HABERLER
Dini Haber
hristiyanlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hristiyanlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

HRİSTİYANLARIN ZULMÜ "CADILIK" | 2

Yazan: A.Kara
Birincisini sizinle paylaştığım "Hristiyanların Zulmü | Cadılık" yazısının ikinci ve sonuncusuyla konuya burada devam edip noktalayacağım. Bu yazının ilk bölümünü okumak için "tıklayabilirsiniz".

Anti-Semitik bir toplumda "hayali cadıların" Yahudi terminolojisine adapte edilmesi doğaldı. 12. yüzyılda onların toplanma yerleri Sinagog olarak anılmıştır. Daha sonra Sabbats olarak adlandırılacaklar ve böylece Yahudi kutsal günü ile şeytanın kutsal günü aynı sayılacaktı. Yine feodal bir toplumda şeytan'ın feodal uygulamaları benimsemesi doğaldır ve şüphesiz şeytan yalnızca taraftarları tarafından yazılı bir sözleşme yapmakla kalmayıp aynı zamanda yeni bir feodal efendiden, herhangi bir köle gibi, ona saygı duymalarını şart koşuyordu.

Vaftizden önce ölmüş olan bebekler cehenneme mahkum edildiğinden, yeni doğan bebeklerin ölümlerinden şeytana pay çıkarılıyordu. Ölü bebek doğurtan ebeler bu nedenle şüpheliydiler. Malleus Maleficarum'un" da verilen kanıtlara göre "Katolik inancını ebelerden daha fazla kimse rahatsız edemez" deniyordu. Asla bebeğini kaybetmemiş nadir bir ebe vardı ve bedelini şeytanla ilişkilendirilerek ölümle ödeyen ebeler de olmuştu. Köln'deki ebeler 1627-1630 yılları arasında neredeyse tamamen yok edildiler.

[The Nightmare, Henry Fuseli'nin 1781-1925 yıllarındaki bir yağlıboya tablosu.
Teologlara göre, iblisler uyuyan erkekleri baştan çıkarmak ve spermlerini almak için kadın formunu, uyuyan kadınları baştan çıkarmak için ise erkek formunu benimseyecekler ve kadınları kötü huylu meni ile dölleyeceklerdi. Kadın formundaki şeytana "succubus" erkek formundakine ise "incubus" deniyordu. De Civitate Dei'deki Aziz Augustine ("Tanrı'nın Şehri"), cadılıkla suçlananların inkar etmeleri için çok fazla saldırı ve baskı olduğunu doğruladı. Aziz Thomas Aquinas'da Inquisitors'ın el kitabı Malleus Maleficarum'un yaptığı gibi onların varlığını doğruladı.
Bu iblisler de, uyuyan kurbanlarının göğsünde oturup, kabuslara neden oldular.]
A, Cadı katliamları, din, Hristiyanların cadı avı, hristiyanlık, Hristiyanların kanlı tarihi, Hristiyanlık ve cadılık, Hristiyanların cadı zulmü 2, Hristiyan tarihi, Hristiyanların katliamları,

Kilisenin Şeytanın hizmetkârlarına olan inancında sınır yoktu. 1550'de bir kadın, Basel'de "canlı bir kadın gnome (mitolojik bir cüce-yaratık)" bulundurduğu için cadı olarak yakılmak üzere cezalandırıldı. 1583'te Viyana'da 16 yaşındaki bir kız mide krampları geçirdi. Sekiz hafta süren bir Cizvitler ekibi, vücudundan 12.652 şeytan çıkarmayı başardı. Anneannesinin bu iblisleri, sinek kılığında cam kavanozlarda tuttuğunu keşfettiler. Büyükanne işkence altında itiraf etti. Evet, o bir cadıydı ve şeytanla seks yapmış olmalıydı. Büyükanneyi suç altına iterken, Cizvitler iyi niyetle yapılmış bir diğer tanrısal iş için kendilerini tebrik etmiş olmalılar. 1586'da Trèves Başpiskoposu kışları uzatan büyü yaptıkları sebebiyle 118 kadın ve iki erkeği diri diri yaktı. 90 yaşındaki kadınlar, 6 yaşındaki genç kızlar, hepsi şeytanın ajanlarıydı ve hepsi ölüm ve laneti hak ediyordu.

Protestanlar ve Katolikler, Şeytanın hem erkek hem de kadınları baştan çıkartmak için insan biçimini benimsediğine ikna oldular. Luther'in söylediği gibi:

"Şeytan, bizi aldatmak istediğinde, insan biçimini tamamen varsayabilir, kadın gibi görünen gerçek et ve kanla yatabiliriz ve yine de şeytan bir kadın şeklini alabilir. 'Kadınlar da bir erkeğin yanında yattığını düşünebilirler, ancak o yalnızca Şeytandır; ve ... bu birleşmenin sonucunda çoğu zaman karanlık, yarım ölümlü, yarım şeytansı bir imp (mitolojik bir şeytani varlık) dünyaya gelir."

Uzun süren papa intikali cadıların varlığını ve cinsel eğilimlerini doğruladı. Teorik olarak, en azından tövbe etmeyen ve pişman olmamış kafirler yakılmıştı. Ancak 15. yüzyıldan itibaren, bu imtiyaz, cadılık ile suçlanan sanıklar tarafından reddedildi. Çok ağır zararlara rağmen, kiliseciler sık sık iddialarını desteklemek için kanıt üretmeyi gerekli gördüler. Örneğin Laudun (1630) ve Louviers (1647) gibi yapımlarda yer almışlardır. Fransa'da önde gelen bir Hıristiyan filozof Jean Bodin, 6. yüzyılın sonlarında cadıların varlığını doğrulayan etkili bir çalışma yayınladı. Ağırlıklı olarak, büyücünülerin varlığını inkar edenlerin cadıların kendileri olması gerektiği inancına eğildi. Hiçbir ceza sert ve yeterli olamazdı. Onları yavaş yavaş yakmak bile yetersiz bir cezaydı. Yazdıklarıyla cadıları mahkum etmeyen yargıçların kendilerini ölüme mahkum ettiklerini söylüyordu.

A, Cadı katliamları, din, Hristiyanların cadı avı, hristiyanlık, Hristiyanların kanlı tarihi, Hristiyanlık ve cadılık, Hristiyanların cadı zulmü 2, Hristiyan tarihi, Hristiyanların katliamları,

Büyücülük suçlamasıyla insanları öldürenler sadece Katolik Hıristiyanlar değildi. Malleus Maleficarum Protestan yetkililerin yanı sıra Roma Katolikleri tarafından da kullanılıyor ve çok saygı duyuluyordu. Her yargıç ve hakim kurulunun otoritesine dayanan, yasalara uygun ve karşı koyulamaz bir yerdeydi. Protestanlar, Roma Katoliklerini cadı-bulucular olarak ele aldılar. Luther, kendini sapkınlıkla suçluyordu ve başlangıçta kafir yakmaya karşı çıksada yine de kimseye zarar vermemiş olsalar bile cadıların yakılması gerektiğini iddia ediyordu. Kendisinin Wittenburg'da yakılmış sözde 4 cadısı vardı. Calvin ayrıca cadıları öldürmenin keskin bir savunucusuydu, çünkü "Kutsal Kitap bize cadıların olduğunu ve öldürülmesi gerektiğini öğretiyor" diyordu.

Gerçekten de Kalvinizmin diğer bütün Protestan mezheplerini büyücülük yolundaki tutkularından daha üstün kılıyordu ve sözde cadılar, sistematik olarak, Kalvin'ciliğin geliştiği her yerde avlanıyordu. Kalvin'in kendisi de davalarda aktifti. Bizzat büyücülere karşı bilgiler verdi ve 1545'te veba yaymakla suçlanan insanlara karşı eylemler başlatıldı. Bazı erkekler, etlerini kementlerle parçalamaya, kadınlar ise kazıkta yakılmadan önce sağ ellerinin kesilmesine mahkum edildi. Kalvinistler, 1689-93' yılları arasında Püritan mezhebi üyesi Amerikan kolonilerine cadı avı ihraç ederek ünlü Salem olayına zemin hazırladılar.

Ann Hibbins, 19 Haziran 1656'da Boston Massachusetts'de büyücülük suçlamasıyla idam edilmiştir. Daha sonra Nathaniel Hawthorne'in Scarlet Letter adlı romanında kurgu haline getirildi.

Avrupa kıtasında cadıların yakılması 18. yüzyıla kadar devam etti. 1749'da Würzburg'da bir rahibe şüphe uyandırdı. Diğer rahibeler, onun bir domuz şeklini benimsediğini ve manastır duvarlarına tırmandığını gördüklerini anlattılar. Rahibelerin ifadesine göre bu formdayken manastırın en iyi şarabını içmişti. Bir tavşan biçiminde manastırın ineklerinin sütlerini çekerek kuruttuğu ve bir kedi şeklinde manastırın etrafında dolaşarak kız kardeşlerini korkuttuğu söylenir. Bu suçlamalar sonrası merkezdeki pazar alanında canlı canlı yakıldı.

[Giles Cory, Salem Cadısı Duruşmaları sırasında büyücülük suçlamalarına karşı çıktı (bu yüzden yargılanamayacak ve sonuç olarak mülkünü elinde tutamayacaktı). Kendini müdafa ederken öldürülerek mülküne el kondu.
 Massachusetts, Peabody Kristal Gölü üzerinde Giles Cory Marker'ın mezarı.]

Çeşitli nedenlerden ötürü işkence kullanımı belirli alanlarda kısıtlanmıştı ve bu bölgelerde cadı terörü hiçbir zaman işkencenin serbestçe uygulandığı alanların yüksekliğine yaklaşmadı. Örnekler Jura, İspanya ve İngiltere'dir. Jura'da yetkililer, işkencenin kullanımını kısıtladılar, çocukların suçlamalarını pek dikkate almadılar ve suçlamaların alenen yapılması gerektiği şartını yürülüğe soktular. İspanya'da Engizisyon, kafir ve mürtedlere yoğunlaşmış ve cadı avcılığını cesaretlendirmiştir. İngiltere'de, büyücülük, dini bir topluluktan ziyade bir sivil suç olarak görülüyordu. Bu nedenle, hüküm giymiş olan cadılar, kıtada ve İskoçya'da olduğu gibi yakılmak yerine asıldılar. Bu nedenle de, İngiltere'de Kilise'nin sınırsız güç kullandığı Avrupa kıtasından çok daha az insan hayatını kaybetti. Alman piskoposları, Von Spee'in açıklanmasından sonra işkenceyi bu kadar liberal bir şekilde uygulamaya son verdiğinde, cadılıklar suçlamalarının oranı mucizevi bir şekilde düştü ve sona erdi.

A, Cadı katliamları, Cadı suçlamasıyla insanların yakılması, din, Hristiyanların cadı suçlaması, hristiyanlık, Hristiyanlık dinine geçmeyenlere katliam, Hristiyanlık ve cadılık, Hristiyanların cadı zulmü 2,Hristiyan tarihi,Hristiyanların katliamları

İngiltere'de bile kovuşturmalar tek taraflıydı. Avrupa kıtasında olduğu gibi, sanıklara Şeytan ile eşlik edip etmedikleri değil şeytana nasıl eşlik ettikleri gibi sorular sormuşlardı. Tek umut, laik hakimin, suçlayıcıları hileli gibi gösterebilen, eğitimli bir rasyonalist olmasıydı. Cadılar için yapılan standart test eski sıkıntıyı suya indirgiyordu ve bu şu an "yüzmek" olarak adlandırdığımız şeydi. Bu uygulama İskoçyalı VI James tarafından 1597'de yayınlanan büyücülük konulu Demonologie adlı kitapta savunuluyordu. Vaftiz aracı olan suyun vaftizden vazgeçmiş olanları reddetmesi teoriydi yani onların tanrıyı reddettiği gibi su da onları reddedecekti. Yüzme terimi biraz yanıltıcı olabilir, çünkü o zamanlar neredeyse hiçkimse yüzme bilmiyordu ve her durumda kurbanların sağ başparmakları sol ayaklarına, sol başparmaklarını da sağ ayağa bağladılar. Sonra suya attılar. Yüzdükleri takdirde, Tanrı adına su tarafından reddedildiklerine ve bunun suçlu olduklarının kanıtı olduğuna inanıyorlardı. Eğer batarlarsa bu masum oldukları anlamına geliyordu ancak masumiyetleri çoğu kez boğuluncaya kadar anlaşılmazdı. Başka bir yöntem ise sanıkları devasa bir incil ağırlığına karşı tartmaktı. Ağır basan insanlar masum, hafif kalanlar ise suçlu bulunuyordu.

