dört mitokondriyal anne" (Behar et al. 2004) efsanesi, bir kişinin
Yahudilik sertifikası almak için doğru şirketten genetik bir test istemesinin
yeterli olduğu Genetik Yahudilik döneminin temelini oluşturdu.
Paleogenomcular tüm bunları değiştirdi. Alandaki gelişmeler sayesinde, eski
insanlardan DNA çıkarmak ve mitokondriyal haplogruplarını*
ve hatta otozomal DNA'yı tanımlamak mümkün hale geldi. Bu dikkate değer
ilerleme, düşünülemez olana izin verdi: Eski İsrailoğullarının kuru kemikleri
sayesinde hikayelerinin yeniden canlanması.
*Benzer haplotip gruplarının tümünde ortak atadan gelen aynı tek nükleotid
polimorfizmi (SNP) mutasyonuna sahip gen serilerinin oluşturduğu
gruba Haplogrup denir.
Bu kemiklerden elde edilen DNA bu insanların kim olduğunu, neye
benzediklerini, ne yediklerini ve hangi hastalıkları taşıdıklarını
söyleyebilir (Nielsen et al. 2017; Prohaska et al. 2019). Yani eğer günümüz
Yahudileri eski İsrailoğullarının soyundan gelmemişlerse onların gerçekte kim
olduğunu bulmayı sağlayacaktır.
Bu yüzden Eski İsrailliler de dahil olmak üzere günümüz insanlarının DNA'sını
çeşitli insanların iskeletlerinden çıkarılan antik DNA'lar ile karşılaştırmaya
izin veren İlkel DNA testi geliştirildi.
Eski İsrailoğullarının izleri Rekafet nehri vadisinin yakınındaki Rakefet
mağarası (Menaşe), Benjamin kabilesinin toprakları olan Motza Tachtit bölgesi
ve Peki’in olmak üzere 3 yerde görüldü.
Kimin eski İsrailoğullarına daha yakın olduğu sorusunun cevabı, eski
İsrailoğulları ve Yahudilerin yaklaşık 50 kemiğinden çıkarılan DNA'da ve daha
pek çok şeyde yatıyordu. Günümüz Yahudileri yada eski Yahudiler, Ostrer'in iddia
ettiği gibi köken olarak çoğunlukla Orta Doğulular mıydı?
Çeşitli topluluklardan 80 Yahudinin test sonuçları incelenip bulgular netleştiğinde sonuçlar Yahudiler için biraz üzücüydü. İsrail'deki Rakefet Vadisi'ndeki kuru kemikleri bulunan eski İsrailoğullarına en çok benzeyen Yahudiler Yemen ve Mezopotamya Yahudileriydi. Ancak bu genetik benzerlik bile % 15'ten azdı. Bu sonuç, Aşkenaz Yahudileri ile Avrupa asıllı yakın doğulu soyları arasındaki benzerliğin ortalama %5 olması ile de uyumludur. (Das et al. 2017)
Yine de bu ortalamalar tüm Yahudi toplulukları arasındaki yüksek heterojenliği maskeler. Çünkü insanlık tarihi boyunca farklı milletler ile karışmamış topluluk kalmamıştır demek yanlış olmaz.
Bölgenin yaşadığı birçok popülasyon değişimi nedeniyle, zamanla değişen çok çeşitli mitokondriyal haplogruplar görülebilir. MS birinci yüzyıldaki Yahudiler üzerinde yapılan bir analiz, bugün Aşkenaz Yahudilerinin % 10'undan azında bulunan T haplogrubunun yaygınlığını doğrulamıştır. (Matheson et al. 2009) Şaşırtıcı olmayan şekilde tek bir iskelet bile, kökeni tarih öncesi Avrupa'da olan sözde dört Aşkenaz Yahudi annesi ile eşleşmedi. (Costa et al. 2013) Fakat Neolitik İspanya'da bu "annelerden" biriyle tam bir eşleşme bulundu (Haak et al. 2015).
