HABERLER
Dini Haber
islamiyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
islamiyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

MODERN PUTPERESTLER

Yazan: Gregoire de Fronsac
GF, din, islamiyet, İslam ve putperestlik, Modern putperestlik, Putperestliğin başka hali, Putperestlik ve kabe, İslam öncesi kabeler ve putperestlik, Hacc ve putperestlik, İslam Arap putperestliğidir,
Hac ibadeti farklı inançlara sahip bir çok   toplumda bulunmaktadır.
Mesela Japonlar, ataları Güneş’in, bir gün, halen kendilerinin üzerinde ikamet ettiklerine inandıkları adaya inip çevrede dolaştıktan sonra tekrar göğe hareket etmiş olduğunu düşünürler. Atalarının kendilerine bahşetmiş olduğu bu şerefin hatırası olarak Japonlar, yaya olarak aynı güzergahı izlerler ve bu onların haccıdır.

Hindistan'ın Hinduları başka bir hac telakkisine sahipler.  Tanrı görülmediğinden, O’na tazimde bulunmak için ilahi yaratıcı gücün en büyük tezahürlerinin ortaya çıkmış olduğu yerleri, ziyaret etmek gerekir. Örneğin Ganj, en önemli nehirdir, ta Himalayalardan Bengal Körfezi’ne kadar kıtayı sular ve hatta denize açıldığı bir kayadan çıkan Ganj’ın kaynağını ziyaret etmek için yolculuk yapmak Hinduların en önemli haccıdır. Ganj, Alfahabad yakınında, diğer bir büyük nehir olan Jumma ile birleşir ve bu birleşme yerinde bilhassa ay ve güneşin tutulmaları gibi özellikle önemli vakitlerde yıkanmak da, Hindu dininin en büyük haclarından biridir.

Gotama Buda'nın , kendi dininin vahyini bir yabani incir ağacı altında almış olduğuna inanılır. Önce bu ağacı, sonra da bu kutsal ağacın eskiden varolduğu yeri ziyaret etmek Budistlere göre haccın konusunu oluşturmuştur ve oluşturmaya devam etmektedir.
Kısaca bir dinin ermiş kurucusunun doğum yeri, onun defnedildiği yer, bir mucizenin meydana geldiği yer, çeşitli toplumlara göre yeryüzünün farklı bölgelerinde hac yapılmasının sebeplerini oluştururlar.

İslam öncesi Araplar’da Kabe (ve Kabe'ler yani küpler)  putperestlerin en kutsal mabetleriydi ve bölge halklarının hac mekanlarıydı. Mekke'de ki  Kabe eldeki kanıtlara göre İbrahim peygamber tarafından yapılmamıştır, yaklaşık MÖ. 800 lü yıllarda yapıldığı bilinmektedir. Ayrıca Kabe hiçbir zaman Yahudiler ve Hristiyanlar tarafından kutsal sayılmamıştır. Tevrat ve İncil’de Kabe ile ilgili tek bir ayet dahi olmaması bunu kanıtlamaktadır. Kabe MÖ 800 lü yıllardan sonra putperestler tarafından “Allah'ın evi” (Ay Tanrıçası Al-İlah) olarak anılmaya başlanmıştır.
Fakat günümüzde çok önemli bazı araştırmacılar bu bahsettiğimiz Kabe'nin Mekke'de ki Kabe değil , Petra'da bulunan Kabe olduğunu iddia etmekteler (Buna başka bir yazıda değineceğim)

Putperestler Kabe etrafında 7 kez tavaf yaparlardı. Kureyş dışından gelen Bedevi putperestler tavafı çıplak olarak yaparlardı. Putları ziyaret, Hacerül Esved taşına el sürme ve öpme, Safa ve Merve tepeleri arasında gidip gelme, şeytan taşlama hac ibadetinin en önemli ayinlerindendi.

Putperestlerin hac sırasında hep bir ağızdan yaptıkları telbiye de aynen şöyleydi:
"Lebbeyk allahümme lebbeyk.
La şerike leke illa şerikun huve lek.
Temlikuhu ve ma-melek."

Yani bugünün hacıları gibi ..

Bunun yanında oruç , namaz , kurban gibi bazı ritüeller de İslam öncesi putperest - pagan ritüellerdir.
Mesela Kabe'nin üzeri örtüyle kapanmış olmasına rağmen orijinal halinde açıktır , zira ibadet esnasında güneş ışıklarının içeriye girmesi gerekir , keza namaz esnasında da secdeye varmak güneş ışınlarına yüz sürmektir esasen ..

Bugün İslam dininin tüm ibadet ve ayinleri incelendiğinde onların putperest - pagan gelenekler olduğunu rahatlıkla görebiliriz.
Her daim umut ve sevgi ile kalın dostlar..

Kaynaklar:
A guide to the contents of Quran : Farug Sherif.. 1995 / pgs 21-22
Diyanet işleri başkanlığı
Kur'an , İncil ve Tevrat'ın Sümerde ki Kökeni : Muazzez İlmiye Çığ
Din Bu serisi : Turan Dursun

TEK DİN İSLAM AMA ÜÇ FARKLI İSLAM

din, DP, islamiyet, İslamiyetin çelişkileri,Hangisi gerçek İslam, Gerçek İslam, 3 farklı İslam,Vehhabilik,Mehmet Şevket Eygi,Gazali,İbn Rüşd,İslam ve Kur'an apaçık değildir
Kimileri bizleri dinlere hakaret etmekle suçluyor. Ne hakareti? Sure, ayet, hadis paylaşmak ne zamandır hakaret oldu? Kur'an veya İslami kaynaklardan örnekler veriyorum hepsi bu. Sen bu paylaşımları hakaret olarak algılıyorsan bu senin sorunun. Mesela Zeyd'in eşi Zeynep’in bir ayet ile Hz. Muhammed'e eş yapılması konusunda hakaret ediyormuşum. Çarpıtma yapıyormuşum. Kuran veya sünnette yer almayan hangi hususu İslamiyette varmış gibi gösterdim? Hiç yüce Allah, peygamberine "kadınlar kendisini hibe etsin" der miymiş? "O’na teyzelerinin, halalarının, amcalarının kızlarını helal ettik" der miymiş? Yahu Kuran’da var. Ben demedim ki? Aç tefsirleri, mealleri oku be kardeşim! Hiç Kur'an'da kadın ve erkeği eşit yaratan ve eşit haklarla donatan yüce Allah kadınları Cariye yapar mıymış? Savaş ganimeti der miymiş? Açın ayetleri okuyun.

Hiç ravilerin sahih nitelendirmesinde bulunduğu hadislerde Hz. Muhammed’in yok 40 erkek gücünde olduğu, yok gecede kaç hanımıyla beraber olduğu ile ilgili hadis olur muymuş? Var be kardeşim, aç oku.

Tek bir yazımda Kuran veya Kütüb-i Sitte'de yer almayan, kaynağı olmayan/tamamen uydurma tek bir veri bulun, bu sitede yazı yazmayı bırakacağım.

Bu noktada Yalova Üniversitesi’nden İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Ebubekir SİFİL hocayı takdir edeceğim hiç aklıma gelmezdi. Adam İslamiyet’i olduğu gibi kabul ediyor. Ehl-i Sünnet Vel Cemaat doğrultusunda Sünni Hanefi İslam inancı neyi gerektiriyorsa aynen bunu söylüyor. Dışına çıkmıyor. Caner TASLAMAN ile tartıştıkları bir TV programında:  “Ayette kadını dövün diyorsa anlamı dövün ’dür. Ayeti eğip bükmeye gerek yok! Eğer hadiste sineğin bir kanadında zehir ötekinde panzehir var diyorsa bunu kabul edeceksin! ” diyor bu hoca. Var mı yanlışlık? Hele ki Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR ile tartışmaları var ki evlere şenlik. Onun sorduğu soruyu dinden sıyrılmış bir kişiden dahi duymadım. Hem İlahiyat fakültesinde doçent olacaksın hem de böyle bir soru soracaksın. Abdülaziz BAYINDIR Hoca’ya şöyle sordu: “Kuran-ı Kerim’in Kuran-ı Kerim olduğuna Kuran dışından bir delil getirin!”. Abdülaziz hoca kalakaldı. Bu bahsettiğim hususlarda Ebubekir SİFİL’in kendi videoları internet ortamında mevcuttur. Arama motorlarında araştırarak veya Youtube üzerinde arayarak rahatlıkla bulabilirsiniz.

Bu hususta bana kızabilirsiniz ancak eğer birisi İslamiyet’i yaşıyorum diyorsa eğip bükmeyecek. İslamiyet ne ise onu yaşayacak ve onu söyleyecek. Ağzı bir olacak. Tatlı su Müslümanlığı yapmayacak. “Aslında orada o denmek istenmemiş, Aslında orada anlatılmak istenen şöyle…” gibi cümleler kurmayacak. İşte bu nedenle Ebubekir SİFİL hocayı takdir ediyorum. Bizim bahsettiğimiz çelişkilerden (çelişki olarak adlandırmasa da) o da bahsediyor. Ancak o iman etme yolunu seçiyor. Yani “Allah böyle demiştir o halde böyle olmalı ve böyle yapmalıyız.” diyor. Kısacası Tatlısu Müslümanlığı yapmıyor.

Yani bizim bahsettiğimiz çelişkileri yaşayan ya da ortaya koyan sadece biz değiliz. Hakaret etmeden önce oku, araştır sonra eleştir.

Bu çelişkiler üzerinde o kadar çok yazı ve kaynak var ki. Yazıya girişten anlayacağınız üzere yine bu çelişkilerden devam edeceğim.

İhtiyarlık işte. İnsan yazı hazırlarken bazen konuları karıştırıyor bazen de aynı konuyu temcit pilavı gibi tekrar tekrar kaynatıp duruyor. Yazılarım arasında paralellik ve benzerlik olması doğal olacaktır. İhtiyarlığıma verin. Ancak bir husus var ki üzerine fasikül fasikül ansiklopediler yazılsa da cevabı yok. Bize göre yok. Dindarlara göre cevap var.

Dinden sıyrılanların çoğunluğunu aslında yaşadığı dini okuyup araştıranlardan çıkıyor. Tabi küçüklüğünden bu yana dinsel ögeleri reddederek ateist olanlar gibi istisnalar mevcut.

Dinden sıyrılma dönemine girenlerin yaşadıkları süreci bir cetvel haline getirsek, ilk bölümleri sorgulama aşaması kapsar.

Peki, insanlar sorgulama aşamasında kimi, neyi ya da kimleri ve neleri sorgular? Bu noktada birçok parametre var. Bu parametrelerden bir tanesi de din içi pratik çelişkiler.

Aslında bu çelişkiler bile kendi içerisinde dallanıp budaklanıyor. Ancak ben sadece biri üzerinde kafa yoracağım. Daha önceki bir yazımda “Mezhepler” hakkında yazmıştım. Mezhepleri açığa çıkaran hususlar ile ilgili bazı varsayımlarda bulunmuştum. Nasıl ve neden ortaya çıktılar vs.

Kendini “Elhamdülillah Müslüman” olarak nitelendiren her birey dinini en doğru ve en mükemmel haliyle yaşayarak gerçek bir “Mümin” olma peşindedir. Peki, en doğru ve en mükemmel dini nasıl öğreneceğiz? Elbette hocalar yardımıyla.

Hocaların hemen her hususa bir cevabı vardır. Bazen bu cevaplarına kaynak dahi getirirler. Kaynak olarak kimi hocaların veya İslam alimlerinin yüzyıllar evvel yazdıkları bilgiler ile bizi aydınlatırlar.

İçimiz sonsuz bir huzur kaplar. Hocalarımızdan öğrendiklerimizi hayatımıza uygular, bu doğrultuda sonsuz mutluluğu, cenneti, yani ahireti en güzel şekilde hak ederiz. Sanırım buraya kadar sorun yok. İbadetlerini yap, öğrendiğin bilgileri uygula, kendini Cenabı Hakka teslim et. Zaten cennetliksin. Mükafatların en güzeli seni bekliyor.

Şimdi Allah'ın dini ve emri tek olmalıdır. Bu konuda inançlı okurlarımız ile hem fikiriz. İbadetler olsun, pratikler olsun, sünnetler, yorumlar… Hepsi ortak olmalıdır. Sonsuz kudrete sahip yüce yaradan hiç bunlardan yoksun olur mu? Hiç yoruma açık olur mu? Her şey Hz. Muhammed vasıtası ile Kuran-ı Kerim’de şüphesiz ve apaçık bildirildiğinden dolayı ortada farklılık olamaz. Anca usul de belki farklılıklar olabilir ki bunlar da zaten işin tuzu biberi.

İşte tamda bu noktada sorun başlıyor. Küçükken İslamiyet tekti benim için. Yani Tüm Müslüman ülkeler aynı şekilde ibadet ediyor, aynı şekilde yaşıyor, aynı şekilde inanıyordu. İslamiyet’in mucizelerinden bir tanesi de buydu bana göre.

Ancak baktım ki tamda böyle değil. Hemen her İslam ülkesinin ayinleri ve inanç şekli ayrı. Mesela İran şii. Onlar farklı. Tesettür, Allah inancı ve Kuran aynı olmasına rağmen pratikler inanılmaz farklı. Resmen Siyah ve Beyaz gibi. Siyah ve Beyaz’ın ortak yanı bir renk çeşidi olmaları. Onun dışında ortak yanları yok. Yani, İran ‘da Müslüman, Türkiye’de Müslüman, Arabistan’da Müslüman. Ancak hepsi birbirinden farklı. Hangisine sorsanız diğerleri sapkın ve cehennemlik. Kendisinin ki cennete giden yegane yol.

Şimdi inançlı okurlarımız da cennet ile müjdelenene müminlerden olmak istiyorken şu soru akıllarına takılmıyor mu? : "İyi de doğrusu hangisi?"

Sünnilik, Şiilik, Vehhabilik… Hangisi doğru? Size göre Sünnilik ile cennete gideceğiz. Ya onlara göre? Onlara göre de onların mezhebi sadece Cennet'e gidecek. Şimdi Cennet'e giriş hakkını kim kazanacak? Hepsi kazanabiliyor mu? Mantıken hayır. Mantığı geçin, istediğiniz hocaya ve alime sorun, onlar sapkın.

Kısacası, birisi hak ise öbürlerinin cehennemlik olması lazım. Peki, HAK olan mezhep hangisi? Hak Din İslam ise Hak Mezhep hangisi? Allah’ın dini farklı farklı olur mu?
Resmen “Meksika Açmazı” var karşımızda.