VI James'in 1604'te İngiliz tahtına gelmesinden kısa bir süre sonra (İngiltere James I), mevcut İngiliz Cadılık Yasası gözden geçirilmiştir. On iki piskopos, Tasarı'nın Lordlar Kamarası'ndaki ikinci okumasında atıfta bulunduğu Komite'de oturdu. Aynı yıl, piskoposların yardımlarıyla, eski İngiliz yasası değiştirilerek, şeytanla anlaşma ve şeytan ibadeti gibi yeni kıtasal temalar getirildi ve yeni yasa oluşturuldu.

Daha önceki Elizabeth yönetmeliği uyarınca bir cadı ölüm cezasına çarptırılmakla suçlanıyor olmalıydı, şimdi ise bir küçük şeytan (imp) ile birlikte yaşamakla suçlanan herkes ölüm cezasına çarptırılmıştı. İmp'ler genellikle sıradan hayvanların biçimi aldılar. Birinin cadı olduğunu tespit etmenin yaygın bir yolu, o kişiyi odadan çıkarmaktı. Odada bulunan herhangi bir hayvan, evcil hayvan olan kediler ve hatta sineğe kadar her hayvan onları suçlu bulmaya yetiyordu. Oda da bulunan sinek gibi hayvanların cadıları tanıdıkları için onlardan kan emmeye geldiği söylenirdi, yani cadı bir nevii sinek kılığına girmiş şeytanı kanıyla besliyordu. Daha önceki zamanlarda, insanlar bir karşı büyü ile (örneğin şüpheli cadıyı kazımak ve kanıyla çizmek) bu büyüyü kırmayı başarmışlardı. Sonrasında ise kilise, bu tür tekniklerin şeytani büyüye de bağlı oldukları gerekçesiyle bunları onaylanmadı. Yani artık bir cadı büyüsünü bozmanın tek kabul edilebilir yolu onu öldürmekti. Yüzüne bir çizik almak yerine, artık asılmak için boyun etrafında bir ilmik alıyorlardı.


1604 kanunun altında 70.000 kadar insanın ölümüne neden olundğunu tahmin ediliyor. James'in saltanatında yayınlanan İncil'in yeni çevirisi olan "Yetkili Versiyon" (Kral James İncil'i olarak da bilinir), cadıyı daha önceki versiyonlardan daha sık kullandı ve onları öldürmek için Kutsal Kitap'a yetki verdi. 1612'de, James'in İncil'inin yeni versiyonunun yayınlanmasından bir yıl sonra, Lancashire'daki Pendle'de sekiz kişi cadı suçlamasıyla asıldı. Onların gerçek suçları ise fakir olmak ve pek tanınmamaktı. Bunların içinde zeka geriliği olan bir genç ve 80 yaşında bir kadın da vardı.

Çoğu sıradan insan büyü gerçeğinden şüphe ediyordu, ancak Kilisenin ve kontrol ettiği öğrenilen meslek grupları bunun bir gerçek olduğunu kabul ettiler. Robert Burton'un 1621'de kaydettiği gibi: "Pek çoğu cadıyı inkar eder, ya da eğer varsa, zarar veremezler, fakat muhalif olarak avukatları, ruhbanları, doktor ve filozoflar vardır".

Kral James, büyü gerçeğinden şüphelenmeye başladı. 1616'da 13 yaşındaki bir çocuğun kanıtı üzerine 9 kadın Leicestershire Yaz Oturumları tarafından büyücülükten suçlu bulundu. Bütün kadınlar idam edildi. Daha sonra kralın kendisi çocuğu inceledi ve kanıtlarının geçersiz olduğu sonucuna vardı. Dokuz kadını öldürmek için herhangi bir neden yoktu. Birkaç yıl sonra başka bir dava olan William Perry, Kral James'in şüpheciliğini arttırdı. 26 Temmuz 1621'de Staffordshire Assizes'de bir çocuk büyücülük suçlamaları yaptığını itiraf etti. Büyüleyici semptomları simüle etmek için bir Roma Katolik rahibesi tarafından eğitilmişti. Bu ayrı bir olay değildi; Kıtada olduğu gibi, bir grup Katolik rahibin, çocukların egzotik güçlerini sergilemesi ya da düşmanlarını suçlayacakları kanıtlar sunması ve bu türden belirtileri yapması için onları eğitmiş olduğu keşfedilmişti.

Kral James artık dedektife dönüşmüştü. Cadılık kurbanlarını test etmek için rasyonalist deneyler geliştirdi. Elde edilen kanıtlar ışığında, James şeytanların ve cadıların işlerini yalanlara ve sanrılara atfediyordu ve saltanatının ikinci bölümünde cadı avı reddedildi. Şimdi 2 aşırıcılık yanlısı grup var olacaktı: Bir kanattaki Püritenler, diğer tarafta Katolikler.

Püritenler yakın zamanda Cromwell'in Milletler Topluluğu altında iktidardaydılar ve cadı avı bir kez daha başlamıştı. İngiltere'de işkence yasadışıydı ancak bunun tamamen fiziksel olduğu düşünülüyordu. Cadı bulucular, fiziksel işkencelerin yanı sıra uyku yoksunluğunun da işe yaradığını keşfettiler. Yardımcı ekipler, sanığı birkaç gün ve gece boyunca sürekli olarak uyanık tuttular ve böylece kıtadaki işkenceciler kadar elverişli, detaylı, ve suçlamayı kabul ettiren bir yöntemleri oldu. Bu, İngiltere'nin cadı bulucu Generali olarak bilinen Matthew Hopkins gibi diğer kalvinistlerin de favori bir tekniği olmuştu ve sayısız gizemli ölümün sebebiydi. Diğer teknikler başarısız olduğunda, Hopkins gibi cadı avcıları, gerekli gördükleri kanıtları elde etmek için sahtekarlık yapmaya hazırlandılar. Örneğin, iğne ile geliştirdikleri bir işkence yöntemi sayesinde mahkumu izleyenler işkence yapıldığını bile anlayamıyorlardı. Bu işkenceler İngiltere nispeten kısıtlanmıştı, ancak 1716 yılında küçük bir kızı annesinin yanında, ruhlarını Şeytan'a sattığı ve komşularının kusmalarına sebep olduğu için cezalandırmışlardı.

Kral James'in 1604 Yasası, 1736'da yeni bir yasa ile değiştirildi ve bu, büyülü güçlere sahip olduklarını iddia edenlere yöneltildi. Ancak ana akım Hristiyan mezheplerinde büyücülük gerçekliğine olan inanç devam etti. 18. yüzyıldaki Metodistlerin kurucusu John Wesley, cadı avının keskin bir savunucusuydu. Roma Katolikleri bile bu konu tarafından utandırılmaya başlamışken o cadı avını desteklemek için yazılar yazdı. O büyücülüğün inkarının İncil'in inkarı olduğunu söylüyordu.

"..büyücülükten vazgeçmenin aslında İncil'den vazgeçmesi.."
(John Wesley, 1768 yılındaki gazeteden)

Eğer hiç cadı yoksa İncil'de hata vardı.. İncil'de hata varsa, Hristiyanların tamamı yanılıyordu. Bu nedenle çoğunluğa sahip olan rasyonalistlerle savaşmak gerekiyordu. Cadı inançları tarihi üzerine bir makam şöyle diyor:
"Metodist hareketin 18. yüzyılın ikinci bölümünde cadılara karşı şiddetin artırması ve cadılara olan inancın sonraki yüzyıllarda bile yaşatılmasına yardım ettiği muhtemeldir" John Wesley

Genel olarak, büyücülük kovuşturmaları, kilisenin nüfuzunun en zayıf olduğu alanlarda daha erken kurumuştur. Son resmi idamlar Hollanda'da 1610'da, Amerika'da 1692'de ve İskoçya'da 1727'de gerçekleşti. Fransa'da en son infaz 1745'de gerçekleşti ve bir dizi ihanet ortaya çıktıktan sonra kovuşturma tamamen sona erdi. Son resmi idamlar 1775'te Almanya'da, 1782'de İsviçre'de ve 1793'te Polonya'da gerçekleşti. Görünüşe göre, İtalya ve İspanya gibi kilise kontrolü altındaki bölgelerin ne zaman durdukları bilinmiyordu ancak 19. yüzyıldan önce durmadıkları kesindi.

İngiltere'deki son resmi infazlar 1716'da gerçekleşti. Yargı zaten şüpheciydi. Davalar kanunlara göre yapıldı, ancak bazı hakimler büyü ile ilgili kovuşturmalara alışkın değillerdi. 1712'deki duruşmasında Jane Wenham, havada uçmakla suçlandığında, Justice Powell "uçmaya karşı herhangi bir yasanın olmadığını" belirtti. Cadılık, eğitimli çevrelerde ciddiye alınmaktaydı ve jüri, Jane Wenham'ı mahküm edip onu idam cezasına çarptırmış olsa bile, yargıç, cezanın kaldırılmasında başarılı oldu. İngiltere'de son cadılık duruşması 1717'de gerçekleşti.

Çoğu ülkede 18. yüzyılda cadı duruşmaları durmuş olmasına rağmen hala inanmaya devam edenler İngiltere ve Avrupa'nın geri kalanında olduğu gibi, 19. yüzyılda uzaktaki bölgelerde cadıları öldürmeye devam ettiler. Daha erken zamanlarda cadı korkusundan nispeten uzaklaşmış olan Galler, Metodizmin oraya ulaşmasından sonra cadı inanışlarının son kalelerinden biri haline geldi. Cadı inanışının bir başka kalesi, Metodizmin de popüler olduğu Güneybatı yarımadası (Cornwall, Devon ve Somerset) idi. İngiltere'deki yasal kayıtlar 19. yüzyılda boğulmuş cadıların popülerliğini sürdürdüğünü göstermektedir. Times böyle bir davayı 24 Eylül 1863'de bildirmişti.

Birçok Hristiyan hâlâ cadılara ve büyüye inanmakta ve kontrol altında tutulması gerektiğini düşünmektedir. Kiliseler şeytanın ordusuna karşı savaşmaya devam etmek için hâlâ cinci hocalar tutuyorlar. Bazıları, cadıların doğru bir şekilde ele alındığını düşündükleri eski zamanlara ilgiyle bakıyorlar. 1612'de Pendle'de sekiz insan cadı olarak asılmıştı fakat 1980'lerde birçok mezhep temsilcisi bu olaydan dolayı pişmanlık duymaktan çok uzak kalmaya karar verdiler. Ne olursa olsun kendilerini şeytanın ajanlarından korumak zorundaydılar. Karanlığın kuvvetlerini kontrol altında tutmaya yardım etmesi için Pendle Tepesi'nde büyük bir haç kurmayı planladılar ancak Ribble Vadisi Belediyesi tarafından reddedildiler.

Cadı avcılığının yankıları 20. yüzyıla kadar devam etti. İngiltere'de 1944 yılında Helen Duncan isimli bir kadın 1736 yasası uyarınca büyücülükle suçlandı ve hapsedildi. 1736 Yasası, İngiltere'de 1951'de yürürlükten kaldırıldı ve 1963'ün sonlarına doğru cadılık yasalarının yeniden kullanılmasını talep etmelerine rağmen Sahtekarlık Yasası'nın yerini aldı. Diğer ülkelerde cadılık yasası hala yürürlükteydi. 1986'da Güney Afrika'daki bir Fransız kadın, iki polisi de kurbağaya çevirmekle tehdit ettiği gerekçesiyle suçlandı. Cadıların resmi olmayan şekilde öldürülmesi Avrupa'da son zamanlara kadar devam etti. Almanya'da cadı olmasından şüphelenilen fakir, yaşlı ve hiç evlenmemiş bir kadın 1976'da adam öldürmeye teşebbüsle tutuklandı.

Büyü günümüzde geleneksel Hristiyanlar haricinde şaka gibi bir şey. Cadılık ile ilgili Hristiyan öğretileri nedeniyle kaç kişi hayatlarını kaybetti tam olarak bilinmiyor. Kilise kayıtları esrarengiz bir şekilde "kayboldu". Bu nedenle özellikle dini ülkelerde son cadı infazının ne zaman gerçekleştiğini söylemek imkansız. Hayatta kalan insanların kayıtlarından, yüzlerce kişinin tek bir günde tek bir kasabada öldürüldüğü açık. Tüm Avrupa'yı ele geçirmiş olan bu cadılık olayları için 2 milyon kurban tahmini hiç gerçekçi değildir.

Konuyla ilgili olarak "Hristiyanların & Kiliselerin Cadı Avı Tarihi" adlı yazıya göz atabilirsiniz.