Tarih öncesi çağlardan bugüne kadarki tek eşleşme bu, ancak Doğu Avrupa ve Kafkasya'dan antik DNA dizileri oluşturulacağı için çok daha fazlasının gelmesi beklenebilir. İlginç bir şekilde eski İsrailoğullarının Y kromozomal haplotipleri tipik olarak bugün Afrika'da, Orta Doğu ve Avrupa'da daha düşük frekanslarda bulunan E1b1 ve T1 haplotipleridir.
Gelecekte yapılacak dünyanın diğer bölgelerini kapsayan testler belki Yahudi soyunun geri kalan kısmını açıklamaya yardımcı olabilir. Fakat "Genetik Yahudiliğin", insanların Yahudiliklerini modern olanlar yerine eski İsrailoğulları ve Yahudilerle benzerliklerine göre tanımladıkları "İlkel Yahudiliğe" evrimleşmeyeceğini de ancak zaman söyleyecektir.
Efron, J. 1994. Defenders of the Race . Yale University Press, New
Haven, CT.
Elhaik, E. 2016. In search of the jüdische Typus: a proposed benchmark
to test the genetic basis of Jewishness challenges notions of “Jewish
biomarkers” . Frontiers in genetics.
[https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC4974603]
Hint-Avrupa halklarının ataları gökyüzüne baktılar ve gün ışığı aleminde gücü
olan göksel bir baba figürü yarattılar. Pek çok Hint-Avrupa panteonu, diğer
tanrılar arasında üstünlüğü olan ve gökyüzü ile ilişkilendirilen tanrılar içerir. Yunanın Zeus'u, Romanın Jüpiter'i vardı. Hinduizm'de Dyaus
başlangıçta Zeus'a benzer bir role sahipti. Bilginler bu tanrıları ilk
Hint-Avrupa dininin orijinal gökyüzü tanrısı Dyeus'u kullanarak yeniden inşa
etmeye çalıştılar.
Hint-Avrupa gökyüzü tanrısının yeniden inşasını anlayabilmek için ona tapan
kültür hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Dolayısı ile İlk-Hint-Avrupa
(PIE) kültürünün incelemesi gerekir.
İlk-Hint-Avrupa toplumu çoğunlukla karşılaştırmalı dilbilim yoluyla
bilinir. Dilbilimciler diğer tüm Hint-Avrupa dillerinin türetildiği ilkel
dili yeniden inşa etmek için Latince, Yunanca ve Sanskritçe dahil birçok
Hint-Avrupa dilline baktılar.
Çünkü bu diller, dilbilimcilerin ve tarih öncesi Hint-Avrupa dillerinin
gelişimini anlamalarına yardımcı olmaktadır. Dilbilimciler Hint-Avrupa
dillerinin tamamında veya çoğunda bulunan kelimeleri ve kavramları almışlar ve
bunları teorik bir ilk-Hint-Avrupa dili inşa etmek için kullanmışlardır. Bu,
ilk Hint-Avrupa toplumlarının en azından ondan gelen tüm Hint-Avrupa dilleri
için ortak olan dil özelliklerini içereceği varsayımına dayanmaktadır.
Çoğu Hint-Avrupa dilinde koyunlar için kullanılan benzer kelimeleri vardır. Bu
muhtemelen ilk-Hint-Avrupa dilinde koyunlar için kullanılan bir kelime olduğu
anlamına gelir. Bu aynı zamanda sosyal ve kültürel etkileri de göstermektedir.
Koyun için kullanılan kelime, ilk-Hint-Avrupa toplumunun hayvanlara aşina
olduğunu ve koyun yetiştirmiş olabileceğini gösterir.
