HABERLER
Dini Haber
mitoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mitoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

HERKÜL (HERAKLES) VE 12 GÖREVİ

GF, mitoloji, yunan mitolojisi, Herkü'lün 12 görevi, Herakles'in 12 görevi, Herkül ve cerberus, Girit boğası, Herkül'ün sınavları, Zeus'un gebe bıraktığı kadın, roma mitolojisi, Herkülün kefaretini ödediği 12 iş
Herakles klasik mitolojinin en popüler ve en ünlü kahramanlarından biridir. Roma mitolojisinde Herkül diye adlandırılır. Yunan ve Latin mitos yazarlarını son derece etkileyen efsanevi bir kişiliktir. Yunan boylarının ve özellikle Dor´ların kahramanlık görüş ve anlayışlarını kişiliğinde toplayan Herakles bir çeşit ulusal kahraman olmuştur. Yaptığı işlerle insanlığa sonsuz iyiliği dokunsa da kendisi trajik bir kişidir. Olağanüstü bir güce sahip olan Herakles, kıvrak zekası ile de anılan bir karakter olmuş, mitsel bir savaşçıdan ölümsüz bir tanrıya dönüşmüş ve daha sonra kendisine bu şekilde tapılmıştır.

Kahraman olmayı kendisi seçmemiş, tanrı vergisi kuvveti ise onun istemeyerek suç işlemesine ve kendinden geçip çıldırmasına neden olmuştur. Özellikle İlk doğduğu günden beri peşini bırakmayan Hera´nın kin ve öfkesi onu rahata kavuşturmamıştır.

Herakles (Herkül), Zeus ile kahraman Perseus’un soyundan gelen ve güzelliği ile de tanınan Alkmene’nin oğludur. Zeus’un tanrılar ve devler arasında yaklaşan bir savaş için ölümlü bir kahramana ihtiyacı vardır. Thebai Sarayı’nda yaşayan Alkmene’yi Herakles’i doğurması için seçer ve Alkmene’nin henüz yeni evlendiği eşi Amphitryon’un bir savaş için saraydan ayrılmasını fırsat bilerek kocasının kılığına girip Alkmene’yle beraber olur. Aslında Alkmene asıl eşi olan Amphitryon’dan da gebedir ve Zeus bunu bildiğinden Alkmene’nin ikinci kez doğum sancısı çekmemesi için çocukların ikiz olarak doğmasını sağlayacaktır.
Zeus, kahraman Perseus’un soyundan dünyaya gelecek olan bu çocuğun çok büyük bir güce sahip olacağını da bilir.
Alkmene’nin kocası Amphitryon sabah eve döndüğünde karısıyla yatmak ister ancak Alkmene, gece birlikte olduklarını düşündüğü için buna isteksiz olduğunu belli edecek şekilde davranır. Bundan şüphelenen Amphitryon bir kahine danışır ve kahinden Zeus’un Alkmene ile o gece beraber olduğunu öğrenir.
Zeus’un Alkmene’yi gebe bıraktığını öğrenen Hera büyük bir kıskançlık ve Herakles’e karşı da nefret duyar. Zeus’a söz verdirir ki Perseus soyundan ilk doğacak çocuk, insanlar üzerinde büyük bir egemenlik kuracaktır. O sırada Mykeneai’ya giderek orada Perseus’un soyundan olan Sthenelos’u bulur. Sthenelos’un karısının yedi aylık gebe olduğunu bilen Hera ebe tanrıça Eileithyia’dan kadını yedi aylıkken doğurtmasını ve Alkmene’nin doğumunu da geciktirmesini ister. Yedi aylıkken doğan o çocuk Eurystheus’tur.

Herakles’ten erken doğan Eurystheus böylece Tiryns kralı olur. Hera Eurysheus’u erken doğurtmakla Herakles’in elinden haklarını almış olur ayrıca bununla da kalmayarak, sekiz aylıkken Herakles ikizi İphikles’le birlikte beşiğinde yattığı bir gün çocukları boğmak için iki kocaman yılan gönderir. Yılanları gören İphikles ağlamaya başlar ancak Herakles yılanları elleriyle yakalar ve sıkarak boğar. Hera’nın kıskançlığından korkan Alkmene, Herakles’i Thebai’nin dışında bir tarlaya bırakır. Bu sırada Zeus’un isteğiyle Athena Hera’yı yanına alarak yürüyüşe çıkmıştır. Bebeği gören Athena şaşırmış gibi yaparak çocuğu Hera’ya gösterir ve “Haydi, senin memelerinde nasılsa süt var, izin ver de şu küçük yaratık da birazını emsin.” der. Hera hiç düşünmeden çocuğu emzirmek için kucağına alır. Herakles tanrıçanın memesini öyle kuvvetli emer ki Hera duyduğu acıyla bebeği yere fırlatır. Bu arada göğsünden fışkıran süt gökyüzüne ulaşarak adına Samanyolu (Süt Yolu, Milky Way) denilen yıldız kümesini oluşturur.

