HABERLER
Dini Haber
hristiyanlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hristiyanlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

İSKANDİNAVYA'DA ÇOK TANRILI İNANCIN SONU

Nimrael, din,İskandinavya'da çok tanrılı inancın sonu,İskandinavya dini geçmişi, hristiyanlık, Hristiyanlığın İsveç'te yayılması,Hristiyanlığın gelişi ile İskandinav Tanrıları,Olaf,İskandinav paganlar,Viking dini,Uppsala
Bölgedeki en erken Hristiyan izlerine 700 ve 830 yılları arasında rastlanmıştır. Aziz Ansgar, bu dönemde kuzey Avrupa'da Hristiyanlığı yaymak ile görevliydi. İsveç kralının bölgesinde ilahî sözlerini yaymasına rağmen kilisesi Birka'da kesinlikle reddedildi. Bu durum, 900'lü yılların sonuna kadar sürdü; bu dönem ise ilk Hristiyan kuzeyli kralın, Olof Skötkonung'un başa geçtiği dönemdir. İsveç'te Olof, iki inancında yer edinmesine tolerasyon gösterdi; yani Hristiyanlığın İsveç kültüründe ilk kez yer edindiğini söyleyebiliriz. Olof ilk kez İsveç'te, Skara'da piskoposlar tarafından yönetilen kiliseyi açtı. Bu bölge Uppsala'ya gayet çok yakındı ama Uppsala'da açmamasının sebebi Uppsala'nın hâlâ kuzeydeki en büyük Pagan tapınağı olmasıydı. Yinede Uppsala'nın büyük tapınak olduğunu kanıtlayan yeterli delil yoktur. Bremen'li bir Hristiyan yazar olan Adam'ın yazılarının ışığında, Olof'un iki dini inancın takipçilerinin birbirleri ile savaşmasını önlemek adına kiliseyi Skara'da inşa ettirdiği tahmin ediliyor. 1080'li yıllarda yaşamış kral İnge ise böyle bir riski göz ardı ederek Uppsala'da yapılan kurban ayinlerini iptal ettirdi. Bu an ise İskandinavya'da dini dönüşümün kesin dönüm noktası olarak kabul ediliyor. Bu durum ise hoşnut olmayan kardeşinin, İnge'yi geçici sürgüne yollaması ile sonuçlandı. 1130 yılında Hristiyanlık, İsveç'te önemli bir kaleye dönüştü ve Pagan inancına oranla daha fazla Hristiyan takipçi vardı.

Norveç her zaman politeist inançtan Hristiyan inancına geçişin zor olduğu yerdi. Hristiyanlığın burada yer edinmesi bile 50 yıl sürdü. 950 - 1000 yılları arasında, kral Haakon koyu Hristiyandı ve önemli çalışmalar yaptı. Metodları tıpkı Constantine metodları gibiydi. Tapınakların Pagan hizmetine devam edilmesine izin vererek bu tapınakların yanına kiliseler açtırdı. Aesir ve Vanir için kendi kurban payını koymayı reddettiği gibi bunlara kurban adayanlara ceza da vermedi. Bir süre sonra ise Haakon, genç nüfusu Hristiyanlık için zorlarken yaşlıları sürgüne göndermedi.

Talihsizlik yinede kapıyı vurdu. Haakon öldüğünde yerini kendi adını taşıyan Reis Haakon'a bıraktı. Kendisi bir Pagandı; Hristiyan işleri neredeyse tamamen ortadan kaldırıldı ve yıkılmakta olan politeist inancı yeniden canlandırdı. Haakon sadece Hristiyanlığa karşı savaş açmakla kalmamış, aynı zamanda yıllar içinde Hristiyanlığa karşı Aesir ve Vanir takipçilerini nefret ile doldurmuştu. 10. yüzyılın sonunda ise kral Olaf Tyrggvason, inancı uğruna bu dik kafalı takipçileri yok etmeye hazırdı.

Ancak Olaf sadece 5 yıl tahta hükmetti (995- 1000). Norveç'in her yerini gezdi ve Hristiyanları Paganlara karşı destekledi. Pagan ibadet yerlerini yerle bir ederken ritüel alanlarını ise ya kapatıyor ya da imha ediyordu. Buna ya da Hristiyanlığa karşı koyanlar işkence ve ağır cezalara maruz kalıyordu; kral Haakon gibi adil ve iyimser değildi. Önceki reislerin aksine, Olaf'ta zerre sempati bulunmazdı. 12. yüzyılın sonlarında ise varisleri, Norveç'te Hristiyanlığın hâkim olduğunu gördüler.

Yeni inancın yükselişi ile birlikte kilise ihtiyacı artmıştı. İskandinav tanrıları için ibadet binalarına gerek olmazken Hristiyanlar için kilise şarttı. Anakara'dan uzak olan İskandinavya'da sadece ziyafet salonları, reis köşkleri ve koyun ağılları dışında pek ciddi amaç için bina bulunmazdı. Hatta ilk kiliseleri bile ünlü "Longboat" gemilerinden modellenmiş, gökyüzüne gelecekte kurulacak olan Gotik sanat gibi yükselen ve geçmişteki deniz yolculuklarının kudretini gösteren ejder kafaları betimlemeleri çatı boyunca vardı.

Yazan: Nimrael

NASIL DEİST OLDUM ?

Nasıl deist oldum?, deist, neden deist oldum, deizm, Hristiyanlıktan deizme, Deist oluş hikayesi, Katolik, Katolik Hristiyan, hristiyanlık, din, Deist oluş hikayesi, Değişim hikayesi,
Tam da inandığım şeyin cevabını uzun yıllardır arıyordum. Bir sonraki en iyi tercihimin ateist olmak olmadığını kuşkusuz biliyordum. Ancak bu benim inancımı açıklamakta iyi bir iş çıkarmadı. Bu yüzden insanlara Tanrı'ya inandığımı söyledim, sadece insanların bana onun hakkında söylediklerine inanmadım. Katolik yetiştirildim ve Katolik okullarına gittim. Rahibelerin başında, açıklanamayan şeyi açıklamak için iman etmem gerektiğini düşündüm. Ancak daha sonra Cizvitler bana karşı işe yaramadı ve aslında nasıl düşüneceğimi öğretti. Lise'de "Common Sense (sağduyu)"i okudum , ancak, "Neden Çağı"nı okumam hiç bir zaman gerçekleşmedi ve şimdi bunu da merak ediyorum, çünkü Common Sense harikaydı.

Ancak inançlarımda çok yalnızdım - kimseye ne olduklarını bile söyleyemedim çünkü onları kendim anlamadım. Şimdi insanlara ne olduklarını söyleyebilirim - başkası (görünüşe göre bir sürü birilerinin elinde) çok uzun zaman geçirdiler ve onlarla ilgili yazı yazmakta büyük bir iş çıkardım. Yapmam gereken çok şey var - yanı sıra bir çok düşünce - ve gerçekten öğrenmeyi, Tanrı'nın benim için tasarladığı varlığa dönüşmeyi sabırsızlıkla bekliyorum.

Artık araştırmalarım ödüllendirildiği için mutlu bir insan olarak ileriye bakabilir ve kendimi daha da geliştirebilirim - şu ana kadar kendim hakkında daha önce hiç olmadığı kadar çok şey anlıyorum. Sanki bir ton ağırlığım omuzlarımdan kaldırılmış gibi.

Yazan: Charles McQuaid
Tercüme eden: Anu

HRİSTİYANLIK'TAN DEİZM'E

deizm, neden deist oldum, hristiyanlık, Hristiyanlık'tan Deizm'e, Değişim hikayesi, Dinden sıyrılış hikayesi, Eski Hristiyan, Bekaret yemini, Suyu şaraba çevirme, Deist oluş hikayesi, A,
Bilindiği üzere kendi Deist oluş hikayemi anlattığım "Neden Deist Oldum" başlıklı 3 yazı yazıp paylaştım. Fakat sizlerle biraz da farklı kültür ve dinlerden insanların dinlerini terk ederek Deizm, Ateizm vb. felsefi akımları tercih etme hikayelerini paylaşmak istiyorum. Dolayısı ile bu paragraf sonrasındaki tüm yazılar bana değil, doğrudan yazana aittir.

Sevgili arkadaşlar,
Bu mektubu Bob Johnson'un isteği üzerine yazıyorum. Bütün hayatım boyunca Deistik duygular yaşadım, ancak 10 yıl kadar önce dünyamın bir ismi vardı. Deist "olduğuma" hiçbir zaman inanmıyordum. Daha ziyade inanmış olduğum çizgi ile bir felsefe keşfettiğimi söyleyebilirim.

Katolik bir ailede doğdum ve ilk, lise ve üniversite için Katolik okullarına katıldım. Bir genç olarak boş zamanlarımdan bazılarını Keşif ve Bilim Kanallarını izleyerek ve doğayla fizik hakkında öğrenirken harcardım. Öğrenmeyi çok sevdim ve okulda genel olarak Hristiyanlık ve Roma Katolikliği hakkında her şeyi öğrendim. Fakat söylediklerime gerçekten asla inanmadım. Dönüştürülme, doğuştan gelen günah, papanın sonsuzluğu, bakire doğumlar, göklere çıkma ve suda yürümeyi kabul etmekte bazı sorunlar yaşadım. Sadece dünyanın nasıl çalıştığına dair anlayışıma uymadılar. İkincisi, doğum kontrolü kullanımına ilişkin yasak aptalca görünüyordu ve kadın rahibelere yapılan yasaklamalar kadın düşmanıydı. Şüphe her zaman mevcuttu ve annem din sınıfında C aldığımda hayret ederdi, her şey düz A'ydı.

Deizm terimini ilk görüşüm dünya tarihi dersinde Aydınlanma'yı (Enlightenment) okurken oldu. Hemen ilgi ve merakımı tetikledi. Thomas Paine, Ethan Allen, Benjamin Franklin, Thomas Jefferson, Matthew Tindal, John Toland, Voltaire, Shaftsbury ve diğerlerini okudum. Okuduğum gibi, görüşlerimin yüzyıllar önce zaten ifade edildiğini gördüm. Benim bir Deist olduğuma şüphe yoktu. Evreni anlamak için sebebimi kullanmaya kararlıydım. Ben yapı olarak sessiz ve mantıklıydım. Nitekim bir zamanlar bir işveren bana Star Trek'ten Spock'u hatırlattığımı söylemişti. Mantıksal olmak kesinlikle benim özelliklerinden biri ve bence bu nedenle Deizm, benim için mükemmel bir teolojik felsefe idi.