İlk-Hint-Avrupa dili ve toplumu ile ilgili pek çok tartışma ve belirsizlik
vardır. Asıl vatanları bile tartışmalıdır. Pontus-Hazar bozkırları ve
Anadolu'nun, Hint-Avrupa dil ailesinin ve bu dili konuşan halkların esas
vatanı olduğu söylenmektedir.
Arkeoloji ve dilsel yeniden yapılanmaya dayanan birçok bilim insanı,
ilk-Hint-Avrupa toplumunun Karadeniz ile Hazar Denizi arasındaki Pontus-Hazar
bozkırında veya Anadolu'da yer aldığına inanır. İlk-Hint-Avrupa dilinin
yeniden inşası onların saz ve çamur yapılarında yaşadıklarını, koyun, keçi ve
sığır yetiştirdiklerini göstermektedir. Muhtemelen diğer mahsullerin yanı sıra
buğday ve arpa da yetiştirdiler. Birçok arkeolog onları Karadeniz ve Hazar
Denizi kıyılarında bulunan Kurgan arkeolojik kültürüyle ilişkilendirmektedir.
DYEUS PATER VE İLK-HİNT-AVRUPA DİNİ
İlk-Hint-Avrupa dilinin karşılaştırmalı dilbilim yoluyla inşa edilmesi gibi,
Dyeus da karşılaştırmalı din ve mitoloji yoluyla yeniden yapılandırılmıştır.
İlk-Hint-Avrupa dininin yeniden inşası muhtemelen daha belirsiz konulardan
biridir, çünkü arkeoloji gibi diğer tarihi yeniden inşa yöntemleriyle
desteklenmesi, doğrulanması zordur.
Yunan mitolojisi, İskandinav mitolojisi ve Hindu mitolojisi gibi Hint-Avrupa
mitolojilerindeki ortak tema, güçlü bir gökyüzü tanrısı veya gökyüzü
babası inancıdır. Dyeus adı, İlk-Hint-Avrupa dillerinde gün ışığı ve
gündüz gökyüzü ile güçlü bir bağlantısı olduğu düşünülen "parlamak"
kelimesinin kökünden gelir.
Delilleri görebilmeniz için bu ismin veya tanrı inancının farklı toplumlarda
nasıl karşılık bulduğuna, hangi bölgelere ne şekilde yayıldığına bakalım:
İlk-Hint-Avrupa toplumunda gün ışığı ve
gök tanrısının adının Dyeus olduğunu söylemiştim. [1][2]
O'nun İlk-Hint-İran toplumlarındaki adı Dyaus'tur. [3]
Sanskritçe 'deki adı Dyáuṣ (द्यौष्) yada Dyaus Pitṛ́'dir ve gök
tanrısıdır. [4][5]
Avestaca'da gök anlamındaki "Dyaos" adıyla bilinir. Hatta Avesta'nın bir
bölümünde ondan bu isimle bahsedilir. Genç Avesta dilinde ise Zerdüşt dini
reformunun bir sonucu olarak "diiaos" yani "cehennem" anlamı taşır. [6]
Miken Uygarlığında (antik Yunan) "di-we" (diwei) adıyla görünür. [7]
Kıbrıs'taki Buz Devri metinlerinde "ti-wo" adıyla görünür, genitif hali
(-in hali) Diwoi'dir ve bu isimlerin Zeus ile ilgili olduğu
düşünülür. [8][9][10][11]
Yunancaya gök tanrı Zeus (Ζεύς) olarak geçmiştir. [7][12]
İlk İtalyan toplumlarındaki adı "djous" (dious) (Okunuş: Dius) dur. [13]
Eski Latincede "Dioue (Okunuş: Diuve)" yada "Loue" (Okunuş: Luve)", [12]
Latincede ise adı "Jove" (Love) yani sevgidir ve her zamanki gibi gök
tanrıdır. Ayrıca ant tanrısı Diūs (Fidius) olarak da inanılmıştır.