İNCİL, HANOK VE HZ. İLYAS, UÇAN MAKİNELER

Yazan: A.Kara
hristiyanlık, Açıklanamayanlar, din, Kutsal kitapta uzaylılar, İncil'de Hz.İlyas'ın kaçırılması, Hz İlyas kaçırıldı mı?, İncil UFO ziyaretlerini mi anlatıyor?, İncil'de uzaylılar, İncil'de dünya dışı yaşam, A,

İNCİL İDRİS'İN (ENOCH/HANOK) VE İLYAS PEYGAMBERİN CENNETE GİDİŞİNDE UÇAN MAKİNELERDEN Mİ BAHSEDİYOR?

Binlerce yıl önce yazılmış metinleri okurken ve onları uçan savaş arabaları, ateş, duman ve gizemli varlıklardan söz ederken bulunca, eski insanların dış dünya ile ilgili bir şeyler yaşayıp yaşamadıklarını bilmek zor oluyor ve insanı düşünmeye itiyor.

Bizler gibi İncil'in insan ürünü olduğuna ve yabancı ziyaretçilere dair kanıtlar olduğuna ikna olan yazarlar, tarihin kısmen aktarıldığını ve eski metinlerin önemli kısımlarının tamamen atlandığını ileri sürerler.

Bu yazıda, hayatları boyunca dünya dışı varlıklar ile temasa geçmiş görünen üç önemli İncil karakterine bir göz atacağız.

Dinsel metinlere bakıldığında bunlardan ikisinin cennete gittikleri ve asla Dünya'ya geri dönmedikleri yazmaktadır.

Üçüncüsü olan Hezekiel'in ise, dünya'ya binlerce yıl önce gelen 'uzay gemilerinin' varlığına inandığı ve olaya şahit olduğu görülür:

"4) Baktım, kuzeyden gelen bir fırtına gördüm. Parıldayan şimşek ve muazzam bir ışıkla çevrili muazzam bir bulut (daha önce rönesans döneminde çizilmiş dünya dışı yaşam formlarını işaret eden tablolarla ilgili araştırma paylaşmıştım, anlatım o çizimlerdekilere de uyuyor gibi görünüyor. İncelemek ve okumak için tıklayınız). Ateşin merkezi parlayan metal gibi görünüyordu,
5) ve bu ateş dört yaşayan yaratık gibi görünüyordu. Görünüşte onların formu insandı…"

DÜNYA DIŞI ZİYARETÇİLER? KAÇIRILMA?

Piskopos Hanok yani İdris'in (Yaratılış: 5,18: 24) ve İlyas peygamberin (Krallar: 2 2:13) göklere çekildiği söylenir.
İlyas peygamberin “ateş arabası” tarafından kaçırıldığına dair yazılı kanıtlar buluyoruz.

Bu inanılmaz tarihsel açıklamaları okuduğumuzda, çok az cevapla ve sayısız soruyla karşılaşıyoruz.

Hanok ve İlyas nereye gitti? Neden gizemli bir şekilde ve iz bırakmadan ortadan kayboldular? Hezekiel tam olarak ne gördü ve neyi tarif etti?

İncil, antik zamanlardaki dünya dışı yaşam formlarının teması'nın varlığına kanıt olan onlarca delile bir yenisi olarak eklenebilir mi?

Hanok'a ve Yaratılış 5: 18: 24'te bahsedilen gizemli kayboluşa bir bakalım.
Tıpkı Tevrat ve Kur'an gibi insan ürünü olan ve dönem insanlarının duyduğu efsaneleri, gezip görürken, ticaret yaparken diğer kültürlerden öğrendiklerini, gördüğü bazı olayları yazdıklarına inandığım İncil’e geri dönelim ve neler yazdığına bakalım.

TANRI HANOK'U (ENOCH) YANINA ALIR
[Yaratılış 5:18-24]
  • 18) Jared (Yered) 162 yaşındayken, Hanok'un babası oldu.
  • 19) ve Enoch'un babası olduktan sonra, Jared 800 yıl yaşadı ve başka oğulları ve kızları vardı.
  • 20) Böylece Jared toplam 962 yıl yaşadı ve sonra öldü.
  • 21) Enoch 65 yaşına geldiğinde, Methuselah'ın babası oldu.
  • 22) Methuselah'ın babası olduktan sonra, Hanok, Tanrı ile 300 yıl yaşadı ve başka oğulları ve kızları vardı.
  • 23) Hanok toplamda 365 yıl yaşadı.
  • 24) Hanok, Tanrı yolunda sadakatle yürüdü ve sonra ortadan kayboldu, çünkü Tanrı onu yanına almıştı (uzağa).
Yaratılış 5: 24, Tanrı'nın Hanok'u aldığından açıkça bahsedildiği için çok önemlidir. Hanok'un öldüğünden bahsetmez. Bir şekilde kaçırıldığını söylüyor gibidir.

Bu aslında önemlidir çünkü Adem'in 930 yıl yaşamış olduğunu ve öldüğünü Yaratılış 5:3-23'te görebiliyoruz. Adem’in oğlu Seth ise 912 yıl yaşıyor ve ölüyor. Seth'in oğlu olan Enoş'un (Enoch-Hanok yani İdris ile karıştırmayın) 905 yıl yaşadığı ve öldüğü sanılıyor. İdris'e gelene kadar, (Yaratılış 5:24) Adem’in soyundan gelenlerin son derece uzun ömürlü yaşamlarının ardından öldüğü anlatılır. Ancak Yaratılış 5:3-23'e bakıldığında İdris'in (Hanok) ölümünden bahsetmediği Tanrı tarafından alındığı söylenir: “Hanok, Tanrı'ya sadakatle yürüdü; sonra ortadan kayboldu, çünkü Tanrı onu uzağa almıştı."

Eğer 2 Krallar 2:13'e bakarsak, başka bir inanılmaz hikaye bulabiliriz.
Yine geçmişte yazılanları görmek için İncil'e geri dönüyoruz.

İLYAS CENNETE ALINIR
[2 Krallar Bölüm 2:2:13]
  • RAB İlyas'ı kasırgayla göklere çıkarmadan önce, İlyas ile Elişa Gilgal'dan ayrılıp yola çıkmışlardı.
  • İlyas Elişa'ya, “Lütfen sen burada kal, çünkü RAB beni Beyt-El'e gönderdi” dedi. Elişa, “Yaşayan RAB'bin adıyla başın üzerine ant içerim ki, senden ayrılmam” diye karşılık verdi. Böylece Beyt-El'e birlikte gittiler.
  • Beyt-El'deki peygamber topluluğu Elişa'nın yanına geldi. “RAB bugün efendini senin başından alacak, biliyor musun?” diye ona sordular. Elişa, “Evet, biliyorum, konuşmayın!” diye karşılık verdi.
  • İlyas, “Elişa, lütfen burada kal, çünkü RAB beni Eriha'ya gönderdi” dedi. Elişa, “Yaşayan RAB'bin adıyla başın üzerine ant içerim ki, senden ayrılmam” diye karşılık verdi. Böylece birlikte Eriha'ya gittiler.
  • Eriha'daki peygamber topluluğu Elişa'nın yanına geldi. “RAB efendini bugün senin başından alacak, biliyor musun?” diye ona sordular. Elişa, “Evet, biliyorum, konuşmayın” diye karşılık verdi.
  • Sonra İlyas, “Lütfen, burada kal, çünkü RAB beni Şeria Irmağı kıyısına gönderdi” dedi. Elişa, “Yaşayan RAB'bin adıyla başın üzerine ant içerim ki, senden ayrılmam” diye karşılık verdi. Böylece ikisi birlikte yollarına devam etti.
  • Elli peygamber de onları Şeria Irmağı'na kadar izledi. İlyas ile Elişa Şeria Irmağı'nın kıyısında durdular. Peygamberler de biraz ötede, onların karşısında durdu.
  • İlyas cüppesini dürüp sulara vurunca, sular ikiye ayrıldı. Elişa ile İlyas kuru toprağın üzerinden yürüyerek karşıya geçtiler.
  • Karşı yakaya geçtikten sonra İlyas Elişa'ya, “Söyle, yanından alınmadan önce senin için ne yapabilirim?” dedi. Elişa, “İzin ver, senin ruhundan iki pay miras alayım” diye karşılık verdi.
  • İlyas, “Zor bir şey istedin” dedi, “Eğer yanından alındığımı görürsen olur, yoksa olmaz.”
  • Onlar yürüyüp konuşurlarken, ansızın ateşten bir atlı araba göründü, onları birbirinden ayırdı. İlyas kasırgayla göklere alındı.
  • Olanları gören Elişa şöyle bağırdı: “Baba, baba, İsrail'in arabası ve atlıları!” İlyas'ı bir daha göremedi. Üstünü başını parçaladı.

Yukarıdaki bilgiler çeşitli şekillerde yorumlanabilir;
Antik astronotların dünya ziyareti açısından bakarsak, okuduklarımızın o dönem karşılaştıkları teknolojinin yanlış yorumlanmış olduğu açıktır. Binlerce yıl önce insanların anlayamadığı birçok şey Tanrılarına (Allah/Rab/YHW vb) atfedilmiş, Tanrı yaptı denmiştir.

Tabi daha gerçekçi nedenleri de olabilir. Örneğin bir kutsallaştırma ve tanrıya atıfta bulunma çabası gibi.

İncil açısından bakıldığında, dikkate alınması gereken önemli detaylar vardır:
İdris neden ortadan kayboldu? Neden dünyadan alındı? Ölmediyse, nereye gitti?

İncil akademisyenleri bu soruları cevaplayabilmek için tartışıyor ve "patriğin Adem'in torunları listesinde yedinci olduğunu" akılda tutmalıyız diyorlar. Yedi, İncil'de “mükemmellik” anlamına gelen sembolik bir figürdür. Yedi, tamlık ve mükemmelliğin (hem fiziksel hem de ruhsal) sayısıdır. Bu anlamının çoğunu doğrudan Tanrı’nın her şeyin yaratılmasıyla bağlantılı olmasından alır. Bazı Yahudi geleneklerine göre, Adem'in yaratılışı MÖ. 26 Eylül 3760'dır (ya da İbranice takviminde yedinci ay olan Tişri'nin ilk günü). "Yaratmak" kelimesi Tanrı'nın yaratıcı çalışmalarını tarif ederken 7 kez kullanılır (Tekvin 1: 1, 21, 27 üç kez; 2: 3; 2: 4). Bir haftada 7 gün var ve inanışa göre Tanrı’nın Şabat günü 7. gündür.

Adem'in soy ağacı listesini oluşturanların sembolizme son derece bağlı olan Kudüs'ün rahipleri olduğuna inanılıyor bu yüzden rakamlara ve numeroloji çalışmalarına büyük önem verdikleri düşünülür.

İnanışa göre 7. Patriğin kusursuz ve temiz biri olması gerekirdi çünkü Tanrı'nın yeryüzünde insanın kötülüğü ile kendisini kirletmeyeceği şekilde onu göklere aldığı inanışı vardır.

Peygamber İlyas'ın hikayesi daha farklıdır. Hikayenin bize anlattığına göre, İlyas ölümünün yaklaştığını anladığında Ürdün Nehri'nin kıyısında bulunan öğrencisi Elişa'nın (Elyesa) topluluğuna gitti.

Aniden ateşli atlarla birlikte gökten gelen bir araba Elişa'yı ve olaya şahit olanların şaşırmasına bile fırsat kalmadan İlyas'ı da aldı ve gökyüzünde kayboldu...

TARİHTE BİR GİZEM : SODOM VE GOMORA'NIN YIKIMI

A, Anunnaki gizemi, Anunnakiler, din, hristiyanlık, Sodom ve Gomora, Sodom ve Gomora'nın yıkımı, Sodom ve Gomora'nın yıkımına dair gizem, Sodom ve Gomora'yı Anunnakiler mi yıktı?, yahudilik,
YARATILIŞ 19:
24 - RAB Sodom ve Gomora’nın üzerine gökten ateşli kükürt yağdırdı.
25 - Bu kentleri, bütün ovayı, oradaki insanların hepsini ve bütün bitkileri yok etti.
26 - Ancak Lut’un peşi sıra gelen karısı dönüp geriye bakınca tuz kesildi.
27 - İbrahim sabah erkenden kalkıp önceki gün RAB’bin huzurunda durduğu yere gitti.
28 - Sodom ve Gomora’ya ve bütün ovaya baktı. Yerden, tüten bir ocak gibi duman yükseliyordu.
29 - Tanrı ovadaki kentleri yok ederken İbrahim’i anımsamış ve Lut’un yaşadığı kentleri yok ederken Lut’u bu felaketin dışına çıkarmıştı.