Krallıkta gözü olmadığı söylenen Herakles üstün bir eğitim görür: Amphitryon ona araba kullanmasını, Eurytos ok atmasını, Linos da güzel saz çalmasını öğretirler. Çok sayıda çocuğa sahip olan Herakles, Hera yüzünden cinnet geçirerek kendi çocuklarını öldürür. Herakles bu cinayetten sonra Delphoi’ye, Pythia Apollonu kâhinine danışmaya gider. Kâhin ona 12 yıl süreyle Eurystheus’un hizmetinde çalışmasını emreder. Kimi düşünürlere göre bu durum bir kahramanın çektiği eziyetleri haklı göstermek ihtiyacına cevap vermektedir ya da bedenini köleliğinden derece derece kurtulan “ruhun sınanışları”nı, nihai tanrısallaşmaya varana dek çekilen çileleri temsil eder.

Herakles'in , Eurystheus'un emri ile yaptığı ve günahlarının kefaretini ödediği 12 işi sırasıyla şu şekildedir ..

1) Nemea Aslanı
Eurystheus’un, Herakles’e verdiği ilk görev Nemea bölgesinde dehşet saçan aslanı öldürmesi olur. Nemea Aslanı, aslında mitolojide geçen diğer yaratıkların, Typhon ile Ekhidna’nın oğlu, Kerberos ve Sfenks’in ise kardeşidir. Herakles aslanla karşılaştığında oklarının da, büyük tahta sapanının da bir işe yaramadığını anlar. Bu yaratık, aslında postunun delinmez olduğuna inanılan bir yaratıktır. Herakles canavarı köşeye sıkıştırmayı ve güreşerek yere yıkmayı başarır.

Hayvanı boğarak öldüren Herakles derisini aslanın pençesiyle yüzerek üstüne giyer. Bu post sayesinde Herakles’e ok işlemez olmuştur. Herakles’in, Yunan resim ve heykellerinde çoğu kez bu ganimeti giyindiği görülür. Hera, aslanı Leo takımyıldızında ölümsüzleştirir. (Nemea yolunda Herakles’i, oğlu aslan tarafından parçalanıp yenmiş fakir bir köylü, Molorkhos, konuk eder. Otuz gün sonra dönüşünde Molorkhos’un koçunu birlikte Zeus’a sunarlar. Herakles burada Nemea oyunlarını başlatır.)

2 ) Lerne Hydra'sı
Çok başlı bir yılan şeklinde tasvir edilen Lerne Hydra’sı, Herakles’i sınamak amacıyla Hera tarafından özel olarak yetiştirilmiştir. Yılana ait her kafanın yerinde bir yenisi bittiği için bu görevde Herakles’e yeğeni İolaos yardım eder. Herakles zehir saçan kafaları bir bir koparır ve ölümsüz olan ortada ki kafayı da kocaman bir kayanın altına gömer. Herakles daha sonra oklarını Hydra’nın zehirlerine batırarak, onları zehirli bir hale getirir.

3) Keryneia Geyiği
Geyiği bir sene boyunca Yunanistan ve Trakya'da takip eden Herakles, geyiği yorulup bir su pınarı başında dinlenirken yakalamış, kaçmak için hiçbir gücü kalmayan geyik, çaresiz Herakles'e boyun eğmiştir.

Eurystheus, bu görevde, Herakles'in geyiği yakalaması sebebiyle, Artemis'in gazabından kurtulamayacağını planlamış, fakat bu plan Herakles'in; Artemis ve Apollo ile dönüş yolunda karşılaşıp, durumunu anlatıp, merhamet dilemesi ve geyiği geri getireceğini dair söz vermesi ile suya düşmüştür.

