HABERLER
Dini Haber
islamiyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
islamiyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

PEYGAMBERLER HATA YAPAR MI ?

din, islamiyet, K, Peygamberler hata yapar mı?, Peygamberler, Hz Muhammed, Kur-an'a göre peygamberler, Sura suresi, Abese suresi, Ra'd suresi, Peygamberlikten önce Muhammed, PEYGAMBERLER HATA YAPAR MI?


«Beşer şaşar» diye bir laf vardır. Bu ata sözleri tarih boyunca insanların farklı meseleleri ve olayları gözlemleyerek ortaya çıkardığı bir şeydir. Ayrıca bu ata sözlerinin yaranmasındaki en etkin şeylerden biride yapılmış hataların periyodik bir şekilde tekrarlanmasıdır. Günümüz dindarlara bu ata sözünü söylersek eğer mutlaka «yanlışın var şaşmayan insanlarda olmuş» diye cevap verirler.  Bir tane misal göstermelerini istersen hemen mensubu oldukları mezhebin veya dinin peygamberinin ismini söylerler. Bu şaşırılacak bir durum değil. Çünkü insanlar Allah'ın kendisi hakkında, onun kişiliği ve sıfatları konusunda pek fazla bir şey bilmedikleri için bir nevi onun velilerini yani peygamberlerini kendilerine numune olarak kabul ederler. Bunu tabi insanların hep bir üst düzey akıllı ve imanlı bir lider tarafından yönetilme isteği de etkiler. Peygamberlerin hata yapmayan insan gibi gösterme çabasını en fazla din tüccarları gösterir.  Zira kendilerini peygamber ilan etme gibi bir şansları olmadığı için peygamberleri süper akıllı ve imanlı biri şeklinde kendilerini de ondan bir pille aşağı biri olarak göstererek bir nevi insanlarla Allah arasında peygamberlerden sonra ikinci vasıta olarak gösterirler. Böylecede insanları sömürürler. Bu yazımda sizlere peygamberlerin de senin ve benim gibi bir insan olduğunu ve dahası hata yapabileceğini anlatacağım.

İlk önce Kuranda peygamberlerin insan mı yoksa üst düzey bir varlık mı (yarı ilah gibi bir şey) olduğuna bakalım. Zira dincilerin dediği gibi peygamberler hiç hata yapmadıysa o zaman bizim gibi sıradan bir insan değil daha üst düzey bir varlık olması gerekiyor. Kurana baktığımızda peygamberlerin de bizim gibi sıradan bir beşer (insan) öldüğünü görüyoruz.

41/FUSSİLET SURESİ 6. AYET: De ki: "Ben sadece sizin gibi bir insanım."

Ayette dikkat edilmesi gereken iki konu var. Birincisi Allah ayeti peygamberin dilinden söyletiyor. Yani «De ki» sözüyle başlıyor. Bunun için dincilerin Allah katında peygamberde bir insandır diyerek kıvırmaları için hiç bir şansı yok. Ayet açık bir şekilde peygamberin kendi ağzıyla söyleniyor. İkinci nüans ise «sizin gibi» sözcüğüdür ki burada da peygamberin senden benden bir farkı olmadığını gösteriyor.  Eğer sen ve ben hata yapabiliyorsak yalan söyleyebiliyorsak o zaman demek ki peygamberlerde bunu yapabilir. Hata yaptı veya yapmadı bunu yazımızın ilerleyen aşamalarında tartışacağız. Şimdilik, hata yapabileceğini yani senin benim gibi bir insan olduğunu anladık.


Şimdi gelelim peygamberlerin Allah tarafından seçilmiş insanlar olması meselesine. Dincilerin sıkça peygamberleri yüceltmek ve putlaştırmak için «Allah peygamberleri milyonlarca insan içerisinden seçti ve onlara vahiy etti» lafını kullandıklarını görüyoruz. Yani Allah peygamberlere vahiy ediyorsa demek ki diğer insanlardan üstündür. Fakat Kur-an'a bakarsak eğer Allah'ın bal arısına bile vahiy ettiğini görebiliriz.

NAHL SURESİ 68.AYET: "Ve senin Rabbin, bal arısına, dağlardan, ağaçlardan ve onların (insanların) kurdukları çardaklardan, evler (kovanlar) edinmelerini vahiy etti."

Şimdi sizlere soruyorum eğer Allah'ın birine vahiy etmesi onun diğerlerinden üstün olması anlamına geliyorsa o zaman bal arıları şu an aramızda yaşıyor ve sizin evliyalar (Allah dostları) dediğiniz insanlardan üstün durumdalar. Peki neden bal arılarına tapmıyor da o evliyalara tapıyorsunuz? (kulluk ediyorsunuz)  Gördüğümüz kadarıyla insan üstü bir varlık olmak için Allah'tan vahiy almak yeterli değildir.

Hata yapan peygamberler oldu mu?
Birisinin karısına göz diktiği için onun kocasını öldürterek karısına sahip olma isteği olan peygamber isimleri tarihte bellidir. Fakat günümüz dincileri kendi kutsal sandıkları kitaplardan başka bir şeye inanmadıkları için onlara kendi kitaplarından örnekler vereceğim.

7/A'RÂF SURESİ 175. AYET: "Onlara, âyetlerimizi verdiğimiz kimsenin haberini oku (anlat). Sonra o, ondan (âyetlerden) ayrıldı, artık şeytan onu kendisine tâbî kıldı. Ve böylece o zarar görenlerden (azgınlardan) oldu."

Bu ayette de can alıcı iki püf nokta var. Birincisi «onlara ayetlerimizi verdiğimiz» sözü geçiyor ki burada bir peygamberden bahsedildiği apaçık bellidir. Bazı din hocaları bunu inkar etse de Allah'ın ayet verdikleri bir tek insan olabilir.(okuyup anlayan tek varlık insandır) Nitekim günümüz zamanına kadar gelen 3 büyük vahiy dininin muhatabı olanlar insanlardan seçilmiş peygamberlerdir ( Musa, İsa ve Muhammed) İkinci püf noktası «ayetlerden ayrıldı şeytana tabi oldu» sözüdür ki burada büyük bir günahtan bahsediliyor. Bir düşünün Allah bir peygamber seçiyor ona ayetler veriyor o ise ayetleri bırakıp şeytanın yoluna gidiyor. Buda  dincilerin savunduğu peygamberler büyük günahlar değil küçük hatalar yapmıştır tezinin yanlış olduğunu gösteriyor.

"Hiç şüphesiz ki peygamberlerin, küçük günahlardan değil de büyük günahlardan mâsum olduklarını söylemek, İslâm âlimlerinin çoğunluğu ve bütün tâifelerin görüşüdür... Bu, aynı zamanda tefsir, hadis ve fıkıh âlimlerinin çoğunluğunun görüşüdür.Hatta ilk Müslümanlardan, imamlardan, şahâbeden, tâbiînden ve onlara tâbi olanlardan,bu görüşe mutabık (uygun) bir görüşten başka bir görüş nakledilmemiştir." ( Şeyhül-İslam İbn-i Teymiyye, 'Mecmûu'l-Fetâvâ', cilt: 4, sayfa: 319 )

Çünkü Allah'ın ayetlerini terk edip şeytana uymak hiç küçümseyecek bir durum değildir.
Aslında peygamberlerin hata yapması gerçeği ilk peygamberin yaratılması, yani Ademin zamanından beri vardır. Zira yasak meyveyi yiyerek Allah'ın emirlerine karşı gelip hata yapan ilk insan ve ilk peygamber Adem olmuştur.

2/BAKARA SURESİ 35-36. AYET: "Dedik ki: “Ey Âdem! Sen ve esin cennete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi bol bol yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.” Derken, şeytan ayaklarını oradan kaydırdı. Onları içinde bulundukları konumdan çıkardı. Bunun üzerine biz de, “Birbirinize düşman olarak inin. Sizin için yeryüzünde belli bir süre barınak ve yararlanma vardır” dedik."

Muhammed hata yaptı mı?
İyi tüccar fakat kötü din hocaları  Muhammedin bırakın 40 yasından sonra hata yapmasını, peygamberlikten önce bile büyük hatalar yapmadığını savunuyorlar. Oysa Kur-an'ın kendisinde bize bellidir ki Muhammed kendini peygamber ilan etmeden önce Mekke'li müşriklerin en gözde adamlarından biriydi ve iman nedir bilmezdi. Muhammedin peygamberlikten önce Mekke'de yaşamı süresince halk arasında lakabı El-Emin (yani en güvenilir adam) olmuştur. Bunu en sahih (doğruluğu şüphesiz olan) hadisler bile söylüyor.

Muhammedin gençlik yıllarına denk gelen Kâbe’nin tamiri ve Hacerül esved’in yerine konulması olayındaki rolü ve bunları gördüğü kabul edilmektedir. Her kabilenin bu şerefli işte pay sahibi olmayı istemesi üzerine ihtilâf çıkmış, problemin çözümü ertesi gün Kâbe’nin önünde görülecek ilk şahsa bırakılmıştı. Yolu beklenen bu zatın Hz. Muhammed olduğu görülünce herkes, “el-Emîn geliyor” diye memnuniyetini belirtmişti. (Müsned, III, 425)


Şimdi sizlere söylüyorum Mekke'li müşrikler (çok tanrıcı putperestler) eğer Muhammed peygamberlikten önce bile tek Tanrıya inanıyor olsaydı neden ona bu lakabı taksınlar? Mantıken Mekke'li müşriklerin onların Tanrılarını Kabul etmeyen ve bir tanrıya inanan Muhammed'e nefret etmeleri gerekmez mi? Ama her ne hikmetse nefret etmek yerine ona inanılır adam lakabını takmışlar fakat Muhammed tek tanrıcılığı tebliğ etmeye başlayıp kendisini peygamber ilan ettiğinde Mekke'liler onun sözlerine güvenmediler. Bunun sebebi Muhammedin de 40 yaşına kadar Mekke'li müşrikler gibi çok tanrıcı olduğudur. Zira Kur-an'da bunu açık bir şekilde söylüyor:

42/SÛRÂ SURESİ 52. AYET: "Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin."

Ayette bahsi geçen «iman nedir bilmezdin» sözündeki imanın, İslami imanı anlattığını, yani tek Allah'ın - İlahın varlığına iman olduğunu herkes biliyor. Onun için ayette Muhammed'in peygamber olmadan önce İslami bir imandan habersiz olduğu açık bir şekilde anlatılıyor.

Yine başka bir olayda Muhammed Kureyş'in önde gelen insanlarıyla konuşurken yanına gelen bir kör insandan yüzünü çevirir ve onu dinlemez. Burada tabi ego söz konusudur. Kabilenin liderlerine «ben hiç de sizden küçük biri değilim bak her adamla muhatap olmam» mesajı vermek istemesi yüzünden böyle bir şey yapmıştır. Tabi birde bunun üzerine Muhammedi kınayan bir ayet inmiştir.

80/ABESE SURESİ 1-2-3. AYET: "Kendisine o âmâ (kör) geldi diye Peygamber yüzünü ekşitti ve öteye döndü. (Ey Muhammed!) Ne bilirsin, belki de o arınacak, Yahut öğüt alacak da bu öğüt kendisine fayda verecek."

Doğruyu söylemek gerekirse benim düşüncem insanların kınamasından kurtulmak için Muhammed bu ayeti vahiy ettirmeye mecburdu. Başkasını hor görme, aşağılama ahlaki açıdan da  hiçte iyi bir şey değildir.

Yazıyı bitirirken şunu söyleyeyim; İster Muhammed olsun isterse diğer peygamberler Kur-an'da onların hata yapabildiğini ispatlayan çok sayıda örnek var. Ama esas olan bu hataları görmek, ondan ders almak ve bir daha tekrar etmemektir. Peygamberler böyle yaptıysa ne ala. Ama günümüz dindarlarına peygamberlerin hata yaptıklarını delillerle göstermenize rağmen size hala kendi fikirlerini dayatmaları da bir hatadır. Biz ne kadar yazıp anlatsak ta eminim ki bu insanlar kendi hatalarını kendileri düzeltmek istemedikçe söylediklerimizin hiç bir faydası olmayacaktır. Zira bunun böyle olduğunu Kur'an dahi söylüyor:

13/RA'D SURESİ 11.AYET: "Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez."
Biz daha ne diyelim?

Yazan: Kirpi

SEVR MAĞARASI VE ÖRÜMCEK AĞI HİKAYESİ BENZERLİKLERİ

HC, sizden gelenler, Sevr mağarasında örümcek ağı hikayesi, Mağara girişine ağ ören örümcek, Sevr ve Adullam mağarası, Örümcek ağı, Davut ile Yonatan, islamiyet, yahudilik, din, TaNaH, SEVR MAĞARASI - ÖRÜMCEK AĞI - HZ MUHAMMED VE EBUBEKİR
ADULLAM MAĞARASI - ÖRÜMCEK AĞI - HZ. DAVUT VE YONATAN


Klasik İslami anlatıyı hepimiz biliyoruzdur. İslam Peygamberi kafirlerden kaçıyordur ve yanında Ebubekir vardır mucize olarak bir örümcek ağ örer ve Mekkeli müşrikler Allah'ın Resulü'nü bulmadan geri dönerler.

Peki bu anlatının Kuran'da üstü kapalı olarak geçtiğine inanılan bir ayet var mı? Var.
Tevbe Suresi 40. Ayet (Diyanet İşleri Meali)
"Eğer siz ona (Peygamber’e) yardım etmezseniz, (biliyorsunuz ki) inkâr edenler onu iki kişiden biri olarak (Mekke’den) çıkardıkları zaman, ona bizzat Allah yardım etmişti. Hani onlar mağarada bulunuyorlardı. Hani o arkadaşına, “Üzülme, çünkü Allah bizimle beraber” diyordu. Allah da onun üzerine güven duygusu ve huzur indirmiş, sizin kendilerini görmediğiniz birtakım ordularla onu desteklemiş, böylece inkâr edenlerin sözünü alçaltmıştı. Allah’ın sözü ise en yücedir. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir."

Efendim bu mealden parantezlerdeki kelimeleri çıkarırsak elimizde ne kalıyor? Kimliği belirsiz 2 kişi onları neresi olduğu belli olmayan bir yerden çıkarıyorlar ve o 2 kişiden biri diğerine ''üzülme Allah bizimle beraber'' diyor.