Eski Ahit'e göre Sodom ve Gomora, eski çağlarda doğaüstü yollarla tahrip olan iki antik şehirdi.

Bu kentler, Ölü Deniz kıyılarında bulunan İncil'deki Pentapolis'in parçası olan iki şehir olarak tanımlanıyor. Ölü Deniz'in yanındaki Siddim vadisinde yer alan Gomora ve Sodom, Adma, Zoar, Zeboim ile birlikte ovadaki beş şehirden ikisiydi.

Sodom ve Gomora'nın hikayesi öncelikle, Yaratılış 19'da geçer. Bu bölümde Tanrı, bu şehirlere olan yıkımını ve bu bölgelerde oturan insanların sapkınlıklarından dolayı onları cezalandırdığını bildirilir.

YHWH Sodom'a yağmur yağdırdı ve Gomora'ya yanan sülfür göndererek bu şehirleri ve onların içindeki bütün insanları yok etti.

“(Yaratılış 19: 29) Tanrı ovadaki kentleri yok ederken İbrahim’i anımsamış ve Lut’un yaşadığı kentleri yok ederken Lut’u bu felaketin dışına çıkarmıştı (2 melek göndererek)."

Kutsal yazıların bu bölümünde, Gomora'nın meleklerin ziyaretlerinin bir parçası olması ya da Lut'un bu komşu şehir Sodom ile herhangi bir bağlantısı olduğu anlamına gelmez.


Musa, Tesniye 29:22-23 bölümlerinde Sodom ve Gomora'nın yıkımına değiniyor:
22 - Sizden sonraki kuşak, çocuklarınız ve uzak ülkeden gelen yabancılar ülkenizin uğradığı belaları, RAB'bin ülkeye gönderdiği hastalıkları görecekler.
23 - Bütün ülke yanacak, tuz ve kükürtle örtülecek; tohum ekilmeyecek, filiz sürmeyecek, ot bitmeyecek. Ülke RAB'bin kızgın öfkesiyle yerle bir ettiği Sodom, Gomora, Adma ve Sevoyim gibi yıkıma uğrayacak.

Sodom ve Gomorra kentleri hakkında Kur'an da dahil olmak üzere çeşitli metinlerde gerçekler ve efsanelerin bir karışımı olan açıklamaların ayrıntılarını bulduğumuz bir bilgi hazinesi vardır.

Sodom ve Gomorra'nın efsaneleri gerçekleşmesi kaçınılmaz olan bu felaketten dolayı ölüme mahkum edilmiş bu şehirleri terk etmeleri için onları açıkça uyarmış olan tuhaf kişiliklerden, melekler ve diğer tanrılardan bahsetmektedir. Bu hikayeler farklı açıklamaların bir karışımıdır.

Birçok İncil bilgini Sodom ve Gomora'nın dünya gezegeninde var olabilecek en kötü şehirlerden olduğunu söylemektedirler.

Bu şehirler bin yıllık dönemde kayboldu ve sadece son yıllarda, bu mistik şehirler ve onların kaderleri hakkında düzinelerce farklı teori öneren uzmanlar tarafından geçmişte bu şehirlerin bulunduğu bölgeler olarak düşünülen bazı sahalar belirlendi.

Fakat bu olaylar gerçekse geçmişte burada gerçekten ne oldu ve hikayeler tam olarak ne anlatıyorlar?
Sodom ve Gomora hakkında konuşurken bilmemiz gereken şeylerden bazıları da İncil'de anlatılmaktadır.

İncil, olanların hikayesini şöyle anlatıyor:
24 - RAB Sodom ve Gomora’nın üzerine gökten ateşli kükürt yağdırdı.
25 - Bu kentleri, bütün ovayı, oradaki insanların hepsini ve bütün bitkileri yok etti.
26 - Ancak Lut’un peşi sıra gelen karısı dönüp geriye bakınca tuz kesildi.
27 - İbrahim sabah erkenden kalkıp önceki gün RAB’bin huzurunda durduğu yere gitti.
28 - Sodom ve Gomora’ya ve bütün ovaya baktı. Yerden, tüten bir ocak gibi duman yükseliyordu.
(Yaratılış 19:24-28)

Coğrafi konumlarına dair bulgular karışıklık oluşturmaya devam ediyor. Ancak, bazı uzmanlar Sodom ve Gomora antik kentlerinin Bab edh-Dhra ve Numeira olduğuna inanıyorlar.

Bab edh-Dhra, Wadi Kerak'ın güney kıyısında, Ölü Deniz'in yakınında bulunan bir İlk Tunç Çağı yerleşmesidir. Bazı İncil bilginleri bunun “Sodom” antik kenti olduğunu iddia ediyorlar. Fakat birçok arkeolog aynı fikirde değil.

Bu iki önemli tarihi kentin konumu uzmanlar için bir gizem olarak kalırken, eski çağlarda dünya dışı ziyaretçi kuramcıları Sodom ve Gomora'nın 4000 yıl önceki uzak geçmişin Hiroşima ve Nagazaki'si olduğunu öne sürüyorlar.

İlkel zamanda dünya dışı varlıkların ziyareti (başka gezegenden gelen astronotlar) kuramcıları, İncil'de ve diğer dini metinlerde anlatılan bu eski açıklamalarda bu iki şehrin Tanrı'nın gazabı tarafından değil, dünya üzerinde var olan dünya dışı varlıklar tarafından gerçekleştirildiğine, onların son derece gelişmiş silahlarını kullanmasıyla şehirleri nasıl yok ettiğini gösterdiklerini düşünmektedirler. Dünyada var olan değil, varlıklar tarafından Dünya'ya getirilen gelişmiş silahlar.

Sodom ve Gomora'nın bulunduğu iddia edilen bölge de oldukça ilginçtir.

Ölü Deniz'in yüzeyi ve kıyıları, dünya'nın karadaki en düşük kotunu temsil eden, deniz seviyesinden 429 metre aşağıdadır.

Ölü Deniz, onu dünyadaki en derin hipersalin (deniz suyu tuzluluğundan daha yüksek derecede tuzluluk oranı) gölü yapan 304 m derinliğe sahiptir.


% 34,2 oranında tuzluluk oranıyla Ölü Deniz, dünyanın en tuzlu sularından biri olabilir, Antarktika'daki Vanda Gölü (% 35), Cibuti'deki Assal Gölü (% 34.8) ve daha küçük nehirler Ölü Deniz'e akar.

Ürdün nehri, Yahudilik ve Hristiyanlıkta, bir bakıma da İslamiyet'te büyük bir öneme sahiptir. Buranın, İsrail oğullarının Vaat Edilmiş Topraklara geçtiği ve Vaftizci Yahya'nın Nasıra'lı İsa'yı vaftiz ettiği yer olduğu söyleniyor.

İlginç bir şekilde, bilimsel ölçümlere göre, yanan güneşin altında buharlaşma, Ölü Deniz'in yüzeyinde günde 230 milyondan fazla küp hızda gerçekleşir.

Arap geleneğinin de belirttiği gibi, gölden buharlaşan çok tehlikeli zehirler vardır, o kadar tehlikelidir ki kuşlar bile onların üzerinden uçamazlar.

Şahsi kanaatimce kutsal atfedilen kitaplar (Tevrat, İncil, Zebur, Kur'an vb.) tamamen insan ürünüdür ve antik dönemdeki bu insanlar öğrendikleri, karşılaştıkları, hayal ettikleri olayları ve duydukları bazı efsaneleri bu kitaplarda yazıya dökmüşlerdir.

[BİR TEORİ] Böyle bir olay kesinlikle gerçekleşmiştir diyemem, fakat eğer olduysa, bana göre bu büyük ihtimalle bunun sebebi Anunnakiler ile homosapienler arasındaki sahip-köle ilişkisi olabilir. Enki'nin 14 tabletinde çok çalışmaktan sürekli isyan eden dünyalı köleler (homosapienler) Anunnakilere karşı ayaklanmış ve akabinde onlar tarafından nükleer silahlar ile vurulmuş olabilirler. Uzun bir süre yaptıkları dna ve gen çalışmaları ile eski ilkel insanı geliştirip rahimlerden daha gelişmiş halde "homosapien" olarak çıkaran ve onların gelişmesini sağlayan Anunnakiler isyanın cevabını ölümle vermiş olabilirler.

Eğer tüm dünyadaki, dünyanın farklı bölgelerinden dünya dışı yaşam formuna dair antik tabletleri, yazıtları, metinleri, heykel ve diğer bulguları takip ediyor ve çevirilerini okuyorsanız, kutsal kitaplarda geçen bu olayı anlamlandırmak daha kolay oluyor.
Lütfen bunları hiç araştırmamış antik dönemden beri insanın geçmişine ve onlardan geriye kalanlara hiç merak duymamış iseniz, okuduğunuz ve delil olarak gördüğünüz tek şey inandığınız dinin kitabı ise yukarıda yazdıklarım için "saçmalamışsın" demeyin, bunu demeden önce dünya dışı yaşam formlarının antik dönemde dünya ziyaretlerine dair dünyadaki tüm bulguları okuyunuz.

Bunlardan bazıları:
Dahası için, zaten evinizde internet var, tüm antik dönem bulgularını araştırabilirsiniz.
(Görmek istemeyen yine de görmez ama, en azından ben söylemiş olayım).

Yazan & Derleyen & Çeviren: Anu

TAPINAK ŞÖVALYELERİNİN SON BÜYÜK LANETİ

Yazan & Çeviren: A.Kara
A, din, hristiyanlık, tarih, Tapınak şövalyelerinin büyük laneti,Tapınak şövalyelerine neden komplo kuruldu,Fransa kralı Philip'in tapınak şövalyelerini öldürmesi, tarih, Tapınağın düzenine ait diğer şövalyelerin yanı sıra 18 Mart 1314'de yapılan işkence ve aşağılamaların ardından, tapınak şövalyelerinin son büyük üstadı olan Jacques de Molay bir iskele üzerinde yakıldı.

Jacques de Molay 1293 ile 1305 yılları arasında Müslümanlara yönelik bir dizi sefer düzenleyerek 1298'de Kudüs'e girerek Emesa kenti yakınlarındaki Mısır Sultanı Malej Nacer'i 1299'da yenilgiye uğrattı.

1300'de Molay, İskenderiye'ye bir saldırı düzenledi ve Suriye sahilindeki Tartus kentini kurtarmak üzereydi, ancak sonunda yenilgiye uğradı.

1307'de Papa 5.Clemens, Barbar Beltran ve Fransa kralı 4.Felipe , Jacques de Molay'ı tutuklattılar ve akabinde diğer şövalyeler kutsal haça karşı saygısızlık yapmak, kutsal eşyaları satmak, Baphomet ve Lucifer'a tapmak, sapkınlık ve putperestlik gibi suçlamalarla itham edildiler.

Molay, kendisine yüklenen suçlamaları uygulanan işkenceler yüzünden kabul etmek zorunda kaldı,  fakat daha sonra bu söylediklerini geri çekti.
Bu eylemi ise, işkence altında itiraf etmek zorunda kaldığı tüm suçlamaları kamuoyu huzurunda ve Notre Dame Katedrali'nin önünde bir kez daha tekrarlayarak zorla kabul ettiği, bir iskele üzerinde yakılarak öldürülmesi şeklinde son buldu.

Ölmeden önce, kendisinin ve adamlarının kendilerine verilen her görev için zafer kazandıklarını, Fransa'ya olan sadakati ile gurur duyduğunu ve Fransa Kralı'nın tapınak şövalyelerini yok etmek için zorlandığını biliyorlardı. Bu aldatıcı ihanete karşı ölmeden önce herkese lanet okudu.

Ölmeden önce Jacques de Molay, masumiyetini ilan etti ve efsaneye göre, komplo suçundan suçlu bulundu:
“Tanrı, kimin yanlış olduğunu ve günah işlediğini biliyor. Talihsizlik kısa süre sonra bizi kınamış olanları mahkum edecek; Tanrı bizim ölümlerimizin intikamını alacak. Hata yapmayın, bize karşı olan herkes bizim yüzünden acı çekecek. Yüzümü Efendimiz Mesih'imizin doğduğu Meryem Ana'ya doğru çevirmeniz için yalvarıyorum. ”(Geoffroi de Paris)

Bazıları onun lanetinin gerçek olduğunu çünkü olaydan bir ay sonra Papa Clemens'in öldüğünü ve Kral Philip'in ise yıl sonu gelmeden bir av sırasında kaza geçirerek öldüğü söylediler.