[1][13][14]
İtalya'nın kuzeyindeki İlk Avrupalıların dili olan Oskan dilinde adı
"Diúvei (Διουϝει)"dir. [13][15][16]
Umbria dilinde Di veya Dei (Grabouie / Graboue) olarak görülür. Bu adlar
İvugin tabletlerinde de geçmektedir (Iguvine/Eugubian/Eugubine Tablets).
[17]
İtalyan kabilelerinin yaşadığı eski Peligni'deki adı: Loviois (Pvc Lois)
ve Loveis (Pvcles) dir. [18][19]
Anadolu'da tanrı anlamına gelen diéu-, diu- adları ile öne çıkar. [20]
Hititçe'deki adı "šīuš (𒅆𒍑)" dur ve tanrı yada güneş-tanrıdır. [21][22]
Palaca'da kutsal yada tanrı anlamlarındaki "tiuna" adıyla görülür.
[22][23]
Lidce'de adı "ciw-" dir ve tanrı demektir. [22]
İliryalılarda dei- veya -dí adlarıyla öne çıkar. Bunlar tıpkı
"gökyüzü babası" Dei-patrous (Deipaturos) da olduğu gibi "gök" ve "Tanrı"
anlamlarına gelir. [4]
İlk-Mesap toplumlarında adı dyēs'dir. [24]
Mesapça'da Gök-Tanrı "Zis" yada "Dis"dir. [25]
Arnavutça'da gökyüzü ve şimşek tanrısı Zojz ve gökyüzü ve gök gürültüsü
tanrısı olan Perën-di olarak öne çıkar. Buradaki "-di" eki per-en'e
iliştirilmiştir. İlk-Hint-Avrupa toplumlarında "per-" "vurmak" anlamı
veren bir uzantıdır. [26][27][28][29][30]
Trakça'da Zi-, Diu- veya Dias- adları görülür. [25]
Frigce'de ise "Tiy-" dir. [25][31]
Lidce'de Lefs veya Lévs adları ile tapılmıştır ki bu da Lidyalıların
Zeus'udur. [32][33]
İznik, İzmit Körfezi, İstanbul, Sakarya ve Bursa gibi bölgelerde hüküm
sürmüş olan Bitinya'lılarda Tiyes ve Anadolu şehri Tium olarak öne çıkar.
[34]
Şimdi de Gök Baba sıfatının olduğu toplumlara ve bunlardaki adlara bakalım:
İlk-Hint-Avrupa toplumunda Gök Baba anlamındaki Dyēus Phater, [1][2]
Latince'de Jüpiter (Iūpiter)'dir. Bunun da arkaik (eski) formları
Diespiter ve Iovispater'dir. [4][5][35]
Oskan dilinde Dípatír, [13]
Umbria dilinde Iupater (yada Iuve patre), [13]
Güney Pikence'de dipater, [36]
İlirya dilinde Gök Baba "Dei-pátrous" olarak öne çıkar. [4][5]
Diğer yansımalar hem gökyüzü anlamına gelen dyeu- sözcüğünün kökünün soyundan
gelenleri hem de orijinal "Baba Tanrı" yapısını koruyan varyantlardır. Bazı
geleneklerde "phater" sıfatının "papa" yani "baba" ile yer değiştirdiği görülür:
Palaca'da: Güneş Tanrı "Tiyaz papaz", "Papa (Baba) Tiyaz", [38]
İskitçe'de: Papaios (Papa Zios), yani Gök-Tanrı "Baba Zeus", [38]
Eski İrlanda dilinde: "Dagdae Oll-athair" vardır ve "Yüce Baba Dagda"
anlamına gelir. İlk-Kelt dil yapısı göz önüne alındığında ondan "sindos
dago-dēwos ollo fātir" yani "Yüce Tanrı İyi Baba" sıfatıyla bahsedilir.
