HABERLER
Dini Haber
islamiyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
islamiyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

DİN, SORGULAMA VE DÜŞÜNME

sizden gelenler, din,Dinler beyne kelepçe vurur,Din ve akıl,Din ve sorgulama,Dinler düşünmeye izin vermez,Dinler akla engeldir,Şüphe duymayan insan,Kuran soru sormaya izin vermez,Kuran ve korku, islamiyet,
Güya Allah vahiy yolluyor ve bir kitap yazılıyor.
Tam 1400 yıldır bütün sivri akıllılar bu kitabı tercüme ediyor ve anlatıyor. En mükemmel ve en akıllı insanın müslüman olduğunu dile getiriyor. Ama ne hikmetse tüm müslüman ülkeler akılsızlıktan, cehaletten, sefalatten, yolsuzluktan, pislikten, ahlaksızlıktan, kaostan geçilmiyor. 57 İslam ülkesi bir b-k üretemiyor. Yalan, dedikodu ve kaostan başka.

Bu sivri akıllılar mı Kuran`ı yanlış tercüme ediyor?
Yoksa müslümanlar yeteri kadar akıllı olmadıklarından bu sivri akıllıların söylediklerini bir türlü anlayamıyorlar mı?
Kuran`da her şey var ise bu tercüme eden sivri akıllılar bir araya gelip neden bir buluş yapmıyor?
Neden buluşları hep gavur ve dinsiz dedikleri kişiler yapıyor?
Çünkü bu sivri akıllılar sürekli yalan söylüyor.
Sorgulamayanlar da bu sivri akıllılara sonsuz inanıyor ve güveniyor.
Müslümanlar bu soruları neden sormuyor?
Çünkü müslüman ne şüphe ediyor, ne soru sormasını biliyor.

Müslüman düşünmüyor, o sadece söylenen kutsal yalanlara olduğu gibi inanıyor. Müslüman şüphe etse, sorgulasa, soru sorsa zaten müslüman olamaz. Yani müslüman düşünmeyen ve hipnoz edilmiş olan kişidir.

Bakara suresi 147: "-O hak, Rabbindendir. Artık şüpheye düşenlerden olma sakın!"
Maide 102: "Sizden önceki bir millet o tür şeyleri sordu da sonra o yüzden kafir oldu."

Nedir kafir olmak?
Şüphe, merak, sorgulamak, okumak, öğrenmek, rasyonel bilgiyi edinmek, realist olmak, düşünmek, akıl yürütmek, imanın, korkunun ve eğitimsizliğin panzehiridir.

Müslüman Kuran`ı neden okumaz?
Şüphe etmeyen beyin sorgulamaz,
sorgulamayan beyin düşünemez,
düşünmeyen beyin uyuşur,
uyuşan beyin okumaz,
okumayan beyin öğrenmez,
öğrenmeyen beyin bilemez,
bilmeyen beyin göremez,
görmeyen beyin çalışmaz,
çalışmayan beyin hastadır,
hasta beyin korkar.

"Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir." (Hucurat Suresi, 12)

Korku beyni felce ugratir. İlerleme cesaretten doğar. Korku inanır, cesaret ise şüphe eder. Korku yere düşer ve dua eder. Cesaret ayakta durur ve düşünür. Korku kaçar, cesaret ilerler. Korku barbarlıktır, cesaret uygarlık. Korku tanrılara, şeytanlara, ruhlara inanır. İnsan bilmediğine inanır, anlamlandıramadığına tapar!!! Korku dindir. Cesaret ise bilim!!!


Korkak beyin köleleşir,
köleleşmiş beyin kandırılır,
kandırılan beyin insanlıktan uzaklaşır,
insani nitelikleri edinemez,
insanlıktan uzaklaşan da vicdan olmaz,
vicdan olmayan insan canileşir,
canileşen beyin sevgisizdir,
sevgisiz bir beyin birey değil, kul-köledir.

İnsanı "insan" yapan bilincidir. Bilinç "sevgi"nin diğer adıdır.
Bilinçlenemeyen insanlaşamaz.
İnsanı doğru eyleme sevk eden korku değil sevgidir.

Bu ayette bahsettiği insan tipi inanan müslüman olan mıdır? Yoksa inanmayan müslüman olmayan mıdır?:
BAKARA 171 : "İnkar edenleri imana çağıran (peygamber) ile inkar edenlerin durumu, bağırıp çağırmadan başka bir şey duymayan hayvanlara seslenen (çoban) ile hayvanların durumu gibidir. Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bundan dolayı anlamazlar."

Peki neden sorgulama deniyor?
Çünkü kişi yaşamda var olan olumsuzluklar karşısında acı ve korku duymaktadır. Bu korku ve acıyı yenmek için araştırmaya sorgulamaya yönelmekte ve yaşamını böyle sürdürmektedir. Burada en önemli nokta kişi kendisinden çok başkaların acısını ve kaygısını duymakta ve sorgulamaya en çok da bu nedenden dolayı yönelmektedir.

Sorgulayan birey bir süre sonra bilgilenmeye yönelir. Bilgi, beyni çalıştıran bir yakıttır. Eğer bilgi ne denli duru ve pak ise motor o denli iyi çalışır. Yalan dolu bilgiler motorun çalışmasını engellediği gibi, var olan temiz yakıtı da kirletmektedir.
Saf ve duru bilgi edinmek isteyen birey bunu kitaplarda aramaktadır. En nitelikli kitapları arayıp, en saf ve duru bilgiye ulaşmaya çalışır. Yakıt dediğimiz bilgi doğanın/bilimin bütün alanlarını (fizik, kimya, biyoloji, felsefe, sosyoloji, din, tarih vb.) içine alacak biçimde kişi ile buluşuyorsa o an kişi düşünmeye yönelmiştir diyebiliriz. Eğer bu bilimlerden uzaklaşıyorsa ve sadece dine inanarak yaşıyorsa kişi, bilinci oluşmayacak demektir.

Bilinç, motorun kendisidir. Eğer motor yetersiz ise ne denli bilgi, yani yakıt koyarsanız koyun çalışmasına olanak yoktur.