Tapınak düzeni 1129 yılında doğdu ve hızlı bir şekilde Orta çağ Hristiyanlarının en prestijli örgütlerinden biri olarak kuruldu.
Haçlı seferlerinde acımasızca savaşıyorlardı ve finans yönetiminin öncüsü olarak modern bankacılık sisteminin temellerini attılar.
Zamanla, bir çok devlete borç para verebilmek için çok daha fazla para ve güç kazandılar. Alacaklılarından biri Fransa Kralı Philip'in kendisi idi.

Paranın korunması ve örgütün sona erdirilmesi yönündeki düşünceleriyle 1307'de tapınak şövalyelerinin sonunu getirmek için Papa V.Clemens ile birlikte bir komplo kurduğuna inanılır.

PASKALYANIN KÖKENİ

Çeviren & Derleyen: A.Kara


PASKALYANIN KÖKENİ


Paskalya, Hristiyan dünyasında uygulanan yıllık bir kutlamadır. Ancak, İncil'de bu geleneğin korunmasına izin veren veya onaylayan herhangi bir ayet kesinlikle bulunmamaktadır.

Dahası, İncil Paskalya yumurtaları, Paskalya sepetleri, Paskalya tavşanları ve hatta paskalya öncesi perhiz hakkında hiçbir şey söylemez. Alexander Light, bu eşyaların eski Babil'in Gizem Dinine ait pagan ritüellerinin parçaları olduğunu gösteren ikna edici kanıtlar göstermektedir.

Paskalya - Anunnaki Bağlantıları
Paskalya ismi aslında ay tanrıçası, bahar ve bereket tanrıçası ve Cennet Kraliçesi olarak ibadet edilen Ishtar (İştar) / Easter (Paskalya)'dan gelmektedir. O diğer birçok ülke ve kültürleri tarafından birçok isim ile bilinir ve çoğu kez "bin ismin tanrıçası" olarak anılır.

Inanna İştar'ın Sümer ismidir ve kesinlikle en önemlisidir. Inanna, sırayla Anu'nun oğlu olan Enlil'in torunuydu. Anu sıralamadaki en yüksek Anunnaki idi ve onun adı “Büyük Gökyüzünün Babası” olarak tercüme edildi. Anu'ya “Göklerin Tanrısı” olarak saygı duyuldu ve insanlığın ilk dininin merkezi figürüydü.

Babil Bağlantıları
Yuhanna 8:44, II. Korintliler 11:14, 1 Petrus 5: 8 bölümlerinde bahsedilen Babil tanrıçası İştar/Paskalya (Easter) olarak isimlendirilen kişidir. Fakat İştar, Nemrud'un karısı Semiramis için de başka bir isimdir. Bu tufan baskını festivali, Babil'in sahte dininin bir parçasıydı ve Nemrud ile eşi Semiramis tarafından başlatıldı.

Onlar kendilerine ibadet edilmesi için sadece Babil Kulesi'ni kullanmadı, aynı zamanda Babil halkı tarafından ibadet edilmek üzere kendilerini tanrı ve tanrıça olarak belirlemişlerdir.

Nemrud'a Güneş Tanrısı olarak ibadet edildi. Birçok farklı kültür ve ülkede ona çeşitli isimler altında tapıyorlardı: Samas, Attis, Uti, Merodach / Marduk, Ninus, Bel / Baal, Moloch, Tammuz vs. ve bu liste neredeyse sınırsız. [Ayrıca Sümerliler tarafından Dumuzi ve Mısırlılar tarafından RA olarak biliniyordu].

Babiller, İştar yani Paskalya'yı baharın tanrıçasının geri dönüşü olarak - Doğanın ve Doğanın Tanrıçasının yeniden doğuşu olarak kutladılar. Babil efsanesi bu reenkarnasyonun gerçekleşmesi ile ilgili her yıl büyük bir yumurtanın cennetten düşeceğini ve Fırat Nehri'nin çevresindeki alana ineceğini söylüyordu.

Papa'nın tören kıyafetleri, eski Dagon rahiplerinin kıyafetlerinin kopyası gibidir ve bu tesadüfen gerçekleşen bir şey değildir.

A,din,Anunnaki'nin gizli ibadeti,Paskalya,Paskalyanın kökeni, hristiyanlık, İştar ve Paskalya,Paganizm ve Hristiyanlık,Hristiyanlığın pagan uygulamaları,Şeytani ayinler,
Paskalya geleneğinin bir parçası olan diğer putperest ayinler, Cennet Kraliçesine taze kesilmiş çiçekler, haçlarla süslenmiş sıcak çörekler ve yıldız şekilli kekler ile sunulan paskalya teklifleridir. Bu festivali kutlamak için pagan rahipler yeni kıyafetler giyerdi ve bakire rahibeler yeni beyaz elbiseler ve başlarına beyaz örtüler giyerlerdi. Yani Vatikan aslında antik putperest ibadetlerini sürdürmektedir.

Büyük ihtimal ile karalama içeriyor olsa da Yahudi Ansiklopedisi İnanna ve İştar'a çocuk kurban edildiğini şöyle anlatır:

“(…) Hadad-Baal'ın Moloch'la özdeşleşmesi, Ben-Hinnom vadisinde Baal'ın Bamot sunaklarına, Moloch'a, yani Baal'a kurban edilerek yakılmış olanların anlatıldığı Yeremya 32:35'e zemin hazırlar. Dahası, K. Deller tarafından analiz edilen bir dizi Süryani-Aramice dokümana göre Adadmilki ya da Adadšarru'nun (Kral Adad) bazen ilk doğan çocukların yakılarak kurban edildiği tanrılar olduğu gösterilmektedir.

"Asur buluntuları II. Krallar 17'ye yeni bir ışık tutuyor. Buradaki Anammelek ve Adrammelek, Sefarvayim halkının çocuklarını yaktığı / adadığı tanrıdır (ayet 31). Bu ayette araştırmacıların Anath ile ilişkilendirdiği ve Cennetin Kraliçesi ünvanını taşıyan Adrammelek, Anammelek'in yanında durmaktadır.
Akad dilinde İştar için kullanılan standart terim "šarrat šamê; Sümer'deki nin.anna.ak" = İnanna'dır. Asur-Aramice belgeleri gösteriyor ki, cocukların yakılarak kurban edildiği bu törenler kral ve kraliçe çifti olan Adad ve İştara ithaf olunmuştur." Moloch Kültü, Yahudi Kütüphanesi.


Aşağıdaki tasvirde bir çift baykuş tarafından kuşatılmış ve bir baykuş gibi görünmek için tasarlanmış bir İştar / Inanna tasviri bulunmaktadır.


Geleneksel kutsal Cuma gününden Pazar gününe kadarki kutlamalar İsa'nın yeryüzünde iki gece ve bir gün boyunca yer almasına karşılık gelir. İsa'nın ölümü, gömülmesi ve dirilişi ile ilgili anlatılanlar bilinçli olarak çarpıtılmış mıydı?

Yazar, Paskalya geleneğinin gerçek kökenlerini ortaya çıkarmak için güvenilir eski kaynakları araştırdı. Peki araştırmaya göre İsa çarmıha ya da bir ağaca çivilenmiş miydi? Gerçekte kilise fiziksel bir bina mıydı yoksa daha fazlası mıydı?

İncil'de Paskalya bayramını veya perhizini onaylayan hiçbir ayet kesinlikle yoktur. Dahası, İncil ölmekte olan Paskalya yumurtalarını gözlemleme, Paskalya yumurtası avı, şeker sepetleri, şapkalar vb. uygulamalar hakkında da hiçbir şey söylemiyor.
Paskalya'nın uzun zamandır putperest bir festival olduğu bilinmektedir. Tıpkı İslam uygulamalarının Arap Paganizminin kalıntıları olduğunu bildiği halde susan İslam liderleri gibi, Amerika’nın kurucuları da Hristiyanlığın içindeki bu bayramın aslında pagan uygulaması olduğunu biliyordu.

Paskalya Geçiş Töreninin çocuk kitabında şöyle demektedir:
“Püritenler Kuzey Amerika'ya geldiğinde, Paskalya bayramını ve Noel'i şüphe ile kutladılar. Hristiyanlar Paskalyayı kutlamadan önce paganların baharın dönüşünü kutladığını biliyorlardı. (…) Kuzey Amerika'daki Avrupa yaşamının ilk 200 yılında, çoğunlukla Güneydeki birkaç eyalette Paskalya'ya çok fazla ilgi gösterildi.

“İç Savaştan sonra Amerikalılar bu bayramı kutlamaya başladılar… Paskalya ilk olarak 1870’lerde bir Amerikan geleneği haline geldi… Amerika’yı Hristiyan bir ulus olarak başlatan 13 özgün koloni "Kral İsa" şeklinde sloganlar atıyorlardı. Tüm yüzyıl boyunca ulusta Paskalya hiç gözlemlenmemişti."

Maalesef çoğu insan gelenekleri gerçek olarak kabul eder, çünkü onlar bizim kültürümüzün bir parçası olmuşlardır. Fakat bunlar aslında eski insanların pagan inançlarının uygulamalarıdır.

Kaynaklar:
J.R. Terrier (Babil Gizemi, Paskalya'nın Tarihi, Bilinmeyen Gizli Kökenler ve Bilinmeyen Din),
Alexander Light'ın Paskalya araştırmaları,
Yahudi Kütüphanesi: Çocuk Kurbanları,

BAPHOMET'İN BİLİNMEYEN TARİHİ

A, Baphomet, din, satanizm, Baphomet nedir?, Baphomet ve Muhammed, Baphomet hakkında bilinmeyenler, Şeytan figürleri, Tapınak şövalyeleri, Baphomet figürünün temeli, Şeytan sembolleri,
Baphomet'in görüntüsü, ağır metal albümlerden dini propagandaya kadar birçok şeyi süslemiş ve kötülüğün sembolü olarak kullanılma eğilimindedir. Yine de Baphomet aslında çok daha karmaşık bir semboldür.

Muhtemelen ister Satanistler ister paranoyak Hristiyan olsun, Baphomet'in Şeytan için bir vekil olarak kullanıldığını görmüşsünüzdür.

Bununla birlikte birçoğunuzun bilmediği şey Baphomet'in, yaygın olarak anlaşıldığı ve aslında çok daha derin bir tarihe sahip olduğu için kötülük ya da şeytanlıkla hiçbir ilgisi olmadığıdır. Şimdi bu sembolün tarihine bakalım.

Modern Baphomet simgesi, 13. ve 14. yüzyıllar boyunca tapınak şovalyeleri tarafından ibadet edildiği iddia edilen bir keçi başlı şeytani putun görüntüleri ile ilişkilidir. Gerçekte, Baphomet ve ilkel keçi başlı tanrı arasındaki bağlantı 1850'lere kadar ortaya çıkmamıştır. Terimin tarihsel kökeni belki de mitolojileşmiş versiyondan daha ilginçtir: Bir yanlış tercüme hikayesi, bir mahkeme salonu komplosu ve derinden etkili büyülü bir simgeye kademeli bir başkalaşım.

Baphomet kelimesinin bilinen en eski kullanımı 1098'de bir Fransız haçlısı tarafından yazılmış bir mektuptan geliyor. Savaştan önce haçlıların düşmanlarını kutsal topraklarda “Baphomet'e Davet”  olarak anlatıyor. Haçlı seferlerine dair kayıtlı tarihi belgelerde Bafumarias olarak camileri işaret ettiği görülmektedir. Bugün, Baphomet'in, Eski Fransız sözcüğü olan Mahomet'e benzer şekilde, İslam peygamberi Muhammed'e de atıfta bulunduğu kabul edilmektedir. O dönemde, Avrupa Hristiyan dogması Muhammed'e inanıp onu takip etmeyi putperestlik ibadeti olarak gördü. Bu dogmatik İslamofobi, bir siyasi Avrupalı hükümdar tarafından siyasi muhaliflerini hedef alan bir cadı avı biçiminde kullanıldı.

TAPINAK ŞOVALYELERİNİN TUTUKLANMASI VE BAPHOMET EFSANESİNİN BÜYÜMESİ

13 Ekim 1307'de Fransa Kralı IV. Philip, Fransa'daki tapınak şövalyelerinin tamamının tutuklanmasını emretti. Önceki iki yüzyıllık haçlı savaşı boyunca Tapınak Şövalyeleri Avrupa'nın en güçlü askeri emirlerinden biri haline gelmişti. İngilizlerle yapılan bir savaş sırasında Kral Philip tapınak şovalyelerine mali olarak büyük ölçüde borçlanmıştı. Kral Philip borcunu silmek istedi ama aynı zamanda onlara ödeme yapmadığı takdirde askeri bir tehdit oluşturacağından korkuyordu. Bu yüzden yüzlerce şovalyeyi aniden aniden tutuklattı ve sapkınlıkla suçladı.