Şimdi efendim Kuran'ı 6-7. yüzyılda yaşayan peygamberden çok çok çok sonra yazılmış siyerlerle(ikincil kaynaklarla) mi açıklayacağız yoksa çağdaşı olan veya Kuran'dan önce yazılan metinlerle mi? Bilimsel olarak hangisi daha doğru?

Muhammed ve Ebubekir'in mağara hikayesine dair elimizde erken dönem kaynak var mı? Sevr Mağarası'ndaki örümcek ağlarının peygamberi koruduğunu söyleyen eş zamanlı bir belge var mı? Yok. O yüzden ''Ehli Kurancı'' arkadaşlara hakkını teslim ederek Kuran yazıldığı zaman bilinen bir kaynakta bu hikayeyi veya benzerini aramamız gerekiyor.

Ben bu konuda yapılmış çalışmalara baktım ve ilk olarak Tufan Çelebi'nin yazdığı ''Kuran'ın Kaynakları'' kitabından bir bölümü alıntılayacağım sonra kendi tespitlerimi söyleyeceğim:


''Bu ayet (Tevbe 40) gelenek tarafından Peygamber'in hicreti sırasında gerçekleşmiş bir olayı anlattığı şeklinde yorumlanır.Buna göre Peygamber ve yol arkadaşı Ebubekir Hicret esnasında bir mağaraya sığınmışlardır.(Sevr Mağarası) Daha sonra mağaranın girişine ağ ören örümcek veya yuva yapan güvercin gibi motiflerle olayın etrafında mitolojik bir örüntü yaratılır. Hatta büyük İslam alimi ve tarihçisi Taberi şöyle bir olay aktarır .(Schub, s307) : '' Ebubekir camide Tevbe suresini okuyacak bir gönüllü arar. Okuyan kişi Tevbe 40'taki ''arkadaşına şöyle diyordu'' kısmına geldiğinde Ebubekir gözyaşlarına boğulur ve şöyle der: ''O benim, Allah'ım, arkadaşı benim.''
Halbuki bu ayette ne peygamberden ne de arkadaşından bahsedilmektedir. Kuran'dan yıllar sonra ortaya çıkan geleneğe değil de daha önce kaleme alınmış literatüre göz attığımızda ayette ilginç Biblikal (Yahudi-Hristiyan literatürüne ait) motifler görmek zor değildir.
TaNaH'ın (Yahudi Kutsal Kitabı) 1. Samuel kitabı 23. bölümüne baktığımızda Saul'un Davut'u öldürmeye çalışması anlatılır. (Schub, s308) Oysa Saul'un oğlu Jonathan (Yonatan) Davut ile birliktedir ve Davut'a ''korkmamasını'' ,Saul'un ona dokunmayacağını ve sonunda Davut'un İsrail Kralı olacağını , kendisinin de Davut'un ikinci adamı olacağını söyleyerek onu teskin eder.(sakinleştirir.) TaNaH'ın başka bölümlerinde (57.Mezmur ve 142. Mezmur) Davut'un Yonatan'la buluştuğu ve Saul'dan kurtulduğu yer bir ''mağara'' olarak anılır. (Schub,s309). Hatta ''örümceğin mağara girişine ağ yapması'' da Davut için geliştirilmiş mitolojinin bir parçasıdır.
Görüyorsunuz olaya Kuran'dan çok sonra değil de daha önce yazılmış ve Kuran yazıldığı dönemde zaten ortada olan kaynaklar açısından baktığımızda olay daha anlaşılır oluyor. Şimdi ben sizin için bu Davud ,Yonatan ,Saul olayını TaNaH'ı kullanarak ayetlerle açayım:

1.Samuel 23:7 -29 (* yerlere dikkat)
7 Saul, Davut`un Keila Kenti`ne gittiğini duyunca, “Tanrı Davut`u elime teslim etti” dedi, “Davut sürgülü kapıları olan bir kente girmekle kendini hapsetmiş oldu.”
8 Böylece Saul, Keila`ya yürüyüp Davut`la adamlarını kuşatmak amacıyla bütün halkı savaşa çağırdı.
9 Davut, Saul`un kendisine bir düzen kurduğunu duyunca, Kâhin Aviyatar`a, “Efodu* getir” dedi.
10 Sonra şöyle yakardı: “Ey İsrail`in Tanrısı RAB! Ben kulun yüzünden Saul`un gelip Keila`yı yıkmayı tasarladığına dair kesin haber aldım.
11 Keila halkı beni onun eline teslim eder mi? Kulunun duymuş olduğu gibi Saul gelecek mi? Ey İsrail`in Tanrısı RAB, yalvarırım, kuluna bildir!” RAB, “Saul gelecek” yanıtını verdi.
12 Davut RAB`be, “Keila halkı beni ve adamlarımı Saul`un eline teslim edecek mi?” diye sordu. RAB, “Teslim edecek” dedi.
13 Bunun üzerine Davut ile yanındaki altı yüz kadar kişi Keila`dan ayrılıp oradan oraya yer değiştirmeye başladılar. Davut`un Keila`dan kaçtığını öğrenen Saul oraya gitmekten vazgeçti.
14 Davut kırsal bölgedeki sığınaklarda ve Zif Çölü`nün dağlık kesiminde kaldı. Saul her gün Davut`u aradığı halde, Tanrı onu Saul`un eline teslim etmedi.
15 Davut Zif Çölü`nde, Horeş`teyken, Saul`un kendisini öldürmek için yola çıktığını öğrendi.
***16 Bu arada Saul oğlu Yonatan kalkıp Horeş`e, Davut`un yanına gitti ve onu Tanrı`nın adıyla yüreklendirdi.
***17 Korkma! dedi, “Babam Saul sana dokunmayacak. Sen İsrail Kralı olacaksın, ben de senin yardımcın olacağım. Babam Saul da bunu biliyor.”
***18 İkisi de RAB`bin önünde aralarındaki antlaşmayı yenilediler. Sonra Yonatan evine döndü, Davut ise Horeş`te kaldı.
19 Zifliler Giva`ya gidip Saul`a, “Davut aramızda” dediler, “Yeşimon`un güneyinde, Hakila Tepesi`ndeki Horeş sığınaklarında gizleniyor.
20 Ey kral, ne zaman gelmek istersen gel! Davut`u kralın eline teslim etmeyi ise bize bırak.”
21 Saul, “RAB sizi kutsasın! Bana acıdınız” dedi,
22 Gidin ve bir daha araştırın; Davut`un genellikle nerelerde gizlendiğini, orada onu kimin gördüğünü iyice öğrenin. Çünkü onun çok kurnaz olduğunu söylüyorlar.
23 Gizlendiği yerlerin hepsini öğrenip bana kesin bir haber getirin. O zaman ben de sizinle gelirim. Eğer Davut o bölgedeyse, bütün Yahuda boyları içinde onu arayıp bulacağım.”
24 Böylece Zifliler kalkıp Saul`dan önce Zif`e gittiler. O sırada Davut`la adamları Yeşimon`un güneyindeki Arava`da, Maon Çölü`ndeydiler.
25 Saul ile adamlarının kendisini aramaya geldiklerini öğrenince Davut aşağıya inip Maon Çölü`ndeki kayalığa sığındı. Saul bunu duyunca Davut`un ardından Maon Çölü`ne gitti.
26 Saul dağın bir yanından, Davut`la adamları ise öbür yanından ilerliyordu. Davut Saul`dan kaçıp kurtulmaya çalışıyordu. Saul`la askerleri Davut`la adamlarını yakalamak üzere yaklaşırken,
27 bir ulak gelip Saul`a şöyle dedi: “Çabuk gel! Filistliler ülkeye saldırıyor.”
28 Bunun üzerine Saul Davut`u kovalamayı bırakıp Filistliler`le savaşmaya gitti. Bu yüzden oraya Sela-Hammahlekot*fn* adı verildi.
29 Davut oradan ayrılıp Eyn-Gedi bölgesindeki sığınaklara gizlendi.


Davut'un gizlendiği sığınak mağara yine efendim.

Şimdi Tufan Çelebi'nin refrans verdiği 57 ve 142. Mezmurlar'a bakalım:
57.Mezmur
(Mez.108:1-5)
j Müzik şefi için - “Yok Etme” makamında Davut`un Miktamı - ''Saul`dan kaçıp mağaraya sığındığı zaman''

BÖLÜM 57
1 Acı bana, ey Tanrı, acı, Çünkü sana sığınıyorum; Felaket geçinceye kadar, Kanatlarının gölgesine sığınacağım.
2 Yüce Tanrı`ya, Benim için her şeyi yapan Tanrı`ya sesleniyorum.
3 Gökten gönderip beni kurtaracak, Beni ezmek isteyenleri azarlayacak, * Sevgisini, sadakatini gösterecektir.
4 Aslanların arasındayım, Alev kusan insanlar arasında yatarım, Mızrak gibi, ok gibi dişleri, Keskin kılıç gibi dilleri.
5 Yüceliğini göster göklerin üstünde, ey Tanrı, Görkemin bütün yeryüzünü kaplasın!
6 Ayaklarım için ağ serdiler, Çöktüm; Yoluma çukur kazdılar, İçine kendileri düştüler.
7 Kararlıyım, ey Tanrı, kararlıyım, Ezgiler, ilahiler söyleyeceğim.
8 Uyan, ey canım, Uyan, ey lir, ey çenk, Seheri ben uyandırayım!
9 Halkların arasında sana şükürler sunayım, ya Rab, Ulusların arasında seni ilahilerle öveyim.
10 Çünkü sevgin göklere erişir, Sadakatin gökyüzüne ulaşır.
11 Yüceliğini göster göklerin üstünde, ey Tanrı, Görkemin bütün yeryüzünü kaplasın!

142. Mezmur
1 Yüksek sesle yakarıyorum RAB`be, Yüksek sesle RAB`be yalvarıyorum.
2 Önüne döküyorum yakınmalarımı, Önünde anlatıyorum sıkıntılarımı.
3 Bunalıma düştüğümde, Gideceğim yolu sen bilirsin. Tuzak kurdular yürüdüğüm yola.
4 Sağıma bak da gör, Kimse saymıyor beni, Sığınacak yerim kalmadı, Kimse aramıyor beni.
5 Sana haykırıyorum, ya RAB: “Sığınağım, Yaşadığımız bu dünyada nasibim sensin” diyorum.
6 ''Haykırışıma kulak ver, Çünkü çok çaresizim; Kurtar beni ardıma düşenlerden, Çünkü benden güçlüler.''
7 ''Çıkar beni zindandan, Adına şükredeyim. O zaman doğrular çevremi saracak, Bana iyilik ettiğin için.''

Gördüğünüz gibi Davut mağaraya sığınıyor ve Tanrı'ya yakarıyor. Onun en büyük arkadaşı da onu öldürmek isteyen ilk İsrail Kralı Saul'un Oğlu Yonatan. Davut'u seviyor ve onu destekliyor onu teselli ediyor.

Şimdi Tufan Çelebi'nin bahsettiği Davut'un kaldığı mağaraya örümceğin ağ örme hikayesinin nerde geçtiğine bakalım...

Arkadaşlar benim araştırmalarım sırasında net olarak bulabildiğim kaynak Mezmurlar'ın Aramice tercümesi (Targum'u oldu.) Biliyorsunuz TaNaH'ın Aramice çevirilerine Targum (Tercüme) denir.

İşte bu Mezmurlar Kitabının Aramice tercümesinde Davut'un sığındığı mağaraya mucize olarak bir örümceğin ağ örmesi anlatılıyor. Neden Orjinal İbranice Mezmur'da yok derseniz biliyorsunuz bu tür tercümeler her zaman yazarın ve geleneğin yorumunu da içerir ve dilden dile farklı motifler eklenir. Bu Targum'un net bir tarihlemesini yok ama en geç gördüğüm tarih ''9. yüzyıldı'' yani 800'lü yıllar.

''En makul tarihleme ise bu Targum'un Roma İmparatorluğu'nun 476'daki Düşüşü döneminde yazılmış olması.''

Talmud zamanında yazıldı diyenler de var ama şöyle bir tarih aralığı verirsek bu Targum en geç 9. yüzyılda yazılmış makul olan tarihleme ise 5. yüzyıl ( 476 civarları )

Sonuçta Siyerlerde çok geç yazılmaya başlandığı için bu Targum'un içeriği (yazılma tarihi olmasa dahi içerği kesinlikle çok eski) kesinlikle Siyerler'den eski diyebiliriz. Bu Targum'un 57. Mezmur çevirisinin 3. ayetine bakarsak şöyle diyor:

İngilizce: Mezmurlar 57: 3 (Targum) : "I will pray before God Most High, the mighty one, who commanded the spider who completed a web for me."

Türkçe: "En Yüce Olan Tanrı'nın önünde yalvarıyorum, Her Şeye kadir olan ve benim için (mağara girişine) örümceğin ağ örmesini emredene.''

Davut'un burada sığındığı mağara Adullam Mağarası ve ne tesadüf ki 1. Samuel 22'de Tapınak'ın kahinlerinden Ahimelek'in oğullarından Aviyatar bu mağaraya girip Davut'a kaçıyor.

Hikayeyi. 1. Samuel 22: 20-23'ten okuyalım:
1. Samuel 20-23 / Yalnız Ahituv oğlu Kâhin Ahimelek`in oğullarından Aviyatar adında biri kurtulup Davut`a kaçtı.
21 Aviyatar Saul`un RAB`bin kâhinlerini öldürttüğünü Davut`a söyledi.
22 Davut Aviyatar`a, “O gün orada bulunan Edomlu Doek`in olup biteni Saul`a bildireceğini anlamıştım zaten” dedi, “Babanın bütün aile bireylerinin ölümüne ben neden oldum.
23 ''Yanımda kal ve korkma! Seni öldürmek isteyen beni de öldürmek istiyor. Yanımda güvenlikte olursun.''


Tevbe 40'ta da biri diğerine ''üzülme Allah bizimle beraberdir'' diyordu. bunu Davut'un Aviyatar'a söylediği ''korkma yanımda kal yanımda güvenlikte olursun'' ifadesiyle ayrıca karşılaştırınız...

Sonuç olarak Ebebekir'dense Yonatan (ve belki de Aviyatar) ; Muhammed'tense Davut ; Sevr'dense Adullam Mağarası Tevbe 40 için daha makul ve uygundur. Sevgilerle.