Ülkemizde hâkim olan Sünni Hanefi İslamiyet ile Suudi Arabistan’da hâkim olan Vehhabi İslamiyet' i irdeleyelim:
Vazgeçtim. Şimdi irdeleyen ben olursam cahillik ile suçlanacağım.

İyisi mi İslami camiada saygı duyulan bir isimden, Mehmet Şevket EYGİ'nin bu konuda ki fikirlerine bakalım. Kendisinin 06.11.2008 tarihli Milli Gazete ’de yayımlanan makalesine bir göz atalım:

Türkiye de siyasi iktidar İbn Teymiyyeci, İbn Abdülvehhabçı Vehhabîlerin eline geçse ve aşağıda anlattığım işleri yapacak güçleri olsa mutlaka yaparlar:
(1) Başta İstanbul da Eyyub Sultan semtine şeref veren Ashab-ı Kiram ın büyüklerinden, mihmandar-ı Resûl-i Kibriya (Sallallahu Aleyhi ve sellem), gerçekten büyük mücahid Ebu Eyyub el-Ensarî radiyallahu anh efendimizin türbe-i şerifini yıkarlar. Mezarını düzleyip yerini bilinmez hale getirirler. Ülkede bir tek evliya türbesi bırakmazlar, dümdüz ederler.
(2) Sadece bununla yetinmezler, ne kadar eski yeni Müslüman kabri varsa kırarlar, düzlerler.
(3) Tarikatlar bizde zaten yasak, açıkça zikrullah yapılamıyor; onlar büsbütün yasaklar.
(4) Mevlid-i şerif okunmasını yasak kılarlar.
(5) En makbul ve muteber salavat kitabı olan Delail-i Hayrat ı yasak ederler, mevcut nüshalarını toplayıp imha ederler.
Gerçek mi söylüyorum .. Suudî Arabistan da bu dediklerim yapılmamış mıdır? Sadece Efendinizin (sallallahu aleyhi ve sellem) türbe-i şerifini yıkmadılar, daha doğrusu yıkamadılar.
Şimdi bazı kimseler itiraz edecekler ve "Onlar namazın ikamesi, cemaate devam, kadınların tesettürü, şer î hadlerin muhafazası gibi çok faydalı işler de yapıyorlar..." diyecekler. Elbette yapıyorlar, bunları inkâr eden yok. Namaza ve cemaate, tesettüre önem veriyor diye yanlış taraflarına, bilhassa akaid sahasındaki bozukluklarına göz mü yumalım
Akaid sahasındaki bazı bozuklukları nelerdir?
Müslümanların büyük kısmını şirk ve küfür ile suçluyorlar. Onlara göre dünya üzerindeki Müslüman sayısı pek azdır.
Allah-u Teâlâ hazretlerine cisim, cihet, el, ayak, yüz isnad ederek mücessime fırkasıyla paralellikler arz ediyorlar.
İslâm ın bir boyutu olan tasavvufu inkâr ediyorlar, tasavvuf ve tarikat büyüklerine müşrik, "Şeytan evliyası" diyorlar.
Tevessülü ve istigaseyi sapıklık olarak kabul ediyorlar.
Vehhabî isyanları esnasında, kendileri gibi inanmayan Müslümanların kanlarını heder, mallarını ganimet olarak kabul etmişler, çok Müslüman kanı dökmüşler, çok yağma yapmışlardır. (Eyüp Sabri Paşa nın "Tarih-i Vehhâbiyan" kitabını okuyunuz. Bugünkü Türkçeyle yanında Osmanlıcası hem İslam harfleriyle, hem latin harfleriyle hepsi tek kitap halinde baskısı vardır.)
Ehl-i Sünnet büyüklerinden Ruhü l-Beyan tefsiri sahibi Bursalı İsmail Hakkı Hazretleri, Şeyh-i Ekber Muhyiddin İbn Arabî hazretleri için "O hâtemü l-Evliyadır" buyurmaktadır. Vehhabîler ise, pîrleri İbn Teymiyye gibi ona "Şeyh-i Ekfer" (En kâfir şeyh) derler. Vehhabîlerin ve zihniyetlerinin hakim olduğu yerlerde İbn Arabî yi yüceltmek, açıkça sevmek yasaktır.
Vehhabîlik tek boyutlu ve çok bozuklukları olan bir İslâm anlayışıdır.
Onlar kendilerine Vehhabî denilmesinden hoşlanmazlar, kendilerini Selefî olarak tanıtırlar. Bu selefîlik, İslâm ın başındaki Sâlih Seleflere mi dayanır Hayır, kurucusu İbn Teymiyye olan bir fırka veya mezheptir.
Tarih boyunca dünyanın çeşitli coğrafyalarında çeşitli İslâmî uygulamalar olmuştu. Birkaçını zikr edeyim: Emevî uygulaması, Abbasî uygulaması, Fatımî uygulaması, Hindistan da İslâm sultanlığı uygulaması, Endülüs uygulaması, Osmanlı uygulaması, Vehhabî uygulaması, İran uygulaması...
Bu uygulamada, Kur ân a ve Sünnet e en yakını Osmanlı uygulamasıdır. Nitekim 19 uncu asırda yaşamış büyük alimlerden Mekke Şafiî Reisü l-uleması Zeyni Dahlan hazretleri Fütuhat-i İslâmiye Tarihi adlı eserinin Osmanlılar bölümünde "Hulefa-i Râşidîn den sonra Kitap ve Sünnete en uygun İslâmî devlet Osmanlı devletidir" demektedir. (Bu zatı Vehhabîler hiç sevmezler. Çünkü "Ed-Dürretü l-seniyye fi r-Reddi ale l-Vehhabiyye" adında bir reddiye kitabı yazarak Vehhabîliği çürütmüştür.)
Vehhabîlik konusunda Ehl-i Sünnet alimleri şu ana kadar binlerce red kitabı ve risalesi telif etmişlerdir.
Günümüzde birtakım ilahiyatçılar Vehhabîliği gerçek İslammış gibi yorumluyorlar. Gerçek İslam Ehl-i Sünnet İslamlığıdır ve onunla Vehhabîlik arasında hayli derin uçurumlar, büyük uyuşmazlıklar bulunmaktadır.
Suudî Arabistan, petro dolarla dünyanın her yerinde Vehhabîlik propagandası yapmakta, ekipler çalıştırmakta, kitaplar yayınlamaktadır. Bir ara Almanya daki imamların maaşlarını Mekke deki Râbitatü l-İslâmiyye teşkilatı veriyordu.
Keşke bu paralarla Kitap ve Sünnete uygun gerçek İslâm ın propagandası, daveti yapılsaydı... Heyhat!
Vehhabîlik mezhebi diyorlar. Doğrusu Vehhabîlik fırkasıdır.
Vehhabîlerin son devirde yaşamış, kendilerince büyük alimlerinden biri Medine-i Münevvere deki İslam Üniversitesi rektörü Abdülaziz bin Baz dır. Bundan kırk sene önce bu zat ile bir görüşmem olmuştu. Kendisinin iki gözü ama idi, yani görmezdi. Bir derste Kur'ân'daki müteşâbihatın tevil edilmemesi gerektiğini, zahirî ve lügavî manalarına alınmasını söylemiş. Talebelerinin biri de itiraz etmiş (Ne cesaret), hoca diretmiş, talebe de onu "Bu dünyada kör olanlar, ahirette de kör olacaktır ayetini sizin zihniyetinizle yorumlarsak, siz ahirette de kör kalacaksınız..." diyerek çürütmüş. Öğrencinin akıbeti acaba ne olmuştur
Bu Bin Baz cenaplarının, yer küresinin yuvarlak olmadığına, güneşin etrafında dönmediğine dair bir de matbu (basılmış) kitabı vardır.
Medine de iken duymuştum. Bu Abdülaziz bin Baz bir gün o kutsal caminin bir köşesinde şöyle vaaz ediyormuş: "Tarikat velileri, mesela Gazalî, Abdülkadir Geylanî, Ahmed er-Rufaî ve diğerleri evliyaurrahman değil evliyauşşeytandır..." Bunu duyan yerli Sünnî Müslümanlar kısık sesle "Neuzübillah (Allah a sığınırız)" diyerek oradan uzaklaşmışlar.
Ülkemizde şu anda hayli Vehhabî yazar, hoca, ilahiyatçı, yayıncı bulunmaktadır. Bunlar bilhassa internet siteleriyle propaganda yapıyor. Yayınladıkları kitap ve risalelerin sayısı da az değildir.
Böyle giderse, petro dolarlarla beslenen bu akım Ehl-i Sünnet i ikinci plana itebilir.

Yazının tamamına yer vermemin sebebi, eğer aradan belirli cümleleri seçsem hemen suçlamalar gelecekti “Yazının tamamına bakmadan cımbızla ayıklamışsınız, Ya öyle denmiyorsa!...” neden yazının tamamını buraya koyduğumu şimdi anlamışsınızdır.

Bizi eleştirenler Kuran’da yer alan ayetleri eğip bükmek ile suçluyorlar.
Bakın bakalım ayetleri eğip büken biz miyiz? Yoksa ayetleri eğip bükerek, farklı anlamlar çıkartıp İslamiyet’i mezheplere ve fırkalara bölen hocalarınız ve alimleriniz mi?

Bu yazıda yer alan hususlar ile ilgili türlü reddiyeler geliştirerek türlü türlü cevaplar verebilirsiniz. Hatta bu reddiyeleri "Yüce Öngörü sahibi, yıllar önce yaşamış bilmem ne hoca efendi hazretleri" de risalelerinde yazmış olabilir. Zaten bu hususlar yüzyıllardır tartışılıyor.

Eğer ki beyin kıvrımlarınızda bu sorular ve çelişkiler dolanıyorsa sizi şeytan kandırmıyor ya da nefsiniz size ihanet etmiyor. Mantığınız ile baş başa kaldınız. İster kendi öz mantığınıza uyarsınız, isterseniz başkasının mantığına. Size kalmış.

Ortada tek ve son olan din İslam var. Ama bu İslam aynı zamanda 3 farklı model almış. Sünni, Şii, Vehhabi… Ben çıkamadım bu Meksika açmazından. İnançlı arkadaşlar çıkar umarım.

Bu noktadan sonra dinden sıyrılmış okurlar yazıya devam etmeyebilirler. Ancak, inançlı okurlarımıza yönelik olarak midenize son bir küçük sinek, aklınıza bir Hin’lik düşürerek yazıma son vereyim. Normal tabi. Benim gibi sapkın, cehennemlik, şüphesiz zalimlerden olan birinden ne beklenir ki? Neyse sadede geleyim.

Şu meşhur Gazali’yi hepiniz bilirsiniz. Hani ülkemizde ne kadar Tasavvuf ehli varsa onların Piri. Ehli Sünnet Vel Cemaat Hanefi Sünni mezhebinin neredeyse kutbu olan Gazali.

Ya İbn Rüşd’ü bilir misiniz? Biliyor iseniz ya İbn Rüşd’ün Gazali’ye yaptığı o muhteşem reddiyelerden haberiniz var mı? Eğer İslam alemi vakti zamanında Gazali değil de İbn Rüşd’ü tercih etseydi şu an nasıl bir İslam coğrafyasından yaşıyor olunurdu?
Hadi bir araştırın bakalım.
Sağlıcakla kalın.

Yazan: Demon Product

ALLAH İNSANI MUHAMMED İÇİN Mİ YARATTI?

A, Allah insanı Muhammed'i sevdiği için mi yarattı?, Allah insanı Muhammed'in yüzü suyu hürmetine mi yarattı?, Allah insanı niye yarattı?, din, islamiyet,
ALLAH İNSANI MUHAMMED'İN YÜZÜ SUYU HÜRMETİNE Mİ YARATTI?
Bu, hadisçi olan bir kısım Müslümanca söylenen sözlerdendir, kanıt olarak ise aşağıdaki hadisler gösterilir:
  • (Bu nur, gökte Ahmed, yerde Muhammed denilen, zürriyetinden bir peygamberin nurudur. O olmasaydı, seni de, yer ve gökleri de yaratmazdım.) [Mevahib-i ledünniyye]
  • (Yâ Âdem, Muhammed aleyhisselamın ismiyle her ne isteseydin, kabul ederdim. O olmasaydı, seni yaratmazdım.) [Hâkim]
  • (Ey Resulüm, İbrahim’i halil [dost], seni de habib [sevgili] edindim. Senden daha sevgili hiçbir şey yaratmadım. Senin, benim indimdeki yüksek derecenin bilinmesi için, dünyayı ve dünya ehlini yarattım. Sen olmasaydın, kâinatı yaratmazdım.) [Mevahib-i ledünniyye]

Fakat bu konuda Müslümanlar bile kendi içlerinde ortak noktada buluşamadılar. Bazı Müslümanlar bu hadislerin güvenilir olmadığını ve Kur'an'da geçen aşağıdaki ayetlerden dolayı kabulünün mümkün olmadığını söylüyorlar:
  • O Allah’tır ki, yeryüzündekilerin tümünü sizin için yarattı. (2-Bakara-29)
  • Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. (51-Zariyat-56)
  • “Biz Allah’ın peygamberleri arasında ayırım yapmayız, duyduk ve itaat ettik. Ey Rabbimiz, bağışlamanı dileriz, dönüş ancak sanadır.” dediler. (2-Bakara-285)
  • Şöyle deyin: “Allah’a, bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, onun torunlarına indirilene, Mûsa’ya ve İsa’ya verilene ve diğer nebilere verilene inandık. Bunlar arasından hiç kimseyi ayırmayız. Biz yalnız O’na teslim olanlarız. (2-Bakara-136)

Tabi ki ortada bir gerçek varsa o da "hadis" konusunda bile bir ortak görüş olmadığıdır. Kur'an'dan sonra en güvenilir kaynak kabul edilen Buhari bile bazı Müslümanlarca reddedilebiliyor, fakat gel gör ki tüm ibadetler de "hadislere göre" yapılıyor.

Neyse konudan kaymayayım, bu konu ile ilgili karar sizin kendinize aittir. Fakat şu gerçek ki eğer insanlar bir başkası için yaratılmışlarsa bu yaratıcının bir başkası için yarattığı canlıyı "gerçekten" sevdiğine inanmak kendini kandırmak olur.
Peki o halde İslamiyete göre Allah insanı niye yarattı? diye soruyorsanız, onun için de buraya tıklayınız.

Yazan: Anu

ALLAH İNSANI NİYE YARATTI ?