[39][40]
Hititçe'de: "attas Isanus yani "Güneş-Tanrı Baba" gökyüzü tanrısının
adıdır ve Hattilerin güneş tanrısı "Loan" ile değiştirilmiş fakat orjinal
yapısı bozulmadan kalmıştır. [41]
Leton mitolojisinde de "Göklerin Babası (Debess tēvs)" sıfatı bulunur. [1]
İskandinav mitolojisinde meşhur "Óðinn Alföðr (Odin All-Father / Odin Alfadir) yani
Herkesin Babası Odin vardır. [42][43]
Antik Rus paganizminde Stribogŭ bir "Baba Tanrı"dır, [1]
Arnavutça'da "lord (efendi)" veya "Tanrı" anlamlarına gelen
"Zot"un, Göksel Baba Zojz'un (Okunuş: Zoyz) sıfatından türetildiği düşünülmektedir.
[44][45]
Göklerin babası aynı zamanda Anadolu'da yaşamış olan Luvi'ler arasında bir
güneş tanrısı olma özelliği de kazanmıştır. Cermen kültürleri arasında
Dyeus'un yerini bir savaş tanrısı olan Tyr almıştır. Fakat Dyeus'un bu
geleneklerdeki dönüşümü Dyeus'un bir gökyüzü tanrısı olarak birincil rolünü
sürdürdüğü Latin, Yunan ve Hint-Aryan geleneklerindeki Dyeus'un evrimiyle
çelişir.
Bir başka ilginç eğilim de Zeus hala kendi irfanına ve mitolojisine sahip
belirli bir tanrı iken, soydaşlarının soyut ve uzak figürler olma eğiliminde
olmasıdır. Örneğin Jüpiter ve Dyeus kendileriyle ilişkili hayatta kalan çok az
efsaneye sahiptir. Başlangıçta ayrıntılı bir mitolojinin olması ve bu mitlerin
kaybolmuş olması mümkün olsa da gökyüzü babasının aslında tapınanlarının
yaşamlarında önemli bir rol oynamayan Ouranos, yani Uranüs gibi ilkel bir
gökyüzü tanrısı olması da muhtemeldir.
Başlangıçta gökyüzünün kişileştirilmesi ile oluşturulmuş ve yalnızca hava
durumu ve savaşlar gibi insanların günlük yaşamlarıyla daha alakalı özellikler
kazanmış olabilir. Bu durumda Dyeus'un Roma ve Hint-Aryan enkarnasyonu
orijinaline daha yakınken, Yunan ve İskandinav anlayışları İlk-Hint-Avrupa
toplumlarının Dyeus hakkındaki orijinal inançlarından farklılaşmıştır.
Hinduizm'de gökyüzü tanrısı Dyaus'un bir insan olarak enkarne olmaya ve tam
bir insan hayatı yaşamaya zorlanarak cezalandırıldığı bir destan vardır. Hindu
tanrılarının insan enkarnasyonlarının oynadığı rol Yunan mitolojisindeki tanrı
oğullarının rolüne benzer. Zeus asla bir insan olarak enkarne olmamasına
rağmen birçok oğlu vardı. Zeus'un ilahi soyu ve Dyaus'un insan enkarnasyonları
ilk-Hint-Avrupa toplumlarının Dyeus hakkındaki bir hikaye ile ortak kökenleri
paylaşıyor olabilir.
Günümüzde eski Hint-Avrupa tanrılarına ibadet büyük ölçüde terk edilmiştir.
Fakat antik Yunan ve Roma dinleriyle aynı ilk-Hint-Avrupa kaynağından
türetilen Hinduizm ve Antik Yunan, Roma, İskandinavya ve Doğu Avrupa'nın
atalarının çok tanrılı dinlerini yeniden inşa etmeye çalışan yeni neo-pagan
grupları istisna sayılabilir. Ancak Dyeus'un etkileri hala devam etmektedir.