Not: Aramice Mezmurlar Targumu (İngilizce tercüme 57. Mezmur /Psalm 57)
http://www.targum.info/pss/ps2.htm

57. Mezmur'un İngilizce Tamamı (Targum):
1. For praise, concerning the distress at the time when David said, “Do not harm.” It was spoken by David, humble and innocent, when he fled from Saul’s presence in the cave.
2. Have mercy on me, O God, have mercy on me, for in your word my soul has trusted, and in the shade of your Presence I will be confident until the turmoil passes.
3. I will pray before God Most High, the mighty one, who commanded[92] the spider who completed a web for me.
4. He will send[93] his angel from heaven above, and he will redeem me; he has put to shame the one who bruises me, forever; God will send his goodness and his truth.
5. My soul glows[94] while in the midst of flames; I will sleep among coals that burn, the sons of men whose teeth are like lances and arrows, and whose tongue is like a sharp sword.
6. Be exalted over the angels of heaven, O God; your glory is over all those who dwell on earth.
7. They have set a net for my footsteps; my soul is bowed down; they dug before me a pit, they have fallen into the middle of it forever.
8. My heart is turned to your Torah, O Lord; my heart is turned to fear you; I will praise and sing!
9. Wake up, my glory! Wake up to praise by means of the harp and lyre; wake up for the prayer of morning.
10. I will give thanks before you among the peoples, O Lord; I will praise you among the nations.
11. For your goodness is high to reach the heavens, and your truth, to the clouds.
12. Be exalted, O Lord, above the angels of heaven; O God, above all the inhabitants of the earth is your glory.

SİZDEN GELENLER | Yazan: A-gnostik

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

OSMANLI PADİŞAHLARI NEDEN HACCA GİTMEDİ ?

K,din, islamiyet, Osmanlı,Osmanlı padişahları, Osmanlı islam devleti miydi, Osmanlı padişahları neden hacca gitmedi,Neden hacca gitmediler, Kanuni Sultan Süleyman, Ali İmran suresi,
Bildiğimiz kadarıyla İslamın beş şartından biri de hayatında bir kez bile olsa Hacca gitmektir. Her Müslüman maddi durumu müsaitse bu ziyareti yapmaya zorunludur. Osmanlı zamanında da muhtemelen zavallı köylüler para biriktirerek bu ziyareti yapmışlar. Ama ne hikmetse odalar dolusu altını, parası olan haneden mensupları hiç bir zaman Hacca gitmemişler. O dönemde bu ziyareti yapmamak için ne tür bahaneler uydurduklarını bilemeyiz ama günümüz tarihçileri padişahları eleştirilerden kurtarmak için yolculuk süresinin çok fazla olduğu yalanını ortaya atmışlar. Savundukları şey budur ki padişahların 9 aylık bir Hac yolculuğuna çıkmaları devlette darbelere yol açabilirdi. Bunu söyleyen tarihçiler Osmanlı padişahlarının yıllarca süren seferlerini nedense görmezden geliyor. Ama gerçek şudur ki padişahlarını putlaştıran düşünme eleştirme kabiliyetini yitiren insanlar bu yalanı afiyetle yiyorlar. Bir kaç misal vereceğim ve beyninizde işlevini yitirmiş düşünme nöronlarını harekete geçirmeye çalışacağım.

Kanuni Sultan Süleyman
Diğer tüm Osmanlı padişahları gibi Kanuni de Hac ziyaretini yapmamış. Nedeni padişahın merkezden uzakta kalacağı dokuz ayın uzun bir süre olması ve tahttan indirileceği korkusu. Ama dokuz aydan korkan padişah nedense başkalarının topraklarını işgal edip haraca bağlamak için bir sene boyunca bazen ondanda fazla zamanını seferlerde geçiriyor hemde İstanbul’dan binlerce kilometre uzakta.
Örneğin:

1. İkinci İran Seferi: 29 Mart 1548-11 Aralık 1550 (1 yıl 8 ay 12 gün)

2. Nahçıvan Seferi: 28 Ağustos 1553-31 Temmuz 1555 (1 yıl 11 ay 3 gün)


Gördüğünüz kadarıyla neredeyse iki senesini ganimet ve yeni topraklar elde etmek için seferde geçiren bir padişah söz konusu, din için bir sefer olduğunda bahaneler uydurmaya başlıyor. Sözde İslam bayrağını taşıyan ve İslamı yaymak için savaştı denilen bu padişahların aslında İslam ve Allah umurlarında olmadığı sadece yeni toprakları işgal etmek ve ganimet elde etmek için savaştıkları anlaşılıyor. Şimdi gelin fırsatı ve imkanı olduğu taktirde İslamın şartlarından biri olan Hacc ziyaretini yapmamanın cezası nedir ona bakalım.

İlk önce Kur-an’a başvuralım:

Ali İmran suresi 97. ayet: "Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır."

Ayette açık bir şekilde imkanı olan (parası ve bineği) herkesin Hacca gitmesinin vacip olduğu anlaşılıyor. Osmanlı padişahlarının bunu yapması için ellerinde her türlü imkanı vardı (atları, develeri, milyonlarca akçe para)

Şimdi ise İslam alimleri ve fıkıh kitapları bilerek Hacca gitmeyenlerle ilgili ne tür bir hüküm koyuyor ona bakalım. İslamın fıkıhta en muteber alimlerinden olan Tirmizi, Ali İmran suresi 97. ayetini tefsir ederken şöyle diyor.

"Kim kendisini Beytullahi'l haram'a (Kabeye) ulaştıracak kadar azık ve bineğe sahip olduğu halde hac etmemişse onun Yahudi veya Hristiyan olarak ölmesi arasında fark yoktur. Zîra, Cenab-ı Hakk şöyle buyurmuştur: "Oraya yol bulabilen insana, Allah için Kâbe'yi hac etmesi gerekir." (Âl-i İmrân 97). (Tirmizî, Hacc 3, (812).

Konuyu biraz daha açarsak elinde yeterince parası ve bineği olan bir kişi bilerek Hacca gitmezse Yahudi ve Hristiyan olarak ölür. Buda kafir olarak ölmek manasına gelir. Zira müslümanlara göre Hristiyan ve Yahudiler son din olan İslamı kabul etmeden ölürlerse kafir olarak ölmüş olurlar. Üstelik bu konuyla ilgili olarak bir tek Tirmizi değil tüm mezhep alimleri olumsuz şeyler söylemiş ve imkanı olduğu halde Hacca gitmemenin günah olduğunu belirtmişler.

Günümüz müslüman tarihçileri Tirmizi’yi sahih bir alim olarak kabul edip Osmanlı padişahlarının bilerek Hacca gitmemesine olumlu yaklaşmaları biraz garip. Aslında garip te değil cünkü bu tarihçiler padişahlar müslüman olarak ölmedi demesi onlarin Türkiye’de putperest (padişahları putlaştıran) insanlar tarafından taşlanmasına ve hükümet seviyesinde profesörlük ünvanlarının ellerinden alınmasına kadar onları götürebilir. Tüm dönemlerde olduğu gibi şimdi de kendine müslüman diyen insanlar kendi menfaatlerini Allah’ın kanunlarından üstün tutarak susmayı tercih ediyorlar. Cünkü insanlar yarattikları Allah ve kanunlardan başkalarını korkuttukları kadar kendileri korkmuyorlar. Dini para kazanma mesleğine çevirmiş şahıslar ise hiç korkmuyorlar. Bunun en bariz örneklerinden biri de kendisine müslüman, Allah’ın yer yüzündeki gölgesi diyen padişahların parası olduğu halde Hacca gitmemesi ve bunun günah olduğunu bildikleri halde makam ve mevkilerini korumak için susan tarihçi ve din hocalarıdır. Sizleri duyduklarınız ve gördükleriniz üzerinde bir daha düşünmeye davet ediyorum. Fazla geç kalmadan şu din tüccarlarından kurtulun ve aklın, mantığın yoluna dönün. Zira kurtuluş bir tek bundadır.

Kaynaklar:
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:5/297-298

Yazan: Kirpi

NAMAZ VE DİN

MT, namaz ve din, din, islamiyet, namaz, Hakkını ara, teizm, nonteizm, Tepkini göster, Tecavüz olayları, Arap seviciler, Namaz nedir?, Cuma namazı,
Öncelikle namazın dinler için öneminin altını çizerek belirtmek isterim. Namaz kişi ile inancı arasında bir meditasyondur. Milattan önce binlerce yıllık bir meditasyonun günümüzdeki halidir. Budizm, Şamanizm, Mandeizm, İslam, Musevilik, Hristiyanlık hepsi antik Mezopotamya dan günümüze taşımış meditasyonun/namazın ta kendisidir.

Aslında kişinin kendine harcadığı bir zaman dilimidir. Gelelim ülkemizdeki namazın-meditasyonun amacına. Şuan camilerde kılınan bütün NAMAZlar iktidara kılınmaktadır! Gerçeğinden kopuk, baskı ve politik hal almıştır. Halbuki ilk cami toplumun gelişmekte olduğu zaman, medeniyet, ve bu uğurda toplumu teknik, felsefik, bilinçlendirme ve geliştirme üzerine kurulmuştur. Ülkemizde amacından saptırılıp tamamen iktidarın politik oyunu haline gelmiştir. İlginç olan bir yanı da cehaleti dayatan bu imamların parasını iktidara, siz müminlerin ödediği vergilerdir.

Arap cehaletini topluma namaz-meditasyon yoluyla encekte edenler bir yandan da etnik ayrımı, ülkenin kültürünü, farklılıklarını yok edip yerine köleliği, fakirliği, haksızlığı , ahlaksızlığı, savaşları kabul eden bir toplum yaratmak için namazı kullanıyorlar ve etkili olduğunu da ifade etmek isterim.

-Dikkat ederseniz insani hak olan demokrasi talep etmek artık din karşıtlığı olarak lanse ediliyor.
-Barış istemek neredeyse imkansız.

Çocuklar ölüyor ama dile getirmek suç.
Kız ve erkek çocuklarına din adı altında tecavüz ediliyor, ve egemen sistem hemen üzerini örtüyor.
Haksız tüm vergiler iktidarı, bu oyunu oynamaya müsait kılıyor.

Şimdi bireyin bundaki gücünü tartışalım, bakın ülkemizde yaşanan tüm haksızlıklara karşı belli ki ses çıkaramıyoruz ama bu çaresiz olduğumuzu göstermiyor.

Tüm bu baskıların farkında olan her BİREY, öncelikle bu baskıların ana motoru olan iktidarın NAMAZını reddedecek camiye gitmeyerek. Evinde kıl. Cuma namazı mutlak camide kılınır diye kural koymuşlar o yüzden seni mecburi yanına çekerek sana emirlerini dayatıyorlar. Kesinlikle mecburi değildir, olsa bile bu yönetim insan haklarına saygılı olmadığı sürece cuma namazını toplu bir şekilde kılmayın evinizde kılın çünkü insanlık elden giderse, senin toplu kıldığın namazın hiç bir kıymeti yoktur.

Sivil itaatsizlik günah değil, mutlak sonuçtur. Maaşını ve emrini bu yönetimden alan ve insanlığa her gün deyim yerindeyse küfreden imamların arkasında saf tutmaktır günah olan. Ben gitmesem ne olacak? Demeden her bireyin bundan kendini sorumlu tutarak, bunun öncülüğünü yapması gerekiyor. İnsan haklarının korunması açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Gelişmekte olan batı medeniyetini kötüleyen tüm imamlar kesinlikle toplum düşmanıdır. O imamın bilmesi gereken şudur, Arap cehaleti sadece diktatör yönetimler için iyidir. Tamamen halk düşmanlığıdır. O kötülediği batı medeniyetini Anadolu ve Mezopotamya halkları binlerce yıl önce yaşamış ve batıya da gene bu halklar taşımıştır. Asıl Arap'ın bu halklardan öğrenmesi gereken bir medeniyet vardır. Ülke hızla tek tip bir elbise giymiş insanların içinde bulunduğu ceza evine benzemektedir. Gardiyanlar Namaz kıldıran imamlardır, ana teması korku ve cehalet eksenlidir. Sende camidesin ne kadar trajikomik değil mi?

İnsan haklarının korunması senin namazından çok daha önemlidir. İnsan olan herkes bu sorumluluğu yerine getirmekle yükümlüdür. Çok açık söylüyorum eğer din ile seni kölesi yapan bir sistem varsa dinini bu yönetimin çarkından kurtar, olmuyorsa kurtul evinde ailenle sevdiklerinle yaşa. Açık söylüyorum o imamın arkasında kılmadığın her namaz için (günah olduğunu düşünüyorsan) ben cehennemde yanarım senin yerine, yeter ki insanlık kurtulsun bu insan düşmanı Arap sevicilerin elinden. Yoksa geleceğimiz bunların elinde daha fazla rezalet ile karşılaşır. Çocuklarımız hem kültürel hem insani açıdan bu zihniyetin tecavüzüne uğrar. Çok büyük bir eylemdir ibadeti boykot etmek, fakat ibadete karşı değildir bu insanlık içindir. Tüm insanlığı sarmak üzere olan bu cehalet virüsünden tek çıkış yolunun bu olduğunu düşünüyorum. Eğer sonra evine imamları getirmezse iyidir. Eğer insanlık vahşet altında riskte ise o zaman tüm toplumu kurtarmak adına vicdanımız en güzel yol göstericidir. Saygılar.
Dünya boştur, boşlukları doldurmak üzere.

Yazan: Metin T.

GÜNEŞİN BATIDAN DOĞMASI HADİSİ VE TALMUD'DAKİ YERİ

Dfxmed, Kıyamet alametleri, Güneşin batıdan doğması, Talmud, Kur'an, Talmud'da güneşin batıdan doğması, Sahih-i Buhari, Sünen-i İbni Mace, din, islamiyet, yahudilik, Güneşin batıdan doğunca, din,
BİR KIYAMET ALAMETİ HADİSİ VE TALMUD'DAKİ KÖKENİ “GÜNEŞ BATIDAN DOĞUNCAYA KADAR KIYAMET KOPMAZ. GÜNEŞ BATIDAN DOĞDUĞU ZAMAN, İNSANLARIN HEPSİ ONU GÖRÜRLER DE TOPTAN HEPSİ İMAN EDERLER."