Hazırlayan: A.Kara
A, din, islamiyet, Allah insanı niye yarattı?, İnsan neden yaratıldı?, Allah bizi neden yarattı?, İmtihan için yaratılmak, Dünya sınav mı?, Allah'ın bilinmek istemesi, Allah ibadete muhtaç mı?,

İslamiyet'te "Allah insanı neden yarattı?" diye sorduğunuzda alacağınız farklı farklı cevaplar vardır. Bu cevaplar şunlardır:
  1. Allah "Bilinmek" ve tapınmak istedi.
  2. İbadet için yarattı.
  3. Onun her şeyden daha büyük olduğunu ilan etmemizi istediği için yarattı.
  4. İnsanı imtihana sokmak için yarattı.
Peki bu cevaplar sizin aklınıza %100 yatıyor mu? Yani hiçbir şeye ihtiyacı olmayan her şeyden üstün olan bir yaratıcının yukarıdaki nedenlerden dolayı insanı yaratmış olduğuna inanmak konusundaki çelişkiyi görmüyor musunuz, yoksa inancınız gereği gözlerinizi kapayıp görmezden mi geliyorsunuz?
"Neden böyle diyorsun yahu zındık" diyecek olursanız cevaplamaya başlayayım. Tek tek insanın yaratılması için İslamiyet'te anlatılan sebepleri inceleyelim:

1) BİLİNMEK VE TAPINMAK İSTEDİ
Kur'an'da anlatıldığı üzere Allah insanı yaratmadan önce meleklerin ve cinlerin var olduğu anlatılıyor. Ayrıca bu melekler ve cinler Allah'ı "biliyor" ve ona "ibadet" ediyor yani tapıyorlar. Doğru mu? Sende biliyorsun ki, doğru.

O halde, zaten ona tapanlar ve ibadet edenler olduğu halde insanı neden bu bahaneyle yaratsın? Bu orijinal yani yeni bir fikir değil ve tapılmaya, bilinmeye ihtiyacı yok çünkü bunlara zaten sahip.

Belki diyeceksin ki, eee tamam ama insana özgür irade verdi, belki de özgür iradesi olanlar tarafından bilinmek ve tapılmak istiyordu? iyi güzel hoş ama bu tez de içinde bir sürü mantık hatası barındırıyor:
1) Allah tapılmaya muhtaç mı?
2) Allah bir yandan her şeyden üstün bir güç gibi anlatılırken diğer yandan "insanmış gibi" görünmüyor mu? İstekleri, sözleri, hırsı, siniri ve egosu onu yüce yaratıcı sınıfından uzaklaştırmıyor mu?
3) İnsana özgür irade vermiş olsa bile aynı zamanda kaderi kendinin yazdığını, dilediğini saptırıp dilediğini iyi yola sürüklediğini söyleyerek büyük bir çelişkiye ve tapınma isteği ile çelişkiye düşmüş olmuyor mu? Çünkü eğer benim kalbimi mühürlemiş ise ve ben onun isteği ile ona tapmıyor isem beni yaratma gayesi amacından sapmış olur (Ayrıca Kur'an'da kader konusunda büyük çelişkiler vardır, bunu önceki yazılarımızda anlattık, tıklayarak okuyabilirsiniz).
4) Birini size tapması için yaratmak ego ve kibir değilse nedir?
5) "İnsan olmayan" insandan ve her şeyden üstün denilen ilahi bir gücün bu gibi istekleri olması ve trilyonlarca insanı sırf bu yüzden yaratması sizin mantığınıza nasıl sığıyor?

2) İBADET İÇİN YARATTI
Yukarıda da dediğim gibi, eğer ibadet için yarattı ise bu onu bir şeylere muhtaç konuma iter. Eğer muhtaç değil ve beni ibadet etmem için yarattı ise bu sefer de "boşuna" yaratmış olur çünkü eğer bana ve benim ibadetime ihtiyacım yok ise yaptığım ibadet "boşadır".

Yooo, ibadet boşa değil, ahiret için yapıyoruz, yani imtihan için diyorsanız eğer, onu 4. madde de yazacağım merak etmeyin.

3) ONUN HER ŞEYDEN ÜSTÜN OLDUĞUNU İLAN ETMEMİZ İÇİN YARATTI
Tamam, diyelim ki tüm insanlar inandı, onun her şeyden üstün olduğuna da söylediler. Peki ya sonra? Neye ulaşacak? Ne elde etmiş olacak? Bu bile dinlerdeki ve İslamiyet'teki yaratıcının insan ürünü olduğunun göstergesidir.

Çünkü istediği şeyin sonucunun bir "faydası" yok. Tüm insanlar "Evet Allah çok büyük" dese bu ona ne kazandıracak? Bilinmenin sevincini, istediğin şeyin sonucunu elde etmenin mutluluğunu, zafer duygusunu mu neyi kazandıracak? Bunlar insani arzular değil mi? O halde bu maddeye bakarsak eski pagan tanrıları ile arasında bir fark yoktur. İstekleri insanidir.

4) İMTİHANA SOKMAK İÇİN YARATTI
Laf olsun, sadece anlayabilmeniz için hayal edin diye diyorum. Diyelim ki öyle bir gücün var ki ne istesen yaratabiliyorsun. Bir gün "bir canlı yaratacağım çünkü onları imtihana sokmak istiyorum" dedin ve bir canlı türü yaratıp bir araziye saldın. Bu, temelde kendin için yaptığın bir şey mi yoksa onlar için mi? Kendin için dimi? Çünkü onlar yokluktan seslenerek "bizi yarat" demediler.
Ama sen hem onları yarattın, hem de sana ibadet etmezlerse onları ateşlerde yakacağını, akla hayale gelmeyecek yollarla işkence edeceğini söyledin. Bu yaptığın ve bundan doğacak olan sonuçları (ibadet etmeyip yakacağın canlılar) vicdanın kaldırır mıydı? Onları oyuncağın olmaktan, satranç tahtasındaki bir piyon olmaktan öteye götürür müydü?

Kendi yarattığın canlıya zorunlu olarak bir şeyler dayatan ve yapmazlarsa onlara işkence edecek biri olarak eğer kalkıp yarattığın canlılara "iyilik yapın", "iyi olun" deseydiniz ve "merhametli" olduğunuzu söyleseydiniz bu ne kadar samimi olurdu? Çelişki barındırmaz mıydı?
Cevap sizde...

BÜYÜ VE FAL TEORİSİNE GİRİŞ

din, DP, islamiyet, Büyü,Büyü var mı?,İslam'a göre büyü,Muhammed'e büyü yapıldı mı?,Cinci büyücü hocalar,Burç ve fal yalanları,Büyü yalanı,Dua ve büyü yalanları,Hadislerde büyü

BÜYÜ VE FAL TEORİSİNE GİRİŞ


Büyü… Halkımızın en çok korktuğu, adını bile anmak istemediği mistik olgu. Büyüler tüm çağlar boyunca, hemen her din ve toplumda görülmüştür. Çeşitli amaçlarla gerçekleştirilen bu mistik olgu, bazen çeşitli ayin ve materyallerle desteklenerek daha gizemli ve esrarengiz bir hal alıyor.

Hali hazırda toplumumuzun büyük bir çoğunluğu büyü ve büyücülüğe inanıyor. Hatta deist ve ay ateist kesimlerden dahi büyüye inananlarla karşılaşıyoruz. Şimdi inançsız okurlar bana kızabilirler ancak büyüye inananların savunması şu şekilde: “ Ben tanrıya inanmıyorum. Ama insan beyninin gücü yadsınamaz. Büyü ayinleri katalizör vazifesi görerek bu beyin gücünün odaklanmasını ve istenen unsurun gerçekleşmesinde motor gücünü teşkil ediyor.”

Yani bir insan dinden de, tanrıdan da sıyrılabilir. Ancak büyüden zor. Çünkü hemen hemen tüm dinlere ve kültüre yayılmış, onları biçimlendirmiş bir olgu.

Yahudilerde, Hristiyanlarda, paganlarda kısacası hemen her inançta karşımıza çıkıyor.

Büyünün daha soft bir biçimi “nazar” adıyla karşımıza çıkıyor. İnanışa göre göz değmesi olarak adlandırılan bu fenomende kişinin istem dışı psişik güçleri devreye giriyor, ya kişiye ya da bir materyale zarar veriyor.

 Zaten toplumumuz büyü ve nazar konularında engin (!) bilgilere sahip olduklarından dolayı bu konunun derinine inmeyeceğim.

İslami ölçekte değerlendirildiğinde büyü var. Hatta İslam peygamberi Muhammed’e bile büyü yapılmıştır.

Beraberce İslami literatüre bir göz atalım:

“Peygamberimizin, zilhicce ayında Hudeybiye’den döndüğü ve muharrem ayına girmiş bulunduğu sırada idi ki Medine’de kalan Yahudilerin elebaşları, Müslüman olduğunu açıkladığı halde, münafıklıktan ayrılmayan Yahudi Lebid b. Asam’ın yanına vardılar. Lebid Zurayk oğullarının müttefiki idi. Kendisi sihirbazdı. Yahudiler onun sihirde ve sihirle adam öldürmekte Yahudilerin en bilgilisi olduğunu biliyorlardı.

 Ona:
-Ey Ebul’Asam! Sen bizim sihirbazımızsın! Muhammed, bizim erkeklerimizi ve kadınlarımızı büyüledi. Biz, ona karşı bir şey yapamadık. Sen, O’nun bize neler yaptığını dinimize nasıl aykırı davrandığını bizden kimleri öldürdüğünü veya sürgün ettiğini gördün.! Biz bütün bu yaptıklarına karşı onu sihirleyip cezalandırmak üzere seni tutuyor, görevlendiriyoruz." dediler ve Peygamberimizi sihirlemesi için de ona üç altın verdiler.

Lebid b. Asam; Peygamberimizin tarağı ile başından taranmış saçlarını elde etmeğe girişti. Yahudilerden bir genç, gelir gider Peygamberimizin işini tutardı. Yahudiler, peygamberimizin saç ve sakal tarantısı ile bazı tarak dişlerini elde edinceye kadar bu gencin üzerine düştüler.

Yahudi genci, Peygamberimizin saç tarantısı ile tarak dişlerini alıp Yahudilere verdi. Lebid. B. Asam istediklerini elde edince ona bir takım düğümler düğdü ve üfledi. Bu düğümlenmiş ve üflenmiş saç tarantılarını, erkek hurmanın kurumuş çiçek kapçığının içine koydu. Sonra onu götürüp kuyunun içindeki basamak taşının altına yerleştirdi. Bu kuyu Zurayk Oğullarına aitti.

Sihir yapılmasının ardından Peygamberimizin sıhhati bozuldu. Başının saçları dökülmeğe başladı. Peygamberimiz, yapmadığı bir işi yapmış, ailesine yaklaşmadığı halde, yaklaşmış gibi sanır oldu. Gözlerinin de feri azaldı. Ashab-ı Kiram Peygamberimizin hastalığını yoklamağa geldiler. Hastalığı günlerce sürdü. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 367)

Peygamberimiz hastalanınca Lebid b. Asam’ın kız kardeşlerinden birisi, Hazreti Aişe (Radıyallahu anha)nın yanına gelmişti. Kadın, Peygamberimizin hastalandığını öğrenince, dönüp bunu kız kardeşlerine ve Lebid’e haber verdi. Onlardan birisi:

-Eğer o gerçekten bir Peygamberse kendisine bu iş Allah tarafından haber verilir. Aksi takdirde, bu sihir kendisine nereden gösterilir? En sonunda aklı başından gider. Böylece de, kavmimiz ve dindaşlarımız umduklarına ermiş olur.” Dedi.

Hazreti Aişe, Peygamberimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) den şöyle rivayet ediyor: Nihayet Resulüllah günün birinde tekrar tekrar dua etti. Sonra da bana: “Ey Aişe! Yapmış olduğum duamı Allah’ın kabul buyurduğunu biliyor musun?

Bana meleklerden iki kişi geldi. Bunlardan birisi başucumda, o birisi de ayakucumda oturdu. (iki melek arasında konuşma şöyle geçti:)

– Bunun hastalığı nedir?
– Sihirlenmiştir
– Kim sihir yapmış ona?
– Lebid b. Asam!
– Sihir ne ile yapılmıştır?
– Erkek hurmanın kurumuş çiçek kapçığı, tarak, saç ve sakal tarantısı ile!
– Nerededir o?
– Zervan kuyusunda, basamak taşının altındadır.
– O’nun şifa bulması ne iledir?
– Kuyu suyunun tamamıyla çekilip içindeki basamak taşının kaldırılması ve altındaki kurumuş erkek hurma çiçeği kapçığının çıkarılması suretiyledir! Dedi. Bundan sonra melekler havalanıp gittiler.”


Peygamberimiz, Hazreti Ali ile Ammar b. Yasir’i çağırdı. Zervan kuyusuna gitmelerini ve meleklerden işittiği şeyleri yapmalarını onlara emretti. Hazreti Ali ve Amer b. Yasir, hemen Zervan Kuyusuna gittiler. Kuyunun suyu, kınaya boyanmış, kuyu başındaki hurma ağaçlarının başları da şeytan başları gibi idi. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.6, s. 57, Buhari, Müslim)

Kuyunun suyunu çekip boşalttılar, içindeki basamak taşını kaldırdılar. Taşın altında hurma çiçeği kapçığı, Peygamberimizin tarağı, başının saç tarantısı, üzerine iğneler saplanmış bir yay kirişi bulunup çıkarıldı.

Yay kirişi üzerindeki düğümleri çözmeye güç yetirilemedi. Cebrail gelip Felak ve Nas surelerinin ayetlerini okudukça, düğümler çözülmeye başladı. Her düğüm çözüldükçe, Peygamberimiz, önce elem, sonra da ferahlık duymakta idi.

En son düğüm çözüldüğü zaman, peygamberimiz, bir düz bağından boşanmış, kurtulmuş gibi açıldı. Yemeğe içmeye başladı.”

Şimdi buraya kadar İslam peygamberi Muhammed’in büyü hadisesini yine İslami kaynaklardan aktardık. Yani İslamiyete göre büyü var. Kurtulmanın yolu da Felak ve Nas sureleri. Peki, büyünün kökeni ne?

(Bu arada yüce Allah, kendi resulü Muhammed'i basit bir büyüye karşı, üstelik lanetlenmiş Yahudiler tarafından yapılmış bir büyüye karşı  koruyamadı mı? O da ayrı bir konu)

Kuranı Kerim'e bakıldığında (Bakara Suresi) bütün olay Harut ve Marut isimli iki meleğe bağlanıyor. Bir imtihan(!) vesilesi olan bu melekler, insanları uyarıyor, eğer hala öğrenmek isterlerse onlara büyü öğretiyorlardı.