Dyeus'un yüce bir tanrı ve tanrıların hükümdarı olduğu düşünülüyordu çünkü
soydaşlarının çoğu bu role sahipti. Bu sonunda Yahudilik, Hristiyanlık ve
İslam'da görülen tek bir Tanrı'ya özel bağlılığa yol açan adanmışlığın
habercisidir. Çok tanrıcılık çağının başındaki Dyeus Pater'in tektanrıcılığa
giden ilk adımlardan birini temsil etmiş olması mümkündür.
Hatta İbrahimi dinlerde görülen yer ve gök ikilisi Dyeus'a dair inançlarda da
bulunmaktaydı. Gök ve baba tanrı olan Dyeus bereketli yağmurlar ve gün ışığı
ile ilişkilendirilir, Dhéǵhōm adlı toprak ana ile yani yer ile çiftleştikleri,
zıtlık ilişkisi içeren çiftler olduklarına inanılırdı.
Erken Slavlar tıpkı Zerdüşt dini reformundan sonra bazı İran halklarının da
yaptığı gibi Dyēus'un Slav halefini şeytanlaştırdılar. Kelimenin "gün"
anlamını kullanmaya devam etseler de "gök" anlamını ondan aldılar
ve diğer İlk-Hint-Avrupa tanrılarının birçoğunu terk ederek onları yeni
Slav veya İran isimleriyle değiştirdiler. Bu nedenle Slav halklarında Dyeus'un
iki uzantısı ortaya çıktı. Biri "garip, tuhaf şey" anlamındaki "divo" diğeri
ise "divъ" yani iblis'ti. [46]
Kültürümüzdeki "Deyyuz(s)'un oğlu" sözü de bu temele dayanıyor olabilir. İnsanlar geçmişten beri inanmadığı tanrıları aşağılamak için çeşitli sözler kullanmışlar yada onlara küfretmişlerdir. Ülkemizdeki bu "Deyyuz'un oğlu" sözü de eskiden Anadolu topraklarında inanılan tanrılardan biri olan Dyeus'a hakaret-aşağılama amacı ile ortaya çıkmış olabilir. Yani Dyeus, Deyus, Deyyus/Deyyuz şeklinde dilsel değişime uğramış olması mümkündür.
KAYNAKLAR
Mallory, James P.; Adams, Douglas Q. (2006). The Oxford Introduction to
Proto-Indo-European and the Proto-Indo-European World, p. 431.
West, Martin L. (2007). Indo-European Poetry and Myth, pp.
166–171
Yon, Marguerite (2009). "Le culte impérial à Salamine". Cahiers du Centre
d'Études Chypriotes
Fourrier, Sabine (2015). "Lieux de culte à Salamine à l'époque des
royaumes"
Yon, Marguerite. La ville de Salamine. Fouilles françaises 1964-1974 / The
town of Salamis; Maison de l'Orient et de la Méditerranée Jean
Pouilloux, 1993. p. 145
de Vaan, Michiel (2008). Etymological Dictionary of Latin and the other
Italic Languages, p. 315
West, Martin L. (2007). Indo-European Poetry and Myth, pp. 166–167
Buck, Carl Darling. Comparative Grammar of Greek and Latin, p. 203
Witczak, Krzysztof T. (1999). "On the Indo-European origin of two
Lusitanian theonyms (laebo and reve)". Emerita. 67 (1): p. 71
Watkins, Calvert (1995). How to Kill a Dragon: Aspects of Indo-European
Poetics, pp. 214–216
Prósper, Blanca María (2011). "The instrumental case in the thematic noun
inflection of Continental Celtic". Historische Sprachforschung /
Historical Linguistics. 124: 250–267
Weinstock, Stefan (1960). "Two Archaic Inscriptions from Latium". The
Journal of Roman Studies. 50 (1–2): 112–118
Kloekhorst, Alwin (2008). Etymological Dictionary of the Hittite Inherited
Lexicon, pp. 766–767
West 2007, pp. 167–168
Kloekhorst 2008, p. 763
West 2007, p. 120
De Simone, Carlo (2017). "Messapic". In Klein, Jared; Joseph, Brian;
Fritz, Matthias (eds.). Handbook of Comparative and Historical
Indo-European Linguistics, p. 1843
West 2007, p. 166
Mann, Stuart E. (1952). "The Indo-European Consonants in Albanian".