Şüphe eden beyin sorgular,
sorgulayan beyin düşünür,
düşünen beyin çalışır,
çalışan beyin okur,
okuyan beyin öğrenir,
öğrenen beyin bilir,
bilen beyin görür,
gören beyin sağlıklıdır,
sağlıklı beyin korkmaz,
korkmayan beyin kandırılamaz,
kandırılamayan beyin insanlaşır,
insanlaşan kişi özgürleşir,
özgür insan sever,
seven insan birey olur,
herkesle tüm güzellikleri paylaşır.

Din sorgulamayıp düşünmeyen, doğrudan itaat eden insanların aklıdır, kişi inancını aklı yerine koyar, akılsız insana akılsız olduğunu anlattığınızda anlaması için akla ihtiyacı vardır bu akla sahip olmadığından sizi anlayamayacaktır. Tüm Dinler insanlığın tümünü akılsızlığa, düşünmemeye sürüklüyor, sorgulamaya izin vermiyor, şüpheye izin vermiyor, insanların zeki olmalarına izin vermiyor, ve bir şeyin yanlış olduğunu hisettiği zaman şüphelenme, sorgulama, hayır deme yeteneği olmayan bir insan, gerçekten bir insan mıdır? İnsanların düşünmekten daha çok korktukları hiç bir şey yoktur. Ne afetten, hatta ne de ölümden bile bu kadar çok korkmazlar. Düşünce, yıkıcı ve devrimcidir, tahrip edici ve korkutucudur. Düşünce özgürdür, dünyanın ışığı ve insanın görkemi, pırıltısıdır.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Soraya Yıldız

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

YEŞİL YOL MU? AKLIN YOLU MU?

Aydın nedir?, Aydın ve din, Aydınlanma nedir?, Batı inançsız mı?, Bilim ve dinler, din, DP, Gazali, İbnü'r Ravendi, İnanç ve bilim, İnançlı biri, Pamuk ve ateş, islamiyet,
Yeşil Yol filmini izlemişinizdir. Tom HANKS’in başrolünü oynadığı bu film hemen hepimizin hafızalarına kazındı. John COFFEY o masumluğu ile hepimizi ağlattı. Finalde o şirin fare Mr. Jingles’in yaşadığını görünce mutlu olmuştuk. John COFFEY bize mucizelerin var olabildiğini göstermişti. Bu mucizelerin kaynağı ise filmde yoktu. Belki bir yaratıcı, belki de başka bir güç John COFFEY’e güçler bahşetmişti. Mucizelerin günlük hayatta olabildiğini gösterdi bu film bize. Hiç izlemediyseniz mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.

Peki, bu mucizeler akla ne kadar yatkın? Bilim ile ne kadar uyuşuyor? Mucizelere inanarak yaşarsak medeniyet gelişir mi? Çözümü ve bilgiyi sadece kutsal metinlerde ararsak, gerisine kafa yormaz isek dünya nasıl bir yer olurdu? Sanırım kafamızda şekillendiremedik. Bir vakitler insanlar bu şekilde hiçbir şeyin yürümediğinin farkına vardılar. “Aydınlandılar”

Aydınlanma terimi basit olarak inanç ve varsayımsal hayattan sıyrılarak, bilimin ve aklın ön plana alındığı düşünce yapısına denir. Tüm önyargılar, rivayetler ve vahye dayalı sistemler reddedilir.

Peki, inançlı bir insan için “Aydın” tabiri kullanılabilir mi? Belirli çevrelerde en çok tartışılan konulardan biridir bu. “Hem inançlı olacaksın hem de aydın olacaksın. İmkânsız!” derler. Aslında bu hususta en güzel cevabı Prof. Dr. A. Celal ŞENGÖR hocamız veriyor. Bilindiği üzere kendisi ateisttir ve bunu kendisi de ifade eder. Ancak katıldığı bir programda ilginç bir konuşması vardır: “… Sevgili dostum Xavier Le PICHON dünyanın saygı duyduğu büyük bir Jeofizikçi. Kendisi büyük bir bilim insanı. Ancak aynı zamanda koyu bir Katolik. Ben bunu anlayamıyorum!” demişti.

Xavier Le PICHON dünyanın sayılı Jeofizikçilerinden birisi. Japon Bilim Ödülü ve Fransız Bilimler Akademisi Legion of Honour ödülü başta olmak üzere birçok ödül sahibi. Ülkemiz deprem araştırmalarında da bulunmuş önemli bir akademisyen aynı zamanda. Bu bilim insanı için “Aydın değildir!” demek en basitinden büyük bir cahilliktir.

Önemli olan inançları ve gerçek gözleme dayanan evreni birbirinden ayırabilmektir. Adam inançlarını ayrı yaşıyor, bilimi ayrı yaşıyor. Önyargılardan sıyrılmış, sadece gözlem ve deneye dayanan bir sistemi kabul etmiş, ancak kendi içerisinde Tanrısı ile barışık ve inançlı birisi.


Kısaca İnançlı birisi Aydın olarak nitelenebilir mi? Cevap evet. Eğer ateşli bir inançsız iseniz, diğer yazılarıma karşıt teori geliştirmeye çalışıp çuvallayan Tatlısu Müslümanları ve Yobaz Pokemonlar gibi bana reddiyeler düzebilirsiniz. Onlara da söylediğim gibi… Gerçek ortada duruyor. Ya kabul edersiniz ya da reddeder ve bu ret âleminde yaşar gidersiniz. Benim görüşümü kabul etmek zorunda değilsiniz. Xavier Le PICHON sadece bir örnek idi. Ancak tüm dünyanın kabul ettiği Bilim insanlarını ve aydınlarını sırf “İnançlılar” diye yok sayarsak işte o zaman biz de yobaz oluruz.

Şimdi eğer bu adamlar, inançları gereği sizi “kâfir, gâvur, şeytan uşağı, Siyonist, mason, illuminati iti, İngiliz-Amerikan ajanı” gibi komik adlandırmalar ile ötekileştirse ya da din ayrımcılığı üzerinden ayrıştırsalar haklısınız. Bu insanlar buna bakmıyor. Önemli olan sizin fikirleriniz. Gerisi onların umurunda değil. İsterseniz sokaktaki kediye tapın ya da Allaha inanın veya inanmayın.