Anadolu’da cinci- efsuncu-büyücü hocalar cirit atıyor. Kimisi helalinden (!) iyilik için kimisi de şeytan işi kötülük büyüsü yapıyor.

Ülkemizde bazı bölge ve beldeler cinci-büyücü hocaları ile meşhur. Hatta sosyetenin bile kendi büyücüleri var. Örneğin yurt dışında tahsil yapmış, iyi eğitimli, kültürlü bir ailenin üyesinde dahi büyüye bağlılık görülebiliyor. Burada faktör, büyünün sadece sosyolojik değil, bireysel anlamda da psikolojik bir tatmin metası olduğu.

Ülkemizi ve İslamiyet’i bir kenara bakalım. Alt gelişmiş toplum ve kültürlerde de büyüler inanılmaz yaygın. Büyüye olan inanç ve bağlılık, o toplumun gelişmişlik seviyesi ile de doğru orantılı.

Olaya gerçekçi yaklaşıldığında Büyü diye bir şey yoktur. Fal diye bir şey yoktur. Yıldızlar sizin geleceğinizi göstermez. Akrebin yükselmesi ile başınıza bir şey gelmez. Marsın etkisi altına girdiğinizde bolluk yaşamayacaksınız. Terazinin pozitif etkisi ile cinsel gücünüz artmayacak. Boğa ve Yengeç asla sizi olumsuz etkilemeyecek. Muskalar sizi korumayacak. Bebeğe bir şeyler saplayıp abuk subuk mırıldanmalar ile ancak kendinizi tatmin edeceksiniz. Evdeki nazar boncukları sadece seyyar boncukçu ablanın daha fazla para kazanmasını sağlayacak, evinizde mavi renkli aksesuarların artmasını sağlayacak. Hocaya okutup yazdırdığınız duanın kâğıdını bir gece suda bekletip, üç ihlas ve bir fatiha eşliğinde içtiğinizde üniversiteye gitmeyecek veya sevdiğinize kavuşmayacaksınız. Eğer girdiğiniz işlerde bir türlü dikiş tutturamıyor veya üç kere nişanlınızdan ayrılıp bir türlü evlilik yapamıyorsanız, bunun sebebi bir düşmanınız tarafından kıyafetlerinizden kesilen parçaların ve saçınızın kefen bezine, mezardan alınan bir toprak ile sarılıp, kör bir kuyuya atılması suretiyle tarafınıza yapılan büyü değildir.

Evrene gönderdiğiniz pozitif düşünceler sizi Lamborghini’ye kavuşturmayacak veya yine evrene gönderdiğiniz negatif düşünceler patronunuzun poposunda patlamayacak.

Şimdi bu fenomenlere inanan, inanmakla kalmayıp bizzat bu işle iştigal olan okurların bana serzenişlerini duyar gibiyim: “Sayın yazar, tamam inanmıyor olabilirsin ama madem olaya bilimsel yaklaşıyorsun, bir şeyin yokluğu kanıtlanamaz, ancak varlığı kanıtlanabilir! Olmadığını nereden biliyorsun?”

Kusura bakmayın ama tekerinize çomak sokacağım. Dinleri eleştirirken iyi, büyülere, fallara, astrolojik fal saçmalıklarına giydirince mi kötü oluyoruz?


Kanıt mı istiyorsunuz?
-Tüm İslam aleminin bedduaları neden ABD ve İsrail’i ve bilumum küffarı duman etmiyor? Neden İslam ülkeleri onların ağzına bakıyor?
-Neden büyüler İslam coğrafyasını kalkındırmıyor?
-Neden büyüler ile hastalıklar iyileşmiyor?
-Neden büyü ile kimse önümüzdeki maçlarda sağlam oranlı müsabakaları yakalayıp zengin olmuyor?
-Neden kimse büyü-fal ile altılıyı ve lotoyu tutturamıyor?
-Neden kimse geleceği öngörüp ona göre hareket edemiyor?
-Neden büyü ve fal ile uğraşanların kendine dahi hayrı yok?
-Neden büyü ve fal ile Türkiye “LİDER” konuma gelemiyor?
-Neden büyü ve fal ile süper güç olmuyoruz?
-Neden büyü ile milli takımımız dünya kupasına ambargo koymuyor?
-Neden büyü ile sevdiğiniz araba sizin olmuyor?
-Neden büyü ile hafta sonunda Los Angeles’te bir tur atamıyorum?
-Neden fal ile kaç çocuğum olacağını ve isimlerini göremiyorum?
-Neden? Neden? Neden?...
Bu nedenleri çoğaltmak mümkün.

Pardon unutmuşum. Nasıl olur da gözden kaçırırım. Aslında A.B.D. büyüler ile süper güç. Minnak İsrail, tüm dünyayı yaptığı büyüler ile yönetiyor. Mason ve İlluminati şeytani büyüler ile gizli dünya gücü. Rothschild ve Rockefeller aileleri parayı büyüler ile vurdular. Japonlar, büyü ve faldan elde ettikleri teknolojiler ile dünya teknoloji devi oldu. Almanlar, İngilizler ve Fransızlar büyüden ve faldan gelen bilgilerle bu kadar gelişti. Hatta A.B.D. ‘de CIA ve FBI sırf astrologlardan oluşan bir tim kurmuş. Yıldız hareketlerine göre A.B.D.'nin dış politikası belirleniyormuş. Hatta büyücülerden oluşan bir grup sayesinde PUTİN Rusları dünya arenasında ayakta tutuyormuş….

Ne içtiğinizi ve ne kullandığınızı bilmiyorum ama bu kadar kafayı nasıl yakalayabiliyorsunuz? Şaşılacak şey.

Kusura bakmayın ama hepsi yalan. Dualar, büyüler, fallar, yıldızların hayata etkisi… Yoklar. Sadece beyin kıvrımlarınızın ürettiği fantastik hikâyelerden ibaret.

Beni çürütmek mi istiyorsunuz?
Yapın bir dua da Tüm İslam alemi dünyaya güneş gibi doğsun. İslam alemi tüm cihana hükmetsin. Hastalıklar son bulsun, Akan kan dinsin. Bir problem ile karşılaştığınızda bakın bakalım Nas ve Felak sizi kurtaracak mı? Madem büyü gerçek, nasıl oluyor da milleti etkileyebiliyor? Herkes Nas ve Felak okusa büyücü ve cinci hocaların işsiz kalması gerekmez miydi? Eğer büyü ve sihir varsa ve etkili ise Nas ve Felak sureleri etkisiz mi? Bir işe yaramıyor mu?

Sevgili büyücü, falcı ve astrolog okurlarımıza:
Hadi yapın bir büyü de Neymar Galatasaray’a, Ronaldo Beşiktaş’a, Messi’de Fenerbahçe’ye gelsin. A.B.D. bir anda üçüncü dünya ülkesi olsun. İsrail, Ortadoğu’nun en fakir ülkesi olsun. Türkiye süper güç olsun. Hadi. Yapın büyünüzü…

Astroloji ve Fal’da ihtisas mı yaptınız? Önümüzdeki haftanın tüm sayısal loto, iddaa ve at yarışı sonuçlarını Site Başyazarı ve Yöneticisi A. KARA dostuma site maili üzerinden yollayın. Söz, çıkan paraları kırışacağız.

Size saatli maarif takvimine göre de 1 ay mühlet. Hepsine de gerek yok. Sadece birini becerin. Yok, yapamadınız mı? O halde şaklabanlığa gerek yok.

Bilime sıkı sıkıya bağlı kalın. Bilimin kanıtladıklarını kabul edin, gerisini çöpe atın. Hayatınızı bilim kurtarır.

Okunmuş pirinç ve büyüye bel bağlamayın gençler. Okuyun ve ders çalışın. Eğer birileri bazı cemaatlere (!) soruları peşkeş çekmediyse sınavları zaten hak eden kazanacak.

İşinizde yükselmek için kendiniz olun. Eğer yağcılık ve yalakalığın prim yapmadığı, liyakat esasına göre çalışılan bir yerde iseniz zaten hak ettiğiniz yerde olursunuz. Doğru ve dürüst olun.
Sağlıcakla kalın.

Yazan: Demon Product

ZÜLKARNEYN KİMDİR ?

Yazan: Gregoire de Fronsac
GF, din, islamiyet, musevilik, Zülkarneyn kimdir?, Zülkarneyn'in kimliği, Kur'an'da Zülkarneyn, Tevrat'ta Zülkarneyn, Zülkarneyn Enlil mi?, Zülkarneyn ve Yecüc Mecüc, Zülkarneyn,

ZÜLKARNEYN'İN KİMLİK PROBLEMİ

Zülkarneyn İslam dininin kutsal atfedilen kitabı Kur'an'ın , Kehf Suresi'nde geçen bir kişidir. Peygamber olup olmadığı ise  tartışmalıdır. Kendisiyle ilgili anlatı Ye'cüc ve Me'cüc'ü de içerir ki bu bağlamda benzeri anlatılar Tanah'ta da bulunur. Kur'an'daki anlatıda kim veya ne oldukları açıklanmayan Yecüc ve Mecüc'ü engellemek için bir set inşa ettiğinden söz edilir. Hangi çağda yaşadığı belirtilmemiştir.

Zülkarneyn kelimesi Arapçadır. Zü, sahip ve mâlik demektir. Karn ise boynuz, perçem, tepe, zaman, güneş anlamlarına gelir. Karneyn, karn'ın tesniyesi yani iki tanesi demektir. Buna göre Zülkarneyn kelimesi iki boynuz sahibi şeklinde tercüme edilebilir.

Kur'an da isminin zikredildiği ayetler ise şunlardır ;
"Bir de sana Zülkarneyn hakkında soru soruyorlar. De ki: “Size ondan bir anı okuyacağım.”
Biz onu yeryüzünde kudret sahibi kıldık ve kendisine her konuda bir yol verdik.
O da bir yol tuttu.
Güneş'in battığı yere varınca onu siyah balçıklı bir su gözesinde batar buldu. Orada bir kavim gördü. “Ey Zülkarneyn! Ya cezalandırırsın ya da haklarında iyilik yolunu tutarsın” dedik.
Zülkarneyn, “Her kim zulmederse biz onu cezalandıracağız. Sonra o Rabbine döndürülür. O da kendisini görülmedik bir azaba uğratır” dedi.
“Her kim de iman eder ve salih amel işlerse ona mükâfat olarak daha güzeli var. O'na emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz.”
Sonra yine bir yol tuttu.
Güneş'in doğduğu yere ulaşınca onu, kendileriyle Güneş arasına örtü koymadığımız bir halk üzerine doğar buldu.
İşte böyle. Şüphesiz biz onun yanındakileri ilmimizle kuşatmışızdır.
Sonra yine bir yol tuttu.
İki dağ arasına ulaşınca bunların önünde neredeyse hiçbir sözü anlamayan bir halk buldu.
Dediler ki: “Ey Zülkarneyn! Ye'cüc ve Me'cüc yeryüzünde bozgunculuk yapmaktadır. Onlarla bizim aramıza bir engel yapman karşılığında sana bir vergi verelim mi?”
Zülkarneyn, “Rabbimin bana verdiği daha hayırlıdır. Şimdi siz bana gücünüzle yardım edin de sizinle onların arasına sağlam bir engel yapayım” dedi.
“Bana demir madeni getirin” dedi. İki yamacın arasındaki boşluğu bir hizaya getirince “Körükleyin!” dedi. Demiri eritip kor yapınca da “Bana erimiş bakır getirin, bunun üzerine boşaltayım” dedi.
Artık onu ne aşabildiler, ne de delebildiler.
Zülkarneyn, “Bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin vaadi gelince onu yerle bir eder. Rabbimin vaadi gerçektir” dedi.(Kehf 83-98 )

96. ayet için Diyanet İşleri Başkanlığı mealinde şöyle bir dipnot mevcuttur: "Kur’an’da “zübera’l-hadîd” şeklinde geçen ibare “demir parçaları”, “demir kütleleri” diye çevirilmiş ise de biz “demir madeni” diye çevirmeyi tercih ettik". Ayrıca 98. ayetteki vaad kelimesi Kıyamet'e yakın zaman dilimi (âhir zaman) olarak algılanır ve Ye'cüc ve Me'cüc'ün Dünya'yı istila etmesi kıyamet alametlerinden birisi olarak yorumlanır.


ZÜLKARNEYN'İN KİMLİĞİ PROBLEMİ
Zülkarneyn karakterini, kelime anlamının çift boynuz sahibi olması nedeniyle (çift boynuzlu miğfer takan) Büyük İskender'e veya Ebu'l Kelam Azad,Muhammed Hüseyin Tabatabaî  ve Nasir Mekarim Şirâzî gibi tefsir âlimleri tarafından ve bâzı Hıristiyanlarca Büyük Kiros'a atfedilir.

Kur'an'da kimlik tanımı flu çizgilerle yapılmış efsanevî bir komutan veya kral olduğu anlaşılan Zülkarneyn’in demir işlemeyi bildiği göz önüne alındığında Demir Çağı'ndan sonra yaşadığı anlaşılır. Sınırları doğu ve batıda olabilecek en geniş noktalara ulaşan bir devlet veya hükümranlığın başını temsil ediyor. Başarılarının büyüklüğü, kendisini Tanrı’nın desteklediği efsanesinin yerleşmesine yol açıyor. Başında savaşlarda kullandığı çift boynuzlu kaska atfen Zülkarneyn (çift boynuzlu) ifadesi kullanılıyor. Hikâyenin buraya kadarki kısmı Büyük İskender ile uyumlu gözüküyor ve Kur'an yorumcularının çoğu Zülkarneyn’in İskender olduğu sonucuna ulaşıyor.Ancak hikâyenin diğer parçaları başka coğrafyalardan derlenmiş unsurlardan oluşuyor. İskender’in demir kitleleri ile inşâ ettiği Zülkarneyn Seddini inşa edenin kimliği, seddin harcı ve kimlere karşı (Ye'cüc ve Me'cüc) yapıldığı göz önüne alındığında yorumcuların aklını karıştırıyor ve Zulkarneyn için sonu olmayan kimlik arayışlarına, hatta onun Muhammed'in kendisi olduğu iddialarına yol açıyor.