Heracles, Eurystheus'un yanına gelip, geyiği kral için getirdiğini söylemiş, kral geldikten sonra, geyiği tam Eurystheus'e teslim etme sırasında ipini erken salıvermiş, göz açıp kapayıncaya kadar kaçan geyik ise Tanrıça Artemis'e geri dönmüştür. Herakles bunun üzerine Kral'a, yeterince hızlı olmadığını ve bunun onun hatası olduğunu anlatarak, hem görevini başarı ile bitirmiş hem de Artemis'e verdiği sözünü yerine getirmiştir.

4) Erymanthos Yaban Domuzu
Herakles’in dördüncü görevi, Arkadia’daki Erymanthos dağında yaşayan ve civardaki köyleri yakıp yıkarak büyük zararlar veren devasa yaban domuzunu canlı olarak yakalamaktır. Keskin dişleri olan domuz çok tehlikelidir. Herakles kısa bacaklarına rağmen çok hızlı koşan domuzu karların üstüne sürer ve yorulan hayvanı bir müddet sonra yakalamayı başarır.Yaban domuzunu bağlayarak sırtına atan Herakles bu halde Mykene’ye ulaştığında dördüncü görevini de başarıyla tamamlamış olur.

5) Augias’ın Ahırları
Eurystheus’un Herakles’e verdiği beşinci görev, kral Augeias’a ait sığırların konulduğu pis ahırları bir günde temizlemekti. Augeias’ın hayvanları bütün hastalıklara karşı bir çeşit bağışıklığa sahipti ve verimleri de çok iyiydi. Sığır ve koyunlarının tutulduğu ahırlar yıllarca temizlenmemiş, yaydığı koku ise tüm Peloponnesos’a öldürücü zehir saçmaya başlamıştı.

Herakles, Elealı Menedemos’un tavsiyesi ve İolaos’un yardımıyla ahırın duvarına iki delik açar. Daha sonra yakınlardan geçen Alpheus ve Peneios ya da Menios nehirlerinin yataklarını değiştirerek, nehir sularının ahıra akmasını sağlar. Böylece ahırları hiç uğraşmadan temizlemiş olur.

6) Stymphalos Gölü’nün Kuşları
Herakles’in altıncı görevi Stymphalos Gölü’nde yaşayan kuşları yok etmekti. Bu gölde yaşayan ve Ares için kutsal sayılan bu kuşların çelikten gagaları, pençeleri ve tüyleri vardı. Kuşlar Stymphalos Gölü’nün etrafından üreyerek sürüler oluşturur ve çelikten tüylerini insan ve hayvanlara fırlatarak onları öldürürlerdi. Zehir saçan dışkılarıyla da ekinleri küflendirerek zarar verirlerdi.
Herakles, gölün kenarına ulaştığında sayıları çok fazla olan kuşlara ne yapacağını düşünüyorken Tanrıça Athena, Hephaistos tarafından tunçtan yapılan bir çıngırağı Herakles’e verir. Herakles bataklığa bakan yüksek bir dağa çıkar ve çıngırağı kullanır. O kadar kuvvetli bir ses çıkar ki tüm kuşlar korkudan çıldırmış bir şekilde havalanarak gökyüzüne kaçarlar. Kaçanlardan birçoğunu Herakles oklarıyla vurmayı başarır.

7) Girit Boğası
Herakles’in yedinci görevi, Tethris Nehri’nin suladığı bölgelerde ekinleri köklerinden söküp meyve bahçelerini çevreleyen duvarları yerle bir ederek Girit’te dehşet saçan boğayı yakalamaktır. Herakles Girit’e gittiğinde Kral Minos ona her türlü yardımı yapmayı teklif eder ancak Herakles hiçbir yardımı kabul etmez.
Herakles, hayvanı önce yorup daha sonra kolları ile kavrayarak yakalar , ardından Atina'ya, Eurystheus'a ulaştırmayı başarır. Eurystheus'un hayvanı Hera için kurban etmek istemesi üzerine, Hera bunun Herakles'e daha fazla şan ve şöhret kazandıracağını düşünerek reddedip, hayvanın salıverilmesini emreder.

8) Diomedes’in Atları

Sekizinci görev, Trakya kralı Diomedes’e ait olan dört vahşi kısrağı yakalamaktı. Diomedes savaşçı bir halk olarak anılan Bistonelerin hükümdarıydı. Kral, kısrakları demir zincirlerle, tunçtan yapılmış yemliklere bağlar ve masum konuklarını atlara yem ederdi.