Kısacası Aydın olmak için dinsiz olmak diye bir ön koşul yoktur. Daha önce belirttiğim gibi. Tersini iddia ediyorsanız, yani inançlılar eğer “Aydın” olamaz diyorsanız kusura bakmayın ama “YOBAZSINIZ!”

Neyse, ana konum aydın insanlar inançlı mı inançsız mı değil.

Avrupa’da bir Aydınlanma yaşandı. Bu aydınlanma ile insanlar dini pratik hayattan çıkartarak sadece mabetlere ve evlere kapattı. Yani olması gereken yere. Sosyal yaşamda genel hukuk kuralları çalışmaya başladı. Gözleme ve deneye dayalı bir yaşamı tercih ettiler. Sonuç? Sonuç koskoca İslam âleminden çıkan bir tek icat yok. Ama büyük deccal, şeytanın yeryüzündeki gölgesi olan “BATI” günümüzdeki tüm ilerlemenin ve icatların, kısaca modernliğin merkezi oldu.

BATI dediğimiz güruh inançsız mı? Hayır, geniş ölçekte inançlılardan oluşuyor.

Peki, neden aydınlanma orada oldu da bizde olmadı? Neden tüm icatlar Batı’da? Neden tüm Müslüman mülteciler İslam ülkelerinde Allah’ın emirlerini yaşamak yerine “Kâfir” Batı’yı tercih ediyor? Neden bizim “Yerli ve Milli” politikacılarımız çocuklarımız için İmam-Hatip nesli olsun diye buraları tavsiye ederken kendi çocukları “Kâfir” Batı okullarında? Neden hep “Kâfir” Batı’yı işaret ediyoruz?

Sanırım Aydınlanma trenini biz çoktan kaçırdık. Aydınlanma bizim için yapı marketlerde çalışan gençlere sorduğumuz “Kardeşim pardon, bu ampul ne kadar Aydınlatıyor? Oda iyi aydınlanır mı?” gibisinden soru cümlelerinde geçen kelimeden ibaret olacak.

Kısaca hayır. Biz “Aydınlanmayacağız.”

Yazının başında Aydınlanmayı tanımlarken basit olarak bilim ve aklın ön plana alınması demiştim.

Peki, bilim ve akıl bize ne söylüyor? İbnü’r Ravendi ismini duydunuz mu bilmiyorum. Turan Dursun’un da etkilendiği bu zat zamanında büyük bir İslam Âlimi. Ona göre zamanın kendisi tanrıdır. Madde sonsuzdur; sadece şekil ve biçim değiştirir. Yoktan var edilmemiştir. Her şey zaman içerisinde kendiliğinden var olur.

İbnü’r Ravendi, Dehriyyun adı verilen İslam tarihindeki materyalist bir felsefenin kurucusu sayılır. Görünen dünya haricindeki her şeyi reddederler. Görünen haricinde bir gerçek yoktur. Gerçek, ancak gözlem ve deneyle tecelli eder. Bu yönüyle peygamberleri eleştirir ve kitapları tanımazlar. Zaman veya evren bir bakıma Tanrı’dır görüşü üzerinde durduklarından dönemlerinin Deistleri kabul edilebilirler.

Büyük bir İslam Âlimi iken İbnü’r Ravendi ve onun takipçilerini tevhid’den koparan neydi? Neden klasik İslam anlayışını, hatta muhalif mezhepleri dahi terk edip “Zındık” kategorisine girdiler? Kişisel varsayımıma göre sanırım Turna Dursun ile benzer sebepler.

Maalesef İslam tarihindeki 3 büyük zındıktan birisi kabul edilen İbnü’r Ravendi hakkında detaylı bilgilere ve onun eserlerinden bir kısmına tahrip edildiklerinden ve yakıldıklarından dolayı sahip değiliz.

Elimizdeki verilere baktığımızda İbnü’r Ravendi’ de bir Tanrı inancı var. Aklı ve Deneyi ön plana almasına rağmen bir yaratıcıya inanıyor. Ancak inandığı yaratıcı onun hayatına karışmıyor. Öğrene geldiğimiz klasik Tanrı inancından daha farklı bir inanç. (Bkz. Site Başyazarı ve Yöneticisi A.Kara "Benim Tanrım" adlı makalesi)


Madem akla, gözleme ve deneye dayanan bir inanç felsefesi ile karşı karşıyayız, neden bir Yaratıcı ihtiyacı var? Bunun birçok sebebi olabilir. Bazen her gözlem aynı fikri vermeyebiliyor. Burada atıf yaptığınız sebep-sonuç ilişkisi çok önemli.

İşte tam bu noktada karşımıza Gazali çıkıyor. Hani şu Meşhur Gazali. Gazali için sakın Gerici, Yobaz gibi adlandırmalarda bulunmayın. Gazali hali hazırda dünyanın çoğu saygın üniversitesinde tüm felsefe bölümlerinde anlatılıyor. Adam müthiş zeki. Gelin ondan biraz alıntı yapalım:

"Alışılmışlığın sonucu olarak birinin sebep diğerinin netice olduğuna inanılan iki şeyden birinin, diğerinin yanında bulunması bize göre zaruri değildir. Hatta yan yana bulunan iki şeyin biri sebep diğeri netice değildir. Bunlardan birinin ispatı diğerinin ispatını içermediği gibi, birinin nefyi de diğerinin nefyini içermez. Bunun için, birinin vücudu diğerinin vücudunu gerektirmediği gibi, birinin yokluğu da diğerinin yokluğunu gerektirmez. Bunlardan birinin, diğerinin yanında bulunması, aslında biri diğerinden ayrılmayacak şekilde zaruri değil, yüce Allah’ın takdiri neticesinde olur. Bir tek misal ele alalım: Ateşe yaklaştırılınca pamuğun yanması. Pamukta siyahlık yaratmak, cüzlerini dağıtmak ve onu yanmış kül haline getirmek suretiyle yanma fiilini yapan yüce Allah’tır. Bunu ya melekler vasıtası ile veya vasıtasız yapar. Ateş, kupkuru bir maddedir. Hiçbir fiil meydana getiremez.