Kur'ana göre Süleyman’a krallık, Lokman’a hikmet, Zülkarneyn’e de ‘sebep’ verilmiş.
‘Sebep’ kelimesi Kurân da sadece 8 yerde geçiyor. Bunların 4’ü Zülkarneyn ayetlerinde. Diğerleri de göğe çıkmaya yarayan vasıta anlamında kullanılmış.

"Kim Allah’ın dünyada ve âhirette kendisine yardım etmeyeceğini sanıyorsa; bir SEBEPLE göğe uzansın, sonra öteki ilişkilerini kessin de bakıversin: Oyunu, öfkelendirdiği şeyleri gerçekten giderecek mi? "
Hac : 15 

"Yoksa göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunanların mülk ve saltanatı onların mı? Eğer öyleyse SEBEPLER içinde yükselsinler."
Sad :10

"Firavun dedi ki: “Ey Hâmân, SEBEPLERE ulaşabilmem için bana yüksek bir kule yap!”
Mü’min : 36

"Göklerin SEBEPLERİNE ulaşırsam, Mûsa’ın tanrısına, da ulaşırım. Ben onun yalancı biri olduğunu düşünüyorum.” Firavun’a, yaptığı işin kötülüğü bu şekilde süslü gösterildi de yoldan saptırıldı. Firavun’un tuzağı hep kayıptadır."
Mü’min : 37

"Biz onun için yeryüzünde güç ve saltanat hazırladık ve ona herşeyden bir sebep verdik.
O da bir sebebi izledi."
Kehf :84-85

"Sonra bir sebebi daha izledi."
Kehf : 89

"Sonra yine bir sebebi izledi."
Kehf: 92

Bu ayetelerden yola çıkarak Zülkarneyn’e verilen SEBEB’in yükselmeyle alakalı , yükselmeye yarayan bir araç-vasıta olabileceğini düşünebiliriz.
Şimdi birde Zulkarneyn Tevratta nasıl aktarılıyor ona bakalım ;

"Ve gözlerimi kaldırıp baktım ve işte ırmağın önünde bir koç durmaktaydı.Ve koçun iki boynuzu vardı. İki yüksek boynuz. Ama biri, öbüründen daha yüksekti. Yüksek olanı sonradan çıktı. Koçu, batıya, kuzeye ve güneye doğru tos vurmakta gördüm."
“Ve ben düşünmekteyken işte batıdan, tüm yeryüzü üzerinde, ayağı yere dokunmayan bir teke geldi. Tekenin gözleri arasında, göze çarpan bir boynuzu vardı. Ve ırmağın önünde durmakta olduğunu gördüm. İki boynuzu olan koçun yanına geldi. Ve tüm gücüyle onun üzerine seğirtti… Ve ona karşı kudurdu ve vurup koçun iki boynuzunu kırdı…" (8:3-7.)

"Ve vaki oldu ki ben, Daniel (Danyal), bunları görünce, anlayayım diye araştırdım. Ve işte karşımda biri durdu. Bir insan görünüşündeydi. Ve Ulay Irmağı ortasından bir adam sesi işittim. Şöyle sesleniyordu: ‘Cebrail!Gördüğünün anlamını bu adama anlat!’ Ve durduğum yere yakın geldi. Ve gelince ben korkup yüzüstü kapandım. Ve bana şöyle dedi: ‘Ey Âdemoğlu! Bu gördüğün, ‘ahir zaman alameti’dir. Dinle!’ Ve benimle söyleşirken, yüzüm yerde olarak derin uykuya daldım. Ve bana dokunarak beni ayağa kaldırdı. Ve şöyle konuştu: ‘İşte Tanrı gazabının sonunda ne olacağını ben sana bildiriyorum! Çünkü gördüğün, ahir zamanı belirtmek içindir:
"Gördüğün iki boynuzlu koç, Medya ve Fars Krallarıdır.
‘”O kıllı teke de, Yunan Kralıdır. Gözleri arasında olan büyük boynuz, birinci Kraldır." (8: 15-21.)


Hristiyanlarca Eski Ahit, Yahudilerce Tora olarak adlandırılan, Kur’an’ı Kerim’in ise Tevrat olarak isimlendirdiği metinlerinde yer alan, dağınık, coğrafî, tarihi ve biyografik belirsizliğe boğulmuş bir halde, Zülkarneyn’e mal edilen anlatımlar; hidayete yönelik mesajlardan ziyade mitolojik, efsanevî metinler mesabesinde anlatımlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu hususun daha iyi anlaşılması açısından Tevrat’ta yer alan, kral teması işlenen metinlerinden örnekler vermekte yarar var ;

"Pers Kralı Koreş’in krallığının birinci yılında RAB, Yeremya aracılığıyla bildirdiği sözünü yerine getirmek amacıyla, Pers Kralı Koreş’i harekete geçirdi." Ezra 1. Bab, 1

"Babil Kralı Nebukadnessar’ın Babil’e sürgün ettiği insanlar yaşadıkları ilden Yeruşalim ve Yahuda’daki kendi kentlerine döndü." Ezra 2. Bab, 1

"Şimdi sana gerçeği bildireceğim: Pers krallığında üç kral daha ortaya çıkacak. Ama dördüncü kral öbür üçünden daha zengin olacak. Zenginliği sayesinde elde edeceği güçle herkesi Grek ülkesine karşı kışkırtacak." Daniel 11.Bab, 2

"Asur Kralı İsraillilerin yerine Babil’den, Kuta’dan, Avva’dan, Hama ve Sefarvayim’den insanlar getirtip Samiriye kentlerine yerleştirdi."  2. krallar 17. Bab, 24

Yecüc ve Mecüc anlatıları Tevrat ve İncilde Gog ve Mogog isimleriyle anılıyor. Her iki dinin yorumcuları da Yecüc ile Mücüc’ü daha çok bir insan ırkı olarak nitelemiştir.
Moğollar, İskitler, Çinliler, Kırgızlar gibi ırklar genellikle Yecüc Mecüc olarak nitelenmiştir.

Kur'an'ın Kehf Suresi'nin Orhun Yazıtları ile olan birebir benzerliğine dayanarak Zülkarneyn'in Bilge Kağan veya antik çağda yaşamış bir başka Türk komutan veya Oğuz Kağan olduğu da iddia edilir. Türk efsanelerinde Türk hakanının gökten bir ağaç kovuğuna inen kızlarla evlenmesi, Türk adı ile kurulan ilk devletin uzayla ilgili bir ad ile kurulması ("Gök"Türkler), bir efsanede dağa bakır dökülerek kapatılması ve bir müddet sonra körüklerle eritilmesi ve yolun tekrar açılması, kadim Orta Doğu kazılarında şaşırtıcı şekilde bu kültüre ait izlerin bulunması, Muhammed'den nakledilen hadislerin bulunması gibi hususlar bu son iddiayı güçlendiriyor gibi..

Yorumlarında çağdaş unsurları kullanan bâzı modernist yorumcular ise onun gezegenler arası seyahat yapabilen bir zaman yolcusu olduğunu ileri sürüyorlar.

Şimdi tüm bu bilgileri kısaca özetleyip toparlayalım ;
  • Çift boynuzlu (muhtemelen miğfer)
  • Uzay aracı benzeri bir vasıtaya sahip (Sebep)
  • Çift zamanlı (Zaman mefhumu yok)
  • Kahraman ve adaletli biri .
  • Peygamber değil.
Peki gerçekten kim bu Zulkarneyn ?
Büyük İskender mi ?
Bilge Kağan mı ?
Yemen Kralı mı ?
Pers Kralı mı ?
Yada diğer iddialarda anlatılan başka bir Kral , Hükümdar , Melik yada komutan mı ?
Bunların hiç biri olduğunu düşünmüyorum açıkçası.
Benim şahsi fikrim, Yahudiler'in , sümer tabletlerinde yazan hikayeleri Babilden devşirerek kendi kitaplarına aktarmış oldukları yönünde.
Yani kısacası bu da yine Enlil'in hikayesi..
Madenciliği, uçması, istediği anda istediği yerde olması (zaman mefhumunun olmaması), başka yıldızlara seyahat edebilmesi..
Tüm bunlar sümer tabletlerini ve Enlil'in hikayesini fazlasıyla anımsatıyor bize..
Tabi bu bilgi aktarımının zamanla farklı hikâyelerle karıştığı , farklı kral ve hükümdarlardan etkilenerek değişime uğradığı da göz ardı edilemez..
Her daim sevgi ve umutla kalın dostlar.

KUR'AN'DA MİRAS PAYLAŞIMI ÇELİŞKİSİ

din, islamiyet, Kur'an çelişkileri, Kur'an'da miras paylaşımı, Kur'an'ın hatalı miras hesabı, Kur'an'ın matematiksel hataları, A, Nisa 12, Nisa 11,

KUR'AN'DA MİRAS PAYLAŞIMI ÇELİŞKİSİ

Bir tanrı düşünün : Sonsuz güç ve kudret sahibi. Bir "ol" demesiyle her şey oluyor. Olacak her şeyi önceden görüp biliyor. Hatasız ve kusursuz. En ufak ama en en ufak bir biçimde hata yapmıyor. Mükemmel ötesi bir varlık.

Bu hatasız, kusursuz ve kudretli tanrı yarattığı sonsuz evrende yer alan dünya adlı bir gezegendeki, yine yarattığı insanlarla iletişime geçmek istiyor. Kendini göstermiyor ve insanlar arasından seçtiği bir elçi aracılığı ile onlara şöyle 2 ayet gönderiyor :

Nisa Suresi 11. Ayet : "Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder. (çocuklar) İKİDEN FAZLA KADIN İSELER, ÖLÜNÜN BIRAKTIĞININ ÜÇTE İKİSİ ONLARINDIR. Eğer yalnız bir kadınsa yarısı onundur. ÖLENİN ÇOCUĞU VARSA, ANA-BABASINDAN HER BİRİNİN MİRASTAN ALTIDA BİR HİSSESİ VARDIR. Eğer çocuğu yok da ana-babası ona varis olmuş ise, anasına üçte bir (düşer). Eğer ölenin kardeşleri varsa, anasına altıda bir düşer."

Nisa Suresi 12. Ayet : "Yapacakları vasiyetten ve borçtan sonra eşlerinizin, eğer çocukları yoksa, bıraktıklarının yarısı sizindir. Çocukları varsa bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Çocuğunuz yoksa, sizin de, yapacağınız vasiyetten ve borçtan sonra, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır (zevcelerinizindir). ÇOCUĞUNUZ VARSA, BIRAKTIĞINIZIN SEKİZDE BİRİ ONLARINDIR (ZEVCELERİNİZİNDİR). Eğer bir erkek veya kadının, ana babası ve çocukları bulunmadığı halde malı mirasçılara kalırsa ve bir erkek yahut bir kız kardeşi varsa, her birine altıda bir düşer. bundan fazla iseler üçte bire ortaktırlar. Kimse zarar görmesin; Allah’ın hükmü budur. Allah her şeyi bilendir, ilim sahibidir."

Yani bu hatasız ve kusursuz varlık; bu iki ayet ile insanların ölümlerinden sonra miraslarının nasıl paylaşılacağını söylüyor. "Bakın mirasınızı benim söylediğim bu şekilde paylaşacaksınız" diyor.

Şimdi yukarıdaki ayetlere dayanarak bir adamın öldüğünü; geride 3 kız evlat, ana-babasını ve karısını bıraktığını düşünelim. Bu durumda büyük harflerle yazdığım yerdeki durum ve hisseler geçerli olacaktır. Şimdi bu hatasız ve kusursuz tanrının söylediği paylaşımı yapalım :

Üç kız evlada mirasın 2/3'ü
Ana ve babanın her birine 1/6
Karısına 1/8 kalacaktır.

Matematiksel olarak paylaşımı yapalım :
(2/3) + (1/6) + (1/6) + (1/8) = 27/24 Yani 1,125 bulunur. Oysaki bu oranın 24/24 yani 1 (bir) çıkması lazımdı. Yani miras fazla vermiş, ortada bulunan mirastan fazla paylaşım yapılmış oluyor. Konuyu daha iyi anlamak için somut örnekle açıklayalım :

Adam ölsün ve geride 96 Lira bıraksın. Bu 96 liranın :
2/3 ü yani 64 lirası üç kız evladın
1/6 sı yani 16 lirası annenin
1/6 sı yani 16 lirası babanın
1/8 i yani 12 lirası eşinin

Şimdi bölüşülen miras paralarını topladığımız zaman ana miras miktarını yani 96 lirayı vermesi lazım değil mi ? Toplayalım :

64+16+16+12 = 108

Miras 96 liraydı ama paylaşılan miktarları toplayınca 108 lira çıkıyor. Yani kusursuz, hatasız ve mükemmel tanrının verdiği oranlarla miras paylaşımı yapılamıyor. İmkansız oluyor. Hatta baksanıza, mirası dağıtırken dağıtmaya çalıştığımız miras bile çoğaldı, nasıl mucize ama? Bu nasıl hatasız tanrı ? Bu tanrı matematiği bilmiyor mu ? Sen kalk sonsuz evreni, trilyonlarca yıldızı, galaksiyi, gezegeni yarat, insanı yarat ama en basit toplama-bölme olayını dahi bilemeyip çuvalla ? Olacak iş mi bu ?

Elbette gerçekten mükemmel ve hatasız bir tanrı böyle bir hata yapmayacağına göre, miras paylaşımını anlatan bu ayetleri, Muhammet'in Allah'tan geldi diyerek uydurduğu ama eline yüzüne bulaştırdığı çok açıktır.

Gelelim başka bir noktaya, bahsettiğim gibi Nisa suresi 12.ayette erkeğe kadına göre daha fazla pay veriliyor. Diyanet İşleri ve yüzlerce Kur'an alimine göre ise bunun nedeni "Kadına hiçbir maddi yük yüklenmediği, erkeğin maddi sorumluluk altında" olmasıymış. Şimdi biz bundan nasıl bir anlam çıkaralım? Neresinden bakarsan bak bu ayet, yani bu düşünce tamamen çağ dışıdır.

Eğer her şeyi bilen Allah gelecekte kadınların da iş hayatında yer edineceğini hatta bazılarının erkeklerden çok daha fazla para kazanacağını bilemediyse sözleri çağ dışıdır!

Eğer her şeyden haberdar olan Allah kocası sakatlandığı yada öldüğü için yada maddi güçleri yetmediği için kadınların da çalışmak zorunda kalabildiğini bilemediyse sözleri çağ dışıdır!

