HABERLER
Dini Haber
islamiyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
islamiyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

KORKUYORUM..(!)

Yazan: Wiseman


KORKUYORUM..(!)


●►UYARI: Diğer makalelerde zaten defalarca savaş konulu sure ve ayetleri önceki ve sonrakilerle birlikte tüm olarak defalarca ele aldım. Bu makalede surelerin sadece kelimesinin geçtiği ayetlere yer verilmiştir. Amaç; "Herkesi yaratan" bir Allah var ise onun "ne şartlar altında olursa olsun, gerekçesi ne olursa olsun" kendi yarattıklarını birbirine düşürmesinin ve sürekli savaşmaktan bahsetmesinin absürt olduğunu göstermektir. Taraf tutan ve sürekli taraf değiştiren, her kitabında savaştan bahseden "merhametli" bir ilah olamaz. İyi okumalar.

Diyorlar ki neden dinleri, dinbazları ve dincileri bu kadar eleştiriyorsun? Bu kadar eleştirmen onlardan korktuğunu göstermez mi?
Evet, itiraf ediyorum. Onlardan çoook korkuyorum.

3300-2000 ve 1400 yıldır dünyaya hâkimler. Hangi taşı kaldırsanız altından Teistler, dinciler, Dinbazlar ve siyasal İslamcılar çıkıyor.

Bunca yıldır zihniyetleri uğruna dünyada yüzlerce, binlerce savaş çıkarmışlar. Milyonlarca insan öldürülmüş.
Ne için? Benim inandığım Yaratıcı’ya inanmıyorsun diye!
Ne için? Benim Peygamberime inanmıyor, saygı duymuyorsun, benim gibi düşünmüyor ve inanmıyorsun diye!
Ne için benim gibi ibadet etmiyorsun diye!

Peki, sizler gibi düşünmeyenlere, inanmayanlara ne yaptınız?
Öldürdünüz, yaktınız, kestiniz, taşladınız, tecavüz ettiniz!

Nasıl korkmayayım ki? İnandığınız Yaratıcınız bile sözde gönderdiği kitaplarında:

KUR'AN'DA;
  • Bakara 191: “Onları bulduğunuz yerde ÖLDÜRÜN.”
  • Bakara 193: “Fitne ortadan kalkıp Allah’ın dini tamamı ile egemen oluncaya kadar onlarla SAVAŞIN!”
  • Bakara 216: “SAVAŞ size farz kılındı.”
  • Nisa 89: “Onlar kendileri inkar ettikleri gibi, keşke siz de inkar etseniz de eşit olsanız isterler. Allah yolunda hicret etmedikçe onlardan dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları tutun, bulduğunuz yerde ÖLDÜRÜN. onlardan dost ve yardımcı edinmeyin.”
  • Maide 33: “Allah ve peygamberiyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa uğraşanların cezası ÖLDÜRÜLMEK veya ASILMAK yahut çapraz olarak EL VE AYAKLARI KESİLMEK ya da YERLERİNDEN SÜRÜLMEKTİR. Bu onlara dünyada bir rezilliktir.”
  • Maide 35: Ey inananlar! Allah’tan sakının, O’na ulaşmaya yol arayın, yolunda CİHAD edin ki kurtulasınız.”
  • Maide 38: Erkek hırsız ve kadın hırsızın, yaptıklarından ötürü allah tarafından ibret verici bir ceza olarak, ELLERİNİ KESİN.”
  • Enfâl 5: “Nitekim Rabbin seni, hak uğruna SAVAŞMAK için evinden çıkarmıştı.”
  • Enfal 12: “Rabbin meleklere, “ben sizinleyim, inananları destekleyin” diye vahyetti. “Ben inkar edenlerin kalblerine KORKU SALACAĞIM, artık VURUN ONLARIN BOYUNLARI ÜSTÜNE VURUN HER PARMAĞINA” dedi.”
  • Enfâl 39: “Ortalıkta fitne kalmayıp, din tamamıyla Allah’ın dini oluncaya kadar onlarla SAVAŞIN.”
  • Enfâl 58: “Eğer bir kavmin, sözleşmeye aykırı bir hainlik yapmasından KORKARSAN, SAVAŞTAN önce aynı şekilde ANTLAŞMAYI BOZDUĞUNU kendilerine bildir.”
  • Tevbe 5: “Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde ÖLDÜRÜN; onları yakalayıp HAPSEDİN; her gözetleme yerinde onları bekleyin.”
  • Tevbe 14: “Onlarla SAVAŞIN ki Allah, SİZİN ELLERİNİZLE onların CEZASINI versin ve … onları rezil ve rüsvay etsin...”
  • Tevbe 29: “Kendilerine kitap verilenlerden oldukları halde ne Allah’a, ne ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Resulünün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini din edinmeyen kimselere ALÇALMIŞ oldukları halde elden CİZYE verecekleri hale gelinceye kadar SAVAŞ yapın.”
  • Tevbe 73: “Ey Peygamber! KAFİRLERLE CİHAT ET; onlara karşı SERT DAVRAN. Varacakları yer cehennemdir.”
  • Nur 2: “Zina eden kadın ve erkeğin her birine yüzer değnek vurun. Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, allah’ın dini konusunda o ikisine ACIMAYIN. Onların ceza görmesine, inananlardan bir topluluk da ŞAHİT olsun.”
  • Muhammed 4: “Savaşta inkar edenlerle karşılaştığınızda BOYUNLARINI VURUN; sonunda onlara üstün geldiğinizde onları esir alın; savaş sona erince onları ya karşılıksız, ya da fidye ile salıverin; allah dilemiş olsaydı, onlardan başka türlü ÖÇ alabilirdi, bunun böyle olması, kiminizi kiminizle denemek içindir.”
  • Tahrim 9: “Ey Peygamber! Kâfirlerle CİHAT et; onlara karşı SERT davran. Onların varacakları yer cehennemdir.” DİYORSA!

TEVRAT’TA;
  • Samuel 15:3: “Şimdi git Amekliler’e SALDIR. Onlara ait her şeyi tümüyle YOK ET. Hiçbir şeyi ESİRGEME. Kadın, erkek, çoluk, çocuk, öküz, koyun, deve, eşek hepsini ÖLDÜR!”
  • Yeşeya 13:15-18: “Yakalananın bedeni DELİK DEŞİK EDİLECEK, ele geçen KILIÇTAN GEÇİRİLECEK. Yavruları gözleri önünde PARÇALANACAK, evleri YAĞMALANACAK, kadınlarının IRZINA GEÇİLECEK!”  DİYORSA!

İNCİL’DE;
  • Matta 10:34: “Yeryüzüne barış getirmeye geldiğimi sanmayın. BARIŞ DEĞİL KILIÇ GETİRMEYE GELDİM.”
  • Luka 12:49: “Ben dünyaya ATEŞ YAĞDIRMAYA GELDİM. Keşke bu ateş daha şimdiden alevlenmiş olsaydı. Yeryüzüne barış getirmeye mi geldiğimi sanıyorsunuz? Size HAYIR diyorum, AYRILIK GETİRMEYE GELDİM.” DİYORSA!

EĞER BİR DİN ÖLDÜRMEYİ EMREDİYORSA ÖLDÜRÜLMESİ GEREKEN O DİNİN KENDİSİDİR!

Nasıl korkmayalım?!
Önce Ahlak, Adalet ve her türlü güzelliği dininize bağladınız. Sonra dininiz adına öldürmekten, yakmaktan, taşlamaktan, tecavüz etmekten, hırsızlıktan, adaletsizlikten, ahlaksızlıktan ve her türlü pisliği yapmaktan çekinmediniz!

Nasıl korkmayalım?!
Dinimiz “Oku”, “Düşün”, “Akletmez misiniz?” diyor. Dediniz ama sözde âlimleriniz çıktı “İslam vallahi de billahi de akıl dini değildir”, “Her şeyi sorma” dediniz! Aklı yok saydınız.

Nasıl korkmayalım?!
Hem “İlim Çin’de de olsa gidip alınız, İlim Müslümanın yitik malıdır” dediniz!

Ardından “Uzayda ne var? Niye gidiyorsun? O kadar masraf edeceğine ver bana yüzbin dolar ben sana söyleyeyim.” dediniz. Tübitak’a yapılan onlarca bilimsel başvuruyu reddettiniz! Ledli ekmek dolabına ödül verdiniz. Hiçbir bilimsel faaliyette yer almadınız. Bilimi reddettiniz!

Nasıl korkmayalım?!
Bizler, emredilen şey ne olursa olsun akıl, vicdan, ahlak ve bilimin dediği, doğru olanı yapın derken; sizler, emredilen şey istediği kadar doğru, akli, ahlaki, vicdani ve bilimsel olursa olsun, dinimiz, peygamberimiz ne diyorsa onu yapın dediniz!

Akıl, Vicdan, Ahlak ve Bilimi yok sayıp yerine dinlerinizi tercih ettiniz!

Nasıl korkmayalım?!
Dincileriniz, dinbazlarınız, siyasal İslamcılarınız, bizlere bu dünyada şükrettirip, cehennem ile korkuturken, öbür dünyada cenneti vadettiler. Kendileri, “haram helal ver Allah’ım, aciz kulun yer Allah’ım” deyip, her türlü mala sahip olup ,dünyada cenneti yaşıyorlar!

Nasıl korkmayalım?!
Şeytan bile sizleri görünce, kendisine gerek kalmadığını düşünüp İslam dünyasını terk etmiş!

Nasıl korkmayalım?!
O kadar cahil bir nesil yetiştirdiniz ki düşünemiyor, sorgulamıyor, eğri ile doğruyu ayırt edemiyor. İletişim bile kuramıyoruz.

Nasıl korkmayalım?!
İnandığınız bir kitap var ve onu kendi dilinizde bile okumuyorsunuz. Okuyan bizler, bakın söylediğin yanlış, kitabınızda böyle yazıyor dediğimizde, bizleri yalancılıkla suçlayıp, kitabınızı açıp okumaya tenezzül bile etmiyor, körü körüne inanmaya devam ediyorsunuz.

Nasıl korkmayalım?!
“İnanmıyorsan saygı duy” deyip öldürmeye, vurmaya, kırmaya kalktığınız için korkuyoruz.

Bizler, iyi insan olmaya çalışırken sizler ille de “inanan insan” diye direttiğiniz için korkuyoruz.

Bizler, kölelik ve cariyelik insanlığa yakışmaz dedikçe dininiz ve sizler kölelik hak, cariyelik helal dediğiniz için korkuyoruz.

Bizler, “tek eşlilik, kadın hakları, kadın erkek eşit” dedikçe sizler “dört ver Allah’ım dört de yetmez üstüne sayısız cariye ver Allah’ım” dediğiniz için korkuyoruz.

Bizler, evlilik için en az 18 yaş derken sizler bir yaşında ki bebeklerle bile evlenilebilir dediğiniz için korkuyoruz.

Bizlere “eşlerinizi bizden nasıl koruyacaksınız?” dediğiniz için korkuyoruz.
“Kafirlerin eşleri Müslümanlara helaldir” dediğiniz için korkuyoruz.

Bizler, dinler dünya nimetlerinin haksız bölüşümünü insanların kolay kabul etmelerini sağlayacak, psikolojik bir kontrol mekanizmasıdır, kutsal sandığınız dinler emperyalizmin ilahi versiyonlarıdır dedikçe, sizler başınızı dinlere gömüp sömürmeyi ve sömürülmeyi seçtiğiniz için korkuyoruz.

Bizler akıl, bilim, vicdan, ahlak dedikçe, sizlerin “cahilliği, aptallığı” yüzünden insanlarımız ve ülkemiz mahvolduğu için, aynı nüfusa sahip medeni ülkelerden bile on kat fazla camiye ve on kat fazla din personeline sahip olmamıza rağmen, gelişmişlik ve medeniyette yüz kat geri olduğumuz için korkuyoruz.

Yüz binlerce atanamayan öğretmenler açıkta beklerken, her kurum ve kuruluşa din personeli atamanızdan, din adamlarınız günde bir saat çalışıp, kalan zamanda siyasal İslamcı partilerinizin militanlığını yaptığı için korkuyoruz.

Diyanetin bütçesi son on beş yılda on kat arttığı ve çoğu bakanlıktan yüksek olduğu içi, akıl ve bilim ile kalkınacakken din, dinci, dinbaz ve Siyasal İslamcılarınız ile hem duyarsız hem ahlaksız olduğunuz için korkuyoruz.

Düşünmek ve sorgulamak yerine kendi ellerinizle yönetimi ve kontrolü dinci, dinbaz ve siyasal İslamcılara verdiğiniz ve onlara inanıp peşinden gittiğiniz için korkuyoruz.

Binlerce yıl önceki kralları ve yöneticileri peygamber diye dayattığınız, inancınız ve dinleriniz adına aklın, vicdanın, bilimin kabul edeceği bir delili binlerce yıldır ortaya koyamadığınız için korkuyoruz.

İnancınız, akıl, vicdan, bilim ve sevgi üzerine değil “ganimet ve seks” üzerine kurulu olduğu için korkuyoruz.

Zayıfken hoşgörülü, güçlenince zalimleştiğiniz için korkuyoruz.

Her Müslüman Kur’an’ı ve dini kendine göre farklı anlayıp farklı uyguladığı için korkuyoruz.

Gerçek Şeytan’ın bu dünyada size din ve ahlak dersi vermeye kalkan yobazdan başkası olmadığını göremediniz, toplum olarak sizlere Allah, din, peygamber denilip Kur’an sallandığında, aklınızı ve vicdanınızı kaybettiğiniz için korkuyoruz.

Dünya bilgi çağını yaşarken sizlerin hala geleceğe 1400 yıl önceki gözlük ve akılla baktığınız için korkuyoruz.

Sözde dinciler, Dinbazlar, siyasal İslamcılar, hocalar kadın ve çocuklara camilerde, vakıflarda tecavüz ederken sustuğunuz için korkuyoruz.

Tübitak’ın başına hayvanat bahçesi müdürünü atadığınız, sözde profesörlerinizin “cahilin ferasetine güveniyorum” dediği için korkuyoruz.

İlkokul ve İmam Hatiplilerin, iki liralık tespih sallayarak, Boğaziçi, Bilkent ve ODTÜ lülere “biz Osmanlı torunuyuz” deyip ayar vermeye kalktığınız için korkuyoruz.

Çarşaf giyenlere “saygı beklerken”, etek giyenlere “cehennemlik” deyip saldırdığınız, her türlü pisliği ve günahı işleyip kendinizin mahşer günü sorgusuz cennete gideceğinizi söylerken bizleri cehennemlik deyip aşağıladığınız için korkuyoruz.

Kadınları aklen ve dinen eksik, erkekleri kadınlardan üstün ve hâkim, mirasta ve şahitlikte iki kadın bir erkeğe eşit, kadınları köpek, eşek, domuz gibi fitne ve uğursuz, satılan bir mal gibi gördüğünüz, itiraz eden kadını dövün dediğiniz için korkuyoruz.

Bu gün ben peygamberim diyen birini akıl hastanesine kapatırken, binlerce yıl önce “ben peygamberim ve Allah oğlumu kurban etmemi istedi” diyenleri peygamber kabul edip peşinden gittiğiniz için korkuyoruz.

Cenneti bu dünyada hep beraber yaşamak ve dünyamızı cennete çevirmek varken, bu dünyayı cehenneme çevirip, cenneti bilinmeyen öbür dünyada yaşamaya ötelediğiniz, güneşin balçığa battığı, dünyanın evrenin merkezi ve dünyayı düz olarak gördüğünüz gerçek dışı fikirlerinizden korkuyoruz.

Dinlerle yetinmeyip, tarikatlara bölündüğünüz ve aynı dinden ama farklı tarikattan olanları bile cehennemlik ilan ettiğiniz için korkuyoruz.

Bu dünyada seks yapıp içki içenleri cehennemlik görürken, cennette seks ve içkiyi ödül yapmanızdan korkuyoruz.

Aklınızı ve vicdanınızı esir alan inançlarınızdan düşünme, sorgulama ve araştırma ile kurtulabilecekken aklınızı ve vicdanınızı özgür bırakmadığınız için korkuyoruz.

İnandığınız Yaratıcı bile kendisine inanmayanlara hayat hakkı verip rızıklandırırken sizler, sizin gibi düşünmeyip inanmayanlara hayat hakkı tanımadığınız için korkuyoruz.

Dinleri terör unsuru haline getirdiğiniz, ne göründüğünüz gibi ne de olduğunuz gibi görünmediğiniz için korkuyoruz.

Dua ile her şeyi halledebileceğinizi sanıyorsunuz ama bir aspirinin verdiği faydayı milyonlarca dindarın duasının veremeyeceğini göremediğiniz için korkuyoruz.

Demokrasi, Cumhuriyet ve Laikliğin insan onuruna en yakışan değerler olduğunu göremediğiniz için korkuyoruz.

İşinize gelmeyen ayetleri bile zamana, mekâna, kişiye göre işinize geldiği gibi eğip bükmenizden, kendi öz dilimiz Türkçe yerine Arapça’ya sahip çıktığınız için korkuyoruz.

Aç insanları sofranıza çağırmayıp gözyaşlarını seyrederken, insanları cennete çağırmanızdan korkuyoruz.

Dindar ama ahlaksız, akıllı ama vicdansız, güçlü ama adaletsiz, ibadetinde ama hırsız durumuna geldiğiniz için korkuyoruz.

Dinlerin sermayesi yalan olan en karlı ticaret ve insanlık için en büyük toplumsal hastalık olduğunu göremediğiniz için korkuyoruz.

Toplumsal en büyük silah olan dininizi ve inancınızı, siyasetçilerin eline verdiğiniz için korkuyoruz.

Ticari kuruluşlar olan tarikat ve cemaatlerin müşterisi haline geldiğiniz için korkuyoruz.

Başörtüsünün, kadının saçını değil beynini ve fikirlerini örtmek olduğunu göremediğiniz için korkuyoruz.

Binlerce yıldır dinlerin insanlığı, inananlarını mükemmelleştiremediğini göremediğiniz için korkuyoruz.

Dinlerin bilim değil cehalet ve cahil ürettiğini göremediğiniz için korkuyoruz.

Dinlerin tedavi edilebilen bir akıl hastalığı olduğunu, tedavisinin de düşünme, sorgulama, bilimsel eğitim olduğunu göremediğiniz için korkuyoruz.

Bilmenin inanmaktan üstün olduğunu, bilirseniz kandırılamayacağınızı, inanç ile gerçekleri görüp bilemeyeceğinizi anlayamadığınız için korkuyoruz.

Bir dinin birden çok Tanrısının olması ne kadar saçma ise, bir Tanrının birçok dininin olmasının da o kadar saçma olduğunu göremediğiniz için korkuyoruz.

Domuzu haram diye yemeyip haramları domuz gibi yediğiniz, yaratıcının ve dinlerin değil insanların korunmasına ihtiyaç olduğunu göremediğiniz için korkuyoruz.

Hukukta, adalette, suçlarda bilimsel delil ararken, dinlerde bilimsel delil aramadığınız, din beyne girince aklın beyni, vicdanın kalbi, ahlakın dili terk ettiğini göremediğiniz için korkuyoruz.

İnsanların dinlerini seçemediğini ana, baba ve çevrenin baskısı ile dindar olduğunuz için korkuyoruz.

Yapılan zulümler karşısında “gerçek İslam bu değil” deyip İslam adına yapılan zulümleri görmezden geldiğiniz için korkuyoruz.

Siyasal İslamcı liderlerinize, “peygamber”, “Allah seviyesine çıkardığınız”, “g-tünün gılıyık”, “anamın üstünde görsem or-spuluk anamdadır”, “istesin cariyesi olurum”, “b-ku bile mis gibi kokar” deyip, tapındığınız için korkuyoruz.

Dünyayı kan gölüne çevirdiğiniz, kadın-erkek-bebek öldürdüğünüz, yaktığınız, taşladığınız, kol bacak kestiğiniz için korkuyoruz.

“İslam mükemmeldir” dediniz ama ne dininizi ne kendinizi mükemmel yapamadığınız için korkuyoruz.

Aslında senin inanmana, tapınmana itirazım yok ama inancınızı insanlara dayattığınız için korkuyoruz.

Yaratıcının elçisinin peygamberler değil Akıl ve Vicdan olduğunu göremediğiniz, öldürmeyi Allah’a yakıştırdığınız, dininiz korkutma dini olduğu için korkuyoruz!

Allah var diyorsunuz ama Allah yokmuş gibi yaşadığınız için korkuyoruz.

Onlar, İNANDIKLARI ALLAH’TAN KORKMAZKEN benim onlardan korkmam normal değil mi?

Sağlık, Sevgi ve Bilimle kalın.

MUHAMMED İNSANLIĞA NE KAZANDIRDI?

Yazan: Serdar Kaangil


MUHAMMED İNSANLIĞA NE KAZANDIRDI?


1391-1425 yıllarında Bizans imparatoru olan II. Manuil (Manuel Paleologos) 1391 yılında Ankara’da kış kampında kaldığı sırada bir İslam alimiyle din münazarasına girmiş. Bu İslam alimi müderris’in Hacı Bayram Veli olduğu kesin. Çünkü hem o tarihlerde ve o bölgede yaşamış hem de Müderris diye anılan sadece o var.
II. Manuil İslam’ı ve Kur’an’ı çok iyi bilmekte ve İslâm’la Hristiyanlığı karşılaştırıp tartışmaya son derece meraklıdır.
Bu tartışmanın 7 gün sürdüğü, 26 oturumluk büyük bir tartışma yaşandığı ve son gün bir hayli ateşli geçtiği söylenir. Küçük bir topluluk tarafından izlenen tartışmada imparatorun şu sözleri kayıtlara geçmiştir.

“Bana Muhammed’in getirdiği yenilikleri göster. Sadece kötü ve insanlık dışı şeyler bulacaksın. Tıpkı vaaz ettiği dinin kılıç gücü ile yayılması emrini verdiği gibi. Dine davet için, şiddet ve tehdit yerine, iyi konuşma kapasitesi ve doğru akıl yürütme gerekir..”

Bu sözler karşısında Hacı Bayram Veli’den doyurucu hiçbir yanıt gelmez ve münazara o gün sona erer.

1965 yılında Avusturyalı akademisyen ve Bizans uzmanı Erich Trapp, kayıtları arşivlerden çıkararak ve eski Yunancadan çevirerek “Bir Persli ile Diyalog” başlığı altında yayımlar. 1966 yılında Lübnan asıllı Theodore Khoury yirmi altı bölümden oluşan bu tartışmayı kitap hâline getirir. Fransızca olan kitabın adı “Manuel II Paléologue Entretiens Avec un Musulman”dır. Bu kitap, Hristiyanlığın İslam’a karşı üstünlüğünü sergileyen bir manifesto gibi olmuştur.