Katolikler ve Protestanlar iktidar için savaşırken, dini savaşların Karanlık Çağ'ı sarstığını öğrendim. Birlikte gelen aydınlanma hoşgörüyü ve daha iyi bir yolu getirirken dini fanatizmin tehlikeli olduğunu insanlara söyledi. Bu insan ahlakı üzerine benimde desteklediğim harika bir gelişmeydi. Fakat bana göre bu ahlaki bir standart olarak yetersizdi. Hoşgörü birine, "Senden nefret ediyorum, ama bununla baş edeceğim ve farklılıklarımızdan dolayı seni öldürmekten kaçınacağım" demek gibi bir şey. Kabul, ahlakın daha yüksek bir standardıdır. Bir kişi, farklılıklarına rağmen, insan toplumunun tam bir üyesi olarak birini kabul etmeye hazır olduğunda, adil davranır. "Senin ayakkabılarına girseydim haysiyet ve saygıyla muamele görmek isterim" demek gibi bir şey. "Bu yüzden sana bana davranmanı isteyeceğim gibi davranacağım ". Deistler tarih boyunca başkalarına sürekli gülünç ve duyarsız inançlar üzerine yaptıkları küçük savaşlarını durdurmalarını söylüyorlardı.

Şunu çok kuvvetli hissettim, Deizm soyadımı değiştirmekten daha iyi bir ahlaki yoldu. Bu, birçok insanın yaptığı şey. Müslüman olurken Muhammed ismini alıyorlar. Hristiyanlar, Hristiyanlığa olan bağlarını sembolize eden bir onay ismi alırlar. İnsanlar dünyaya "İnandığım budur" demek için bunu yapıyorlar. Bunda utanılacak bir şey yok ve insanların inandığım şeyi bilmesini istiyorum. Sonunda, Roma Katolik Kilisesi'nden istifa edeceğim, ancak bu farklı bir şey hikaye.

Öyle görünüyor ki çok akıllı insanlar Deizm'e çekiliyorlar. Bunun nedeni, Deizm'in size tüm cevapları vermesi ve size hakikati söylemesi değildir, doğru cevapları aramak için bir topluluk oluşturması ve dünyanın örgütlenmesi için bir çerçeve oluşturmasıdır. Nihayetinde her kişi makul bulduklarına göre kendi cevaplarını bulmalıdır. Bu, bireyci olan insanlarla, insanlığın daha iyi hale getirilebileceğine inananlara bir akor olur. Bilgiye olan sevgim, doktora programını bitirene kadar eğitimimi sürdürmemi sağladı. Artık bir üniversite profesörü oldum ve aklımı insanlığın iyileştirilmesi için kullanmaya kararlıyım. İçtenlikle,

Yazan: Prof. RT Longoria de Voltair
Çeviren & Düzenleyen: Anu

KARTACA'LILAR ÇOCUKLARINI TANRIYA KURBAN EDİYOR MUYDU?

Baal Hammon, Pön mitolojisi, Kartaca mitolojisi, Bebeklerini eden Kartacalılar, Çocuklarını kurban eden Kartacalılar, din ve mitoloji, hristiyanlık, Yeremya, Tesniye, din, Tophet mezarlığı, İncil,
İncil'e (Yeremya 19:5 ve Tesniye 12:31) konu olan Kartacalılar, inançları gereği çocuklarını Tanrıları için kurban ediyorlar mıydı? (Söylemeden edemeyeceğim fakat, görüldüğü üzere tıpkı diğer Kutsal sayılan din kitapları gibi İncil'de insan yazması olduğunu belli etmektedir. Çünkü aşağıda okudukça da göreceğiniz gibi din kitapları sadece çevrelerinde olan-görülen konuları ele almaktadır. Kutsal kitaplarında çevrelerinde görülmeyen objelere yer verilmez)

İncil'e göre, Molech ve Baal gibi Kenanlı Tanrılar için ibadet merkezleri, mürtet olarak isimlendirilen krallar tarafından Yahuda ve İsrail'de kuruldu. Çocuk kurbanını, Kudüs'ün hemen dışındaki Hinnom Vadisinde uygulanıyordu. Kenan uygarlığı büyük oranda İsrail topraklarından sürülmesine rağmen, başka yerlere göç etti, yüzyıllarca geliştiği Kuzey Afrika'nın Akdeniz kıyılarında koloniler kurdular. Bunlardan en önemlileri günümüz Tunus'undaki Kartaca kolonisi idi. Şehir devleti o kadar güçlü oldu ki, bir zamanlar Roma İmparatorluğuna bile rakipti. Kartaca'lılar çocuk kurban etme konusundaki acımasız tercihlerini beraberlerinde getirmişlerdi.

M.Ö. 4. yüzyılda yazan Yunan tarihçi Cleitarchus, Kartaca uygulamasından şöyle bahsediyor: "Ortalarında bronz bir Kronos heykeli duruyor, elleri bronz bir mermer üzerine uzanıyor ve alevler çocuğu içine çekiyor. Alevler vücuda düştüğünde uzuvlar kasılır ve açık ağız sözleşmeli gövde sessizce mangalın içine kayana kadar gülüyor gibi görünür. Böylece, 'sırıtış', gülmekten öldüklerinden dolayı, 'sardunya kahkahası' olarak bilinir . "(Trans Paul G. Mosca)" Kronos ", Carthage'ın Tanrılarının başı olan Baal Hammon için bölgesel bir addır.

Diodorus Siculus adlı bir diğer Yunan tarihçi, düşüşün ardından yüz yıldan daha kısa bir sürede yazıyordu Carthage, vatandaşının hesabını doğruluyor. " Kentlerinde, ellerini, avuçlarını uzatan ve yere eğimli Bronz bir görüntü vardı, böylece çocukların her biri yere yuvarlanıp ateşle dolu bir çukura dönüştü. ”

Ünlü Yunan tarihçi Plutarch, "Kartaca'lılar tamamen bilerek ve kendileri isteyerek kendi çocuklarını teklif ediyor, çocuğu olmayanlar ise fakir olanların teklif ettiği çocuklardan küçük olanlardan alıp boğazlarını kesiyorlardı. Bu sırada ise annenin tek bir yakarış veya çığlık atmadan durması gerekirdi. Annenin gözünden bu sırada tek bir yaş bile düşse, parasını kaybettiği gibi hemde çocuğunu feda etmiş olurdu. Bu sırada heykelin önündeki dolambaçlı alanda çığlıklar dolup taşardı fakat yakınındaki davul sesleri halkın bu çığlıkları duymasını engellerdi çünkü bu sesler halkın kulağına gitmemeliydi.”

1921'de Fransız arkeologlar antik kentin bir kısmını kazdılar. Bir site alanı eski bir mezarlık gibi görünüyordu. Sitede yüzlerce mezar göstergesi vardı. Her birinin altında, insan bebeklerinin ve hayvanlarının (insanların bebeklerinin ve hayvanlarının yakılmış kalıntılarını içeren) bir kil kabı vardı (bazen tek bir işaret altında birbiri üstüne yedi kap bulunmuştur). Zeytin odun kömürü yönünden zengindi ve uzun süredir bu alanda ateşlerin yakıldığına işaret ediyordu.

Arkeologlar burayı, Yeremya 7: 31'deki Kudüs'teki çocuk kurbanı yeri için İbranice olarak verilen isimle "Tophet" olarak adlandırdılar. Zamanla daha çok sayıda Tophet mezarlığı keşfedildi.

Hayvanların insan bebekleri ile birlikte gömülmüş olması, bunun çocuklara yönelik normal bir mezarlık olmadığını öne seriyordu. Bir hayvanın kalıntılarını içeren bir kavanozda, hayvanın bir "bedel" olduğunu gösteren bir yazıt vardı. Bu, "Tophet" in İncil, Yunan ve Roma tarihçileri tarafından da iddia edildiği gibi yakılarak kurban edildiğini kanıtlıyordu.

Araştırmacıların buldukları bebeklerin% 67'sinin 1 ile 2 aylık arasında olduğunu ve bebeklerin daha uzun yaşayan bebeklere oranla çok düşük olduğunu gösteriyordu. Bu bulgular belirli bir yaş grubunun bilinçli olarak seçildiğini ve bunların doğal nedenlerle ölmediğini kuvvetle önermektedir.

Kartaca'lılar gerçekten de çocuklarını feda ederlerdi fakat bunlar cinsiyet odaklı değildi, yani özel bir cinsiyet seçimi yoktu, kız-erkek ve hayvanlardan seçilenleri kurban ediyorlardı. İnsan kurban edilmesi antik çağlarda birçok kültür arasında yaygınlaşmış da olsa bebek kurban edilmesi Kartaca uygarlığının dışında nispeten bilinmiyordu. Bebeklerin kasıtlı olarak öldürülmesi, Kartaca dini için belirgin bir özellikti.