Ve yine eğer Allah kadının tek görevinin çocuk yapıp ev temizlemek, kocasını memnun etmek olduğunu bu yüzden de maddi sorumluluğu bulunmadığını ve mirastan az pay alacağını düşünüyorsa kadını konumlandırdığı bu durumdan ve düşünce yapısından dolayı sözleri çağ dışıdır!

Ne bileyim, yada bu sözleri söyleyen adamın sözleridir çağ dışı olan.

Bu arada, mal paylaşımında kadının az paya sahip olmasına getirilen bir diğer absürt açıklama şudur:
"Erkeğin maddi durumunun karısından iyi olması onun aile içindeki konumunu güçlendirir. Çünkü eşi ve çocukları için harcamada bulunamayan bir erkek onlar karşısında küçük düşer ve aile reisliğini gereği gibi yapamaz. Bu durum aile huzurunu temelinden etkiler. Kadının zengin, kocanın fakir olduğu ailelerde huzursuzluğun olduğu, çocukların iyi yetişemediği kadının da mutsuz olduğu daima müşahede olunmaktadır."

Kafaya bakar mısınız, kadının zengin, kocanın fakir olduğu durumlarda aile saadeti olmuyormuş. Yahu iyi de parayı bulup zengin olduğu için ve beş kurusu olmayan, yol yordam bilmediği için hakkını bile arayamayacak olan karısının tepesine padişah gibi çöken, gününü gün eden, fazla parayı bulunca havalara girip aile saadetini batıran erkekler ne olacak?

Yani sadece kadın mı parayı bulunca değişiyor? Erkek değişmiyor mu?
Bu mantıkla ya Allah denen tanrı kadınlardan nefret eden bir cinsiyetçi ya da parayı bulduğunda erkeğin ne naneler yiyeceğini düşünemeyecek kadar bilgisiz. Tabi bir diğer ihtimal ile vahiy geldi diyerek ayet yazan yada yazdıran kişinin, kadınları bastırma, onların toplumdaki statüsünün sadece doğurmak, erkeği memnun etmek olduğunu düşünmek ve düşündürmek çabası da olabilir bunun nedeni. Çünkü biliyoruz ki İslamiyet'in Allah'ı kadının kocasına karşı gelmesinden hoşlanmayıp onları tehdit ediyor. Erkeğin gölgesinin altında sığınma gibi yaşayan kadına tabii ki doğru düzgün haklar verilmesi beklenemezdi.
Aydınlanmanız ve gerçekleri görüp anlamanız dileğiyle...

HER ŞEYDE KERAMET ARAMAK

Hazırlayan: A.Kara
İnançlı insanlar kendilerini daha fazla inandırabilmek ve canlılara, inandıkları Tanrıya daha fazla mistik güç kazandırabilmek için her şeyde keramet aramaya başlıyorlar. Hiçbir zaman "bu neden oluyor acaba?" diyerek bilimsel bir araştırma içine girip sorgulamayı seçmiyorlar, sanki onlar için bilim hiç yok gibi. Halbuki hastalandıklarında oturup dua etmek yerine hastaneye gitmeyi de çok iyi biliyorlar ya neyse...

En basiti köpeklerin uluması ve havlaması mevzusu.
Köpekler ezan sırasında uluyup havlamaya başlayınca inanmak için gezintiye çıkan insanoğlu hemen anlam yükleme arayışına giriyor: "Aha bak, gördün mü? köpek ezan okunurken Allah'ı zikrediyor havlayıp bak"

Bu yönden bakarsak köpekler Tüp gaz firmalarını ve ambulansları da zikrediyor olmalılar çünkü o zaman da eşlik edip uluyor yada havlıyorlar.
Yahu güzel kardeşim az kafanı çalıştır, bunun sebebi dini-mistik bir şey değil, tamamen bilimsel.
Köylerde ava çıkarken niye yanına köpek alıyorsun? Neden köpek almak yerine bir dostunuzu yanınıza alıp "oğlum sen git şuraları tara" demiyorsunuz? Çünkü burnu iyi koku almaz ve kulakları uzağı duyamaz değil mi?
Köpeklerin insanlardan kat kat fazla duyma yeteneğine sahip olduğunu, bizim duyamadığımız frekansları da duyabildiklerini söylememe gerek var mı?
A, Bilimsel, din, islamiyet, Köpeklerin ezan okunurken havlaması-uluması,Kuşlar su içerken Allah'a şükür mü ediyor?,Kuşlar su içerken,Allah'ı tespih eden hayvan geyikleri,Köpek kulağı
Bak hacı dayı, ezan okunurken hoparlörden çıkan sesin yüksekliğini anlatmaya gerek yok. O sese eğer A dersek, köpek bu sesi A değil de 4xA gibi duyuyor yani 4 kat daha yüksek. İnsanlar 64-23.000 hz ses aralığını tespit edebilirken kulaklarında 18 kas bulunan köpekler 67-45.000 hz aralığı tespit edebiliyorlar.
Doğal olarak bu kadar fazla sesi duyunca hayvanlar uluyarak ve havlayarak hem korktuklarını belli ediyor hemde daha fazla ses çıkararak üstünlük kurmaya çalışıyorlar. Çünkü onlar bu sesi çıkaranın bir insan olduğunu bilmiyor, onlara göre "güçlü bir ses var" ve eğer bu sese tepki vermezlerse, bu yüksek sesi çıkaranı korkutamazlarsa hayatları tehlikeye girebilir.

Bu köpeklerin doğal iç güdüsü ile ilgilidir. Çünkü köpekler normalde vahşi doğa hayvanlarıdır ve ona göre alışkanlıkları, onlara miras kalan güdüleri ve genleri vardır. Köpekler şuan gördüğünüz sevimli hallerine gelene kadar bir sürü çeşitlilik atlattılar ve sürekli değiştiler. Fakat her ne kadar değişse de hiçbir canlı atalarından kalan özellikleri %100 kaybetmiyor. Köpeklerin bu yaptığı da onlardan biri.

Mesela genelde birkaç köpek bir arada ise, motosikletli birini görürlerse saldırır veya önünü keserler. Oldu olacak bunda da keramet arayın, üretmekte zorlanmazsınız siz, konu yobazlık olunca hakikaten sağlam hurafeler üretebiliyorsunuz. Durun kısa bir süreliğine yobaz olayım ve bunda keramet arayıp yazayım hemen:

Köpekler motosiklete saldırıyoğğğ çünkü biliyoğğğ motorcuların kafür, zındıklar olduğunu ve iki ayaklı şeytana bindüklerini. Köpekler şeytani görebilir, motorda iki ayaklı şeytan olduğuna göre onu görüp korkutmaya çalışır şeytana saldırırlar. Sana da şeytana bindiğin için saldırıyolar atayız motorcu. Motorcu atayızdır o kadar, möslüman adam motor bünmez.

Yahu yok yok, hayvan sürü hayvanı, bakıyor manyak ses çıkaran, onun gözlerine ışıltılı gelen tuhaf bir şey var gelmekte olan, doğal olarak sürü kendini korumaya çalışıyor. Yani onlar motorun motor olduğunu bilmiyor, tıpkı koşup zaman zaman arabalara saldırmaya çalışmaları gibi.

Gel gelelim kuşlara.
Bazı hayalperest arkadaşlar, kuşların su içerken kafasını yukarı kaldırmasının sebebini "şükretmek" zannediyorlar (ne kadar çelişkili bir düşünce, hem deki Allah her yerdedir, hem de deki göğe bakıyor şükrediyor. Yani Allah gökte ve oradaki tahtında oturuyor?).

A, Bilimsel, din, islamiyet, Köpeklerin ezan okunurken havlaması-uluması,Kuşlar su içerken Allah'a şükür mü ediyor?,Kuşlar su içerken,Allah'ı tespih eden hayvan geyikleri,Köpek kulağı
Bunun sebebi de maalesef şükür mükür değil hacı dayı, sebebi şu:
Kuşlar bizim gibi "boğaza bak beaahhh, soba borusu mübarek" tarzı bir boğaza sahip olmadıkları için suyu vakumlayamazlar (yani içine çekemezler). Bu yüzden önce suyu ağızlarına alırlar sonra da ağızlarında biriktirdikleri suyu kafalarını yukarı kaldırarak midelerine gönderirler. Aynı şekilde yemek yerken de bunu yaparlar, örneğin belgesellerde balıkçılların, balığı yakaladıktan sonra kafasını yukarı kaldırıp balığı höpürdettiğini görürsünüz. Kafasını yukarı kaldırana kadar balık ağzındadır çünkü yutamaz, ama kafayı yukarı diktikten sonra balık "cup" diye kayarak mideye gider. Tabi bu sadece kuşlarda yoktur, boğaz yapısı vakumlamaya elverişli olmayan birçok canlı yutkunabilmek için bunu yapmak zorundadır.

Bu arada, istisnayı bozan kuş türleri de vardır, örneğin güvercinler. Onlar kafalarını yukarı dikmeden de su içebilirler, bu da yine boğaz yapıları ile ilgilidir. Eğer olaya sizin gibi "şükür-tespih" yönünden bakacak olursak güvercinler ile ilgili ortaya 2 ihtimal çıkar:
1) Tüm güvercinlerin dinsiz olması ihtimali
2) Güvercinlerin içlerinden şükrediyor olmaları ihtimali...

HADİSLERİ KİM YAZDI? YAZDIRDI?

DP, din, islamiyet, Hadisleri kim yazdı?, Hadisleri kim yazdırdı?, İslam ve hadis, Hadislere bakmalı mı?Kur'an hadisler için ne diyor?, Kur'an başka kaynak kabul eder mi?, Hadis kaynakları,
Hadisler… Sünni İslam aleminde Kuran-ı Kerimden sonra ikinci kaynak. Birçok mezhep veya düşünce kolu için ise resmen Kafirlik. Yani Allah'a ve onun peygamberi Muhammed'e atılan yazılı iftiralar. Onlara göre Hadisler her ne kadar Kurana veya vicdana uyarsa uysun. Neticede Kuran-ı Kerimde yok. Dolayısı ile Allah kelamı kabul edilmeyeceğinden dolayı İslam dışı. Ülkemizde yaşanılan İslami inanca göre ise daha önce bahsettiğim gibi, Kurandan sonra ikinci kaynak. Daha dünya Müslümanları bile bu konuda hemfikir değil. Birinin ak dediğine öteki kara diyor. Ötekinin helal dediğine diğeri haram diyor. Birinin dinen caiz dediğine öteki caiz değil diyor ve çelişkiler silsilesi böylece uzayıp gidiyor. Ülkemizde televizyon kanallarında bile onlarca profesör din alimleri birbirleri ile hakarete varacak ithamlarla kavga ediyor. İnançta ittifak edemiyorlar. Türkiye sınırını geçin, başka Müslüman ülkelere gittiğinizde ayinler tamamen değişiyor. Hatta küçük kızlarla evlilik yasal ve dinen caiz. Ülkemizde ise din ve ahlak dışı. Her fraksiyon kendi dini davranışını Hadislere dayandırıyor. Bunu nereden biliyoruz? Çünkü Kuran kuralları uygulansa tüm İslam coğrafyası aynı şekilde inanıp aynı şekilde ibadet ediyor olurdu. Dolayısı ile tüm İslam ülkeleri Kuran-ı Kerim’i ana kaynak kabul etse de dinlerini Hadislere göre yaşıyorlar. Sorun da tam bu noktada başlıyor.

Hadisler ilk ne zaman derlendi? Bu cevabı bulmadan önce günümüz hadis külliyatında sahih olarak nitelenen hadisleri bünyesinde bulundurduğu konusunda tüm İslam Alimlerinin ittifak ettiği Kütüb-i Sitte’ den başlayalım. Kütüb-i Sitte’ yi oluşturan hadisler bütününün yazarlarına/naklettiricilerine bir göz atarsak şu isimler göze çarpar; Buhari, Müslim, İbn-i Mace, Ebu Davut, Nesai ve Tirmizi. Bu 6 kişi tarafından toplanıp derlenen hadisler Kütüb-i Sitte olarak İslam kaynakları arasında Kuran-ı Kerim’den sonra ikinci başvuru kaynağıdır.

Şimdi bu yazarların hangi dönem yaşadıklarına bir göz atarsak eğer:
  • Buhari, Hicri 194-256
  • Müslim, Hicri 204-261
  • İbn Mace, Hicri 209-273
  • Ebu Davut, Hicri 202-275
  • Nesai, Hicri 215-303
  • Tirmizi, Hicri 209-279

İslam peygamberi Muhammed, Hicri 11 yılında ölmüştür. Onun ölümünden sonra en erken doğan hadis yazarı olan Buhari, 194 yılında, yani Muhammed’in ölümünden 183 yıl sonra dünyaya gelmiştir. Hadisleri yazmaya 20’li yaşlarda başladığını varsaysak, Muhammedin ölümünden yaklaşık 204 yıl sonra yazıldığını öngörmüş oluyoruz.

Aralarında en gençleri olan Nesai ise Muhammed öldükten 204 yıl sonra dünyaya gelmiştir. Yani, onun da 20’li yaşlarda hadis toplama ve ayıklama işine girdiğini varsayarsak (en iyi ihtimalle), ondan gelen hadisler Muhammed’in ölümünden 224 yıl sonra toparlanmıştır.