2006 yılında papa Benedict, bu sözleri hatırlatarak soruyu tekrarlar: “Muhammed, insanlığa ne kazandırmıştır?”

Bu soruya bir yanıt geleceği yerde, “İslam’a saldırılıyor. Peygamber efendimize hakaret ediliyor” yaygarası koparılır. Papa da amacının İslam’a saldırmak olmadığını belirten bir açıklama yapar. Ama sonuçta Muhammed’in insanlığa ne katkıda bulunduğu sorusu yine ortada kalmış, bir yanıt bulamamıştır. Gerçi hangi din, hangi peygamber insanlığa bir şey kazandırmıştır ki düşmanlığı körüklemek ve gerçeği boğmaktan başka…

“Muhammed’in asıl ideali neydi?” yazımda Muhammed’in yaptığının Araplar açısından bir devrim olduğunu ama dünyaya kazandırılmış bir yenilik getirmemesinden dolayı insanlık açısından devrim sayılamayacağını belirtmiştim.
O yazımı hazırlarken çok araştırdım ama Muhammed’in yaptıkları içinde iyi bir şey bulamadım. Bir yenilik göremedim.
Yeni bir şey olarak ezan vardı ki yenilik sayılmazdı. Günde 5 kez kendi isminin haykırılması ise kendi egosunu tatmin edici. Hele hoparlör çıktıktan sonra bayağı rahatsız edici olmuş.
2. yeni bir şey; evlatlığı gerçek evlat yerine koymama ve evlatlıklarla, evlatlıkların boşanan karılarıyla evlenmeyi serbest kılan kanunu getirmiş ki, bunun insanlığa yararından değil zararından söz edilebilir. Kaldı ki bunu Zeynep ile evlenebilmek için yapmıştı.
Zekat dense zaten önceden de vardı ve bir vergi olarak her devlette uygulanırdı. Fakire dağıtılan ise sadakaydı ki o da putperestler dahil her millette vardı.

Muhammed’in putperestliği kaldırmasını insanlığa bir hizmet olarak görmek yanlıştır. Bir dinin yerini bir başka dinin almasının insanlığa ne faydası olabilir. Tersine bunu yaparken insanlık kaybeder. Çünkü silahla, kanla, savaşla yapılan bu değişimler insanları birbirine düşman eder, ölümlere, acılara neden olur. İslam da getirilirken insanları bölmüş, iç savaşa ve katliamlara neden olmuş, anneyi-babayı-kardeşi-amcayı-dayıyı birbirine düşman yapmış, insanları yurtlarından yuvalarından etmiştir.

Ayrıca toplumsal değişimler oldukça dinler de evriliyor ve ilkel inançlar yerini daha mantıklı inançlara bırakıyordu. Kureyş’deki putperestliğin değişimi de kaçınılmazdı. Nitekim tek tanrıcı dinler tarafından kuşatılmış durumdaydı ve son demlerini yaşamaktaydı. Bırakılsa kendiliğinden ve kan dökülmeden monoteist dine geçilecekti belki. Koskoca Roma İmparatorluğu bile pagan dinini bırakmış, Hristiyanlığı din edinmişti. Ama Muhammed bu değişimi zamana bırakmadı ve savaşarak putperestliği yıktı. Bunu da kendi hükümdarlığı için yaptı ve Allah’ı kullandı.

Kız çocuklarının öldürülmesi bir mavaldır. Her toplumun içinden caniler, vicdansız-merhametsiz katiller çıkar. Hele ilkel, geri kalmış toplumlarda bunların oranı çok daha yüksek olur. Bugün bile çocuklarını acımasızca öldürenler mevcuttur. O dönemin münferit olaylarını genelleyip sanki kız çocuklarını öldürmek bir adetmiş gibi sunmak, insanları aldatmaktır.

Kadınların Cahiliye döneminde insan yerine konmadıkları, mirastan hiç pay almadıkları ve horlanıp aşağılandıklarını öne sürerek, Muhammed’in kadınlara yeni haklar getirdiği söylenir. Ancak İslam öncesi kadınların bu durumunu doğrulayan bir kaynak yoktur. Tersine İslam kaynaklarından putperest dönemin kadınlarının çok daha özgür ve hak sahibi olduklarını görmekteyiz. Örneğin Muhammed’in annesi, ilk eşi Hatice, amcalarının eşleri, Ebubekir’in eşi, Süfyan’ın eşi Hind ve diğer anlatılan kadın örnekleri tersini göstermektedir. Muhammed, kadınları 2. sınıf görmüş, eve kapatmış, tesettüre sokmuş, şahitlikte ve mirasta yarım erkeğe eşit tutmuş, 4 kadın almayı erkeğe hak görerek kadınları aşağılamıştır.

Zina, fuhuş, içki, kumar, fal vs. ise bilinen tarihin her döneminde olan ve hiç bir zaman kaldırılamamış olan konulardır. Bunlar yasaklanarak önlenemez, önlenememiştir. İslam’da da her zaman zina-fuhuş olmuş, içki içilip kumar oynanmıştır. Dört halife döneminden sonraki halifelerin çoğu içkicidir. Kumara düşkün olanları da vardır. Osmanlı padişahlarının neredeyse tamamı içermiş. Bir çoğunun ise oğlancı olduğu söylenir. Bunların kötü olduğunu söylemek ve yasaklamakla insanlığa bir hizmet sağlandığından bahsedilemez. Kaldı ki ondan önceki dinlerde de bu tür söylemler ve yasaklar mevcuttur. İlk söylemiş olan Muhammed değildir.

Muhammed ne yapsaydı, insanlığa hizmetinden bahsedilebilirdi?

Muhammed, köleliği kaldırmış olsaydı; insanlığa büyük bir hizmetinden bahsedilirdi. Ama kitabında kölelikten bahsederek, kadın kölelerle yani cariyelerle ilişkiyi caiz görerek köleliği meşrulaştırmıştır. O yüzden de insanlıktan kölelik en son İslam’da, Suudi Arabistan’da kaldırılabilmiştir. Halbuki Muhammed kaldırsaydı, ilk kaldırılan Arabistan olurdu.

Muhammed, savaşın doğru olmadığını belirtse, mecbur kalmadıkça ve saldırıya uğramadıkça savaşmayı yasaklasa insanlığa bir hizmetinden söz edilebilirdi. Ama tersini yaptı. İslamı dünyaya ve diğer dinlere üstün kılmak için savaşmayı, cihadı emretti. İslam uğrunda savaşarak ölenlerin cennetlik olduğu yalanıyla insanları aldattı, savaşa teşvik etti. Bunun en büyük acısını ise Türkler yaşadılar. Türkler, tarihlerinde en acımasız, en hunharca katliamları Müslüman Araplardan gördüler. Talkan ve Curcan’da 100.000’e yakın Türk öldürüldü. On binlerce Türk köle yapıldı. Kadınlar, kızlar cariye pazarlarında satıldılar.

Muhammed, sevgiden, aşktan, dostluklardan bahsetseydi ve bunları övseydi yine insanlığa bir katkıda bulunmuş olacaktı. Ama onun bahsettiği tek sevgi vardı, Allah sevgisi. O yüzden Müslümanlar, Müslüman olmayanları sevmedikleri gibi birbirini de sevmediler. Birbirlerine düştüler. Birbirlerini öldürdüler. İlk halifelerden üçünün öldürülmesi, Cemel Savaşı, Sıffin Savaşı, Harra ve Kerbela katliamları bunun örnekleridir. Tarih boyunca da devam etmiştir. Hala da birbirlerini öldürmekteler.

Muhammed, doğayı ve hayvanları sevmekten, korumaktan söz etse yine iyi bir hizmet yapmış olurdu. Ama ne hayvanları sevmekten bahseder ne ağaçları kesmemekten, ormanları korumaktan. Çiçek sevgisini bile ağzına almamıştır. Sadece kediden, örümcekten, karıncadan, güvercinden, bal arısından, deveden bahsedildiği için Müslümanlar neredeyse o hayvanları kutsallaştırmış ama diğerlerine karşı acımasız olmuştur. Örneğin yoğun bir köpek düşmanlığı vardır ki köpekler en faydalı ve sadık hayvanlardandır.

Muhammed, kitap okumayı da teşvik etmemiştir. O sadece Kur’an’ın okunmasını emretmiştir. O yüzden de Kur’an’dan başka ne kadar kitap varsa yok edilmiştir. İslam öncesi Araplar hakkında doğru dürüst bir bilginin olmaması bu yüzdendir. Kendi ülkelerinin, milletlerinin geçmişini acımasızca tarihe gömmüşlerdir. Kesin bir bilgi yok ama eğer doğruysa Ömer’in İskenderiye Kütüphanesini yakış sebebi de bu olabilir. Binlerce değerli tarihi eser bu ilkellikler nedeniyle Romalılar, Araplar ve Moğollar tarafından ortadan kaldırılmıştır.

Muhammed’in ilimden anladığı da dindir, dini konulardır. Her şeyi Allah’la ilişkilendirerek bilimin önünü tıkamıştır. Uydurduğu akıl dışı, bilim dışı safsatalar nedeniyle 21.yüzyılda bile hala Müslümanlar bilime sarılamamış, hala 1400 yıl önceki zırvalara inanmayı sürdürmüştür.

Muhammed için hastalığın ilacı okumak, üflemektir. Ne tıptan ne ilaçtan bahsetmiştir. Tersine hastalığı sırasında kendisine verilen ilaç yüzünden etrafındakileri haşlamıştır. Şifa için önerdiklerinden biri deve sidiğidir ki çağımızın İslamcıları hadisi sahih kabul etmekle beraber bazı hadislerde deve sidiği ile birlikte deve sütünü de yazdığını öne sürerek durumu hafifletmeye çabalarlar. Elle tutulur tek bahsi baldır ki o da Muhammed’den 1000-1500 sene öncesinden beri bilinmekteydi ve Tevrat’ta yazılıydı.

Muhammed’in fenle, teknolojiyle ilgili getirdiği bir yenilik de olmadığı gibi bu alanda kendinden önce bulunmuş olanlar hakkında da bilgisi yoktur. Örneğin tekerlekli arabalar Muhammed’den binlerce sene öncesinden beri vardı. Ama hiç bahsetmemiş ve kullanıma almamıştır.  Muhammed’den 2000-2500 yıl önce beyin ameliyatı yapıldığı bulunmuştur. Milattan önce Hipokrat, metinlerinde beyinden geniş şekilde bahsetmiştir. Ama Muhammed beyini bilmez. O beyinin fonksiyonlarını kalp görüyor zanneder. Thales, Muhammed’den 1200 yıl önce matematikte çığır açmış bir bilgindir ama Muhammed miras hesabında basit aritmetikte bile hata yapacak kadar matematik bilgisinden yoksundur.

Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Sonuç olarak Muhammed’in insanlığa yararlı tek bir savunulacak hizmeti olmamıştır. Bir yenilik getirmemiş, bir güzellik sunamamıştır. İnsanlığa büyük katkılarda bulunmuş bilim adamları, kaşifler onun gözünde Müslüman olmadıkları sürece ebedi cehennemliktir. Kendisine ve getirdiği dine inanmadıkları için hesap gününde tartıya bile alınmayacak ve dünyadaki tüm iyi-güzel işleri boşa gitmiş olacak ve cehennemi boylayacak, sonsuza kadar yakılacaklar, irin içmeye ve zakkum yemeğe mahkum olacaklardır. Edison, Galileo, Gutenberg, Copernic, Newton, Benjamin Franklin, Pascal, Faraday, Morse, Einstein ve aklınıza gelen tüm insanlığa katkıda bulunmuş gayrimüslimler onların gözünde ebedi azaba layıktırlar.

İSA ve MUHAMMED

Yazan: Serdar Kaangil


İSA ve MUHAMMED


Kanaldaki videolardan ve internet sitesindeki makalelerden de bildiğiniz üzere zaman zaman Hristiyanlık ve Musevilik hakkında da eleştirel yayınlar yapıyorum. Tıpkı en son hazırladığım İncildeki Çelişkiler videosu gibi. O yüzden lütfen takacağınız etiketleri ve atacağınız iftiraları kendinize saklayınız.
Benim gözümde tüm dinler ve peygamberler aynıdır, hiçbirine inanmam. O yüzden dini metinlerden bildiğimiz 2 farklı karakter olan İsa ve Muhammed'i yine kendi dinlerine ait metinler üzerinden tarafsızca kıyaslayacağım. 

İsa ve Muhammed’in hayatlarını genel olarak biliyoruz. Bazı hatırlatmalar yaparak konuya giriş yapalım.

İsa’nın hayatı İncillerde anlatılır. Matta ve Luka hem Hz.İsa’nın soy kütüğünü verirler, hem de doğum öncesi olayları ve doğumunu anlatırlar, çocukluğundan bahsederler. Markos ile Yuhanna da ise İsa’nın şeceresi yoktur, doğumundan ve çocukluğundan bahsedilmez.
İsa’nın gençlik yılları ile ilgili hiçbir bilgiye de yer verilmez.

Benzer durumu Muhammed’in hayatında görsek de, az da olsa gençlik yılları ile ilgili bilgiye rastlayabiliriz. Çocukluk yıllarında bolca mucizelerden bahsedilirken gençlik yılları sade anlatımlıdır. İsa’nın ise hemen hemen tüm hayatı mucizelerle doluymuş gibi anlatılır.

Hem İncillerde hem de Kur’an’da İsa’nın annesi Meryem’in hiçbir erkekle ilişki kurmaksızın bakire iken Allah tarafından melek vasıtasıyla döllendirilerek İsa’ya hamile kaldığı ifade edilir.

Muhammed’e cinsel yönden sıkıntıya düşmemesi için ayetle evlilik serbestliği getirilmişken, İncilde İsa’nın cinsel hayatı ile ilgili olarak hiçbir ifadeye rastlanmamaktadır.

Muhammed’in 15-16 eşi ve cariyeleri bilinirken, 6 çocuğu ve küçük yaşta ölen oğulları hakkında bilgi mevcutken, İsa’nın evliliği ve çocuğu olup olmadığı hakkında bilgi mevcut değildir.

İsa’nın gerçekten yaşayıp yaşamadığı dahi tartışmalıdır. Yaşamı ile ilgili tek kaynak İncillerdir.
Muhammed’in yaşadığı ile ilgili olarak ise dönemin Hristiyan kayıtlarında bilgi bulunmaktadır.

Kur’an ve Muhammed İsa’yı doğruladığına göre, yani İslam’a göre İsa’yı da Muhammed’i de elçi olarak gönderen aynı Allah olduğuna göre yaşam tarzlarındaki bu uçurumun nedeni nedir?
Neden Muhammed çok eşli bir yaşam sürmüşken, İsa hiç evlenmemiştir?
İsa hiç evlenmemişse, yaşamı boyunca cinsel ilişkide bulunmamış mıdır?
Cinsel ihtiyacı olmamış mıdır? Yoksa iradesiz midir?

İsa 33 yıl yaşar. Sahneye çıkışı ise takriben 30 yaşındadır.
20’li yaşlarda İsa ne yapmıştır?
30 yaşında iken “Hadi başla!” emri mi almıştır da bayrak açmıştır?
Bunlar İncillerde belirtilmez.

Muhammed’e vahiy ise Kur’an ve hadislerde belirtilmiştir.

Ama efsanevi anlatımlarda benzerlik vardır.
Muhammed’in annesi Amine’ye de, İsa’nın annesi Meryem’e de müjde verilmiştir.
Her ikisinin de doğumlarında mucizevi olaylar öne sürülür.
Fakat belli bir yaşa kadar ikisi de ortaya çıkmaz.
İsa 30’unda, Muhammed de 40’ında çağrıya başlar.

İsa’nın cinsellikten uzak oluşunun etkisi Hristiyan din adamlarına da yansımış ve onlar da İsa gibi cinsellikten ve evlilikten el çekmişlerdir.
Bu ne derece doğrudur?
Mesele dünya zevklerinden kaçınmaksa Muhammed neden tersini yapmıştır?
İsa gerçekten cinsel yaşamdan ve kadınlardan kopuk muydu?

İsa kadınlardan pek kopuk değildir aslında.
Örneğin İncillerde Mecdelli Meryem olarak anlatılan günahkar fahişe kadın için İsa ile evli olduğu, ondan hamile kaldığına dair kurgular da vardır. Bir başka Meryem’in İsa’nın ayaklarını yıkadığı, saçlarıyla kurladığı, öpüp okşadığı yazılıdır. Daha sonra bu kadın İsa’nın öğrencileri arasına katılır.

Luka / 7. 36-39:
Ferisiler’den biri İsa’yı yemeğe çağırdı. O da Ferisi’nin evine gidip sofraya oturdu.
O sırada, kentte günahkâr olarak tanınan bir kadın, İsa’nın, Ferisi’nin evinde yemek yediğini öğrenince kaymaktaşından bir kap içinde güzel kokulu yağ getirdi. İsa’nın arkasında, ayaklarının dibinde durup ağlayarak, gözyaşlarıyla O’nun ayaklarını ıslatmaya başladı. Saçlarıyla ayaklarını sildi, öptü ve yağı üzerlerine sürdü.
İsa’yı evine çağırmış olan Ferisi bunu görünce kendi kendine, “Bu adam peygamber olsaydı, kendisine dokunan bu kadının kim ve ne tür bir kadın olduğunu, günahkâr biri olduğunu anlardı” dedi.

İncillerde İsa’nın dirildikten sonra Mecdelli Meryem’e göründüğü yazılır.
Bu kadın Da Vinci’nin kurgusundaki Maria Magdalena’dır ve İsa’dan Sarah isminde bir kız çocuğu doğurur. İsa’nın çarmıha gerilmesinden sonra çocuğunu korumak amacıyla Fransa’ya kaçar ve oradaki yahudilere sığınır.

Fransa’da 22 temmuz Meryem günü olarak kutlanır ve ilk olarak onun manastırında yapıldığına inanılan Madeleine çörekleri o gün kutsal bir yiyecekmiş gibi tüketilir.

Yuhanna 11-2:
Meryem, Rab’be güzel kokulu yağ sürüp saçlarıyla O’nun ayaklarını silen kadındı. Hasta Lazar ise Meryem’in kardeşiydi.

Bu kadınla İsa’nın dostluğu daha sonra ilerledi öyle ki başbaşa bile kalıyorlardı:

Luka 10:39-42:
39. Marta’nın Meryem adındaki kızkardeşi, Rab’bin ayakları dibine oturmuş O’nun konuşmasını dinliyordu.
40. Marta ise işlerinin çokluğundan ötürü telaş içindeydi. İsa’nın yanına gelerek, “Ya Rab” dedi, “Kardeşimin beni hizmet işlerinde yalnız bırakmasına aldırmıyor musun? Ona söyle de bana yardım etsin.”
41. Rab ona şu karşılığı verdi: “Marta, Marta, sen çok şey için kaygılanıp telaşlanıyorsun.
42. Oysa gerekli olan tek bir şey vardır. Meryem iyi olanı seçti ve bu kendisinden alınmayacak.”

Bu noktada İsa’nın bu kadar çok kadına ayaklarını yıkatmış, okşatmış olması düşündürücü gelebilir.

İsa ile Maria Magdalena’nın evliliğinin kurgu olarak ileri sürüldüğünü yazmıştım.
İncil’de Mecdelli Meryem olarak geçen Magdalena fuhuş suçu nedeniyle recmedilirken İsa tarafından kurtarılan kadın olarak sunulur.
Buna karşın bu kadının ezoterik bir tarikat üyesi olduğu öne sürülür.

Şimdi gelelim karşılaştırmaya. Siz karar verin İsa ile Muhammed’in tanrısı aynı olabilir mi?

6 Asırda Bu Ne Değişiklik:

İsa Diyor ki: ( Tanrıdan esinlendiği rivayetiyle)

Matta 5/ 39: Ama ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin. Sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin.

Muhammed diyor ki: (vahiy rivayetiyle)

Bakara 178: Ey iman edenler! Öldürmede kısas size farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın. Ama her kim, ölenin kardeşi tarafından bir şey karşılığı bağışlanırsa, o zaman örfe uyması, ona diyeti güzellikle ödemesi gerekir. Bu, Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve bir rahmettir. Her kim bunun arkasından yine saldırırsa, artık ona acı veren bir azab vardır.

Merhamet Farkı

İsa, Yahudilerin recmetmek istedikleri bir kadını taşlanarak öldürülmekten kurtarır.

Muhammed ise, aralarındaki zina yapan kadın ve erkeğe dayak cezası vermek isteyen Yahudilere recmi emreder ve taşlatarak öldürtür.

İsa’nın Recmi Önlemesi:

Yuhanna 8:3-9:
3. Din bilginleri ve Ferisiler, zina ederken yakalanmış bir kadın getirdiler.
4. Kadını orta yere çıkararak İsa’ya, “Öğretmen, bu kadın tam zina ederken yakalandı” dediler.
5. “Musa, Yasa’da bize böyle kadınların taşlanmasını buyurdu, sen ne dersin?”
6. Bunları İsa’yı denemek amacıyla söylüyorlardı; O’nu suçlayabilmek için bir neden arıyorlardı. İsa eğilmiş, parmağıyla toprağa yazı yazıyordu.
7. Durmadan aynı soruyu sormaları üzerine doğruldu ve, “İçinizde kim günahsızsa, ilk taşı o atsın!” dedi.
8. Sonra yine eğildi, toprağa yazmaya başladı.
9. Bunu işittikleri zaman, başta yaşlılar olmak üzere, birer birer dışarı çıkıp İsa’yı yalnız bıraktılar.