Yazan: Anu

İNANÇ TARİHİ VE SINAV ÜZERİNE BAZI TEORİLER

DP, İnanç tarihi, din, İnsanın sınava tabi tutuluşu, Teolojik dönem, Metafizik dönem, Pozitif dönem, Cadılar bayramı, hristiyanlık, islamiyet, Eski çağlarda Tanrı, Anabelle, Şeytan çıkarma, Yaşı belirli bir seviyenin üzerinde olanlar hatırlar; eskiden CİNE-5 diye bir kanla vardı. Türkiye’nin ilk şifreli kanalı idi. Decoder alıp izleyebiliyordunuz bu kanalı. Maç yayınlarını satın alması ve geceleri Playboy TV den aldığı program ve filmleri yayınlaması ile meşhur olmuştu. Akşam maçlarla sevinip üzülenler gece playboy tv ile günün stresini üzerinden atıyordu. Hatta CİNE-5 sahiplerine bu nedenle potansiyel cünüp gözü ile bakılırdı. Bu kanal, ülkemizde günümüzün şifreli platformlarının ilki sayılabilir. Bununla beraber yayınladığı film ve dizilerin de kalitesi hayli yüksekti ki bu sayede ciddi bir izleyici kitlesi edinmişti. Günümüzde kahvehaneler de maç yayınlarında nasıl insan/taraftar yoğunluğu yaşanıyorsa bunun ilkini CİNE-5 yaşatmıştı. Bu kanal sessiz sedasız TV tarihindeki yerini alarak silindi gitti.
Bu kanala herkes sahip olamazdı. Evin gelir düzeyinin biraz yüksek olması gerekiyordu. Bir ayrıcalıktı kısacası. O dönem (90’larda) misafirliğe gittiğimiz bir akrabamızın evinde vardı CİNE-5. Büyükler çaylarını yudumlayıp dönemin (90’ların başı) siyasi çalkantılarını tartışırken bizlerde hemen televizyonun önüne kurulduk. Bir yandan ikram edilen börek, kek yiyip çayımızı yudumluyor, diğer yandan da televizyona bakıyorduk. Bir film başladı. Adı “Sineklerin Tanrısı” idi. Film korkunç yâda aksiyon değildi. Adaya düşen bir grup çocuğun başlarında yetişkin olmadan yaşadıklarını anlatıyordu. Çocuklar arasında liderlik ve yönetim hırsı baş gösteriyor bu da aralarında gruplaşmaları ve rekabeti getiriyordu. Sonunda bu rekabet aralarında cinayet ve öldürmeye kadar ulaşıyordu. Bunu yapanlar daha çocuktu. İktidar ve güç için tanrısal öğeleri ve canavarları devreye sokuyorlardı. Kafalarında oluşturdukları varlıklara çeşitli güçler yüklüyor ve onlara ya tapıyorlar ya da korkuyorlardı (Yazar notu: Detay vermek istemiyorum mutlaka okuyun). İnanılmaz etkilemişti beni. Hemen kitabını bulmaya koyuldum. Birkaç kitapçı dolaştıktan sonra kitabını aldım okudum. William GOLDING tarafından 1950’ lerde kaleme alınan bu kitap oldukça iyi bir satış grafiği tutturmuştu. Sürükleyici ve macera içeriği yoğundu.
Romanı kafamda yoğurdum. Bu çocukların yaşadıkları bizle yani günümüz toplumları ile fazlasıyla örtüşüyordu. Liderlik, iktidar hırsı, gruplaşmalar, ötekileştirmeler, güç için ilahi varlık tasarlama ve kullanma, şefaat isteme ya da korkma hatta bunların cezalandırmasından örnek vererek grupları korkutmak). Gerçi bu konuyu M. Night Shyamalan’ ın 2004 yapımı “KÖY” filminde de görmüştük. Bir “yaratık” ile korkutarak YASAK olan duvarın aşılmaması gerekliliği vardı bu filmde.
Sineklerin Tanrısı adlı kitapta çocuklar sağlam bir dini altyapıya sahip değildiler. Kafalarında oluşturdukları varlıkları onlar vücuda, ete, kemiğe büründürüyorlardı. Çünkü açıklayamadıkları doğa olaylarını veya durumları ancak böyle tanımlayabiliyorlardı.
Bu durum bana insanlık tarihini bir nebze hatırlattı. Augusto COMTE’ un Pozitivizm akımını savunurken 3 Hal Yasasından bahseder. Comte yaşadığı dönemi bilgi çağı olarak nitelendirmiştir. İnsanlık yüzyıllar boyunca çeşitli aşamalardan geçerek bilgi çağı dönemine ulaşabilmiştir. Bilgi; insan düşünüşündeki farlılıklar sayesinde evrim geçirmiştir. Comte insanlığın geçirdiği süreci “Üç Hal Yasası” ismini verdiği bir yasa ile açıklamaktadır. Bu yasa şu şekildedir:


  • Teolojik dönem: Dinsel doktorinlere bağlı kalınan dönemdir. Bu dönem üç basamak olarak gelişmiştir.
1. basamakta; insan çevresindeki herhangi bir materyale anlamlar yüklemiş, onu akıllı olarak nitelendirmiştir. Bunu “Putperestlik” olarak da nitelendirebiliriz.
2. basamakta; insan yaşadığı olayların kendisinin göremediği güçler tarafından gerçekleştirildiği inancını benimsemiştir. Yani “Politeizim (Çok tanrıcılık)” ortaya çıkmıştır.
3. basamakta ise; gücün tek bir varlığa ait olduğu düşüncesi ortaya çıkmıştır. “Tek tanrı” inancı yerleşmiştir.


  • Metafizik dönem: Bu dönem soyut gücün ön planda olduğu dönemdir. Soyut güçten kastedilen; evreni yöneten insanlardan bağımsız bambaşka bir güçtür.
  • Pozitif (olgusal) dönem: Bu dönem Ortaçağ sonunda başlayan bilimin ön plana çıktığı dönemdir. 

Olgusal bilgi mutlak doğru bilgidir, felsefe de böyle bir dönemde olgusal bilgi üzerinde şekillendirilmelidir. Düşünce yapısı teolojik ve metafizikten ayrılarak olgulara dayalı olmalıdır. Pozitivist anlayış felsefe içerisinde metafiziğin yerini almalı, diğer felsefelerden ayrılarak yapıcı bir felsefe yani bilim felsefesi oluşturulmalıdır.
Teolojik dönemin 3 basamağını incelediğimizde geçmişi daha rahat okuyabiliriz. Putperestlik, yani totemcilik ilk sırada yer alıyor. 2. Basamakta ise göremediği güçlere inanıyor. Evrim de olduğu gibi bunlar arasında da geçiş dönemleri var. Bu geçiş dönemlerinin yaşandığına en büyük kanıt HALLOWEEN yani Cadılar Bayramıdır. Her yıl 31 Ekimde kutlanan bu bayramın aslı PAGAN dönemlere aittir. Bu bayramın ilk atası is pagan keltlerde kutlanan SAMHAIN festivalidir. Yaz sonu Keltlerde aynı zamanda evliliklerin gerçekleştiği, ölülerin kutsandığı ilahî bir dönemdi. Bu günde, ölülerin ruhlarının geçmişte yaşadıkları evleri ziyaret ettiğine inanılıyordu. Tepelerin üzerinde, evlerdeki ocakları tutuşturmak ve aynı zamanda kötü ruhları uzak tutmak için büyük ateşler yakılıyordu. İnsanlar, ortalıkta dolaştığına inandıkları ruhlara tanınmamak için maskeler takıyor, kostümler giyiyorlardı. Bu gelenekler nedeniyle Samhain festivali zamanla cadılar, goblinler, periler ve iblislerle özdeşleşti. Romalılar 1. yüzyılda Kelt topraklarını fethettiklerinde, kendi ölüm festivalleri Feralia ve hasat festivalleri Pomona'yı Samhain ile birleştirdiler.

7. yüzyılda Papa V. Boniface 13 Mayıs'ta kutlanan Azizler Günü'nü -muhtemelen pagan festivalinin yerini alması için 1 Kasım'a taşıdı. Azizler Günü'nün arifesi (31 Ekim) kutsal kabul edildi ve Batılı dillerdeki Halloween adı buradan geldi. Ortaçağın sonlarında seküler kutlamalar ile Hıristiyan bayramı kaynaştı. Avrupa'daki Reform hareketleri esnasında, özellikle Protestan Hıristiyanlar arasında, Cadılar Bayramı kutlamaları neredeyse son buldu; Britanya'da ise seküler bir bayram olarak kutlanmaya devam etti.

Amerika'ya yerleşen ilk kolonilerde -pek çok bayram gibi- Cadılar Bayramı da yasaklandı. Bununla birlikte 1800'lü yıllarda, Cadılar Bayramı'ndan öğeler taşıyan bir hasat bayramı kutlanmaya başlandı. 19. yüzyılda başta İrlandalılar olmak üzere Britanya'dan Amerika'ya göçen çok sayıdaki göçmen Cadılar Bayramı kostümlerini beraberlerinde getirdiler ve Cadılar Bayramı zamanla ABD'deki başlıca çocuk bayramlarından biri haline geldi.

Hemen her toplumda ister din ister örf, adet ve gelenek adıyla birçok kutlama ve festival bu şekilde tertiplenmektedir ve kendinden önceki dönemlere ait öğeler barındırmaktadır.

Dinler tarihi incelendiğinde çok da farklı durumlar beklemez bizleri. Bu yönü ile tüm dinler arasında bağlantı kurmak hatta semavi olmayan dinler ve semavi olan dinler arasında bağlantı kurmak çok kolaydır. (Bkz. Hintlilerde Surya Namaskara ve Namaz terimleri. Namaz kelimesi Farsça kökenli olup İran ve Hindistan’ ın aynı coğrafya da bulunması manidardır.)

İnsanlar ilk çağlarda ve ilk toplumlarda açıklayamadıkları doğa olaylarını doğaüstü varlılara yüklemiş ve bu şekilde ilk inanç topluluklarını oluşturmaya başlamıştır. Sadece bir örnekle, bilimsel gerilikten kaynaklanan bu durumda şimşeği ve nedenini bilmeyen insanlar bu oluşumu tanrılara yüklemiştir.

Çağımızda da bu alt model inanç sistemlerinin örnekleri/çağdaşları bulunmakta ve hemen her kültür ve bilgi seviyesinden insanları bünyelerine çekmektedirler (Bkz. Raelyanlar, Scientology Kilisesi Tarikatı vb.). Raelyanlar veya Scientolojistler gibi tarikat oluşumlarına bakıldığında, mantıksal açıdan semavi dinlerle karşılaştırılamayacak kadar geridedirler. Onlara göre daha fazla mistik/fantastik hikâye barındırırlar. Bu tip inançlara yönelimlerin birçok sebepleri vardır. Farklı olmak, yeni bir topluluğa ait olma güdüsü, istek ve çıkarlar, yönelimler ve benzeri faktörler bunlardan sadece bazılarıdır. Mantıksız olduğunu bildikleri halde bu fikirlere “inanma” isteği baskın çıkmaktadır.

Sadece doğa olaylarını açıklamak değildir sebep. Ölüm ve sonrası da bu durumu etkileyen faktörler arasındadır. Semavi dinlerin ortaya çıkmasından önceki toplumlarda da ölülere saygı, onlara tapınma, onları kıymetlendirme, sonraki hayata hazırlama için bir çok ritüel bulunmakta ve bu ritüeller dönemin toplumlarını bile etkilemiştir. (Bkz. Mısır uygarlığı Piramitleri ve Kral mezarları. Daha birçok toplumda örnekler fazlası ile var)

Ölümden korkmak, yaşamın sonsuz olması isteğini de beraberinde getirdiğinden dolayı bu sonsuzluk denizinde herkes iyi ve olumlu olan tarafta yer alarak sonsuzluk ödülünü alma peşinde koşmaktadır. Kimse sonsuz ceza ve yanmayı göze alamayacağından, iyilik ve sonsuzluk ödülü için her “inanan” birey, toplumda kendine biçilen rolü üstlenir ve bu rolün gereğini yapar. Bu “sonsuz ödüle” sizi ulaştıracak bireyler sizin için rol model/lider olur. Eğer bir kişi sizi/toplumu sonsuz ödüle ulaştırabileceğini hatta ulaştırması için görevlendirildiğini söyler ise tereddütsüz kabul edersiniz. O kişi ne derse onu yaparsınız. Yargılamaz ve sorgulamazsınız. Çünkü bu kişi veya grupların söyledikleri, sizin sonsuz ceza veya sonsuz ödül arasındaki konumunuzu belirleyecektir. Kısacası yönetmek, hükmetmek, liderlik yapmak ve “bir numara” olmak için “seçilmiş” olmak zorundasınızdır. Ya siz yaşayan insan/tanrı olacaksınız (Bkz. Firavunlar vb.) ya da tanrının yeryüzündeki temsilcisi.