Karşımıza çıkan rakam en az 200 yıl… 200 yıl…


Şimdi günümüzden 200 yıl öncesini düşünün. O dönemden bu güne söylevlerden hangileri kalabilir? Ki Kuran-ı Kerim kendisi dışında herhangi bir rehber edinilmesini yasaklarken:
  • Biz bu kitabı sana, her şeyin ayrıntılı açıklayıcısı, bir doğruya iletici, bir rahmet, Müslümanlara bir müjde olarak indirdik. (16-Nahl-89)
  • Kendilerine okunmakta olan Kitab’ı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? (29-Ankebut-51)
  • Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz. Rabbin’in kitabından sana vahyedileni oku. O’nun kelimelerini değiştirecek hiçbir kudret yoktur. (18-Kehf-26,27)
  • Rabbinin sözü hem doğruluk, hem adalet bakımından tamamlanmıştır. O’nun sözlerini değiştirecek hiçbir kuvvet yoktur. (6-Enam-115)
  • Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. (6-Enam-38)
  • O yalnızca bir öğüt ve apaçık bir Kuran’dır. (36-Yasin-69)
  • De ki "Ben sizi ancak vahiy ile uyarıyorum." (21-Enbiya-45)
  • Andolsun bu Kuran’da her örnekten insanlar için türlü türlü açıklamalarda bulunduk. İnsanların çoğu ise tanımamakta ayak diretmektedirler. (17-İsra Suresi-89)
  • Rabbin asla unutkan değildir. (19-Meryem-64)
  • Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz? Hiç mi öğüt almıyorsunuz? Yoksa sizin apaçık olan bir deliliniz mi var? Şayet doğru söylüyorsanız kitabınızı getirin. (37-Saffat-154-157)
  • Neyiniz var? Nasıl hüküm veriyorsunuz? Yoksa okuyup, ders almakta olduğunuz bir kitabınız mı var? İçinde keyfinize uyanın sizin olduğu. (68-Kalem-36,37)

Peki, neden hadislerin toparlanmasına ve derlenmesine İslam Peygamberi Muhammed öldükten yaklaşık 200-250 yıl sonra ihtiyaç duyuldu? Ya da soruyu değiştirelim. Neden hadisler daha önce yazılmadı veya derlenmedi? Cevaplara bir göz atalım:

"Ebu Bekir, Peygamberin vefatından sonra halkı toplamış ve onlara şöyle demiştir: “Sizler Allah’ın elçisinden farklı hadisler naklediyorsunuz. Bu durumda sizden sonrakiler daha büyük anlaşmazlıklara düşecektir. Allah’ın elçisinden hiçbir hadis nakletmeyin. Sizden hadis nakletmenizi isteyenlere deyiniz ki: İşte Allah’ın Kitabı aramızda, onun helalini helal kılın, haramını haram görün.” [Zehebi, TezkiratulHuffaz 1/3; Buhari l.cilt]

"Hz. Ömer diğer şehirlerdeki sahabelere de mektuplar yazarak ellerinde yazılı bulunan hadis mecmualarını yok etmelerini istedi." [İbni Abdül Berr, Camiul Beyanil İlm]

"Hz. Ömer, Irak’a yolculuğa giden arkadaşlarına şöyle demiştir: “Siz öyle bir ülkeye gidiyorsunuz ki halkı arı uğultusu gibi Kuran okur. Hadislerle onları meşgul etmeyiniz ve yollarını saptırmayınız.” [Hanbel, Kitabul Ilel 1]

"Hz. Ömer şöyle der: “Ancak sizden önceki kavimleri hatırladım, onlar da kitaplar yazmışlar ve Allah’ın Kitabı’nı bırakarak onlara sarılmışlardı. Allah’ın Kitabı’na hiçbir şeyi karıştırmam.” Diğer bir rivayette “Allah’ın Kitabı’nı asla başka bir şeyle değiştirmem.” Başka bir rivayette; “Ben yemin ederim ki Allah’ın Kitabı’nı hiçbir şeyle gölgelemem.” [El Hatip, Takyıdul İlm; İbni Sad, Tabakat]

"Hz. Osman çok hadis nakletmelerinden dolayı Ebu Hureyre’yi Devş dağlarına göndermekle, Kab’ı da Kırede dağlarına sürgün etmekle tehdit etmiştir." [Tahzırul Havas 10b.]

"Şeddad, İbni Abbas’a “Hz. Peygamber bir şey bıraktı mı?” diye sordu. O da “Sadece Kuran’ın iki kapağı arasında olanları bıraktı.” cevabını verdi." [Buhari, K. Fezailul Kuran; Müslim, K Fezailus Sahabe; Ebu Davud, K. Fiten; Tırmizi K. Fiten]

"İbni Abbas hadis yazmayı yasaklar ve şöyle derdi: “Sizden önceki ümmetlerin sapmaları bu şekilde kitaplar vücuda getirmek yüzünden olmuştur.” [İbn Abdül Berr, Camiul Beyanil İlm 1]

"Abdullah bin Mesud elinde bir hadis sayfasıyla geldi. Sonra su isteyerek yazıları sildi, sayfanın yakılmasını emretti ve şunu söyledi: “Allah kime bir hadis sayfasının yerini bildirirse ve o da beni bundan haberdar ederse, Allah’a yemin ederim ki, Hindistan’da dahi olsa o hadisi arar bulur ve yok ederdim." [Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetinin Aydınlatılması]

"Hz. Ali minberden şu hutbeyi veriyordu: “Yanında hadis sayfaları bulunanlar gidip onları yok etsinler. Zira halkı helak eden olay, alimlerin naklettikleri hadislere uyarak Kuran’ı terk etmeleridir."
[İbni Abdül Berr, Camiul Beyanil İlm]

"Bir gün Hz. Ali’ye gelirler ve “Halk hadislere dalmış” derler. Hz. Ali sorar: “Gerçekten öyle mi?” “Evet” derler. Peygamber’den işittim ki gelecekte vuku bulabilecek bir fitneden söz ediyordu. “O fitneden kurtuluş nedir, nasıldır?” diye sordum. Resullullah dedi ki: “Kurtuluş Kuran’dadır. Çünkü sizden öncekilerin haberleri de sizden sonrakilerin haberleri de aranızdakilerin hükmü de Ondadır. O, gerçek ile yalanı birbirinden ayıran kesin bir hükümdür, şaka ve boş söz değildir. Onu terk eden her zorbanın Allah boynunu kırar. Hidayeti, doğru yolu Ondan başkasında arayanı Allah sapkınlığa düşürür. O, Allah’ın en sağlam urganıdır. O, hikmetle dolu Kuran’dır. O en doğru yoldur. O, boş arzuların haktan saptıramayacağı, dillerin, karıştırıp belirsiz edemeyeceği, ilim adamlarının doyamayacağı, çok tekrarlanılmasından bıkılmayan, ilginç özellikleri bitip tükenmeyen bir kitaptır."
[Tirmizi; Darimi]


Şimdi Muhammed tarafından söylendiği rivayet edilen bazı sahih hadislere de göz atalım:

"Benden [Kur’an’dan başka] bir şey yazmayınız! Kim benden Kur’an’dan başka bir şey yazmışsa onu imha etsin." [Müslim, Zuhd,72]

"Allah’ın elçisinden sözlerini yazmak için izin istedik, bize izin vermedi." [Tirmizi, Es Sunan, K. İlm 11]

"Biz hadis yazarken Hz. Peygamber yanımıza geldi ve “Yazdığınız şey nedir? ” dedi. “Senden işittiğimiz hadisler” dedik. Hz. Peygamber: “Allah’ın kitabından başka kitap mı istiyorsunuz? Sizden evvelki milletler Allah’ın kitabı yanında başka kitaplar yazdıkları için yoldan çıktılar." [El Hatib, Takyid 33]

Daha önce ertelediğimiz bir soru vardı, neden İslam peygamberi Muhammed öldükten 200-250 yıl sonra hadisler yazılmaya ihtiyaç duyuldu?

İşte bu noktada farklı cevaplar devreye giriyor. Herkes kendi cevabını veriyor. Fakat tüm cevaplar da bir varsayımdan ibaret. Dört halife devrinde neden hadis yazımı yasaklandı? Bilmiyoruz. Aslında cevapları yazı içerisinde verdim ancak o cevaplarında kaynakları hadis ravileri olduğu için onlar da –bana göre- geçersiz.

Peygamber öldükten 200 yıl sonra tasnif edilen bir takım sözlere güvenerek bir dini nasıl inşa edebilirsiniz? Bu 200 yıllık farkı, günümüz 200 yıllık farkı ile bir tutmayın. Örneğin günümüzden yaklaşık 200 yıl öncesi 1800 yıllara denk geliyor. 19. Yüzyılın başında matbaa vardı. Kitap basımı vardı. Kayıt tutuluyordu. Buna rağmen kesin diyemiyoruz bazı verilere.

Birde 800’ lü yılların Arabistan yarımadasını, Ortadoğu coğrafyasını ve ortamını hayal edin. Yani Buharilerin ve Tirmizilerin dönemini… Kuran’ın dahi 200 yıl öncesinde taş ve kemik parçaları, deri ve yaprak yüzeylerinden toparlandığı zamanlar. Kuran-ın bile nasıl derlendiği İslam âleminde bile tartışma konusu iken ki onun yazan Muhammed (İster vahiy ister kendi yazmış olsun), nasıl olur da hiçbir kaydın tutulmadığı bir ortamda 200 yıllık bir “kulaktan kulağa oyunu” gibi nakil edilen sözlü rivayetlere inanırız?

Neye yazıldıkları bile belirli değil. Kimlerin nasıl aktardıkları belirli değil. Hiçbir güvenli bilgi aktarımı yok. Kütüb-i Sitteyi oluşturan hadislerde bile ittifak yok. Örneğin madem sahih hadis peşindesin, o halde 6 hadis derleyicisi de neden farklı sayı ve adette nakilde bulunuyor? Rakamlar birbirinden çok farklı:
  • Buhârî: 9082 hadîs (Tekrarlarıyla)
  • Müslim: 7275 hadîs (Tekrarlarıyla)
  • Nesâî: 5724 hadîs (Tekrarlarıyla)
  • Ebu Dâvud: 5274 hadîs (Tekrarlarıyla)
  • Tirmizî: 3951 hadîs (Tekrarlarıyla)
  • İbnu Mace: 4341 hadîs (Tekrarlarıyla)
  • Toplam: 35647 hadîs (Tekrarlarıyla)

Bir hadis sahih mi yoksa değil mi nasıl test ediliyordu? Yani, hadisin güvenilirliği nasıl belirleniyordu? Elbette Buhari bunun çözümünü bulmuştu. Buhari hadisleri teste tabi tutuyordu. Olaya bilimsel yaklaşıyordu. Peki, test metodu ne idi? Bir bakalım:


Firebrî'nin rivâyetine göre; "Herhangi bir hadîsi Sahîh'e dâhil etmezden önce yıkanıb iki rekât namaz kılan Buhârî, Allah'a istihârede bulunub mânevî bir işâret aramış, ondan sonra hadîsin sıhhatine hükmetmiştir. Bu şekilde sıhhati nazarında subût bulmayan hiçbir hadîsi Sahih'e almadım" der.

Olay çözüldü sanırım. Yani, Buhari hadisleri nasıl bir teste tabi tutuyordu öğrenmiş olduk. Peki, bir başka derleyici için bu hadis sahih ise ne olacak? Birbirlerini tenkite tuttular mı? Cevap hayır. Üstteki rakamlar zaten bunu gösteriyor.

Peki, yazının başlığında olduğu gibi Hadisleri Kim Yazdı? Yazdırdı? Cevap yok. Tüm dünya İslam aleminin yüzyıllardır cevabında ittifak edemediği bir hususta benim cevap bulmamı elbette beklememelisiniz. Çünkü cevabı yok.

Kimine göre hadisleri Emevi İmparatorluğu kendi çıkarı için uydurtup yazdırttı, kimine göre Yahudi ve Hristiyanlar İslamiyet’i yozlaştırmak için hadis külliyatını tasarlattı, kimine göre her coğrafya kendi örf ve adetlerini Dine adapte edip daha rahat uygulamak için uydurttu, kimine göre dini bölgelere uyarlayıp daha yumuşak bir din yaşamak için. Dediğim gibi cevap yok. Ülkemiz Müslümanlarına göre ise cevap var. Onlara göre Hadisler sayesinde dinimizi en doğru ve en mükemmel şekilde yaşıyoruz. Hadisler olmasa dinimiz yitip gidecekti.

Bildiğim tek şey dinini sorgulayanların büyük çoğunluğu bu işe hadislerden başlıyor. “Bana Kuran Yeter!” sloganı ile yola çıkıyorlar. Bakın bakalım sadece Kuran-ı Kerim'e bakarak dininizi yaşayıp ibadetlerinizi yapabiliyor musunuz?

Hadisleri savunarak “Sadece Kuran ile İslam yaşanmaz. Peygamberimizin Hadisleri olmasa dinimizi nasıl yaşarız?” demeyin sakın. Derseniz ayetleri inkar etmiş olursunuz. Tekrar hatırlatmakta fayda görüyorum inançlı okurlar için.
  • Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. (6-Enam-38)
  • O yalnızca bir öğüt ve apaçık bir Kuran’dır. (36-Yasin-69)
  • Rabbin asla unutkan değildir. (19-Meryem-64)
  • Biz bu kitabı sana, her şeyin ayrıntılı açıklayıcısı, bir doğruya iletici, bir rahmet, Müslümanlara bir müjde olarak indirdik. (16 Nahl Suresi 89)
  • Allah size kitabı detaylandırılmış bir halde indirmişken Allah’ın dışında bir hakem mi arayayım? (6 Enam Suresi 114)

Görmek isteyenler için sorularda cevaplarda ortada. Her ne kadar kaynaklarını belirmiş olsam da bana da güvenmeyin. Hatta isterseniz bu sitede yer alan hiçbir yazıya güvenmeyin. Araştırın, öğrenin, sorgulayın. Kimsenin etkisinde kalmayın. Bakın bakalım hangi cevaplar veya çelişkiler ile karşılaşacaksınız kendiniz görün. Sağlıcakla kalın.

Yazan: Demon Product

AİŞE MUHAMMED'LE EVLENDİĞİNDE KAÇ YAŞINDAYDI?

Yazan: Gregoire de Fronsac
Hz Aişe'nin evlenme yaşı,Hz Ayşe kaç yaşında evlendi?,Ayşe evlendiğinde kaç yaşındaydı,Ayşe ile Muhammed'in evliliği,Aişe'nin yaşı,Hz Ayşe'nin yaşı,din, islamiyet, GF, İslamda kadın, Çocuk gelin

AİŞE MUHAMMED'LE EVLENDİĞİNDE KAÇ YAŞINDAYDI?

Bugün, İslam dünyasında , özellikle Arap Müslümanlar dışında kalan Müslüman coğrafyasında , ciddi bir tartışma konusu olan Aişe'nin evlilik yaşı üzerine , sahih kabul edilen hadisler ve kaynaklar üzerinden bir tespitte bulunmaya çalışacağız..
(Tabi bu yazıyı hazırlarken bu hadis ve siyer kaynaklarının doğru olduğuna inanmamakla birlikte , doğru olduğunu varsayarak hareket ettiğimi belirtmeliyim zira bugün 1.5 milyar Müslümanın inandığı erken İslam tarihinin tek kaynağı bunlar )
Önce Aişe kimdir kısaca ona bakalım ;
Ummu'l-mu'minîn Âişe bint Ebî Bekr es-Sıddîk el-Kureşiyye (ö. 58/678)
Ebû Bekir'in kızı ve Muhammed'in eşidir.
Annesi Ummi Rûmân binti Âmir İbn Umeyr'dir.
Babası Ebû Bekir b. Ebû Kuhâfe, es-Sıddîk lakabıyla tanındığı için kendisine Âişe es-Sıddîka (es-Sâdıka) binti's-Sıddîk denilmiştir. Annesi; Kinâne kabilesinden Ummu Rûmân bint Âmir b. Uveymir'dir.