Herakles bu görevde ona aşık olan erkek sevgililerinden Abderus'u ve birkaç arkadaşını yardıma çağırarak bu atları yakalar, fakat yolda Diomedes'in saldırısına uğrarlar. Diomedes ile savaşırken, atların kontrolünü Abderus'a bırakan Herakles, Diomedes'i yenilgiye uğratır fakat bu sırada kontrolden çıkan atlar, Abderus'u yiyerek paramparça ederler.
Bunun üzerine çok üzülüp kızan Herakles, Diomedes'i öldürüp, onu kendi atlarına yem eder ve ölen Abderus'un mezarının yanında, Eski Yunan'ın en önemli şehirlerinden biri olan Abdera'yı kurar.
Karınlarını iyice doyuran hayvanlar sakinleşirken, Herakles de onların bu durumu sayesinde kolayca hayvanları Atina'ya y,ulaştırır ve görevini tamamlar. Eurystheus hayvanların Zeus için kurban edilmesi amacı ile Olympos'a göndermek istemesine rağmen, Zeus bu hediyeleri kabul etmemiş ve bu hayvanların öldürülmesi amacı ile kurtlar ve aslanlar göndermiştir.

9) Amazonlar Kraliçesi Hippolyta’nın Sihirli Kemeri
Herakles’in dokuzuncu görevi, Eurystheus’un kızı Admete’nin isteği üzerine, normalde Ares’e ait olan fakat Amazonların Kraliçesi Hippolyta’nın kullandığı kemeri ele geçirmekti. Herakles ve arkadaşları bu görevi yerine getirmek üzere gemiyle yola çıkar ve Amazonların limanına varırlar. Çok geçmeden kendisini ziyarete gelen Hippolyte, genç adamın kaslarına hayran kalır ve kemeri duyduğu aşkın bir göstergesi olarak Herakles’e verir. Ancak Amazon kılığına giren Hera, limana gelen bu yabancıların Hippolyte’yi kaçıracakları söylentisini etrafa yayar.
Bunun üzerine Amazonlar gemiyi ablukaya alır. Herakles, bunun üzerine kendisine ihanet edildiğini düşünerek Hippolyte’yi öldürür.

10) Geryon'un Sürüleri

Herakles'in onuncu görevi, Erytheia'da bulunan ve Geryoneus'a ait olan kırmızı sığırları Atina'ya getirmekti. Bu zorlu görev öncesi çok sıcak Libya Çölünü geçmek zorunda olan Herakles, çölde yol alırken, sıcaktan çok sinirlenir. Bunun üzerine Güneş'e (Helios) ok atıp sinirinin geçmesini sağlamaya çalışan Herakles'e, Helios bu cesaretine duyduğu takdirden ötürü, altından bir kayık hediye eder. Herakles bu kayık ile Akdeniz'e yol alarak Erytheia adasına ulaşır.

Adaya çıktıktan sonra ilk olarak çoban köpeği Orthrus ile karşılaşan Herakles hayvanı, zeytin ağacından yapılma sopası ile öldürür. Orthrus'un ardından, çoban Eurytion'u da aynı şekilde devre dışı bırakan Herakles'in karşısına en son olarak Geryoneus çıkar.

Hidra kanına bulanmış oklarından biri ile Geryoneus'u alnının ortasından vuran Herakles, Korkunç titan'ın acı bir bağırışı ile ölmesine tanıklık eder. Bundan sonra, Eurystheus'a götürmek üzere, sığırlarla birlikte yola çıkan Herakles, İtalya'daki Aventine Tepesi yakınlarında mola verip uyuduğu sırada, sürünün bir kısmı Cacus tarafından çalınır. Sürünün geri kalanı ile yoluna devam eden Herakles, yolda bir mağara girişine geldiğinde, mağaranın içerisinden dışarıdaki hayvanlara gelen çağrıları duyar. Bunun üzerine mağaraya giren Herakles, Cacus'u mağaranın içerisinde öldürerek, çalınan hayvanları tekrar sürüye katar.

Atina'ya olan yolculuğu esnasında, Hera'nın gönderdiği dev bir at sineği tarafından korkup dağılan hayvanları toplamak için bir yıl daha vakit harcayan Herakles, yine Hera tarafından yol üzerinde suları yükseltilmiş olan bir nehri aşmak için de, nehrin bir kısmını taşlar ile doldurarak sığ bir alan oluşturur ve sığırların bu kısımdan geçmesini mümkün kılar.
Uzun uğraşlar sonunda sürüyü Atina'ya ulaştıran Herakles, sığırları Eurystheus'e teslim eder. Eurystheus ise hayvanların tümünü Hera'ya adak olarak kurban eder.