Şu halde ateşin fail olduğunun delili nedir? Onların pamuğun ateş yanında bulunması sırasında yanmanın meydana geldiğini müşahede etmelerinden başka bir delilleri yoktur. Bu müşahede ise, yalnızca pamuğun ateşin yanında yandığını gösterir; ateş sebebi ile yandığını ifade etmez. Yanmasının da ateşten başka bir sebebi bulunmadığını ispatlamaz. Şu halde, bir şeyin, imkânı ile birlikte bazı vakitlerde Allah’ın ilminde onu yapmayacağının geçmiş olması ve bu vakitte bunu yapmayacağına dair bizde bir ilim meydana getirmesiyle, o şeyin Allah’ın makdurları cümlesinden bir mümkün olması arasında bir mani yoktur."
Gazali
“Tehâfüt el-Felâsife”
Onyedinci Mesele Ahsen Yay.02 s.181-2-6

Gazali’nin Felsefecileri eleştirdiği Tehâfüt el-Felâsife adlı yapıtında konu ettiği "Pamuk ve Ateş" arasındaki ilişki çok önemlidir. Gazali, Nedensellik ilkesi içerisinde Ateşin Pamuğu yakmasını ilahi kudrete bağlar. Filozoflara göre ki deney ve gözleme de göre ateşin yanına getirilen pamuk yanar. Bu gözleme göre, eğer sebep-sonuç ilişkisi içerisinde irdelersek, sebep ateştir, sonuç ise yanmadır (pamuğun yanması). Gazali’ ye göre ateş sebep değildir. Bu gözleme göre pamuk sadece ateşin yanında yanar. Ama bu ateş sebebiyle yandığını ifade etmez ve bu anlama gelmez. İşte bu noktada Gazali’ye göre ilahi kudret devreye girer. Bu sistemi Allah kurmuştur. İsterse ateşin yanında pamuk yanmaz. Tamamen onun iradesine bağlıdır. Böyle olmalıdır. Yoksa İbrahim peygamberin ateşte nasıl olup da yanmadığı açıklanamaz.

Kısacası pamuğu ateşin yanın getirdiğinizde Allah’ın izni olursa, meleklerin de aracı/vesile olması ile pamuk yanar. Aynı her kar tanesini ve yağmur damlasını da meleklerin indirdiği gibi. Öyle şey olmaz mı diyorsunuz? İşte Gazali’nin fiziksel olaylarda Allah’ın izni ve Meleklerin vesile olduğuna inanmasını gerektiren faktörlerden bir diğeri, bir hadis:

Gazali, müspet bilime inanıyordu. Fakat sorun mucizelerde idi. Eğer müspet bilimi kabul edersek mucizeleri, dolayısı ile Allah’ın mucizelerini reddetmek gerekirdi. O halde müspet bilimin x faktörü Allah’tır şeklinde bir düşünce yapısı geliştirdi. Daha önce yazdığım üzere eğer pamuğun yanmasına sebep ateş ise, ateşe atıldığında İbrahim’in de yanması gerekirdi. Demek ki yakan ateş değil. Sebep ateş değil. Ateşin yakabilmesi Allah’ın iznine bağlı.

Ancak her ne hikmetse günümüzde (İbrahim peygamber olayı hariç) ateşin yakabildiğini görüyoruz.

Olayı farklı bir örnek ile zenginleştirelim. Bir zaman makinemiz olsa ve 500 yıl öncesine gitsek. Yanan odunları, içerisinde Karbondioksit bulunan bir yangın söndürme tüpü ile söndürsek bizim için ne düşünürlerdi? Onların gözlemi şu olurdu: “Birisi geldi, demir bir silindir getirdi, sonra bu silindir içinden ateşe beyaz bir duman attı, bu duman alevi söndürdü, sonra bu duman dağılıp gitti.” Gazali ilkesine göre bu nokta da insanlar bende ve olayda bir hikmet arardı. Hikmette sual olunmazdı. Şüphesiz bu söndürme işi Allah’ın izni ile olacaktı.


Ancak akılcı yaklaşan insanlar merak eder ve ateşin neden söndüğü ile ilgili varsayımlarda bulunurular, bu sayede gerçeğe ulaşmak için deney ve gözlemler yaparak basınç altında depolanmış Karbondioksiti keşfederlerdi.

Daha sonra keşfettikleri basınç altında depolanmış karbondioksiti, diğerlerine, yani hikmet arayanlara satarlardı. (Anladınız siz onu).

Gazali, açıkçası büyük bir düşünürdür. Takıldığı tek husus, anlayamadığı ya da açıklayamadığı durumları direk vahiylerde aramasıdır.   

Bilim ve gözlemi o da savunur. Ancak bilim ve gözlemi ön plana alırsa o halde Allah’ın kudretini ve mucizelerini inkâr etmek zorunda kalacaktır.

Allah merkezci bir yaklaşım ile her hususa yaklaşır. Temel terazisini ya da mihenk noktasını Allah teşkil eder.

Peki, Gazali’ nin tabiri caiz ise bir antidot’u yani karşıtı var mıdır? Evet var. İbn Rüşd. İbn Rüşd, Gazali’ nin eserlerine ve varsayımlarına öylesine reddiyeler dizmiştir ki, Gazali’nin en ateşli savunucuları dahi susmak zorunda kalmıştır.

İbn Rüşd tam bir Aristo’cudur. Antik Yunan felsefesini okumuş, özümsemiş ve gerçek hayat ile ilişkilendirebilmiştir. İbn Rüşd’e göre Gözlem ve Deney’e dayalı olmayan hiçbir unsur Kuran’a da uygun değildir. Doğada var olan her şey, her türlü deney ve gözlem Kuran ile uyuşmalıdır. Gazalinin tıkanıp kaldığı Pamuk örneğine İbn Rüşd şöyle bir yaklaşım sergiler, mucizelerde gözleme dayalı gerçek aranmaz. Çünkü var olan dünya yasalarını da Allah belirlemiştir. Eğer ateş İbrahim peygamberi yakmamış ise Allah öyle istemiştir. Ancak normal şartlarda ateş her halükarda yakıcıdır. Bu hali ile Gazali’nin yaklaşımı İbn Rüşd’e göre bir nevi küfürdür. Ona göre birey akılla Tanrı’ya ulaşılabilir.

İbn Rüşd’ün sergilediği bu tarz bir yaklaşım, yani aklın ön plana alınması, farklı akımların etkisi ile çok sonraları Aydınlanma çağının motor gücünü oluşturan faktörlerden birisi halini almıştır.