Doğaüstü varlıklardan insanları sadece sizin ya da temsil ettiğiniz varlığın koruyabileceği fikrinin meydana gelmiş olması ve herkesin buna inanmış/inandırılmış olması gerekmektedir. Bu yöntem ile maddi kazançta beraberinde gelecektir. Kanınızın kutsal olduğu inancı da eklenirse, sizden sonraki kuşakların yönetsel üstünlüğünü de garanti altına almış olursunuz. Antik toplumlarda veya günümüz geri kalmış toplumlarında “kan kutsallığı” kavramının gerekçesi de buradan gelmiş olur. Hanedanlık-Sultanlık sisteminin kökü de buraya dayanır.

Eski kabilelerde yöneticiler Tanrı ile özdeş olabildiğinden insanlar statü olarak çok aşağıda idiler. Dolayısı ile ara bir sınıfa ihtiyaç duyuluyordu. Rahipler ve şamanlar bu rolün üyeleri idiler. İnsanlar hediyelerini veya ibadetlerini ona yapıyorlardı. Ancak onlarla konuşmaları yasaktı. Rahipler ve şamanlar gibi ara sınıf bunun gereğini yapıyordu.

Tanrının doğaüstü yani insanüstü yapıldığı toplumlarda inandırıcılık ve insanları etkilemek için kuvvetli rüyalar/gerçekçi rüyalar gerekliydi. Özellikle şamanların veya antik britonlarda druid rahiplerinin hatta antik İskandinav rahiplerinin halüsinasyon gördürücü bitkileri kullanmaları ve kullandırmaları da bu nedenledir. Halüsinasyon gören insanlar doğaüstü varlıklar ile karşılaştıklarını, konuştuklarını hatta mesaj aldıklarını söyleyebilirlerdi. Bazen korku unsurları ile (yaratıklar, cinler, şeytan diğer bir örnekle Bkz. A. KARA Nasnas ve Shiqq yazısı) inandırma yolu seçilmiştir.

Şeytan çıkarma veya eksorsizm (exorcism) tabir edilen psikolojik olay bile (bedensel alıkoyma fenomeni) fantastik hikâyeler ile bezenmiş olarak Hollywood yapımı filmlerle bizleri etkilemeye devam eder. Paranormal olay adı altında aslında bilimsel olarak açıklanmış, ancak araştırma veya okuma isteği duymayan insanların kısa uydurulmuş internet makaleleri ile “inandırıldığı” durumlardır. Eksorsizm/Şeytan çıkarma ritüeli her dinde hatta semavi olmayan dinlerde bile vardır. Youtube, üzerinde bu videolardan bolca bulunmaktadır. Madem hak din İslam, cin ve şeytanları papaz ve hahamlar nasıl çıkartabiliyor? Hatta pagan afrika büyücüleri bile çıkartabiliyor. O zaman bedensel alıkoyma olayı tamamen insani ve psikolojik. Bu psikolojik “arızanın” sadece telkin ile kolaylıkla tedavi edilebildiği unutulmamalıdır. Telkin için kesinlikle aynı inancın dini lideri gereklidir. Bir papaz Yahudi bir kızın “şeytanını çıkaramaz”. Ya da Müslüman bir çocuğun içindeki şeytanı Yahudi haham çıkaramaz. Gerçi popülarite artsın diye beğeniye sunulan tiyatral çakma videolar karşıt örnek olarak sunulabilir ki ne dini ne de bilimsel hiçbir hükümleri yoktur. Bu ve benzeri fenomenleri paranormal olaylara bağlama da temel amaç “korkutmak” ve daha çok inandırmaktır. Bu sayede kolay yönetilebilir toplum oluşturmada önemli bir adım atılmış olur. Hakkında bolca film yapılan ve fantastik “gerçek(!)” hikayelere konu olan “Annabelle” bebeği bile bu amacın hizmeti doğrultusunda oluşturulmuştur.

Bu filmlerin ardından inanç sektöründeki maddi gelir artışı da yadsınamaz düzeydedir. Bu gelir artışını gözlemlemek için istatistik tutmaya gerek yoktur. Hristiyan bir toplumda hasta bir kız bulun, iyi bir papazla anlaşıp kızın “şeytanını” çıkarttırın, arkasından haç, incil, şeytan kovucu tütsü, kutsal su vb. dükkânı açın. Görün bakın neler oluyor.

Ardından “şeytan çıkaran” papaza ve toplumdaki rolüne bakın. Hatta kızı şeytandan kurtaran papazın üye olduğu din ve kilisenin popülarite artışına bir bakın.

Korku, doğa olaylarını açıklayamama, sonsuz ödüle kavuşma isteği, sonsuz yaşamda cezalandırma korkusu, “ben kimim ve neden varım?” sorularına cevap arayışları bu süreçlerde en büyük rolü oynar.

Tanrı burada iyi rolü üstleniyordu. O en güçlü, en ulaşılmaz, sizi doğruya yönelten ve ileten, kusursuz bir varlık idi. Doğurmaz ve doğurulamaz. Ol der olur. Korkulan varlıklardan korunmanın yegane yolu’ da iyi olan Tanrı’ya ulaşmaktır.

Bu inanç evrimlerinde Tanrı uzaklaştıkça onu insanlara ulaştıracak ara statülerde belirginleşmeye başladı. Tanrı ve rahipler arasına “seçilmiş” kişiler dâhil edildi. Bu seçilmiş kişiler Tanrıdan gelen mesajları iletmekle yükümlüydüler. Seçilmiş kişiden sonra rahipler, şamanlar, hocalar gelmekte idi. Ancak yönetimsel evrilmeler ve güç/liderlik hırsı sonraki dönemlerde farklı ilahi yönetsel statüleri de oluşturmuştur. Halifelik ve papalık buna örnek verilebilir. Bunlarında yetmeyince araya toplum/kanaat önderleri devreye girmeye başladı. (Hristiyanlıkta Kardinaller, Ekümenikler, İslamiyette Hocaefendiler, mezhep önderleri vs.)

Eğer doğaüstü iseniz korkulursunuz çünkü insanları sonsuz ödüle veya sonsuz cezaya sizin kararlarınız götürür. Doğaüstünün temsilcisi iseniz üstün/örnek insansınızdır ki yaptığınız, söylediğiniz, yazdığınız ve yazdırdığınız her şey kutsaldır. Doğaüstünün temsilcisinin yayıcısı iseniz her yerde kabul ve saygı görürsünüz. Seçilmiş liderler bile (Hanedanlık/Saltanat sisteminde kan sahibi dinsel de liderdir. Demokrasi ile seçilerek gelmiş iseniz kan önemini yitirdiğinden dinsel liderlik ortadan kalkar) elinizi eteğinizi öper. Doğaüstünün temsilcisinin yayıcısının sözcüsü iseniz insanlar kutsal olana ibadet ederken sizi örnek alır, sizi dinlerler.

….ve sistem böyle devam eder gider… Dinler ve inançlar değişse de yukarıdaki sistem aynen bu şekilde evrilmeye devam eder. Kazanan belli, kaybeden bellidir.

Yazımın sonunda tekrar en baştaki Sineklerin Tanrısı kitabı aklıma geldi ve şu soru beyin kıvrımlarında dolaşmaya başladı: Sinek kim? İnançları biz oluşturmuş/yaratmış olabilir miyiz?

Eğer yaratıcıyı ve inançları biz yaratmamış ve gerçekten dinlerde bahsedilen yaratıcı var, ayrıca bu dünya ve yaptıklarımız bir sınav ise site admini ve başyazar A. KARA’ nın DİN VE SINAV yazısında bahsettiği gibi tecavüze uğrayarak öldürülen 5 yaşındaki bir kız çocuğunun sınavı bu mudur? Yoksa bu sınav, tecavüzcü/katilin ise kız çocuğu sadece bir sınav sorusu mudur?

Düşünsenize, 5 yaşında tecavüze uğrayarak öldürülen bir sınav sorusu……………….

Sağlıcakla kalın.

Yazar Notu: Organ bağışı yapın ki başkalarına faydanız olsun. Arada kan bağışı yapmayı da unutmayın. Güçsüzlere en gizlisinden maddi/manevi yardım yapın ki yüzleri gülsün. Bu arada eve dönerken de markete uğrayıp iyi marka kedi/köpek maması alıp onları besleyin. Kısacası iyi ve güzel ne varsa onları yapın. Dünyaya, vatanınıza, yeryüzündeki tüm insanlığa ve ailenize iyi bir örnek ve birey olun.

Yazan: Demon Product

MORMON KİTABI


Kutsal olduğuna inanılan Mormon Kitabı'nı meraklıları için pdf olarak paylaşmak istedim. Özellikle din konusunda araştırmalar yapanlar veya ilahi sayılan kitaplara merak besleyenler okuyabilirler. Mormon Kitabı'nı okumak veya indirmek aşağıdaki resme tıklayabilirsiniz.

Book of Mormon Türkçe, Kutsal sayılan kitaplar, Mormon, Mormon Kitabı, Mormon kitabı indir, Mormon Kitabı pdf indir, Mormon kitabı Türkçe, Pdf kitap, pdf kitap indir, kutsal kitap pdf,

KUMRAN KİTABELERİ (ÖLÜ DENİZ YAZMALARI)

yahudilik, hristiyanlık, Kumran Kitabeleri, Ölü Deniz Yazmaları, Kumran Yazmaları, Kumran Mağaraları, Keklik Mağarası, din, Yahudilik ve Hristiyanlığın En Eski Kaynakları, Eski Yazıtlar,
20.yy'ın en önemli arkeolojik bulgularından biri olan Kumran Yazmaları; 1947 yılının başlarında Muhammed Ahmed El-Hamdi adındaki keçi çobanının kaybolan keçisini aramaya koyulduğu sırada Kumran Kitabelerini keşfetmesi ile başlamıştır. Keçisini arayan bedevi çoban Ölü Deniz'in batısındaki bir tepede bulunan bir delikten içeri taş atarak bekler. Attığı taş, testi kırılmasına benzer bir ses çıkarınca koşarak mağaraya iner. Mağaraya indiğinde, keten kumaşlara sarılarak büyük testilere konmuş yüzlerce yazma bulur.

Ölü Deniz Yazmaları diğer adıyla Kumran Kitabeleri olarak bilinen bu yazıtlar İbranice ve Aramice dillerinde deri ve bakır plakalara yazılmış, 40.000 adet el yazmasından oluşuyordu. Parçaların bir araya getirilmesi ile oluşan 500 kitap sonrası, Hristiyanlık ve Musevilik inançlarında yeni tartışmalar başlamıştır. Çünkü bulunan kitabeler, bu 2 din için en eski yazılı kaynaklar olmuşlardır ve içeriklerinde Hz.İbrahim'in yalan söyleyerek karısını Firavun'a sunması gibi yazılar bulunmaktadır (ki dolayısı ile İslamiyet'i de ilgilendirmektedir).