11) Hesperidlerin Altın Elmaları
Kendisine verilen on görevi sekiz yıl gibi bir sürede bitiren Herakles’in ikinci ve beşinci görevini saymayan Eurystheus, ona iki görev daha verir. Herakles’in on birinci görevi ise, Hera’nın kutsal bahçesinde bulunan altın elma ağacından bir meyveyi getirmektir. Bu bahçe Atlas Dağı’nın altında bulunur ve Atlas’a ait binlerce at burada dinlenirdi. Atlas’ın kızları yani Hesperidlerin, bahçeye girip elmaları çalması yüzünden Hera bu ağaçları koruması için korkunç bir canavar olan Ladon’u görevlendirir. Ayrıca Atlas da bahçeyi sahiplenir ve onları korumayı kendine görev bilirdi.
Herakles yolculuğu sırasında ak saçlı yaşlı Deniz Tanrısı Nereus’u bulur ve altın elmalara nasıl ulaşacağını sorar. Bu bilgiyi almak için şekil değiştirmekte çok usta olan Nereus’u sıkıca yakalayan Herakles, tanrının geçirdiği birçok değişikliğe rağmen ona sarılmayı bırakmaz. Sonunda Nereus, Herakles’e elmaları kendi eliyle toplamamasını, Atlas’a toplatması gerektiğini tembihler.
Herakles bahçeye ulaşır ulaşmaz Atlas’ın yanına gider ve Eurystheus’a götürmek için elmaları kendisi yerine toplamasını ister. Atlas’ın görevi gök kubbeyi taşımak olduğundan birkaç saatlik rahatlama için yapamayacağı şey yoktur. Gök kubbeyi Herakles’e devreder ve elmaları toplamaya gider. Ne var ki elmayla dönen Atlas’a özgürlük çok cazip gelir ve elmaları Eurystheus’a kendi götürmek istediğini söyler. Herakles ise kurnazca davranak bu isteği kabul etmiş gibi davranır fakat başının altına bir destek almak için Atlas’tan yükü kısa bir süreliğine tutmasını ister. Herakles’e inanan Atlas elmaları yere bırakır ve gök kubbeyi tekrar omuzlar. Bunu fırsat bilen Herakles ise elmaları yerden alarak hemen oradan uzaklaşır.

12) Cerberus'un Ölüler Ülkesinden Kaçırılması
Herakles'in on ikinci ve son görevi, Hades'in krallığını yaptığı ölüler diyarının bekçi köpeği olan Cerberus'u Atina'ya getirmekti. Görevi aldıktan sonra, diğer tarafa geçmek için Eleusis'tan yardım ve bilgi alan Herakles, Tanareum bölgesinde ölüler diyarına geçiş yapabileceği girişi bulur. Athena ve Hermes'in yardımı ile girişten geçen ve Charon'u da yine Hermes'in yardımı ile geride bırakan Herakles Cerberus'u ararken, Ölüler diyarında Hades tarafından zincirlenen Thesus'u sihirli kelepçelerinden güç de olsa kurtarır.

Hades ve Persephone'un karşısına çıkıp durumunu anlatan Herakles, onların onayını alarak Cerberus'u geri getirmek üzere izin alır. Cerberus'un karşısına çıkıp, güreşte onu yenmeyi başaran Herakles, Cerberus'u yeraltı dünyasından çıkararak Atina'ya; Eurystheus'un karşısına çıkarır. Korkudan nereye saklanacağını bilemeyen Eurystheus, yakınında bulunan büyük bir Amfora'nın içerisine saklanır.

Herakles böylelikle 12 Görevini de başarıyla bitirmiş olur.