Ancak İslam âlemi İbn Rüşd yerine Gazali’yi tercih edince gerisi malum. Batı bir kutup, İslam Âlemi bir kutup halini aldı.
  • Bir taraf Aklı, Gözlemi, Deneyi merkeze aldı, bir taraf ise vahyi merkez aldı.
  • Bir taraf Bilimi merkeze aldı, bir taraf inancı merkez aldı.
  • Bir taraf gördüğü dünyayı ve onun kurallarını merkez aldı, bir taraf görmediğini merkez aldı.
  • Bir taraf sorgu ve şüpheyi merkez aldı, bir taraf biat etmeyi merkez aldı.
  • Bir taraf kendini aramayı merkez aldı, diğer taraf hiç görmediğini ve göremeyeceğini aramayı merkez aldı.
İster inançlı olun, ister inançsız olun. Hayatınızın merkezini oluşturan faktörlere dikkat edin. Hayatınızda bir kez olsun. Sadece bir kez olsun dünyaya ve çevrenize bir bakın. Kaç İslam ülkesi ile aynı İslamiyet’i yaşıyorsunuz?  Tüm İslam ülkelerinin, hatta aynı ülkede birbirinden farklı mezheplerin de hem inançları hem ibadetleri birbirinden farklı. Peki, cenneti kim hak edecek? Cehennem yakıtı kim olacak?

Sadece İslamiyet’i eleştirmeyelim. Kaç Hristiyan ülkesi aynı şekilde inanıp, aynı şekilde ibadet ediyor? Minicik İsrail’de bile Yahudiler mezheplere bölünmüş durumda.

Yazıda önce Xavier Le PICHON’dan bahsettim ki inançlı bir bilim adamı ve aydın. İbnü’r Ravendi’den bahsettim ki inançlıydı; sadece bana göre Deizme yakındı. Gazali ve İbn Rüşd’den bahsettim. Onlar da inançlıydı. Kısacası sorun inanıp inanmamakta değil.

Sorun, sizin hayatınızın merkezine neyi aldığınızda. Eğer hayatınızın merkezine bilimi, aklı, gözlemi, deneyi ve sorgulamayı alırsanız inançlı bile olsanız “AYDIN” olursunuz.

Ancak hayatınızın merkez noktasına vahyi ve onun düşünce sistemini koyarsanız “KARANLIK/YOBAZ” olursunuz.

Ve yine ancak hayatınızın merkezine kör bir şekilde inançsızlığı koyarsanız yine “KARANLIK/YOBAZ” olursunuz.

Aydın olmak inancı nereye koyduğunuz ile alakalıdır. Kendi içinizde neye inanıyorsanız inanın ya da inanmayın. Evinizde ne istiyorsanız onu yaşayın.

Ancak ortak yaşamda aklı, bilimi, gözlemi ve deneyi; kısaca “İlim ve Fen’i” merkez alarak yaşayın.
İnancınız ya da İnançsızlığınız size kalsın.

Ben mi? Ben hayatımın merkezine “Elimin altındaki cariyelerle (!) seks yapabilmeyi…” öngören bir inancı koymuyorum. Ailemle çok mutluyum.

Ancak yakın çevrem ve arkadaşlarımın büyük çoğunluğu hayatlarının merkezine “Elinin altındaki cariyelerle (!) seks yapabilmeyi…” öngören bir inancı koyuyor. Bu onları cahil yapmaz veya Karanlık/Yobaz yapmaz. Ben onları böyle seviyorum. Varsın Tatlısu Müslümanı olsunlar.

Dünyaya bakın, bilim insanı yetiştiren ülke ve sistemlere bir bakın. Büyük icatları yapan bilim insanlarına bakın. Büyük filozoflara bakın. Kendi ülkelerinden kaçan Müslümanların sığındığı ülkelere bir bakın.


Hastalandığınızda sizi kurtaran ilaç ve makinelere bir bakın. Tüp bebek ile çocuğunuz olmasını sağlayan sistemi icat edenlere bir bakın. İletişimi sağlayan her şeye bakın. Günümüz teknolojisine bir bakın.

O zaman anlayacaksınız. Sizce merkez ne olmalı?
Maalesef gerçek hayatta ne mucizeler var ne de John COFFEY gibiler.
Batı dediğimiz dünya, John COFFEY’ vari mucizeleri kendileri bulma yoluna gitti. Akıl ile ulaşma yoluna gitti.

Ama bize göre öyle mi? Batı uçak yapıyor, “Allah istemese uçmaz” diyoruz. Batı tüp bebek ile çocuk yapmayı buluyor, “Allah istemese olmaz” diyoruz. Batı cep telefonu yapıyor, “Allah istemese konuşturmaz” diyoruz. Batı ağrı kesici yapıyor, “Allah istemese iyileştirmez” diyoruz. Batı araba yapıyor, “Allah istemese gitmez” diyoruz.

Oluyor yahu oluyor. Yapınca oluyor. İcat edince oluyor. Düşününce oluyor. Akıl edince oluyor. Oluyor kardeşim hem de çok güzel oluyor.

Sen oturduğun yerde 70 huriyi nasıl idare edeceğini, cennet şarabını hangi meyveler ile tadacağını düşünmeye devam et.

Bu arada pardon. Cennet ve huri demişken, Senin hatun ya seni değil de başka bir erkeği isterse ne olacak? Sen bir mümin, o da bir mümine, sen istiyorsun ama o seni istemiyor ve başka bir erkeğe veriliyor. Belki o erkek senden daha mümin olduğu ve o da senin hatunu istediği için senin hatunun da rızası ile alıyor. Ne yapacaksın? Onlar kendi cennet arsasında meşk ederken sana yine eller günahkâr. Artık huriler ile ne kadar olacaksa…

Ah yine pardon bilmiyorum diş ağrısı çekiyor musunuz? Ben bir ara çok uğraştım. Bilin bakalım o dişçi koltuğunu, diş tıbbını, o alet edevatı, dolguyu, implant malzemelerini ve diğer tüm zerzevatı kim icat etti? Doğru ya çağlar öncesinden tüm bilgiler ve bilimsel veriler kutsal kitapta var. Oradan biz icat ettik (!)

Sağlıcakla kalın.

