HABERLER
Dini Haber
mitoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mitoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

HADES

Hades, yunan mitolojisi, mitoloji, Yunan Tanrısı Hades, Yeraltı Tanrısı Hades, Yeraltı Tanrısı, Tartarus çukuru, Zeusun kardeşi Hades, A, Ölüler diyarının Tanrısı, yunan tanrıları, Demeterin kızı Persephone
Hades yeraltı dünyasının ve ölülerin Tanrısıydı, koyu sakallı, kraliyet Tanrısı olarak tasvir edildi. Cenaze törenlerine başkanlık etti ve ölülerin gömülme hakkını savundu. Hades ayrıca, tohumun, tohumu besleyen verimli topraklardan altın, gümüş ve diğer metallerin maden zenginliğine kadar dünyanın gizli servetinin Tanrısıydı. Fakat bu zenginliğine rağmen hiçbir zaman diğer Tanrıların verdiği şölenlere katılmaz, gösteriş yapmaz, pek fazla ortalıkla görünmez ve konuşmayı da fazla sevmezdi.

Hades, kardeşlerinin dördüyle birlikte, doğduğu andan itibaren Kronos (Cronus) tarafından yutuldu. Zeus daha sonra Titan'ı vazgeçirmeye itti ve birlikte Titan Tanrılarını gökten alıp onları Tartarus'un çukuruna kilitledi. Daha sonra üç muzaffer kardeş, kozmosun bölünmesi için çok zorluk çektiğinde, Hades yeryüzünün karanlık kasvetli üçüncü bölgesi olan yeraltını aldı ve korku salan 3 başlı köpeği Cerberus ile yeraltında hüküm sürmeye başladı.

Sonrasında Hades bir gelin istiyordu ve kardeşi Zeus'a kızlarından birini hediye etmesi için dilekçe verdi. Tanrı ona Demeter'in kızı Persephone'u teklif etti. Ancak, Tanrıçanın evliliğe karşı koyacağını bilerek, kızın zorla kaçırılmasına onay verdi. Demeter bunu öğrendiğinde kızı için çok öfkelendi ve kızı dönene kadar yeryüzünde büyük bir kıtlığa neden oldu. Zeus insanlığın yok olması ile tehdit edilerek zorlanınca kız yeryüzünden çıkarıldı. Ancak, nar tohumunun tadına vardığı için, her yıl bir kısmı için kendisine geri dönmek zorunda kaldı.

Yazan: Anu

ASATRU VE DOKUZ ASİL ERDEM

Nimrael, Paganizm, Asatru, Dokuz asil erdem, İskandinav mitolojisi, mitoloji, Aesir krallığı, Odin The Allfather, Şimşek Tanrısı Mjolnir, Paganizm inancında doğa, Neo-Paganizm, 9 ilahi erdem, Freya,
Ásatrú, Neo-Pagan inançları içinde en çok bilinen ve inanılandır. Ásatrú diğer bir değiş ile Hristiyanlık öncesi İskandinavya inancının modern zamanda dirilişidir. Ásatrú'nun başlangıç tarihi kesin bilinmez. Bundan ziyade onun nasıl başladığı önemlidir. Yüzyıllar boyunca Avrupa'da Pagan inançları inanılmaz takipçi kaybetti. Zamanla soldular, tükendiler ve tarihin eski hikayelerinden ibaret oldular. Iceland hariç. Son birkaç yüzyılda eski Pagan inancıyla ilgili pek çok metin, Iceland'da yakılmamış biçimde duruyordu. Eğitime önemin artması ile bu metinler yeniden aydınlığa çıkmaya hazırdı. Sveinbjorn Beinteinsson adındaki bir şairin bu metinleri kullanarak pek çok eser verdi. Bu durum, Iceland'in yeniden İskandinav Paganizmini tanımasına ve onu yasallaştırmasına neden oldu. Eski Asatru ile Yeni Asatru arasında bir fark bulunur.

Asatru'nun eski İskandinav dilindeki anlamı "Troth (sadakat)", "Tanrılara sadakat" anlamlarına denk gelir. Asatru inancının başında bazı ilahlar vardır. Bu ilahlar Aesir ve Vanir adlı iki gruba ayrılır. Aesir tanrıları krallığı, düzeni ve zanaatları temsil ederken Vanir tanrıları doğanın bereketini ve gücünü temsil eder. Odin, "The Allfather", Asatru'nun en tepesindeki isimdir. Bir gözünü bilgelik için feda etmiş, rünlerin ve büyünün gizemlerini öğrenmek içi dünya ağacında tam dokuz gün asılı kaldı. Ayrıca savaşta düşenlerin yarısını kendi salonuna alır ve son savaşa kadar ziyafet verir. Oğlu Thor, kendisinden sonraki önemli kişiliktir. Şimşeklerin tanrısı, ilahi Mjolnir'in taşıyıcısıdır. Yıldırım onun savaş arabasının sesidir, bereket getiren yağmur onun hediyesidir. Ve en çok bilinen tanrıça Frigg, Brisingamen adında kutsal bir kolyeyi taşır. Aşk ve güzellik tanrıçasıdır. Odin'in karısı olarak Odin ile birlikte tanrıların lideridir. Dokuz Dünya'yı birden görebilecek güce sahip Odin'in tahtına Odin dışında oturabilen tek ilahtır. Başka bir tanrıça olan Skadi ise buzul diyarlarda yaşar. Haliyle kendisi avcılık, kayak ve kışın tanrıçasıdır. İskandinavya gibi kışın sert ve uzun geçtiği ülkelerde böyle bir ilah olmazsa olmazdı. Freya ise bir Vanir'dir, savaş tanrıçasıdır ve savaşta düşenlerin yarısını kendi salonuna alır. Savaşçı bakireler olarak bilinen Valkürlerin kraliçesidir. Asatru'nun diğer ilahları arasında Tyr, Eir, Baldr, Njord ve pek çok Kuzey Avrupa bölgelerinde inancı bulunmuş başka tanrı ve tanrıçalar vardır.

Asatru inancının tek tanrılı dinler gibi belli bir merkezi yoktur. Çünkü Pagan inançları her zaman doğa ile iç içe kaldı. Cermen, Kelt ve Balkan Paganizmlerinde insanlar dağları, ormanları ve nehirleri ilahi bir boyuta getirdi. Asatru inancında da ruhlar hep taşlarda ve ağaçlarda gezer, nehirlere ve karaya bağlı olurlar. Ayrıca Disir adını verdikleri bazı ruhlar, Midgard'da kalıp ailelerini korurlar. Asatru inancında temel unsur bireysel özgürlük ve sorumlulukla dolu yaşamdır. Hayatın verimli olması için çalışıp çabalarlar. İnançlarında dini dogma ve hiyerarşi de yoktur. Eski insanlar gibi soya ve aileye bağlılık vardır. Tabi bu durumda sosyal grupların gücü de önemli oluyor. İlahi ritüellerin verimliliği açısından soydaşların ve toplulukların ilişkisi iyi bir düzeyde olmalıydı. Asatru'da bulunan önemli bir ayrıntı ise erdemdir. "Dokuz İlahi Erdem" olarak bilinen bu unsur, inananı hayatın verimliliğine ulaştıran bir merdivendir. Sırayla bu erdemlere kısaca göz atalım;

1.) Cesaret: Bu kuralların en başındadır. Cesaret, zor anlarda bile doğru kararı yapacak yürekliliktir. Elbette birine göre doğru karar, diğerine göre doğru olmayabilir. Bu cesaret, savaş ya da dövüş cesareti değildir. Gerçek cesaret, iradeden gelir. Dostlarınızın yaptıkları yanlışlara karşı durmak, bazı zararları onarmak, yaptığınız hataları telafi etmek ve düzeni sağlamak, cesaretin gerçek amaçları arasındadır. Mücadele konusunda elbette cesaret önemli ama aptal cesaretini kim ne yapsın? Dayanıklı ve başı dik olmak, bilgece kararlar ile mücadele etmek, yürekliliğin erdem timsalidir.

2.) Dürüstlük: Adından belli, doğru ve dürüst olup her zaman doğruları söylemektir. Bazı durumlarda doğruyu söylememek en iyisidir. Ama bu durumlarda yalan söylemek uygun düşmez, o yüzden sessiz kalınmalıdır. Dürüstlük sadece sizin bakış açınız değildir. Bir konuda etrafınızdakilerin söylediklerine zararlı da olsa karşı çıkamazsın; size yalan söyleseler bile sizin doğruları konuşmanız gerekir. Yalanın sonucu her zaman etkisini bırakacaktır ama bu durumda dürüstlük sizin erdeminizi gösteren oka dönüşecektir. Asatru'da acı sonuçları bile olsa doğruları söylemek önemlidir. Çünkü insan acı ya da tatlı, hiçbir gerçeği arkasında bırakamaz. Cesaret dürüstlüğü, dürüstlük ise cesareti tetikler.

3.) Onur: Onur/Şeref sahibi olmak, herkeste bulunan bir unsur değildir. Bu listedeki bütün erdemlerden daha zor bir tanıma sahiptir. Kişiden kişiye değişir; kimisi cesaretli olmayı, kimisi bilgeliği, kimisi... diye diye gider ve herkeste bir algı oluşturur. Belki de anahtar kelime algıdır. Yaptığınız eylemler, verdiğiniz kararlar pek çok sonuca çıkar. Bu sonuçları çevrenizdeki ve diğer insanlar nasıl algılıyor diye sormalısınız. Vereceği tepkiler, onların gözünde ne denli önemli olduğunuzu gösterir.

4.) Bağlılık: İnanca, aileye, soya, dostlara ve birinin kendisine olan sadakâtidir. Sadece bununla bitmez; bağlılık konusu geniştir. Kısaca bahsedersek dünyayı daha iyi bir yer yapmak, soydaşlar ve aile, akraba, halk ve dostlar ile olan ilişkiler sadâkat ve bağlılığınızı belirtir. Atalarınıza, onların mirasına ve geçmişe olan bağlılık, karar verme eyleminizi belirler. Bu geçmişe bağlılık kalıplaşma değildir; o geçmişteki olaylardan ders çıkarmak, yarım kalan bir işi devam ettirmek ve mirasa sahip çıkmaktır.

5.) Disiplin: Bireysel disiplin olarak da bilinen bu erdem, sahip olunması bir o kadar zor ancak büyük sonuçları olan bir erdemdir. Kendinizle ne derece iyi geçindiğiniz önemlidir ancak disiplinde kendinizi yargılama da bulunur. Bunun tanımını bulmak yerine şöyle düşünün; çevrenizdeki insanlar ile iyi ve samimi iletişim kurduğunuzda kendinizi harika hissedersiniz değil mi? Ama içinizde bir yerde bunun kötü sonuçları olacağını da biliyorsunuz. İşte asıl yanlış etrafa bakmaktır. Dürüstlük, disiplinin erdemidir. Önce kendine sonra çevresine dürüst olan bir kimse, büyük işler yapma konusunda ilk adımını atar.

6.) Misafirperverlik: Dayanışma, yardımlaşma ve paylaşmak gibi unsurlara sahip olan bir erdemliktir. Misafiri hoş karşılamak, onunla bir şeyler paylaşmak, arkadaşlıklar kurmak her zaman önemlidir. Çatınızın altında bulunan bir kişiye ters eğilimlerde bulunmak, hiçbir yerde hoş karşılanmaz. Antik ve Neo-Paganist inançlarda bu hareketin kötü sonuçları olur. Asatru'da örneğin kendi çatısı altında bir kişiye acılar çektirmek, tanrıların o kişiye kin gütmesine sebep olur. Misafirperverlik, dünyayı daha iyi bir yer yapma yolunda en önemli adımlar arasındadır.

7.) Çalışkanlık: Bunu sadece Havamal'dan şu satırlarla bile özetleyebiliriz;
Sığırlar ölür, Soylar tükenir,
Her insan ölümlüdür,
Ancak iyi isim daima yaşar,
İyi işler yapan bir kimsenin

8.) Özgüven: Sadece bireysel olarak değil, kendi soyunun, ailesinin, halkının, sevdiklerinin, ülkesinin özgürlük ruhunu dinç tutmak her bireyin görevidir. Özgüven, erdemler arasında tercihten çok sorumluluk ve zorunlu olan tek erdemdir. En aşağılık adam bile ülkesi için eline bir silah alır. Kendi inancına olan sadakâti, bir bireyin özgüvenini büyük ölçüde etkiler. Bu inancın ya da inançsızlığın sonucu topluma yansır. Özgüveni sarsılan bir kimse dünyayı daha iyi bir yer yapma yolunda ilerleyemez, toplumda olan saygınlığını kaybeder ve bunlar gibi bazı olaylar birbirini zincirlemesine takip eder. Asatru'da başarıya ulaşma konusunda özgüven kilit bir isimdir.

9.) Azim: Yenilgi ve başarısızlık karşısında dik durmak, bu başarısızlıktan kurtulmak azmin sonucudur. Eski zamanlarda hayat zordu; yalnızca güçlüler, akıllılar ve ustalaşmış kimseler uzun yaşayabilirdi. Hayatın özünde ise çok çalışmak yatar. Evet, eski zamanlarda belki para o kadar önemli değildi ama bir insan nasıl ileri düzeye gidebilir? O dönemler, kas gücüne dayalı dönemlerdi. Kimse de kral doğmazdı, kral olunurdu. Tıpkı günümüzde ve eski zamanlarda olduğu gibi, Asatru ve Neo-Pagan inançlarda herhangi bir azim göstermeyen bu hayatta önemli ya da kayda değer bir konuma gelemezdi.