Muhammed’in Recme Zorlaması:

Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor:
“Yahûdilerden bir kadınla bir erkek zinâ yaptılar. Birbirlerine: ‘Bizi şu peygambere götürün. Çünkü bir kısım hafifletmeler getiren bir peygamberdir. Bize recm dışında fetvâlar verirse kabul eder, Allah indinde O’nun hükmünü kendimize delil kılarız ve: ‘Peygamberlerinden bir peygamberin bize verdiği fetvâlar(la amel ettik, hevâmıza uymadık) deriz’ dediler. Mescidde ashâbıyla birlikte oturmakta olan Hz. Peygamber (s.a.s.)’e gelerek: ‘Ey Ebû’l-Kasım, zinâ yapan kadın ve erkek hakkında kanaatin nedir?’ dediler. O, onlara tek kelime söylemeden Beyt-i Midrâslarına geldi. Kapıda durarak: “Hz. Mûsâ (a.s.)’ya Kitabı indiren Allah aşkına söyleyin, muhsan olan birisi zinâ yapacak olursa bunun Tevrat’taki hükmü nedir?” diye sordu. “Yüzü siyaha boyanır, eşek üzerine ters bindirilir ve dayak atılır.”
Hadiste geçen tecbiye: Zânileri, enseleri birbirine bakacak şekilde bir eşeğe bindirilip, bu halde sokaklarda dolaştırılmasıdır.
Râvi devamla der ki: “Yahudilerden bir genç (bu cevaba katılmayap) susmuştu. Rasûlullah (s.a.s.) onun suskunluğunu görünce sualinde ısrar etti. Bunun üzerine genç: “Madem ki sen bize Allah’ın adına yemin veriyorsun (gerçeği söyleyeceğim): “Biz Tevrat’ta recm emrini görüyoruz” dedi. Rasûlullah (s.a.s.): “Allah’ın emrini hafifletmenizin başlangıcı nasıl oldu?” diye sordu. (Genç) şu cevabı verdi: ‘Krallarımızdan birinin bir yakın akrabası zinâ yaptı. Kralımız, recmi ona tatbik etmedi. Sonra halka mensup bir aileden bir erkek zinâ yaptı. Bunu recmetmek istedi. Ancak adamın kavmi buna mâni olup: ‘Sen yakınını getirip recmetmedikçe biz de adamımızın recmedilmesine müsâade etmeyeceğiz!’ dediler. Bunun üzerine, aralarında şimdiki cezâyı vermek üzere anlaşıp sulh yaptılar.’ (Bu açıklama üzerine) Rasûlullah (s.a.s.): “Ben Tevrat’taki âyetle hükmediyorum!” dedi ve onların recmedilmelerini emretti ve recmedildiler.
(Ebû Dâvud, Hudûd 26, h. no: 4450, 4451)

Hümanist İsa’ya karşın Savaşçı Muhammed

Muhammed, Müslüman olmayanların yurtlarını, mallarını yağmayı, onlara karşı savaşı, cihatı, fethi emretmiş, teslim olmayanların öldürülmesini istemiştir.

Ahzab 27: Allah sizi onların topraklarına, yurtlarına, mallarına ve henüz ayak basmadığınız topraklara varis kıldı. Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir.

Saff  11: Allah’a ve Resulüne inanırsınız, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihat edersiniz. Eğer bilirseniz sizin için en iyisi budur.

Fetih 1: Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik.

Tevbe 5: Haram aylar çıkınca putperestlerin gelip geçecekleri bütün yolları tutun, onları kuşatın, bulduğunuz yerde öldürün, yakalayın hapsedin. Fakat tövbe ederler, namaz kılarlar ve zekat verirlerse bırakın onları, şüphe yok ki Allah suçları örter, rahimdir.

İsa’nın ise şiddetten uzak durduğu, savaş, cihat, fetih çağrısı yapmadığı, yayılmacı bir din anlayışında olmadığı görülür.
Buna karşın “Ben barış değil, kılıç getirdim”, ” Abanızı satın, kılıç alın” dediği gibi,
“Kılıç kullanan kılıçtan geçirilir” sözleri mecazi anlamları itibarıyla tartışmalıdır.

Bir genelleme yapacak olursak İsa’nın daha barışçı ve hümanist, Muhammed’in ise daha savaşçı ve daha katı olduğunu söyleyebiliriz.

Muhammed Çalışmayı Öğütlerken İsa Tersini Söylüyor:

Muhammed, ayet ve hadislerde boş durmamayı, çalışmayı, ticareti öğütlemiştir.
İsa’nın ise çalışma, üretme konusunda bir teşviki olmadığı gibi tersini ima eden söylemleri vardır.

Necm 39-40: İnsan ancak çalıştığını elde eder, şüphesiz karşılığını da görecektir.

“Hiç ölmeyecekmiş gibi çalış, yarın ölecekmiş gibi ibadet et.”
“Çalışmak ibadetin yarısıdır.”
“Çalışanın hakkını alın teri kurumadan verin.”
“Ticaret yapın! Çünkü rızkın onda dokuzu ticarettedir.”

Hadislerde çalışma ve ticaretle ilgili başka örnekler de çoktur.

İncil'de ise İsa kaygılanmamayı öğütleyerek şöyle der:

Matta 6:25-26:
25. Bu nedenle size şunu söylüyorum: `Ne yiyip ne içeceğiz?` diye canınız için, `Ne giyeceğiz?` diye bedeniniz için kaygılanmayın. Can yiyecekten, beden de giyecekten daha önemli değil mi?
26. Gökte uçan kuşlara bakın! Ne eker, ne biçer, ne de ambarlarda yiyecek biriktirirler. Göksel Babanız yine de onları doyurur. Siz onlardan çok daha değerli değil misiniz?

İsa Komüncü, Muhammed Sadakacıydı

İsa, Muhammed’e göre dünya nimetlerine, zenginliğe, ganimete, mala-mülke düşkün değildi.
İsa, insanların tasarruf etmesine, mal ve para biriktirmesine kesinlikle karşıydı.
Bu mülkiyet karşıtı dünya görüşüyle onu bir komünist olarak tanımlayamasak da o döneme göre dinsel bir komün yaşamını savunan biri olarak görebiliriz. Zaten içinde yetiştiği Esseniler bu yapıdaydı.

Söylemlerinden bazı örnekler:

Markos 10:21-25:
21 Ona sevgiyle bakan İsa, “Bir eksiğin var” dedi. “Git neyin varsa sat, parasını yoksullara ver; böylece gökte hazinen olur. Sonra gel, beni izle.”
22 Bu sözler üzerine adamın yüzü asıldı, üzüntü içinde oradan uzaklaştı. Çünkü çok malı vardı.
23 İsa çevresine göz gezdirdikten sonra öğrencilerine, “Varlıklı kişilerin Tanrı Egemenliği’ne girmesi ne güç olacak!” dedi.
24 Öğrenciler O’nun sözlerine şaştılar. Ama İsa onlara yine, “Çocuklar” dedi, “Tanrı’nın Egemenliği’ne girmek ne güçtür!
25 Devenin iğne deliğinden geçmesi, zenginin Tanrı Egemenliği’ne girmesinden daha kolaydır.”

Muhammed ise Müslüman olmayanlara karşı yayılmacı, Müslümanlar için de sosyal adaletçiydi. Sadaka ve zekatı, yoksulların doyurulmasını, komşusu açken tok olunmamasını Müslümanlığın şartları arasına koymuştu.
Ama zenginlere, zenginliğe karşı değildir. Der ki “Allah zengindir, dilediği kullarına da zenginlik verir.” Muhammed, Halil İbrahim zenginliğine erişmek ister ve bunun için Müslümanlardan kendisi için salavat ister. Hala Müslümanlar bunun için dua eder, salavat getirirler.

KÖTÜLÜKLERİN TANRISI

Yazan: Kirpi


Kötülüklerin Tanrısı
Madalyonun Öteki Yüzü


Tanrı(Allah) her şeyi yaratmadı mı? İyiliği, kötülüğü, sevgiyi, acıyı. Peki nasıl olur da iyi şeylerin Tanrıdan olduğunu kötü şeylerinde kendi nefsimizden olduğunu iddia edebiliriz? Gerçi bizim de neden olduğumuz çok büyük kötülükler vardır fakat o kötülüklerin nedenlerinin köküne indiğimizde hep bir cevapla karşılaşıyoruz: “Tanrı”

Din adamları genellikle mensubu oldukları dinlerin hep iyi tarafını anlatırlar. Tanrı iyilerin en iyisi, merhametlilerin en merhametlisi, cömertlerin en cömerti gibi. Kötülüklerden kimse konuşmaz. Ancak Tanrı iyilerin en iyisi ise o zaman kötülerinde en kötüsü olmuyor mu? Zira var olan her şeyin sahip olduğu özelliklerin binlerce kat daha fazlasına sahiptir Tanrı. Biri bize tuzak kurduğunda ona nasıl bir tavır sergileriz? Peki ya o kurnazların kurduğu tuzaklardan daha iyisini kuran ve kurduğu tuzakların hiç boşa çıkma ihtimalinin olmadığı birinin olduğunu söylesem size? Evet var öyle biri. İsmi de Allah..

Enfâl Suresi 30. Ayet:
وَاِذْ يَمْكُرُ بِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِيُثْبِتُوكَ اَوْ يَقْتُلُوكَ اَوْ يُخْرِجُوكَۜ وَيَمْكُرُونَ وَيَمْكُرُ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ
Onlar tuzak kuruyorlar. Allah da tuzak kuruyordu. Allah, tuzak kuranların en iyisidir.


Müslümanlar bu ayeti eleştirilerden kurtarmak için ayetin sonunu “Allah hilekarları cezalandıranların en hayırlısıdır.” diye çeviriyorlar. Oysa ayet (خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ tuzak kuranların en iyisidir) şeklindedir. Nitekim bu kelime (خَيْرُ en iyisidir) başka ayetlerde de "en iyisi" şeklinde  kullanılmıştır.

Araf 87. …O hakimlerin en iyisidir. ( خَيْرُ)
Araf 155 … Sen bağışlayanların en iyisisin! ( خَيْرُ)

Bilmeyenler için söyleyeyim bu ayet Muhammed'in hicret ettiği dönemi anlatan bir ayettir. Muhammed hicretinden kısa süre önce Dâru`n-Nedve`de toplanan Mekke müşrikleri Muhammed'i ya yakalayıp bir yere bağlamak ya Mekke dışına çıkarmak ya da öldürmek üzere görüşler ortaya atmışlardı. Abdullah bin Abbas`ın bildirdiğine göre şeytan da, tecrübeli bir ihtiyar görünümünde Mekke müşriklerinin karşısına çıkarak kendisinin Necidli olduğunu ve toplantılarına katılmak istediğini bildirir. Müşrikler bunu kabul ederler. Necidli ihtiyar, Muhammed'in yakalanıp bağlanması veya Mekke dışına çıkarılması görüşlerine itiraz ederek bunların olumsuz sonuç getireceğini söyler. Bu sırada Ebu Cehil şöyle bir fikir ortaya atar: "Her kabileden güçlü bir genç alın. Sonra her bir gence keskin bir kılıç verilsin. Sonra onlar bir tek adamın öldürmesi gibi onu öldürürler. Böylece onun kanının sorumluluğu bütün kabilelere dağılmış olur. Bu durumda Haşim oğullarından şu küçük mahallenin bütün Kureyş halkıyla savaşa gireceğini sanmıyorum. Onlar bu durumu görünce diyet almayı kabul ederler. Böylece rahata kavuşmuş ve bize verdiği sıkıntıyı gidermiş oluruz."
Necidli ihtiyar da bu görüşü kabul eder. Sonuçta bu görüşü kabul edip dağılırlar. Ancak Cibril Muhammed'e gelerek planı kendisine haber verir ve ondan, o gece daha önce yattığı yatağında yatmamasını ister. Muhammed bunun üzerine o gece (yatağında Ali`yi bırakarak) hicret için yola çıkar. Böylece müşriklerin tuzaklarından kurtulmuş olur.
[İbn-i Hişâm, II, 93-95; İbn-i Hişâm, II, 95; İbn-i Hişâm, II, 95, 98; Belâzürî, 2011, I, 220; İbn Hişâm, ts, I-II, 480-481; İbn sa’d, 1990, I, 176-177; Taberî, 1997, I, 565-566; İbnü’l-Esîr, 1979, II, 102-103; İbn Sa’d, 1990, I, 175-176; Belâzürî, 2011, I, 220; Taberî, 1997, I, 566-567; İbnü’l-Esîr, 1979, II, 102; İbn Kesîr, 1994, III, 218-219]

Allah tuzak kuranların en iyisidir ayetini bu şemayla daha iyi anlayacağınızı düşünüyorum.

Yani Allah bir kader yazıcı olarak müşriklere Muhammed'i öldürme eylemini kader olarak yazıyor, sonra Muhammed'i haberdar ederek o müşriklerin günah işleme özgürlüklerini elinden alıyor. Üstelik Muhammed'i koruyarak ona torpil yapıyor (imtihan dünyasında bu ne kadar doğru siz düşünün) Son olarak kendini kader olarak yazıp yine kendinin bozduğu tuzaktan müşrikleri ve şeytanı sorumlu tutuyor. Bunu makalenin ilerleyen kısımlarında daha iyi anlayacaksınız.

Konumuza dönecek olursak dindarların kendi dinlerini insanlara daha şirin daha cezbedici göstermek için sürekli kullandığı ve madalyonun sadece bir yüzü olan İyilikler Tanrısının öteki yüzünü sizlere göstereceğim: Kötülüklerin Tanrısını.

NOT: Eski bir Müslüman olduğum için bu yazımda da İslam üzerinden eleştiri yapacağım.
İslam dininde iyilik ve kötülük kavramı kimler için geçerli ona bakacağız ve onları belli kategoriler halinde detaylı bir şekilde inceleyeceğiz. Kur'an'a baktığımızda iyilik ve kötülük yapmaya muktedir  varlıkları şu şekilde sıralayabiliriz.

1.Mutlak olarak hayır işleme üzerine yaratılmış (özgür iradesi olmayan) kötülük işleyemeyen Melekler ve özgür iradeye sahip kötülük işleyebilen İblis. 

Yalnız burada küçük bir sorunumuz var. Melekler özgür iradeye sahip değillerse ve Allah'ın söylediklerini yapmakla yükümlüler ise o zaman meleklerin Allah'ın hiç bir kararını sorgulayamaması gerek. Yalnız Kur'an'a baktığımızda bunun tam aksini görüyoruz:

Bakara suresi 30. Ayet   
وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُواْ أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاء وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
Düşün ki, Rabbin meleklere: "Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife tayin edeceğim." dediği vakit, "Biz seni tesbih ve takdis edip dururken orada fesat çıkaracak ve kanlar akıtacak bir yaratık mı yaratacaksın?" dediler. "Her halde Ben sizin bilmeyeceğiniz şeyleri bilirim!" buyurdu.

Ayette melekler Allah'ın verdiği bir kararı sorguluyorlar. Meleklerin bu sorgulamasına gösterdiği toleransı her ne hikmetse şeytana göstermiyor. Zira şeytan Adem'e secde etmeyerek böbürlendiği zaman o da tıpkı meleklerin yaptığı gibi gerekçesini anlatmıştı.

Bakara Suresi 34. Ayet
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ
Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.

Şeytan Adem'e secde etmekten imtina ediyor ve buna gerekçe olarakta şunları söylüyor.

Sâd Suresi 76. Ayet
قَالَ اَنَا۬ خَيْرٌ مِنْهُۜ خَلَقْتَن۪ي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ ط۪ينٍ
İblis: "Ben ondan daha üstünüm. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın" dedi.

Fakat Allah meleklerin sorgulamasını ve gösterdikleri gerekçeleri olgunlukla karşılarken İblisin sorgulamasına sert tepki gösteriyor ve onu cennetinden (kendi katından) kovuyor. Enteresan ve bir o kadarda doğru olan şu ki İblis kendi isyanından Allah'ı sorumlu tutuyor ve ondan bir şey istiyor.

Hicr Suresi 39. Ayet
قَالَ رَبِّ بِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْاَرْضِ وَلَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ
 (İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!

Hicr Suresi 36-37. Ayetler
36- قَالَ رَبِّ فَاَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ  (İblis:) Rabbim! Öyle ise, (varlıkların) tekrar dirileceği güne kadar bana mühlet ver, dedi.
37- قَالَ فَاِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَۙ  (Allah) buyurdu ki: “Öyleyse, sen vakti (yalnızca benim tarafımdan) bilinen (kıyamete) gün(ün)e kadar mühlet verilenlerdensin.”

Ayetten göründüğü gibi İblis bu azgınlığından Allah'ı sorumlu tutuyor. Peki nasıl? 
Burada iki seçenek var. Ya Allah İblisin secde etmekten imtina edeceğini bilmiyordu yada bunu bildiği halde secde etmesini istedi.
Çünkü Allah her şeyi bildiği için İblise secde et dediğinde secde etmeyerek büyüklük taslayacağını önceden biliyordu. İblis de bunu bildiği için Allah'ı sorumlu tutuyor. Sorumlu tutmakta da hakkı var tabi ki. Örneğin siz bir arkadaşınıza bir şeye karşı tikinizin olduğunu söylersiniz ve o arkadaşınız sürekli olarak bu zafınızı size karşı kullanır. Bir süre sonra bu bir şaka olmaktan çıkar ve kasıtlı olarak yapılan, sizi küçük düşürmeye yönelik bir hareket algısı yaratır. İşte İbliste Allah'ın bilerek ondan secde etmesini istemesinden dolayı bu isyanından Allah'ı sorumlu tutuyor. Ve Allah'tan bu  karşılığında bir şey istiyor. “Bana mühlet ver diyor”  Allah'ta bunu kabul ediyor ve kabul etmesiyle de bir nevi İblisin azmasındaki sorumluluğunu kabul etmiş oluyor. Bunu bir örnekle daha iyi anlatmamız gerekirse örneğin patronunuz size borç para veriyor ve ertesi gün sizi işten kovuyor. Kovarken de yarın borç verdiği parayı geri vermenizi istiyor. Fakat siz parayı veremeyeceğiniz için ondan mühlet istiyorsunuz ve buna gerekçe olarak ta işten kovulduğunuzu, dolayısıyla çalışmadığınız için paranızın da olmadığını söylüyorsunuz. Fakat patronunuzun size mühlet vermesi demek aynı zamanda onun sizi işten kovarak parasız bıraktığı gerekçesini de kabul etmesi demektir.

2. Ne hayır işlemeye nede kötülük yapmaya kabiliyeti olmayanlar: HAYVANLAR

Kur'an'a baktığımızda vahşi hayvanların ahirette mahşere çıkarılacağı belirtilmiş (Tekvîr Suresi 5 ayet) fakat onların sorgu sual olunacağı yahut cennet ve cehenneme gideceği yönünde her hangi bir şey yoktur. Bunun için İslam alimleri hayvanların her hangi bir şeyde sorumluluk taşımadığı üzerinde ittifak etmişler. Buna gerekçe olarak ta hayvanlarda aklının olmadığını göstermişler. Oysa bugün hayvanlar alemine baktığımızda (biz insanlarda biyolojik olarak taksonomi sınıflandırmasındaki hayvanız) sevgi, gazap, merhamet gibi duyguların olduğunu ve hatta kendilerine karşı yapılmış bir saldırının karşılığını aldıklarına dair çok enteresan gözlemler var. Bununla ilgili çok ilginç belgeseller dahi yapıldı, izlemenizi tavsiye ederim.
Meselenin bir başka tarafıysa hayvanların, insanların hayatına direk müdahalesinin olmasıdır. Örneğin bir yaban hayvanı bir insanı öldürdüğünde Allah karşısında her hangi bir sorumluluk taşımıyor. Hukuki ve ahlaki bakımdan da bir sorumluluğu yok. Ama aynı şeyi insanlar yaptığında hem ahlaki hem hukuki hemde Allah karşısında günahkar pozisyonuna düşüyor.

3.Hem iyilik hemde kötülük yapma kabiliyetine sahip olan ve bilinçli olarak yaratılan İnsanlar.
 
 Mülk Suresi 2. Ayet
اَلَّذ۪ي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلًاۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْغَفُورُۙ
O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.

Bu ayeti esas alan İslam alimleri Allah'ın insanı yaratma sebeplerinden birinin de güzel amel işlemesi olduğunu söylüyorlar. Fakat bu güzel amel işlemenin yanı sıra insanlara günah işleme özgürlüğü de verilmiş.
 
39/ Zümer, 53  “De ki: Ey çok günah işleyerek kendi öz canlarına kötülük etmede ileri giden kullarım!...
24/ Nur 31 “Ey müminler! Hepiniz toptan Allah’a tövbe ediniz ki, felaha edesiniz.”

Ayetlerden insanların günah işleye bileceği fakat tövbe ederlerse affedilebilecekleri belirtilmiş. Fakat burada küçük bir sorunumuz var. 

Sorun şu ki işlenen günahlar önceden belirlenmiş: Kader

Yunus Suresi, 49. ayet:  De ki: "Allah'ın dilemesi dışında, kendim için zarardan ve yarardan (hiçbir şeye) malik değilim…
Kamer Suresi, 52. ayet:  Onların işlemiş oldukları her şey kitaplarda (yazılı)dır.
Kamer Suresi, 53. ayet:   Küçük, büyük her şey satır satır (yazılı)dır.
Tegabün Suresi, 11. ayet:  Allah'ın izni olmaksızın hiçbir musibet (hiç kimseye) isabet etmez

Ayetlerde belli oluyor ki bizim yarar (iyilik) ve zarar (kötülük) dediğimiz şeyler Allah'ın dilemesi üzerine oluyor ve yine  zararlar ve yararlar önceden yazılmış durumda. İyiliklerin Allah'tan olması takdire şayan fakat kötülükler kimden geliyor?  Bu konuda Kur'an'da iki cevap var ve ilk bakışta cevaplar birbiriyle çelişkili durumda.

1. Nisâ Suresi - 78: …bir iyilik dokunsa "Bu Allah’tan" derler, başlarına bir kötülük gelince de "Bu senden" derler. "Hepsi Allah’tandır" de…

Ayette hem iyiliğin hemde kötülüğün Allah'tan geldiği söyleniyor. Fakat bir sonraki ayette bunun tam aksi söz konusu.

2. Nisâ Suresi - 79: Sana gelen iyilik Allah’tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir.

Burada da iyiliğin Allah'tan kötülüğün ise kendi nefsimizden kaynaklandığı söyleniyor. O zaman sormamız gerek. 5 yaşında küçücük bir çocuğun hangi günahından dolayı başına tecavüze uğrama ve öldürülme musibeti geliyor? Müslümanlar genellikle bu ayetlerin Muhammed'e ait olduğunu iddia ediyorlar. Bunu söylerken de kendi peygamberlerini günahkar çıkardıklarının farkında değiller. Zira Muhammed'in başına gelen kötülükler kendi nefsinin sonucuysa o zaman Mekke'li müşriklerin Muhammed'e yaptığı kötülüklerin sorumlusu da Muhammed'in kendisi olmuş oluyor. Bu ayetler her ne kadar çelişkili olsa da Kur'an'ın diğer ayetlerine baktığımızda insanların başına gelen her musibetin önceden yazıldığını görüyoruz.

Hadîd Suresi 22. Ayet
مَٓا اَصَابَ مِنْ مُص۪يبَةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا ف۪ٓي اَنْفُسِكُمْ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَبْرَاَهَاۜ اِنَّ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌۚ
Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır.