Kendisine verilen görevleri yerine getirdikten sonra Thebai’ye dönen Herakles, o sırada otuz üç yaşına basmış olan Megara’yı birlikteliğinin kendisine uğursuzluk getirdiğini ileri sürerek yeğeni İolaos ile evlendirir. Kendine de daha fazla talih getireceğine inandığı genç bir eş aramaya koyulur.
Daha sonra Herakles, kral Oineus’un kızı Deianeria ile evlenir. Deianeria ile Evenos Nehri’ne gelirler ve orada tanrılar tarafından nehrin kayıkçısı olarak seçildiğini söyleyen Kentaurlardan Nessos ile karşılaşırlar. Deianeria’yı sağ salim karşı kıyıya geçirirken, Herakles de nehri geçmek için yüzmeye başlar. Ne var ki pazarlıkta anlaşılmasına rağmen Herakles’in sopasını ve yayını nehrin karşısına fırlattığını gören Nessos verdiği sözden döner ve Deianeira’yı bıraktığı kıyıya dönerek genç kadına sahip olmaya çalışır. Eşini kurtarmak için yayını alan Herakles, Nessos’a doğru nişan alır ve yarım millik bir mesafeden onu göğüsünden vurur.
Nessos, Deianera’ya dönerek, “Eğer yere dökülen tohumları toplar ve yaramdan akan kanla karıştırıp, biraz da zeytinyağı ilave edersen bir aşk iksiri elde edeceksin. Bu karışımı onun gömleğine sürdüğünde artık kocanın seni aldatacağından hiç korkma!” der.

Deianeria hayatını Trakhis’te, Herakles’in kendisini aldatmasından bıkmış olarak sürdürürken aşk iksirini kullanmaya karar verir. Herakles’in seramonide giyeceği tuniği örmeye başlar ve bitirdiğinde iksiri tuniğe sürer. Herakles tuniği giydiğinde, vücut ısısı zehri hareketlendirerek derisine yapışıp yakmasına neden olur. Herakles duyduğu acıyla tuniği ve onunla birlikte derisini de soyup çıkarır. Herakles, acısını ancak ölümün yatıştırabileceğini düşünür. Cenaze için odunları yayar ve üzerlerinde uzanır.
Yanan meşale odunlara değer değmez, bir yıldırım açık gökyüzünde parlayarak odunlara çarpar ve ortaya çıkan bir bulut Herakles’i sararak onu Olympos Dağı’na taşır. Zeus sözünü tutmuş ve Herakles ölümsüz olmuştur.

KAYNAKLAR
Pseudo-Apollodorus (1921). "2.4.12". The Library (in Greek). With an English Translation by Sir James George Frazer, F.B.A., F.R.S. in 2 Volumes. Cambridge, Massachusetts; London: Harvard University Press; William Heinemann Ltd. At the Perseus Project.
Isocrates. "1.8". Isocrates (in Greek). With an English Translation in three volumes, by George Norlin, Ph.D., LL.D. Cambridge, Massachusetts; London: Harvard University Press; William Heinemann Ltd. At the Perseus Project.
According to Walter Burkert.[citation needed]
Hard, p. 253.
Kerényi, p. 186.
Ruck, Carl; Danny Staples (1994). The World of Classical Myth. Durham, North Carolina: Carolina Academic Press. p. 169.
Pseudo-Apollodorus, Bibliotheca 2.5.1–2.5.12.
"NEMEAN LION (Leon Nemeios) - Labour of Heracles in Greek Mythology". www.theoi.com.
Kerenyi, The Heroes of the Greeks (angelo) 1959:144.
Strabo, viii.3.19, Pausanias, v.5.9; Grimal 1987:219.
"Maps of Mount Olympus" (PDF). Archived from the original (PDF) on 2018-09-21. Retrieved 2019-01-01.
Bibliotheca 2.5.7
Morford, Mark P. O., 1929- (2003). Classical mythology. Lenardon, Robert J., 1928- (7th ed.). New York: Oxford University Press. ISBN 0-19-515344-8. OCLC 49421755.
Papakostas, Yiannis G. Daras, Michael D. Liappas, Ioannis A. Markianos, Manolis. Horse madness (hippomania) and hippophobia. OCLC 882814212. PMID 16482685.
"Myths and Legends of Ancient Greece and Rome". www.gutenberg.org. Retrieved 2020-03-24.
"Mares of Diomedes". www.greekmythology.com. Retrieved 2020-03-24.
Graves, Robert, 1895-1985 (28 September 2017). The Greek myths : the complete and definitive edition (Complete and definitive ed.). [London], UK. ISBN 978-0-241-98235-8. OCLC 1011647388.
"DIOMEDES - Thracian King of Greek Mythology". www.theoi.com. Retrieved 2020-03-24.
Rose, H. J. (Herbert Jennings), 1883-1961. (1958). A handbook of Greek mythology : including its extension to Rome. [Whitefish, Montana]: Kessinger Publishing. ISBN 1-4286-4307-9. OCLC 176053883.
Leeming, David Adams, 1937- (1998). Mythology : the voyage of the hero (3rd ed.). New York: Oxford University Press. ISBN 978-0-19-802810-9. OCLC 252599545.
Godfrey, Linda S. (2009). Mythical creatures. Guiley, Rosemary. New York: Chelsea House Publishers. ISBN 978-0-7910-9394-8. OCLC 299280635.
Pseudo-Apollodorus. Bibliotheca, 2.5.10.
Libya was the generic name for North Africa to the Greeks.
Stesichorus, fragment, translated by Denys Page.
Kerenyi, The Heroes of the Greeks, 1959, p.172, identifies him in this context as Nereus; as a shapeshifter he is often identified as Proteus.
In some versions of the tale, Hercules was directed to ask Prometheus. As payment, he freed Prometheus from his daily torture. This tale is more usually found as part of the story of the Erymanthian Boar, since it is associated with Chiron choosing to forgo immortality and taking Prometheus' place.
Pseudo-Apollodorus ii. 5; Hyginus, Fab. 31
Brumble, H. David. Classical Myths and Legends in the Middle Ages and Renaissance: A Dictionary of Allegorical Meanings. Routledge, 2013.
Russell, Donald Andrew; Konstan, David (trs.). Heraclitus: Homeric Problems. Atlanta: Society of Biblical Literature, 2005.