Ayrıca bu yazmaların bulunması ile, tarihte o bölgeye yerleşip yaşayan Esseniler (Kumran Topluluğu) isimli dışa kapalı bir Yahudi topluluğunun da tarihçesini aydınlatmıştır. Bulunan "Toplum Kuralları", "Zadokite Belgeleri" ve "Disiplin El Kitabı" ile Kumran'daki günlük yaşam hakkında bilgi ve görüş edilmesi sağlamıştır.

yahudilik, hristiyanlık, Kumran Kitabeleri, Ölü Deniz Yazmaları, Kumran Yazmaları, Kumran Mağaraları, Keklik Mağarası, din, Yahudilik ve Hristiyanlığın En Eski Kaynakları, Eski Yazıtlar, A,

Bulgulara göre mağaraya MS.68 yılında yerleştirilen yazmalar, ketene sarılıp, ağzı sıkıca kapatılan testiler sayesinde tam 1900 yıl boyunca, bozulmadan kalabilmişlerdi. 1947'de mağarada keşfedilen yüzlerce parşömenden sonra 1952-56 yılları arasında bölgede başlatılan arkeoloji ve arama çalışmaları sonrasında toplam 11 mağarada yazmalar bulunmuştur.

Yazmaların çıktığı mağaraların karışmaması için, mağaralara numara verilerek, her bir mağaradan çıkan yazmalar ve bunların işledikleri konular kayıt altına alınmıştır.

Çobanın bulduğu 1 numaralı Kumran mağarasından çıkan 7 tomar ve bir miktar parça tomar halindeki yazmalardan 5 tanesi Suriye Ortodoks Manastırının Başpiskoposu tarafından, diğer 3 yazma ise İbrani Üniversitesi Profesörü E.L.Sukinek tarafından satın alınmıştır.

1.numaralı mağarada bulunan bu yazmalarda Yaşeya Kitabı'nın olduğu, en eski Yaşeya kopyaları bulunmuştur (2 adet). Bunlardan birinin üzerinde birçok düzeltme bulunurken (A), tam olmayan diğer yazma diğer yazmaya göre daha fazla uyum sergiler (B).

Bu 1 nolu mağaradan sadece yukarıdaki yazıtlar bulunmamıştır. Yukarıda yazılan yazmalara ek olarak Kutsal Yazılar olarak kabul gören bazı kitapların parçaları (Yaratılış, Yasa'nın Tekrarı, Levililer, Hakimler, Yaşeya, Samuel, Hezekiel, Zebur) ve Hanok, Musa'nın Sözleri (kitaba dair bulunan ilk bulgudur), Nuh'un Kitabı, Levi'nin Vasiyetnamesi, Özgürlük Kitabı, Süleyman'ın Bilgeliği gibi eserlerin parçaları, Daniel Kitabı'nın Bölüm 2/4 teki sözlerini içeren bir kısım yazıt da burada bulunmuştur.

100 adet yazmanın çıktığı 2 numaralı mağaranın ise, arkeologlar gelmeden önce bedeviler tarafından bulunup yağmalandığı düşünülmektedir. Bulunan 100 el yazmasının arasında yine Yahudiliğe dair (Mısır'dan Çıkış, Levililer, Çölde Sayım, Yeremya, Yasa'nın Tekrarı, Eyüp, Mezmurlar) birçok yazıt vardır.

yahudilik, hristiyanlık, Kumran Kitabeleri, Ölü Deniz Yazmaları, Kumran Yazmaları, Kumran Mağaraları, Keklik Mağarası, din, Yahudilik ve Hristiyanlığın En Eski Kaynakları, Eski Yazıtlar, A,

En fazla yazma içeren mağara ise Keklik Mağarasıdır (4 numaralı mağara). Bedevilerin kurumlardan bağımsız olarak yaptığı çalışmalar ile bulunan yazmaların bir kısmı bedevilerden arkeologlar tarafından satın alınmış ve araştırmalara ışık tutmuştur. Burada bulunan yazmaların 400 adedi tanımlanmış el yazmalarına aittir ve bu yazmaların içinde Ester kitabı ve Eski Ahit'e dair bölümler de bulunmaktadır. M.Ö. 3.yy'dan kalma Samuel Kitabı'na ait İbranice yorumlar içeren parçalar bulunduğu gibi Mezmurlar, Yaşeya ve Nahım kitaplarına dair yorumların bulunduğu yazmalara da ulaşılmıştır.

Keklik Mağarası'ndaki bulgulara bakıldığında Kumran halkının en sık kullandığı kitapların Eski Ahit, Yasa'nın Tekrarı, Yaşeya, Mezmurlar, Yeremya, Kısa Peygamberlikler adlı kitaplar olduğu görülmüş olup, bu mağarada bulunan yazıtların Kumran Kütüphanesi'nin temelini oluşturduğu söylenebilir.

Diğer mağaralardan ise Yeni Ahit'e ait olduğu iddia edilen ve hala tartışılmakta olan yazmalar bulunmuş olup (7-10 numaralı mağaralar), MS 50 yıllarından kalan bu yazmaların eğer Yeni Ahit'e ait olduğu kanıtlanırsa, bunlar da Yeni Ahit'e ait en eski kaynaklar olarak kayda geçecektir.

Yeni Kudüs Vahiyi'nin dev parçalarının ve Eyüp'ün Aramice çevirisinin bulunduğu 11 numaralı mağarada korunmuş ve yıllarca bozulmadan kalmış 36 adet Mezmur ve Grekçe dilindeki Apokrif, Levililer Kitabı'nın bir bölümüne de ulaşılmıştır.

Yazan: Anu

HRİSTİYANLIĞIN ROMA'DA YAYILIŞI

Nimrael, din, hristiyanlık, Hristiyanlığın yayılışı, ilk Hristiyanlar, Hristiyanlığın Romada yayılışı, Tanrının oğlu, Hristiyanları idam eden Roma, tarih, köpeklere yedirilen Hristiyanlar,

İnanç, Roma İmparatorluğunun temellerinden biriydi. Hristiyanlığın erken dönemlerinde Roma İmparatorluğu, Hristiyanlığı yasaklamış ve tüm Hristiyanları idam etmeye girişmişti. Hatta Hristiyanları eğlence olsun diye arenalarda aslanlara yem ederlerdi. Peki bu Hristiyanlık ne oldu da yayıldı? Bunun cevabı St.Paul'da (Pavlus). Aziz Paul, Yunanistan ve Küçük Asya'da birkaç kilise açmış ve öğretilerini önce buradaki küçük çevrelere sonra büyüyerek Roma İmparatorluğunun içerisinde pek çok yere yaymaya başlamıştı.

İlk Hristiyan olanlar köleler ve fakirlerdi. Çünkü eski inancın sadece esiri olmuşlardı. Yeni Tanrı'nın onlara özgürlük ve bereket getireceğine ikna olmuşlardı. Burada önemli nokta, hiçbir zaman açıkça kimse Hristiyan olmadı. Her zaman gizlediler. Eğer yakalansalardı İmparatora ve tanrılarına inanmaktan vazgeçtikleri için kesinlikle idam edileceklerdi. Nero, M.S. 64 yılında çıkan büyük Roma yangınının sebebini Hristiyanlara yıkmıştı. Bunu, idamlar ve diri diri yakmalar takip etmişti. Tacitus, bu konu hakkında şunu yazmıştır;

"Nero, kendi yaptıkları kötülüklerden nefret eden bir insan ırkını cezalandırmıştı. Bu insanlara Hristiyan adı verilmişti. Bazılarını itiraf etmesi için tutuklatmıştı. Bu olaydan sonra pek çoğu zalimce öldürüldü. Bazılarına vahşi hayvan derisi geçirildi ve köpekler tarafından yenilmeye terk edildiler. Diğerleri çarmıha çivilendi. Çoğu ise diri diri yakıldı ve geceyi aydınlatan meşaleler yerine kullanıldı."

Bu dönemden sonraları da Hristiyanlar hep tehlike ile karşılaştılar. Bu yüzden inançlarını uzun bir süre gizlilikle yerine getirdiler. Ancak kilise olmayınca bu işi gözden uzak tek elverişli yerde, yeraltı mezarlarında yaptılar. Roma eyaletleri boyunca çok fazla fakir ve köle vardı, Hristiyanlık bu sebeple onlara çok güzel görünüyordu. M.S. 313 yılında Constantine, Hristiyanlığı resmi din ilân etmiş ve imparatorluk boyunca kiliseler açtırmıştı. Böylece ilk kez Hristiyanlar açıkça özgür ibadet etmeye başladılar. 391 yılında ise çok tanrılı inanç sistemleri yasaklanmıştı. Bu süreç, sömürüden ziyade özgürleşme sürecidir.