Yazar Notu: Yazıda mümkün olduğu kadar felsefe tarihi ve felsefe konularından uzak kalarak, sınırı fazla aşmamaya gayret ettim. Israrla Mitoloji ve Felsefe konularından uzak kalmayı tercih ediyorum. Bu konular uzmanlarının işi. Peki, ben yazdığım konular hakkında uzman mıyım? Değilim. Öyle bir iddia da bulunmuyorum. Okumazsınız olur biter. Madem uzman değilim neden yazıyorum? Sebebi açık: Aklı kullanmak için uzman olmaya gerek yok.

Bu mesajımda malum çevreye: Bana hep “Olmadığını Kanıtla!” diye çağrıda bulunuyorsunuz. Madem öyle sizde “Olduğunu Kanıtlayın!”

Yazan: Demon Product

İSLAM PEYGAMBERİ MUHAMMED GERÇEKTEN YAŞADI MI? | 4

Yazan: Gregoire de Fronsac
Bilgi çoğaldıkça değer kazanır sevgili arkadaşlar ve insanoğlu hayatının her döneminde yeni şeyler öğrenmeye devam eder. Herhangi bir olaya tek taraftan bakmak , bu kesin doğrudur demek , bazen ciddi yanılgılara sebep olabilir. O yüzden bu yazıda malum konuyu farklı bir şekilde ele almaya karar verdim.. Takip edenler bilir bu platformda  yayımlanan serinin ilk üç makalesinde , İslam peygamberi Muhammed'in yaşamadığını , onun olsa olsa bir literatür figürü olduğunu ve Eyyamü'l Arap içinde biri veya birilerinin Muhammed efsanesine esin kaynağı olmuş olabileceğini yazmıştım.
Evet somut tarihi veriler ışığında , hadis ve siyer kaynakları dışında bize anlatılan Muhammed hakkında somut hiç bir delil bulunmamaktadır. Hadis ve siyer kaynakları ise yine bu kaynaklara göre Muhammed'in ölümünden 150-200 sene sonra yazılmaya başlanmış , rivayete dayalı bilgilerden oluşur yani doğruluğu oldukça şüpheli bir rivayetler zinciridir.
Ama ilk başta da dediğim gibi bir olaya tek taraflı bakmamak gerekir. O yüzden bu yazıda hadis ve siyer kaynaklarının yüzde yüz doğru olduğunu varsayarak bu bilgiler ışığında Muhammed Peygamberin izini sürmeye çalışacağım.

Buradaki ana kaynaklarımız İbn Hişam , İbn İshak gibi siyer yapıcıları , Taberî gibi tarihçiler ve Buhari , Müslim , Ebu Davud gibi muhaddisler olacak.
Sevgili arkadaşlar , bize anlatılan klasik hikayede ; Muhammed yetim kalmış , amcasının himayesinde büyüyen çobanlıkla uğraşan ve genç yaşında Hatice isimli , kendinden yaşça büyük ve varlıklı bir kadınla evlenen bir profil. Kırk yaşlarında vahiy alıp peygamberliğini ilan ediyor. İlk başlarda kendisine inanan sayısı çok az olduğu için büyük sıkıntılar yaşıyor ve Medine'ye sürülüyor ( yada hicret ediyor ) Medine günlerine kadar geçen zaman ve Medine'den sonraki zaman yaşanan tüm olaylar Mekke'de geçiyor. İddiaya göre Mekke zengin bir ticaret kenti.
Peki gerçekten öyle mi ?

Mekke'nin o dönemde zengin bir ticaret merkezi olduğuna dair başta Bizans ticaret kayıtları dahil hiç bir medeniyetin kayıtlarında bir bilgiye rastlanmamaktadır oysa hadis ve siyer kaynakları aksini yazar. Aksine Mekke küçük bir köyden ibaret bir yerleşkedir.
Acaba hikayenin başlangıcında ve sonuna sahne olan Mekke bugün bildiğimiz Mekke mi , yoksa Ürdün'de  bulunan ve eski adı "Bekke" yada "Bekka" olan antik yerleşim yeri olan Petra mı ?
Bu yazının ana hatları anlaşılacağı üzere Petra merkezli olacak arkadaşlar.
Eğer Muhammed (yada ona esin kaynağı olan kişi) yaşadı ise , onun bugün bildiğimiz Mekke'de değil Petra da yaşadığını , yine onun hayatını anlatan kaynaklar ışığında takip edeceğiz ve Muhammed'in bugün bilinen Mekke'den Medine'ye değil , Petra'dan (Bekke yada Bekka) Medine'ye hicret ettiğini göreceğiz.


Önce İslamiyet'in ilk yıllarından kalan bazı camilerin kıble yönünden bahsedelim ; 750 yıllarından önce Basra , Kufe , Mısır , Suriye ve bölgede ki bir çok caminin kıblesi bugün bildiğimiz Mekke'ye değil net şekilde Petra'yı gösteriyor.
Örneğin , Ömer döneminde yaptırıldığı iddia edilen Amr ibn Al-As camii ki bu cami Afrika'da inşa edilen ilk camidir , 642 yılında inşa edilen bu caminin kıblesi 827 yılında bugün bildiğimiz Mekke yönüne çevriliyor , o tarihe kadar bu caminin kıble duvarının Petraya baktığına dair tarihi ve arkeolojik kanıtlar mevcuttur.
Örneğin Yemen'in başkenti San'a'daki Eski Cami , Kudüs'de ki el Aksa cami , yine Kudüs yakınlarındaki Baalbek cami , Şam'da bulunan Umayyad Cami (Meşhur Emevi Cami) , Quasr al Mushatta cami gibi  camilerin kıble yönlerinin 750-800 yıllarına kadar Petra'ya baktığını tarihi ve arkeolojik veriler ışığında görebiliyoruz.