Yazan: Gregoire de Fronsac

AMUN | AMON | AMEN

A, mısır mitolojisi, Amon,Amun,Amen,Amon Ra,Mısır tanrısı Amon,Mısır tanrıları,Karnak tapınağı,Theban tanrısı,Firavun tanrı,mitoloji
Amun aynı zamanda Amen ve Amon olarak da bilinir. Amun, Teb (Thebes) şehrinde gücünü artıran baş Theban tanrısı, eski Krallık'ta önemsiz bir köyden, Orta ve Yeni Krallıktaki güçlü bir metropole kadar büyüdü. Teb firavunlarının lideri olmaya başladı ve sonunda eski krallığın egemen tanrısı olan güneş tanrısı ile birleşti, Eski Krallık'ın egemen tanrıları olan Ra, Amun-Ra, Tanrıların Kralı ve Büyük Ennead'ın hükümdarı olmaya başladı.

Amun'dan, İlk Piramit Metinleri'nde (c.2400-2300) yerel bir Thebes tanrısı olarak eşi Amaunet ile birlikte bahsedilir. Şu anda Thebes'in en üst tanrısı savaş tanrısı Montu'ydu ve yaratıcı tanrı Atum (Ra olarak da biliniyordu) olarak kabul edildi. Montu, şehri korumanın ve büyümesine yardımcı olan şiddetli bir savaşçıydı. Atum, yaratılışın başında kaosun sularından ilk höyükte çıkan, son derece güçlü, kendi kendine yaratılmış tanrı idi. Amun, sonrasında kralın korunmasıyla ilişkiliydi, ancak büyük ölçüde, yaratılışın ilkel unsurlarını temsil eden sekiz tanrı olan Ogdoad'un bir parçası olarak eşi Amaunet ile eşleştirilmiş yerel bir doğurganlık tanrısıydı.

Orta Krallık zamanından beri Amun, Thebes'de güç kazanmıştı. Mut ve ay tanrısı oğlu Khonsu ile birlikte Theban'ın üçlüsünün bir parçasıydı. Ahmose, Hyksos'u mağlup edince, zaferini Amun'a atfederek onu ünlü güneş tanrısı Ra'ya bağladı. Amun, tanımlanamayan bir doğal fenomen veya prensibe bağlı olmayan "Gizli Olan" olduğu için, kendisine eklenmek istenen herhangi bir özellik ile uyacak kadar yumuşak bir formdaydı: Güneş, daha sonra, evrenin yaratıcısı Amun Ra ve Tanrılar Kralı oldu.

Amun'un adı "Gizli Biri, Gizemli Form" anlamına gelir ve çoğunlukla çift taçlı bir taç giyen insan olarak temsil edilmesine rağmen, bazen bir koç veya bir kaz gibi de tasvir edilir. Bunun anlamı, gerçek kimliğinin asla ortaya çıkamayacağıdır.

Karnak Amun'un baş tapınağıydı, ama ünü Mısır sınırlarının çok ötesine uzandı. Kültleri Etiyopya'ya, Nubya'ya, Libya'ya ve Filistin'in büyük bölümüne yayılmıştı. Yunanlılar, Amun için, onların tanrısı Zeus'un Mısır tezahürü olduğunu düşünüyorlardı. Büyük İskender bile, Amun'un kehanetinin zahmet değer olduğunu düşünmüştür.