"İşte bu, ‘…Rabb’inin ayetlerinden biri geldiği gün, daha evvelden iman etmiş veya imanından bir hayır kazanmış olmayan hiçbir kimseye (o günkü) imanı asla fayda vermez…’ (En’am, 6/158) olduğu zamandır. Muhakkak ki, kıyamet şüphesiz kopacaktır..." (Sahih-i Buhari, XIV/6426)
"GÜNEŞ BATTIĞI YERDEN DOĞMADIKÇA KIYAMET KOPMAYACAKTIR. İnsanlar onu gördükleri zaman yeryüzünde bulunanlar iman ederler." (Sünen-i İbni Mace, IX/4362)
....................
Babil Talmudu Sanhedrin 108b:
“After seven days” [Gen. 7:4, 10] - in these seven days the Holy One changed the order of the creation and the sun was rising in the west and setting in the east.—Talmud Sanhedrin, Fol. 108b:
Türkçe: Yedi gün sonra [Tevrat Yaratılış 7:4 ve 7:10] Bu yedi günde, Kutsal Olan (Tanrı) yaratılışın düzenini değiştirdi ve güneş batıdan doğuyor,doğudan batıyordu.
Not: Yaratılış 7. bölümdeki Nuh Tufanı'ndan 7 gün önceyi anlatıyor ayetler..
....................
Not: Yaratılış 7:1-10'u anlamanız için alıntılayayım:
RAB Nuh'a, "Bütün ailenle birlikte gemiye bin" dedi, "Çünkü bu kuşak içinde yalnız seni doğru buldum.
2-3 Yeryüzünde soyları tükenmesin diye yanına temiz sayılan hayvanlardan erkek ve dişi olmak üzere yedişer çift, kirli sayılan hayvanlardan ikişer çift, kuşlardan yedişer çift al.
4 Çünkü yedi gün sonra yeryüzüne kırk gün kırk gece yağmur yağdıracağım. Yarattığım her canlıyı yeryüzünden silip atacağım."
5 Nuh RAB'bin bütün buyruklarını yerine getirdi.
6 Yeryüzünde tufan koptuğu zaman Nuh altı yüz yaşındaydı.
7 Nuh, oğulları, karısı, gelinleri tufandan kurtulmak için hep birlikte gemiye bindiler.
8-9 Tanrı'nın Nuh'a buyurduğu gibi temiz ve kirli sayılan her tür hayvan, kuş ve sürüngenden erkek ve dişi olmak üzere birer çift Nuh'a gelip gemiye bindiler.
10 Yedi gün sonra tufan koptu.

Kaynaklar: Babil Talmudu Yaratılış 7:4/7:10, En'am Suresi 6/158, Sahih-i Buhari XIV/6426, Sünen-i İbni Mace XI/4362
Yazan: Higher Criticism

KUR-AN'DA BAŞ ÖRTÜSÜ VE BAŞ ÖRTÜSÜNÜN KÖKENİ

GF, din, islamiyet, Sümerlerde baş örtüsü, Tanrı adına seks yapanların baş örtüsü takması, Baş örtüsü kökeni, Sümer rahibeleri ve baş örtüsü, Kur-an'da tesettür,
İslam dünyasında çok sık tartışılan konulardan birisi de Kur'an-ın kadın müminlere başörtüsü zorunluluğu getirip getirmediği konusudur.. Gelenekçi Müslümanlar Kuran'da başörtüsünün kesin hüküm olduğunu ileri sürerlerken , reformist İslamcılar durumun böyle olmadığını iddia ederler. Bu yazıda Kur'an da ki başörtüsü meselesini ve türbanın kökeni hakkında ki bilgileri kısaca irdelemeye çalışıyoruz.

Kur'an da giyinmekle ilgili bir kaç ayet olmasına rağmen, başörtüsü ile ilişkilendirilebilecek tek bir ayet vardır , Nur Suresinin 31. ayeti .. Bakalım bu ayet ne anlatıyor bize.

وَقُل لِّلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا لِبُعُولَتِهِنَّ أَوْ آبَائِهِنَّ أَوْ آبَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ أَبْنَائِهِنَّ أَوْ أَبْنَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي أَخَوَاتِهِنَّ أَوْ نِسَائِهِنَّ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُنَّ أَوِ التَّابِعِينَ غَيْرِ أُوْلِي الْإِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ أَوِ الطِّفْلِ الَّذِينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلَى عَوْرَاتِ النِّسَاء وَلَا يَضْرِبْنَ بِأَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْفِينَ مِن زِينَتِهِنَّ وَتُوبُوا إِلَى اللَّهِ جَمِيعًا أَيُّهَا الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ 

Ve kul lil mu’minâti yagdudne min ebsârihinne ve yahfazne furûcehunne, ve lâ yubdîne zînetehunne illâ mâ zahera minhâ, velyadribne bi humurihinne alâ cuyûbihinne, ve lâ yubdîne zînetehunne illâ li buûletihinne ev âbâihinne ev âbâi buûletihinne ev ebnâihinne ev ebnâi buûletihinne ev ıhvânihinne ev benî ıhvânihinne ev benî ehavâtihinne ev nisâihinne ev mâ meleket eymânuhunne evit tâbiîne gayri ulîl irbeti miner ricâli evit tıflillezîne lem yazharû alâ avrâtin nisâi, ve lâ yadribne bi erculihinne li yu’leme mâ yuhfîne min zînetihinn(zînetihinne), ve tûbû ilâllâhi cemîan eyyuhâl mu’minûne leallekum tuflihûn(tuflihûne).

Önce bu ayeti kelime kelime inceleyelim :
1. ve kul : ve de
2. li el mu'minâti : mü'min kadınlara
3. yagdudne : çeksinler, indirsinler
4. min ebsâri-hinne : (onların) gözlerinden, bakışlarından, bakışlarını
5. ve yahfazne : ve korusunlar
6. furûce-hunne : (onların) ırzları
7. ve lâ yubdîne : ve açmasınlar
8. zînete-hunne : (onların) ziynetleri
9. illâ : dışında, hariç
10. mâ : şey
11. zahera : zahir oldu
12. min-hâ : ondan
13. vel yadribne (ve li yadribne) : ve örtsünler - vursunlar
14. bi humuri-hinne : (onların) örtüleri
15. alâ : üzerine
16. cuyûbi-hinne : (onların) yakaları
17. ve lâ yubdîne : ve açmasınlar
18. zînete-hunne : (onların) ziynetleri
19. illâ : dışında, hariç
20. li buûleti-hinne : (onların) eşleri, kocaları
21. ev : veya
22. âbâi-hinne : (onların) babaları
23. ev : veya
24. âbâi buûleti-hinne : (onların) kocalarının babaları
25. ev : veya
26. ebnâi-hinne : (onların) oğulları
27. ev : veya
28. ebnâi buûleti-hinne : (onların) kocalarının oğulları
29. ev : veya
30. ıhvâni-hinne : (onların) erkek kardeşleri
31. ev : veya
32. benî ıhvâni-hinne : (onların) erkek kardeşlerinin oğulları
33. ev : veya
34. benî ehavâti-hinne : (onların) kız kardeşlerinin oğulları
35. ev : veya
36. nisâi-hinne : kadınlar
37. ev : veya
38. mâ meleket eymânu-hunne : (onların) ellerinin altında sahip oldukları, (cariyeler)
39. evit tâbiîne (ev et tâbiîne) : veya onlara tâbî olanlar, hizmetliler
40. gayri ulî el irbeti : kadına ihtiyaç duymayan
41. min er ricâli : erkeklerden
42. evit tıflillezîne : veya çocuklar ki onlar
43. lem yazharû : zahir olmaz, farkına varmaz
44. alâ avrâtin nisâ : kadınların avret yerlerine
45. ve lâ yadribne : ve vurmasınlar
46. bi erculi-hinne : (onların) ayakları
47. li yu'leme : bilinsin diye
48. mâ yuhfîne : gizlediklerini
49. min zîneti-hinne : (onların) ziynetlerinden
50. ve tûbû : ve tövbe edin
51. ilâllâhi (ilâ allâhi) : Allah'a
52. cemîan : topluca (hepiniz)
53. eyyu-hâ : ey
54. el mu'minûne : mü'minler
55. lealle-kum : umulur ki böylece siz
56. tuflihûne : felâha eresiniz

Bu incelemeye göre ayetin dilimize en yakın meali de şu şekilde oluyor :

Mü’min kadınlara de ki (söyle) , gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. görünen kısımlar müstesna, zîynet yerlerini göstermesinler. Örtülerini yakalarının üzerine örtsünler - vursunlar. Ziynetlerini, kocalarından, yahut babalarından, yahut kocalarının babalarından, yahut oğullarından, yahut üvey oğullarından, yahut erkek kardeşlerinden, yahut erkek kardeşlerinin oğullarından, yahut kız kardeşlerinin oğullarından, yahut Müslüman kadınlardan, yahut sahip oldukları kölelerden, yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden, yahut da henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. Gizledikleri ziynetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü’minler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!

Görüldüğü üzere ayette özellikle başı örtmek , saçı kapatmakla ilgili bir ibare bulunmuyor aksine ayet nerelerin örtülmesi gerektiğini açıkça belirtmiş. vel yadribne ifadesi örtmek , çapraz vurmak anlamı taşır. bi humuri-hinne ifadesi ise kadınların örtüleri demektir . Ayette açıkça kadınların ziynet yerlerini gizlemeleri için örtülerini yakalarına örtmeleri yani çapraz şekilde vurmaları salık veriliyor ayetin devamında ise yine ziynet yerlerini belli edecek şekilde ayaklarını yere vurarak yürümemeleri tavsiye ediliyor.. Burada ziynet yerleri sadece değerli takıların takıldığı yerler olarak algılanmamalı , ayette ziynet yeri olarak ifade edilen yerler , cinsel açıdan karşı cinsin ilgisini çekecek yerler olarak ifade ediliyor.
Bu ifadelerden başörtüsü anlamı çıkarmak için "örtmek" yani "hımar" kelimesinin yanına "baş" yani "re's" kelimesinin 'gelmesi gerekmektedir. Böylelikle ortaya hımarü-re's' ifadesi yani ‘başörtüsü’ çıkacaktır. Oysa ne ayette ne de Kur’an’ın herhangi bir yerinde 'hımarü-re's' diye bir tanımlama yoktur. Ayrıca Arapçada, kadınların başlarına örttükleri örtünün özel bir adı da vardır. Buna da ‘mikna’ ve ‘nasıfy denir. Hiç kimse Kur’an’ın herhangi bir yerinde ‘mikna’ ya da ‘nasıfy’ kelimelerinin geçtiğini gösteremez.. Kaldı ki iklim şartlarından dolayı erkeklerin bile başlarını örttükleri bir coğrafyada , sadece kadınlara özel olarak başın örtülmesi emri verilmesi formel mantık kurallarına da aykırı bir durum oluşturur..

Peki bu gelenek nereden geliyor ;
Türbanın yada baş örtmenin kökeni, eski Sümerler'deki tapınak fahişeleri'nin kendilerini diğer kadınlardan ayırt etmek için kullandıkları baş bağlama tarzına dayanır, zamanla onlardan Yahudilere ve Hristiyanlığa geçer ve nihayetinde İslam dünyasına sıçrar.
Sümer tapınaklarında rahibeler fahişe görevi yapıyorlardı. Bunlar Tanrı namına seks yaptıklarından kutsal sayılmış ve diğer kadınlardan ayrılmaları için başları örttürülmüştür.
Daha sonraları, M.Ö 1500 yıllarında Asurlular yaptıkları kanununlarla evli ve dul kadınları da başlarını örtmeye mecbur etmiştir. Fakat kızlar, cariyeler ve sokak fahişelerinin örtünmesi yasak tutulmuş, örtünürlerse cezai işlem uygulanması gerekli görülmüştür.
Böylece meşru seks yapan evli ve dul kadınları da mabet fahişeleri düzeyinde saymışlardır.
Bu gelenek Yahudilere geçmiş, dindar Yahudi kadınları evlenince saçlarını traş ettirip bir peruk veya başörtüsü ile başlarını örtmüşler. Hristiyanlıkta rahibeler aynı şekilde başlarını örtüyorlar. İlginç olanı Tevrat’ın son yazıldığı zamana kadar Yahudiler arasında Tanrı namına fuhuş yapan kadın ve erkekler varmış. Tevrat Tesniye 23:18′de “İsrailoğullarından ve kızlardan kendilerini fuhuşa vakdetmiş kimseler olmayacaktır. Kadınlar! Fuhuşun ücretini herhangi bir adak için Rabbin mabedine getirmeyeceksin, çünkü bunların ikisi de Rabbe mekruhtur.” şeklinde yazılıyor. Bunun yanında Yahudi fahişeleri yüzlerini ayrıca peçe ile gizliyorlardı.

Bugün dinin ve Kur'an-ın emri diye başlarını örtüp peçe takan müslüman kadınlar bu gerçekleri bilseler acaba bu uygulamayı terk ederler mi , yoksa bin yıldır tüm İslam aleminin sıkı sıkıya sarıldığı uydurulmuş geleneği yinede savunurlar mı ?
Her daim sevgi ve umutla kalın dostlar

Yazan: Gregoire de Fronsac

DİN VE BİLİM 3 | NAMAZ ÇELİŞKİLERİ

din, din ve bilim, DP, Enam 38, İslamda namaz uygulaması, islamiyet, Kutuplarda namaz, Nahl 89, Namaz çelişkileri, Namaz saatleri, Namaza dair çelişkiler, Sorularla İslamiyet,
Toplumumuzda yer alan hemen her kesimin (ister inançlı ister inançsız), hatta dünya İslam aleminin aklına takılan bir husus vardır: “Kutuplarda namaz nasıl kılınır, Mars’ ta namaz kılmak zorunda kalırsak vakitleri nasıl belirleyeceğiz ve yönümüz ne olacak?”. Bu yazımda, daha önce bazı makalelerimde olduğu gibi, mümkün olduğunca kişisel yorum yapmayacağım. Önünüze karşılaştırma yapabileceğiniz verileri koyacağım ve mukayeseyi size bırakacağım. Bu konuya daha önce bazı yazarlar değinmişti. Toplumumuzda ve dünyada da buna açıklamak isteyenler oldu. Ancak ya kimse cevap bulamadı ya da cevaplar kimseyi tatmin edemedi. Gerçi inançlılar için sorun yok, “Hoca efendiler” onlara zaten her şeyi açıklayabiliyor.