Çeviren-Derleyen-Yazan: Nimrael

HİNT MİTOLOJİSİNE GİRİŞ

Hazırlayan: A.Kara
hinduizm, Hint mitolojisi, Hint Tanrıları, Fil kafalı Tanrı Ganesa, 4 kollu Tanrı Şiva, mitoloji, Hinduizm ve mitoloji, din ve mitoloji, Vedic Tanrıları, Brahma, Vishnu, A, Doğurganlık Tanrıçası Kali,

HİNT MİTOLOJİSİNE GİRİŞ

Hint dini ve mitolojisi birbirine yakından bağlıdır ve gerçekten ayrılamaz (Birçok dinin o toplumda zamanında geniş yer almış mitlere bağlı olduğu gerçeği karşımıza çıkar). Ayrıca, her ikisi de çok geniş ve karışık olduğundan basitleştirilmesi oldukça zordur.

İlk Hint metinleri , güneş, fırtına, ateş, soma ve benzeri doğal güçleri temsil eden Aryan Tanrılarına şerefli bir dizi kutsal ilah olan Vedalar'dır. Vedik dini, ritüel ve kurban yoluyla iktidar, refah, sağlık ve diğer nimetleri elde etmeye adamış materyalist bir dindi.

M.Ö. 500 civarında Buddha zamanında, eski Vedik dini, Brahmin rahipleri tarafından paha biçilmez fantastik bir şeye dönüştürülmüş; rahipler, kendileri için Tanrı benzeri güçler talep etmişlerdi. Buda insan acısının sorununa kendisini yöneltti ve onu disiplinli yaşama yoluyla ortadan kaldırmanın ve kendi arzularından vazgeçmenin bir yolunu keşfetti. O kadar çok takipçiyi Brahmins'in fikirlerini öğretilerine dahil etmek zorunda bıraktı. Sonuç olarak Hinduizm, Brahma, Vishnu ve Şiva isimli üç büyük Tanrıya sahip modifiye bir din haline geldi.

ANA VEDİC TANRILARI
  • İndra, Vedalar'ın ana Tanrısıdır; yağmur yağdırarak Hindistan'ın kirli topraklarını besleyen bu fırtına Tanrısının, gök gürültüsünü kullanabilen, sert içici bir Tanrı olup, savaş arabası ile gökyüzünde dolaştığına inanılır.
  • Mitra ve Varuna'nın kozmik düzeni koruduğuna inanılır. Güneş olan Mitra, sözleşmelere ve dostluğa başkanlık ederken , Ay Varuna, yemin eder. Indra gibi bu Tanrılar da savaşçıların değerlerini yansıtıyorlardı.
  • Agni, rahiplerin ateş Tanrısıdır. Sunak ve ocak başkanlığında, şimşek olarak dışarı çıktı ve güneşin ortasında (kalbinde) yandı.
  • Brihaspati, kahin sihrinin kişileştirilmesi, tören ve ritüelin Tanrısıdır.
  • Soma, narkotik bir bitkidir ve ilham veren, insanları özgürleştiren ve yaşam ilkesini temsil eden bir Tanrıdır.
  • Savitar hareket Tanrısıdır ve ne olursa olsun yapılan her hamle veya eylemleri altın gözleri, elleri ve dilleriyle bu ilaha bağlıdır.
  • Ushas, güzel, sevimli olan Ushas, şafağın Tanrıçasıdır ve tüm canlılar için sevinç kaynağıdır.
  • Puchan, her şeyi evliliğe, besin sunmaya, yolculara rehberlik etmeye ve ölüleri başlatmaya nişanlanarak ilişkiye getirir.
  • Şiva ise korkunç yıkım Tanrısıdır, insanların felaketleri önlemek için onu övmesi gerekir (İbrahimi dinlerdeki Tanrı figürüne yakın geldi kulağa).
  • Kali, Şiva'nın karısıdır. Kanlı bir doğurganlık Tanrıçası olan Kali, ölüm amblemleriyle süslenmiştir.
  • Prajapati, yaratılmış canlıların efendisi, Tanrı ve iblislerin babası ve yaratanların koruyucusudur.
Devas ve Asuraların Tanrıları ve Şeytanları vardır, ve bunlar sihirli güçleri ile saygı içinde birbirleri ile savaşırlar. Rakshas isimli yarı Tanrısal yaratıkların kara büyü ile pratik yaparken talihsizlik erkeklere eziyet etmişlerdir. (Fark ettiyseniz, "olduğuna inanılırdı" gibi sözler kullanamıyorum çünkü Hint dinlerinde bu mitolojik inanışlar ve Tanrılar hala yer almakta, yani birçoğuna hala güncel olarak inanılmaktadır.)

HİNDU TANRILARI VE KAVRAMLARI
  • Brahma, tüm olayların altında yatan manevi gerçeğe işaret eder ve bazen Tanrı olarak nitelendirilir. Brahma, kaos suları tarafından yaratılan altın yumurtadan ortaya çıkmış ve her evreni kurmuştur.
  • Vişnu, yüce Hindu Tanrısıdır. Canlılar veya evrenler arasındaki kozmik sularda dinlenir. Her yaratılışta farklı bir form (avatar) olarak gelir. Örneğin: balık, yaban domuzu, kaplumbağa, aslan, cüce, adam gibi. Onun ibadet edenler sevgi dolu dindarlık ve bağlılık ile işaretlenir.
  • Şiva son derece önemli Hindu Tanrısıdır, dans eden bu Tanrı, yaratılış ve yıkıma hükmeder. Dört kolu vardır ve alnındaki üçüncü bir gözü yok ederken betimlenir. Ona ibadet edenler küstahlıkla işaretlenir.
  • Parvati, Siva'nın karısıdır, şeytanlara karşı acımasız savaşması ile bilinir.
  • Ganeşa, Şiva ve Parvati'nin oğludur, 4 kolu ve fil kafası ile belkide en çok bilinen, en popüler Hindu Tanrısı olan Ganeşa, refahın Tanrısıdır.

İSKANDİNAV MİTOLOJİSİ

İskandinav mitolojisi, mitoloji, Norse mitolojisi, Viking mitolojisi, din ve mitoloji, Dokuz dünya, İskandinav Tanrıları, İskandinav mitolojisinde semboller, İskandinav mitolojisi ve Paganizm, A,
Geniş Germen mitolojisinin bir alt kümesi olan Norse , Viking veya İskandinav mitolojisi , İskandinav bölgelerinde yaşayan yerli Hıristiyanlık öncesi dini, inançları ve efsaneleri (İzlanda'ya yerleşenler de dahil olmak üzere Norse mitolojisinin yazılı kaynaklarından çoğunun bir araya toplandığı yer alıyor. İskandinav mitolojisi, daha yakından ilişkili olan Anglo-Sakson mitolojisini de içeren daha yaşlı ortak Germen paganizmasının en iyi korunmuş halidir. Germen mitolojisi, daha önceki bir Hint-Avrupa mitolojisinden gelişmiştir.

İskandinav mitolojisi, Kuzey Germen kabileleri tarafından paylaşılan bir inanç ve hikayeler koleksiyonudur. Mitoloji sözlü olarak şiir biçiminde iletildi ve onun hakkındaki bilgimiz esasen Eddas ve Hristiyanlaştırma sırasında ve sonrasında yazılan diğer orta çağ metinlerine dayanıyordu.

İskandinav folkloruna geçen Norveç mitolojisinin bazı yönleri günümüze kadar ayakta kalmıştır. Diğerleri son zamanlarda Alman hayatı neo-paganizması olarak yeniden keşfedildi veya yeniden oluşturuldu. Mitoloji, edebiyatta, sahne prodüksiyonları ve özellikle filmlerde ilham kaynağı olarak kalmıştır (bkz. Sonraki edebiyat üzerine Norse mitolojik etkileri). Bunun en temel sebebi İskandinav Tanrılarının diğer birçok mitolojideki Tanrılardan daha etkileyici olmasıdır (Kişisel görüşüme göre sonrasında Yunan ve Mısır gelir).

İskandinav mitolojisinde başlıca Tanrılar:
  • Odin
  • Thor
  • Loki
  • Tır
  • Balder
  • Heimdallr
  • njord
  • Freyr
  • Freyja
  • Frigg
İskandinav mitolojisi, mitoloji, Norse mitolojisi, Viking mitolojisi, din ve mitoloji, Dokuz dünya, İskandinav Tanrıları, İskandinav mitolojisinde semboller, İskandinav mitolojisi ve Paganizm, A,

Dokuz Dünya
İskandinav mitolojisinde, dokuz alem olarak da bilinen dokuz dünya, evrende yer alan, Yggdrasil adı verilen üç dünya tarafından birbirine bağlanmış gezegenler veya devasa şehir benzeri yerlerdir. Bifröst olarak bilinen boyutlar arası gök kuşağı benzeri yol, Asgard ile diğer alanlar arasındaki köprüdür.

İskandinav mitolojisi, mitoloji, Norse mitolojisi, Viking mitolojisi, din ve mitoloji, Dokuz dünya, İskandinav Tanrıları, İskandinav mitolojisinde semboller, İskandinav mitolojisi ve Paganizm, A,

Semboller
-Triquetra üç uçlu düğüm benzeri bir oluşum olup, genellikle bir daire etrafında geçmeli olarak gösterilmiştir. Sembolü de cazibe sembolü olarak bilinir ve bu gibi birçok norse ve İskandinav öğelerin tasvirinde kullanılmıştır. Triquetra, Mjolnir'e benzeyen sarkıtlar üzerine Triquetra sembolüyle hazırlanmış şekiller kullandıkları için, Norse putperestleri tarafından yoğun şekilde kullanılmıştır.

-Mjölnir, olarak da bilinen Mjolnir (veya Mjöllnir prenounced), "MYOL-neer" Sindri'nin demirci oğulları cüce Brokk ve Eitri tarafından dövülmüştür. Çekiç, Norveçli gök gürültüsü tanrısı Thor tarafından yönetilmektedir.

-Valknut (Eski İskandinav valr dan türemiş, "savaşçı öldürülen" ve knut, "düğüm") birbirine kenetlenmiş üç üçgenden oluşan bir semboldür. Akademisyenler sembole bazen tanrı Odin'le ilişkili olarak çeşitli açıklamalar getirmişler ve 9. yüzyıldaki Snoldelev Taşında bulunan üç boynuzlu simgeyle ilişkili olabileceği ihtimali üzerinde durmuşlardır.

Yazan: Anu

EPONA

Yazan: Nimrael
Nimrael, mitoloji, din ve mitoloji, Epona, Tanrıça Epona, At ve bereket Tanrıçası, Kelt mitolojisi, Galya tanrıçası Epona, Antik druidler, Roma orduları ve Epona, Keltlerin Tanrıçaları, Galyalılar

Epona, Keltlerin at ve bereket tanrıçasıydı. Tayların, midillilerin ve kısrakların da koruyucu tanrıçasıydı. Diğer bir açıdan ise antik çağlarda önemli olan süvariler ile bağlantılıydı. Adının “büyük at” anlamındaki, Galya dilinde bulunan bir kelimeden geldiği düşünülmektedir. Betimlenmesi ise bir tayın eşlik ettiği, eyerli bir at süren bir kadın şeklindeydi. Bu durum, onun bereket tanrıçası rolünü temsil ediyordu. Epona kültünün yoğun olarak bulunduğu yer Galya'ydı. Bunun dışında Cermenya'da, bazı Balkan bölgelerinde hatta Roma'da bile kültü yayılmıştı. Epona ile ilgili en eski kayıt, Juvenal'in yazdığı "Satires" eserindeki bir kesitte; "... iurat / solam Eponam and facies olida ad praesepia pictas" satırında geçer.

Epona asıl olarak askerler tarafından önem verilen biriydi. Galya, Cermenya ve Balkanlar boyunca o dönemin ordularında sıkça Epona'nın etkisi görülürdü. Roma panteonunda benimsenmişti ve inancı, onu koruyucuları olarak gören Roma süvarileri sayesinde Avrupa genelinde hızla yayıldı. Sonrasında rolü genişledi ve Apuleus’un yazdığı “Metamorphoses” kitabında açıklandığı gibi atlarla çalışan herkesin tanrıçası halini aldı. Bu metinde ayrıca, Epona’nın küçük mabetlerinin, atları korumak için ahırlara ve çiftlik ambarlarına yerleştirildiğine dair ipuçları da bulunmaktadır. Yine de Epona, kültürel ve sosyal bir etkiden ziyade savaşlar, ordu ve süvariler ile daha yakın bir ilişki içinde kaldı. Roma'dan önce bağımsız yaşamış ve bölgenin yerlileri olan Galyalılar, hayatta en önem verdikleri şeylerden biri atlardı. Galyalılar kabile yaşantılarından ötürü tam teşkilatlı bir yapıya sahip değillerdi. Dolayısı ile eski Yunan ve Roma gibi medeniyetlerin kullandığı yol ve ulaşım mimarisi ya yoktu ya da çok gelişmiş değildi. Uzun yolculuklar tabi ki her medeniyette önemliydi ama yollar olmayınca dağa, taşa, çamura ve ormanlara girmek, çok mantıklı değildi. Bu yüzden sadece Galya değil, o çağın pek çok kabileleri için bir at oldukça değerliydi. Epona, Galya boyunca her yerde yüksek etkisi bulunan nadir ilahlardandı.