Engizisyonun uyguladığı işkence teknikleri nedeniyle Ortaçağ'da bir sapkın olarak tutuklanmak tatsız ve korkutucu bir olaydı. Cezalandırma mahkum itiraf edene kadar devam edecekti. Kral Philip tapınak şövalyelerini haç üzerinde idrar yapmak, tükürmek, eşcinselliğe başlamak ve Baphomet'e bir put olarak ibadet etmekle suçladı. Muhtemelen Muhammed'e atıfta bulunulan Baphomet'in, Orta Doğu'da İslam kültürü ile karışan zamanlarında tapınak uygulamasına dahil edildiği iddia edildi. Temel olarak, Kral Philip tapınak şövalyelerini Müslüman olmakla suçluyordu. Benzer suçlamalarla IV.Kral Philip'in gücünü diğer siyasi muhaliflerine karşı dengelediği açıkça görülüyordu.

Hayal edilemez derecedeki ağır işkencelerini uygulamak için üretilen türlü bahanelerinden sonra tapınakçıların çoğu ıstıraplarına son vermek için gerçek olmayan itiraflar ürettiler. Bazıları bir puta tapındığını itiraf etti fakat bu itirafları vaftizci Yahya'nın kopmuş başından, üç yüzlü bir kedi heykeline tapınmaya kadar değişti. Bununla birlikte yargılamalar boyunca keçi başlı bir simgeye referans verilmemiştir. Soruşturma görevlisinin elinden kurtulan çoğu tapınakçı itiraflarını geri aldı fakat sonrasında kazığa geçirilerek yakıldılar. Askeri eylemi tehdit eden Kral Philip, papalığı tapınak düzenini tamamen dağıtmaya zorladı.


BAPHOMET 19.YÜZYILA GİRİYOR

Gelecek 500 yıl boyunca bilginler ve sufiler tapınakçılara karşı yöneltilen suçlamaların gerçekliği üzerine spekülasyon yaptılar. Tapınakçıların kutsal topraklardaki seferleri sırasında onlarla ilişkilendirilen efsane ve hikayelerle zengin bir mitoloji ortaya çıktı. Avrupa’dan Orta Doğu’ya ve Kuzey Afrika’ya uzanan ve büyülü antik bilgiyle dönen bir grubun ya da bireyin anlatısı Rönesans gizli düşüncesinde yinelenen bir temaydı. Aynı temalar, Abramelin Kitabı ve Hermetik metinleri gibi tanınmış metinlerde de görülür.

1818'de Şövalyeler Tapınağının ibadet ettiği idolün doğası üzerine spekülasyon yapılarak Baphomet terimi Viyana'da yayınlanan bir makalede yeniden ortaya çıktı. Yazar, Joseph von Hammer-Purgstall tapınakçıların gerçekten putperest olduğunu ve Baphomet'in Mısır'dan veya Gnostik Hristiyan ofitlerinden (ofit: bir tür maden) ödünç alınan hermafroditik bir taş figürü olduğunu iddia etmiştir. Zaman zaman araştırmacılar Von Hammer Purgstall'in sözlerini anti-masonik etkili söylemler olarak adlandırdılar. Bu makalenin yayınlanmasından sonra birçok Avrupa müzesi “Baphomet” adlı küçük oymalı taş idolleri kataloglamaya başladı.

BAPHOMET'İN SON DÖNÜŞÜMÜ

Baphomet'in son dönüşümü 1854'te gerçekleşti. Fransız tören büyücüsü olan Elphias Levi, Baphomet'i Sabbatik Keçi adlı bir figür ile yeniden tasavvur etti. Evreni ikili zıtlar biçiminde temsil eden çift cinsiyetli Sabbatik Keçi, taş Baphomet'in unsurlarını ve tapınak Baphomet'i efsanesinin sembolik unsurlarını içeriyordu. Yeni figür bu unsurları doğaüstü, kabalistik ve katolik tasvirleri ile birleştirmişti.

Levi kariyerine katolik ilahiyat fakültesinde başladıysa da bir süre sonra macera arayışına girip sihir peşinde koşmaya başladı. Sabbatik Keçinin Hristiyanlığın daha önceki çok tanrılı ya da animistik geleneklerin yayılmasından kurtulan tüm kutsal simgeler için kolektif bir temsil olarak hizmet ettiğine inanıyordu. Keçi başlı Baphomet'e tapınak şövalyeleri tarafından ibadet edilmemesine rağmen, Sabbatik Keçi, tapınakçıları zamanın egemen dini söylemiyle haklı çıkarılan her türlü toplumsal baskı biçiminin ruhuna atıfta bulunuyordu.

Levi'nin Baphomet'inin en eşsiz ve ikonik unsuru insansı bir vücut üzerindeki keçi başıydı. Keçi kafası, Osiris'in ruhunu temsil eden Mısırlı keçi başlı tanrı Banebdjedet'ten esinlenilmişti. Levi aynı zamanda eskilerin taptığı ve dönemin sosyal bularından olan bir başka keçi başlı tanrı Pan'dan esinlenmişti. Sabbatik Keçi’nin kollarındaki COAGULA ve SOLVE latin sözcükleri "bir araya gelip parçalanmak" anlamına geliyordu. Bu, Kilise liderlerinin ve dünya temsilcilerinin Tanrı'dan aldıklarını iddia ettikleri yetkilerine gönderme yapıyordu. Levi’nin bağlamında bu terimler herhangi bir dinleyici tarafından başlatılan, uygulayıcı tarafından gerçekleştirilebilecek, büyünün dualistik gücünü temsil ediyordu.

ALEİSTER CROWLEY VE BAPHOMET

Eliphas Levi’nin Baphomet'i, en meşhur Gnostik kitlesinde yer alan Aleister Crowley tarafından da kabul edildi. Baphomet'in derin simgesel doğası Crowley’in Rönesans ve Ortaçağ ritüel ve sihir yorumlarıyla uyumluydu. Ayrıca Crowley’in hermetik ideolojisini destekleyen ikili kozmolojik unsuru da içeriyordu. Crowley, Baphomet'i bir karşıt androjen olarak tanımladı, zıtların birliği aracılığıyla mistik bir mükemmellik temsilcisiydi. Aynı zamanda bu karşıtlık birliğini bir sperm ve yumurtanın birleşmesiyle meydana gelenlerle eşleştirdi. Baphomet'e olan yansımaları tarafından tetiklenen bu düşünce dizisi Crowley’in cinsel sihir teorilerinde derinden etkili olmuştur.

Crowley ayrıca Baphomet ve Şeytan'la bastırılmış bilgi ve gizli ibadet fikirlerini de birbirine bağladı. Geleneksel Hristiyan düşüncesinin aksine "O insanlığın düşmanı değildir, ırkımızın iyi ve kötüyü bilen tanrıları tarafından yaratılan bir canlıdır!", "O, Thot'un Kitabı'nın “Şeytanıdır" ve onun amblemi, BAPHOMET'tir, argoda kusursuzluğun hiyeroglifi olan Androgyne'dir. Dolayısıyla o, yaşam ve sevgidir." demiştir.

BUGÜN BAPHOMET

Uzun ve derin simgesel tarihi ile Baphomet, günümüze bazılarında korku ve kimilerinde saygı uyandıran güçlü bir ikondur. Baphomet zaman ve kültür tarafından modern gizli mirasımızın zengin simgesine dönüştürülmüştür. Aynı zamanda devlet destekli, dini baskı tehlikelerinin dokunaklı bir hatırlatıcısı olarak da günümüzde hizmet etmektedir.

Çeviren & Yazan: A.Kara

HRİSTİYANLARIN - KİLİSELERİN CADI AVI TARİHİ

hristiyanlık, Hristiyanların cadı avı,Kiliselerin cadı avı,Kilise cadı avı yaptı mı?,Kilise cadı yaktı mı?,din,A,Hristiyanlığın karanlık tarihi,Hristiyanların cadı zulmü,Hristiyanların kadınları diri diri yakması,Orta çağ'da cadılık
HRİSTİYANLARIN CADILIK ZULMÜ
CADI AVI TARİHİ

M.Ö. 9.yy öncesinde kötü Cadıların var olduğuna dair yaygın bir inanç vardı. Yaşamlarını kara büyü ve kötü büyü ile başkalarına zarar vermeye ve öldürmeye adamış başta kadın olmak üzere kötü insanlar olarak görülüyorlardı. O zaman Katolik kilisesi resmi olarak bu cadıların gerçek olmadığını öğretmişti. Gerçek olduklarını söylemek bir sapıklıktı.
Örneğin: "5. yüzyıldaki St. Patrick Rahipler Meclisi 'Dünyada bir vampir, yani bir cadı olduğuna inanan bir Hristiyan aforoz edilmelidir ve işlediği suçu kendi ağzıyla iptal edene kadar kiliseye kabul edilmemelidir." diyordu.

MÖ 906: Treves Başrahibi "Episkopi İlkeleri"ni yazdı. Kilisenin öğretilerine göre cadıların var olmadığını pekiştirdi. Bazı kafası karışmış ve aldatılmış kadınların Pagan Tanrıçası Diana ile havada uçtuklarını düşündüklerini itiraf etti. Ama bu asla gerçekleşmemiş bir tür halüsinasyon olarak açıklandı.

Yaklaşık MÖ 975: Cadılık ve şifa sihri kullanımı için uygulanan cezalar nispeten hafifti. Ecbert'in konuyla ilgili konferansında kısmen şöyle bir söylem doğdu: "Eğer bir kadın büyücülük ile uğraşır ve büyülerle iş yapar ve büyülü aşk iksirleri kullanırsa 12 ay boyunca oruç tutacak... Eğer herhangi biri bu büyülü iksirler yüzünden ölürse cadı yedi yıl oruç tutacak." dedi. Bu durumda oruç tutmak yalnızca ekmek yemek ve su içmekti.

Yaklaşık 1140: İtalyan bir keşiş olan Gratian, Canon Episcopi'yi (Piskoposların Kilise Kuralları) Canon yasasına dahil etti.

Yaklaşık 1203: Gnostik bir Hristiyan grup olan Cathar hareketi, Fransa'nın Orleans bölgesinde ve İtalya'da popüler hale gelmişti. Kafir olarak ilan edildi. III. Papa Iİnnocentius, Catharlara karşı bir soykırım savaşı yapılmasını onayladı. Bilinen son Cathar MÖ 1321 'de kazıkta yakıldı. İnanç son yıllarda bir yeniden doğuş gördü.
1227: IX. Papa Gregory tutuklama, sınama, suçlu bulma ve kafirleri idam etme için Engizisyon Mahkemelerini kurdu.

1252: IV. Papa Iİnnocentius, konuşturma denemeleri sırasında işkencenin kullanılmasına izin veren "Ad exstirpanda" boğa ünvanlı bir yazı yazdı. Soruşturmalarda işkencenin kullanılmasına izin verince mahkumiyet oranı büyük ölçüde arttı.

1258: IV. Papa Alexander, engizisyon soruşturmalarına sapkınlık vakalarına sınırlama getirmeleri talimatını verdi. Sapkınlık dahil olmadıkça kehanet veya büyücülük suçlamalarını soruşturmamışlardı.

1265: Papa IV. Clemens, işkence kullanımını onayladı.


1326: Kilise, Engizisyon'u cadılıktaki büyümeyi araştırmakla "İblis öğretilerini açıklamakla" yetkilendirdi. Bu teori cadılığın nereden geldiğinin insanlık dışı yollarını aralıyordu.

1330: Cadıların kötü büyücüler olarak bilindiği popüler kavram, şeytan'a bağlılık yemini ettikleri, şeytanla cinsel ilişkide bulundukları, çocuk kaçırıp yedikleri vb. inançları içerecek şekilde genişletildi. Bazı muhafazakârlar bugün bile hala bunlara inanmaktadırlar.

1347-1349: Kara veba salgını Avrupa nüfusunun büyük bir bölümünü öldürdü. Komplo teorileri yayılmaya başlamıştı. Cinler, Yahudiler, Müslümanlar ve Cadılar kuyuları zehirlemek ve hastalığı yaymakla suçlanıyorlardı.

1430'lar: Hristiyan teologlar kendilerince cadıların varlığını "kanıtlayan" makale ve kitaplar yazmaya başladılar.