Bu şu anlama geliyor. Yani 5 yaşında bir çocuk tecavüze uğruyorsa bunun olacağı önceden Allah tarafından yazılmış. O zaman tecavüz edenin bir suçu kalmıyor ki. Nitekim Kur'an'da küçük çocuklara tecavüz etmeyle ilgili her hangi bir ceza belirtilmemiş. Müslümanlar genellikle zinayla ilgili ayetlerin çocuk tecavüzlerini kapsadığını söyleseler de zinanın taciz olmadığını biliyoruz. Zina genellikle birbirine mahrem olmayan kadın ve erkeğin cinsel birlikteliğine verilen isimdir. Kur'an'da da bunun cezası 100 sopa olarak belirtilmiş. Şimdi çocuğa tecavüzü zina kabul edip 100 sopa atarak o sapıkları bırakacak mıyız? Gerçi bu tecavüz olaylarıyla ilgili medeni kanunların da pek yeterli olduğunu söyleyemeyiz. 

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz. Allah her şeyi biliyorsa o zaman İblisin Ademe secde etmeyeceğini ve isyan edeceğini bildiği halde bunu ondan istemiş. İblisi yaratan kendisi, ona isyan edecek kaderi yazan da kendisi. Bu durumda kötülüklerden dolaylı olarak iblis sorunlu olsa da direk olarak Allah sorumludur. Zira iblisin Adem'e secde etmeyerek kötü olmasının nedeni onun secde etmeyeceğini bildiği halde ona bu emri veren Allah'tır. Dolayısıyla Şeytanı başımıza musallat ederek bizi doğru yoldan saptırmasına neden olan da Allah'tır. Yani Allah ne kadar iyiliklerin Tanrısıysa bir o kadar da kötülüklerin Tanrısıdır diyebiliriz. İskoç filozof  David Hume kötülük kavramını Din Üstüne Diyaloglar adlı eserinde Philo’nun ağzıyla şöyle ifade ediyor:

Tanrı kötülüğü önlemek istiyor da gücü mü yetmiyor?
Öyleyse o güçsüzdür.
Yoksa gücü yetiyor da kötülüğü önlemek mi istemiyor? 
Öyleyse o iyi niyetli değildir.
Hem güçlü, hem de iyi ise, bu  kadar kötülük nasıl oldu da var oldu?  

Müslümanlar (ve neredeyse tüm inançlı insanlar) kötülük problemini Tanrının imtihanının bir parçası ve iyiliğin anlaşılması için bir vasıta olarak izah ediyorlar. Bir Tanrı imtihan etmek için yahut iyilik anlaşılsın diye küçük çocuklara tecavüz ettirir mi? Bunun cevabını sizlere bırakıyorum..    

KUSURSUZ TASARIM VE HASSAS AYAR

Yazan: Kirpi

KUSURSUZ TASARIM VE HASSAS AYAR

Uyarı: Bu yazıda yer alan tüm fikirler benim kendi mantığıma dayalıdır. Katılmak zorunda değilsiniz. Benim düşüncelerim Din ve Mitoloji sitesinin yahut Ateistlerin genel görüşünü ifade etmemektedir. 

İnançlı insanlar, dini inancı olmayan insanlarla tartışmalarında hep muhteşem tasarım, hassas ayar gibi argümanlar getiriyorlar. Eleştirel düşünmüyorlar. Bunun nedeni de çocukluklarından beri iliklerine kadar işlemiş cehennem korkusudur. Zaten karşılarında  “Allah vardır” diyen bir insan  varsa eleştirmek dahi ebedi cehenneme gidiş bileti almak anlamına geliyor. Şimdi kusursuz tasarım ve hassas ayar konusunu ele alalım.  

Muhteşem tasarım

Bazı Müslümanlar şöyle der: “İnsan bildikleri şeyler üzerinden kıyas yaparak yeni şeyler anlar”  Aslında bu cümle bile tek başına muhteşem tasarım hipotezini çürütmüş oluyor. Peki nasıl? Şimdi öncelikle bu söylemi matematiksel bir düzeye getirelim.

“İnsan bildikleri şeyler üzerinden kıyas yaparak yeni şeyler anlar”  

Burada insanların bildikleri şeylere – x  ve yeni anlayacağı şeylere de –y diyelim.

Yeni gördüğümüz bir  “y”i anlamak için önceden gördüğümüz ve bildiğimiz “x”  üzerinden kıyas yapmamız gerek. Örneğin biz yeni bir arkadaş edindiğimizde onu eski arkadaşımıza anlatmak için eski arkadaşlar üzerinden kıyas yaparız ve “senden bir az uzun” “senden bir az kilolu” gibi cümleler kurarız ki yeni edindiğimiz arkadaş hakkında eski arkadaşımızda bir fikir oluşsun. O bizim yeni arkadaşımız daha önce hiç görmediği için ona bildiği bir şeyler üzerinden örnek vererek anlatmamız gerek. Bu evren içinde geçerli. İnançlı insanlar muhteşem yaratılmış evren dediğinde aslında yalan söylüyorlar. Çünkü muhteşem olmayan başka bir evren görmediler ki bunun üzerinden kıyas yaparak bu evrenin daha muhteşem, en muhteşem  olduğunu anlaya bilsinler. Aslında burada sorun bir azda son ürüne bakarak bir sonuca varmaktan kaynaklanıyor. Bunun kafanızda daha iyi canlanması için  bir örnek verelim. Örneğin biz günümüz akıllı telefonlarına bakarak muhteşem diyoruz. Bide bu olmadığı dönemde insanlar ne yapıyordu diye eleştiriyoruz. Fakat telefon olmadığı dönemde insanlar atlı ulaklarla haberleştiği zaman bunun başka bir alternatif yoktu ki ona bakarak ne kadar geri olduklarını anlayabilsinler. Aksine atlı elçilerle bir günde ulaştırdıkları haberi yaya olarak bir haftada yapıyordular. At üstündeki ulaklarla haber göndermeye bakıp bu sefer kendinden öncekileri yaya olarak haberleştikleri için eleştiriyordular. Kısacası bu yaklaşım aslında yanlış. Yani siz bu gün elinizde olana bakıp muhteşem tasarım dediğiniz şeyin yarın bir gün daha iyisi olacağını hiç düşünmüyorsunuz. 

Bu düşünceyi evren için de geçerli sayabiliriz. Evren için örneklememiz gerekirse, biz şimdi gördüğümüz evrene bakıp muhteşem yaratılış derken önceleri her şeyin patladığı, yüksek sıcaklıkların olduğu dönemleri göz ardı ediyoruz. Derler ya tamamına bakmak gerek. İşte tamamına bakarak bir sonuç çıkarmak daha mantıklı olacak. Burada inançlı insanlar “iyide şimdi var olan koşullar bizim yaşamamız için en ideali” diye eleştiri yapabilirler. Peki nereden biliyorsun en ideal evrenin bu olduğunu? Hiç insan olmayan ve olması için hiç bir olumlu koşulların mevcut olmadığı başka bir evren gördün mü? Hayır. Veya bu evrende yalnız olduğumuzu nereden biliyorsun? Zira sonsuz dediğimiz evrenin tamamını bilmediğimiz için bizden başka kimse yok dememiz mantık hatası olur. Sonsuz evrende yalnız olmadığımızı iddia etmek ne kadar mantıksızsa yalnız olduğumuzu iddia etmek o kadar mantık dışıdır. Ancak her hangi bir farklı canlı türleriyle karşılaşmadığımız için yalnız olduğumuzu varsayıyoruz. Burada “peki biz neden varız, niçin buradayız”  gibi sorular sorula bilir fakat bunlar başka bir yazımızın mevzusu. 

İnançlı insanlar bizim bu argümanlarımıza karşı genellikle “Hassas Ayar” gibi eleştiriler getiriyorlar. Örneğin Caner Taslaman ve birçok Müslüman bunu sıklıkla kullanıyor. Fakat bu hassas ayarlar argümanının Allah'ın sonsuz kudret sahibi sıfatını inkar ettiğinden haberleri yok. Tam olarak haberleri yok dememizde mantıklı olmaz. Şimdi bu hassas ayarlar argümanının neden sıkıntılı olduğunu  daha detaylı bir şekilde  inceleyelim.

Hassas Ayar

Mevcut evrenin ve yaşamın hassas ayarlar üzerine kurulu olması ve bu hassas ayarların azıcık oynaması sonucu canlılığın var olamayacağı fikri Allah'ın sonsuz kudretini belli bir sınır içine sokmak demektir. Ben buna “Kırılgan Tanrı” tezi diyorum. Nedir bu Kırılgan Tanrı tezi. Yani belli hassas ayarlarla Tanrının canlılık yaratması ve bu hassas ayarların dışında Tanrının hiç bir şey beceremediği anlamına geliyor. Dolayısıyla Tanrının canlıları (insanlarda buna dahil) yaratabilmesi için hassas ayarların olması gerek. Bu neye benziyor biliyor musunuz? Allah hiç bir şeye benzemiyorsa o zaman hiçliğe benziyor demek gibi bir şey aslında. Yani hassas ayarlarla yarattı demek, Tanrı hassas ayarları bilmeseydi hiç bir şey yaratamazdı demekle aynı. Bunlar genel bir biçimde paradoks olarak nitelendirilebilir. Hassas ayarlar gibi argümanlar üretenlerin yanılgısı da aslında mevcut olana bakarak sonuca varmaktır. Örneğin Caner Taslaman “Evrenin Oluşumundaki Hassas Ayarlar ve Tasarım Delilleri” isimli videosunda şunları söylüyor: Big Bang'de çok düzenli bir patlama olduğunu görüyoruz. Eğer ki BigBang patlaması çok hızlı olsaydı madde o kadar hızlı bir şekilde yayılırdı ki gezegenlerin, galaksilerin oluşması mümkün olmazdı. Bu çok hızlı olmasıyla patlamanın çok yavaş olması arasındaki kritik ayar çok çok ince bir dilim. Katrilyon çarpı katrilyon çarpı katrilyon çarpılarla, birlerle ifade edile bilecek bir olasılık….

Şimdi burada Caner beyin düştüğü iki felsefi yanlış var.

1.Caner bey hızlı patlamayla (aslında bu hızlı genişleme) ortaya çıkan Big Bang sonucu galaksiler ve gezegenler oluşturamayan bir evren modeli görmediği için bizim evrenimiz bu hassas patlama ayarı sonucu oluştu diyemez. Yani var olanın muhteşem olduğunu söylemesi için bunun zıttını görmesi gerek. Örneğin gece (karanlık) diye bir şey yok fiziksel olarak. Ama biz onu algılaya biliyoruz. Peki nasıl? Çünkü ışığın fiziksel varlığından haberdarız ve ölçebiliyoruz.

Örneğin öğretmen öğrencilerinden Ahmet'in yazısının kötü olduğunu diğer öğrencilerinin düzgün bir şekilde yazdıkları metinlere bakarak anlıyor. Kısacası canlılara ev sahipliği yapan bu evrenin hassas ayarlar üzerine kurulu olduğunu anlamak için hassas ayarlarla yaratılmamış ve canlılık oluşması için ortam mevcut olmayan bir alt modeli (buna kötü taslakta diyebiliriz) görmüş olması gerek. Aslında hassas ayarın mevcut olduğunu görmek için hassas ayarın olmadığı bir evreni görme zorunluluğu bir tek felsefi açıdan gerekmiyor. Bilimde bunu emrediyor. Peki nasıl? Bunu anlamamız için “Pareidolia” terimini bilmemiz gerek.

Örneğin siz gece aya dikkatlice bakarken onun yüzeyinde farklı şekiller gördünüz mü? Genellikle bunu insan yüzüne benzetiriz değil mi?



İşte buna Lunar Pareidolia deniliyor. Bunun nedeniyse önceden insan yüzünü gördüğümüz ve insan yüzüyle alakalı bilincimiz olduğu için ayın görüntüsü gözlerimizin yardımıyla beyine ulaştırıldığında bilinçaltımız bunun aydan başka neye benzediği konusunda çıkarımlar yapıyor ve en uyumlu şekli size gösteriyor. Bu şekiller insanlara göre değişir. Genellikle insan yüzü ve tavşan siluetleri şeklinde algılanıyor. Yani daha önce hiç insan veya tavşan görmeseydik ayın yüzeyindeki bu karanlık ve gölgeli bölümleri birleştirerek bilinçaltımız bir insan veya tavşan silueti çizemezdi. Dolayısıyla hassas ayarları ve muhteşem tasarımları olmayan evrenleri görmedikçe evrenimiz hakkında muhteşem tasarlanmış yahut hassas ayarlarla yapılmış şeklinde argümanlar söyleyemeyiz.

2. İkinci yanılgısıysa mevcut evrendeki olasılıklara kendi algılaya bildiği mekan ve zaman diliminde bakması ve kıyas yapması. Bu ne anlama geliyor? Yani sonsuz bir evrende katrilyon kez katrilyon üzeri bir olasılık, aslında bizim yazı tura atarken yazı ya da tura gelme olasılığının %50-%50 olmasıdır. Bunu daha iyi anlayabilmeniz için bir örnek vereyim. Örneğin zaman ve mekan sınırlarını algıladığımız dünyada önceden randevulaşmadığın halde her gün aynı arkadaşını görme olasılığın, atıyorum 30/1. Dünyadan çıkıp samanyolu galaksisi kadar bir mekanda aynı olasılığın olma ihtimali, atıyorum milyon çarpı milyon çarpı üzeri bir. Samanyolundan çıkıp Andromeda'ya geçtiğinizde bu olasılığın payı milyar kere milyar kere milyar kerede bir. Yani mekan büyüdükçe olasılıkların olma ihtimalleri küçülüyor. Fakat sonsuz evrende olamayacak diye bir ihtimal söylemeniz mümkün değil. Caner beyin söylediği olasılığı 10 kere kendiyle çarparak mega bir sayı alsa dahi, bu olamayacağı anlamına gelmiyor.

Meselenin diğer tarafıysa bu hassas ayarlar argümanını söyleyerek Allah'ın sonsuz kudretini sınırlamış olması. Yani Allah Big Bang patlamasını hızlı yapsaydı bugün bu galaksiler ve gezegenleri oluşturamayacaktı. Bu neye benziyor biliyor musunuz. Yani 2+2=4 ise Allah bunu 5 yapamaz. Dolayısıyla Allah her şeyi hassas ayarlarla yaptı, bu ayarların dışında hiç bir şey yapamaz anlamına gelir. Burada “Allah her şeye kadir, istediği gibi yaratabilirdi” gibi bir eleştiri yapa bilirsiniz. Üzgünüm bu da mantık dışı oluyor. Zira bildiğimiz bir tane evren olduğu için ve farklı yöntemlerle yaratılan başka evrenler görmediğimiz için "Allah her türlü yaratırdı" diyemeyiz. Çoklu evrenler teorisine hiç girmeyin zira o evrenlerin nasıl olduğunu kimse bilmiyor, üstelik bu kesin olarak kanıtlanmış değildir.

Hassas ayarların Allah'ın sonsuz kudret sıfatıyla çeliştiğini umarım anlayabilmişsinizdir. Hassas ayarlar tezini Allah'ın sonsuz kudret sıfatlarını inkar etmeden (sınırlamadan) doğru çıkarmanın üç yolu vardır.

1.Allah canlılığı yaratmak için sürekli evrenler yarattı ve en sonunda ancak şuan içinde bulunduğumuz evrende canlılığın oluşabileceği hassas ayarları tutturabildi.

Bu teori kendisi dahi sıkıntılı. Albert Einstein'in dediği gibi “Tanrı zar atmaz”  Deneme yanılma yöntemiyle yaratılan bir canlılığı kabul etmeniz demek evrimi kabul etmeniz demektir. Üstelik Tanrının her şeyi bilmediğini, her şeye gücünün yetmediğini de kabul etmeniz gerek.
 
2.İkinci teoriyse Tanrı sürekli bu hassas ayarları tutturabilmek için faaliyette. Yani olan biten her şey Tanrının iradesiyle oluyor, bu makaleyi yazmam, sizin  onu okumanız Tanrının devamlı kontrol ettiği hassas ayarın bir parçası.

Yalnız bu teoriyi kabul etmek ise özgür irade kavramını inkar etmek demektir. Zira her an her şeye müdahale eden Tanrı demek benim bir özgür irademin olmadığı anlamına gelir. Tanrı zar zor tutturabildiği hassas ayarları koruyabilmek için ve benim bir sakarlık yaparak o ayarları bozmamam için  her an bana müdahale ediyorsa o zaman yaptığım her şey Tanrının iradesidir ve ben hiç bir şeyden sorumlu değilimdir. Dolayısıyla imtihan edilmem için de bir neden bulunmamaktadır.

3.Tanrı BigBang'i (Büyük patlamayı) yaptı ve gerisine karışmadı. Maddeye mevcut evreni düzenleyecek bilinci verdi.

Bu teoride aslında pek mantıklı değil. Zira ilk önce her şeyin kendi kendine var olduğunu kabul etmeniz gerektir ki buda Tanrının varlığını gereksiz kılıyor. Üstelik bu gün peygamber, kutsal kitap diye kabul ettiğiniz şeylerin gereksiz olduğunu da kabul etmeniz gerek. Bu teori imtihan ve özgür iradeyi geçerli kılsa da bu sefer benim insan olarak bu dünyada, bu evrende var olmamı gereksiz hale getiriyor. Zira beni oluşturan maddeler bir bilince sahipse o zaman benim bilincimin kendisi o bilinçli maddelere dayalı olduğu için karar verip, eylem yapanın ben olup olmadığım tartışma konusu oluyor. 

Gördüğünüz gibi muhteşem yaratılış, hassas ayar gibi argümanlar Tanrının varlığını, yahut evrenin Tanrı tarafından yaratıldığının kanıtlayacak kesinliğe sahip bilgiler, görüşler değillerdir. Burada yapılabilecek bir eleştiriye daha cevap vermek istiyorum.

“BigBang” dan önce ne vardı?

Bilim insanları evrenin oluşma sürecini izah ederken genellikle büyük patlama üzerinde dururlar. Fakat inançlı insanlar Big Bang'den önce ne vardı ve Big bang'in olmasına neden olan şey neydi gibi sorular üretiyorlar. Bunun nedeni de kendilerini Tanrıya inanma üzerine programladıkları için nihai nedenin olduğuna ve onunda Tanrı olduğuna inanıyor olmaları.  Gerçi bu konuda tam bilgimiz olmasa da teorik olarak bazı öngörülerimiz mevcut. Ancak big bang'den önce ne vardı sorusu zaten mantıksal olarak yanlış. Yanlış olma nedeni de zamandır. Önce sonra kavramları zamanla ilgilidir. Fakat zaman maddeye bağlı ve maddenin hareketi sonucu ortaya çıkan bir şey. Zaman fiziksel bir şey değildir. Zaman bizim maddenin hareketini algılama şekline verdiğimiz matematiksel bir isimdir. Tabi zamanın ne olduğunun bilimsel tarifleri var fakat ben meseleyi zorlaştırıp kafanızı karıştırmamak için zamanı şu şekilde tarif edeceğim. Kendinizi bir madde olarak düşünün. Farz edelim ki Siz A noktasından B noktasına gitmek için 60 adım attınız. İşte zaman dediğimiz şey o 60 adımdır. Fakat bunu algılayan  siz değil sizi gözlemleyen başka birisidir. Zira zaman bir gözlemcinin referans noktasına bağlıdır. Bu nedenle zamanı madde kendisi değil onu gözlemleyen bizler algılıyoruz. Dünyamızda zaman tek yönlü geleceğe doğru akar. Zamanda ileri sıçrama olayı doğada gerçekleşen bir şey olsa da geçmişe gidemememizin sebebi ışık hızına ulaşamadığımızdan kaynaklanıyor. Örneğin Uzay istasyonundaki astronotlar, dünyaya döndüklerinde ve istasyondaki durumlarına göre daha yavaş hareket ettiklerinde zamanda ileri atlamış olurlar. Bir madde teorik olarak ışık hızına ulaştığında zaman durur ve ışık hızını aştığında zaman geriye (geçmişe) doğru akar.

Zamanın maddeyle ve hareketle  alakalı olduğu anladığımıza göre gelelim bunun büyük patlamayla olan ilişkisine. Önce ve sonra kavramlarının zamansal kavramlar olduğunu belirttim. Zamanın varlığı maddenin ortaya çıkması nedeniyle olan bir şeyse ve evrenimizdeki madde Big Bang ile ortaya çıktıysa o zaman Big Bang'den önce ne vardı diye sormak mantık hatası olur. Zira Big Bang'den önce madde olmadığı için "önce" diye tabir ettiğimiz zamansal kavram da geçersiz oluyor. Bu her şeyi Allah yarattı peki Allah'ı kim yarattı demeye benziyor. Yani siz Big Bang'den önce ne vardı sorusuna cevap bekliyorsanız önce Allah'ı kim yarattı sorusuna cevap vermeniz gerek. Dolayısıyla bilim insanları Big Bang'den önce ne vardı sorusuna kesin olarak cevap veremiyor diyemezsiniz çünkü sorunuz zaten yanlış.

Fakat bugün Big Bang'den önce ne vardı sorusuna deneysel olmasa da teorik cevaplar vardır. Konuyla alakalı Aleksandr Fridman, Georges Lemaitre gibi bilim insanları bazı matematiksel formüller geliştirmesine rağmen tam olarak bunu izah edememişlerdir. Benim kendi düşünceme göre bu konuyla ilgili en mantıklı açıklamalardan birini George Gamow, 1950’li yıllarda yayınladığı “Evrenin Yaratılışı” (Creation of the Universe) adlı kitabında yapmıştır.

Sonuç olarak muhteşem tasarım hassas ayarlar argümanları kendi içlerinde bir sürü tutarsızlıklara sahip. Ve bu tutarsızlıkların  hem felsefi hem de bilimsel açıdan bir sürü nedeni vardır.

DİN VE KIRMIZI ASA ARGÜMANLARI ELEŞTİRİSİ



DİN VE KIRMIZI ASA (GAZALİ'NİN NEDENSELLİĞİ) ARGÜMANLARI ELEŞTİRİSİ

Öncelikle yazımı okumaya gelen ve sorgulayan arkadaşlara şunu söylemek isterim. Bir kere yazı uzun ancak bilimi, ateistleri ve evrimi anlamak istiyorsanız üşenmeyeceksiniz, üşeniyorsanız da etrafta ‘ateistler cahil, aptal, onlar hak yolda değil, cehenneme gidecektir’ diye gezmeyin. Bilmemek değik öğrenmemek ayıp ancak öğrenmeye de istekli olmak gerekir. Benim gördüğüm şudur: Dindar camiada insanlar ‘gerçek manada’ bir sorgulama yapmıyorlar. Dini açıdan sorgulama, kafadaki soru işaretlerinden kurtulmak, imanı güçlendirmek adına yapılır. Doğruyu bulmak için değil. Denir ki ‘ben sorguluyorum ancak vesveselerimden kurtulacağım, kafamdaki soru işaretlerimi gidereceğim ve imanımı pekiştireceğim.’ ‘sorguluyorum ama bu sorgulamanın sonucunda din tekrardan galip gelecek, Allah’ın varlığını, Kuran’ın hak kitap olduğunu daha iyi anlayacağım, göreceğim, imanı güçlenmiş olarak çıkacağım’ yani sorgulamanın başında, sorgulamadan dinin galip çıkacağına baştan ön kabul ile sorgulanır.