Bu dönemlerde ortaya bir mezhep çıkmıştı. Arius adında birisi, insanlara İsa'nın Tanrı'nın oğlu olduğunu söylemişti. M.S. 4.yüzyılın ilk yıllarında İskenderiyeli Arius tarafından atılan bu görüş, 325 yılında toplanan İznik konsili (Nicaea) tarafından reddedildi ve kâfirlik ilân edildi. Bu duruma rağmen İmparatorluğun doğusu ve batısı boyunca bu görüş yayılmıştı. Arius'u destekleyen rahipler ve kilise liderleri sürgün edilmişlerdi. M.S. 325-337 arasında bu rahipler, Constantine'ın ölümü ile birlikte imparatorluğa ve kiliselerine dönmeye çalıştılar. Bu durumda ortaya iki Hristiyan kilisesi çıktı; biri Constantine'ın resmi din olarak ilân ettiği, diğeri Aryan kilisesi. İki tarafında rahipleri birbirlerini sürgüne göndermeye çalıştılar ve entrikalar çevirdiler. Bir müddet Aryanlar, kendilerine rakip olanları Aryanizmi benimseyen imparatorlar (Constantius, Valens) yoluyla etkisiz bırakmış ve pek çok cezalandırma politikası uygulamışlardı. Bu sırada Cermen kavimlerinin bir kısmı Aryanizmi benimsemişti. Özellikle Got kabileleri Aryanizmi benimsemişti. 379-395 arasında dünyanın dengesi artık değişmişti. Roma zayıftı. Büyük olarak anılan Theodosius, anti Aryan teolojik fikirleri savunuyordu ve Aryanizmin çökmesini sağladı. 381 yılında toplanan Constantinople konseyinin kararları, Aryanizmin artık imparatorluk içinde etkisini yitirmesini sağladı ve son noktayı koydu.
Bu dönemde yine de Hristiyanlık azınlık sayılacak düzeydeydi. Roma'nın inancı yıllarca evrim geçirmiş ve başlıca tanrıları Mithra, Epona, Sol Invictus'tu. Yani Doğuluların, Keltlerin ve Yunanların inançları birleşmişti. Burada dikkat çeken unsur ise, bu tanrıların bir açıdan savaşla özdeşleşmesidir. Yani bu üç tanrı ordular arasında yaygındı. M.S. 4.yüzyıl savaş ve çalkantıların yoğun olduğu dönemdi. Hristiyanlık Galya'da, İspanya'da ve Britanya'da zoraki yayılıyordu. Özellikle Britanya'da çok küçük bir nüfusa sahipti. Bunun başlıca nedeni barbar istilaları ve kiliselerin açılmasından bir süre sonra Roma'nın Britanya'dan çekilmesidir. Dediğimiz gibi fakirler ve kölelere daha çok cazip geliyordu. Ancak insanlar mücadele ederken kendilerine vaazlar veren rahipleri dinlemezler. Bir Romalının hayatını ele alalım. Bu Romalı, Britanya'da bir süvari olsun. Barbar istilaları ve iç karışıklık çok. Dolayısıyla ordu savaşıyor. Bu Romalı hayatı boyunca savaşıyor ve savaşacakta. Sonra bir rahip geliyor ve "Özgür olmak istiyorsan Tanrı'nın yolunu izle." diyor. O dönemde yaşayan bu Romalının gözünden bakarsak, yıllarca Epona'ya tapmış ve pek çok insanın ölürken kendisinin hayatta kalmasına şahit olmuş, kendisi de hayattan umudu kesmiş ve ölmeden önce en azından son kez evini görmek istiyor. Yani, ordular zor koşullarda ve insanların çoğu tehlikedeyken Hristiyanlığın buralarda yayılması için vaatlerden daha fazlasına ihtiyaç vardı.

KAYNAKLAR
M'Clintock, John; James Strong. Cyclopedia of Biblical, Theological, and Ecclesiastical Literature. 7. p. 45.
Hanson, R P C (2007). The Search for the Christian Doctrine of God. Grand Rapids: Baker Academic. pp. 127–128. ISBN 978-0-8010-3146-5.
Kinder, Hermann; Hilgemann, Werner (1964). Dtv-Atlas zur Weltgeschichte (in German). 1. Dtv. OCLC 887765673.

Yazan: Nimrael

DUA PALAVRASI

Yazan: A.Kara
islamiyet, hristiyanlık, yahudilik, din, dua palavrası, dua etmek boşa, dua birşey değiştirir mi, dinler ve dua, dua kitabı safsataları, din tüccarları, dua ile şifa yalanları, dua etmenin mantığı Dün yine evdeyken en çok yaptığım sayılı eylemlerden biri olan odamdan mutfağa gidip çay doldurma işinin 5 yada 6.sını yapmaktaydım, o sırada babamda çoğu zaman olduğu gibi züppeli zahmet hocayı dinlemekte. Ki ne yazık ki babam evdeyken ya züppeliyi izler, ya evlendirme programlarını izler (Ayem sori for det).

Çayı doldururken istemsizce "acaba ne diyo yine bu züppeli, ne palavralar sıkıyo yine, fırından hangi yeni din-sömürü ve para üçgen şekilli keki pişirip çıkarmış" diye kulaklarımı açmış dinliyorum.

O sırada, sanki beni duymuş gibi bir başladı sıkmaya, ama nasıl sıkıyo öyle böyle değil, almış makineli tüfeği eline, ekran başındakileri tarıyo resmen.
Şimdi direk adamın söylediklerine gelelim:

Bakın bu kitabı her yerde bulamazsınız, ben taaaa nerelerden buldum bunun içindeki düaları, bu düaları sizler için topladım. Alın okuyun yahu şu kitabı (kitabı yazan da satan da kendisi, yu gat dı maniy men...)

Bu kitabın için nasıl düalar var?
- İdrar tutamama için dualar var!
(Üroloji duası yani, ürologa falan gerek yok, duayı okuyosun, melekler ameliyatını yapıp üreme organına sonda bile takıyolar)

- Mide bulantısını durdurma için düalar var!
- Karın ağrısı için düalar var!
(İç hastalıkları duası, doktorlar pok yemiş tüm doktorlar bıraksın işi, imam olsunlar, dua forever)

- İktidarsızlık için düüüaaağğğlar vaaar!
(Wuhuhuuu, konu yine bacak arasına geldi, holeeey... Cinsel İşlev Bozukluğu uzmanları boşuna varmış meğersem, viagra miagraya da gerek yok, düayı bi okuyomuşsun 100 huriyi zangırdatacak, 5 karyolayı arka arkaya kıracak, belediyede asfalt kıran işçilere çükünle yardım edebilecek kadar iktidarlı oluyomuşsun, hey meaşallah yavrum benim düaya gel)

Daha böyle onlarca salladı, neler sallamadı neler. Hem böyle her ota iyi gelen dua var diye palavra sıkıp anlatıyo, hem de rahatsızlık geçirdiğinde acile, hastaneye koşuyo. Eyyy Hz.Palavracı, madem öyle dualarınla iyileşsene ne işin var hastanede ?
Yap bi ambulans duası ambulans gelsin,
Yap bi serum duası serum takılsın,
Hemen akabinde yap bi mide ağrısı duası ağrın geçsin,
Olmadı mı, kist falan mı çıktı? Yap bi operasyon duası, Prof.Dr.Melekler gelip ameliyat etsin.
Sonra oku bi eve ışınlanma duası, cinler seni eve ışınlasın falan.
Ne uğraşıyosun olum bu kadar dua var ve bu dualar GERÇEKTEN işe yarıyo ise?

Sana bu duaların sadece ne işe yaradıklarını söyleyeyim mi ben?
1) Kitap yazıp satarak para kazanmaya
2) Cahilliği zirve yapmış, otta bokta keramet arayan halkı kandırmaya
3) Kendine daha fazla boş beyinli köle yaratıp istediğin gibi kullanmaya

DİN VE SINAV

Yazan: A.Kara
Bilindiği gibi dinlerde bi "SINAV" inancı var ve bu inanç üzerinde düşünen hiçbir inanan görmedim şu yaşıma kadar. Din mensubu insanların belkide %95i inandıkları kitabı anlayacakları dilde okumadıkları gibi, inançlarının içindeki kavramları da hiç sorgulamıyolar çünkü sorgulamaktan korkuyolar ya da merak etmiyolar. Bu da garip geliyo bana.

Mesela "ALLAH BİZİ SINAVA TUTUYOR" inancı. Kimse kusura bakmasın ama körü körüne inanılan, hiç sorgulanmayan bir şey bu. Bazıları da sorgulamaya çalışırken aşırı vicdansız şeyler vızıldıyor orası ayrı.

SINAV mantığı bana göre neden tam bir saçmalıktır hemen izah edeyim:

Allah her şeyi bilir deniyor değil mi? Yani inananların inancı bu yönde. Peki Allah her şeyi biliyor ise benim isyan edip etmeyeceğimi de biliyo di mi? Mesela bana bi bela yolladığında, ya da öküzün birisini kız çocuğuma tecavüz ettirdiğinde benim isyan edip etmeyeceğimi biliyor olmalı Allah değil mi? O halde her şeyi biliyor ise nasıl oluyor da benim isyan edip etmeyeceğimi ÖĞRENMEK için beni sınıyor ? KAPİŞ ?!
Her şeyi biliyosa yolladığı musibet karşısında benim isyan edip etmeyeceğimi de biliyodur o halde beni sınava tabi tutması ve "du bakam napacak" demesi de ebemin şeysi kadar büyük bi mantık hatasıdır.

Sınava tutuyor diyelim. Yetim, hiç kimsesi olmayan 5 yaşındaki bi kız çocuğuna tecavüz ediyo zikko kafalı bi dallama. Şimdi sana soruyorum, elini g-tüne değil de vicdanına koyarak cevap ver tek ricam bu. 5 yaşındaki çocuğun ne gibi bi sınavı olabilir ???

Şimdi bana dersin ki kalkıp, çocuğun değil tecavüz eden adamın sınavı o. Öyle ise çocuğun günahı ne? Çocuk diğer dallamanın sınava tabi tutulması için Allah'ın yarattığı bi piyon mu yani sadece?
- Heee du bakam bizim camış bu ufakluğa hallenecek mi hallenmeyecek miii... Aha hallendi valla. 100 Günah puanı yazın buna.
- Eee, Tanrım! Peki ya çocuk ?
- Ehhhmm şey, bişey olmaz ya büyüyünce unutur...

Ama din tuhaf bir şey işte, insanların gözü, kalbi öyle bi mühürleniyo ki (inanmayanlar için kendileri derler fakat asil kalbi ve vicdanı mühürlü olanların çoğu kendileri, bunu göremiyolar) mesela birine çıkıp diyorum ki.
- Bak diyelim ki 3 yaşında bebeğin var, adamın teki de geldi buna tecavüz etti, senin ufacık bebeğine. Hatta (örneği çoktur) tecavüz ederek ÖLDÜRDÜ! Fakat bu senin veya adamın sınavı diyelim, e senin ölen bebeğinin suçu ne? Ne yaparsın böyle bi durumda ?
- Napayım sınavımmış derim isyan etmem

Bu cevabı duyduktan sonra bi tuhaf oldum ben, yani kanım çekildi vücudumdan...

Zaten her şeyin zemini de hazır, bu gibi durumlarda "zaten o melek oldu" falan geyiği yaparlar. Ulan hep bi kulp bulma peşinde olmayın ya nolursunuz. Ne demek öldü melek oldu? Kim diyor bebekken ölünce melek olunduğunu? Bu şekilde hiçbir AYET YOKKK ! He sen falan rivayet, falan hadis diye kıl tüy ararsın kendini buna inandırmak için orası ayrı. Çünkü biliyorum aslında insanların da vicdanı böyle olaylara el vermiyo, ama sırf inandıkları için tutunacak bi kulp uydurmaya çalışıyolar üzülmemek için.

Yine ilk yazdığım maddeye bağlı olarak,
Her şeyi bilen uluuuuuuuuğğğğ Tanrı her şeyi biliyor ise, benim cennetlik ya da cehennemlik olduğumu yaratırken de biliyordur di mi? O halde benim sonumu bildiği halde beni nasıl oluyoda sınava tutuyo?