Hepimizin bildiği üzere kutuplarda 6 ay gündüz, 6 ay gece yaşanır. Mars gezegenini ele alalım. Orada kıble elbette Dünya olacak çünkü Kâbe Dünyada. Peki, oraya gelen güneş ışını açısı? Vakitler nasıl belirlenecek? Sakın takvim - saat demeyin çünkü Dünyada kullanılan saatler ve takvim orada işlemeyecek. Nedeni, marsın yörünge süresi 687 dünya günüdür. Dünya gibi 365 gün değildir. 1 gün orada 24 saat 39 dakika 35.2 saniyedir. Bir Mars yılı 1.8809 Dünya yılıdır, yani Dünya zaman birimiyle tam olarak 1 yıl, 320 gün ve 18,2 saattir. 1 dünya günü orada yoktur. Mars günü SOL diye adlandırılır. Marsta bir gün, “1 SOL” diye geçer.

Ya gelecekte uzayda seyahat eden bir Mümin’in durumu? Güneş ışını yok, vakitler yok, takvim yok.
Bu noktada “Her şey Kuran’da yazmaz. Sen mantık ile bulacaksın. Allah akıl vermiş” dersen kâfir olursun. İnançlı biri için Kuran apaçık ve eksiksizdir. Bunun için kanıt isteyenler şu iki ayete baksınlar:

Enam 38: "Yeryüzünde gezen her türlü canlı ve (gökte) iki kanadıyla uçan her tür kuş, sizin gibi birer topluluktan başka bir şey değildir. Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonunda hepsi Rablerinin huzuruna toplanıp getirilecekler." (Diyanet İşleri)

Nahl 89: "(Ey Muhammed!) Her ümmetin kendi içinden üzerlerine bir şahit göndereceğimiz, seni de onların üzerine bir şahit olarak getireceğimiz günü düşün. Sana bu kitabı; her şey için bir açıklama, doğru yolu gösteren bir rehber, bir rahmet ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik." (Diyanet İşleri)

Kısacası aslında orada anlatılmak istenen diye başlayan cümleler kurup inandığınız dinden çıkıp kâfir olmayın.

Yazıda konuyu 3 ayrı başlıkta inceleyerek bu bilgileri karşılaştıracağız:
1. İslami Açıdan Namaz Vakitlerinin Belirlenmesi (Kuran-ı Kerim).
2. Kutuplarda Namaz Vakti Belirlenmesi.

a) Kutuplarda Namaz, www.sorularlaislamiyet.com sitesinden alıntı:
b) Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR, http://www.milliyet.com.tr/kutuplarda-namaz-saatleri-sorununa-yanit-bulundu-gundem-1403243/ sitesinden alıntı:

3. Daha Önce Bahsedilen 2 Başlığın Karşılaştırılması.
Yazıya giriş yapmadan önce, eğer daha önce okumadıysanız, aşağıda verilen namaz ile ilgili bazı ayetleri anlayarak okuyun. Herhangi bir yanlış anlamaya yer açmamak için bu ayetleri daha sonra içerisinde bulundukları sureler ile okuyun ki kimse “cımbızla ayıkladıkları ayetler ile yanlış bilgi veriyorlar” demesin. Hatta lütfen kendinizde bununla ilgili araştırma yapın ki bir kısım tarafından şahsımıza yapılan “milleti yönlendiriyorlar” suçlaması ile karşı karşıya kalmayalım.

1. İSLAMİ AÇIDAN NAMAZ VAKİTLERİNİN BELİRLENMESİ (KURAN-I KERİM)

11:114 - Gündüzün her iki tarafında ve gecenin saçaklarında (gündüze yakın olan saatlerinde) namaz kıl! Muhakkak ki, iyilik kötülükleri giderir. Bu ise, düşünebilenlere bir öğüttür.

17:78 - Güneşin batıya kaymasından, gecenin karanlığına kadar (belirli vakitlerde) gereği üzere namazı kıl, bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazında, gece ve gündüz melekleri hazır bulunur.

17:79 - Gecenin bir kısmında da sadece sana mahsus bir nafile olmak üzere uykudan kalk, Kur'ân ile teheccüd namazı kıl, Rabbinin seni bir makam-ı mahmuda (şefaat makamına) göndermesi kesindir.

24:58 - Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunan (köle ve cariyeleriniz) ve içinizden henüz erginlik çağına girmemiş olanlar, sabah namazından önce, öğleyin soyunduğunuz vakit ve yatsı namazından sonra (yanınıza gireceklerinde) sizden üç defa izin istesinler. Bunlar mahrem halde bulunabileceğiniz üç vakittir. Bu vakitlerin dışında ne sizin için, ne de onlar için bir mahzur yoktur. (Birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz.) İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklar. Allah her şeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

73:20 - Rabbin, senin gecenin üçte ikisinden daha azında, yarısında ve üçte birinde kalktığını, seninle beraber bulunanlardan bir topluluğun da böyle yaptığını biliyor. Gece ve gündüzü Allah takdir eder. O, sizin onu sayamayacağınızı bildi de sizi affetti. Bundan böyle Kur'ân'dan size ne kolay gelirse okuyun. Allah, içinizden hastalar, yeryüzünde gezip Allah'ın lütfunu arayan başka kimseler ve Allah yolunda savaşan daha başka insanlar olacağını bilmiştir. Onun için Kur'ân'dan kolayınıza geldiği kadar okuyun, namazı kılın, zekatı verin ve Allah'a güzel bir borç verin (Hayırlı işlere mal sarfedin). Kendiniz için gönderdiğiniz her iyiliği, Allah katında daha hayırlı ve sevapça daha büyük olarak bulacaksınız. Allah'tan bağış dileyin. Kuşkusuz Allah bağışlayandır, merhamet edendir.

2. KUTUPLARDA NAMAZ VAKTİ BELİRLENMESİ
a) Kutuplarda Namaz, www.sorularlaislamiyet.com sitesinden alıntı:
Namazların kutuplarda nasıl kılınacağına dair bilgiler bizzat Hz. Peygamber (a.s.m)’den gelmiştir. Deccal hadisi olarak bilinen hadiste Hz. Peygamber (asv),
“Deccal yeryüzünde kırk gün kalacaktır. Bu kırk günün bir günü bir yıl gibi, bir günü bir ay gibi, bir günü bir hafta gibi, diğer günleri ise normal günleriniz gibi olacaktır.” deyince ashab, uzun günlerde bir günlük namazın yeterli olup olmadığını sormuşlar, bunun üzerine Hz. Peygamber “Hayır bir günlük namaz yeterli değildir; namaz vakitlerini takdir edersiniz.” buyurmuştur (Müslim, Kitabu’l-Fiten ve Eşrâtu’s-Sâat, 20).
Bu hadis, vakitlerin oluşmamasının namazı düşürmeyeceğini ve vakit oluşmayan bölge ve zamanlarda vakitlerin takdir edilerek namazın kılınması gerektiğini açıkça göstermektedir. İlâhî hitabın gereği bütün Müslümanlar, günde (24 saatte) beş vakit namazı kılmakla mükelleftirler. Dünyada, bazı bölgelerde bazı vakitler tam olarak oluşmasa da, kutuplara yakın bölgelerde günlerce, hatta aylarca güneş doğmasa veya batmasa da bir gün yirmi dört saattir ve tarih değişimi de buna göre olmaktadır.
Bu sebeple, bir bölgede herhangi bir namazın vakti gerçekleşmiyorsa veya tam olarak belirlenemiyorsa, takdir yapılarak namazlar kılınır. Oruç da namaza kıyas edilir, o da kutup bölgesine en yakın olan yerlerin normal saatlerine göre ayarlanır.
Bu hadiste on dört asır öncesinden, dünyanın bazı bölgelerinde altı ay gündüz, altı ay gece ve bu iki bölge arasında kalan bazı yerlerde de bir ay veya bir hafta güğneşin doğup batmadadığına işaret edilmiştir. Bu husus başlıbaşına bir mucizedir. Çünkü on dört asır önce böyle bir bilginin “b”sinden bile bahsedilemezdi.

Bediüzzaman Hazretlerinin şu ifadeleri konumuza ışık tutacak mahiyettedir:
“Alâmet-i Kıyametten olan Deccal hakkında Hadis-i Şerif de "Birinci günü bir sene, ikinci günü bir ay, üçüncü günü bir hafta, dördüncü günü eyyam-ı sâire gibidir. Çıktığı zaman dünya işitir. Kırk günde dünyayı gezer." rivayet ediliyor. İnsafsız insanlar bu rivayete muhal demişler. Hâşâ, şu rivayetin inkâr ve iptaline gitmişler. Halbuki, ve'l-ilmu indallâh, hakikati şu olmak gerektir ki: Alem-i küfrün en kesafetlisi olan şimalde tabiiyyûnun fikr-i küfrîsinden süzülen bir cereyan-ı azîmin başına geçecek ve Ulûhiyeti inkâr edecek bir şahsın şimal tarafından çıkmasına işaret ve şu işaret içinde bir remz-i hikmet vardır ki, kutb-u şimaliye (kuzey kutbu) yakın dairede bütün sene, bir gece bir gündüzdür. Altı ayı gece, altı ayı gündüzdür. "Deccalın bir günü bir senedir." O daire yakınında zuhuruna işarettir. "İkinci günü bir aydır" demekten murad, şimalden bu tarafa geldikçe bazen olur yazın bir ayında güneş gurub etmez (batmaz). Şu dahi, Deccal şimalden çıkıp âlem-i medeniyet tarafına tecavüzüne işarettir. Günü Deccal’e isnat etmekle şu işarete işaret eder. Daha bu tarafa geldikçe bir haftada güneş gurub etmiyor. Daha gele gele tulû’ ve gurub (gün doğumu-gün batımı) ortasında üç saat devam ediyor. Ben Rusya'da esarette iken böyle bir yerde bulundum. Bize yakın, bir hafta güneş gurub etmeyen bir yer vardı. Seyir için oraya gidiyorlardı…”(Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Üçüncü Dal, Asıl.)

b) Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR, http://www.milliyet.com.tr/kutuplarda-namaz-saatleri-sorununa-yanit-bulundu-gundem-1403243/ sitesinden alıntı:
Bayındır, Süleymaniye Vakfında yaptığı basın toplantısında, kutup bölgelerinde güneş hareketlerinin namaz ve oruç konusunun tartışılmasına neden olduğunu belirterek, Ocak ayında vakıftan bir heyetin Norveç’e gittiğini ve heyetin buradaki gözlemlerinin ardından, 5 vakit namazın 5’inin de Türkiye’deki derin vadilerde olduğu gibi tespit edilebildiğini kaydetti.
Kutuplarda binlerce Müslüman’ın bulunduğunu ifade eden Bayındır, "Norveç’in Tromso kentinde yaptığımız çalışmalar, bize kutuplarda güneş batmasa da gece, güneş doğmasa da gündüzün olduğunu gösterdi. Kur’an-ı Kerim’e baktığımız zaman da bunu destekleyen ayetler görüyoruz" dedi. Enbiya Suresi’nin "Geceyi, gündüzü ve ayı yaratan O’dur. Her biri bir yörüngede yüzmektedir" mealindeki 33’üncü ayetini hatırlatan Bayındır, gece ve gündüzün güneşe bağlı bir varlık olmadığını, ikisinin de güneşten ayrı bir varlık olarak hareket ettiğini söyledi.

Prof. Dr. Bayındır, şunları kaydetti: "Kur’an-ı Kerim şunu da gösteriyor ki Dünya’yı, Güneş aydınlatmıyor.
Dünya’yı aydınlatan, Güneş ışınlarını aydınlığa çeviren gündüz dediğimiz varlıktır. Gündüz dediğimiz varlık ufkun altında da olsa, bunu aydınlığa çevirmektedir. Karanlığın oluşması, Güneş’in batmasından değil, gece denilen varlığın ortaya çıkmasıdır. Resim ve belgeseller üzerinde yaptığımız çalışmalarda da güneşin tepede olmasına rağmen karanlık olduğunu, Güneş’in yok olmasına rağmen gündüz denilen varlığın ortaya çıktığını görüyoruz. Güneş’ten yansıyan ışınları gündüze çeviriyor." "Kutuplarda namaz vaktinin girmemesi gibi bir şey söz konusu değildir. Vakitler çıplak gözle bile anlaşılabiliyor" diyen Bayındır, 22-26 Haziran’da Norveç’in Tromso kentinde ikinci bir çalışma yapacaklarını ve bunun kamuoyuna duyurulacağını anlattı. Bayındır, Kur’an-ı Kerim’de namazın ilk peygamberden son peygambere kadar kesintisiz kılındığının anlatıldığını belirterek, bu vakitlerin herkesi kapsadığını kaydetti.
İÜ Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Adnan Ökten’in bu çalışmalar sonucunda yeni bir takvimin yapılabileceğini söylediğini aktaran Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır, namaz vakitlerinin bölgesel nitelikte hazırlanması gerektiğini söyledi. Prof. Dr. Bayındır, havadaki bütün ufukların aynı karanlığa dönüştüğünde yatsı namazı vaktinin bittiğini anlatarak, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Türkiye’de ve diğer İslam ülkelerinde yatsı ezanının okunduğu vakitte namaz vakti doluyor. Yani o ezan, yatsı namazının bittiğini ifade ediyor. İnsanlar başladığını zannediyor. Mezhepler üzerine yaptığım çalışmada, Hanefi, Şafii, Maliki ve Hanbeli mezheplerini kuran âlimlerin tamamı hava karardığı zaman yatsı vaktinin bittiğine tamamen ittifak ediyor. Çünkü ilgili hadis ve ayetler kesindir. Sonra ne olduysa Maliki mezhebi hariç, diğer mezhepler yatsı namazını sabah vaktine kadar uzatmış. Bu konuda da herkes, Kur’an-ı Kerim’in İsra Suresi’nin 78. ayetine bakarsa namazın vaktinin bittiğini görür."