Ancak bu gerçek manada bir sorgulama değildir, gerçek sorgulama:

‘bu din veya dinler doğru mu değil mi? Tanrısal bir varlk var mı yok mu? Allah yoksa eğer, gerekirse ben onu da bulacağım, önemli olan gerçeğin ne olduğu’ . Bu yaklaşımla sorgulanır ancak dini camiada sorgulama yapılırken hep dine meğlederek, dini kafada, orayı görecek şekilde cevaplar aranır, taraflı bir (tırnak içerisinde) ‘sorgulama’ vardır, objektif olunmaz; kendi dinleri için uyguladıkları standartları diğer dinler veya farklı görüşler için uygulamazlar veya diğer görüşlere yaklaşım biçimleri ile kendi dinlerine olan yaklaşım biçimleri aynı değildir çünkü amaç inanmak istedikleri şeyi sözüm ona ‘kanıtlamak’tır. Başlayalım..

Girizgah ve özet

Kısa bir Hadise

[Osman bulut ile Twitter'dan yazıştım, kendisine ‘bilimde naturalizm "inancı" yoktur, bilim materyalist değildir yani maddeyi tanrılaştırmaz’ dedim. Bilim, delil, kanıt, gözlem, ölçülebilirlik ve test edilebilirlik üzerinden gider dedim, bana "sen bilimi anlamamışsın" dedi, Kırmızı Hap 3'ü izledin ancak evrim konusunda hiç bir fikrin yok öyle mi? dedim, daha önce 2 yerde evrimi bilmediğini söyledin dedim (ki evrim konusuna giremez, evrim bir gerçektir ve din ile çelişir, hatta kırmızı asa'da ''milyonlarca, milyarlarca yıl öncesine, göremeyeceğimiz zamanlara gitmeyelim, ben şu an fail olan Allah'tan bahsediyorum, şu anda anne karnında inşaası devam eden 10 binlerce bebekten bahsediyorum'' diyerek bir manevra yapmış ve evrim konusuna girmemiştir, bir de çıkıp evrim ağacı bize niye cevap vermiyor diyor, sen bir kere, ‘evrimi bilmiyorum’ dedin ve evrimden kaçtın zaten, kırmızı asa evrim ilgili değildi + adamlar sizinle uğraşmak yerine bilim anlatıyorlar. Bir kere, sözler köşküne, gelen yoğun istek üzerine, bir cevap verdi, o video da kırmızı asanın aksine, direk evrim ile ilgiliydi), deizm argümanı kullanıyorsunuz, deist argümanlarıyla teizmi kanıtlamaya çalışıyorsunuz dedim ve bana "ezbere konuşuyorsun" dedi ve beni Twitter'dan blokladı. Deizm argümanı kullanıyorsunuz iddiasına verdiği cevap bir yazıktır. Deizmin ne olduğunu anlamamış, diyor ki, deist tanrısı pasiftir bu evreni yaratan ve sonra hiç karışmayan tanrıdır, ben şu anda fail olan, her an fail olan, bu yaprağı düşüren Allah'tan bahsediyorum diyor, sonra kurandan ayet gösteriyor, bak bu yaprağı düşüren Allah'tır, gibi sonra bunu da Allah'ın varlığına kanıt sayıyor.

1. si bunun kuranda yazması bir kanıt değildir, çünkü bir insanın rahatlıkla düşünebileceği bir şeydir bir tanrının bu yaprağı düşürmesi, çiçekleri topraktan çıkarması vs.
2. si bir deist de her an fail olan ve bu evreni işleten, o yaprağı düşüren tanrıya inanabilir ki, yani sen deizmi de yanlış göstermiş oluyorsun.
Velhasılkerem ister kabul etsin ister etmesin, kırmızı asa tamamen deist argümanları üzerine kuruludur]

Normalde tartışmalar hep Tanrı’nın varlığı üzerinden gidiyor ve Tartışma ‘kesinlik bir yaratıcı var’ diyen MUTLAK TESİTLER ile ‘bir yaratıcı yok’ diyen POZİTİF ATEİST argümanlar arasında gittiğinden bir sonuca varılamıyor.

Dinciler, bir ateist ile dini tartışırken şunu derler: ‘yani bir tanrı var ki biz bunları konuşuyoruz, bir yaratıcı olmadıktan sonra dini ve peygamberi konuşmanın bir anlamı var mıdır?’ diyorlar. Ancak bu evrenin bir yaratıcısının olması, senin inandığın dine ve peygambere bir kanıt teşkil etmez ki. Aslında önce yaratıcıyı değil de dini konuşmak lazım, çünkü Din doğru ise, yaratıcı da otomatik olarak var demektir ancak din doğru değilse o zaman Deistik-Panteistik tanrıları tartışmaya geçeriz.

İşin din kısmının tartışması genelde yarım yamalak bırakılır, tartışmaları dinleyenler de bir şey anlamazlar. Bu yüzdendir ki Kafile’den Osman bulut ile Ateizm Derneği’nin tartışması izleyenlere bir şey katmamıştır ama aynı zamanda Efe Aydal ile Serkan Aktaş'ın Younow üzerinden yaptığı tartışmalarda da Serkan Aktaş, Efe Aydal’ı, sokaktan çevirdikleri ‘ateistler’ gibi imana getirememişlerdir çünkü Tanrı’nın varlığı kısmı geçildikten sonra işin din kısmında düzgün bir savunma yapılamamıştır ki istenilse de yapılamaz.

Aslında işe önce Din kısmından başlamak gerekse de geleneği bozmayıp önce Tanrı’nın varlığı neden kesin olarak bilinemez, ortaya sürülen kanıtlar neden kişiseldir ve bir delil niteliği taşımaz, bunu açıklayıp daha sonradan Dini, İslam özelinde eleştireceğim.

1. Kısım, Gerçeğe Ulaşmak ve Bilim 

Bölüm 1: Bir yaratıcı veya üstün bir güç var mı?

Çoğumuz dindar bir çevrede ve dini söylemlerin etkisinde büyüdüğümüzden bir yaratıcının kesinlikle var olması gerektiğini düşünürüz. Ben ise bu konudaki Agnostik tutumumu anlatmak istiyorum. Bunu şu anki bilgimizle bilmemiz mümkün değildir.

Biz insanlar bir şekilde kendimizi bu dünya üzerinde bulduk, nereden geldiğimizi, nereye gittiğimizi hep merak ettik ve varlığı sorguladık.  Bunu sorgularken ve gerçeğe ulaşmaya çalışırken bilmemiz gereken en önemli şey gerçeğe sadece akıl yoluyla ulaşılamayacağıdır, Açıklayayım:

Biz bu gerçekliği merak ediyoruz, kendimizi bir şeyin içerisinde bulduk ancak bu gerçeği anlamakta kullandığımız şeyler hep bu evren içerisinde gördüğümüz şeylerden yola çıkılarak üretiliyor ve/ veya insan aklının ürünü. Gerçeği anlamaya çalışırken ve sorgularken herhangi bir ön yargıda bulunmamamız gerekiyor. İçinde bulunduğumuz gerçeklik her türlü şekilde oluşmuş olabilir, bize mantıklı gelsin gelmesin, hoşumuza gitsin gitmesin, sıradan olsun uçuk kaçık bir şey olsun, garip olsun sıradan olsun, sonsuz farklı ihtimal var ve mutlak gerçeklik dediğimiz şey her türlü forma ve özelliğe sahip olabilir veya her türlü şekilde oluşmuş olabilir dolayısıyla bizim bu evren içerisinden kendi sınırlı aklımız ve bilgimizle yaptığımız çıkarımlar ve akıl yürütmeler bizi gerçekliğe ulaştırmaz çünkü evren bizim mantığımıza göre oluşmadı, bu evreni biz yaratmadık, dolayısıyla kendi aklımızdan, kendi aklımıza göre, hoşumuza giden veya dinlerde olduğu gibi insani özellikle sahip tanrılar uydurmamız, kendimizce bir felsefe inşa etmemiz, kendi kafamızda kurguladığımız taslaklar, kişiseldir ve bilimsel olarak kanıtlanmadığı müddetçe bunlar ‘var/gerçek’ kabul edilemez.

Burada bir örnekle şunu açıklayayım:

Teistler (veya Deistler), ‘bu evren muhteşem, bir ahenk var, düzen var; insan vücudu çok kompleks, damarlar, kemikler, sinirler, kaslar iç içe geçmiş, karmaşık bir sistem, karşıdaki dağlar, tepemizdeki yıldızlar, koskoca evren, çiçekler, böcekler, canlılık vs’ diyerek buradan bir Tanrı’nın varlığına ulaşıyorlar.

Tanrının olmadığını ileri sürenlerden ise şu argümanı duyabilirsiniz: ‘Bu evren kaotik, kainat bir keşmekeş, canlılar birbirini yiyor, atomlar, hava akımları, gaz bulutları her şey kaotik hareket ediyor, çok fazla atom birbiriyle etkileşim haline bir hareket gerçekleştiriyorlar, gök taşları birbirine ve gezegenlere çarpıyor, doğal afetler, hastalıklar, kıtlık, virüsler sürekli evrimleşiyor, (yeni) hastalıklarla mücadeleler, doğuştan gelen ve canlıların yapısındaki kusurlar, doğal yaşamın +18 görüntüsü (kirlilik, zor hayatta kalma, rahatsız edici olgular, dışkılama, doğum, kan, acı vs), yıldız patlamaları, bizi umursayan bir varlığın olmaması, kainatın tehlikeli bir yer olması vs. örnek vererek tanrının olmadığına ulaşıyorlar ancak gerçek şu ki Düzen-Kaos, İyilik-Kötülük, Muhteşemlik-Çirkinlik, Kusur-Kusursuzluk vb tanımlamalar bize göre olan tanımlamalardır, kainatta objektif bir anlam veya objektif bir mana yoktur, anlam veya mana, ona bakan bilinç tarafından verilir, o olguyu sen anlamlandırırsın; bu evren de bizim gibi bir akla, mantığa sahip ve bu evrendeki şeyler vasıtasıyla, evrimsel süreçlerle oluşmuş biz bilinçlere, mesaj verme, bizleri etkileme amacı güden bir tanrı tarafından yaratılmış olmak zorunda olmadığından bu argümanlar hiçbir şeyi kanıtlamaz. Peki bu evreni kim yarattı o zaman? Bunu bilmiyoruz, peki neden bilemeyiz?

Esasında dinci arkadaşlardan duyacağınız argümanlar özetle şudur, bunu böyle saatlere yayıyorlar, upuzun anlatıyorlar, insanın damarından girip göbeğinden çıkıyorlar, atomlara, kainata, çiçeklere oradan okyanusa dalıp kara delikten çıkıyorlar ancak uzatmaya gerek yok.
Argüman iki kelime bir şey, o da şudur: Bir saatin saatçisi vardır ve o saatçi bu saati yapabilmek için şu şu şu ilimlere sahip olmalıdır (saat bir ilim üzere yapılmıştır) + Kırmızı asanın bunun üzerine söylediği şey ise bu saatin çarklarını döndüren yani o sistemi fiziksel olarak icra ettiren, akıl sahibi birinin olduğudur.

Argüman aslında bu. Burada Saat=Evren, Saatçi=Tanrı olarak alınır. Argüman kadar basit aslında.

Şimdi bunun neden bir kanıt olmadığını açıklayayım. Öncelikle bu nedensellik (yani ‘saati yapan bir saatçi vardır, ormanda yerde bir Laptop görseniz onu bir insanın yaptığını bilirsiniz’ argümanı) bizim bu evren içerisindeki gözlemlerimizden yaptığımız bir çıkarımdır. Bu evrenin içinde olan varlıklar için geçerli olan bir fenomendir ‘nedensellik’ ancak bu nedensellik olduğu gibi, aynen, bire bir, bu evren için de geçerli olmak zorunda olmadığından bu mantıkla bu evrenin bir yaratıcı vardır diyemeyiz (başta söylediğim olay, gerçeklik her türlü şekilde oluşmuş olabilir, biz mantıklı gelsin veya gelmesin, biz onu keşfetmiş olalım veya olmayalım, hoşumuza gitsin veya gitmesin... gerçekler bunlardan bağımsız olarak gerçektir). Burada şunu sormak istiyorum, madem ki bu evren sanatlı, manalı, ilimli, muhteşem olduğundan bir yaratıcıya ihtiyaç duyuyor o zaman Allah nasıl bir yaratıcıya ihtiyaç duymuyor? Eğer Allah gibi bir varlık bir yaratıcıya ihtiyaç duymuyorsa bu evren neden bir yaratıcı tarafından yaratılmış olmak zorunda olsun? Eğer bu evren (tırnak içerisinde) ‘tesadüfen’ oluşamayacak kadar hassas ayarlı veya muhteşem ise, çok daha muhteşem ve ilimli, her şeyi yaratabilecek yapıya, sisteme vs sahip bir varlık nasıl kendi kendine veya yaratıcısız oluştu? Esasında bu argüman kendini çürütüyor çünkü bu şuna benziyor: ilkokul çocuğunun yapabileceği sıradan bir pastel boyalı resim (Evren) kendi kendine oluşmuş olamaz, bu resmin bir ressamı vardır ancak Mona Lisa tablosu’nun (Allah’ın/Tanrının) bir ressamı yok öyle mi? Veya şöyle söyleyeyim, boyaları rastgele saçtığımda bu pastel boyalı resim ortaya çıkamaz ancak Mona-Lisa tablosu ortaya çıkar öyle mi? Esasında burada Resmin ressamı vardır argümanı bir sıkıntıya giriyor çünkü o resmi yapan ressamın da bir yaratıcısı (Tanrı/Allah) olduğunu söylüyoruz, peki o Allah’ın bir Allah’ı olamaz mı? Bilmem fark ettiniz mi örnekler hep bu evren içerisinde gördüğümüz olaylardan esinlenme, evrenin içerisindeki nedenselliğin aynen, olduğu gibi, bu evrenin kendisi için de geçerli olup olmadığını bilmediğimizden buradan bir sonuç çıkmaz. Burada bir varlığın (yani Allah’ın) yaratıcısız oluşabildiği söyleniyor o zaman evren neden yaratıcısız oluşamasın ki? Evet, Allah ile evren farklı varlıklar, kıyaslanamaz diyebilirsiniz ancak evrenin kendisi de bir olgudur ve bu olgu, bir yaratıcı tarafından yaratılmış olmak zorunda değildir.

Burada olay tamamen kişisel tahminlere dayanıyor, herhangi bir kanıt teşkil etmeyen şahsi inançlar, size göre olan şeylerdir ve gerçeklik bu düşüncelerden bağımsız olarak gerçektir. O yüzden sadece akıl yürütmeyle gerçeğe ulaşamayız çünkü gerçeklik bizim mantığımıza göre oluşmuş olmak zorunda değil, her türlü oluşmuş olabilir ve bu evrenin içindeki nedensellik bu evrenin kendisi için geçerli olmayabilir. Bu evrenin içindeki koşullar ile bu evrenin bulunduğu ortamın koşulları veya bu evrenin kendisine geçerli olan şartlar aynı olmayabilir, o yüzden bu evren içerisinden yaptığımız çıkarımlar bizi gerçeğe ulaştırmaz.

Şimdi gelelim Kırmızı Asa’nın ‘evren bir yaratıcı tarafından fiziksel olarak işletiliyor’ iddiasında:

Bu da doğru olabilir ancak elimizde tek alternatif değildir. Dinciler hep bir analoji üzerinden gidiyor, ben de bir tane analojiyle açıklayayım o zaman: Nasıl ki bir simülasyonun, işlemci fiziklerini; ekran kartı ise grafiklerini, görsellerini fiili olarak işliyor, render ediyor/işliyor belki evrenimiz böyle bir şeydir ve denildiği gibi biri tarafından çalıştırılıyordur, yani o yaprağı biri düşürüyor bu evreni fiziki olarak icra ediyor, havada savrulan atomları o güç hareket ettiriyor olabilir.

Ancak nasıl ki bir bilgisayarı mühendis tasarlıyor, yapıyor ancak bilgisayar yapıldıktan sonra çalışırken işlemcinin fanlarını o mühendis döndürmüyor, kablolardan elektriği o mühendis bizzat geçirmiyor yani fiziksel olarak o sistemi mühendis icra etmiyorsa evrenimiz de belki tasarlanmış ve yaratılmıştır ancak kendiliğinden işleyebilecek şekilde donatılmıştır/yapılmıştır, bunun da doğru olmadığını bilemeyiz.

Belki bu evrenin dışı veya mutlak gerçeklik dep-değişik, hayal bile edemeyeceğimiz, başka bir olgu türüne, başka bir sınıflandırmaya giren, bambaşka bir şeydir illa yaratıcılık veya yaratıcısızlık arasına sıkışmış da değiliz; veya aklımıza gelen her şey olabilir, ama uçuk kaçık ama sıradan, ama mantıklı ama mantıksız, her şey olabilir, sonsuz farklı ihtimal var, hepsi de doğru olabilir ve düşünce bizi tek başına gerçeğe ulaştırmaz.


Burada, Kırmızı Asa argümanlarına ithafen, Panteist/Pandeist görüşün (Evren=Tanrı) doğru olmadığını nereden bileceğiz ? İlla bu tanrı Allah olmak zorunda mıdır? Bununla İslam kanıtlanabilir mi? Elbette hayır. Ancak Ateistlere ‘Tokat’ gibi sunulan cevapların tamamına yakını bu.

Kendileri ‘bilimin ön kabulleri var, inançları var’ derken kendi iddialarının da ispatsız bir varsayıma dayandığını görmezden geliyorlar. ‘bilimin varsayımlarının yanlış olabileceği hiç düşünülmüyor’ diyorlar ancak kendi varsayımlarının da doğru olmayabileceğini hiç hesaba katmıyorlar. (Çifte standartla yaklaşmak demiş miydim?)

Bölüm 2: Bilimsel olarak yaratıcıya ulaşmak ve Kafile’nin Kırmızı Asa ithamları

İlk bölümde neden tanrının varlığının veya yokluğunun bilinemeyeceğini açıkladım, şimdi bilimsel olarak gerçeğe nasıl ulaşırız, bilim neden güvenilirdir, esasında BİLİM NEDİR bunlara bakacağım ve kırmızı asa’nın bilim ve ateizm yanlışlarını açıklayacağım.

Öncelikle Kırmızı Asa’da ve pek çok dinci kanalda belirtilen, ‘Ateistlerin ‘Tesadüf’ inancı’ iddiasının yalan olduğunu belirtmekle başlamak istiyorum.

Osman Bulut, Kırmızı Asa’da şunu söyledi ‘Yeni ateistler tesadüf kelimesinden korkuyorlar, eski ateistler bunu sıkça dile getirmiş olsalar da...’ bunu açıklamadan önce arada şunu söylemek istiyorum, sizler de ‘Deizm’ kelimesinden korkuyorsunuz çünkü argümanlarınız tamamen deizm/panteizm üzerine kurulu, Osman bulut bunu ‘biz deist argümanları kullanmıyoruz, ben her an fail olan Tanrı’yı kastederek Allah’ı kanıtlamış oluyorum’ diyor ancak bunun Allah’ı kanıtlamadığının farkında değil veya şarlatanlık yapıyor, ayrıca deizmin ve türevlerinin ne olduğunun da farkında değil.

Peki Ateistler kör bir tesadüfe mi inanırlar? Esasında ateistlerin bir ‘Ateizm Din Kitabı’ yoktur, ateistler tek bir kalıba sokulamaz, bu arkadaş (ve diğer dinci kanallar) kendi yaptıkları videolarda karşı tarafı kendi istediği gibi gösterip onu çürütüyorlar (saman adam safsatası) ve insanları bir sahte ikilem içine sokuyorlar yani ‘ya onların tasvir ettiği tarzda bir Müslümansın ya da onların anlattığı gibi bir ateistsin’. Bu yüzden ‘Deizm’ kelimesinden korkuyorlar, çünkü Tanrı’nın varlığı hakkında argümanlar getirilebilse de Din ve vahiy (Kuran, Muhammed’in peygamberliği) kanıtlanamaz. Zaten kendi aralarından, dini sorgulayan bir arkadaşı, sorularına düzgün cevap veremeyince aralarından atmışlar, ‘hile-i şerriye’ ile ilgili bir soruydu (işine geldiği gibi sorguluyorlar, işlerine geldiği kısmı görüyorlar demiş miydim?).

Konumuza dönecek olursak, Ateist kelime anlamıyla A-Tesit (Tesit olmayan) yani dini inancı olmayan demektir ve bahsedilen ‘materyalist veya Tanrının kesinlikle olmadığını iddia eden veya ‘tesadüfçü’ ateistler, Ateizm spektrumunun en uç kısmında yer alır ve bunlara Pozitif Ateist, Mutlak Ateist veya Gnostik Ateist denir. Normalde bir ateist bir yaratıcının kesinlikle olmadığını anlamış bir kişi değil, bir tanrının olmak zorunda olmadığını anlamış kişidir. Ateistler aslında zayıf agnostiklerdir, bir Ateist ‘yaratıcı kesinlikle yoktur’ demez, ben yaratıcıya gerek görmüyorum, varlığını kanıtlayana kadar ona vardır diyemem/onu yok kabul ederim’ der, bize göre yaratıcının var olma ihtimali %50’dir, ki nasıl bir yaratıcı veya yaratıcı sebep? O kişiden kişiye değişir, bir bilgimiz yok o konuda. Zaten Bilimsel düşündüğünü söyleyen, ‘inanmak değil bilmek istiyorum’ diyen, inançların bir şeye kanıt olmadığını anlamış bir kişinin Tanrı’nın olmadığını iddia etmesi bir çelişkidir, biz Ateistler veya Bilimsel düşünen insanlar da zaten her şeyi kör bir tesadüfe bağlamıyoruz. Efe Aydal ile Serkan Aktaş tartışırken Efe Aydal tanrının varlığını şu an bilmediğimizi ve evrenin varoluşu-bigbang en son bilimsel görüşü aktardıktan sonra Serkan Aktaş ‘bakın, en iyi bilim adamlarınız bile çözemedi, cevaplayamadı’ demişti. Bir şeyin bilinmiyor olması, dinci olarak senin iddianı doğru çıkarmaz ki? God of the Gaps (Boşlukların tanrısı) denilen şey de budur zaten, bilmediğin yerde direk (kendi inandığı) tanrının yaptığını söylemek. Kerem Cankoçak profesörümüz gibi, Tanrı’nın olmadığını, evrenin tasarlanmamış olduğunu kendince anlatan, Hardcore Materyalistçi kişilere ben de katılmıyorum ancak bu kişileri ve bunların düşüncelerini eleştirerek kendi düşüncenizi kanıtlayamaz ve bunu bilime ve ateizme komple mal edemezsiniz. Ayrıca Sadece Mutlak Ateizm ve bu arkadaşların anlattığı tarzda bir İslam arasına sıkışmış değiliz, hayat böyle bir siyah beyazdan ibaret değildir, kendinizce neye inanmak istiyorsanız onda özgürsünüz.