Gelelim bu alandaki klişe cevaba:
- Eyi emmeeee, senin günah sevap kapun hep açuk, senü zorlameyo, istedüğünü yapabülürsün.
Eeee, ne fark etti? Neticede benim günah işleyip işlemeyeceğimi de, ömrümün sonuna kadar yapacağım her şeyi kılına tüyüne kadar da biliyor :) O zaman sınav nerede, bu ne saçma şeydir.

Sayabileceğim zibilyonlarca mantık hatasından sadece bir tanesiydi bu. Neyse, kendim yazıp kendim okudum zaten eminim, körü körüne tutunanların buradan bir pay çıkaracağını hiç sanmıyorum, hadi adios amigos...

ALLAH-TANRI'NIN YARATACAĞI HER ŞEYİ ÖNCEDEN GÖRME ÖZELLİĞİ

din, dinler, din ve mitoloji, Allahın yaratacağı her şeyi önceden bilmesi, Allah olacakları biliyorsa, Allah her şeyi biliyorsa, islamiyet, Allah tecavüzcüyü bile bile, Allah inancı, sizden gelenler,
Evreni yaratacağını, daha evreni yaratmadan çok önceleri bile görebilen Allah'ın, artık bu evreni yaratmama şansı var mıdır?

Evet Allah-Tanrı'ın olacak her şeyi önceden görebilme özelliği, aslında onu aciz ve eli kolu bağlı, önceden gördüğü her olayı zamanı geldiğinde yaratmak ve gerçekleştirmek zorunda olan programlanmış bir robottan farksız duruma sokmaktadır. Evreni yaratacağını çok önceden görüp biliyor. Artık ben vazgeçtim evreni yaratmaktan diye karar değiştirme hakkı bile yoktur. Zamanı geldiğinde mecburdur, eli mahkum evreni yaratacak.

Adolf Hitleri yaratacağını, yarattığı bu şahsın 50 milyon insanın ölümüne sebep olacağını sonsuz zaman önceden görüyor. Zamanı geldiğinde mecburen yaratıyor. Vazgeçme şansı yok. Öyle görüyor çünkü. Yaratıyor ve yarattığı adam 50 milyon insanı öldürüyor.

5 yaşındayken bir sapık tarafından tecavüze uğrayıp öldürülen kız çocuğunu milyon yıl önceden görüyor. Ancak eli mahkum. Zamanı geldiğinde önce o kız çocuğuna tecavüz edecek sapığın dünyaya gelmesine izin veriyor. Daha sonra tecavüze uğrayacak kız bir bebek olarak dünyaya geliyor. Yine zamanı geldiğinde o sapık bu kız çocuğuna 5 yaşında tecavüz edip öldürüyor.

Bu olayların hepsini önceden görüp, gördüğü için mecburen yapmak zorunda olan, bu olanlara izin veren, kararını değiştiremeyen bir Allah modeli var karşınızda arkadaşlar. Allah karar değiştirir mi o zaman kendi ile çelişir derseniz o zaman neden dua ediyorsunuz ? Dua etmenize gerek var mı ? Dua ederek gerçekleşmesini istediğiniz olayın gerçekleşeceğini Allah önceden görmüşse sen zaten dua etsen de etmesen de gerçekleşecek. Yok gerçekleşmeyeceğini görmüşse dua etmen boşuna. Zaten gerçekleşmeyecek.

Kabul etseniz de etmeseniz de Böyle bir Allah profilinin; zamanı gelince her saat başı gonga vuracak bir saatten, önceden programlanmış ve zamanı gelince çamaşırları yıkayacak olan bir çamaşır makinesinden farkı yoktur. Kendi iradesi, karar verme, kararını değiştirme özelliği yoktur.

Yaratacağı her şeyi önceden görme özelliği Allah'ı eli kolu bağlı, aciz bir tanrı durumuna düşürmektedir. Bu tanrıya inanıyorsunuz. Maalesef gerçek bu.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Y.Yılmaz

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.

* Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
* Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
* Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)
NOT: Ayrıca sitemizde yazar olmak için de bize mail atabilirsiniz. Sitemizde yazarlara özel kategoriler açılacaktır.

İBRAHİM PEYGAMBERİN KARISINI FİRAVUNA SUNMASI

Yazan: A.Kara


İBRAHİM PEYGAMBERİN KARISINI FİRAVUNA SUNMASI


Bilindiği gibi, dinlerin temelinde mitoloji ve kendilerinden önceki inanışlar yatar. Bunun en basit örneklerinden biri de bu olaydır. Çünkü İbrahim'in karısı Sara'yı Firavuna sunması olayı, hem en eski bilinen uygarlık olan Sümerlerde, hem Hristiyan kaynaklarında, hem de bazı İslam kaynaklarında geçer. Yani her zamanki gibi, öncekinden alıp uyarlama durumu söz konusu olmuştur.

Muazzez İlmiye Çığ'ı hepimiz biliyoruz, ya da kadın programları izlemeyenlerinizden çoğu biliyordur diyeyim. Kendisi Türkiye'deki en değerli ve başarılı Sümerologlarından biridir, hatta farklı dillerdeki birçok yazıyı okuyabilen bu ülkedeki sayılı insanlardandır. Kendisi bu olayı yazdığı kitabında uzunca, detaylıca anlatmış.

İbrahim ile ailesi Muazzez Hanımın her zaman ilgi konusu olduğundan bu konunun üzerine düşüyor ve iyice araştırmaya koyuluyor. Yaptığı araştırma ve arkeoloji çalışmaları ve eski kitabeleri incelediğinde onu gerçekten şaşırtan bir hikaye ile karşılaşıyor. Özet geçmek gerekirse olay şu:

Tevrat araştırmacıları aslında bu hikayeden haberdar ve oldukça rahatsızlar, yüzyıllardır araştırıyorlar, çünkü bilindiği gibi İbrahim tüm ilahi dinler için önemli bir peygamber, hatta İbrahimi dinler diye geçiyorlar. Fakat dinlere ismini veren ve peygamber dedikleri bu zatın karısını firavuna sunmasını öncelikle Tevrat araştırmacıları, sonrasında ise bu olayı duyan kimse hazmedemiyor.

Bir peygamberin yalan söylemesi komik ve yanlış değil midir? Üstelik bir kerede değil. 2 kere karısı Sara için Firavuna "benim kardeşim" diyor, üstelik bunun en büyük sebebi de can korkusu. Yani İbrahim, önce can sonra canan lafını uygulayarak canı için karısı Sara'yı kardeşi olarak tanıtıyor ve Firavuna 2 kez yalan söylüyor, bu da yetmezmiş gibi hatalı olan kendisi olmasına rağmen, bu olayın sonunda Firavun cezalandırılıyor; ki bu da akla "Bu ne biçim adalet yahu" sorusunu getiriyor.

Tevrattaki bu hikayenin Sümerlere dayandığını fark eden Muazzez Hanım çok şaşırıyor ve iyice araştırmaya koyulup konuyu gün yüzüne çıkarıyor. Kumran Kitabeleri incelenince fark ediliyor ki Sümerlerdeki kutsal evlenme efsanesinden motif ve alıntılar var. İsrailli yazarlar Babil'lerin elinden kurtulup yurtlarına dönerken (Babil'ler, saldırı düzenleyerek Sümerlerin uygarlığına son vermiştir), daha önce tutsak oldukları yerin kültüründen, Sümerlerin bu efsanesini de beraberinde getirerek, akıllarında kalan kısımlarıyla yeni efsaneler üretmişler. Aynı şekilde İslam yazarları da bu efsaneden kendilerine hadisler üretmişler.

İbrahim için uydurulan bu serüven, bu öykü benzer şekilde İslam hadislerinde, Kumran kitabelerinde ve Tekvin (Baba) de geçiyor.

Tekvin Bab'da geçen olay:

Ve memlekette kıtlık oldu, ve Abraham orada misafir olmak üzere Mısır'a gitti. Çünkü memlekette kıtlık ağırdı ve vakii oldu ki Mısır'a girmesi yaklaştığı zaman karısı Sara'ya dedi "İşte, biliyorum ki sen görüşünü güzel bir kadınsın ve olur ki Mısır'lılar seni görünce bu onun karısıdır derler ve beni öldürürler fakat seni sağ bırakırlar. Senin yüzünden bana iyi davranılsın ve senin sebebinle canım yaşasın diye onun kız kardeşiyim de. Ve vakii oldu ki Abraham Mısır'a girdiği zaman Mısır'lılar kadının çok güzel olduğunu gördüler ve Firavunun emirleri onu gördüler.
Buradan sonra olay şöyle devam ediyor, Sara'yı gören Mısır'lılar gidip Firavuna kadını methediyorlar. Böylece kadın Firavunun sarayına alınıyor. Bu sayede İbrahim'e karşı iyi davranılıyor, daha doğrusu İbrahim, karısı olduğunu söylediğinde canından olacağını sandığı için böyle düşünüyor. Sonrasında İbrahim'in koyun, sığır, köle, dişi eşekleri, cariyeleri ve develeri oluyor.

Tekvin Bab'da yazan şekliyle devam:
Ve Rab, Abraham'ın karısı Sara'dan dolayı Firavunu ve onun saraylarını büyük vuruşlarla vurdu, ve Firavun Abraham'ı çağırıp dedi "Bana bu yaptığın nedir? Bu senin karın olduğunu niçin bana bildirmedin? Niçin bu benim kız kardeşimdir dedin? Ben de onu karı olarak aldım. Ve şimdi işte karın al ve git. Ve onların hakkında Firavun adamlarına emretti ve onu ve karısını ve kendisine ait olan her şeyi gönderdiler.

İbrahim peygamberin karısını firavuna sunuşu, ibrahimin karısı sarayı, İbrahim peygamber yalan, Firavunun İbrahimin karısı ile, din, islamiyet, yahudilik, İbrahim ve Sara, hristiyanlık,

İslam hadislerinde bu olay şöyle geçiyor, Ebu Hureyre, Muhammet'ten alarak aktarıyor.
Aktarılan ise şu:

İbrahim Sara ile sefer etmiş ve orada bir melik hükümdarmış. Bu zalime yeni biri çok güzel bir kadınla şehrimize katıldı diye haber gidiyor. Bunu duyan melik, şehrine giren İbrahim'e haber gönderiyor ve diyor ki "Ya İbrahim, yanındaki kadın neydi?" Bunun sonucunda İbrahim "Hemşirem" diyor. Sonra İbrahim dönüp Sara'nın yanına gidiyor ve "sözümü tekzip etme, ben bunlara senin için kız kardeşimdir dedim, Allah'a yemin ederim ki yeryüzünde benden senden başka iman eden hiç kimse yoktur" diyor. Hazreti Halil Sara'yı Melik'e gönderiyor ve Melik Sara'yı kıyam ediyor. Sara'da abdest alıp namaza duruyor ve "Ya Rab, ben sana ve peygamberlerine iman ettim ise, ben kadınlığımı zevcimden başkasına ebedi muhafaza eyledimse, benim üzerime şu kafiri musallat etme" diye dua ediyor. O an Melik'in boğazı tıkanıyor ve nefes almayıp tepinip yere vurmaya başlıyor, bunun sonrasında Melik hemen saraydaki kurenasına "siz bana muhakkak bir şeytan göndermişsiniz. Bu kadını İbrahim'e geri verin. Hacer'i de Sara'ya veriniz dedi. Sonrasında Sara İbrahim'in yanına döndü ve ona "Anladın mı zevcim? Allah kafiri cezalandırdı ve bir cariyeyi de bize hizmetçi verdi" diyor.