Ayrıca düzenli ve yapılı dini bir sistem yerine Druidlere bağlı kalan Galyalılar, kurban ayinlerine ve av mevsimlerine önem verirlerdi. Çok rastlanmasa da Epona, bazı avcılar tarafından dini ritüellere konuk olmuştur. Tabi ki dini ritüelleri düzenleyenler Druidlerdi. Adları anılmışken Druidler hakkında kısaca bilgi yazalım;

Antik druidlerin yöntemleri ve uygulamaları hakkında net olarak bilinen az şey vardır. Üst düzey yazarlar bu gizemli adamların sırlarını yazmadıklarını, bunun yerine ilimlerini nesilden nesle sözlü olarak aktardıklarını ifade etmişlerdir. Yazar Diodorus Siculus, druid sisteminde belirli görevler olduğu fikrini ortaya atan ilk kişiydi ve Strabo da bunu üç sınıfa ayırdı: ahlak ilmi üzerinde çalışmış olan “drudai”; tabii dünyanın kahinleri ve uzmanları olan "o'vateis"; son olarak da şair ve aşıklardan oluşan "bardoi". Bardoi veya ozanlar, şiir ve şarkılar ile tarihte yer etmekle hükümlülerdi. Tarihte her zaman savaşçıların cesurca hareketleri kadar tanrıların ve tabii dünyanın ilmi de yer almıştır.

Nimrael, mitoloji, din ve mitoloji, Epona, Tanrıça Epona, At ve bereket Tanrıçası, Kelt mitolojisi, Galya tanrıçası Epona, Antik druidler, Roma orduları ve Epona, Keltlerin Tanrıçaları, Galyalılar

Galyalılar ata önem verdikleri için doğal olarak iyi süvariler kullanırdı. Sezar'ın Galya seferi sırasında Romalıları en çok zorlayan etmenlerinden biri Galya süvarileri oldu. Aslında şaşırtıcı bir durum değildi; Galyalılar genel olarak Roma, Kartaca ve Helen ülkeleri tarafından paralı süvari birlikleri olarak kullanılıyordu zaten. Galya'nın fethi, Roma ordularında Epona kültünün merkezlenmesinin başlangıcı oldu. İmparatorluk döneminde ise aslında Roma'ya ait hiçbir büyük şehirde Epona, resmi bir konumda yer alamadı. Yalnızca oranın halkı -askerler, emekli askerler, çiftçiler gibi kesimler- tarafından tapınıldı.

Epona'nın sanatsal olarak yalnızca resimlerde ya da betimlerde yeri bulunur. Birkaç resim dışında Epona genellikle bir atla birlikte ve güzel kıyafetler ile betimlenir. Bunun dışında ya tek başına ya da bâkire bir tanrıça olarak gösterilir. Epona'nın atlar ile olan betimlemeleri bölgeden bölgeye değişir. Her bölgede farklı atlar bulunduğundan o atın özellikleri her zaman Epona'nın resimlerine ya da betimlemelerine yansıdı.

Birinci temsilî betimlemede Epona, bir kısrağın üzerinde ve bir tay eşliğinde gösterilir. Bu tablo, Ren bölgelerinde ve kuzeydoğu Galya'da bulunuyor. Cenazevî bir sembol olarak da görülebilirken, bazı dikili taşlar ise bir ruhun yeraltı dünyasına olan yolculuğunu anımsatır.

İkinci bir betimlemede ise Epona, etrafı atlarla çevrili vaziyettedir; bazen onları beslerken resmedilir. Bu tür tablolar, ağırlıklı olarak Galya'da bulunur. Burgonya'da ise yarı çıplak bir şekilde atın üstüne yatmış bir pozisyonda resmedildiği tablolar bulunur. Bazen tanrılar, tanrıçalar, köpekler ya da ruhlar eşliğinde resmedilir.

YECÜC VE MECÜC

Hazırlayan: A.Kara
A, din, din ve mitoloji, Enbiya suresi, İslam mitolojisi, islamiyet, kehf, Kehf suresi, Kıyamet alametleri, mitoloji, Yecüc ile Mecüc, Yecüc Mecüc, Yecüc mecüc nedir?, Yecüc Mecüc seddi, Zülkarneyn seddi,

YECÜC VE MECÜC


Kur'an'da Kehf, Enbiya surelerinde ve bazı İslam hadislerinde Yecüc ve Mecüc ismiyle geçen varlıklar, kendisinden önceki İncil, Vahiy Kitapları, Hezeikel'de ise Gog ve Magog ismiyle bilinir. Bu varlıklar bulundukları coğrafya ve kültürlerde ve onların egemen olduğu dinlerde cüceler, dev, şeytan, kalabalık kavim yada ülkeler olarak da anılırlar. Örneğin İslamiyet inancına sahip halk arasında Yecüc ve Mecüc daha çok çok kalabalık sayıdaki cüce insanlar olarak anılır ve hatta biraz daha abartılarak bunların boyları büyüklüğündeki koca ağızları ile her şeyi yiyip bitireceğine inanılır Mesela benim ailem, akraba ve tanıdıklarım bu şekilde inanırdı Hatta Müslüman olduğum zamanlar bende bu şekliyle inanırdım Yecüc Mecüc'e.

A, din, din ve mitoloji, Enbiya suresi, islamiyet, kehf, Kehf suresi, Kıyamet alametleri, Yecüc ile Mecüc, Yecüc Mecüc, Yecüc mecüc nedir?, Yecüc Mecüc seddi, Zülkarneyn seddi,

Bazı hadislerde (Örneğin Sahih-i Buhari) kıyamet alameti olarak geçen bu varlıkların da Adem oğullarından oldukları, İsa'nın tekrar dünyaya inip Deccal'i öldürmesinden sonra Allah'ın onlara musallat edeceği bir helak ile yok edilecekleri anlatılır. Devasa kalabalıktaki Yecüc ve Mecüc topluluğunun sayısını anlatabilmek için "dere ve ırmakları" içerek bitirebilecekleri, dağların, demirlerin bile onlara karşı duramayacağı, fil, deve gibi koca hayvanları bile yuttukları, fakat bu varlıkların tamamının aynı anda, tek bir beden, tek bir insan gibi ölecekleri geçer hadislerde. Ayrıca bu hadislerin bazılarında Yecüc ve Mecüc fil benzeri (kulakları) kafa yapıları ile de tasvir edildiği gibi, İsa indiği zaman, bu varlıkların Doğu nehirlerinin tümünü ve Taberiye gölünü içecekleri, hatta kendi ölülerini bile yedikleri anlatılır.

Yecüc ve Mecüc'ün geçtiği Kehf Suresinin  93-99 ayetlerinde Zülkarneyn'in halkı Yecüc ve Mecüc'e karşı korumak için sed inşa ettirdiği ve Zülkarneyn'in iki dağ arasını demir kütlerle doldurttuğu, üzerine de erimiş bakır döktürttüğü anlatılır. Yapılan bu sağlam sed sonrası Yecüc ve Mecüc bir daha o halkı rahatsız edip topraklarına girememiş ve Zülkarneyn Kehf 98 de "Bu, Rabbimden bir rahmettir, bir lütuftur, dedi. Rabbimin tayin ettiği vakit gelince, bunu yerle bir eder. Rabbimin vâdi mutlaka gerçekleşir." demiştir.

Şimdi Kehf suresine bakalım:
93. İki dağ arasına ulaşınca, bunların önünde, neredeyse hiçbir sözü anlamayan bir halk buldu.
94. Dediler ki: “Ey Zülkarneyn! Ye’cüc ve Me’cüc (adlı kavimler) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktadırlar. Onlarla bizim aramıza bir engel yapman karşılığında sana bir vergi verelim mi?”
95. Zülkarneyn, “Rabbimin bana verdiği (imkân ve kudret, sizin vereceğiniz vergiden) daha hayırlıdır. Şimdi siz bana gücünüzle yardım edin de, sizinle onların arasına sağlam bir engel yapayım” dedi.
96. “Bana (yeterince) demir madeni getirin” dedi. İki yamacın arasındaki boşluğu (dağlarla) bir hizaya getirince, “körükleyin!” dedi. Demiri eritip kor (gibi) yapınca da, “Bana erimiş bakır getirin, bunun üzerine boşaltayım” dedi.
97. Artık onu ne aşabildiler, ne de delebildiler.
98. Zülkarneyn, “Bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin vaadi (kıyametin kopma vakti) gelince onu yerle bir eder. Rabbimin vaadi gerçektir” dedi.
Bu ayetlerden anladığımız kadarıyla Zülkarneyn, seferlerinin birinde iki dağ arasında bir kavme rastlar. O kavim hiç söz anlamıyor veya anlatamıyor. Zülkarneyn’i görünce orada bozgunculuk (mufsidûn) yapan Ye'cüc ve Me'cüc isimlerindeki iki topluluktan şikâyetçi olmaktadırlar. Zülkarneyn de o kavmin yardımı ile Ye'cüc ve Me'cüc ile aralarında bir engel (sedd) yaptırır. Ondan sonra
Ye'cüc ve Me'cüc bir daha o engeli aşamaz, delemez olurlar.  Zülkarneyn’in kimliği hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüş ise de, bunları doğrulamak imkân dâhilinde değildir. Biz burada onun kimliğini tartışmadan, sadece konu ile ilgili başvurulabilecek yerlere işaret etmekle yetinelim.

İnşa edilen bu seddin yıkılışının anlatıldığı Enbiya Suresinin 96-97.ayetlerinde ise  Yecüc ve Mecüc'ün artık sedleri açıp her yerden dünyaya akın etmeye başladığı (96) anlatılır.

Enbiya suresinde ise şöyle geçer:
96. Nihayet Ye’cüc ve Me’cüc’ün önü açıldığı zaman her tepeden akın ederler. 
97. Gerçek vaad (kıyametin kopması) yaklaşır, bir de bakarsın inkâr edenlerin gözleri açılıp donakalmıştır. “Eyvah bizlere! Doğrusu biz bundan gafildik. Hatta biz zalim kimselermişiz” derler.
Biraz da hadislere bakalım:
Nebi (s.a.v.) bir kere telaşla Zeyneb binti Cahş'ın yanına gelerek
-“La ilahe illallah, yaklaşan bir şerden dolayı vay Arabın haline. Bugün
Yecüc ve Mecüc’ün seddinden şunun gibi bir delik açıldı” buyurarak başparmağı ile
şehadet parmağını halkaladı. Bunun üzerine Cahş kızı Zeyneb:
-Ya Resulüllah, içimizde bu kadar salih kimseler varken biz helak olur
muyuz? Diye sordu. Resulüllah:
-Evet, çirkinlik çoğaldığı zaman, diye cevap verdi. [Buharı, Enbiyâ 7; Müslim, Fiten 1]
Resulüllah devesinin üzerinde Ka’beyi tavaf etti. Rükne geldiğinde orayı işaret etti ve tekbir getirdi. Zeyneb dedi ki: Resulüllah şöyle buyurdu: Yecüc ve Mecüc’ün seddi açıldı. Resulüllah eliyle doksan işareti yaptı. [Buharı, Fiten 4; Müslim. Fiten 3]
Ben derim ki: Ye'cuc ve Me'cuc, Âdem (aleyhisselam)'in neslinden olan Türklerden iki guruptur. Nitekim sahih bir hadiste sabit olmuş ki; Allahu Teala kıyamet gününde  Ey Âdem! diye buyuracaktır. O: Buyur Allahım! deyince Allah ona (Yüksek sesle) Ateşe gönderilecekleri ateşe gönder! diye emredecektir. Ne kadarını? diye sorunca da "Her bin kişiden dokuzyüz doksan dokuzunu ateşe; bir kişiyi de cennete gönder." buyuracaktır. O günde küçük çocuğun saçı ağarıp (bir anda) ihtiyarlar, gebe kadınlar da çocuklarını düşürürler. O zaman denilirki: "Müjdeler olsun size. Yerinize feda olmak üzere Ye'cuc ve Me'cuc çıktı." [Bk. Buharî, Tefsiru'l-Kur'ân, 22-1; Müslim, İman 379]
Aramızda (bir konuyu) müzakere ederken resulullah çıkageldi: neyi
müzakere ediyorsunuz, diye sordu. Kıyameti diye cevap verdik. Peygamber şöyle
buyurdu: “on alamet görmeden kıyamet kopmayacaktır. Duhân; Deccâl; Dâbbe;
Güneşin batıdan doğması; Îsâ’nın nüzulü; Yecüc ve Mecüc; maşrıkta, mağribde ve
arab yarımadasında yerin batması; Yemen’den çıkacak olan ateş ki, insanları
mahşerlerine katarlayacak/toplayacaktır.” [Müslim, Fiten, 8/178–179]
“Bir seferde Resulüllah ile beraberdik ve Resulüllah ile ashabı arasında yürüyüşte fark hâsıl olmuştu. Bunun üzerine Resulüllah şu iki ayeti, “Ey insanlar! Rabbinizin emrine muhalefet etmekten sakınınız; kıyametin zelzelesi pek müthiştir” den “fakat Allah’ın azabı şiddetlidir” kavline kadar olan ayetleri yüksek sesle okudu. Ashab bunu işitince bineklerini kamçıladılar ve Resulüllah(ın etrafında kalabalık oluşturdular), “o günün nasıl bir gün olduğunu biliyor musunuz?” buyurdu. Ashab, “Allah ve Resulü en iyi bilir!”dediler. Resulüllah buyurdu ki: “o öyle bir gündür ki, Allah o günde Âdem’i çağıracaktır ve ‘Ey Âdem!’ buyuracaktır, ‘cehennem fırkasını gönder!’ Âdem, ‘ey Rabbim!’ diyecek, ‘cehennem fırkası hangisidir?’ Allah şöyle buyuracak: ‘her binden dokuz yüz doksan dokuzu cehenneme, biri cennete!’ bunun üzerine millet/ashab öyle ümitsizliğe kapıldılar ki, yüzlerinde gülümseme eseri kalmadı. Resulüllah ashabının bu halini görünce şöyle buyurdu: ‘çalışınız ve iyimser olunuz! Muhammed’in nefsi elinde olan Allah’a yemin olsun ki, siz iki mahlûkatla berabersiniz ki, bu iki mahlûkat hangi şeyle beraber olurlarsa onu pek çoğaltırlar: Yecüc ve Mecüc ile Âdemoğullarından ve İblis’in zürriyetinden ölenler/helâk olanlar.’ Bunun üzerine milletten, duydukları kaygının bir kısmı kalktı/kaldırıldı. Sonra Resulüllah şöyle buyurdu: ‘çalışın ve (gelecek için) sevinin! Muhammed’in bütün benliğine hâkim olan Zât’a yemin ederim ki, milletler/insanlar içinde siz, devenin bir tarafındaki ben veya atın bacağındaki rakme kadarsınız ancak!’ [Tirmizi, Tefsir, 5/323, hadis no: 3169]

Kişisel görüşüme göre, insanları dine, istedikleri yola inandırmak ve onları dinlerine sıkı sıkıya sardırıp kolayca yönetmek için uydurularak yazdırılmış milyonlarca yaratık, varlık, ruh vb. ögeden biridir. Çünkü bilindiği gibi, özellikle de semavi dinlerin kitaplarının içerikleri %90 oranında korku ve tehdit içerir; ki bu da o toplumda büyüyen bireylerin başka bir şeye inanmasını hatta ve hatta dini üzerinde zerre sorgulama ve düşünme olanağının olmamasını sağlar.