Gelelim Kırmızı Asa’nın, Bilim konusunda nerede yanıldığına;

Öncelikle bilim nasıl işler onu bir anlatalım, bu arkadaşlar bilimin naturalizm ‘inancını’ eleştirmişler ancak bilimdeki naturalizm nasıl bir naturalizm ve bilimde inançlar var mı? Bunları açıklayayım. 

Öncelikle ‘felsefi’ natüralizm ile ‘metodolojik’ natüralizm’i birbirinden ayırmalıyız, felsefi natüralizm’e göre şu gördüğümüz doğadan başka hiçbir şey yoktur, bilimde kullanılan metodolojik natüralizm ise felsefi olanından farklıdır, metodolojik natüralizm’e göre, üzerine objektifçe mutabık olabileceğimiz şey, şu gördüğümüz doğa’dır yani olayları herkes kendi şahsi inançlarıyla açıklayabilir kimisi der Zeus yaptı, kimisi der X tanrısı kimsi de Y tanrısı kimsi der Z tanrısı... Bilimsel olarak gerçeğe ulaşmaya çalışıyorsak, olaya şahsi inançlarımızı katamayız, bilimin dini kanıtlamak veya çökertmek gibi bir amacı yoktur, bilimin amacı gerçeğe ulaşmaya çalışmaktır. Burada ‘şahsi inançlarımızla olaya yaklaşamayız’ derken kastedilen Tanrısızlık veya Felsefi bir natüralizm değildir, burada Natürel (yani doğa)= mutlak gerçekliktir, eğer bir tanrı varsa o da ‘mutlak gerçeklik’ kapsamına girer ancak insan kolay yoldan cevaba ulaşma, bilmediği yerde cevap uydurma meyilinde olduğu için ‘bunu tanrı yaptı’, ‘bir tanrı var’ düşüncelerine girmeye meyillidir. Ancak olağanüstü iddialar olağanüstü kanıtlar gerektirdiğinden ve başta anlattığım (akıl yürütmeyle tanrıya ulaşılamayacağı) olaydan ötürü şu an ‘bir tanrı yaptı’ veya ‘bir tanrı vardır’ diyemiyoruz. ‘Bu evrenin kendisi olağan üstü bir kanıt değil midir zaten’ denecek olursa da bu da geçersizdir, çünkü bu evrenin muhteşemliği ve olağanüstülüğü bize göre bir olağanüstülük olduğu için kendi düşüncelerimizle vardığımız bu sonuç bizi gerçeğe götürmez. ‘Evrenin bu yapısı ve olağanüstülüğü bir tanrıyı gerektirmez mi?’ denilirse de gene ‘evrenin böyle olmasının, yaratıcıyı gerektirip gerektirmediğini bilmiyoruz, gerçeklik bizim mantığımıza göre oluşmuş olmak zorunda değil, nedensellik ilkesi aynen bu evren için de geçerli midir ya da evrenin dışında veya evrenin kendisi için nasıl bir nedensellik geçerlidir veya hangi koşullar vardır bunu bilmediğimizden bu bizi bir yere götürmez’ demek durumundayız.

Buradan şuna geliyorum, bilim felsefi değil metodolojik olarak natüralisttir ve bilim natüralist olmaktan daha çok empiriktir (bilgi temellidir) Celal Şengör’ün de vurguladığı hep buydu zaten, deney, gözlem, ölçülebilirlik, test edilebilirlik. Eğer bir tanrı varsa benim onu tespit edebiliyor olmam, onu ölçebiliyor olmam lazım. Doğaüstü veya Metafizik denilen şey bilimsel olarak kanıtlanacaksa benim ona dokunabiliyor onu gözlemleyebiliyor olmam lazım.

Bu konuda Evrim Ağacı’nın ve Celal Şengör’ün şu 2 videosunu izlemenizi tavsiye ederim :

1) [Evrim Ağacı] Evrim Tesadüfler Üzerine Mi Kurulu? - Bilmiyorum Demenin Gücü
2) [Celal Şengör] Tesadüf-Bilim

Kırmızı Asa’da yasalar iş yapmaz argümanın saçmalığını yukarıda anlatmıştım, evrenin illa ki bir işleticisi olmak zorunda değil, tabii ki kesin ‘olamaz’ diyemeyiz ancak onu göremediğimiz, ölçemediğimiz ve etkisiz eleman olduğu için yok kabul ediyoruz (aksi ispatlanıncaya kadar). Allah o yaprağı her seferinde düşürmeyi seçiyor ancak mucize denilebilecek şekilde o yaprağı düşürmemeyi seçmiyorsa bu gerçekten bir seçim midir? Eğer sürekli aynı şeyi seçiyorsa o etkisiz elemandır. Bu yasaları işleten icra ettiren sonsuz varlı varlık veya farklı olgu türü uydurulabilir ancak bunlar kanıtlanana kadar bunar vardır diyemeyiz yani yok kabul ederiz.

Bilimde kaos ne demek ondan da bahsetmek istiyorum. 

Celal Şengör, ‘kainat bir keşmekeş’ derken veya bizler kaos’tan bahsederken aslında kastedilen ile şunun arasında bir fark yoktur, kırmızı asa’da atomların ‘belli kurallara uyarak hareket etmesi düzendir’ iddiası şu yüzden yanlış, 2 oda var, biri derli-toplu diğeri dağınık, şimdi desek ki ‘dağınık odadaki etrafa savrulmuş kıyafetleri oluşturan atomlar belli kurallara uyuyorlar demek ki oda da düzenli’ bu saçma olurdu öyle değil mi? Bizim kastettiğimiz kaos veya ‘kainat bir keşmekeş’ derken kastedilen, dinlerde bahsedildiği gibi bizi umursayan bir tanrının emaresi olmaması, doğada canlıların birbirini yemesi, her türün bir şekilde hayatta kalmaya çalışması, hastalıklarla, virüslerle boğuşmamız, evrimleşen virüslerle yeni hastalıklarla uğraşmamız, canlı vücudundaki kusurlar, doğal felaketler, gök taşı düşmeleri, asteroidlerin çarpışmaları, yıldız patlamaları, hava akımlarının-hava moleküllerinin ‘kaotik’ hareket etmesi gibi şeylerdir.

Kaos’tan veya Kaotiklikten kastedilen, aynı zamanda ‘öngörülemezlik’tir, örneğin yarinki hava durumunu yüksek doğrulukta tahmin edebilirken 1 ay sonrasını tahmin edemememiz, çünkü çok fazla etmen, çok fazla ölçülemeyen eleman, çok fazla atom var ve bunların her birinin yerini ve bütün özelliklerini %100 doğrulukla bilemediğimiz, bilebilsek bile hesaplayabilecek güçte olmadığımızdan ‘tesadüf’ veya ‘kaos’ denilip geçilir. Yani zar atmak gibi ya da 1/560 ihtimal gibi bir rastgeleliğe bağlanmıyor her şey. Ki bir ihtimalin çok düşük olması, onun imkansız olduğu anlamına gelmez.

Evrimsel süreçte ilk canlılığın okyanuslarda başladığı düşünülüyor, Dünya’nin bilinen en eski durağanlaşmış devri ile ilk bakteri kalıntıları arasında 735 milyon yıl gibi bir süre var, okyanustaki koşuular altında çok ilkel hücresel yapıların oluşma ihtimali elbette yüksek değil ancak 735 milyon yıl boyunca sürekli denendiğinde elbet bir noktada oluşabilmiş olması mantık dışı değildir, evrim konusunu daha detaylı araştırırsınız, burada detayına inmeyeceğim. Kaos derken ne kastedildiğini daha iyi anlamak istiyorsanız Evrim Ağacı’nın şu yazı dizisini okuyunuz:
https://evrimagaci.org/yazi-dizisi/kaos-teorisi-39

Bilim nasıl işler?

Bilimin temelinde gözlem, test edilebilirlik ve yanlışlanabilirlik vardır.

İnsanın bilim macerası da önce yalan söyleyerek başlamıştır çünkü hiçbir şey bilmiyorduk, akıl yürüterek bazı varsayımlarda bulunduk ve bu varsayımları test ettik, bu varsayımlar test edilip yanlışlandıktan sonra eski hipotezi terk edip eldeki yeni veriler ışığında alternatif açıklamalar geliştirir ve veri gelmeye başladığında yanlış olanları eleriz, esasında bilim mutlak gerçekliği vereceğim, her şeyi cevaplandıracağım diye bir iddiada bulunmaz, neyin tam (%100) doğru olduğundan ziyade, neyin doğru olmadığını vermede daha başarılıdır. Tanrı konusunda da bu böyledir, Bilimsel olarak henüz tanrının ispatlanamamasının sebebi natüralizm ‘inancı’ değil, veri eksikliğidir, zira en başta felsefenin ve akıl yürütmenin bizi gerçeğe ulaştırmayacağından bahsetmiştim. Bu alternatif açıklamaları, tanrı ile ilgili farklı görüşleri aklımızın bir köşesinde tutarız ve veri gelmeye başladıkça bunlar içinden yanlış olanlarını eler, yeni bilgilere göre de farklı fikirler inşa ederiz ve bunları sürekli test ederiz, sınarız. Bilimin (metodolojik) natüralist olmaktan ziyade empirik (bilgi temelli) olması yani. Asla ‘mutlak gerçek, en doğru gerçek budur’ iddiası yoktur bilim ile dinin ayrıştığı nokta da burasıdır, Din, iman gereği vahiy ile geldiği iddia edilen cümlelerin tanrıdan ve kesin doğru olduğu dolayısıyla asla sorgulanamaz olduğunu söyler (sorgulansa bile bunun hikmetini anlamak veya neden doğru olduğunu anlamak üzere bir ‘sorgulama’ vardır, gerçek anlamda bir sorgulama yoktur). Bu yüzdendir ki 1400 senedir din kanıtlanmaya çalışılıyor, yok o tefsir yanlış o çeviri yanlış, yok illa Arapçasından okuman lazım yok o kelimeyle şu kastediliyor denerek kıvrılıyor çünkü söylenenler doğru değil.

Bilim sürekli değişiyorsa ona nasıl güvenelim?

Ona güvenme nedeniniz de tam olarak budur zaten. Bilim, insanlığın öğrenme ve anlama çalışmalarının bütünüdür, insanlık olarak boyutumuz küçük, zekamız sınırlı, kudretimiz az dolayısıyla tabii ki her şeyi bilmiyoruz ve zamanla bilgimizin ve düşüncelerimizin değişmesi çok normaldir. Ancak bilim dogmatiklikten uzaklığı, değişime ve her türlü iddiayı değerlendirmeye-tartışmaya açıklığı, uyguladığı yöntem ile elimizdeki, gerçeğe ulaşmakta kullanabileceğimiz en makul yöntemdir eğer eksiklikleri varsa veya yönteminde yanlışlar varsa bunu da düzeltmeye açıktır ki bugüne kadar da düzeltmiştir eğer bilimsel metodoloji yanlışsa, felsefenin tek başına bizi gerçeğe götürmediğinin, en başta anlattıklarımın da farkında olarak, ‘ben akıl yoluyla şuna ulaşıyorum, bu mutlak gerçekliktir, dinim bunu söylüyor, bunu anlayamayanlar, kainatı vahiysiz/ruhsuz anlama gafletine!! düşenler cahildir ve cehenneme gidecektirler’ gibi saçma sapan argümanlar yerine akılcı ve düzgün bir yaklaşım getirin, sizden önce bilim bunu kabullenir zaten.

Konuyla ilgili bir video ‘Sürekli Değişen Bilime Neiçin Güvenelim?’: https://www.youtube.com/watch?v=MOIoAGnSitY

Bilimde ‘yok kabul etmek’ ne demektir?

İnsanlar olarak gerçeği anlamaya çalışıyoruz, bilmediklerimizi öğrenmeye çalışıyoruz bu noktada aklımıza pek çok farklı alternatif açıklama gelebilir ancak bunlar kesin doğru olmak zorunda olmadığından, varlığı kanıtlanana kadar ‘yok’ kabul edilir, yok kabul etmek, onun olmadığını iddia etmek değil, varlığını kanıtlayana kadar ona ‘vardır’ dememektir. Şu an solucan deliklerinin olabileceği düşünülüyor örneğin ancak gözlemlenmediği için ‘yok’ kabul ediliyor, bu onun olmadığını iddia etmek anlamına gelmiyor, ‘’gözlemlemedim o yüzden ‘vardır’ diyemem ancak var olabilir, elimdeki bilgilerle de çelişmiyor’’ demektir. (insan boşluk doldurma ve bilmediği yerde bir şeylere uydurma meyilinde olduğundan bugün açıklanamayan veya gizemli bazı olaylara ‘cin’ gibi failler atfedilmesi veya bir şeyler uydurulması da insanın bu kusurundan kaynaklanır.)

Konuyla ilgili bir Podcast [Efe Aydal] 26 Yıl sonra deist olan adam: https://www.youtube.com/watch?v=G1FLmNjVzw4

Konuyla ilgili olarak açıklamacı olması açısından, Nurcu arkadaşlar gibi ben de bir Analoji yapayım :) Pisagor teoremini biliyorsun, a^2+b^2=c^2, aslında bu, kosinüs teoreminden gelir, Kosnüs teoremi der ki: ‘bir üçgenin iki kenarının uzunluğu ve bu iki kenarın arasındaki açı (veya o açının kosinüsü) bilinoyrsa, üçüncü kenarın da uzunluğu bulunabilir’ der ve bunun formulünü verir, asıl formul şudur, a^2 + b^2 = c^2 - 2ab(cosß), Dik üçgende Cosisnüs 90 derece = 0 olduğundan formul a kare + b kare = c kare olur, ancak düşün ki henüz pisagor teoremi ispatlanmış ancak kosinüs teoremi bilinmiyor, şimdi, bu pisagor teoreminin nereden geldiğiyle iligli bir sürü iddia var, herkes farklı bir formul atıyor ortaya ancak biz bu formulleri, kesin olarak kanıtlayana kadar yok kabul ederiz, bunları kanıtlayana kadar bunlar vardır diyemez ve matematik kitabımızın içine alamayız, ''bak, henüz matematik kitabımın içinde yok" Yok kabul etmek olmadığını iddia etmek değildir, formulü henüz doğrulamadım, doalyısıyla bütün geometriyi bu, doğruluğundan emin olmadığımız/ şaibeli formul üzerine kuramam çünki bu alternatif formulleri test etmedim ve doğruluğunu onaylamadım, bunlardan herhangi birini, sırf birisi öneriyor diye test etmeden matematik kitabımın içine alamam, alırsam ne olur bir düşün? Zaten yanlışsa yanlışlığı ortaya çıkacak ve değiştirmek durumunda kalacağım, dindeki bu kabuller, yanlışlandığı taktirde, sen bu iddiandan vaz geçer misin? geçmezsin çünki din, en doğru olduğunu, tanrı kelamının yanlış olmadığını iddia eder, bu yüzden dogmatiktir, bu yüzden Bilim ile uyuşamaz, Bu Nurcu kanallar da bilimsel düşünceyle dinlerinin uyuşmadığını fark edince, bu sefer bilime saldırdılar. Önceden din ile bilim uyuşur denirdi, şimdi ise iş yavaştan bilimi reddetmeye doğru kayıyor gibi görünüyor. Kosinüs Teoremi ne zaman test edildi, kanıtlandı ondan sonra matematiğe dahil oldu, bilim de böyle işler, tekrar ediyorum, kanıt ve gözlem üzerine gider bilim.

2.Kısım, Din ve Dindeki çıkmazlar

Din dediğimiz olgu, insanların zamanında açıklayamadığı olaylara cevap bulmak adına tanrı veya tanrılar uydurduğu ve doğayı/doğa olaylarını bu tanrılara bağladığı, kendi ahlak kurallarını daha iyi uygulayabilmek veya kendi kafalarınca bir toplum/gelenek inşa etmek ve toplumu bu halde tutmak adına uydurdukları, yazdıkları hikayelerdir. Kuran’ı alıp baştan sona okuyun, insan eliyle yazılamayacak herhangi bir ifade göremezsiniz, veya evreni duygularla/vahiyle anlama denilen şey de tamamen insanidir ve hiçbir tanrısal veya tanrıdan geldiğini kanıtlayabilecek bir taraf bulundurmaz. Nurcuların Said Nursi felsefesi farklı farklı dini görüşler, mezhepler vs bunlara bakın, hepsi insanların kendilerince inşa ettikleri dünya görüşleridir, yeryüzünde ne yazıldıysa insan yazdı, ne söylendiyse insan söyledi, bunu çürütebilecek herhangi bir argümanla gelemezler.

1.Bölüm: Kusursuz tanrının kendisine inanması için insan yaratması, merhametli tanrı ve imtihan çıkmazları

Dinlerin insanlar tarafından uydurulduğunu söylemiştim şimdi bazı dini sıkıntılara bakarak bunu daha iyi anlayalım. Burada soracağımız sorular Deist tanrısı veya bu evrenin herhangi bir yaratıcısı için geçerli olmaz ancak insanlar tarafından hayal edilen ve insansı özelliklerde olan, dinlerde geçen Tanrılara yöneltilebilir sorulardır bunlar. Biz ateistlerin reddettiği Tanrı, Deistik tanrılar değil, Teistik (dinlerde geçen) Tanrılardır, ben de burada İslam özelinde eleştirimi sunacağım.

Her şeye kadir kusursuz bir Tanrı’nın kendisine inanması/onu tanıyıp ibadet etmesi için varlık yaratması

Eğer bu tanrı Sonsuz kusursuz ise kendisine inanılmasına veya tapınılmasına ihtiyacı yoktur, ve kusursuz bir varlık belki de hiçbir şey yaratmaz çünkü sonsuz kusursuzdur. Filmlerde veya animelerde gördüğümüz ‘kusursuz küre’ gibi her şeye nötr bir varlık olması muhtemeldir.

Eğer kendisine tapılmasına ihtiyacı yoksa neden namaz gibi ibadetleri yerine getirmeyenler cehenneme atılacak?

Eğer kendisine inanılması için insanları yaratmadıysa, buna ihtiyacı yoksa neden yarattı ve neden kendisine inanmayanlar sırf inanmadığı için cehenneme gidecek?

Tanrı’nın insanı imtihan etmekteki amacı nedir? Tanrı Bizi yaptıklarımızdan sorumlu tutamaz çünkü bizi yaratan Allah olduğu için (dine göre), A’dan Z’ye bizim yaptığımız her şeyden o sorumludur. İmtihan edip aralarından seçeceğim demesi zaten bir mantıksızlık, neden seçiyorsun? Ne gereği var?

Buna ek olarak seçme dediğimiz olay olabilmesi için bizlerin, Allah’ın varlığından bağımsız olarak var olmamız lazım, yani olanlar arasından seçersin, önce yaratıp sonra seçmezsin. Öğrencileri zekasına göre seçebilirsiniz çünkü onların zeki olup olmaması sizden bağımsızdır veya ÖSYM öğrencileri seçer çünkü öğrencilerin kalitesi o sınavı yapanlardan bağımsızdır, kim daha iyi ona bakacağım diyerek bir sınav geliştirmiş kendince, ancak Allah önce yaratıyor sonra ben hanginiz cennetlik hanginiz cehennemlik onlar arasından seçeceğim diyor. Beni sen yarattın zaten, eğer günah işliyorsam veya sana inanmıyorsam beni sana inanmayacak şekilde yaratan da sensin. Özgür irade var mıdır? Var ise ne kadar özgürdür ve neden herkese aynı özgür irade verilmemiştir? Neden herkese aynı zeka ve algılayış biçimi verilmemiştir? Bizi bu şekilde yaratan Allah yaptıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutamaz çünkü bizi bu şekilde davranacak biçimde yaratan o zaten. Nasıl ki Telefonu üreten firma A’dan Z’ye o telefonun her şeyinden sorumluysa, Allah da bizim her şeyimizden sorumludur. Kuranı okursanız ‘biz sizi şöyle yaratırız böyle yaratırız’ ‘Allah sizi şu konuda zayıf yaratmıştır’ şeklinde ayetler de mevcuttur. Bu dediğime yüzde yüz işaret etmese de dediklerime bir işaret vardır ve benim bu argümanım Allah’ın bizleri ve evreni yaratması dolayısıyla yaratanın, yarattığı üzerinde sorumluluk sahibi olmasındandır.

Eğer Kırmızı Asa’da denildiği gibi, her şeyi Allah işletiyorsa zaten biz de bu simülasyonun bir parçasıyızdır ‘yok, biz özgür iradeliyiz vs deniyorsa da ondan bahsettim zaten’

İmtihan adil değil

Herkese Aynı zeka veya aynı ‘özgür’ irade verilmemesine ek olarak herkesin yaşam ömür uzunluğu farklı, imtihanı farklı, imtihan zorluğu farklı, koşullar farklı vs.

Öyle bir sınav düşünün ki herkes için soru sayıları rastgele, soru uzunlukları rastgele, soru zorlukları rastgele, sınav uzunluğu rastgele ve hatta bazıları sınava girmeden geçiyor (çocukken ölenlerin cennetlik olması)

Bugün insanlar hangi coğrafyada veya ailede doğduysa oranın dinini benimsiyor. ‘Ben başka ülkede doğsaydım gene araştırır bulur Müslüman olurdum’ diyen bir kişi acaba kendi dinine gösterdiği özeni diğer dinlere de göstermiş midir? Kuranın Arapçasını okumak lazım diyen biri diğer dinleri ana dillerinde okumuş, üzerine düşünmüş ve kafa yormuş mudur acaba? Tanrı’nın kendisini

Allah’ın vizyonu

Denir ki ‘iyi ile kötünün mücadelesi kıyamete kadar devam edecek’ veya ‘iyi ile kötü ayrışsın diye imtihan ediliyor’

Tanrı statüsünde, sonsuz mükemmel ve Kur'an’da kendisine ‘yüksek ilim sahibi’ diyen bir varlığın vizyonunun bizi 60-85 sene dünyada imtihan edip, birbirimize kırdırıp cennete veya cehenneme atacak olması sorunsalı. Madem merhametli bir Allah var bizi burada oyalayacağına direk cennetine alabilir, eğer dünyada kalmanın sebebi, bazı şeyleri anlamak, imtihanı ve zorluğu görüp sonradan rahata ermek ise;

1)Allah bizi, dünyada bir şeyler deneyimlemeden de cennetteki nimetlerin kıymetini bileceğimiz bir şekilde yaratamaz mıydı?