1436-7: Johannes (John) Nider, Cadılık için bir adamın yargılanmasını tanımlayan Formicarius adlı bir kitap yazdı. Bu kitabın kopyaları daha sonraki yıllarda Malleus Maleficarum'a eklenmiştir.

hristiyanlık, Hristiyanların cadı avı,Kiliselerin cadı avı,Kilise cadı avı yaptı mı?,Kilise cadı yaktı mı?,din,A,Hristiyanlığın karanlık tarihi,Hristiyanların cadı zulmü,Hristiyanların kadınları diri diri yakması,Orta çağ'da cadılık
1450: İlk büyük cadı avları batı Avrupa ülkelerinde başladı. Roma Katolik Kilisesi, Hristiyanlık öncesi dönemlerden beri dolaşan stereotipleri kullanarak hayali, şeytani bir din yarattı. Diana'ya ve diğer tanrılara ve tanrıçalara ibadet eden Paganların şeytani cadılar olduğunu, bebekleri kaçırıp öldürdüklerini, kurbanlarını yediklerini, ruhlarını şeytana sattıklarını, şeytanla anlaşma içinde olduklarını, gökyüzünde uçuştuklarını, gece karanlığında buluştuklarını, erkeklerde iktidarsızlık ve kısırlığa hatta erkek cinsel organlarının yok olmasına neden olduklarını, vb. birçok şey söylediler.

Tarihçiler dinden esinlenerek başlayan bu soykırımın Kilise tarafından tam bir dinsel tekel elde etme arzusuyla veya "bir baskı-yer elde etme aracı" olarak kullanıldığını ileri sürmüşlerdir. Özellikle kadınlar, ölü (düşük) doğumları, davranış biçimleri, ölü hayvanlar gibi birçok olaydan ötürü kilise tarafından cadılıkla suçlanıyor ve günah keçisi olarak kullanılıyorlardı.

"Johns Hopkins Üniversitesi'nde İtalyan araştırmaları profesörü Walter Stephens yeni bir teori önermektedir: "Bence cadılar Tanrı için bir günah keçisi idi." Dini liderler, her şeye gücü yeten ve her şeyi seven bir tanrı kavramlarını korumak zorunda olduklarını hissettiler. Böylece, dünyadaki kötülüğün varlığını açıklamak için Cadılar ve iblisleri icat etmek zorunda kaldılar. Bu tartışma, iyi ve güçlü bir Tanrı'nın dünyada kötülükle nasıl bir arada var olabileceğiyle ilgili olarak günümüze kadar devam etmiştir.

1450: Johann Gutenberg, toplu basımı mümkün kılan hareketli cihaz icat etti. Bu, Papanın boğaları kitabının yaygınlaşması cadı avını büyük ölçüde kolaylaştırıldı ve cadılık zulmünün yayılmasına sebep oldu.


1484: VIII. Papa Iİnnocentius, şeytan ibadetçilerinin izini sürmeyi, işkence ve idam etmeyi teşvik eden "Summis desiderantes" adlı bir yazı yayınladı.

1486-1487 : Heinrich Kraemer ve Jacob Sprenger, Cadı Çekici anlamına gelen Malleus Maleficarum'u yayınladı. Yazarların kadın düşmanlığı ve cinsel hayal kırıklıklarıyla ilgili bir çalışmadır. Bu kitap cadıların etkinliklerini, itirafların çıkarılma yöntemlerini açıklar. Daha sonra kilise tarafından terk edilmiş olsa da cadıları sınayan laik mahkemelerin "incili" haline geldi.

1500: 14. yüzyılda, İngiltere'de cadı ve büyücülere karşı 38, Fransa'da 95 ve Almanya'da 80 duruşma yapıldı. Cadı avları hızlandı. "Şeytan, cadılarına ruhlarını vermeyi seçerek, insanlara karşı ve Tanrı'ya karşı işlenen suçları işledi. Bu çifte cadılık suçu olarak sınıflandırıldı ve suçu cezalandırmak için normal delillerin askıya alınmasına izin verildi. "7 Çocuğun ifadesi kabul edildi. Esasen itirafları elde etmek için sınırsız işkence uygulandı. En inandırıcı olmayan, havadan sudan şeyler bile suçluluk kanıtı olarak kabul edildi.

1517: Martin Luther'in 95 yaşında Wittenburg, Almanya'daki katedral kapısında çivilenmiş olduğuna inanılıyordu. Görünüşe göre bu hiç olmamıştı; argümanlarını daha az dramatik ve etkileyici bir şekilde yayınlamasını sağlamıştı. Bu olay Protestan Reformu'nu tetikledi. Roma Katolik ülkelerinde, mahkemeler cadıları yakmaya devam ediyordu. Protestan topraklarında yargılanan insanlar çoğunlukla asıldılar. Bazı Protestan ülkeler işkenceye izin vermediği de oldu. İngiltere'de işkence yokluğu ufak bir düşüşle sadece % 19'luk mahkumiyet oranına yol açmıştı.

hristiyanlık, Hristiyanların cadı avı,Kiliselerin cadı avı,Kilise cadı avı yaptı mı?,Kilise cadı yaktı mı?,din,A,Hristiyanlığın karanlık tarihi,Hristiyanların cadı zulmü,Hristiyanların kadınları diri diri yakması,Orta çağ'da cadılık
Yaklaşık MÖ 1550-1650: Duruşmalar ve infazlar bu on yıl boyunca zirveye ulaştı, ki bu zaman dilimi "yanma süreleri" olarak adlandırılır. Özellikle Doğu Fransa, Almanya ve İsviçre'de yoğunlaşmıştı. Cadı zulümleri sıklıkla Katoliklerin ve Protestanların savaştığı bölgelerde meydana geldi. Kamuoyunun aksine, özellikle kötü büyülerle uğraşan ve cadılık şüphesi olanlar çoğunlukla Avrupa'nın sözde laik mahkemeleri tarafından yargılanmışlardır. Bir azınlık kilise yetkilileri tarafından suçlandı; Bunlar genellikle şifalı büyü kullanımı veya ebelik içeren vakalardı.

1563: Johann Weyer, cadı duruşmalarını eleştiren bir kitap yayınladı. "De Praestigiis Daemonum" (Ruhların batığı) denilen bu kitap cadıların gerçekten var olmadıklarını, ancak şeytan'ın bu inanca teşvik ettiğini iddia etti. İşkence yoluyla elde edilen itirafları değersiz olarak gördü ve reddetti. İşkence ve infaz yerine tıbbi tedaviyi önerdi. Kitabı isimsiz olarak yayınlayarak cadılıkla suçlanıp kazıkta can vermekten veya yakılarak öldürülmekten kaçtı.

1580: Jean Bodin "De la Demonomanie des Sorciers" (Cadıların hakettiği cezalar) adlı yazıyı yazdı. Hem devletin güvenliği için hem de Tanrı'nın gazabını yatıştırmak için cadıların cezalandırılmasının gerekli olduğunu belirtti. Suçlu olabileceğine dair bir delil kırıntısı bile olsa, suçlanan cadı serbest bırakılmamalıdır, bu kadınlar mutlaka suçlu bulunmalıdır diyordu. Savcılar sağlam kanıtlar bekliyorsa bir milyon cadıdan birinin bile cezalandırılmayacağı ve özgür olacağı hissi vardı.

1584: Reginald Scot, zamanının ötesinde bir kitap yayınladı. Cadılık Diskografisinde, doğaüstü güçlerin olmadığını, böylece cadıların da asla var olmadıklarını belirtti.


1608: Francesco Maria Guazzo, "Compendium Maleficarum" u yayınladı. Bu kitap cadıların şeytan olan anlaşmaları, cadıların insanları etkilemek için büyü yapmaları gibi konuları tartışıyordu.

Yaklaşık 1609: Bir cadı paniği İspanya'nın Bask bölgelerine hızla çarptı. Engizisyonun yönetim organı olan "La Suprema", bunu bir aldatmaca olarak kabul etti ve cadılık, büyücülük tartışmasını yasaklayan bir "Sessizlik Fermanı" yayınladı. Sonrasında bu cadı paniği hızla kayboldu.

1610: Hollanda'da cadıların infaz edilmesi, muhtemelen Weyer'in 1563 yılında yazdığı "De Praestigiis Daemonum et Incantationibus ac Venificiis" (Şeytan Yanılsamaları ve Büyü ve Zehirler Üzerine) adlı kitabı sayesinde sona ermişti.

1616: Vizcaya'da ikinci bir cadı çılgınlığı patlak verdi. Yine Engizisyon tarafından bir Sessizlik Bildirgesi yayınlandı. Ancak kral bildirgeyi geri çevirdi ve 300 cadı sanığı canlı canlı yakıldı.

1631: Bir Cizvit rahibi olan Friedrich Spee von Langenfield, "Cautio criminalis" (Ceza Davalarında Çığır Açma) adlı kitabı yazdı. Almanya'nın Würzburg kentindeki cadı avlarını ve zulümlerini kınadı. O, cadılıkla suçlanan sanıkların sadist işkencelerin kurbanı olduklarını, acılara dayanamadıklarını ve bu durumdan kurtulabilme umuduyla itirafta bulunduklarını yazdı.

1684: Cadılıkla suçlanan son kişi İngiltere'de idam edildi.

hristiyanlık, Hristiyanların cadı avı,Kiliselerin cadı avı,Kilise cadı avı yaptı mı?,Kilise cadı yaktı mı?,din,A,Hristiyanlığın karanlık tarihi,Hristiyanların cadı zulmü,Hristiyanların kadınları diri diri yakması,Orta çağ'da cadılık
1690'lar: Salem'deki cadı çılgınlığı sırasında yaklaşık 25 kişi öldü, bir kişi kendini savunmaya yanaşmadığı için ağırlıklar altında bırakılarak öldürüldü. Bazıları cezaevinde ölürken diğerleri asıldı. Yeni İngiltere'de boylu boyunca başka davalar ve idamlar vardı.

1745: Fransa cadıların infazını durdurdu.

1775: Almanya cadıların infazını durdurdu.

1782: İsviçre cadıların infazını durdurdu.

1792: Polonya, cadılıktan yargılanan ve suçlu bulunan son kişiyi idam etti. Cadıların ekstra yasal yollarla linç edilişleri Avrupa ve Kuzey Amerika'da 20. yüzyıla kadar devam etti.

1830'lar: Kilise, Güney Amerika'da cadıların infazını durdurdu.

1980: Lawrence Pazder ve Michelle Smith, "Michelle Remembers" adlı kitabı yazdı. Onlarca yıldır büyük ölçüde uykuya dalmış olan şeytan ile işbirliğindeki insanlar kavramı yeniden canlandırıldı. Kitabın bir kurgu çalışması olduğu gösterilmiş olmasına rağmen, kitap Michelle'in geri kazanılan anılarının olduğuna ve gerçekliğe dayanan bir olgu olarak sunulmuştur. Bu kitap, ABD ve Kanada'da yeni bir Cadı / Satanist / Şeytani Ayin paniğini tetiklemekten büyük ölçüde sorumluydu.


1980 ila 1995: Kuzey Amerika'da, daha önceki cadı duruşmalarının birçoğunu tekrar eden iki tür deneme yapıldı:
1) Bazı okul öncesi eğitim kurumları, gündüz bakım tesisleri ve Pazar okulları çocukları ayinler ile suistimal etmekle suçlandı. Kanıtlar, çok küçük çocukların zihnine nakledilen hatalı tıbbi tanılara ve var olmayan istismar anılarına dayanıyordu.
2) Kurtarılan Hafıza Terapisi tarafından mağdur edilen on binlerce yetişkin, çocukluk döneminde suistimal edildiklerine dair sahte hatıralar yarattı. Vakaların yaklaşık% 17'sinde, bu hatıralar şeytani ritüel istismarının hatırlatılmasına yol açtı. Yüzlerce ebeveyn canice suç eylemleriyle suçlandı. Fakat hemen hemen hepsi masumdu. Suçlamaların çoğu, asla gerçekleşmemiş eylemler içeriyordu.

O zamandan sonra aklıselimlik hüküm sürdü. Sanıkların çoğu hapishanelerden serbest bırakıldı. Massachusetts eyaletinde tutulanlar ise serbest bırakılacak son kişilerdi.

1990'lar: Bazı muhafazakar Hristiyan papazlar, birbiriyle ilgisiz iki inanç sistemini birbirine bağlamaya devam ediyordu:
1) Rönesans sırasında, şeytana tapanların hayali dinlerinin kilise tarafından desteklendiği.
2) Doğaya dayalı inançları olan ve Hristiyan şeytanın varlığını tanımayan cadılık ve diğer Neo-pagan dinleri.

1994'den 1996'ya kadar: Kuzey Afrika'da birkaç yüz insan cadılık ile suçlandı ve korku içindeki çeteler tarafından linç edildi.

1999: Muhafazakar Hristiyan papazlar zaman zaman cadılar ve diğer neo-paganları yok etmek için yanma zamanlarının yenilenmesini talep ediyorlardı. Aşağıdaki örnek, cadıların modern çağda var olmaya devam edebileceği korkusunun yanlışlığını ve nefretin yoğunluğunu göstermektedir.