Language. Linguistic Society of America. 28 (1): 31–40
Feizi, Abidin (1929). Grammatica della lingua albanese, p. 82
West 2007, pp. 167, 243
Mallory & Adams 1997, pp. 408–409, 582
Treimer, Karl (1971). "Zur Rückerschliessung der illyrischen Götterwelt
und ihre Bedeutung für die südslawische Philologie", pp. 31–33
Lubotsky, Alexander M. (2004). "The Phrygian Zeus and the problem of the
"Lautverschiebung" In: Historische Sprachforschung 117(2): 229-237
Ricl, Marijana. "Current Archaeological and Epigraphic Research in the
Region of Lydia"; Volume 2. Approches locales et régionales.
Besançon: Institut des Sciences et Techniques de l'Antiquité, 2013. pp.
189-195
Melchert, Harold Craig. Anatolian Historical Phonology. Amsterdam:
Editions Rodopi B. V. 1994. p. 351
Witczak, K. T. 1992-3: "Two Bithynian Deities in the Old and New Phrygian
Inscriptional Texts". In: Folia Orientalia 29: pp. 265-271
Wissowa, Georg (1902). Religion und Kultus der Römer. C. H. Beck. p. 100
Hamp, Eric P. (1997). Adams, Douglas Q. (ed.). Festschrift for Eric P.
Hamp. 1. Institute for the Study of Man. p. 148
Mallory & Adams 1997, p. 130
West 2007, p. 171
Mallory & Adams 1997, p. 231
Delamarre, Xavier (2003). Dictionnaire de la langue gauloise: Une approche
linguistique du vieux-celtique continental, p. 134
Mallory & Adams 1997, pp. 230–231
Chaney, William A. (1970). The Cult of Kingship in Anglo-Saxon England:
The Transition from Paganism to Christianity. p. 34
Wanner, Kevin J. (2008). Snorri Sturluson and the Edda: The Conversion of
Cultural Capital in Medieval Scandinavia. p. 157
Treimer 1971, pp. 31–33; Mann 1977, p. 72; Demiraj 1997, pp. 431–432;
Curtis 2017, pp. 1746, 1757, 2254
Mallory & Adams 1997, p. 348; Orel 1998, p. 526
Gieysztor, Aleksander (2006). Mitologia Słowian (in Polish), p. 74
Allen, Nick. 2004. Dyaus and Bhïṣma, Zeus and Sarpedon [Towards a history of the Indo-European and sky god]
Fortson IV, Benjamin W. 2011. Indo-European language and culture: An introduction
Gamkrelidze, Thomas V., and Vjaceslav V. Ivanov. 2010. Indo-European and the Indo-Europeans: A Reconstruction and Historical Analysis of a Proto-Language and Proto-Culture. Part I: The Text. Part II: Bibliography, Indexes. Walter de Gruyter, 2010
Gray, Russell D., and Quentin D. Atkinson. 2003. Language-tree divergence times support the Anatolian theory of Indo-European origin
Noyer, Rolf. N.D. Proto-Indo-European Language and Society
Pulgram, Ernst. 1959. Proto-Indo-European reality and reconstruction
Strom, Caleb. 2018. Neo-Romans Revive Classical Worship Ceremonies at New Juppiter
Strom, Caleb. 2018. Return of the Ancient Gods: The Resurgence of Paganism
Watkins, Calvert. N.D. Indo-European and the Indo-Europeans
●►Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: PATREON ●►Youtube 'Katıl': KATIL