Bi'setin yani Muhammed'in peygamberliğinin 4. yılında (614) Mekke'de doğdu. Onun daha önce doğduğunu ve dolayısıyla Peygamber ile evlendiğinde 14 ile 18 yaşlarında olduğunu ileri süren batının psikolojik saldırıları karşısında tutunamayan bazı çağdaş (!) araştırmacıların (Suleyman Nedvî, V, 12-25; Akkâd, s. 39, 59, 60) dayandıkları rivayetler sağlam değildir.
İbn İshak, Ebû Bekir'in daveti ile müslüman olanları sıralarken Âişe'nin de adını verir ve o sıralarda yaşının küçük olduğunu zikreder.
Âişe'nin, “Ben ebeveynimi bildim bileli onları Müslüman buldum” (Buhârî, “Kefalet”, 4) ifadesinden kendisinin bi'set-i nebeviyyeden sonra doğduğu anlaşılmaktadır. Çocukluğu hakkında fazla bilgi yoktur.

Babası Muhammed ile daha önce hicret ettiği için aynı yıl (622) annesi, ağabeyi Abdullah, kız kardeşi Esma, Peygamber'in hanımı Sevde, kızları Fâtıma ve Ummu Kulsum ile birlikte Medine'ye hicret etti.
Önceleri Medine'nin havasına alışamadığı için babası gibi rahatsızlandı. Ancak kısa bir süre sonra sağlığına tekrar kavuştu. Hicretin 2. yılı Şevval ayında (Nisan 624, iki bayram arasında) Peygamber'le evlendi. (Zehebî, II, 141-142.) Düğün tarihini hicretin 1. yılı Şevval ayı (Nisan 623) olarak kabul edenler de vardır.
Ebû Bekir , düğünü neden geciktirdiğini Peygamber'e sormuş, mehir parasını temin edemediği için tehir ettiğini öğrenince ihtiyacı olan 500 dirhemi ona ödünç vermişti.

18 yaşında dul kalan Âişe ,  Peygamber hanımlarının başkalarıyla evlenmelerini yasaklayan Kur'an hükmüne uyarak bir daha evlenmediği rivayet edilir.
Peygamberden sonra 47 yıl daha yaşadı ve 65 (veya 66) yaşında iken 17 Ramazan 58 (14 Temmuz 678) Çarşamba gecesi, vitir namazını kıldıktan sonra Medine'de vefat etti.
56, 57 veya 59 yıllarında 19 veya 13 Ramazan'da vefat ettiği de rivayet edilmiştir, ölümü Medine'de büyük bir üzüntüyle karşılanmış, cenazesi aynı gece kaldırılmıştır.

Aişe'nin hayatı hakkında kısaca bilgi verdikten sonra , Kur'an da kadınların evlilik yaşları ile ilgili bilgi sunan ayetlere bakalım bir de ;
“Kadınlarınızdan âdetten kesilenlerin iddetinde tereddut ederseniz, onların iddet süreleri 3 aydır. Henüz âdet görmeyenlerin de süreleri böyledir.” (Talak, 4)

“Henüz âdet görmeyenlerin de süreleri böyledir.” 
ifadesi, adet görmemiş kız çocuklarının da evlendirilebileceğini açıkça göstermektedir.

“İçinizden evli olmayanları evlendiriniz.” (Nur, 32)
Ayette ergenlik çağı veya yaş sınırı konulmamıştır.

Şimdi de İslam dünyasında Kur'an dan sonra en güvenilir kaynak kabul edilen Kütübü Sitte'ye ve sahih hadislere bakalım ;

Aişe (r. anhâ) anlatıyor:
"Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), ben 6 yaşında iken benimle evlendi. Medine'ye geldik. Beni'l-Hâris İbnu'l-Hazrec kabîlesine indik. Ben hummaya yakalandım. Saçlarım döküldü. (İyileşince) saçım yine uzadı. 
Annem Ummu Rûman, ben arkadaşlarımla salıncakta oynarken, bana geldi, benden ne istediğini bilmeksizin yanına gittim. Elimden tuttu. Evin kapısında beni durdurdu. Evimizde, ensârdan bir grup kadın vardı. "Hayırlı, bereketli olsun!", "Uğurlu mubarek olsun!" diye dualar, tebrikler ettiler. Annem beni onlara teslim etti. Onlar kılık kıyafetime çeki düzen verdiler. 
Beni, [kuşluk vakti aniden] Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)(ın gelişinden) başka bir şey şaşırtmadı. Annem beni O'na teslim etti. O gün ben 9 yaşında idim." 
(Buhârî, Nikâh 38, 39, 57, 59, 61; Muslim, Nikâh 69, (1422); Ebu Dâvud, Nikâh 34, (2121); Edeb 63, (4933,4934,4935, 4936, 4937); Nesâî, Nikâh 29, (6, 82). Ayrıca Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayın: 15/486.)

Evet Aişe"nin Muhammed  ile evlenme yaşı ihtilaflıdır.
Fakat yapılan tahkiklere göre en ziyade kabul gören ve en sahih addedilen rivayetlere nazaran 6 yaşında iken nikahlanmış, 9 yaşında iken zifaf edilmiş olmasıdır.
Muhammed'le evlendiği zaman Aişe'nin 16-17 ve hatta 18 yaşlarında olduğuna dair yapılan bazı açıklamalar varsa da tatminkâr değildir. Sahih rivayetlerin zahirine uygun gelmemektedir. Bu sebeble ihtiyatla karşılanması daha doğrudur.
Muhammed vefat ettiği zaman Aişe 18 yaşında idi.
İbni İshak'a göre ; Muhammed ,  Hatice'nin vefatından sonra Sevde ile evlenmiş, Sevde'den sonra Aişe ile evlenmiştir. Ancak bazı rivayetlere göre, Hatice'den sonra Aişe  ile evlenmiştir. Yapılan tahkikler, İbn-i İshak'ın kaydını haklı çıkarmıştır. Muhammed, henüz hicret etmeden önce Sevde ile evlenmiştir. Aişe'nin evliliği hicretten sonra Medine'de olmuştur.

Bu hadise dayanan İslâm ulemâsı, küçük yaşta bulunan kız çocuğunun babası tarafından nikahlanabileceği hükmünü çıkarmıştır. Nevevî, bu cevaz hususunda İslâm ulemâsının icma ettiğini belirtir.
Hanefî'lere göre bu câizdir. Ancak kızın buluğa erince seçme hakkı vardır, dilerse kabul etmeyebilir. Bu hakkını daha önce kullanamaz.
Şâfiî, Mâlikî gibi Hicaz ulemâsı bu seçme hakkını tanımazlar. İmam Şâfiî, Mâlik, Ahmed, Ebu Yusuf gibi bir kısım ulemâ buluğa ermeyen küçüğü nikahlama yetkisine sadece babanın sahib olduğunu, diğer velilerin bu hakka sahib olmadığını söylerler. Ebu Hanife, Evzâi ve diğer bir kısım ulemâ velilerin de evlendirebileceğine hükmetmiştir.

Hadis, gerdekten önce gelinin hususî bir hazırlığa tabi tutularak süslenmesinin mustehab olduğunu gösterir. Başka rivayetlerde, câhiliye devrinde, mâşıta denen kadın berberlerinin varlığını, bunların gerdeğe girecek kadınları -aynen günümüzde olduğu gibi- hususî bir hazırlık ve süslemeden geçirdiklerini, İslâm'dan sonra, aynı mesleğe devam edip edemeyeceklerini Muhammed'e sorduklarını, Muhammed'in de "kadınları süsleyin, kocalarına hazırlayın" diyerek cevaz verdiği rivayet edilir.

Gerdeğe girecek kızın yanında kadınların toplanıp ilgi göstermeleri, zifaf âdâbını öğretmeleri, hayır ve bereket duasında bulunmaları mustehabtır.

Bu hadisin bazı vecihlerinde, Peygamberin kuşluk vakti zifafa girdiği tasrîh edildiğine göre, gündüzleyin de zifaf caizdir. (Kutub-i Sitte Tercume ve Şerhi, Akçağ Yayın: 15/486.)

Âişe radiyallahu anhâ'dan:
"Allah Rasulu , benimle ben 6 yaşımdayken evlendi (nişanlandı). Medine'ye geldik. Haris bin el-Hazrecoğullarında konakladık. Sıtmaya yakalandım. Saçlarım döküldü, (iyileşince) yine uzadı. Ben salıncakta arkadaşlarımla sallanıp oynarken annem Ummu Rûmân bana geldi. Benden ne istediğini bilmeden yanma vardım. Elimden tutup beni evin kapısında durdurdu. Ben soluk soluğa idim. Nerdeyse kalbim duracaktı. Biraz su alıp yüzüme ve başıma sürdüm. Beni eve soktu. Evde bir takım Ensâr hanımları vardı.
«Hayırlı, uğurlu ve bereketli olsun!» dediler. 
Annem beni onlara teslim etti. Üstümü başımı düzelttiler. Çok geçmeden Allah Rasulu  orada görünce irkildim. Beni hemen ona teslim ettiler. Ben o zaman 9 yaşındaydım."
(Bu hadisi Buhârî (nikâh 38-39, VI, 134; 57-59, VI, 139; 61, VI, 140), Muslim (nikâh no. 69-72, s. 1038-9), Ebû Dâvud (no. 2121,4933-7), Nesâî (nikâh 29/1-3, VI, 82) ve İbn Mâce (no. 1876), Hisâm b. Urve an ebîhî an Âişe asl-ı senedi ile tahrîc ettiler. Rudani, Büyük Hadis Kulliyatı, Cem’ul-fevaid, İz Yayıncılık: 2/226-227.)

4066- Urve dedi ki:
"Hatice, Peygamber , Medine'ye gitmeden 3 yıl önce vefat etti. Ondan sonra 2 veya 2 seneye yakın bir müddet bekledikten sonra Âişe ile 6 yaşındayken evlendi, 9 yaşına bastığında onunla zifafa girdi."
(Bu hadisi Buhârî (nikâh 38-39, VI, 134; 57-59, VI, 139; 61, VI, 140), Muslim (nikâh no. 69-72, s. 1038-9), Ebû Dâvud (no. 2121,4933-7), Nesâî (nikâh 29/1-3, VI, 82) ve İbn Mâce (no. 1876), Hisâm b. Urve an ebîhî an Âişe asl-ı senedi ile tahrîc ettiler. Rudani,Büyük Hadis Kulliyatı, Cem’ul-fevaid, İz Yayıncılık: 2/227)

4067- Diğer rivayet: "Onunla 9 sene birlikte oldu."
(Bu hadisi Buhârî (nikâh 38-39, VI, 134; 57-59, VI, 139; 61, VI, 140), Muslim (nikâh no. 69-72, s. 1038-9), Ebû Dâvud (no. 2121,4933-7), Nesâî (nikâh 29/1-3, VI, 82) ve İbn Mâce (no. 1876), Hisâm b. Urve an ebîhî an Âişe asl-ı senedi ile tahrîc ettiler. Rudani, Büyük Hadis Kulliyatı, Cem’ul-fevaid, İz Yayıncılık: 2/227)

4068- Diğer rivayet: "Benimle, 7 yaşımdayken evlendi."
[Buhârî, Muslim, Ebû Dâvud ve Nesâî.]
(Bu hadisi Buhârî (nikâh 38-39, VI, 134; 57-59, VI, 139; 61, VI, 140), Muslim (nikâh no. 69-72, s. 1038-9), Ebû Dâvud (no. 2121,4933-7), Nesâî (nikâh 29/1-3, VI, 82) ve İbn Mâce (no. 1876), Hisâm b. Urve an ebîhî an Âişe asl-ı senedi ile tahrîc ettiler. Rudani, Büyük Hadis Kulliyatı, Cem’ul-fevaid, İz Yayıncılık: 2/227)

Tüm hadis ve rivayetleri dikkatli şekilde analiz edince Aişe'nin evlendiği yaşta net şekilde tespit edilebilir aslında ..
Evet çok uzak bir dönemden bahsediyoruz , insanların doğum tarihleri günü gününe kayıt altına alınamıyor fakat yaralandığımız kaynaklarda ki tespit yöntemine göre hareket edersek ;
Aişe’nin vefat tarihinden, yaşı çıkarıldığında yaklaşık olarak doğum tarihi bulunabilir. İslam tarihçileri, Aişe’nin vefat tarihi olarak genelde H. 58 yılını, vefatı sırasındaki yaşı olarak da 66 yaşını vermektedirler. Bir kısmı, vefat tarihi olarak H.56-59′u, vefatı sırasındaki yaşı olarak da 65-67 yi belirtseler de, çoğunluğu birinci görüşte müttefiktirler. Böylece  Aişe’nin vefat esnasındaki yaşından, vefat tarihini çıkardığımızda (66-58=8) Hicret sırasında Hz. Aişe’nin yaşının 8 olduğu ortaya çıkar. Hicretten bir yıl sonra evlendiğine göre ise evlilik yaşı 9 olacaktır.
İbn Kesir bu yaşta evlendiği konusunda hiçbir ihtilafın olmadığını belirtir.

Hicretin ilk yılında evlendiği sırada 9 yaşında olduğuna göre, doğum tarihi Nübüvvet’in IV. yılına tekabül etmektedir. Hz. Aişe’den gelen “Ben kendimi bildim bileli İslam'ın içindeyim” sözü de bunu kanıtlamaktadır. Bazı İlahiyatçılar ,  Aişe’nin vefat ettiği sırada 74 yaşında olduğunu belirtse de bu rakamı (yaşı), tarihsel olarak kabul etmek mümkün değildir. Çünkü hiçbir tarihi kayıtta  Aişe’nin bu yaşta vefat ettiği belirtilmemektedir. Müellifin,  Aişe’nin 74 yaşında öldüğü konusundaki görüşü yalnızca Aişe’nin 17 yaşında evlendiği yalanını haklı çıkarmaya çalışmak için  yaptığı yanlış bir kıyaslamanın sonucudur.

Sonuç olarak Hatice’nin Nübüvvetin 10. Yılında vefat etmesi üzerine Havle’nin teklifi ile söz kesilmiş ve Hicretin I. Yılında ise evlilik gerçekleşmiştir. Bizzat Aişe’den gelen rivayetlerde 6 yaşında sözlendiği ve 9 yaşında da evlendiği belirtmektedir.

Her daim umut ve sevgi ile kalın dostlar.