Bu konu Buhari'de şöyle geçer:
Rivayete göre Hz. İbrâhim eşi Sâre ile birlikte yolculuk sonunda bir şehre varmış, güzel bir kadının şehre geldiği haberi krala bildirilince İbrâhim’den yanındaki kadının kim olduğu sorulmuş, o da kardeşi olduğunu söylemiş ve Sâre’ye de kendisini yalancı çıkarmamasını tembih etmiştir. Kral bunun üzerine Sâre’yi saraya aldırmış ve ona sahip olmak istemiş, Sâre ise hemen abdest alıp namaza durmuş ve namazın bitiminde, “Yâ rab! Sana ve peygamberine imanım, bu güne kadar namusumu eşimden başkasına karşı muhafaza etmem hürmetine bana şu kâfiri musallat etme!” diye dua eder. Bu yakarış üzerine kralın derhal nefesi sıkışır, horuldamaya başlar, hatta nefessizlikten boğulacak hale gelir. Bunun üzerine Sâre, “Allahım! Eğer bu adam ölürse onu bu kadın öldürdü denilir” diye endişelenir. Bir süre sonra kral normal hale döner ve tekrar Sâre’ye yönelir. Her teşebbüsünde aynı hal başına gelince kral, “Siz bana muhakkak bir şeytan göndermişsiniz. Bu kadını İbrâhim’e geri gönderin ve Hâcer’i de Sâre’ye verin” der.

İbrahim peygamberin karısını firavuna sunuşu, ibrahimin karısı sarayı, İbrahim peygamber yalan, Firavunun İbrahimin karısı ile, din, islamiyet, yahudilik, İbrahim ve Sara, hristiyanlık,

Sara bu sefer de Kral ve Horkanos ile;
İsa'dan önce veya sonra 50 yıllarına ait Ölü Deniz yakınında Kumran mağaralarında bulunan yazma eserden Sara'nın hikayesi:

"Onun yüzüne bakınca o ne kadar güzel, saçları ne ince, gözleri ne kadar güzel, burnu ne hoş, bütün ışıltılar onun yüzünde, göğsü nasıl güzel (azgın herif), beyazlığı ne sevimli, kollarının görünüşü ne biçimli, elleri ne kadar uygun (neye?), avuçları ne hoş, parmakları uzun ve ince, bacakları ne güzel, kalçaları kusursuz, kızların ve gelinlerin hiç biri onun kadar güzel değil, hepsinin üstünde çok akıllı bir kadın" diyor ve kral ile iki arkadaşı Horkanos'un bu sözlerini duyuyor. Üçü de tek adam gibi konuşuyorlardı, kral onu çok görmek istedi, onu getirmeleri için adam gönderdi. onun güzelliğine hayran kaldı ve onu karılığa aldı ve beni öldürmek istedi. Sara krala "O benim erkek kardeşimdir" dedi. "Ben Abraham'ı kurtarmadım, onu öldürtmedim" Abraham "bu benim için iyi" dedi. Ve ben Abraham, Sara'nın benden zorla alındığı gece üzüntüyle ağlarken kardeşinin oğlu Lut'da benimle ağladı. Önce büyük bir üzüntüyle gözlerimden yaşlar akarak dua ettim."Bütün dünyanın efendisi sen, en yüce Tanrı, bütün kralların ve beylerin efendisi, onları yargılayan sen, kutsal! dinle şimdi. Mısır Firavunu Zoan benim karımı elimden aldığı için senin önünde ağlıyorum, onu benim için yargıla, güçlü elini onun ve evindekilerin üzerine indir ve bu gece karımla beraber olmasın. İnsanlar senin yeryüzü krallarının efendisi olduğunu bilsinler ve ben ağlıyorum, acı içindeyim". Duaları işiten Tanrı, O gece Firavunun evine bulaşıcı bir hastalık taşıyan rüzgar gönderiyor. Rüzgar öyle güçlü ki Kralı ve tüm evini yakalıyor. Sonrasında kral 2 yıl boyunca kadının yanına yaklaşamıyor. O sürede bu hastalık git gide güçleniyor ve daha acıklı, sert bir hal alıyor. Mısır'ın bütün doktor, sihirbaz ve bilginlerini çağırıyor fakat hiçbirisi iyileştiremiyor. Rüzgar onları da vuruyor ve kaçırıyor.
Yazıt devam ediyor;

Sonra Horkanos bana geldi ve kral için dua etmem, elimi onun üzerine koyarak yaşatmam için bana yalvardı. Lut ona dedi ki "Abraham benim amcamdır, karısı Sara kralla olduğundan kral için dua edemez, git krala karısını kocasına geri göndermesini söyle. O zaman dua edecek ve kral da yaşayacak." Bunu duyan Horkanos krala giderek "Kralım, beyimin başına gelen bütün bu felaket Abraham'ın karısı Sara'nın yüzünden, Sara'yı kocası Abraham'a geri ver. Bütün bu bela başından gidecek ve sen yaşayacaksın. Kral bana "Sara'nın uğruna bana neler yaptın, sen bana onun için kız kardeşim dedin, o yüzden ben onu karım olarak aldım, karını al, Mısır ülkesinden çıkıp git ve şimdi benim için dua etki evimden ve benden bu felaket uzaklaşsın."
Bunun üzerine Abraham dua etmeye başlıyor, elini başına koyuyor ve dua edince bela onun üzerinden ayrılıyor, fena rüzgar da geri çekiliyor ve o yaşamaya devam ediyor.
Yazıttan devam ediyorum;
Ve kral bana bunun bozulmayacağına yemin ettirdi, kral bana ince keten elbiseleri ve Hacer'i verdi (bonus hediye) ve beni götürecek insanları da belirledi. Ve ben bol sığırlar, gümüş ve altınla zengin oldum ve Mısır'dan ayrıldım. Kardeşimin oğlu Lut da benimleydi. Lut'un da büyük malları vardı ve oradan birde karı aldı.
Devamında Abraham, bu metinde Sara için neden kardeşi dediğini şu şekilde açıklıyor:
Biz ülkemizden geçtik, Mısır'a girdik, Ben Abraham Mısır'a girdiğimiz gece bir rüya gördüm, rüyamda birer sedir ve hurma ağacı vardı. Adamlar geldi, sedir ağacını kesip kökünü çıkardılar, fakat hurma ağacını bıraktılar. Hurma ağacı ağlayarak dedi ki "Sedir'i kesmeyin". Hurma ağacının hatırına sedir ağacı kurtarıldı. O gece uykudan uyanınca Sara'ya "karım ben bir rüya gördüm ve rüyadan çok korktum" dedim. Ve o bana "rüyanı söyle, bileyim" dedi.
Sonrasında eşine gördüğü rüyayı anlatmaya başlıyor, Sara ona rüyanın anlamı olarak "seni öldürmek için arayacaklar, beni bırakacaklar" diyor.
Metinde bozuk olan kısımlardan sonra yazı şöyle devam ediyor:
Sara, o benim kardeşim diyeyim, ben senin için yaşayacağım, ruhum seni kurtaracak. Ve Sara önce benim söylediklerim için ağladı...

Kaynak: Muazzez İlmiye Çığ
"İbrahim peygamber Sümer belgelerine ve arkeolojik buluntulara göre" yayını
Buharî, Enbiya 8; Müslim, Fezail 154
Buhârî, “Büyûʿ”, 100; “Hibe”, 26, 28

YUHANNA İNCİLİ

Vaftizci Yahya'nın dini faatliyerinden Hz İsa'nın göğe yükselişine kadar olan tüm aralığı kapsayan Yuhanna İncili "sevgili" ,  "sevilen" gibi anlamlara gelir ve Yeni Ahit'in ilk 4 bölümünü meydana getiren kanonik İncillerin en sonuncusudur.

Din üzerine araştırmalar yapan veya inançlarla ilgili metinlere meraklı olan ziyaretçilerimiz dilerse aşağıdaki görsele tıklayarak okuyabilir yada pdf formatında indirebilirler.

kutsal kitap pdf, hristiyanlık, İncil pdf, Yuhanna İncili,Yuhanna İncili pdf,Yuhanna İncili indir,İncil indir,Yuhanna

LUKA İNCİLİ

Yeni Ahit'in ilk 4 bölümünü oluşturan Luka İncili kanonik incillerin üçüncüsüdür ve Latince Luka "aydınlık" anlamına gelmektedir. Bu İncil'in İsa'nın havarilerinden olmayan doktor Luka tarafından yazıldığı kabul edilmektedir, kendisi Aziz Pavlus'un şahsi doktorudur.

Dini kitaplara merakı olan yada koleksiyon yapmak isteyen arkadaşlar aşağıdaki görsele tıklayarak Luka İncili'ni okuyabilir yada pdf olarak indirebilir.

kutsal kitap pdf, Luka İncili, Luka, Luka İncili pdf, hristiyanlık,

MARKOS İNCİLİ

Yeni Ahit'in ilk 4 bölümünü oluşturan kanonik İncillerden ikincisi olan Markos İncili, Barnabas'ın kuzeni ve İsa'nın havarilerinden Petrus'un yakın arkadaşı olan evanjelist Markos tarafından yazılmıştır. Kabul gören görüş Markos'un bu İncili Petrus'a dayanarak yazdığıdır.

Markos İncili'ni okumak yada pdf formatında indirmek için aşağıdaki görsele tıklamanız yeterlidir.

kutsal kitap pdf, Markos İncili, Markos İncili pdf, hristiyanlık, İnciller, Yeni Ahit,

MATTA İNCİLİ

İbranice "Tanrımızın Hediyesi" anlamına gelen, Roma vergi memuru ve İsa'nın 12 havarisinden biri olan Celileli Matta tarafından yazıldığı kabul edilen Matta İncili'ni pdf olarak sizlerle paylaşmak istedim, din konusunda araştırma yapanlar arşivine eklemek isteyebilir.

Matta İncili'ni pdf olarak indirmek yada okumak için aşağıdaki görsele tıklayınız.

hristiyanlık, kutsal kitap pdf, İncil, İncil pdf, Matta İncili, Matta İncili pdf,