Bir de sonlandırırken söylemeden edemedim, tarihteki bazı toplum ve kitaplar Yecüc ve Mecüc'leri Moğollar, İskitler, Çinliler, Kırgızlar gibi Türkler olarak betimler (Örneği Tevrat'ın bazı nüshaları). Hatta bizim ülkemizde de bazı Müslümanlarca Yecüc ve Mecüc'ün Çin'liler olduğu bile düşünülmüştür :)

Dipnot: Yüzüklerin Efendisi, Hobbit vb. fantastik kitapların yazarı Tolkien'in Orc ve Goblin fikirlerini Yecüc ve Mecüc, daha doğrusu onun yaşadığı kültürdeki adıyla Gog ve Magog'dan etkilenerek oluşturduğu söylenmektedir.

Dipnot 2: Halkı korkutarak istediğini yaptırmak üzere insan eliyle yazılan din kitaplarındaki bu Yecüc Mecüc, Gog Magog gibi hikayeleri okuyunca aklına PAC-MAN oyunundaki her şeyi yiyen koca sarı kafa ve koca ağzı gelen bir tek ben miyim?

KRONOS'UN İKİ VERSİYONU

Nimrael, yunan mitolojisi, kronos, mitoloji, Tanrı kronos, titan kronos, ilkel kronos, tahtını kaptırmamak için çocuklarını yiyen kronos, din ve mitoloji, dünya yumurtasını açan kronos,
Kronos'un iki versiyonu olduğunu biliyor musunuz?
Titan Kronos ve İlkel Tanrı olan Kronos'un,

Ortak yönleri;
-İkisi de zamanı bazı biçimlerde temsil eder.
-İkisi de Rönesans zamanında "Zamanın Babası" olarak bilinen figürler oldu.
-İkisi de şu an aynı sembole sahiptir.

Farklı yönleri ise;
-Titan Kronos tanrıların kralı ve kız kardeşi Rheia ile evliyken, İlkel Kronos ise geçmiş, şu an ve gelecek olarak sınırlandırılmış formdadır.
-Titan Kronos'un çocukları Zeus, Poseidon, Hades, Demeter, Hera, Hestia ve Chiron'dur. İlkel Kronos'un ise eşi Ananke'den olan çocukları Kaos, Aether, Erebus ve Phanes'tir.
-Titan Kronos, tahtını kaptırmamak için çocuklarını yemiştir. İlkel Kronos'un Dünya Yumurtası'nı açmak dışında dikkate değer mitolojik hikayesi yoktur.
-Titan Kronos, Roma'da Satürn olarak bilinir. İlkel Kronos'un Roma inancında bir rolü yoktur.

Yazan: Nimrael

ARGONAUTLAR

Nimrael, mitoloji, yunan mitolojisi, argonautlar,argon gemisi,altın post,50 kahraman,yunan efsanesi,Rodoslu Apollonius,argonaut efsanesi, din ve mitoloji, denize açılan argonautlar Efsaneye göre Argo adlı geminin, liderliğini Aeson oğlu Jason'ın yaptığı tam 50 kahramandan oluşan mürettebatıdır. Mürettebatın amacı ise Altın Postu ele geçirmekti. Her şey Jason'ın amcası Athamas ile başladı. Athamas'ın ilk karısı Nephele (Bulut Tanrıçası) ile olan birlikteliğinden Phrixus ve Helle adlı iki çocuğu oldu. İkinci karısı Ino ise Nephele'nin çocuklarına karşı kin besliyordu. Ino, Athamas'ı kıtlığa karşı çözüm için Phrixus'u kurban etmesi için ikna ediyordu. Bu andan hemen öncesinde ise Nephele, Phrixus'a altın postlu mahmuz getirir ve Phrixus ile Helle bunu kullanarak deniz yolu ile kaçarlar. Helle, boğazı geçerken suya düşer ve boğulur; boğazın adı ise Hellespont olarak anılır. Phrixus boğazın diğer tarafına geçmeyi başarır ve Euxine'in (Karadeniz) en uzak noktasına ulaşır, Kolhis'e. Mahmuzu feda eder ve altın postu Ares'in koruluğuna asar. Post burada hiç uyumayan bir ejder tarafından korunur.

İşte Jason'ın hikayesi de burada başlıyor. Amcası Pelias, Aeson'ın hakkı olan tahtı gasp eder. Pelias, Jason'a eğer Altın Postu getirirse tahtı geri vereceğini söyler. Jason, bu görev için büyük bir gemi inşa eder ve Yunanistan'ın dört bir yanından Minyanları (kahramanları) çağırır.

Argonautlar, denize açıldıktan bir süre sonra Lemnos'a gelirler. Burada sadece kadınlar yaşıyordu. Mürettebat burada birkaç ay kaldı. Hellespont'a yelken açarak Doliones ülkesine, kral Cyzicus'ın topraklarına gelirler. Burada misafirperver şekilde karşılanırlar. Buradan ayrıldıktan sonra Argo, bir fırtınaya yakalanır ve tekrar Doliones'e sürüklenirler. Ancak Cyzicus ve halkı Argonautlara saldırır ve çıkan savaşta Jason, Cyzicus'ı öldürür. Bebryces ülkesine vardıklarında kral Amycus onlara meydan okur. Bu kral, oradan geçen yolcuları öldürmek için sürekli dövüşe davet eder. Polydeuces meydan okumayı kabul eder ve kralı öldürür. Euxine girişine vardıklarında burada yaşayan kör ve yaşlı bir kral olan Phineus ile karşılaşırlar. Harpiyalar bu adam yiyeceğine sürekli zarar veriyorlar. Boreas'ın kanatlı oğulları tarafından özgürleşen Phineus, Jason'a nasıl Kolhis'e gideceğini anlatır. Symplgades ya da Cyanean kayalıklarını nasıl geçeceğini anlatır. Athena'nın da yardımı ile Argonautlar burayı geçer. En sonunda Kolhis'e ulaşan Argonautlar, kral Aeëtes'in postu kolay kolay vermeyeceğini anlarlar. Kralın kızı Medea ise Jason'a aşık olmuş ve ona postu almasında yardım eder. Postu aldıktan sonra Jason ve mürettebatı Iolcus'a geri döner. Altın Post, bereket sembolü olarak bir ağaca asılmış, Argo gemisi ise Poseidon'a adanan kutsal koruluğa yerleştirilmiştir.

İşte bu efsanevi mürettebatın kimler olduğunu görelim. Rodoslu Apollonius'a göre Argonautlar;
Jason, Aeson'ın oğlu ve geminin kaptanı
Argus, Argo'yu inşa eden kişi
Aethalides, geminin habercisi
Tiphys, dümenci, Boetia'lı
Ancaeus, ikinci dümenci, Milet'li
Peleus ve Telamon, Phtia ve Salamisliler
Castor, Spartalı, Dioscuri İkizi
Polydeuces, Spartalı, Dioscuri İkizi
Idas ve Lynceus, Arene'den gelenler
Orpheus, Trakyalı
Meleager, Calydon'dan gelen
Laocoon, Meleager'in amcası
Herakles, Tiryns'li
Polyphemus, Arkadyalı
Hylas, Menodice'nin oğlu
Ancaeus, Arkadyalı
Aphidamas ve Cepheus, Arkadyalılar
Calais ve Zetes, Boreas'ın oğulları
Euphemus, Taenaruslu
Iphiclus, Phylace'lı
Idmon, Argoslu kâhin
Mopsus, Lapith, kâhin
Acastus, Iolcus'lu
Erytus ve Echion, Alopeliler
Coronus, Teselyalı Lapith
Admetus, Pheresli
Pericylmenus, Pyluslu
Augeias, Elisli
Talaus, Leodocus ve Areus, Argoslular
Menoetius, Phocisli
Clytius ve Iphitus, Oechalialılar
Butes, Atinalı
Phalerus, Atinalı
Eurytion, Phthialı
Iphiclus, Aetolialı
Phlias, Dionysus oğlu
Nauplis, Argoslu
Oïleus, Locrisli
Eurydamas, Dolopialı
Amphion ve Asterius, Palleneliler
Canthus, Euboealı
Eribotes, Atinalı
Palaemon, Aetolialı
Iphitus, Phocisli
Asterion, Antigone'un oğlu
Pindar'ın kendi eserinde bulunan Pythian IV dizelerine ve Roma döneminde yaşamış şairlere göre Argonautlara
-Atalanta, atlet
-Pan, Yaban Tanrısı
-Lycomedes, Mycenaea kralı ile birlikte bazı yarı efsanevi kişilikler de dahil olmuş.

Yazan-Çeviren: Nimrael

TANRI APOLLON

roma mitolojisi, yunan mitolojisi, Tanrı Apollon, Roma ve Yunan mitolojisi, Yunan Tanrıları, mitoloji, kurt oğlu, zeusun oğlu, antik çağ, dürüstlük ve saflık tanrısı, şifa tanrısı, Apollo
Uzağa atan, uzağın ölümcül okçusu, kurt oğlu, hekim, defne ağacı taşıyan gibi isimlerle anılan Zeus ve Leto'nun oğlu olan Apollon aynı zaman Artemis'in ikiz kardeşidir. Delos adasında doğduktan hemen sonra bebekten insana dönüştüğüne inanılırdı. Yedinci ayın yedinci gününde doğduğuna inanıldığı için dönemin insanları tarafından 7 rakamı bu Tanrı için kutsal sayılmaktaydı. Yunanistan'da, özellikle Rhodes ve Delos'ta Apollonun onuruna tapınaklar inşa edilmişti çünkü Antik Çağ'da dünyanın yedi harikasından biri olan Rodos'un muhteşem çağının en önemli temsilcisiydi. Apollon'un bir sürü çocuğu vardı ve bunların en ünlüleri Orpheus, İyon ve şifa ve tıp bilgisinin verildiği Asclepius'tur.

Delphi'de bir nasihatçi olarak tanınan Apollon'un her sabah 4 atlı arabası ile tüm gökyüzünü boydan boya dolaştığı ve bu seyahati bittikten sonra güneşin doğduğuna inanılırdı. Kutsal ağacı defne olarak kabul edilen bu Tanrının hayvanları ise yunus ve kargaydı.

Gençlik, güzellik, yaşam ve iyileşme kaynaklarının, sanatların koruyucusu, güneş kadar parlak ve güçlü olan Apollon (Phoebus Apollo) muhtemelen tüm Yunan ve Roma Tanrılarının en sevileni olduğu gibi aynı zamanda saflık ve dürüstlüğün de sembolü olmuştur. Dürüstlüğün de sembolü olduğundan Apollon adına edilen yeminler asla bozulmayacak olanlar olurdu.

Yazan: Anu

AKAD İMPARATORLUĞU

tarih, Akad imparatorluğu, akadlar, Uruk kralı ve sargon, Sargon, Rimush ve Manishtusu, en büyük akad krallığı naram-sin, Tanrı Enlil ile güreş, guitum, mitoloji ve akadlar, Nimrael, sargon, Akad şehri hiç bulunamamasına rağmen diğer uluslar, yazılı kaynaklar ile bir zamanlar Mezopotamya'da büyük bir imparatorluk kuran Akadlardan bahseder. Akad'ın aslında Fırat Nehri'nin batısında, muhtemelen Sippar ve Kiş şehirleri arasında (ya da Mari ve Babil kentleri de olabilir) bir yerde şehir olduğu tahmin ediliyor. Efsanelere göre Akad kenti bir zamanlar diğerleri gibi şehir devletiydi; ancak Sargon güce olan açlığı yüzünden diğer şehirleri de fethederek Akad İmparatorluğunu kurmuştu. Sargon, ya da onun kayıtlarına göre Akad İmparatorluğunun sınırları Pers Körfezi'nden Akdeniz'e kadar uzanıyordu. Bazılarına göre Kıbrıs, bir ihtimal Girit'te dahildi. İhtimaller doğrultusunda olsa da, yine de Akad İmparatorluğu tarihteki ilk çok uluslu imparatorluktu.

Uruk Kralı ve Sargon'un Yükselişi
(M.Ö. 2334 - M.Ö. 2279)
Akad şehrinde yaşayan Akadlar, kendi dilleri olan Akkad'ı kullanıyordu. Buna göre Sargon'un imparatorluk zamanında Akkad'ı yeniden yapmak yerine restore ettiği düşünülür. Sargon, şehir devletlerini birleştiren ilk lider değildi; daha önce Uruk kralı Lugalzagesi küçük Sümer kentlerini tek bir yönetimde birleştirdi. Ancak Lugalzagesi, Sargon tarafından mağlup edilmişti. Tarihçi Durant şöyle yazmaktadır; "Doğu ve batı, kuzey ve güney, büyük savaşçı ilerledi ve Elam ülkesini ele geçirdi, Pers Körfezi'nde silahlarını sembolik olarak yıkadı, batı Asya'ya yürüdü, Akdeniz'e ulaştı ve tarihteki ilk büyük imparatorluğu kurdu."
Sümer Krallar Listesi'nde göre beş Akad kralı bulunur; Sargon, Rimush, Manishtusu, Naram-Sin, Şar-Kali-Şarri. Şar-Kali-Şarri, Akad yıkılmadan önce hanedanın 148 yıl daha ayakta kalmasını sağladı. Akad gücünün doruğunda iken pek çok Sümer sivil yapılanmasını geçmiştir. Dini gelenekler, kutsal hizmetler, yazı ve giyim hariç.