2)Herkes bu dünyada alması gereken dersleri, tecrübeleri alıyor mu ki? Herkesin hayatı ve hayatının uzunluğu farklı.

Eğer amaç cenneti hak etmek ise zaten ne kasıyorsun direk koy. Zaten bizi yaratan varlık bizim her şeyimizden sorumlu olduğundan hak etme olayı da bir sorunsal haline geliyor.

‘Andolsun ki biz, cinlerin ve insanların çoğunu cehennem için yarattık; onların kalpleri vardır; düşünmezler onunla; gözleri vardır, görmezler o gözlerle; kulakları vardır, duymazlar o kulaklarla. Onlar dört ayaklı hayvanlara benzerler, hatta daha da sapıktır onlar. Onlardır gaflette kalanların ta kendileri’ 7:179

‘Allah onların kalpleri ve kulakları üzerine mühür (hatem) vurmuştur, gözlerinde de perde vardır, onlara büyük bir azab vardır." (Bakara 2/7)

‘Onlardan seni Kur’an okurken dinleyenler de vardır. Fakat onu anlamalarına engel olmak için kalplerinin üstüne örtüler çektik, kulaklarına da ağırlık verdik. Onlar her türlü mûcizeyi görseler bile yine de ona inanmazlar. Hatta o kâfirler sana geldiklerinde, "Bu Kur’an eskilerin masallarından başka bir şey değildir" diyerek seninle tartışırlar. 6:25’’

Bu ayetler de imtihan konusunda dediklerimi destekler nitelikte ve düşündürücü. Tabii ki bunlar bir şekilde savunulmaya çalışılır ona da geleceğim.

Bu belirttiğim noktalara cevap verilmeye çalışılsa da ‘dinini kanıtlamak için’ değil de ‘bu din doğru mu değil mi’ diye sorgulayan birisi için her şey açık ve nettir ve verilen cevaplar avutma ve kıvırma olması bir yana bu kitabın insan eliyle yazılmış olduğu, tanrısal olmadığı gerçeğine bir etki edemeyecek, kitabın Tanrı’dan geldiğini kanıtlayamayacak; sadece kendine bir şeyi cevaplamış olup o cevabı da kendilerine mantıklı geldiği için kabul edecekler ancak objektifçe bakan biri bunun ne olduğunu görür.

2.Bölüm: Kötülük problemi nasıl yorumlanmalıdır ve Kusur-İmtihan savunması 

‘Tanrı varsa neden kötülük var, canlılar birbirini yiyor, kötülüklere neden izin veriliyor’
Bu, başlarda bahsettiğim sebeplerden ötürü Deist Tanrısını çürütmese de dinlerdeki tanrılara yöneltilebilecek bir sorudur. Esasında bu konuda dinciler işine gelen cevabı alıyor ve kendince bir mantık-felsefe-hikmet inşa edip oraya oturtuyorlar.

Bence bizi 80 sene yaşatıp öldüreceğine direk cennete alsın bu merhametli tanrı.
Bunu ‘kötü bir şey olacak ki iyinin kıymetini bilesin’ gibisinden açıklayacaklar. Din içerisinde kabul edilebilir bir açıklama ancak her kötülük de bu şekilde açıklanabilir mi? Doğadaki her kötülük bu şekilde açıklanabilir mi? Orasını bir düşünün.

Örneğin; bana göre eğer dindeki gibi bir tanrı bu evreni yaratmış olsaydı canlıların böyle birbirini yediği, kabul edilebilir sınırın ötesinde bir vahşilik olmamalıydı; Tarım ve Hayvancılık, FarmWille oyunundaki gibi daha barışçıl ve tatlı olmalıydı, tabii ki gene ağaçlara bakmak, hayvanlarla ilgilenmek vs olabilir, hastalıklar olabilir ancak düzen bu kadar vahşi olmamalıydı. Ancak biri de çıkıp der ki ‘benim bununla bir sıkıntım yok, bu bence bu sıfatlara sahip bir tanrıyla çelişmez, imtihan için uygun vs’ diyebilir. Ancak bu gene kişiseldir. Eğer objektifçe bakarsanız mevcut gerçeklik acaba dinlerdeki Tanrıların (merhametli, adaletli, kusursuz) yaratmış olmasını bekleyeceğimiz bir düzen midir? Tamam bi seviyeye kadar imtihan denilebilir ancak her şeye de imtihan denilebilir mi? Mevcut gerçeklik, evrendeki tehlikeler, entropi, evrim, doğanın vahşiliği ve tehlikeliliği, komple düşünüldüğünde, makul bir sınırı aşmıyor mu? Orasını siz düşünün.

Esasında dinlerdeki Tanrılar bu evreni yaratmadığı, biz mevcut gerçekliğe göre kendimizce bir Tanrı uydurduğumuz için bu konuşmalar ve cevaplar hep. Mevcut gerçekliğe göre bir din yazmışız ve gerçeklikteki kötülük-iyilik kavramlarını bu şekilde bir mantığa oturtuyoruz, verilecek hiçbir cevap, bu dinin tanrı tarafından yazıldığını (insanın ürünü olmadığını) kanıtlayamayacaktır, sadece bir avutma olacaktır, kişisel olacaktır, üzerine düşünmek size kalmış.

'Onlar kusur değil imtihan'

Bizler, insan vücudundaki ve kainattaki kusurlardan bahsederken hep ‘imtihan, bir hikmeti var, şöyle olsaydı iyi olur muydu, düzgün bir sınav veya imtihan olur muydu?’ gibi cevaplar verilmekte.

Esasında bazı şeylere ‘imtihan’ diyebilirsiniz ama her şeye diyemezsiniz:
Örneğin insan uçamayan bir varlıktır, bir kara hayvanı olmamamız, uçamıyor olmamız, bu şekilde sınırlandırılmış olmamız belki imtihan olarak görülebilir ancak insanlardaki 20 yaş dişlerine imtihan diyemezsiniz, bu bir tasarım hatasıdır, eğer biz tasarlanmış bir canlı olsaydık, bu kusurun olmaması gerekirdi. Kas gücümüzün sınırlı olmasına imtihan denebilir ancak iskeletimizin en önemli kısmı, 2 ayak üzerinde durmamızı sağlayan omurgadaki kusurlara imtihan denilemez. Evrimsel kalıntılar ‘son halimizle ortaya çıktığımız, Allah tarafından tasarlandığımız’ iddiasının suya düşmesine sebep olur.

Her şeyi bilemememiz, gözlerimizin çok iyi olmaması gibi şeyler imtihan olarak gösterilebilir ancak üreme sistemindeki kusurlar, zor doğum yapma, dirseğimizdeki zayıf ve ara sıra bir yere çarptığımız, açıktaki o zayıf sinir imtihan değil bir tasarım hatasıdır. Eğer gördüğümüz her güzel şeye ‘Allah’ın hikmeti’ ve ‘Allah’ın yarattığına kanıttır’ diyeceksek ve her sıkıntılı yerde, her kötü şeye ‘ama o imtihan, bir hikmeti var, vardır Allah’ın bir bildiği’ vs diye geçiştireceksek bu bizi gerçeğe ulaştırır mı? Bu samimi bir sorgulama mıdır? Ve çifte standart değil midir? Objektiflikten uzaklaşmak değil midir?

Evrim ile din %100 çelişir

Bu konuda kıvırmaya gerek yok, evrim ile din çelişir eğer evrim doğruysa biz Adem ve Havva’dan gelmedik ve canlılar bugün olduğu şekliyle bir anda dünyada var edilmediler. Evrim doğru olduğuna göre din doğru olamaz.

Evrim, bilimdeki en sağlam teorilerden biridir, evrimin bilimsel olarak doğru olmadığı iddiası tamamen zırvadır. Evrimin ne olduğunu anlamak, Teori-Kanun farkı nedir? Evrim Teorisi ispatlanmamış mıdır? Gibi soruların cevabını almak ve evrimi öğrenmek isterseniz konuyla ilgili başlangıç videolarını aşağıya bırakıyorum, oynatma listemde de var zaten bu videolar:

[Efe Aydal] Kırmızı Hap 3 - Evrim neden bilimdir yaradılışçılık neden dindir? 

Bu iki video başlangıç olarak işinizi görür, daha da öğrenmek isterseniz oynatma listesindeki evrim ile ilgili diğer videolara bakabilir, Türkçe kaynak olarak ‘Evrim Ağacı’ ve ‘Bilim Fili’ makaleleri (ki bilimsel makalelere referanslıdır), ‘Understanding evolution’ Evolution 101 İngilizce (https://evolution.berkeley.edu/evolibrary/article/evo_01) ve Türkçe (http://www.evrimianlamak.org/e/Ana_Sayfa) internet siteleri, yayınlanmış bir sürü makale, yabancı siteler, belgeseller... elinizde pek çok kaynak mevcuttur. Evrim Ağacı’nın da bu konuda Türkçe yayınlanmış kitapları mevcuttur onlara da bakabilirsiniz.

Efe Aydal ve Serkan Aktaş’ın (şu tartışmalarında: https://www.youtube.com/watch?v=UwXwn68hFzo) ‘Kainatta israf var mı?’ konusu üzerine olan tartışmalarına ithafen yazdığım bir Youtube yorumunu da buraya bırakıyorum:

'Kırmızı asa argümanlarına cevap Bölüm 2' isimli videonun altına sperm konusuyla ilgili attığım yorum: Erkeklerde Testislerin vücut dışında olması, dişilerdeki adet ve zor doğum yapma, iki cinsin üreme sistemindeki kanser ve sıkıntılar, iç adet kanaması, üreme sisteminin komple kusurları vs örnek olarak verilebilir. Efe Aydal ile Serkan Aktaş, bir yayında tartışırken 'kainatta israf var mı' diye tartışılıyordu, Efe, 'hayvan gibi var' demişti, Serkan ise 'sana öyle geliyor ancak bunun bir hikmeti var demişti', işte mevzu sperm sayısına geldi, neden çok sperm üretiliyor diye, Serkan: 'Allah o 1 spermi, diğerlerinin arasında koruyarak iletiyor' dedi Efe: 'Peki neden 'ben Allahsal gücümü kullanıyorum deyip' onu korumuyor' dedi Serkan: 'Ancak her şey bir hikmet üzerine, o vesileyle onu koruyor' dedi. Şimdi üreme sistemini araştırırken öğrendiklerimin bir kısmını yazayım. Dişilerde Serviks denen, rahim boşluğuna açılan kısım, meninin bir kısmını içine almaz, servikten geçen spermlerin bir kısmı da, dişi bağışıklık sistemi hücreleri tarafından ''Yabancı Hücre'' olarak algılanıp yok edilir, bu, kalitesiz spermleri eleme yöntemi de değildir, rastgele, tuttuğunu koparır, hangisini alabilirse yakalar ve bağışıklık sistemi hücreleri, yakalayabildiği spermleri hücre içinde sindirerek yok eder, şimdi burada bir ara not, nasıl bir 'akıllı tasarım' ki, karşı cinsinin üreme hücresini 'yabancı madde' olarak algılayıp yok etmeye çalışıyor?, Bu mükemmel tasarım mıdır?, Daha bitmedi, rahme giren spermlerin bir kısmı rahim duvarındaki boşluklara takılabiliyor, veya oraya girip oradan ayrılmak ve yumurtaya yönelmek istemeyebiliyorlar, yumurtaya yönelenlerin bazıları da yanlış kanala (yumurtanın olmadığı kanala) girebiliyor, günün sonunda yumurtayla yüz yüze 20 tane kadar sperm gelebiliyor ve 1 tanesi döllüyor (aslında en hızlı sperm otomatikman kazanır diye bir şey yok çünkü rastgele eleme de söz konusu, ancak hızın veya başka etmenlerin yarışta etkisi yok denemez,). Bu yüzden, yumurtayı dölleyebilmek için bir erkek bir çok sperm üretmek ve ona kaynak harcamak zorunda. Bu yüzden, çok fazla sperm üretebilmek ve sperm üretimini sağlayabilmek için erkeklerde Testisler vücut dışına atılmıştır. Bunlar erkek için fiziksel bir sıkıntı oluşturmuş durumda, çünkü hem fazla ve sürekli sperm üretmeli kaynak harcamalı, hormon üretmeli ama vücut sıcaklığında üretim yapamadığından fiziksel sıkıntı oluşturuyor. Fazla ve sürekli sperm ürettirip kaynak israfı yaptıran Allah, aynı zamanda spermleri vücut sıcaklığında üretilebilecek şekilde de tasarlamadığı için testisleri, dışarıda bacak arasında sallanan t-şaklar erkeğe büyük sıkıntı çıkartıyor, sünnet törenlerinde rezil edilen erkek (ki madem sünnet gerekliydi, Allah bizi tasarlarken hata mı yaptı da sünnet gerekiyor? Kendisine Kuran’da ‘yüksel ilim sahibi’ diyen, Tanrı statüsündeki bir varlığın erkeklerin p-pisine kafayı takmasını benim aklım almıyor), bu yetmezmiş gibi bu organıyla dalga geçiliyor, hayatı boyunca sıkıntı yaşıyor bu organ yüzünden, ayrıca skrotum içinde bulunan bu iki top, fiziksel olarak sadece çok zarar görebilir durumda değil, aynı zamanda damar bağlantıları ve sperm iletim kanalları da, kıvrılarak kangrene yol açabilir, kanser riski var vs.. (istenmeyen ereksiyonları ve o bacak arasındaki çıkıntının kötü tasarımını saymıyorum bile.) O bacak arasındaki 'mal', bir erkeğe ciddi sıkıntılar çıkartır (maalesef). Kadınlarda ise her ay, günler süren kanamalar, kaynak israfı ve sıkıntı oluşturduğu gibi, rahim dışı döllenme, dar doğum kanalları gibi kusurlar da 'akıllı tasarım' iddiasını suya bırakıyor. Araştırarak siz de başka şeyler de görebilir ve üzerine düşünebilirsiniz. Bu olay, kesinlikle bilinçli bir tasarımı değil, 'ne zaman döllenme olacağını tam bilemeyen ve güzel tasarım ortaya çıkaramayan' evrimin bir sonucudur ancak, neyse ki genetik mühendisliğindeki gelişmelerle bu sorunları çözebileceğiz, 'bilim çalışır çünkü işe yarar', Kırmızı Asa'da verilen ''iPhone'u, çivi çakmak için kullanan adam'' örneği tamamen zırva...

3.Bölüm: İmansız Ahlak, Kainatı vahiysiz anlamanın düşürdüğü gaflet!

Ahlak konusundan önce gene Osman Bulut’un saman adam safsatasına değinmek isterim.
Kainatı Vahiysiz anlamak insanı gaflete mi düşürürmüş? İnsan Bilimsel Bakınca ve Ateist oluna kainata hayret ve ilgi duyamaz, büyülenemez, hayranlık duyamaz mıymışız? Gene kendi programında ‘boş kaleye gol atmak’ olarak tanımlanabilecek bir durum. Ateist olmak veya bilim insanı olmak, evrene bakıp duygulanmamak, ihtişamından zevk almamak, hayrete düşmemek vs ruhsuzlukları gerektirmez. Dine inanmıyor olmak demek, Ahlaksız, ruhsuz, zevkine düşkün, şerefsiz, insanlıktan uzaklaşmış birisi olmayı gerektirmez. Ayrıca burada başka bir mantık safsatası olarak ‘vahiysiz evreni anlamak’ derken ‘Müslüman olmadan evreni anlamak’ kastedilmekte ve ‘Deistik veya başka bir inançta evren bu şekilde yorumlanamaz, başka tarz bakış açıları veya farklı motivasyonla benzer bir evren algısına/görüşüne erişilemez’ kastedilerek insanlar bir tür sahte ikilem içerisine sokulmuştur. İlla Müslüman olmaya veya ‘vahye’ gerek yok arkadaşlar, evreni anlamlandırmak için. Bir De-Facto Ateist olan Çağrı Mert Bakırcı’nın ‘Naturalizm bizi gerçeğe ulaştırır mı’ Sorusuna verdiği yanıtta kendisinden de bunu görüyoruz: https://evrimagaci.org/soru/gercegin-ne-oldugunu-biliyor-muyuz-bilmiyorsak-nasil-naturalizm-bizi-gercege-en-cok-yaklastiran-seydir-diyoruz-4034

Ahlak

Ahlak kuralları tanrısal değildir, insanlar tarafından belirlenmiştir. İnsanlar önce ahlak kuralları yazmış sonra bunları daha etkili uygulayabilmek veya kilitlemek adına dinlere başvurmuşlardır. Zaten İslam dinindeki Arap kültürü ve ahlakı, o coğrafyanın toplum algısı ritüelleri vs de Kur'an’ın evrensel ve her devre hitap edemeyeceğinin göstergesidir. Bize ‘Maden ateistsin o zaman neden hırsızlık yapmıyorsun’ diyenler eğer Müslüman iseler bugün eşcinselliği lanetlemeliler. Ahlak kuralları da topluma, coğrafyaya, zamana göre değişirler, bugün kutuplarda ve kutba yakın bölgelerde namaz ve oruç ibadetlerinin gerçekleştirilemeyeceğinden haberi olmayan, dünyayı düz zanneden Allah, Toplumun yeni dinamikleri, ileride Genetiği değiştirilmiş insanlar gibi konularda etik nasıl belirlenir, bu konuda söz söyleyemez. ‘ben ateist olsam tecavüz ederdim’ veya ‘madem ateistsin ahlakını nereden alıyorsun?’ ‘inanç olmadan ahlak olmaz’ argümanları, Ateizm Çürütücü argümanlar arasında en komik olanlarıdır, çünkü asıl ahlaksızların, asıl kaypakların, asıl güvenilmezlerin kendileri olduklarını açığa vuruyorlar.

Bazı Nurcu kanalların ahlak üzerine, saman adam safsatasıyla yaptıkları (dinsizleri kendi istedikleri gibi gösterdikleri ve insanları bir sahte ikilem içine soktukları (ya o tarz bir dinsizsin ya böyle bir inanansın) videoları:

Kafile (silinen videosu): https://www.youtube.com/watch?v=0iAWRwzCwMU
Son Liman (Burak Tokur ve Osman Bulut): https://www.youtube.com/watch?v=HJ_BLONdoj4
Lem’alem-Ateistler ahlaksız mıdır?: https://www.youtube.com/watch?v=0AHq8nSbIyg
Sorgulayan Müslüman-Tanrısız ahlak neden olmaz: https://www.youtube.com/watch?v=g5ght-siz_s

Ahlak, akla ve mantığa dayalıdır ve hep öyle olmuştur. Dindeki sorgulanamaz bir ahlak ise ahlak değildir. Aslında inançlı ile inançsızın ahlakı arasında şöyle bir fark vardır. Bir Müslümana sorduğunuzda size ‘Allah bu ahlak yasalarını koymuştur çünkü topluma şöyle böyle yararı var, Allah bunu şu şu şu yüzden emretmiştir, şöyle yararlıdır, yardımlaşmak vs şu yüzden güzeldir...’ size bunun mantığını da açıklar. Bizler de bu yüzden ahlaklıyız, aradaki tek fark ‘bunu yaparsan cennete gidersin yapmazsan cehenneme gidersin’ olayı yok. ‘Zaten inanç olmasa ahlak olmaz’ veya ‘ben inançsız olsam ahlaksız olurum’ diyen tipler, ahlak ve etikten anlamayan insanlardır, güvenilmeyen, ileride düşünceleri değişirse veya birlikte iş yaptığın bir sana zarar verebilecek veya ihanet edebilecek kişilerdir.

Bugün uzaya roket fırlatan ve sefalet içinde sürünün toplumların arasındaki farktır bu. Bugün Kanada’ya gidin, onları ülkelerine bağlayan şey ne din, ne dil ne ırktır; Onları bir arada tutan şey Anayasa’dır, Toplumsal Sözleşmeleridir yani belirlediği etik değerleridir. ‘Ateistler İslama daha uygun yaşıyor’ sözünü ilahiyatçılar, Müslümanlar söylüyorsa, Hollanda gibi Ateist nüfusun fazla olduğu ülkelerdeki refah, Müslüman olmayan Japonya, Güney Kore gibi yerlerdeki toplumsal etik değerlerin getirdi güven, huzur ve refah ortamı, konuyu daha fazla uzatmaya gerek bırakmamaktadır.

Sıkıyorsa ahlaksız olun, ahlak kuralları olmayan, belli etik değerleri olmayan toplumlar çökmeye mahkumdur. Genel mantık gereği ahlaklı olunur, dünyada bir cenneti yaşatması, güven ve huzuru sağlaması, gelişmeye ve gelişmiş toplumun nimetlerinden faydalandırması, mutluluğu, dostane arkadaşlık ortamlarına olanak tanıması, düzgün bir hayat sürebilmemizi sağlaması, insanın mutlu bir hayat sürmesini sağlamasından dolayı yani MANTIKLI olduğundan dolayı ahlaklı olunur. Dinin dogmatikliğinin ve değişmezliğinin, sorgulanamazlığının bir sıkıntısı da burada yatmaktadır, zamanla ahlak kuralları da değişir, değişen topluma, yeni olgulara göre ahlak, etik, racon vs düzenlenir. Bugün hocalara sorulan ‘şu günah mı, bu günah mı, şu caiz mi’, ‘taşıyıcı annelik?’ gibi sorularının kıvrandırmasının sebebi de buradan kaynaklanmaktadır. Dünyayı düz zanneden, 7 günde evreni yaratan, kutuplarda ve kutba yakın yerlerde nasıl ibadet edilebileceğinden haberi olmayan (oralarda gün ve saatin şaştığını bilmeyen), ‘gelişmeye karşı değiliz, din bilime ve gelişmeye açıktır’ deyip de uzayda, başka gezegenlerde, ISS’te nasıl ibadet edilir’in cevabını veremeyen, bizi bu dünyaya hapseden, başka gezegenlere, diyarlara gidilemez diyen din, ve kendisi gibi düşünmeyenlere ‘Cahil’ ve ‘Cehennemlik’ diyen Osman Bulut gibileri bize ahlak öğretecek hadde değildirler.