Killeen'deki Tabernacle Bağımsız Vaftiz Kilisesi'nin papazı olan Rev. Jack Harvey, dini hizmetlerde bir tabanca taşımak için kilisesinden bir takipçisini ayarlamıştı ve o "bir kara büyücü çocuklarımızdan birini yakalamaya çalışırsa ...", Kan içtiklerini, bebekleri yediklerini duydum. Ateşleri var, muhtemelen onları pişiriyorlar ... " gibi sözler telaffuz ediliyordu.

21. Yüzyıl: Aşağıdakileri de içeren bir dizi faktöre bağlı olarak:
1980'lerden 1995'e kadar Şeytani Ayin İstismarları aldatmacasının çöküşü.
Cadılık ve diğer Neopagan dinleri ile ilgili birçok doğru TV belgeselinin yayınlanması.
Birçok Wicca'nın (modern cadılık) dini inançları ile halka açılmaları, cadılar, cadılık ve diğer Neopaganlara karşı olan korkunun büyük ölçüde azalması sağlandı.

Yazan & Çeviren: Anu

BELED SURESİ'Nİ MATTA İNCİLİ VE YEŞAYA KİTABI IŞIĞINDA OKUMAK

Beled suresi, din, HC, hristiyanlık, islamiyet, Matta incili ve Yeşaya kitabı ışığında Kur'an, sizden gelenler, yahudilik, Kuranı anlamak için, Biblical gelenek, Kuran İncil ilişkisi, Matta, Yeşaya,
BELED SURESİ'NİN AHİR ZAMAN VE YEMİN AYETLERİNİ MATTA İNCİLİ VE YEŞEYA KİTABI IŞIĞINDA OKUMAK

Kullandığım Meal (Sayfa 1'deki İngilizce Meal) 
Not: Taberi -Elmalılı- Diyanet Mealleri ile ortaklaşa ve karşılaştırmalı faydalandım. 

Beled Suresi Ayet 1-2
1- Hayır! Yemin olsun bu şehre ki
2-Sen bu şehirde oturmaktasın.

Öncelikle bu 2 ayeti ele alalım. Bu ayette kastedileni İslami gelenekten okumayacağız yöntemimiz Biblikal (Yahudi-Hristiyan) geleneğe referans vererek okumak olacak.

Bu 2 ayette hem İslami geleneğe göre hem de Biblikal geleneğe göre ''Allah'ın evinin olduğu şehre yemin edilmektedir.'' ( İslami Geleneğe Göre Allah'ın evi  Mekke Biblikal Geleneğe Göre Kudüs)

Bu Allah'ın evinin olduğu şehre yemin etme konusunu Matta Kitabı'na referans vererek okursak karşımıza şu çıkıyor: 

Matta 5. Bölüm 33-37: 
33 Yine atalarımıza, `Yalan yere ant içme, ama Rab'be içtiğin antları tut' denildiğini duydunuz. 
34-35 Oysa ben size diyorum ki, hiç ant içmeyin, ne gök üzerine - çünkü orası Tanrı'nın tahtıdır; ne yer üzerine - çünkü orası O'nun ayaklarının basamağıdır; ne de Kudüs üzerine - çünkü orası Büyük Kral'ın kentidir. 
36 Başınızın üzerine de ant içmeyin. Çünkü saçınızın tek telini ak ya da kara edemezsiniz. 
37`Evet'iniz evet, `hayır'ınız hayır olsun. Bundan fazlası Şeytan'dandır.

5:34-35'e dikkat etmenizi istiyorum. Matta İncili'nin yazarının aktardığına göre İsa yere ve  Tanrı'nın şehri ve evinin olduğu yer olan Kudüs'e yemin etmeyi kötülüyor inananlarına yasaklıyor.

 Buradan referansla Kuran ayetini 2 farklı şekilde yorumlayabiliriz. Kuran burda Matta'nın tersi bir teoloji izliyor (ki Kuran'da Allah bolca yemin eder) ve ters teoloji geliştiriyor ya da Kuran'daki bu Sure Allah'ın ağzından yazıldığı için Matta İncili'ne uygun bir tema izleniyor ve Allah ''siz yemin edemezsiniz ama ben ederim'' diyor. Hangi yönde düşünürsek düşünelim ilk 2 ayet Matta 5:34-35'e referans verilerek daha kolay açıklanabilir.

Beled Suresi 3-  Baba'ya ve Oğlu'na 
Bu ayetteki ifadeyi bazı mealler ''anne- babaya ve oğluna'' ya da '' anne ve doğurduğuna '' şeklinde okumuştur fakat benim elimde Taberi Tefsiri var. Bu ayetle Taberi'nin verdiği tüm rivayetler ve Taberi'nin kendi verdiği mana bu ayeti ''Baba ve Oğlu'na '' şeklinde okumuş. O yüzden elimizdeki en iyi ihtimali yani en eski meali kullanıyorum. Verdiğim İngilizce linkte de ''doğuma sebep olana ve doğana '' şeklinde meal verilmiştir.

Bu ayeti fiziksel baba -oğul üzerine yemin olarak anlarsak sıradan bir yemin ayeti gibi düşünebiliriz fakat yine Biblikal geleneğe referans verip bu ayeti ilk 2 ayet ile beraber okursak tablo değişebilir. Gördüğümüz gibi ilk 2 ayet Matta Kitabı'na refere edilerek açıklanabiliyordu bu ayeti de Matta Kitabı'na refere ederek açıklarsak Kuran'ın bu Suresi'nin arkaik(ilk yazılan belki de proto Kuran)  bir sure olduğunu ve Teslis'teki ''Baba ve Oğul'' üzerine yemin ettiğini düşünebiliriz. Okumayı günümüz yeni meallerine göre dahi yapsak ''anne- baba- oğul '' üçlemesi de Hristiyan teolojisinde Kutsal Ruh çoğu zaman dişil tanımlandığı için yine teslise işaret ediyor olabilir. Bunun yorumunu size bırakıyorum dediğim gibi biz Biblikal gelenekle açıklamaya çalışıyoruz.Ayrıca İsa'nın geleneksel Hristiyanlık'a göre babanın özünden ''doğduğunu'' hatırlatırım. 

(bkz: İncil Yuhanna 1:17-  Kutsal Yasa Musa aracılığıyla verildi, ama lütuf ve gerçek İsa Mesih aracılığıyla geldi. 18 Tanrı’yı hiçbir zaman hiç kimse görmedi. ''Baba’nın bağrında bulunan ve Tanrı olan biricik Oğul'' O’nu tanıttı.)

Beled Suresi:
10 - Ona iki yolu gösterdik.
11 - Fakat o, o sarp yokuşa göğüs veremedi.
12 - Bildin mi sen, o sarp yokuş nedir?
13 - Köle azat etmek,
14 - Veya salgın bir kıtlık gününde yemek yedirmektir,
15 - Yakınlığı olan bir yetime,
16 - Veya hiçbir şeyi olmayan yoksula.
17 - Sonra da iman edip de sabrı tavsiye eden ve merhamet tavsiye edenlerden olmaktır.
18 - İşte bunlar, amel defterleri sağlarından verilenlerdir.
19 - Âyetlerimizi tanımayanlar ise, onlardır işte amel defterleri sollarından verilenler.
20 - Onların üzerlerine bir ateş bastırılıp kapıları kapanacaktır.

Bu ayetleri de Matta İncili ve Matta'nın muhtemel referansı olan Yahudi Kutsal Kitabı'nın Yeşaya Kitabı ışığında  okuyalım. ''2 yol'' ''dik /sarp yokuş'' terimleri üzerinden gittiğimizde Matta'dan 2 bölüme ve Yeşaya Kitabı'na değinmemiz gerekiyor:

Matta 7:
13- Dar kapıdan girin. Çünkü kişiyi yıkıma götüren kapı geniş ve yol enlidir. Bu kapıdan girenler çoktur.
14- Yaşama götüren kapı ise dar, yol da çetindir. Bu yolu bulanlar azdır.

''Dik yokuş'' ile dar kapıyı kıyaslayınız. 2 kapı ile de 2 yolu kıyaslayınız. Ayrıca ''sarp yokuşa göğüs veremedi''' ifadesi ile ''Yaşama götüren kapı ise dar , yol da çetindir. Bu yolu bulanlar azdır.'' ayetini kıyaslayınız.Yani sarp yokuş /dar kapı doğru ve imanlı insanın gitmesi gereken taraf olmasına rağmen insanların çoğu ''yanlış tarafı'' seçiyor mesajı var iki metinde de.

Matta 25:
31 İnsanoğlu kendi görkemi içinde bütün melekleriyle birlikte gelince, görkemli tahtına oturacak. 
32 Ulusların hepsi O'nun önünde toplanacak, O da koyunları keçilerden ayıran bir çoban gibi, onları birbirinden ayıracak. 
33 Koyunları sağına, keçileri soluna alacak.
34 O zaman Kral, sağındaki kişilere, `Sizler, Babamın kutsadıkları, gelin!' diyecek. `Dünya kurulduğundan beri sizin için hazırlanmış olan egemenliği miras alın! 
35 Çünkü acıkmıştım, bana yiyecek verdiniz; susamıştım, bana içecek verdiniz; yabancıydım, beni içeri aldınız.
36 Çıplaktım, beni giydirdiniz; hastaydım, benimle ilgilendiniz; zindandaydım, yanıma geldiniz.

Burada da yine 2 grup olduğuna ''sağ ve sol'' dikkat ediniz. Ayrıca ''sağ '' ve sol'' ifadesini Beled Suresi 18-19'daki ''amel defterleri ''sağından ve solundan verilenler'' ifadesi ile karşılaştırınız.

Matta 25:35'teki ''acıkmıştım yiyecek verdiniz; susamıştım içecek verdiniz; yabancıydım içeri aldınız. Çıplaktım giydirdiniz; hastaydım benimle ilgilendiniz; zindandaydım yanıma geldiniz ifadeleri ile Beled Suresi 13-14-15-16-17'deki ''kıtlık gününde fakir veya yetime yardım etmek '' ve ''köle azat etmek'' ifadeleriyle kıyaslayınız.

Şimdi de Yeşaya 58:
6 Benim istediğim oruç,
Haksız yere zincire, boyunduruğa vurulanları
Özgür kılmak, tutsakları salıvermek,
Her türlü boyunduruğu kırmak değil mi?
7 Yiyeceğinizi açla paylaşmak değil mi?
Barınaksız yoksulları evinize alır,
Çıplak gördüğünüzü giydirir,
Yakınlarınızdan yardımınızı esirgemezseniz,

Bu ifadeler Matta tarafından İsa'nın referans verdiği ifadelerdir. Bu ifadelerle (tutsakları özgür kılmak, yiyeceği açla paylaşmak, yoksulu evine almak, yakınlara yardım etmek, çıplak gördüğünü giydirmek '') yine Beled Suresi 13-14-15-16-17'deki ifadeleri karşılaştırınız.

Son olarak Beled Suresi'nin son ayeti olan 20. ayette ''üzerlerine bir ateş bastırılıp kapıları kapanacaktır '' ifadesi ile Matta 25:46'daki şu ifadeyi kıyaslayınız:

Matta 25: 46 "Bunlar sonsuz azaba uğrayacak, doğrular ise sonsuz yaşama kavuşacaklar."

Neden bunu kıyaslamanızı söyledim çünkü Beled Suresi'nde kapıları kapatılacak ve ateşe atılacak denmekte '' Matta'da ise bütün olarak okuduğumuzda  ''geniş kapıyı (yanlış yolu) tercih edenler (keçiler) sonsuz azaba uğrayacak '' mesajı veriliyor.

Ayrıca Matta Kitabı'nın 25:31-46. ayetleri aslında İsa ile ilgili değildir. Tıpkı Kuran ve Yeşaya Kitabı'ndaki gibi imanlılarla ilgilidir Bkz: Matta 25:40 ve 25:45

25:40- Kral da onlara şöyle cevap verecek: "Size doğrusunu söyleyeyim, bu en basit kardeşlerimden biri için yaptığınızı, benim için yapmış oldunuz."

25-45- Kral da onlara şu cevabı verecek: "Size doğrusunu söyleyeyim, mademki bu en basit kardeşlerimden biri için bunu yapmadınız, benim için de yapmamış oldunuz."

Umarım size faydalı bir analiz olmuştur. Kuran'ı anlamak için bence Biblikal geleneğe referans vermek zorundayız. Teşekkür ederim okuduğunuz için.

SİZDEN GELENLER | Yazan: A-gnostik

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)