3. DAHA ÖNCE BAHSEDİLEN 2 BAŞLIĞIN KARŞILAŞTIRILMASI
İlk başlıkta bahsettiğimiz üzere namaz vakitleri Kuran’da ayrıntılı olarak verilmiştir. Gece ve Gündüz kavramları ile sabah, öğle ya da geceden önce gibi kavramlar ayetlerde açık bir biçimde yer almaktadır. Yani Kuran-Kerim saat ve takvime yer vermemiş, aksine sadece Güneş ışınlarına ve Gece-Gündüz kavramlarına atıf yapmıştır. İlkokul Fen Derslerine girdiyseniz daha o dönem bu bilgiler ile tanışıyoruz. Gece ve Gündüz olayını güneş ve dünyanın o anki konumu belirler. Dünya üzerinde Gece ve Gündüz farklı zaman dilimlerinde ve farklı şekillerde yaşanır. Gündüzden kasıt güneş ışınlarının yeryüzünü aydınlattığı periyot, Geceden kasıt ise güneş ışınlarının artık ulaşmadığı periyottur. Sabah-Öğle-İkindi-Akşam gibi vakitler, yeryüzünün herhangi noktasında denk gelen güneş ışınının açısı ile bağlantılıdır. Dolayısı ile bu noktada eğip bükmek, “aslında şu denmek isteniyor” gibi kıvırmalar yersizdir. İnanan için ayetler açık seçik ortadadır. İkini başlık olan “2. Kutuplarda Namaz Vakti Belirlenmesi” altında, iki farklı görüşe yer verilmiştir. Bu hususta verilen bilgiler, çoğu İslami çevrenin kabul ettiği 2 farklı görüşü sunar. Birbirlerine paralel olmakla birlikte küçük nüanslar ile ayrılırlar. Açıkçası objektif olarak incelendiğinde her iki görüşte de doyurucu ve net açıklanan bir durum yoktur. Hemen her mezhep, İslami görüş veya hoca farklı açıklamalar getirmektedir. Çünkü ortada bilimsel bir kesinlik vardır. Madem namaz vakitleri için için saat-dakika-takvim kavramı değil, coğrafi kavramlar (güneş ışınlarının geliş açısı/ gece ile gündüz) geçerlidir, o halde 6 ay gündüz ve 6 ay gece olan bölgeler için durum nedir? Diğer gezegenlerde durum ne olacak? Uzayda seyahat ederken vakitleri nasıl belirleyeceğiz? Maalesef hiçbir İslami açıklama buna yanıt verememektedir.

Acaba namaz vakitleri ve zamanları belirlenirken kutuplar gibi yeryüzü bölgeleri veya diğer gezegenler (Hatta ay, oraya gidildi neticede) bilinmediği için bunlara yer verilmemiş olma olasılığı var mı? Yani kutsal kitabı yazanlar veya derleyenler bilmediği için olabilir mi? Yok, yazının başında bahsedildiği üzere Enam 38 ve Nahl 89’da Kuran-ı Kerim’in apaçık açıklayıcı ve eksiksiz olduğu yazılı. Böyle sapkın düşüncelere girip imanımı sakatlamak istemem (!). Demek ki kutuplarda namaz kılınmayacak. Ya da 6 ay gündüzün ilk başlangıcını sabah kabul edip kılacağız, Güneşin tam o noktaya doğrudan açı yaptığı 3 ay sonra öğle kılacağız, 2 ay sonra ikindi, 1 ay sonra akşam ve tam geceye dönüldüğünde de yatsı kılınacak. O halde günlük vakitler kaçmış oluyor? Pardon hocalar nasıl bir kıvırma metodu geliştirmişti? En yakın yerleşim birimi… Ya en yakın yerleşim birimi de Kutup dairesi içerisindeyse? Yok Kutup çemberi dışında bir yeri baz almalıyız diyorlarsa bu noktada Kuran-ı Kerim ile çelişildi? Daha önce bahsedildiği üzere Kuran’da herhangi bir nokta için gece-gündüz kavramı ile güneş ışınları baz alınıyor.

Şu an diğer gezegenlerde hayatın olmadığını ve gezegenler arası yolculuğu hayal kabul edip günümüz gerçeklerine dönelim. Kutupları ne yapacağız? Namaz vakitleri hakkında ayetler bu bakımdan yeryüzünün tamamını kapsamamaktadır.

İstediğiniz kaynağa başvurun, istediğiniz bilimsel kaynaklara gidin, istediğinizi hocaya danışın. Hatta İlahiyat Profesörlerine danışın. Bilgi alın. Aldığınız bilgileri karşılaştırın. Bakın bakalım sonuç ne çıkacak. Bu yazıyı deli saçması olarak görüp dikkate almayın. Hatta bu yazıyı tamamen zırva olarak nitelendirin. İyi de çelişkiler ortada duruyor? Bir açıklama getirsenize?

Birkaç yıl önce Ramazan programında, astronomik rakamlarda para alıp program yapan “Alim” olan hocaya şöyle bir soru gelmişti: “Hocam ayda veya kutuplarda namaz nasıl kılacağız?” Cevap şöyleydi: “Hele sen bir oraya gitme işini hallet, o zaman cevap veririm”. Böylesine alaycı ve sığ bir biçimde cevap verilen genç şaşkınlık içerisinde yerine otururken hocanın vermiş olduğu “mükemmel” cevapla tatmin olan seyirci kitlesi dalga geçer gibi gence bakıyordu.

Dini Bilim ile açıklamak ya da Bilimi Din ile bağdaştırmak. İster semavi olsun ister olmasın hemen her dinde bu çaba vardır. Basit anlamda Din, inanç işidir. İnanç, elle tutamadığınız, gözle göremediğiniz, test edemediğiniz, ölçemediğiniz, değerlendiremediğiniz, kanıtlayamayacağınız bir unsurdur. İslamiyet’ in ilk şartı olan kelime-i şehadet getirirken dahi ilk olarak “Eşhedü” kelimesini kullanırsınız. Eşhedü kelimesi, “şehadet ederim ki, yemin ederim ki, şahit olurum, tüm benliğimle inanırım” manaları taşır.

İnsanlar, inancı kullanarak gözlemlediği ve karşılaştığı, ancak anlayamadığı durumları açıklamaya çalışır. Örneğin eski çağlarda kuyruklu yıldız gören birisi, uzay, meteor gibi kavramları bilmediğinden bu hususu doğaüstü/metafizik unsurlara dayandırarak açıklamaya çalışmıştır. Evrenin, yeryüzünün ve insanın yaradılışı, gökyüzü, afetler, doğa olayları gibi daha birçok karşılaşılan ya da açıklanamayan (örneğin yaradılış) gibi unsurlar hep inanç temellidir.

Özellikle 16. Yüzyıldan itibaren bilimde gözlemlenen gelişmeler sayesinde evrenin oluşma ve çalışma mekaniğine dair kuramlar oluşturulabilmiş; evrenin, yeryüzünün ve insanın yaradılışına dair gizemlerin büyük bölümü çözülmüştür. İnsanoğlu’nun gözü önünde cereyan eden bu gelişmeler, dini metinler ile çelişki oluşturmaya başlamıştır. Bir tarafta kesin kanıtlar, bir tarafta da inançlar. Bu durumdan rahatsız olan dini çevreler, dini kitaplarda yer alan söylevleri, tespit edilen bilimsel buluşlar ile izah etmeye çalışma gayreti içine düşmüşlerdir. Doğal olarak her bilginin semavi kitaplarda yer alması ya da açıklanmış olması gerekmektedir.

Daha önce yayınlanan “Din ve Bilim 1” ve “Din ve Bilim 2” başlıklı makalelerimde bu konuya yer vermeye çalışmıştım.

Din ile Bilim’i yan yana koymaya, hele hele onları birbirleri ile örtüştürmeye çalışmayın. Ya dininizi ya da bilimi kaybedersiniz. Yok, “ben ikisini de yürütüyorum. Din ve Bilim birbiri ile çelişmiyor” gibi bir düşünce yapısı içerisindeyseniz, bu ütopik dünyanızda size iyi yolculuklar dilerim.

Son olarak namazı 5 vakit olarak söylerken bu Sünni İslam anlayışına göredir. Şia’ya göre namaz 3 vakit kılınır. Onlara göre 3 vakit kılınması gerektiğini bizzat Kuran-ı Kerim söylemektedir ve bu konuda ayetler vardır. Bu da ayrı bir konu.

Yine soruları ortaya koyup hiçbirine cevap bulamadığım için özür dilerim. Bunca Bilim insanı ve Din Âlimi’ nin cevap bulamadığı veya cevapta müttefik olamadıkları bir konuda benim bir açıklama bulmamı elbette beklememelisiniz. Sağlıcakla kalın.

KAFİR OLAN PEYGAMBER

Hazırlayan: A.Kara
A, Allah peygambere hakaret ediyor, AY, Bel'am Baura, Bel'am Bin Baura, din, Dinden çıkan peygamber, Diyanet hadis, Elmalılı, Hadisler, İbni Kesir, islamiyet, Kafir olan peygamber, Yoldan çıkan peygamber,

YOLDAN ÇIKAN (KAFİR) OLAN PEYGAMBER
BEL'AM BÂÛRA (Belam Bin Baura)


“Onlara şu adamın haberini de oku: Kendisine ayetlerimizi verdik de onlardan sıyrıldı, çıktı,
şeytan onu peşine taktı, böylece azgınlardan oldu. Dileseydik elbette onu o ayetlerle
yükseltirdik, fakat o, yere saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu, tıpkı şu köpeğin
durumuna benzer: Üstüne varsan da dilini sarkıtıp solur, onu bıraksan da dilini sarkıtıp
solur. İşte ayetlerimizi yalanlayanların durumu budur. Bu kıssayı anlat, belki düşünürler.”
(Araf, 175-176)

ALLAH birine ayetler veriyorsa bu kişi peygamberdir. Ama sonra bakıyorsunuz Allah'ın seçtiği peygamberi ona inanmayı bırakıyor, Allah da bu peygamberine kızıyor, hakaret edip köpeğe benzetiyor.
Böyle bir şey nasıl olabilir ? Allah nasıl olur da sapıtacağını, yoldan döneceğini bildiği birini peygamber yapabilir yada yapacaklarını bildiği halde yine de kızabilir ? Çünkü her şeyi bilen Allah'ın olacakları da bilmesi, bildiği için de öfkelenmemesi, lanet okumaması gerekirdi.
Önce ayetler verdiği bir kimseyi peygamber yapan, sonradan peygamberini şeytana kaptıran, arkasından da peygamberini köpeğe benzeten ve aşağılayan bir tanrı olabilir mi?

Diğer kaynaklar tefsir ve çevirilere bakalım:
  • İbni Kesir: Kendisine ayetlerimizi verdiğimiz halde, onlardan sıyrılan ve şeytanın arkasına taktığı sonunda da azgınlardan olan o kimsenin haberini anlat.
  • Elmalılı (sadeleştirilmiş): Onlara o herifin kıssasını da anlat ki, ona ayetlerimizi vermiştik, ama o, onlardan sıyrılıp çıktı, derken onu, şeytan arkasına taktı da yolunu şaşırmışlardan oldu.
  • Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2): Onlara, kendisine âyetlerimizi sunduğumuz o adamın kıssasını da anlat; âyetlerden sıyrılıp çıktı, derken onu şeytan arkasına taktı, en sonunda da helak olanlardan oldu.
  • Diyanet İşleri: Kendisine âyetlerimizi verdiğimiz hâlde, onlardan sıyrılıp da şeytanın kendisini peşine taktığı, bu yüzden de azgınlardan olan kimsenin haberini onlara anlat.
  • Yaşar Nuri Öztürk: Onlara, şu adamın haberini de oku: Kendisine ayetlerimizi vermiştik; onlardan sıyrılıp çıktı, şeytan da onu peşine taktı; nihayet o, azgınlardan oluverdi.
Bel'am adlı bu kişinin Allah'ın dinini öğrenmiş olan, çok bilgili, duaları kabul olan fakat sonradan itaatsizliğe düşmüş biri olduğu anlatılıyor birçok hadis kaynağında. Peki bu itaatsizliğe düşmekten kasıt nedir, bu olay hadislerde nasıl geçiyor bakalım:

Rivayet edilene göre Musa, Kenanların Şam'daki topraklarına giriyor. Bu sırada da Bel'am adlı şahıs el-Belka'nın bir köyü olan Bal'a'da bulunmaktadır. Musa'nın topraklarına girdiğini gören Kenanlılardan bazıları Bel'am'a geliyor ve "Ey Bel'am, Musa bizi öldürmeye geldi, bizi öldürüp buraya İsrailoğullarını yerleştirecek" , "Senin kavmin olan bizler nereye yerleşiriz, yerimiz yok" diyorlar. Bel'am'ın dualarının kabul olduğuna inanıldığından ona Allah'a dua edip ondan Musa ve yanında gelenleri def etmesini iste diyorlar.
Bel'am ise "Size yazıklar olsun! O Allah'ın elçisidir, melek ve müminler onunla beraberler, aleyhine nasıl dua edeyim, bildiğimi bana Allah öğretti" diyor.
Sonrasında Bel'am eşeğine binip İsrailoğullarının çıkmakta olduğu Husban dağına doğru ilerliyor. Bir süre sonra eşeği yere çöküyor fakat o eşeğine tekrar binerek az daha ilerliyor ve hayvan tekrar çöküyor. Bu sefer eşeği yerden kalkana kadar dövüyor.
Sonra eşek dile geliyor ve "Ey Bel'am nereye gidiyorsun? Meleklerin önümde durup yolumu kestiğini görmüyor musun?" Allah'ın elçisi ve müminler senin kavmin aleyhinde dua etmekteler" diyor.
Buna rağmen Bel'am aldırış etmeyip eşeğini dövüp yoluna devam ediyor.
Bir süre sonra eşek sırtında Husban dağına ulaşıyor ve Musa'nın ordusunu, İsrailoğullarını karşısında görüyor ve onlara beddua etmeye başlıyor.
O Musa ve İsrailoğullarına beddua ederken Allah onun dilini ele geçiriyor ve kendi kavmi için beddua ettiriyor.
Bunu duyan Bel'am'ın kendi halkı "Ey Bel'am! Ne yaptığını biliyor musun? Sen İsrailoğullarına hayır dua ederken bize beddua ediyorsun" diyorlar.
Bel'am'da "ben bunu kendi isteğimle yapmıyorum, Allah dilime hakim oldu" diyince dili ağzından çıkıp göğsüne doğru sarkınca "Dünya ve ahiret benim elimden gitti" diyor.
[Taberi,Tefsiru’t-Taberî, IX, 124-126; Fahruddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, XV, 54; İbnü'l-Esir, el-Kâmil fi't-Târih, 1385/1965, I, 200 vd; İbni Kesir, el Bidâye ve'n-Nihâye, Riyad 1966, I, 322 vd]

Burada ne kadar çok mantık hatası ve çelişki olduğunun farkında mısınız? :
  1. Bel'am'dan dua ile yardım istediklerinde onlara "gelen Allah'ın elçisidir, melekler ve müminler onlarladır, nasıl aleyhlerinde dua edeyim bana her şeyi Allah öğretti" diyor. Sonra sanki bu sözleri o söylememiş gibi, kalkıp onlara beddua etmeye gidiyor.
  2. Eşek dile gelip konuştuğu halde nasıl oluyor da Bel'am yoluna devam ediyor? Bir insan böyle büyük bir mucize görse yapmakta olduğu şeyden geri dönmez mi? Bildiğin koca eşeğin 3-4 cümle kurduğu bir mucizeden bahsediliyor ufak, basit bir şey değil. Adam kafasız mı ki dinlemeyip yoluna devam etsin? Daha 2 dakika önce onlar aleyhinde konuşan halkına laf edip "Bana her şeyi öğretti" dediği Allah'a nasıl karşı geliyor?
  3. Allah neden beddua ettiriyor? Koca yaratıcı neden başka bir mucize göstermek yerine onu başka halka beddua ettirir? Hani beddua kötü bir şeydi? Üstelik beddua Allah'tan kötü şeyleri yapmasını istemektir. Şunu öldür, bunu kör et vs. gibi. Eee, Allah onu beddua ettirince kendi kendinden kötülük isteğinde mi bulunuyor? Beddua çok kötüdür diyen Allah sözde desteklediği Musa ve çevresindekilere kendisi de bizzat beddua ederek mi örnek oluyor?
  4. Madem dili çıkıp göğsüne kadar düştü nasıl oluyor da hala anlaşılır şekilde konuşmaya devam ediyor? İnsan üstü güçleri mi var?
Sayılamayacak kadar çelişki barındırıyor içinde...