Sargon'un Hâkimiyeti
(M.Ö. 2334 - M.Ö. 2279)
O zamanlar insanların söylediği "Evrenin dört köşesi", Sargon tarafından fethedilmişti ve kurduğu yeni düzeni de devamlı askeri mücadeleler ile sağlamıştı. Yeni kurulan imparatorluğun stabil olması yolların gelişimine, tarımın artırılmasına, daha geniş bir alanda ticarete ve bilimin gelişmesine neden oldu. Ayrıca Akad İmparatorluğu ilk posta teşkilatını kurmuştu. Burada bilinmesi gereken nokta, Akadlar kil tablet kullanıyordu. Yani mühürlü postaları sadece gönderilen kişi kendi mührü ile açabilirdi. Mührü kırmak doğrudan yazılı metni imha etmek demekti.
Gücünü korumak için Sargon, imparatorluk boyunca bulunan şehirlere güvendiği ve kendisine sadık adamları yerleştirdi. Bu durum, Babil metinlerinde "Akad Yurttaşları" olarak geçer ve 65 farklı şehirde önemli konumda bulunmuşlardır. Bununla yetinmeyen Sargon, öz kızı Enheduanna'yı, Ur kentinde "İnanna'nın Yüksek Rahibesi" ilan etti ve bunu kullanarak herkesi dini yoldan manipüle etti. Enheduanna bugün, tarihte kayıtlı olarak adı geçen ilk yazardır ve ayrıca gücü o kadar yüksekti ki bizzat kendisi İnanna'ya ağıtlar yazıyordu.

Sargon'un Halefleri: Rimus (Rimush) ve Manishistu
Sargon 68 yıl süren iktidarının sonunda ölünce yerine oğlu Rimush (M.Ö. 2279 - 2271) başa geçti. Rimush, babasının uyguladığı politikalara büyük oranda bağlı kaldı. Sargon'un ölümü ile birçok şehir isyan etti. Rimush ise hâkimiyetinin ilk yıllarında düzeni yeniden sağlamakla geçirdi. Elamlılara karşı mücadele etti ve kazandığı zaferler ile Akad'a yeniden zenginlik kazandırdı. Ancak Rimush sadece yedi yıl tahtta kaldı ve ölümü ile kardeşi Manishistu (M.Ö. 2271 - 2261) başa geçti. Bir ihtimal Manishistu tahtı almak için kardeşinin ölümüne sebep oldu. Rimush'un ölümüden sonra tarih kendini tekrarladı; Manishistu yönetimi ile uğraşmadan önce ortaya çıkan isyanlarla isyanlar ile uğraşmalıydı. Ticareti geliştirdi ve kendi kayıtlarına göre Magan ve Meluhha (tahmini olarak Yukarı Mısır ve Sudan) ile uzun ticaret ilişkileri gerçekleştirdi. Pek çok inşa çalışmaları da gerçekleştirmiş, aralarında ise Ninova'da bulunan İshtar Tapınağı'nın da olduğu söylenir. Paris'te, Louvre müzesinde bulunan Manishistu dikilataşında Manishistu'nun yaptığı toprak yenilikleri kayıtlıdır. On yıllık saltanatı sonunda Manishistu, gizemli bir şekilde ölmüştür. Bazılarına göre yönetimdekiler tarafından öldürüldü.

Akad Krallarının En Büyüğü: Naram-Sin
Manishistu'dan sonra oğlu Naram-Sin (M.Ö. 2261- 2224) başa geçti. Tıpkı kendisinden önce amcası ve babası gibi Naram-Sin, isyanlar ile boğuşmak zorundaydı. Ama bu işe bir kez başladığında imparatorluk gelişmeye başladı. Sınırlar genişlemeye başladı, ticaret büyük oranda arttı ve istikrarı sağlayarak Pers topraklarında, hatta Mısır'da bile mücadeleler verdi. Naram-Sin Zafer Stelesi, bugün Louvre müzesinde sergilenmektedir ve bu stele, Zagros dağlarında yaşamış olan Lullubi kabilesinin kralı Satuni'ye karşı olan zaferin anısıdır. Sargon gibi kendisi de "Büyük Kral" oldu, ama buna ilaveten kendisini herhangi bir Mezopotamya tanrısına eşdeğer tanrı olarak gösterdi. Ancak Akad'ı büyük güç yapan adam aynı zamanda halkına göre Akad'ın sonunu başlatan adamdı. Naram-Sin, tanrı Enlil'e bir güreşte meydan okumuştu. Kendisine yapılan bu güç gösterisine Enlil, Akad'tan lütfunu çekerek cevap verdi. Hatta diğer tanrılara da bu şehri artık kutsamamalarını söylemiş. Naram-Sin üzülerek tanrılara herhangi bir işaret için yalvarıp yakardı ancak cevap alamadı. Yedi yıl boyunca depresyon içinde cevap bekledi. Sonunda beklemekten yoruldu ve ordusunu alarak Enlil'in Nippur şehrindeki tapınağına yürüdü. Tapınağı, temelinden eser kalmayacak şekilde yıktı. Bu sadece Enlil'i değil diğer tanrıları da öfkelendirdi. Gutium adında maymun özelliklerine sahip bir kavmi Akad'a yolladılar. Akad'ı istila ettiklerinden sonra kıtlık ortaya çıktı, ölüler sokaklarda ve evlerde ortada kaldı, şehir harabeye dönüştü. Ve bu hikayeye göre Akad'ın ve Akad İmparatorluğunun sonu geldi. Bu yıkım ise bir kralın güçten kendini kaybederek tanrılara meydan okuması yüzünden oldu.
Ancak tarihi kaynaklara göre hiç böyle bir hikaye yaşanmadı. Bu muhtemelen sonraki çağlarda tanrılar ve krallar arasındaki gücü göstermek için yazılan bir hikayeydi. Gerçekte ise Naram-Sin tanrıları onurlandıran birisiydi ve tapınaklarda kendi imajını tanrıların ardına koyardı. Naram-Sin'in ölümü ile yerine oğlu Shar-Kali-Sharri geçti.

Akad'ın Sonu
Şar-Kali-Şarri (M.Ö. 2223- 2198) başa geçtiğinde kendinden öncekiler gibi isyanlar ile başa çıkmalıydı. Ancak bu çok zor bir durumdu çünkü hem imparatorluk çok fazla genişlemiş hem de imparatorluğa yapılan saldırıları defedecek durumda değildi. Askeri başarılar sağlamasına rağmen bu saldırıların üstesinden gelemedi. Yine de bina çalışmaları bu dönemde de vardı. Nippur'da ki Enlil tapınağını onarma çalışması belki de Naram-Sin ve Enlil hikayesinin asıl kaynağıdır. Hatta Shar-Kali-Sharri saltanatında imparatorluğa saldıranlardan biri ve en önemlisi Gutilerdi. Kıtlığa sebep olan Gutiler de bu hikayede canavarlar olarak gösterilmişti. Diğer Akad düşmanları ise yabancı değillerdi; uzun süredir hükmettikleri Elamlar ve sonradan Babil Krallığını kuracak olan Amurrular. Shar-Kali-Sharri'nin ölümünden sonra iki Akad kralı daha geldi, Dudu ve onun oğlu Shu-Turul. Ancak bu iki ve son Akad kralları sadece Akad ve çevresindeki araziye hükmettiler. Akad şehri nasıl yıkıldı, halkına ne oldu ya da imparatorluk nasıl sona erdi, bu ve bunun gibi sorular hâlen gizemini korumakta.

Yazan-Çeviren: Nimrael

APPU VE İKİ OĞLU

Yazan: N.Kara
Appu, Şudul kentinde yasayan çok zengin biriydi. Onun çok sayıda sığırı,koyun sürüleri vardı. Hububatın harmanlandıktan sonra yığıldığı gibi gümüşü, altını ve lapulazuli taşı vardı. Onun hiçbir şeye ihtiyacı yoktu ama çocuğu olmuyordu.

Sık sık şehirlerde düzenlenen şölenlerde herkes çocuğuna ikramlarda bulunurken Appu’nun ikramda bulunacağı hiç kimsesi yoktu. Yine böyle düzenlenmiş bir şölenin ardından canı sıkılmış olan Appu, evine gitti ve ayakkabılarıyla birlikte yatağa uzandı, karısı da onun yanına yattı. Ama yine hiçbir şey olmamıştı. Ardından Appu kalktı, ak bir kuzu aldı ve Güneş Tanrısı’na yalvarmaya gitti. Güneş Tanrısı onu gençleştirdikten sonra, ‘senin için ne yapabilirim,çözmem gereken ne 'diye ekledi. Appu da Tanrıların kendisine zenginlik vermesine karşılık hiç çocuk bahşetmediğini söyledi. Bunun ardından Güneş Tanrısı ona, içki içip evde karısıyla yatmasını ve böylece Tanrıların kendisine bir erkek çocuk vereceğini söyledi. Appu eve giderek denilen her şeyi yaptı. Bir süre sonra Appu’nun karısı gebe kalmış ve onuncu ayda bir erkek çocuk doğurmuştu. Çocuklarına 'Kötü’ adını verdiler. Çok geçmeden Appu’nun karısı tekrar gebe kalmış ve bir erkek çocuk daha doğurmuştu. Bu çocuğun adını da ‘İyi’ koydular.

Çocuklar büyüyüp yiğit bir erkek haline gelince baba evinden ayrılmaya karar verirler. Daha sonra
Kötü ailesi ile yasamayı doğru bulmaz. 'Dağların ayrı ayrı yerlerde bulunduğu, nehirlerin ayrı ayrı yerlere aktığı ve pek çok Tanrının ayrı yerlerde oturduğu gibi biz de farklı yerlerde oturalım ' der ve düşüncesi etkili olur. İyi ve Kötü ayrılırlar. Bu arada iki kardeş malları da kendi aralarında bölüşmeye başlar. Ancak malın iyisini Kötü alır, kalan kötü malları ise İyi’ye verir. Bu mal paylaşımının adaletsiz olduğuna inanan İyi durumu mahkemeye taşır.” Ancak tabletin bundan sonraki bölümü kırık olduğundan mahkemenin sonucu bilinememektedir.

ULLİKUMMİS EFSANESİ

Yazan: N.Kara
hitit mitolojisi, ulikummis efsanesi, mitoloji, ulikummis mitosu, N.Kara, yaşlı ve genç Tanrıların yarışı, Kumarbis, Fırtına Tanrı, Gök Tanrı, Tanrı Titan savaşları, Kitabı Mukaddes,

Bu mitosun temeline dayanan daha önce Akad ve Ugarit mitoslarında karşılaşılan aşina olduğumuz bir motiftir. Yani yaşlı ve genç Tanrılar arasındaki yarışmadır. Anüs, yani Akadca'da adı Anu olarak geçen Gök-Tanrı, babası Alalus'u tahtından uzaklaştırmıştır ve daha sonra da kendisi oğlu Kumarbis tarafından tahttan indirilmiştir. Kumarbis'in Anüs ile kavgaları sırasında, Fırtına Tanrının doğmasıyla sonuçlanan bazı durumlar gelişir ve baba ile oğul arasındaki bitmek bilmeyen bu çatışma [Kumarbis ile oğlu Fırtına Tanrı arasında] yenilenir.

Kumarbis Fırtına Tanrıdan kurtulmak için plan yapmayı düşünür. Akıl danışmak için habercisi İmbaluris'i Deniz Tanrıça’ya gönderir. Deniz-Tanrıça Kumarbis'i evine çağırır ve onun için bir şölen hazırlar. Tanrıça'nın verdiği öğüdün bir ürünü olarak, Kumarbis, veziri Nikisanus'u "Sular"a gönderir. Daha sonra Kumarbi’nin Yer Tanrıça’dan Ullikummis adında bir oğlu olur. Bu çocuğu yeraltı Tanrıları İrsirralara gönderir. Onlar Ullikummis’i karanlık toprağa alıp, dünyayı omuzlarında taşıyan Tanrı Ubelluris’in sağ omzuna koyarlar. Ubelluris'in sağ omzuda büyüyen Ullikummis, ulu bir diriot sütununa benzer. Boyu ve çevresi 9 000 fersahı bulan bir kule gibidir. Denizden, boyu 9.000 fersah ve çevresi 9.000 fersah olana dek bir kule gibi yükselir.

Fırtına Tanrı, karısı Hepat’ın da tapınağından Ulikummis tarafından sürülmesi sonrası, Ea’dan yardım ister. Ea, Tanrılar meclisinde insanlığın sonunu getirecek olan bu Dev Tanrıya neden izin verildiğini sorar ve görüşmek için Ubelluris’e gittiğinde omuzunda her geçen gün ağırlaşan bu yaratıktan haberi olmadığını görür.

Onu kendi çevresinde döndürek omzunda büyüttüğü yaratığı görmesini ister. Ea yaşlı Tanrılardan yeri ve göğü birbirinden ayıran eski bakır bıçağı ister. Fırtına Tanrı, Ea’nın ona verdiği bakır bıçakla savaş arabasına atlayıp dev Ullikummis’le savaşır. Tabletlerde buradan itibaren ko­pukluk vardır, ama Fırtına Tanrı’nın Ullikummis’i yenerek insanlığı yok olmaktan kurtardığı anlaşılmaktadır.