Yine klasik hikayede anlatılan Muhammed sonrasındaki hilafet mücadelesi esnasında yaşanan meşhur Mekke kuşatması ve Kabe'nin mancınık taşları ile yıkılması da çok ilginç bir detaydır.
Haccac komutasındaki birlikler , Kabe'nin yakınlarındaki hakim tepelere mancınıkları konuşlandırıp Kabe'nin duvarlarını yıkana kadar ateşe devam etmişler . Oysa bugün umre ve hac vazifelerini yapmak için bölgeye gidenler dahi gayet iyi bilirler ki bugün bildiğimiz Mekke ve özellikle Kabe civarında o tür yükseltilerek , mancınık menzilinde olabilecek hakim tepeler yoktur , taşlık düz bir arazidir.
Oysa Petra kenti bu hikayeye ev sahipliği yapacak ideal bir coğrafi yapıya fazlasıyla sahiptir.
Yine aynı hikayede Mekke (Bekke - Bekka) valisi Zübeyr'in kutsal emanetler denilen karataş (Hacer'ül Esved) Muhammed'den kalan yazmalar ve bazı materyalleri , Kabe yıkılmadan önce kaçırdığı  , savaş alanından uzak , güvenli ve Kabe'si olan başka bir yere taşıdığı anlatılır..
Bakın sevgili arkadaşlar , İslam öncesi Arap coğrafyasında tek bir Kabe yoktur , Kabe yani küp İslam öncesi inançlarını kutsal mabetleriydi ve şuan da yıkıntı halinde dahi olsa bir çok Kabe mevcuttur. ( Bu detay unutulmasın , ilerleyen satırlarda bu konuya geri dönülecek)

Yine başka bir detay:
Buhari'nin aktardığı bir hadiste ; "Allah'ın elçisi Kabe'yi ziyaret edeceği zaman yukarı yarıktan gelir ve Kabe'yi terk ederken de aşağı yarıktan terk ederdi" diyor.. (Burada yarıktan kasıt dağ geçidi , kaya geçidi , kaya yarığıdır)
Bir çok İslami kaynakta Mekke'nin ve Kabe çevresinin dağ yarıkları ile ulaşılan bir vadide olduğu anlatılır.
Oysa bugün bildiğimiz Mekke görselde de görüleceği üzere ne bir vadide yer almakta ne de dağ yarıkları ile ulaşım sağlanmaktadır.

GF,din, islamiyet, Muhammed gerçekten yaşadı mı?, Hz Muhammed yaşadı mı?, Petra,Ayn al Bayda,Petra Mekke mi?,Hira mağarası,Safa ve Merve tepesi, İslam çelişkileri, Mekke ve Bekke

Fakat Petra bölgesi gerçek bir vadidir ve merkeze yani Kabe civarına giriş dağ yarıkları ile sağlanmaktadır.

GF,din, islamiyet, Muhammed gerçekten yaşadı mı?, Hz Muhammed yaşadı mı?, Petra,Ayn al Bayda,Petra Mekke mi?,Hira mağarası,Safa ve Merve tepesi, İslam çelişkileri, Mekke ve Bekke

Yine bu hadislerden aktarıldığı üzere , Peygamber Kabe'yi tavaf ettikten sonra Safa ve Merve tepeleri arasında yürürdü.
Bugün bildiğimiz Mekke'de bize Safa ve Merve tepeleri diye yutturulan yerler üzeri kubbe ile kapatılabilecek kadar küçük iki kayadan ibarettir.
Görselde de göreceğiniz gibi bunlar tepe falan değildir , iki tane küçük kaya parçasıdır.

GF,din, islamiyet, Muhammed gerçekten yaşadı mı?, Hz Muhammed yaşadı mı?, Petra,Ayn al Bayda,Petra Mekke mi?,Hira mağarası,Safa ve Merve tepesi, İslam çelişkileri, Mekke ve Bekke

Oysa Petra'daki gerçek Safa ve Merve tepeleri aşağıdaki görselde net şekilde görülmektedir..

GF,din, islamiyet, Muhammed gerçekten yaşadı mı?, Hz Muhammed yaşadı mı?, Petra,Ayn al Bayda,Petra Mekke mi?,Hira mağarası,Safa ve Merve tepesi, İslam çelişkileri, Mekke ve Bekke

Başka bir detaya bakalım simdi de ; Kur'an da Fil Suresinde geçen hikayeye göre , Mekke Muhammed'den çok önceki bir dönemde,  fillerle güçlendirilmiş bir ordu tarafından saldırıya uğramış.
Bu sure yorumlanırken İslam tarihçileri , Yemen'in Hristiyan valisinin gönderdiği bir ordudan bahsederler.
Sevgili arkadaşlar Yemen'de fil yaşamaz ve fillerle donatılmış bir ordunun Yemen'den kalkıp koskoca çölleri aşarak Mekke'ye kadar gelmesi imkansız bir olaydır zira fillerin günlük su ihtiyaci 1.5 ton üzerindedir.
Oysa Nebati tarihinde Petra ve civarında fil savaşları adı verilen savaşlar yaşanmıştır. Bölge Büyük İskender kontrolü altında iken Persler 200 filin bulunduğu bir ordu ile şehre saldırmışlar lakin geri püskürtülmüşlerdir.
İşte bu hikaye Kur'an'a fil suresi olarak geçmiş fakat olayın yaşandığı yer bugün bildiğimiz Mekke değil Petra'dır.

Başka bir detaya daha bakalım.
Yine klasik hikayede , Muhammed'in Hira dağındaki bir mağarada vahy aldığı anlatılır.
Oysa Hira mağarası bildiğimiz Mekke'deki kaybeden en az 5-6 km uzakta yer alır. Bir insanın her gün o mesafeyi yürümesi akla çokta yakın gelmiyor ayrıca yine hadis ve siyer kaynaklarında aktarıldığı üzere malum mağaranın ağzının baktığı yön Kabe'yi kesinlikle görmemektedir ve hatta mağaranın bulunduğu bölge Kabe'yi görmemektedir.

GF,din, islamiyet, Muhammed gerçekten yaşadı mı?, Hz Muhammed yaşadı mı?, Petra,Ayn al Bayda,Petra Mekke mi?,Hira mağarası,Safa ve Merve tepesi, İslam çelişkileri, Mekke ve Bekke

Oysa Petra'da Kabe'yi gören öyle mağaralar var ki şüpheye yer bırakmıyor. Özellikle birisinde, çok ilginçtir ki mağara duvarında kayaya oyulmuş bir hilal sembolü vardır. Bu sembol İslam öncesi inanışlarda ay tanrıçası Al-İlah'ın simgesidir. Aynı bölgede Al-ilah'ın kızlarına ait heykeller de mevcuttur.