Müslüman arkadaşlar ise her zamanki gibi birçok çelişkinin üzerini örtme çabası güderek buradaki Bel'am adlı kişinin dünyevi çıkarlar ve yöneticilere yaranmak için Allah'ın hükümlerini çiğneyen kişileri temsil ettiğini söylüyorlar.
Bir insan hem Yaratıcıdan / Allah'tan vahiy-ayet alacak hemde gidip onun karşısında duracak? Akla gel, gel de inan.

Bu arada bazı Müslüman arkadaşlar bir peygamberin sonradan kafir olmasına sıcak bakmadığı için: "Araf 175'de "biz ona ayetlerimizi verdik" derken "ayetlerimizi gösterdik" demek istenmiştir" diyebilir. Fakat kim ne derse desin, kıvırmaya yer yoktur çünkü kelimenin anlamı bellidir:
وآتيناه : ve āteynāhu : "ve ona verdik"

Zaten Belam, Tevratta'da Balam ismiyle peygamber olarak bahsedilen ve kehanetlerine önem verilen biridir. Aynı zamanda kahin olarak takdim edilir. (Yeşu, 13/22)
Her zamanki gibi Tevratta'ki bir konu Kur'an'da da kendine yer bulmuş fakat detayları dahil edilmemiştir.

Çölde sayım 22:5-6'da Moav (Moab) kralı Balak, Beor oğlu Balam'ı çağırtır ve Mısır'dan bir halkın gelip hemen yanlarına yerleştiğini belirterek Belam'ın gidip o halka lanet okumasını, bu sayede onları yenebileceklerini söyler. Çünkü Belam'ın lanetlediğinin harap olduğu, kutsadığı kişinin korunduğuna inanılmaktadır.

2.Petrus,2:15-16'da Belam'dan bir peygamber olarak bahseder ve şöyle der:
Haksızlıkla elde ettiği kazancı seven Beor oğlu Balam’ın yolunu tutarak doğru yolu bırakıp saptılar. Balam işlediği suçtan ötürü azarlandı. Konuşamayan eşek, insan diliyle konuşarak bu peygamberin çılgınlığına engel oldu.

Daha baştan bu haliyle bile Tevrattaki anlatılar ile İslam hadislerinde geçen rivayetlerle birebir aynıdır ve A'raf 175-176'da üstü kapalı olarak anlatılan kafir olan peygamber konusuna ışık tutmaktadır.

Moav kralının lanetleme talebine cevap olarak Belam, tanrı onay verirse yapacağını söyler fakat Rab bunu yapmasına izin vermez ve Belam'a “Onlarla gitme! Bu halka lanet okuma, onlar kutsanmış halktır” der. (Ç.S. 22:12)
Kral Balak hemen vazgeçmez ve Belam'a daha saygın önderler göndererek isteğini yeniler, Belam "Balak sarayını altınla, gümüşle doldurup bana verse bile, Tanrım RAB’bin buyruğundan öte küçük büyük hiçbir şey yapamam. Lütfen siz de bu gece burada kalın, RAB’bin bana başka bir diyeceği var mı öğreneyim.” (Ç.S. 22:18-19) diyerek tekrar tanrıdan cevap beklemeye koyulur.
Enteresandır ki o gece tanrı Belam'a şöyle der: “Madem bu adamlar seni çağırmaya gelmiş, onlarla git; ancak sana ne söylersem onu yap” (Ç.S. 22:20)

Bir kısmını doğrudan Tevrat'tan okuyarak devam edelim:
Çölde Sayım, 22:21-29:
Balam sabah kalkıp eşeğine palan vurdu, Moav önderleriyle birlikte gitti. Tanrı onun gidişine öfkelendi. RAB’bin meleği engel olmak için yoluna dikildi. Balam eşeğine binmişti, yanında iki uşağı vardı. Eşek, yalın kılıç yolda durmakta olan RAB’bin meleğini görünce, yoldan sapıp tarlaya girdi. Balam yola döndürmek için eşeği dövdü.
RAB’bin meleği iki bağın arasında iki yanı duvarlı dar bir yolda durdu. Eşek RAB’bin meleğini görünce duvara sıkıştı, Balam’ın ayağını ezdi. Balam eşeği yine dövdü.
RAB’bin meleği ilerledi, sağa sola dönüşü olmayan dar bir yerde durdu. Eşek RAB’bin meleğini görünce, Balam’ın altında yıkıldı. Balam öfkelendi, değneğiyle eşeği dövdü. Bunun üzerine RAB eşeği konuşturdu. Eşek Balam’a, “Sana ne yaptım ki, üç kez beni böyle dövdün?” diye sordu.
Balam, “Benimle alay ediyorsun” diye yanıtladı, “Elimde kılıç olsaydı, seni hemen öldürürdüm.”

Tuhaf değil mi? Güya Balam denen peygamber lanetlemek üzere çıktığı yolculuğunda bir melek görüyor, ayağı eziliyor, bindiği eşek konuşmaya başlıyor ve adam sanki bunlar çok normal, sıradan şeylermiş, zaten sürekli konuşan eşekle karşılaşıyor veya melek görüyormuş gibi "yahu ben ne yapıyorum" demeden devam ediyor. Neden, güya gözleri kapalıymış, yani bakar körmüş. İlgili bab'ın devamında Balam, eşekle bildiğiniz sohbet ediyor ve sonrasında güya Rab, Balam'ın gözlerini açınca gerçeği görüyor ve yolun kenarındaki meleği görünce eğilip yere kapanıyor.
Yani Balam'ın gözünü daha erken açmayan Rab, sanki onunla oynar gibi bir süre sonra gözünü açmaya karar veriyor. İnsanın aklına Kur'an'daki Allah dilediğini saptırır ayeti gelmiyor değil çünkü durum tam olarak bu. Peygamber statüsündeki zat bile tanrının oyuncağı gibi adeta.

 Tevrattaki anlatıya geri dönersek, karşılaştığı melek Balam'a “Adamlarla git” dedi, “Ama yalnız sana söyleyeceklerimi söyleyeceksin.” der. Sabah olduğunda Bamot Baal'a çıkarlar. Kral Balak, Balam'ın isteği üzerine 7 sunak kurup bunların üzerinde 7 boğa ve koç kurban eder. Akabinde Balam'ın İsrail halkını lanetlemesini bekleyen Balak şaşıp kalır çünkü onları lanetlemek yerine kutsar. Tıpkı Kur'an'da da bir zamanlar Allah'ın İsrailoğullarını üstün kıldığını söylemesi gibi Bel'am da İsrail halkını över ve kutsar.

Fakat durum hep böyle gitmez. Kur'an'da Tevratta'ki bu hikayeyi duyup kabataslak yazmışlar fakat Tevrat'tan Bel'am'ın diğer eylemlerine bakalım ki yoldan nasıl saptığını anlayalım. 

İsrail halkını kutsayan aynı Balam bu sefer İsrail'in düşmanı oluverir, öyle ki onları günahkar yapmak için planlar yapar. Çölde Sayım, 31:14-16'da bu konuda ne yazıyor bakalım:
Musa savaştan dönen ordu komutanlarına –binbaşılara, yüzbaşılara– öfkelendi.
Onlara, “Bütün kadınları sağ mı bıraktınız?” diye çıkıştı, “Bu kadınlar Balam’ın verdiği öğüde uyarak Peor olayında İsrailliler’in RAB’be ihanet etmesine neden oldular. Bu yüzden RAB’bin topluluğu arasında ölümcül hastalık başgösterdi.

Balam bununla da kalmayarak İsrailoğullarına putlara sunulan kurban etlerinden yemelerini öğütler ve fuhuş konusunda onları ayartır, (Vahiy 2:14) onları günahkar yapar.

Yani ancak Tevrat'a ve İslam hadislerine bakıldığında A'raf 175-176'da bahsedilen ve kafir olan peygamberin kim olduğu, neden kafir olup yoldan saptığı ancak anlaşılabilmektedir..

Sağlıcakla kalın...

KUR'ANDAKİ ÇELİŞKİLER |2

Gönüllü Yazar: Kirpi

Kur'an Müslümanlar açısından Tanrının insanlara gönderdiği bir kitaptır. Bunu tartışmak bile suçken ben inanıyorum ki her Müslüman hayatında bir kez olsun bile korkarak bile olsa "Ya bunu Muhammed yazdıysa" diye kendi kendine sormuştur. Kur'anda insanları bu kitabın Allah tarafından gönderilmesine ikna etmek için birçok ayet vardır. Onlardan en etkilisi Nisa Suresi 82.ayettir. Ayet şöyledir:

Onlar bu Kur'ân'ı gereği gibi düşünmezler mi? Eğer O Allah'tan başkasından gelseydi, onda mutlaka birçok tutarsızlık ve çelişkiler bulurlardı.

İşte can alıcı nokta burası. Bu ayette Allah insanlara bir meydan okuma yapıyor. Muhtemeldir ki Mekke'nin önde gelen insanları Kur'an'ı Muhammed'in yazdığını söylemişlerdir. Bunun üzerine Muhammed Allah'ın diliyle bir meydan okuma yapıyor. Eğer bu insan tarafından yazılmış olsaydı onda tutarsızlık ve çelişki olurdu. İşte bu yazımızda Kur'an'daki tutarsızlıkları ve çelişkileri göstererek bu kitabın bir insan ürünü olduğunu kanıtlayacağız. Ama konumuza geçmeden önce bir şeyi netleştirelim. İçinizde bu tutarsızlıkları o dönemde ortaya çıkaran biri neden olmadı diye soran insanlar olacak. Kur'an 23 yılda tamamlanmış bir kitap. Tamamı okunmayan kitaba eleştiri yapılmaz. Kur'an'ın Muhammed döneminde değil de ondan sonra toplanarak kitap haline getirilmesi de bir başka neden. Ama muhakkak Kur'an'ı o dönemde de eleştirenler olmuştur. Bunun az bilinmesi eleştiren olmamıştır anlamına gelmez. Nitekim tarihte Mısır Firavunlarının masasında yemek menüsü bile belli olurken Muhammed'in hayatından çok az bir şey bilmemiz de bir başka soru işaretidir. Hatta bazı tarihçiler Muhammed isimli birinin olmadığını iddia ediyor. Gerd Puin tarafından Yemende bulunan Kur'an'ın radyoaktif karbon incelemesiyle M.S. 645-690 yıllarına ait olduğu ortaya çıktı. Daha da ilginci araştırmaların devamında bulunan bu Kur'an'ın yazılarının silindiği ve üzerine yeniden günümüz Kur'an ayetlerinin yazıldığı görüldü. Yeni yazılar eski yazılarla benzerlik içerse de tamamen farklı yazılar da vardı. Neyse fazla uzatmayalım, bu mevzuyu ayrıca ele alacağım. Dönelim asıl meselemize Kur'an'daki çelişki ve tutarsızlığa.

KUR'AN'DAKİ ÇELİŞKİ VE TUTARSIZLIKLAR

İlk önce Kur'an'daki sayısal hatalara göz atalım. Eğer Müslümanların dediği gibi Allah her şeyi biliyorsa, tüm evrenin sırrına vakıfsa o zaman böyle basit matematiksel hatalar yapması çok ilginç.
A'raf/7:54 "Şüphesiz ki Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a istivâ eden, geceyi durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah'tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir!
Ayetten anlaşıldığı gibi Allah yer ve gökleri altı günde yaratıp bitirdiğini söylüyor. Peki başka ayetlerde ne diyor bir bakalım.
Fussılet/41:9. "De ki: Gerçekten siz, yeri iki günde yaratanı inkâr edip O'na ortaklar mı koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.
Fussılet/41:10. "O, yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Orada bereketler yarattı ve orada tam dört günde isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir etti.
Fussılet/41:12. "Böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti. Ve biz, yakın semâyı kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk. İşte bu, azîz, alîm Allah'ın takdiridir.
Hesap edelim: 2 gün yer + 4 gün yiyecekler + 2 gün gökler = 8 GÜN.

Gördüğünüz gibi yeri ve göğü 6 günde yarattığını iddia eden Allah bu yaratılışı izah ederken sayısal hata yapıyor. Bir başka çelişkiye bakalım.