Yunan mitolojisinde titan İapetos ile Okeanos’un kızı Asia’nın oğlu olan Atlas’la Ubelluris arasında da buna benzer bir ilişki vardır. Atlas, Hesiodos’a göre gökyüzünü omuzları üzerinde tutan Tanrıdır. Homeros daha sonra Atlas'ı gökyüzü tanrısı omuzlarında taşıdığını değil, yeri göğü birbirinden ayıran direkleri omuzunda taşıyan Tanrı olarak tanımlamıştır. Herodotos ise, Atlas’ın Kuzey Afrika’da bir dağ olduğunu ve Perseus Gorgo’yu öldürdükten sonra, Atlas’a canavarın kafasını göstererek onu bir kayaya çevirdiğini yazmıştır. Tanrıların Titanlarla savaşı Ul­likummis mitosu ile benzerlikler taşımaktadır. On yıl süren zorlu savaşta Tanrılar Titanları yenmiş ve onları kovmuştur.

Ullikummis mitosu ile benzerlik taşıyan bir diğer hikaye ise; Kitab-ı Mu­kaddes ‘in Daniel kitabındaki Nebukadretzar’m ulu heykelinin dağdan el değmeden kesilmiş taş tarafından yıkılışıdır. Orada taş heykel, demirden ve balçıktan yapılmış ayaklarından vurulup yıkılmaktadır.

SU TANRIÇASI SEDNA

Yazan: A.Kara
eskimo mitolojisi, mitoloji, din ve mitoloji, su tanrıçası sedna, öfkeli eskimo tanrıçası, sedna, ruhlara yol gösteren tanrıça, babasının denize fırlattığı sedna, kuzgunla evlenen tanrıça, Eskimo'yu bir çoğumuz gerek buz kütleleri ve ikliminden gerekse bizlere olan uzaklığından biliyor veya duyuyoruz. Her toplumun geçmişinde oluştuğu gibi Alaska, Kanada ve Gröland bölgelerinde de Eskimo mitolojisi kendini göstermektedir.

Dinler, inanışlar, mitolojiler özellikle yaşanılan coğrafya, o coğrafyadaki canlılardan ve iklimlerden esinlenilerek oluştuğundan ve Eskimoların yaşam alanlarının da büyük kısmını buz,soğuk,su oluşturduğundan mitleri bu yönde oluşmuştur. Dünyanın kuzgunun ve balinanın bedeninden dünyanın yaratıldığına inanan Eskimo'lar ayrıca insan ruhu ve tabiatın içinde olduğu en yüce varlık olarak "Sila" adındaki her şeyi birbirine bağlayan göksel bir güce inanmaktaydılar. Bu inanıştan dolayı bir canlının bir diğer canlı için gerekli olduğuna da inanırlardı.

Babasının zoruyla bir balıkçı ile evlendirilen genç kız Sedna, kocasının bir kuzgun olduğunu görünce göz yaşlarına boğulur, öyle çok ağlar ki babası istemeyerek te olsa kızını teknesine geri alır. Bunun üzerine kuzgun onları takip ederek saldırır ve Sedna'yı denize düşürür. Sedna denizde mücadele verip tutunmaya yer ararken babasının olduğu kanoya tutunur, bu sırada onu istemeyen babası kızının parmaklarını keser. Parmakları kesilince kanoya tutunamayan Sedna acılar içinde denizin dibine batar ve derinlere battıkça bir ruha dönüşür, bu dönüşüm sırasında babasının kestiği parmakları ise foklara ve balinalara dönüşür. Adlivun diye anılan, ölülerin gittiği yer altı dünyasında Tanrıça olarak hüküm sürmeye başlayan Sedna, yaşadıklarından dolayı öfke ile doludur. Ay mekanı ve Adlivun'a gidecek ruhları bir sonraki yolculuklarına hazırlar. Bu ruhlar, huzur ve mutluluğun olduğu Ay mekanına (cennet tasviri gibi) gitmeden önce Adlivun denen yere giderek günahlarından arınırlar.

Sedna'nın bu öyküsünün çok benzer olsa da bazı yönlerden üsttekinden farklı olan, bir öyküsü daha vardır;

Diğer mitde ise babası ile yaşayan Sedna, erkeklerden çok fazla evlenme teklifi alan güzel bir kızmış fakat ona teklifte bulunan erkeklere zalimce davranmayı sever ve bundan hoşlanırmış. Yakışıklı bir avcıya tutulduğu gün, onu geri çevirememiş. Aşık olan Sedna babasına haber vermeden bu yakışıklı avcı ile çok uzaklara gitmiş fakat mutlulukları pek uzun sürmemiş. Aşık olduğu avcının gündüzleri insan biçimine giren martı benzeri büyük bir kuşun hayaleti olduğunu öğrenince yaşadığı korku ve şaşkınlık onun aşkını nefrete dönüştürmüş. Gece ağlarken kendisini arayan babasının sesini duyan kız, doğruca dışarı çıkıp babasının kucağına atlamış. Baba kızını kayığına alıp kaçmaya koyulmuş, fakat gece denizde çok güçlü bir fırtına kopmuş. Bu sırada azgın dalgalar "Sedna'yı bize ver" diye haykırmaya başlarken baba "hayır, vermem" diye karşılık vermiş. Fakat kayığın alabora olacağını anladığında korkuya kapılan baba, ayı kürküne sardığı kızını denize fırlatmış. Sedna dibe doğru yol alırken sular sakinleşmiş ve fırtına dinmiş.

Yıllar sonra, hayatını pişmanlıkla devam ettiren babasının balık tuttuğu bir gün, tam azgın dalgalar, babasını ve gemisini denizin dibine çekmişken baba denizin diplerinden kendine gülümseyen kızını görmüş. Kaybolan ruhların kraliçesi olan kızı, yanında kocası avcı ile birlikte durmaktaymış. Babasını affettiğini söyleyen Sedna, ona kendi ülkesinden bir yer vermiş.

Bu mit, ve Tanrıça Sedna, Efterklang'ın bir şarkısına bile konu olmuştur;
your ways
tipping me over
darkest woman
taking all

your ways
taking me over
bottom talked to the hook

ı'll let him
ı'll fall

you spend the night
without love

your ways
tipping me over

all living is
taking me over
there's a true sin
calling for the night

all living is
taking me over
there's a true sin
calling for the night

gotta love what you said
stop taking me over
forgot what it means to apologize

sedna looked at the sea
all your love it starts slow
lonely where it's calling for the close

and your ways...

TANRI VE TANRIÇALARLA TANIŞMAYA NE DERSİNİZ?

dinler, din ve mitoloji, mitoloji, sümer tanrıları, sümer mitolojisi, tanrı ve tanrıçalar, eski tanrılar, sümer kökenli tanrılar, dinlerin kökeni, tanrı inancı, gılgamış, Enlil,
Tarihin kökenine inmeye, Tanrıça ve Tanrılar ile Tanışmaya ne dersiniz ? Başlayalım o halde. Buyurun Hep birlikte Tanrılar sofrasına. Kendinize bir Tanrı ve Tanrıça seçebilirsiniz. Nitekim Tarih Sümerlerde başlar.
Sümerleri anlamadan günümüz dinlerini ve inançlarını anlamak mümkün değil.

MEZOPOTAMYA SÜMERLER (KARDUKLAR) TANRI VE TANRIÇALARI

Mezopotamya mitolojisi, Sümerlerin dini evrendeki güç, nesne ve varlıkları temsil eden Antropomorfik tanrı ve tanrıçalar
içerirdi. Sümerlerin inanışına göre insanlar başta tanrılar tarafından hizmetçi, köle olarak yaratılmış fakat daha sonra özgürleştirilmiştirler.

Mezopotamya dini yaklaşık olarak İ.Ö. 400lerde yok olmasına rağmen modern dünyada birçok Yahudilik, Hıristiyanlık İslam ve Mandaizm de de tekrarlanan birçok Tevrat hikayelerinin ana kaynağının Mezopotamya mitolojisi olması dolayısıyla güncel etkilere sahiptir. Özellikle yaratılış mitolojisi, Aden bahçesi, tufan, Babil kulesi, Nemrut ve Lilith figürleri bu konuda en net örnekleri oluşturur. (bkz. Gılgamış destanı)

Sümer kökenli tanrı ve tanrıçalar daha sonra gelen Mezopotamya dinlerince benimsenmiştir. Kuşkusuz bu sadece dini ve mitolojik anlamda gerçekleşmemiştir; Sümer kültür ve yaşayış tarzı da aynı din ve mitoloji gibi daha sonra iktidara gelen Akad, Asur ve Babillilerce benimsenmiştir. Ayrıca farklı kültürlerin din ve mitolojilerinde de bazı benzerliklere rastlanır:Yunan mitolojisi ve Anadolu mitolojisi gibi. Mezopotamya mitolojisi Sümer temelli olmakla beraber Mezopotamya'nın aldığı sürekli ve yoğun göç ile birçok farklı kavmin inanç ve kültüründen etkilenmiştir.

İ.Ö. IV. binyılda Aşağı Mezapotamya'da yaşayan halkların inançları. Sümer dünyası XIX. yüzyılda keşfedilinceye inanç alanının temel bilgilerinde bir hayli değişiklikler olmuştur. Sümerler Dicle'yle Fırat deltasına yerleşik çok becerikli ve bilgili ulus olmakla birlikte bölgelerinin kuzeyinde yaşayan Akad'larıda etkileyerek, olağan üstü bir uygarlık geliştirmiştir.

Sümer dini çoktanrılı bir dindi. Dünyada, evrende, doğada görülen, hissedilen her nesnenin bir Tanrısı vardı. Tanrılar insan görünümünde, fakat insanüstü güçleri olan ölümsüz varlıklardı. İnsanlar gibi, onlann da çocuklan ve eşlerinden oluşan aileleri bulunuyordu. Bu aileler kral gibi bir Baştanrı altında toplanmışlardı. Tanrılar da insanlar gibi sever, üzülür, kızar, kıskanır, kavga eder, kötülük yapar, hastalanır, hatta yaralanabilirlerdi. Yer, Gök, Hava, Su Tanrılan yaratıcı, diğerleri yönetici ve koruyucu Tanrılardı.

Her şehrin bir koruyucu Tanrısı vardı. O Tanrı, şehrinin iyi yaşam sürmesinden sorumlu idi. Onun gücü, şehrinin iyi veya fena olduğuna göre değişirdi. Bunlara aym zamanda diğer şehirlerde de tapılırdı. Bu şehir Tanrıları, evrenin yönetimini aralannda bölüşmüşlerdi. Tanrılara ait listelerde 1500 kadar Tanrı adı bulunması, Sumerlilerin ne kadar çok Tanrı yarattığını göstermektedir.

Tanrıları insan şeklinde algılamalan, Tanrıları şehirlerin dışında evren ve doğa Tanrısı olarak geliştirmeleri ve onlan uyumlu bir sistem içine almalan, Sumerlilerin önemli ruhsal başanları olarak kabul edilmektedir. Tanrılar yalnız evrende değil, insanlarm yaşamına da girerler. Örneğin, yorulmak bilmeden gezen Güneş Tanrısı Utu, her şeyi görür, adaleti korur, insanlara yardım eder, ciğer falı bakanlann piridir. Bilgelik ve Su Tanrısı Enki, insanlann ve sihirbazlarm koruyucusudur. Venüs yıldızını simgeleyen Tanrıça İnanna, âşıklann ve savaşçılann koruyucusudur

Sumer'de Tanrılar istediklerini yapar; onlar, insanlara ne istediklerini bildirmez. Ancak insanlar onlara, kendilerinden istenileni sorarak öğrenebilir. Bu, kurban edilen hayvanlann karaciğerlerindeki işaretlere göre anlaşılır. Bu işaretlerin ne olduğu, neyi anlattığı, bu hususta yazılmış kataloglarda bulunur; rahipler ona göre onlan yorumlar. Ayrıca rüya ile de Tanrı istediğini bildirir. Tanrının yapılacak bir işi uygun görüp görmediğini anlamak isteyen; mabede gider, kurban keser, dua eder ve uykuya yatar. Gördüğü rüyanın olumlu veya olumsuz olduğunu da ancak rahip yorumlar.

Sumerliler, bu Tanrılar dünyası üzerine pek çok efsane geliştirmişler; şiirler yazmış, ilahiler bestelemiş, törenler düzenlemiş ve bütün bunlan yazıya geçirerek zamanımıza kadar ulaşmasını sağlamışlardır. Onlann kurduklan çokTanrılı din, yavaş yavaş tektanrıya dönüşerek, bugünkü dinlerin temelini oluşturnuştur. Fakat bu arada diğer Tanrılar da tamamıyla yok olmayarak bu dinlerde melekler, şeytanlar, cinler olarak varlıklarını korumaktadır.