Kur'an Mucizeleri 

Eğer Kur'an’ı baştan sona Türkçe mealinden okuyacak olursanız ortada mucize namına bir şey olmadığını, o dönem ki insanların bilemeyeceği herhangi bir şey yazmadığını görürsünüz. Mucize iddialarını irdeleyecek olursanız, Elmalılı Hamdi Yazır’ın çevirisi veya eski çeviriler gibi görece ‘güvenilir’ çevirilerin aksine kasıtlı olarak farklı çevirme, sanki tefsir yazarmış gibi uzun çevirme, kelimelerin anlamlarını keyfi olarak bir yerlere çekme vardır. Eğer bu mantıkla yaklaşacaksak yani gördüğümüz sıkıntılı ayetlere ‘yanlış çeviri’ veya ‘orada aslında başka bir şey kastediyor’ diyeceksek o zaman bu kitabın ‘biz insanlar onu (kuranı) anlasın diye apaçık indirdik’ dediği açık olma özelliği ortadan kalkıyor. Buna da diyorlar ki ‘Kitap açıktır, kitabı okuyan değil’ Efe Aydal’ın Kırmızı Hap’ından çakma ‘Beyaz Hap’ serisi yapan bu arkadaşlar da bu argümanı kullanıyorlar. Ayetleri açın okuyun, farklı çevirileri ve tefsirleri kıyaslayın kararınızı siz verin, siz mi kapalısınız, kuran mı açık değil yoksak her okuyan farklı bir şey mi anlamış? Eğer bu şekilde her sıkıntılı ayete bu tarz bahaneler uyduracaksak ve kelimelerde gizli anlamlara arayacaksak diğer kitaplarda ve dinlerde de mucize bulur ve sıkıntılı noktaları kapatırız. Kuran bu şekilde savunulmak durumunda kalıyor, bir sürü tefsir, hangisinin doğru olduğu belli olmayan mealler okutturuyor bunlar arasında debelendiriyorsa bu kitaba Tanrısal demek, Tanrı’ya hakarettir.

Bir Örnek üzerinden gidelim ve Mucize iddialarındaki yanlışlığı gösterelim.
Mucize olarak ileri sürülen bir ayet.:

Hayır, yıldızların çöktüğü yere (kara deliğe) yemin ederim.
Şayet bilirseniz, bu azim(büyük) bir yemindir.

[VAKIA(56)/75-76]

Orjinali | Vakıa (56): 75 Farklı çeviriler:

Abdullah Parlıyan Meali
Yıldızların düştükleri ve döndükleri yerlere yemin ederim ki veya parça parça inen Kur'ân'a yemin ederim ki

Elmalılı Hamdi Yazır Meali
Hayır, yıldızların yerlerine yemin ederim.

İlyas Yorulmaz Meali
Gökteki yıldızların doğduğu yerlerine yemin olsun ki.

Kadri Çelik Meali
Hayır, yıldızların yörüngelerine yemin ederim ki.

Gördüğünüz gibi kara delik yok. Bunun gibi kasıtlı çarpıtma çeviriler de var (örneğin Kadri Çelik’in ‘yörüngeler’ ifadesi gibi), anlamı bir yerlere çekilerek veya birden fazla anlama gelen bir kelimenin bir anlamı seçilip buradan bir şey çıkarılmaya çalışılarak da yapılabiliyor veya çeviriler arasında detay farkları olabiliyor. Bu kelimeyle aslında bu denmek isteniyor denerek mucize çıkarılmaya çalışılır.

Kuran’da gök ve yaratılış ile ilgili ayetler:

Naziat (79): 28, Elmalılı Hamdi Yazır Meali: Tavanını yükseltti, onu bir düzene koydu.

Araf Suresi, 54. ayet: Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah'tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, Güneş'e, Ay'a ve yıldızlara Kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O'nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne Yücedir.

Yunus Suresi, 3. ayet: Şüphesiz sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden, işleri evirip-çeviren Allah'tır. O'nun izni olmadıktan sonra, hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte Rabbiniz olan Allah budur, öyleyse O'na kulluk edin. Yine de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz?

Bu altı gün olayı Tevrat’tan gelir, yaratılış kısmında bahseder, kuran’da ‘kendinden önce gelen kitapları tasdik edici’ olduğu yazar. Kur'an Tevratı esas aldığı için bu altı gün muhabbeti Tevrattan gelir: http://www.yolgosterici.com/tevrat/tevrat01.htm

Secde (32):4, Elmalılı Hamdi Yazır Meali: Allah O'dur ki, gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratmış, sonra Arş üzerine istivâ buyurmuştur (hakim olmuştur). Sizin için O'ndan başka ne bir dost vardır, ne de bir şefaatçi! Artık düşünmeyecek misiniz?

Fussilet Suresi, 12. ayet: Böylece onları iki gün içinde yedi gök olarak tamamladı ve her bir göğe emrini vahyetti. Biz dünya göğünü de kandillerle süsleyip-donattık ve bir koruma (altına aldık). İşte bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)'ın takdiridir.

Evreni 6 günde yaratan Allah, 2 günde gökleri tamamlıyor.

Nebe, 12: Üstünüzde yedi kat sapasağlam gök bina ettik.

Zuhruf , 12: Bütün varlık türlerini çift çift yaratan, sizin için gemilerden ve hayvanlardan bineceğiniz şeyler var eden de O’dur.

Zariyat, 49: Her şeyi çift yarattık; umulur ki düşünüp öğüt alırsınız.

Burada her şeyi çiftler halinde yarattık deniyor. Günümüzde cinsiyetsiz bakteriler, tek cinsiyetli diploit partenogenez yoluyla üreten, ikiden fazla cinsiyete sahip canlılar mevcuttur (https://evrimagaci.org/canlilarda-neden-sadece-iki-cinsiyet-bulunur-73) hatta 3 ebeveynli çocuk dünyaya getirilmiştir (https://www.newscientist.com/article/2107219-exclusive-worlds-first-baby-born-with-new-3-parent-technique/)

Göğün tavan gibi olması

Tur Suresi, 5. ayet: Yükseltilmiş tavana,

Enbiya Suresi, 32. ayet: Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar.

Tekvir Suresi :
1. O güneş dürüldüğünde,
2. yıldızlar bulandığında,
3. dağlar yürütüldüğünde,
4. kıyılmaz mallar bırakıldığında,
5. vahşi hayvanlar bir araya toplandığında,
6. denizler ateşlendiğinde,
7. ruhlar eşleştirildiğinde.
8. Diri diri gömülen kıza sorulduğunda;
9. hangi suçtan öldürüldü diye,
10. defterler açıldığında,
11. gök yüzü sıyrılıp açıldığında,
12. cehennem kızıştırıldığında,
13.cennet yaklaştırıldığında,
14. bir nefis (herkes) ne hazırladığını anlar.
15. Şimdi yemin ederim o sinenlere,
16. o akıp akıp yuvasına girenlere,
17. yöneldiği zaman o geceye,
18. nefeslendiği zaman o sabaha ki,
19. muhakkak o (Kur'an), şerefli bir elçinin getirdiği bir sözdür.
20. O elçi, pek güçlü, Arş'ın sahibinin katında itibarlıdır.
21. Orada kendisine itaat edilendir, güvenilendir.
22. Yoksa sizin arkadaşınız (Muhammed), delirmiş değildir.
23. Vallahi onu (Cebrail) açık ufukta gördü.


İntifar Suresi: 
1. Gökyüzü çatladığında,
2. yıldızlar döküldüğünde,
3. denizler (yarılıp) akıtıldığında,
4. kabirler deşildiğinde,
5. bir nefis (herkes) önden neyi gönderdiğini ve neyi bıraktığını bilir.
6. Ey insan, o lütfu bol olan Rabbine karşı ne aldattı seni?


Saffat (37): 6: Diyanet İşleri Meali (Eski)
Şüphesiz Biz, yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsledik.

Elmalılı Hamdi Yazır Meali
Gerçekten biz dünya göğünü (o yakın göğü) bir zinetle, yıldızlarla süsledik

Edip Yüksel Meali
Biz en aşağıdaki göğü gezegenler ile süsleyip,

Ahmet Varol Meali
Şüphesiz biz en yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsledik.

Birileri ‘7 kat gök derken aslında atmosferin katmanlarından bahsediliyor’ mu demişti?
Atmosferin 1. Katmanında yıldızlar mı var o zaman?


Rahman (55): 33, Diyanet İşleri Meali (Eski)
Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çevresini aşıp geçmeye gücünüz yetiyorsa geçin! Ama Allah'ın verdiği bir güç olmaksızın geçemezsiniz ki!

Elmalılı Hamdi Yazır Meali
Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çevresinden geçmeye gücünüz yeterse geçin gidin. Allah'ın verdiği bir güç olmadan geçemezsiniz.

Düz dünya, Gök bir kubbe, Göklerin ve yerin sınırına gidin, Allah’tan bir güç oladıkça orayı aşamazsınız denir.

Rad (13): 2, Diyanet İşleri Meali (Eski)
Gökleri, gördüğünüz gibi, direksiz yükselten, sonra arşa hükmeden, her biri belli bir süreye kadar hareket edecek olan Güneş ve Ay'ı buyruğu altına alan, işleri yürüten, ayetleri uzun uzun açıklayan Allah'tır; ola ki Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanırsınız.

Elmalılı Hamdi Yazır Meali
Allah O'dur ki, gökleri direksiz yükseltti, onu görüyorsunuz, sonra arş üzerine istiva etti, güneşi ve ayı emrine boyun eğdirdi. Her biri belli bir vakte kadar akar gider. Bütün işleri O yönetiyor. Âyetleri O açıklıyor ki, Rabbinizin huzuruna çıkacağınızı iyi bilesiniz.

Hac (22):65: Görünmez direklerle yükseltilen bir ‘Tavan’ olan gök, yere düşmesin diye Allah tarafından tutuluyor:

Diyanet İşleri Meali (Eski)
Allah'ın yerde olanları ve emriyle denizlerde yürüyen gemileri buyruğunuz altına vermiş olduğunu; buyruğu olmaksızın yere düşmemesi için göğü O'nun tuttuğunu görmez misin? Doğrusu Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametli olandır.

Elmalılı Meali (Orjinal)
Görmedin mi Allah, hakıkaten bütün Yerdekileri sizin için müsahhar kıldı, Semayı da izni olmaksızın Yere düşmekten tutuyor, hakıkaten Allah, insanlara çok ra'fetli bir rahîmdir

Mülk(67): 5, Diyanet İşleri Meali (Eski)
And olsun ki, yakın göğü kandillerle donattık, onları şeytanlar için taşlamalar yaptık ve şeytanlara çılgın alev azabını hazırladık.

Elmalılı Hamdi Yazır Meali
Andolsun biz, en yakın göğü kandillerle donattık ve onları, şeytanlar için taşlamalar yaptık. Ve onlar için alevli ateş azabını hazırladık.

Gaşiye (88):20, Diyanet İşleri Meali (Yeni)
Yeryüzüne bakmıyorlar mı, nasıl yayılmıştır!

Elmalılı Hamdi Yazır Meali
Yere bakmıyorlar mı, nasıl yayılmış?

Erhan Aktaş Meali
Ve yeryüzüne, nasıl yayılıp döşenmiş?

Kehf Suresi Zülkarneyn:
83. Bir de sana Zulkarneyn'den soruyorlar. Dedi: "Size ondan bir hatıra okuyacağım."
84. Biz onun için yeryüzünde bir iktidar hazırladık ve ona ulaşmak istediği şeyden bir sebep verdik.
85. Derken o bir sebebi izledi.
86. Güneşin battığı yere vardığında onu, balçıklı bir kaynakta batıyor buldu. Ayrıca onun yanında bir kavim gördü. Dedik ki: "Ey Zulkarneyn, ya onları cezalandırırsın veya haklarında bir güzel muamelede bulunursun."
89. Sonra yine bir sebebi takip etti.
90. Nihayet güneşin doğduğu yere vardığında, güneşin kendilerini ondan koruyacak bir siper yapmadığımız bir kavim üzerine doğmakta olduğunu gördü.
91. İşte böyle. Halbuki Biz, onun yanında nelerin bulunduğunu tamamen biliyorduk.
92. Sonra da başka bir sebebi takip etti.
93. Nihayet iki set arasına vardığı zaman, önlerinde neredeyse hiç söz anlamayan bir kavim buldu.
94. Onlar: "Ey Zulkarneyn, haberin olsun, Ye'cuc ve Me'cuc bu yerde fesat çıkarıyorlar; bu yüzden onlarla bizim aramızda bir set yapman şartıyla sana bir vergi ödesek olur mu dediler.
95. Dedi ki: "Rabbimin beni içinde bulundurduğu iktidar daha hayırlıdır; haydi siz bana bedenen yardım edin de sizinle onların arasına sağlam bir engel yapayım.
96. Bana demir kütleleri getirin. İki ucu denkleştirdiği vakit: "Körükleyin!" dedi. Demiri bir ateş haline getirince: "Getirin bana üzerine erimiş bakır dökeyim!" dedi.


Görüldüğü üzere gök, yükseltilmiş bir Tavan, yere düşmesin diye Allah tarafından tutuluyor, 2 günde gökler yaratılıyor yer ve gök 6 günde yaratılıyor, en yakın gök yıldızlarla donatılmış, yıldızlar bir süs ve kayan yıldızlar şeytanlara atış taneleri olarak görülmüş. Dünya yayılmış, güneşin doğduğu ve battığı yer var, güneşin battığı yere gidilince onu batıyor buldu güneşin doğduğu yere gidince de güneşten korunamayan bir kavmin üzerine onu doğuyor buldu (güneşe yakın oldukları için, dün dünya düşünecek olursanız dünyanın sınırında güneş yeryüzüne daha yakın olur,), Gök ve Yerin sınırı var ve o sınır Allah’tan bir güç olmadıkça aşılamaz… Bunlar alt alta üst üste toplandığında kuranda bahsedilenin ‘Dün Dünya’ modeli olduğunu görüyoruz. Zaten ‘Gökyüzü’ ve ‘uzay’ ayrı ayrı belirtilmez, gezegenler görünürde yıldıza benzediğinden onlardan ayrıca belirtilmez. O dönemin bilgisi ve o dönemin kelime hazinesiyle yazılmış bir kitap.

Arapça Kur'an başka lisanlara çevrilirken olanlar, kuranı Arapça okumalısınız diyenler, Kur'an'ın evrensel olamaması, Lisanların birbirine tam çevrilebilecek olmaması vs. İnsani şartlar altında yazılmış bir kitap, insan lisanıyla yazılmış ve bu şekilde aktarılmaya çalışılan bir kitap, peygamber döneminde kitaplaştırılamamış bir kitap… bunlar ve benzerlerini siz de düşünebilirsiniz ve sorgulayabilirsiniz...

İtiraz edilemeyecek 2 örnek üzerinden Kur'an'ın her şeyi bilen bir Tanrının eseri olamayacağının gösterdim. Diğer Mucize iddiaları ile ilgili videolar:

Din ve Mitoloji-Evrenin Genişlemesi Mucizesi (!)
Din ve Mitoloji-Genişleyen Evren ve Büyük Patlama Mucizesi (!)
Efe Aydal-Kırmızı Hap’a Tokat Gibi Cevaplar 

Düşünsenize, değiştirilmiş, tahrif edilmiş denilen Tevrat ve İncil’in birer tane düzgün çevirisini bulabiliyorum ancak kuran için bir sürü çeviri var. Eğer benim attığım bu mealler yanlış ise Elmalılı Hamdi Yazır yanlış mı çevirmiştir? Veya Eski mealler yanlış ise bunca yıl insanlar yanlış bir kurana mı inandır? Eğer kuran bu kadar apaçık ise neden bu kadar çok farklı çeviri, mezhep farklı farklı tefsirler ortaya çıkmış? Allah kelamı yetmiyor mu da biz bu kadar şey arasında ‘gerçek kuran hangisi?’ diye debeleniyoruz? Kuran eğer gerçekten Tanrı kelamı ise bir sürü farklı çeviriler ve tefsir olmamalı, ne anlattığı bellidir ve okuyan anlar. Tefsir denilen şey de insanların kendince yorumlamalarıdır. Eğer tefsir madem bu kadar gerekli neden kuranın kendisine dahil edilmemiş. Hadisler de şaibelidir, bugün hadisleri kabul etmeyen Müslümanlar da mevcuttur ancak kuranı okursanız göreceksiniz ki kuran eksik bir kitap, bunu net olarak hissettiriyor. Eğer hadisler dini yaşamak için gerekliyse neden kurana dahil edilmemiş? Hadislerin korunmasına, Kur'an’ın korunmasına verilen önem kadar önem verilmediğinden hadisler bugün şaibelidir. Hatta hadis nakledicileri arasında bile tartışmalar yaşanmıştır. Kur'an’ın bile günümüze kadar ulaşan en orijinal, 1400 Yıllık tam nüshası/mushafı yoktur. Kimisi de Kuranı illa Arapça okumak lazımdır diyor, e o zaman bu kitabın evrenselliği nerede kaldı? Eğer bu kitap Tanrı tarafından yazdırıldıysa ve konuştuğumuz Lisanlar Allah tarafından yaratıldıysa, Allah bu Arapça kitabı ve Lisanları, diğer Lisanlara sıkıntısız çevrilebilecek şekilde yaratmalıydı. Kur'an'ı Arapça okumak lazım diyenler, Hak olmadığını iddia ettikleri diğer dinleri ana dillerinde okumuş mudur? Böyle bir saçmalık var mıdır? Kur'an'ın hangi çevirisi tam doğru? Hangi Tefsir Tam doğru? Gerçek Kuran-İslam hangisidir? Açıyorum Elmalılı’yı okuyorum ama yukarıda verdiğim ayetlere de birileri itiraz edecek, itirazları değerlendirip, okuyup karara varmak size kalmış. Bu kitap tek ve anlaşılabilir bir biçimde indirilmeliydi. Her okuyan farklı bir şey anlamış ki, kuranda ‘fırkalara bölünmeyin’ demesine rağmen mezhepler var, farklı görüşler var çünkü bu kitap apaçık değil, daha doğrusu Tanrısal değil, söylenenler yanlış ki insanlar farklı farklı formlara çevirmişler dini.

Kafile (kırmızı asa) kanalının kabul ettiği risaleler de Kuran’ın sözüm ona günümüz devrine olan tefsirleridir. Said Nursi ‘bunlar bana yazdırılmıştır’ demiştir. Bir nevi sahte peygamberlik gibi, Allah’tan bir şeyler geliyor yani. Veya Allah mı tefsir etmiş kuranı tekrardan? Bunun saçmalığını siz de anlamışsınızdır. Kuranın tek bir metni olmalıydı ve o metin zibilyon tane çeviriye, tefsire, görüşlere ayrışmamalıydı. Bugün kim en gerçek Müslüman, gerçek İslam veya gerçek kuran nedir diye sorduğunuzda net bir cevap alamıyorsunuz. Bu yüzden inanmıyoruz işte, böyle bir şey Tanrısal olamaz. Gidin kuranı kendiniz okuyun, mucize iddialarını kontrol edin, farklı çevirilere, tefsirlere vs bakın kendi kararınızı verin.

Verilen hiç bir cevap bu kitabın insanın ürünü olmadığını kanıtlayamayacaktır. Tüm Dünyaya kendini bir kitap ile anlatmaya çalışmış, varlığını bir kitap ile bildirmiş, peygamber döneminde bu kitabın ayetleri toplanıp tek kitap haline getirilip çoğaltılamamış ve gene insani ama bir tanrı için aciz denebilecek yöntemlerle din yayılmaya çalışılıyor. Bir Tanrı var ve insanlara kendini bir kitap yoluyla tanıtıyor öyle mi? Gerçek şu ki, bu din tanrı tarafından gönderilmedi, biz mevcut gerçekliğe göre bir tanrı uydurduk, din yazdık.

Sonsöz

Bu yazıyı insanları ve çocukları etkisi altına alan dini dogmalardan insanları kurtarmak amacıyla yazdım. Çevremize bakacak ve inceleyecek olursanız, dini dogmaların, cemaatlerin (modernist geçinenler, nurcular vs de dahil olmak üzere) nasıl negatif bir etki yaptığını, insanları sınırladığını, etkisi altına aldığını, yanlışa yönelttiğini, yanlış bilgilendirdiğini, bilim ve felsefe konusunda yanılttığını ve gelişmeye ket vurduğunu görürsünüz. İnsanlar özgür bir beyni hakkediyor o yüzden sorgulayan dostlarımıza umarım yardımcı olmuşumdur.

Kırmızı Asa serisinin zararları şunlar olmuştur:

Zaten cehalete kapılmış, bilime ve evrime düşman olmaya meyilli bu cahil toplumda ve diğer geri kalmış coğrafyada, din baskıcı rejimin pompalamaya çalıştığı zihniyetin ekmeğine yağ sürmüştür.

Bilimi ve Ateizm’i anlamadan insanlara yanlış aktarmış, Bilim insanlarını (Richard Dawkins, Çağrı Mert Bakırcı, Celal Şengör ve diğerleri) ve Efe Aydal’ı karikatürize etmiş, dalga konusu yapmış, bilimi anlamamasına ek olarak bu tavrı, tartışmadaki seviyeyi düşürmüştür.

İnsanların akıllarını bulandırmış ve zaten sürekli din telkiniyle yetişmiş, Kafile’nin ‘çok kötü bir video yaparak Evrim Ağacı’nın imdadına yetişti’ diyerek eleştirdiği Sözler Köşkünün argümanlarını bile doğru kabul eden bir kitle sizin cümlelerinizle gene doğru bir noktaya çekilmemişlerdir zaten siz bile doğru noktada değilsiniz.

Kafile kanalının videolarının yorumlarına bakılırsa bilime küfürler, hakaretler; olmadık yobazlıklar ve yanlış yere yönelmeler görünüyor. Acaba Kafile isimli kanal ve Osman Bulut, bu yanlış algıyı düzeltmek için ne yaptı? ‘biz bilimin şu kısmına karşı değiliz, sadece bilimle Allah’a ulaşılmaz, Ateistler şurada yanılıyor, arkadaşlar yapmayın, böyle Müslüman/ insan olunmaz’ diyor mu? Veya benzeri kuruluşlar (sözler köşkü vs) ve diğer cemaatler, Müslümanların yaptığı yanlışlar eleştirilip onlar düzeltilmeye çalışılıyor mu? Hayır maalesef.

Önceden ‘Bilim ile din çelişmez’ denerek bilim ile din kanıtlanmaya çalışılırdı. Şimdi iş yavaştan bilim karşıtlığına gidiyor gibi. Bu yazıyı sorgulayan ve gerçeği arayan özgür beyinlere yazıyorum, gerçekler er ya da geç kazanır, bu değişimi hızlandırmak he insanlara makul bir cevap sunmak adına yazdım, umarım sorgulama sürecinizde yardımcı olabilmişimdir.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Hans Bilal

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)