Kur'anda birçok mesele yazıldığı gibi en çok verilen meseleden biri de ölmüş bir insanın vasiyetiyle mirasının paylaşılması meselesidir. Her konuda olduğu gibi burada da kadınlar arka plana atılmıştır. Önce ayetlere bakalım:
4/Nisa suresi 11: "Allah size, çocuklarınızın (mirası) hakkında şöyle tavsiye ediyor. Erkeğe, kadının payının iki katı, fakat, eğer kadınlar ikiden fazla iseler, o zaman terekenin (mirasın) üçte ikisi onlarındır ve eğer o (kadın) bir tek ise, o zaman yarısı onundur. Eğer ölenin çocuğu varsa, onun anne ve babasının her biri için, bıraktığı mirasın altıda biri pay vardır. Fakat onun çocuğu yoksa ve yalnız ana-baba mirasçı oluyorsa, o taktirde, üçte biri annesinindir (geriye kalan babanındır). Fakat eğer ölenin kardeşleri de varsa, o zaman, altıda biri annesinindir. Bunlar, borcu ödenip ve de vasiyeti yerine getirildikten sonradır. Babalarınızdan ve oğullarınızdan hangisinin fayda bakımından size daha yakın olduğunu bilemezsiniz. (Belirlenen bu paylar) Allah'tan bir farzdır. Muhakkak ki Allah, Alîm’dir, Hakîm'di.
4/Nisa suresi: "Ve eğer eşlerinizin (kadınlarınızın) çocukları yoksa, onların bıraktıklarının yarısı sizindir. Fakat eğer onların (kadınların) çocukları varsa o zaman dörtte biri sizindir. (Bunlar) yapılan vasiyet veya (üzerindeki) borç ödendikten sonradır. Ve eğer sizin çocuğunuz yoksa, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır (kadınlarındır), fakat eğer çocuğunuz varsa o taktirde bıraktığınızın sekizde biri onlarındır (kadınlarındır). Bu da yaptığınız vasiyet veya borç (ödendikten) sonradır. Ve eğer miras bırakan erkek veya kadının evlâdı ve ana-babası olmayıp, erkek veya kız kardeşi varsa, bu taktirde ikisinden her biri için altıda biridir. Fakat eğer bundan daha fazla iseler, o zaman onlar üçte bire ortaktırlar. Bunlar (kimseyi ) darlığa düşürmeden yapılan vasiyet ve de borç ödendikten sonradır. (İşte bunlar), (size) Allah tarafından vasiyettir. Ve Allah Alîm'dir, Halîm'dir.
4/Nisa suresi 176:  "Senden fetva istiyorlar. De ki: Allah, kelâle (annesi, babası ve çocuğu olmayan kişi) hakkında şöyle fetva veriyor. Eğer kişinin (erkeğin) ölümünde, onun çocuğu yoksa ve kız kardeşi varsa, o taktirde bıraktığının yarısı onundur. Ve eğer onun (ölen kız kardeşin) oğlu yoksa, o (erkek kardeş), ona (kız kardeşe) varis olur. Fakat, eğer iki kız kardeşi varsa, o taktirde bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Ve eğer kadın ve erkek birçok kardeşlerse, o zaman “iki kız kardeş payı” kadarı erkeğindir. Allah, şaşırırsınız diye size beyan ediyor (açıklıyor). Allah her şeyi en iyi bilendir.
Farz edelim ki bir Müslüman insan ölmüş ve geride üç kız evlat, bir ana, bir baba ve eşini bıraktı. Bu durumda mirasın 2/3'ü kızlarına, ana ve babanın her birine 1/6, eşine ise 1/8 pay kalacak.

Hesap yapalım: 2/3 + 1/6 + 1/6 + 1/8 = 1.125 (toplamın 1 olması gerekirdi)

Yani miras paylaşıldığı zaman her bir mirasçının aldığı payın toplamı mirasın kendinden fazla ediyor. Evrenin yaratıcısı Allah böyle basit bir hesap hatası yapmayacağı için bu ayet Allah'a değil hesap bilmeyen Muhammed'e aittir.

Gelelim Allah katında bir günün dünya zamanıyla kaç sene olduğuna. Bu meselede diğerleri gibi çelişkilidir, zira ayetlerin biri diğeri ile örtüşmüyor.
Secde suresi 5: Gökten yere kadar bütün işleri Allah yürütür. Sonra bu işler, süresi sizin hesabınızla bin yıl olan bir günde O’na yükselir.
Bu ayette Allah bir günde yaptığı işin insanların zamanıyla bin yıla denk geldiğini söylüyor. Bir diğer ayete bakalım:
Mearic suresi 4: Melekler ve Ruh (Cebrail) ona süresi elli bin yıl olan bir günde yükselir.
Bu ayette ise Cebrail'in Allah'ın yanına bir günde gittiğini söylüyor ve bu bir günün elli bin yıl olduğunu net olarak söylüyor. Muhammed zamanında Kur'an ayetleri yalnızca sözle sözlendiği (yazılmadığı) için önceki ayetteki söylediği sayıyı bir sonraki ayette unutması ve başka sayı söylemesi gayet mantıklı. Nasıl olsa o da bir insan.

Kur'an'a göre kaç tane cennet var?
Kur'an bazı ayetlerde cennet sözcüğünü tekil manada işlemiştir. Bu ayetlere bakan her hangi bir insan kolaylıkla bir tane cennetten bahsedildiği kanaatine varır.
Zümer 73: "Rablerine karşı gelmekten sakınanlar, bölük bölük cennete götürülürler... (ayrica bakiniz 41/Fussılet:30-32, 57/Hadid:21, 79/Naziat :40-41.)
Yukarıdaki ayetlere göre cennetin sayısı birdir. Ama şimdi göstereceğimiz ayetlerde Allah cennetten bahsederken çoğul şekilde sözler kullanır. Bu da cennetin birkaç tan olduğu manasına gelir.
Kehf 31:  İşte onlara (onlar için) Adn cennetleri vardır. Onların altından nehirler akar. (Ayrıca bakınız Ayrıca bak. 22/Hacc:23; 35/Fatır:33; 78/Nebe:31-34.)
Yüce yaratıcı önce yazdığını sonra unutamayacağı için demek ki bu Muhammed'in yanlışıdır.

Hristiyanlar cennete (cennetlere) girebilir mi?
Günümüz din adamları (tüccarlar) İslam'dan başka bir dine mensup olan hiç kimse cennete giremez diyor. Bu konuyla ilgili olarak Kur'an'da olumlu ve olumsuz (girer ve giremez) manalarında ayetler vardır. Şükürler olsun ki günümüz Müslümanlarının kafası Muhammed'inki ve Allah'ın ki kadar karışık değil, yani cennete giremeyecekleri konusunda daha netler. Çünkü Kur'an'da bir kaç ayet Hristiyanlar cennete girebilir derken bir başka ayet giremez diyor.
Bakara 62: Şüphesiz, inananlar (Müslümanlar) ile Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sâbiîlerden (her bir grubun kendi şeriatında) “Allah’a ve ahiret gününe inanan ve salih ameller işleyenler için Rableri katında mükâfat vardır; onlar korkuya uğramayacaklar, mahzun da olmayacaklardır” (ayrıca bakınız 5/Maide:69)
Yukarıdaki ayetlere göre Hristiyanlar ve başka dinden olanlar cennete girebilirler.
Ali Imran 85: Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.
Bu ayet ise açık bir şekilde İslam dışında başka dine mensup kimsenin cennete giremeyeceğini anlatıyor.

Hesap gününde şefaat (kayırma) var mıdır?
Müslümanların en çok söyledikleri şey Allah'ın kimseye torpil yapmayacağıdır. Ben de tüm kalbimle buna inanıyordum ama biraz araştırınca bunun böyle olmadığını gördüm. Bir düşünün eğer tüm insanları Allah yaratsaydı o zaman hesap gününde onları sorguya çekince hiç kimseyi kayırmaması gerekirdi. Kur'an'ın bazı ayetleri bunun böyle olacağını söylerken bazı ayetlerde torpile izin verildiğini görüyoruz.
Bakara suresi 48: Kimsenin kimseden faydalanamayacağı, kimseden bir şefaat kabul edilmeyeceği, kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği günden korunun.
Ayette açıkça hesap günü hiç kimsenin bir başkasına şefaat edemeyeceğini belirtiyor. Aslında olması gereken de bu zaten. Zira Allah bir başkasının lafıyla birinin günahlarını bağışlarsa o zaman Tanrının adaleti şüphe altına girer. Ama bir başka ayete baktığımızda şefaate izin verildiğini görüyoruz:
Meryem suresi 87:  Rahman’ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır.
Ayet hesap gününde Allah'ın konuşmaya izin vereceği kişilerin şefaat edebileceğini anlatıyor. Muhtemeldir ki Muhammed hesap gününde söz alacak olan insanlardandır. Şimdi size soruyorum: Eğer Muhammed söz alarak dinsiz olan amca Ebu Lehebe (asıl ismi Abdüluzza b. Abdulmuttalib b. Haşim'dir) şefaat ederse nasıl olur? Bir Müslüman şefaat edeni yok diye cehenneme girsin ama Ebu Leheb'in Muhammed gibi amcası var diye paçayı cehennemden kurtarsın. Bu ne kadar adaletli?

Kötülük Allah'tan mı gelir?
Nisa suresi 78: Nerede olursanız olun, sağlam kaleler içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir. Onlara bir iyilik gelirse: “Bu Allah’tandır” derler, bir kötülüğe uğrarlarsa “Bu, senin tarafındandır” derler. De ki: “Hepsi Allah’tandır”. Bunlara ne oluyor ki, hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar?
Ayeti çok iyi okuyun. Ayette Allah "iyilik Allah'tandır, kötülük kendinizdendir" lafını eleştiriyor ve akabinde hem iyiliğin hemde kötülüğün Allah tarafından olduğunu açıkça söylüyor. Bir diğer ayete bakalım:
Nisa suresi 79: Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir. Seni insanlara peygamber gönderdik, şahit olarak Allah yeter.
Bir ayet sonrasında ise dediğini inkar edip bu defa tam aksini söylüyor. Bu şaka olmalı. Buradan iki şey anlaşılır. Ya Muhammed çok unutkan yada Kur'an'ı birbirinden habersiz iki Allah yazmıştır.

Allah'ın velisi var mı?
Şimdi bakacağımız ayetler Kur'an'da çelişkileri en net şekilde gözler önüne seren ayetlerden biridir.
Isra suresi 111: Ve de ki: “Övgü, Allah’adır. O çocuk edinmemiştir, yönetimde ortağı ve muhtaçlıktan ötürü de bir velisi de yoktur.” O’nu alabildiğine yücelt.
Yunus suresi 62: Açın gözünüzü! Allah velilerine ne korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar!
Geleneksel dinciler ve ateistlerin aksine ben bu ayetin neden böyle çeliştiğini kendi düşüncelerimle aktaracağım. Düşüncem şu yöndedir ki Muhammed İsra suresi 11.ayeti yazarken insanları bu ayetten etkilenip onu veli olarak görmeyeceklerinden korkarak sonrasında Yunus suresi 62. ayeti kendisine vahiy etmiştir.

Allah sözünden döner mi?
Dincilerin Allah tanımına bakarsak eğer (geleceği bilir, her şeyden haberdardır, her şeyin en doğrusuna karar verir) Allah'ın herhangi bir hükümde hata yapıp sonradan düzeltme gibi bir şansı yoktur. Zira böyle bir şey olursa Allah'ın yukarıda saydığımız vasıfları şüphe altına girer. Kur'anda da bu konuda kesin hükümler vardır.
Fatr suresi 43: Hayır! Sen Allah’ın kanununda değişiklik bulamazsın. Sen Allah’ın kanununda asla bir döneklik bulamazsın. (bakınız Rum suresi 6, Zumer suresi 20 , Ali Imran suresi 9)
Buraya kadar anlaşılmayan hiçbir şey yok. Peki o zaman diğer ayetlerde neden Allah sözünü değiştirebileceğinden bahsediyor?
Bakara suresi 106: “Herhangi bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya unutturursak, onun yerine daha hayırlısını veya benzerini getiririz. Allah’ın her şeye gücü yettiğini bilmez misin?
Eminim ki dinciler mutlaka burada konu farklı diyecek ve unutursak lafını delil olarak sunup bak işte "unutturduk demiyor unutturursak diyor" diyecekler. Bu yüzden Allah'ın "unutturarak" sözünden döndüğüne dair hadislerden birkaç örnek sunacağım sizlere:

"İçinizden kimse, Kur’an’ın tümünü elinde tutuğunu söylemesin. Bunu diyen bilir mi Kur’an’ın tümü ne kadardı, nasıldı? Kesin olan o ki, Kur’an’ın çoğu yok olup gitmiştir." (Bkz. Süyuti, el İtkan, 2/32)

Ebu Ümame’ye bir grup sahabînin anlattığına göre, onlardan biri geceleyin kalkarak ezbere bildiği bir sûreyi okumak ister, ancak besmeleden başka bir âyeti okuyamaz. Sabahleyin bu durumu sormak üzere Peygamber (asm)’in kapısına varır. Derken başkaları da oraya gelip toplanır. Birbirlerine ne için geldiklerini sorarlar. Aynı sûreyi unutma sebebiyle geldiklerini söylerler. Sonra, Resulullah (asm) onları kabul eder ve haberlerini anlatırlar. Unuttukları sûreyi sorarlar. O da bir müddet suskun vaziyette cevap vermeden bekler. Sonra şöyle der: “O sûre, geceleyin neshedildi. Bu yüzden ezberleyenlerin göğsünden ve yazılı bulunduğu her şeyden silindi” (Ebû Ubeyd, s.13-14; İbnu’l-Cevzî, Nevâsih, s. 33.)

İbn-i Mes’ud’un şöyle dediği rivâyet edilir: “Rasulullah (asm)’a bir âyet indirildi. Ben de onu mushafıma yazdım. Sabahleyin bir de baktım ki, kâğıt (varaka) bembeyaz! Bu durumu Rasulullah (asm)’a haber verince şöyle buyurdu: “Bilmiyor musun, o âyet bu gece kaldırıldı” (İbnu’l-Cevzî, Nevâsih, 34)
Şimdi sizlere soruyorum: Kur'an'ı kabul ediyorsunuz, hadisleri de kabul ediyorsunuz peki o zaman Allah'ın sözünden caydığını da kabul ediyor musunuz? Allah bir ayeti vahiy edip sonra onu kaldırıyorsa demek ki bu onun her şeyi bilmediği, en doğru kararı veremeyeceği anlamına gelir.

Konuyu çok uzatmadan burada bitirmek istiyorum. Bu saydığım çelişkiler Kur'anın üzerindeki 2-3 saatlik araştırmanın neticesiydi. İyice bakılırsa Kur'anda tutarsızlık olmayan neredeyse tek bir ayet bile bulamazsınız. Siz de Kur'anı sadece sevap için okumak yerine araştırarak okursanız bunları bizzat şahidi olursunuz. Din tüccarları tarafından daha fazla sömürülmemek için şimdiden okumaya ve araştırmaya başlayın.
Gönüllü Yazar: Kirpi