Patesi ya da Ensi adını verdikleri rahip-krallarla yönetiliyorlardı. Bugün için onlardan daha öncesi bulunmadığına ve bilinmediğine göre, keşfedildikleri tarihe kadar başka uluslara maledilen birçok uygarsal ve inançsal buluşların onların ürünü olduğu kabul edilmektedir. Onlardan kalan Gılgamış Destanı'yla Enuma Eliş(Gökyüzünde) adlı yaratılış efsanesi, başka uluslara maledilen birçok inançların Sümer kaynaklı olduklarını kesin olarak meydana çıkarmıştır. Örneğin artık bilinmektedir ki Yahudilerin sanılan Tufan tasarımı onlarındır, Suriyelilerin Adonis'e dönüştürdükleri Babillilerin Tammuz'u onalrın Dumu-zid'idir, Samilerin Anu ve daha sonra Yunanlıların Uranus'a dönüştürdükleri tanrıların babası onların An'ıdır, Akdeniz'in ünlü Kybelesi onların Ki (Toprak ana)'sidir, Samilerin ilkin İştar ve Asarte'ye dönüştürdükleri onların İnanna'sıdır. Samilerin Sin'i onların Nanna (Ay-tanrı) ve Şamaş'ı onların Utu(Güneş-tanrı)'sudur Samilerin Ea'sı onların Enkisi'dir. Yunanlıların Hades'i onların Kur(Ölüler ülkesi)'u ve Elysion'u onların Dilmun(Cennet)'udur, Yunanlıların Persephone'si onların Ereşkigal'idir, Yunanlıların ünlü yedi bilge'si Mezapotamya'nın en eski yedi kentine uygarlığı getiren Sümer bilgeleridir. Bu örnekler daha da çoğaltılabilir.

Sümer uzmanlarından N.K. Sandars şöyle demektedir: "Gılgamış, elbette bir İskender, bir Odysseus, bir Herakles, bir Samson, bir Dermot ya da Gawain değildir. Ama Gılgamış'ın öyküsü anlatılmamış olsaydı bu kahramanların hiçbiri şimdiki ölçüde hatırlanmazdı." Çünkü çeşitli tasarımların ortaya koyduğu bu kahramanlar Sümer'li Gılgamış'tan pek çok şey almışlardır. Sandars'ın da belirttiği gibi örneğin "ortaçağın İskender'inde Gılgamış'ın birçok özelliğini bulabiliriz". Dermot'la dövüşen vahşi adam, Gılgamış'la dövüşen Enkidu'nun tıpkısı denilebilir. Birçok tanrıları Anadolu'ya maleden Halikarnas Balıkçısı(Cevat Şakir Kabaağaçlı) bile "Büyük ana tanrıçanın sevgilisi Attis'in menşeini bulmak için Sümer'lere gitmeli"(Anadolu Tanrıları, İstanbul 1962, s. 89) der ve onu Sümer'lerin Dumu-zid'ine bağlar.

Samiler, Mezapotamya'yı istila edince Sümer tanrılarını benimsemişler, ne var ki onların adlarını ve özelliklerin çoğunu değiştirmişlerdir. Kaldı ki Mezapotamya'nın çeşitli kentlerinde de ortak tanrılar aynı adla anılmazlardı. Ayrıca, her kentin koruyucu özel bir tanrısı da vardı. Kimi kaynaklarda bu adlar birbirlerine karıştırılmış ve Sümer tanrıları çoğunlukla Sami dilindeki adlarıyla tanıtılmıştır.

Sümer tanrılarının adlarını yeniden düzenleyen Prof. Kramer'e göre önce su vardı. Tanrı An (Gök. An-sar: Tüm gök)'la tanrı Ki(Toprak. Ki-sar: Tüm dünya) bu sudan doğdular. Onların birleşmesinden Enlil(Hava) meydana geldi, gökle toprağın arasını doldurdu. Enlil, karanlık göğü aydınlatmak için Nanya (Ay)'yı yarattı. Nanna da Utu (Güneş)'yla İnanna (Aşk ve savaş)'yı yarattı. Samilerde bu tanrılar Sin (Nanna), Şamaş(Utu) ve İştar(İnanna) adlarıyla anılırlar. Enlil ilkin An (Samilerde Anu)'ın buyrukalrını yerine getiriyordu, sonra dünyayı Ki'nin elinden alarak yönetmeye başladı, daha sonrada An'ın yerine geçti ve bütün evrenin egemeni oldu, aynı zamanda Nippur kentinin koruyucusuydu.

An'la Ki'den doğan bir başka tanrıda tatlı suların ve bilgeliğin tanrısı Enki (Samilerde Ea. Prof. Kramer "An'ın çocuğu olduğu söylenebilir" demekle yetiniyor, Enuma Eliş'de ileri sürülen bu doğumu kesin bulmuyor)'dir, sanatı koruyor ve derinde yaşıyordu.

Enlil toprağın egemenliğini eline geçirdiği sırada İnanna'nın ablası gök-tanrılaçalardan Ereşkigal'i Kur(Yeraltı ülkesi)'a kaçırmıştı. Bu yeraltı ülkesinde Annunaki (yargıçık yapan ve An'ı soyundan gelen yeraltı tanrıları)'ler vardı, ülkenin kapısını Neti(Samilerde Nedu) bekliyordu.

Gılgamış Destanı'nda bunlardan başka şu tanrıların adları anılmaktadır: Adad (Fırtına yağmur tanrısı), Antum (An'ın karısı), Absu (Tanrıları meydana getiren su), Aruru (Yaratıcı tanrıça. Endiku'yu kilden yarattı), Aya (Utu'nun şafağı ve gelini), Belit-Şeri (Yeraltı yargıçlarının zabıt katibi), Dilmun (Cennet. Sadece tanrılar gidebiliyor, bir de tufan'dan kurtulup ölümsüzleştirilen Utnapiştim ya da başka bir anlatımdaki adıyla Ziusudra orada yaşıyor), Dumuzi (Ya da Dumu-zid. Samilerde Tammuz ya da Temmuz. Verimlilik tanrısı. Çoban demek. İnanna'nın da kocası), Endukugga ve Nindukugga (Yeraltı tanrı ve tanrıçası. Enlil'in ana-babası), Enkidu (Aruru'nun yarattığı yabanıl yaratık. Daha sonra hayvanların koruyucu tanrısı oluyor), Enugi (Sulama tanrısı), Haniş (Kötü havayı haber veren göksel varlık), Humbaba ya da Huvava (Sedir ormanı bekçisi canava, Anadolu'lu bir tanrı olduğu sanılıyor), İgigi (Gök tanrılarının ortak adı), İnsan-akrep (Tanrıların karşıtı. Su tarafından tanrılarla savaşmak için birçokları yaratılmış. Güneşin battığı yerde nöbetçi), İrkalla ( Ereşkigalin bir başka adı), İşullana (An'ın bahçivanı. Aşkına karşılık vermediğinden ötürü İnanna tarafından köstebeğe dönüştürüldü), Lugabanda (Çoban-tanrı. Aynı zamanda kral. Gılgamış'ın babası ya da koruyucusu), Mammetum (Alınyazısı-tanrısı), Namtar (Uğursuzluk şeytanı, hastalık getirici. Yeraltı ülkesinin başpapazı), Nergal (Yeraltı tanrı.Ereşkigal'in kocası), Ningal (Ay tanrısının karısı, güneşin annesi), Ningirsu (Ninurta'nın eski adı. Verimlilik tanrısı), Nirnurta (Ningirsu'nun yeni adı. Savaş ve bereket tanrısı), Gizzida ya da Ningizzida (Bereket tanrısı. Hayat ağacının efendisi olarak niteleniyor. Büyü de yapıyor. Daha sonra Dumu-zid'le birlikte göğün kapısını bekliyor), Ninhursag (Ana tanrıça. Ki'nin başka adı. Enki'nin karısı),Ninki (Ninhursag ya da Ki'nin bir başka adı olduğu sanılıyor. Destanda Enlil'in annesi), Ninsun( Bilgelik tanrıçası. Lugulbanda'nın karısı ve Gılgamış'ın annesi), Nisaba (Tahıl-tanrıça), Puzur-Amurri (Utnapiştim'in dümencisi), Samukan (Sığırların tanrısı), Siduri ya da Sabit (Şarap yapımcı kadın. İnanna'nın bir başka adı olabileceği öne sürülüyor), Silili (Göksel kırsak, göksel aygırın da annesi), Şullat (kötü hava habercisi. Haniş'in bir başka biçimi) Şulpay (Şölen yöneticisi tanrısı) Ubara-Tutu (Utnapiştim'in babası, mitolojik kral), Utnapiştim (Sümerlilerin Ziusudra'sına Samilerin verdiği ad. Ünlü tufan kahramanı), Urşanabi (Utnapiştimin'in kayıkçısı. Dilmun'a gitmek için ölümcül suları hergün geçiyor), Yedi bilge (Yedi kente uygarlık getiren getiren Sümer bilgeleri)

TANRI VE TANRIÇALAR

Ab-zu: Yeraltı tanrısı. Apsu(ya da Absu)'da denir. İlk insanlar, yaşamın sarmal gelişimini mevsimlerde izlemişler, doğum-ölüm döngüsünü yeraltı sularına bağlamışlardır. Yeraltı suları, ilkbaharda bütün doğaya canlılık verirler, yazın göklere doğru yükselirler, sonbaharda yağmurlarla yeniden insanın yaşadığı toprağa düşerler, kışın da toprağın altındaki yerlerine dönerler. Bu döngü her yıl böylece tekrarlanır. Su mevsimi gelince, her yl doğayı yeniden canlandırır. Bu yüzden Ab-zu, canlandırıcı bir tanrıdır.

Akrep İnsanlar: Akrep insanlar ülkesi. Tufan varsayımının ilk biçimi Sümerler'in Gılgamış öyküsünde anlatılır. Tufandan kurtularak ölümsüzlüğe kavuşan Utnapiştim'in oturduğu yer, Akrep ülkesini aştıktan sonra varılan yerdir. Gılgamış, ölümsüzlüğe ulaşmanın çaresini öğrenmek için büyük dedesi Utnapiştim'e gitmek için bu ülkeden geçer.

An: Gök-tanrı. Anum da denir. Savaş tanrısı İştar'ın kocasıdır. Yunanlıların Zeus'uyla eşdeğerlidir, tanrılar tanrısıdır. Sümer inançlarında Enlil(toprak) vr Enki(okyanus) ya da Ea'yla birlikte büyük tanrılar üçlüsünü kurarlar.

Anşar: Gökyüzü tanrısı. Yeryüzü tanrısı tanrısı Kişar'la birlikte dişi yılan Lakamu'yla erkek yılan Lakmu'nun çocuklarıdır.

Annunaki'ler: (Sümer) İkinci derece tanrılar. Bunlar baştanrı Marduk'tan kendilerine bir hizmetçi vermesini istemişler, o da insanı yaratmış.

Arallu: Cehennem ülkesi. Sümer inançlarına göre, cehennem ülkesini yöneten önce tanrıça Ereşkigal'miş, sonra çok güçlü bir tanrı olan Nergal onunla evlenerek cehennem ülkesinin kralı olmuş.

Aruru: Sümer tanrıçası. Sümerlerin ünlü Gılgamış destanında adı geçen, A-Ru-Ru biçiminde de yazılıyor. Uruk kentinin genç kızları, nişanlılarını sabahtan akşama kadar çalıştıran kral Gılgamış'ı ona şikayet ederler. O da Gılgamış'ı başka konularda oyalasın diye Enkidu'yu yaratır.

Boğa: Bolluk ve güçlülük simgesi. Hayvan tapımının en önemli tanrılık hayvanlarından biri olan boğa'ya ilkin Sümer inanaçlarında rastlamakla birlikte boğanın kutsallığı inancının hemen bütün ilkel inançlarda yer aldığı görülür. Bütün mitolojilerde boğa, dölleme ve kuvvet olarak erkek gücünü simgeler. Sümerlerde boğa, erkek insan başlı olarak tasarımlanmıştır. Boğa tapımı, bütün sami dinlerinde süregelerek Antikçağ Yunan ve Roma inançlarına kadar gelmiştir. Boğa eski Yunan'da Zeus'ün, Roma'da Jüpiter'in simgesidir.

Ea: Su-tanrı. Enki adıylada anılır. Sümer-Akad inançlarında evrenin ana öğesi su'dur. Daha açık bir deyişle Sümer evreni gök (An), toprak (Enlil)ve su (Enki) olmak üzere üçe ayırmakla beraber bunların temel ve tümünün yaratıcı öğesi olarak su'ya tapmışlardır. Bu bakımdan, Ea büyük yaratıcı tanrıdır, göğü ve toprağı o yaratnıştır, aynı zamanda tüm bilgeliktir ve bundan ötürüde büyüsel etkiler onun yardımıyla elde edilir, yaşam kaynağı olduğundan ötürü bolluğuda simgeler. Sümer tapınaklarında Ea'nın kendisi olarak bir kap içinde kutsal su bulundurulurdu, bu sudan içen hastaların iyileşeceğine ve güçsüzlerin güçleneceğine inanılırdı. Tapınak rahipleri de balık biçiminde giysiler giyerlerdi. Hıritiyanların İsa'ya tasarladıkları balık niteliğinin de kaynağı Sümerlerin bu inancı olsa gerektir. Sümer inançlarında Ea'dan önce, bir su ilkesi olan Ab-zu(ya da Ab-su) inancı alır.

Enkidu: Gılgamış'ın arkadışı. Engidu biçimindede yazılmaktadır. Kimi incelemeciler onun bir insan olmadığını, belki de bir aslan olduğunu ileri sürmektedirler.(Örneğin, Bkz. Challaye, Dinler Tarihi, İstanbul 1960, s. 116). Vücudu kıllarla kaplı, çok bilgeli bir varlıkmış. Bir başka anlatıma göre de kralı olduğu kenti kalkındırmak isteyen Gılgamış, ülkesinin bütün erkeklerini işe koşarmış. Kadınlar kocalarını, genç kızlar nişanlılarını göremez olmuşlar. Bu yüzden kralı, tanrı Aruru'ya şikayet etmişler. Kadınları haklı bulan tanrı da krala bir arkadaş yaratarak onu başka serüvenlere yöneltmek istemiş ve tanrı Anum'a benzeyen toprak vücutlu, çok iri ve vahşi Enkidu'yu yaratmış. Bu yaratık Gılgamış'ın yaşamında büyük çapta etken olanlardan biridir ve sonunda da onun uğrunda ölür. Öyküye göre tanrıça İştar, krala aşık olmuş. Ama onun bütün sevgililerini öldürdüğünü bilen Gılgamış, tanrıçaya yüz vermemiş. İştar da ondan öç almak için üstüne azgın bir boğayı saldırtmış. Gılgamış ancak Enkidu'nun yardımıyla boğayı altedebilmiş. Buna çok kızan İştar da Enkidu'nun canını almış. Enkidu'nun ölümü, Gılgamış'ın ölümden korkup ölümsüzlüğü aramasının nedenidir. Bir başka anlatıma göre de Gılgamış, ölüler ükesinde arkadaşıyla görüşür. Enkidu'nun ona ölümün ne denli kötü olduğunu anlatması, Gılgamış destanı'nın en şiirli bölümüdür.