Yine klasik hikayede hicretten sonra Medine'den Mekke'ye bir ilerleme ve Mekke'nin fethi anlatılır.
Muhammed ve yakınında bulunanlar Medine'de kendilerine taraftar toplayıp sayıca belirli bir üstünlük sağladıktan sonra ufak tefek saldırılar , kervan baskınları ve savaşlar başlıyor.
Dediğimiz gibi Muhammed ve yakınında bulunanların kovuldukları Mekke'ye yeniden saldırıp fethetme düşüncesi var akıllarında.
Fakat sevgili arkadaşlar bu ilerleme hiç bir şekilde güneye yani bugün bildiğimiz Mekke'ye yapılmıyor tam aksi yöne yani kuzeye , Petraya doğru yapılıyor.
Mesela Hayber savaşı; Hayber Medine'nin kuzeyinde Petra yolu üzerinde bir Yahudi yerleşkesidir.
Bu savaşta ilginç bir detay dikkati çekiyor arkadaşlar ve çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Taberi'nin aktardığına göre ; Kuşatma esnasında Al - Hajjaj isminde bir adam Muhammed'in huzuruna gelerek "Ey Allah'ın elçisi , ben zengin bir adamım Mekke'nin yakınlarında arazilerim ve mallarım var , benim ve eşimin canını bağışla , bütün mal varlığımı seninle bölüşeyim" der.
Muhammed bu teklifi kabul eder.
Aynı hikayeye Taberi'den devam edelim ; Al-Hajjaj diyor ki " Yola çıktım ve Mekke'ye vardım , al - Bayda'ya geldim"
Sevgili arkadaşlar Ayn al-Bayda, Petra'nın biraz kuzeyinde ama Petra'ya çok yakın bir yerleşim yeridir, bugün bilinen Mekke ile arasında binlerce kilometre vardır.

GF,din, islamiyet, Muhammed gerçekten yaşadı mı?, Hz Muhammed yaşadı mı?, Petra,Ayn al Bayda,Petra Mekke mi?,Hira mağarası,Safa ve Merve tepesi, İslam çelişkileri, Mekke ve Bekke

Kısacası arkadaşlar Bedir , Uhud , Hendek , Hayber , Ben-i Nadir , Ben-i Kurayza , Yarmuk , Mute , savaşları gibi önemli savaşlar ve bir çok gazve ile seriyye Medine'nin kuzeyine yani Petra'ya doğru gerçekleştirilmiştir.

Peki bu hikaye Petra'dan alınıp bugün bildiğimiz Mekke'ye nasıl uyarlandı ?
İşte erken İslam tarihindeki asıl kilit nokta bu sevgili arkadaşlar.
Üst satırlarda , Muhammed sonrasında yaşamıştır Mekke valisi Zübeyr'den bahsetmiştim.
Zübeyr , Ali'den ve Hasan ile Hüseyin'in ölümünden sonra Emevilerin hilafetini kabul etmez ve kendi hilafetini ilan eder , bunun neticesinde Emevi ordusu Mekke'yi ikinci kez kuşatır ve mancınıklarla Kabe'yi yıkar. Zübeyr ise Kabe'yi savunurken ölür. Fakat kuşatmadan önce Hacer'ül Esved ve Muhammed'den kalan yazmalar gibi materyallerin yani kutsal emanetleri Petra'dan yani gerçek Mekke'den kaçırır ve bugün Mekke dediğimiz küçük köyde saklanmasını sağlar.
O köy özellikle seçilmiştir zira Medine'nin de güneyinde savaş bölgesinden uzak , Kabe'si yani kutsal mabedi olan bir köydür. Bu köyün ismi daha sonraları Bekke - Bekka dan evrilerek Mekke'ye dönüşür. ( Kur'an da bir kez Mekke , bir kez de Bekke ifadesi geçer )
Bu süreçte kutsal emanetlerinde saklanması neticesinde o küçük köyde bir inanç , bir kült şekillenmeye başlar dönem içinde.
Abbasiler , Emevileri yenilgiye uğratıp güneye yani Medine ve bugün bildiğimiz Mekke civarına doğru işgal ederek kontrol altına aldıktan sonra , o bölgede halihazırda bulunan bu kültü , bu inanışı sahiplenmişler ve Kabe , Hacer'ül Esved gibi kutsal simgeleri benimseyerek bu inancı yeni bir din olarak kabul etmişler.
Fakat ellerinde bulunan rivayete dayalı bilgilere göre anlatılan hikaye bugünkü Mekke'ye uymadığı için hadisler yeniden yazılmaya başlanmış ve Petra'daki hikaye Mekke'ye uyarlanıp yeni bir peygamber hikayesi eklenerek kabul edilmiş ve muhtemelen 130-150 yıllık bir zaman diliminde , Muhammed'den kaldığı iddia edilen yazmalar , bölgede ki diğer inançlara ait yazmalarla ( Monofizit Hristiyanlar , İsmaili Yahudiler ) derlenerek bugünkü Kur'an oluşturulmuş, islamiyet genel hatları ile oluşmaya başlamıştır.

Her daim sevgi ve umutla kalın dostlar.
Yazan: Gregoire de Fronsac

Kaynaklar:
Es - Siretu'n Nebeviyye : İbn Hişam'dan aktaran , Taberî
Es - Sire : İbn İshak'dan aktaran , Taberî
Tarih er - Resul ve'l Muluk ve'l Hulefa : Taberî
El - Camius Sahih : Muhammed el - Buhârî
Sünen-i Ebu Davud : Ebu Davud Sicistani
El - Camius Sahih : Tırmizi
Sahih-i Müslim : Ebul - Hüseyn Müslim
The Origins Of İsmailism ; The Historical Backround of the Fatimid Chaliphate : Bernard Lewis
Karanlıktaki İlk Yıllar ; İslam'ın Menşei ve Tarihine Yönelik Güncel Araştırmalar : Karl Heinz Ohlig + Gerd Puin
The Nabataeans ; Builders of Petra : Dan Gibson

Serinin diğer yazıları aşağıdadır:
Muhammed gerçekten yaşadı mı? 1 | Muhammed gerçekten yaşadı mı? 2 | Muhammed gerçekten yaşadı mı? 3

Yazan: Gregoire de Fronsac