Enlil: Yeryüzü-tanrı. Bel ya da Belum adıyla da anılır. Baal'le birlikte bütün bu adlar, Mezapotamya'nın en büyük tanrısını dile getiren tanrı anlamındadır. Enlil, tanrı Anum'un oğluydu, zamanla babasının yerine geçerek baştanrı yerine yükseldi. Yeryüzüne hakim olan, onu yöneten odur. Sümer inançlarında bir tufan meydana getirerek insanları cezalandıran da odur. Atmosfer güçlerini de o yönetir; şimşekler fırtınalar, onun buyruğundadır. Karısı Ninlil ya da Belit'le birlikte Elam dağlarında oturur. Nippur sunağı ona adanmıştır. Özellikle sümerler en çok onu saymışlar ve en çok ondan korkmuşlar. Ne var ki Mezapotamya'nın çok uzun tarihinde tanrılar zamanla yer değiştirmekte, oğullar babalarının yerini almaktadır. Belli bir zamanda hangi tanrı sayılıyorsa, bütün tanrıların onun tarafından yaratıldığına inanılmaktadır.

Ereşkigal: Yeraltı ülkesi tanrıçası. Yeraltı ülkesi tanrısı Nergal'in karısıdır. Sümer inançlarına göre, ilkin cehennemi (Arallu) tek başına Ereşkigal yönetirmiş, tanrıların bir şölenine çağrılınca cehennemden ayrılmadığı için kendi yerine bir temsilci göndermiş, bütün tanrılar bu temsilciyi ayağa kalkıp selamlamışlar, sadece tanrı Nergal yerinden kıpırdamamış, bunu duyan ve çok kızan Ereşkigal, tanrı Nergal'i yakalatıp cehenneme getirmiş, ama Nergal, cehennemin için altüst ederek Ereşkigal'i tahtından indirmiş, cehennemin kralı olmuş ve Ereşkigal'le evlenmiş.

Kingu: Devler ve canavarlar ordusunun komutanı. Torunlarına kızan Tiamat, devlerden ve canavarlardan bir ordu kurarak tanrılara saldırır, bu ordunun başına getirdiği korkunç dev Kingu'ya kaderin iplerini verir. Tanrılarda kendilerini savunmak için tanrı Marduk'u başkomutan yaparlar. Marduk devleri yakalayıp cehenneme gönderir, kaderin iplerini de Kingu'dan alarak kendi boynuna takar. Marduk'un büyük ve evrensel eğemenliği böylece başlar.

Kişar: Yeryüzü tanrı. Ünlü Sümer tanrıları Anum, Enlil ve Ea, onun gökyüzü-tanrı Anşar'la birleşmesinden doğmuş ya da oluşmuştur. Kişar dişi, Anşar erkektir.

Lakmu: Erkek-yılan. Dişi-yılan Lakamu'yle birlikte dünyaya gelmiş. Sümerlerin yaratılış tasarımlarını anlatan Enuma Eliş (Gökyüzünde) adlı yapıta göre (bu yapıtın İ.Ö. VII. yüzyılda yazıldığı sanılıyor) bu iki yılan Apsu'yla Tiamat'ın birleşmesinden olmuşlar. Bu iki yılanın birleşmesinden de Aşar ile Kişar dünyaya gelmiş. Yeryüzüyle gökyüzü böylece oluşmuş.

Lilitu: Dişi gece demonu. Rüzgarla gelen felaketler, hastalıklar, veba ve ölümden sorumlu görülmekle birlikte, belkide daha fazla insanların cinsel yaşamlarına müdahalede uzmanlaştıklarına inanılır.

Moummou: Sonsuzuk-tanrı. Kimi metinlerde Apsu'yla Tiamat'ın oğlu, kimi metinlerde de Apsu'nun veziri olarak gösterilmektedir. Mummu biçiminde de yazılıyor.

Nana: Ana-tanrıça Kybele'nin adlarından biri. Nina ve İnnina da denir. Akad'lar kendi dillerinde onu aynı anlamda İştar sözcüğüyle çevirmişlerdir. Ana ve Anna sözcükleri de bu kökten türemedir. Mezapotamya mitolojisinde Nane adıyla tanrı Enzu'nun ve kimi yerde de tanrı An'ın kızı olarak gösterilir, aşk ve savaş tanrıçası sayılır. İ.Ö. V.I. yüzyılda Babil'de Annumitu adıyla anılmıştır.

Ningirsu: Savaş-tanrı. Urningirsu da denir. Tanrı Enlil'in oğludur. Anu'nun kızı olan tanrıça Bo'yla evlidir. Tanrıça Bo, tanrıça İştar'dan önce Lagaş bölgesinin toprak-ana'sıydı. Savaş tanrının yirmi dört çeşit silahı varmış ki bunlardan herbiri bir devi simgelermiş. Ningirsu'nun annesi de Ninlil adını taşır ki Enlil'in karısıdır.

Ninhur Sag: Kış bölgesi tanrıçası. İ.Ö.III. b.nyılda tapılmıştır. Ninlil ile kardeş çocuklarıdır.

Ninlil: Tanrı Enlil'in karısı. Nirginsu'nunda annesidir.

Pazuzu: Ateş-peri. Kuş ayaklı, kanatlı ve insan ellidir. Hastalıkları iyi ettiğine inanılır. Hastaların boynuna onun resmini taşıyan muskalar asılırmış. İkircikli özelliği olarak güneydoğudan estirdiği rüzgarlarla vebayıda beraberinde getirdiğine inanılan demon.

Sin: Ay-tanrı. Sümerlilerin en büyük kozmik tanrısıdır. Güneş-tanrı Şamaş'la yıldız-tanrı İştarın babasıdır. Evren-tanrı Enlil'le evren-tanrıça Ninhil'in oğludur. Akad'lar, eski Araplar ve Hitit'lerce tapılmıştır. Tevrat'ta da onun sözü edilir ve peygamber İbrahim'in çıktığı kent olan Ur'da onun egemen olduğu anlatılır. Sin, Sümer inançlarında birinci büyük tanrı üçlüsündendir. Kimi incelemeceiler bunu Mezapotamya'ya göçeden Sami ulusların etkisiyle bağlarlar.

Şullat: Fırtına ve kötü hava habercisi tanrıça.

Tiamat: Tuzlu su-tanrıçası. Tatlı su-tanrı Apsu (ya da Ab-zu)'yla birlikte evrenin ilk varlıklarıdır. Sümer'lerin Enuma Eniş (Gökyüzünde) adlı yaratılış efsanelerinde evrenin bomboş olduğu bir ön zamanda bu iki varlığın bulunduğu belirtir. Evren, bütün tanrılar ve insanlar bu iki varlıktan, eşdeyişle su'dan meydana gelmiştir. Tatlı ve tuzlu suların birleşmesinden ilkin erkek yılan Lakmu (Lagma biçiminde de yazılıyor)'yla dişi yılan Lakamu (Lagama biçimindede yazılıyor) doğuyor.Bunların birleşmesinden de Anşar (Gök. An-sar biçiminde de yazılıyor) ve Kişar (Toprak. Ki-sar biçiminde de yazılıyor) meydana geliyor. Tanrılar ve insanlar işte bu gökle yerin birleşmesinden doğuyorlar.

UR ZİGURATI : Yeni Sümer uygarlığı döneminden kalmıştır. İ.Ö 2150 -1950 tarihleri arasındaki bir dönemde Sümer ülkesi yeniden canlandırılmış, büyük boyutlu ziguratlar yapılmıştır. Ur ziguratı 3 katlıdır, katlar birbirine rampalarla bağlanmıştır. Diğer adı NANNA’dır.

Temmuz: Sümer'lerin Dumuzi'sinin Sami'lerdeki adı. Tamuz ve Tammuz biçimlerindede yazılır ve söylenir. Kaynağı Sümer tanrısı Dummuzi olan Temmuz giderek Anadolu'da Attis ve Adonis'e dönüşmüştür. Bütün bunlar bitkilerin ölen ve yeniden dirilen tanrısı'dırlar. Bu tasarım, doğanın sonbaharda ölüp ilkbaharda yeniden canlanışını simgeler. Bu tanrılarda doğa gibi, sonbaharda ölüp ilkbaharda yeniden dirilerek aşk ve bereket getirirler. Sonbaharda ölümleri aşk yüzündendir, kışı yeraltı ölüler ülkesinde geçirişleri aşk yüzündendir, ikbaharda yeryüzüne dönüşleri aşk yüzündendir. Sümerlerden Yunanlılara kadar çeşitli bölgelere ad değiştirerek süregelen bu temel efsanede aşk ve şehvet doğurganlığın, bereketin, bolluğun simgesi sayılmıştır. Doğal yılın en verimli ayı sayılan Temmuz ayı da adını burdan alır. Bu tanrının sevgili ya da karısı da Sümerlerde İanna ya da İnanas, Samilerde İştar ya da Aştart ya da Aştoret'tir. Kimi anlatımlarda yeraltı ülkesine giden Temmuz değil, Aştart'dır. Orada tutuklanmış, bu yüzdende yeryüzünde aşk ve bereket kalmamıştır. İnsanların ve hayvanların üremesi durmuş, bitkiler açmaz ve tohum vermez olmuştur. Tanrılar bunu önlemek için kadınsı bir erkeği yeraltına göndererek Aştar'ın yeniden yeryüzüne dönmesini sağlamıştır. Akad anlatımlarındaysa İştar, genç kocası Temmuz'u aramak için yeraltı evrenine iner. Sümer anlatımlarında İnanna, yeraltı evlerinden çıkabilmek için, kocası Dumuzi'yi rehin bırakır. Ama bütün bu anlatımlarda tanrı ve tanrıçalar kış aylarını yeraltında, yaz aylarını yeryüzünde geçirirler; ölür ve yine dirilirler, ölmekle doğadaki canlılığa son verir ve dirilmekle doğayı canlandırırlar.

Utu: Güneş-tanrı. Ud ya da Ut da denir. Mezapotamya metinlerde Babbar, Asur ve Hitit metinlerinde Şamaş adıyla anılır. Adalet-tanrı Kittu ve hak-tanrı Meşarru onun çocuklarıdır. Sümer zincirinde ilkin var bulunan su'dan An(Gök) doğuyor, sonra Ki(Toprak) ve bunalrın birleşmesinden Enlil(Hava) doğuyor, işte Nana(Ay)-Utu, (Güneş)-İnanna (Aşk ve savaş) onun çocuklarıdır.

Utnapiştim: Sümer'lerin Nuh'u. Babil diliyle yazılan tabletlerde bu adla anılan tufan kahramanına Sümer'lerin Ziusudra dedikleri sonradan anlaşılmıştır. Utnapiştim'e Sümer'lerin Nuh'u demekten daha iyisi Nuh'a Yahudilerin Ziusudra'sı demektir, çünkü bu öbüründen onbeş yüzyıl öncedir. Şurrupak kentinde kralmış, bilgeymiş ve rahipmiş. Adının sözcük anlamı "hayatı gören"dir. Ubara-Tutu'nun oğluymuş. Tufan'ı atlattıktan sonra ölümsüzlüğe kavuşan ve tanrılarca Dilmun(Cennet)'da yaşamasına izin verilen Utnapiştim aynı zamanda atası bulunduğu Gılgamış'a ünlü su baskınını şöle anlatır: İnsanlar çoğalıp gürültü yapmaya başlamışlar. Tanrıların gözüne uyku girmez olmuş. Bunun üzerine insanları yok etmeyi planlamışlar. Tanrı Ea "önceden verdiği sözü tutarak" bu karardan Utnapiştim'i haberdar etmiş ve bir gemi yapmasını sağlamış. Geminin yapımı bitince tufan patlamış. Öğlesine korkunç bir kasırga başlamışki "tanrılar bile korkularından göğün en yüksek katına kaçmışlar, orada sokak köpekleri gibi titreyerek duvar dibine sinmişler". Altı gün ve altı gün gece boyunca gök ve yer birbirine karışmış. Öyle ki " cennetin ve cehennemin tanrıları ağlayışıp durmuşlar". Yedinci gün başladığında tufan yatışmış, Utnapiştim'in gemisi de Nisir dağının tepesine oturmuş. Orada gemiden inip adak kurbanını kesmişler. "Tanrılar tatlı kokuyu alınca dağın başına sinekler gibi üşüşmüşler". Tufan'ın düzenleyen tanrı Enlil çok kızmış, tanrı Ea'ysa kendisinin haber veridiği yadsımış ve "bilge kral Utnapiştim olacakları düşünde görmüş" deyip işin içinden sıyrılmış. Çaresiz kalan tanrılar toplanmışlar ve Utnapiştim'le karısına ölümsüzlük bağışlayıp "çok uzakta" yaşaması için Dilmun'a yerleştirmişler. Bu yüzden Sümer'ler ona Uzaktaki de derler.

SİZDEN GELENLER | Derleyen: S.Ayabakan

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.

* Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
* Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
* Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)
NOT: Ayrıca sitemizde yazar olmak için de bize mail atabilirsiniz. Sitemizde yazarlara özel kategoriler açılacaktır.