TANRILARIN KRALI
Amun'un Yeni Krallık dönemindeki yükselişinden sonra, kendisi de dahil olmak üzere her şeyi yaratmış olan "Kendini Yaratan" ve "Tanrıların Kralı" olarak selamlandı. Heliopolis'in daha önceki tanrısı Atum'la ilişkili olan Güneş tanrısı Ra ile ilişkilendirildi. Her ne kadar Amun, Atum'un özelliklerinin bir çoğunu almış olsa da, ikisi de farklı tanrılar olmaya devam etti ve Atum'a duyulan saygı devam etti. Tanrı, Amun-Ra rolünde rüzgar olan görünmez yönünü ve görünen yönünü hayat verici olan güneş ile birleştiriyor. Amun, hem Ra'nın hem de Atum'un en önemli yönleriyle yaratılışın her yüzü olan yönlerini kapsayan bir tanrı oluşturmak için birleştirildi.

Onun kültü o kadar popülerdi ki, akademisyen Richard H. Wilkinson'ın gözlemlediği gibi, Mısır dini hemen hemen tek tanrılıydı ve Amun "bir tür tek tanrı - ilah olmaya çok yakındı". Çok tanrılı ibadeti yasaklayan ve bir gerçek tanrı olan Aten'in devlet dinini kuran Akhenaten (MÖ 1353-1336) döneminde Mısır'da ilk tanrılı dini harekete geçti.

Akhenaten'in gayretleri tarihsel olarak dini reformda samimi bir çaba olarak görüldüyse de, büyük olasılıkla Amun Rahiplerinin büyük servetinden motive olmuştu; Amun, o zaman tahta çıktı ve firavundan daha fazla arazi ve zenginliğe sahipti.

ANLAM & TAPINMA
Bir zamanlar Amun'un evrendeki en güçlü tanrı olarak tanımlandığına ve çeşitli yönlerini mümkün olan en iyi şekilde anlatan yazımlar elde edinildi. Wilkinson "Mısırlıların kendileri onu" Amun asha renu "ya da" Amun isimleri zengin "olarak adlandırdıklarını yazıyor ve tanrı ancak onun içinde birleştirilen pek çok yönüyle tam olarak anlaşılabilir" (92). O, "Gizli Tanrı" olarak biliniyordu - doğası bilinmiyordu ve havayla ya da hissedilebilen ancak görülemeyen ya da dokunulan rüzgarla ilişkilendirilmişti. Aynı zamanda başlangıçta ilk kuru zeminde duran ve kendile çiftleşerek dünyayı yaratan Yaratıcı Tanrı'ydı.

Mısırlıların kendileri onu "Amun asha renu "ya da"İsimleri zengin olan Amun"olarak adlandırıyordu ve tanrı ancak onun içinde birleştirilen pek çok yönüyle tam olarak anlaşılabilirdi. O, "Gizli Tanrı" olarak biliniyordu - doğası bilinmiyordu ve havayla ya da hissedilebilen ancak görülemeyen ya da dokunulan rüzgarla ilişkilendirilmişti. Aynı zamanda başlangıçta ilk kuru zeminde duran ve kendisi ile çiftleşerek dünyayı yaratan Yaratıcı Tanrı'ydı.

Onun gizemli doğası, insanoğlunun görüp göremeyeceği her şeyi onunla birleştirmesini sağladı. En güçlü olan ve doğal olarak Tanrıların Kralı olan evrensel bir tanrıydı. Mısır uzmanı Geraldine Pinch şunları yazıyor:

Thebes''de bulunan Karnak'daki baş kült tapınağında Amun, ilahi bir firavun olarak hüküm sürdü. Diğer önemli tanrıların aksine, Amun'un uzaktaki bazı göksel alanlarda yaşadığı düşünülmemiştir. Onun varlığı her yerde olmuştur, görünmeyen fakat hissedilen bir rüzgar gibi. Kâhinler ilahi iradeyi insanlığa ilettiler. Amun'un savaş alanındaki Mısır krallarına veya yoksullara yardım ettiği inancı hızlı bir şekilde yayıldı. Heykellerden anlaşıldığına göre Amun düzenli olarak Theban Tanrılarının mezarlığını tanrıça Hathor ile birleşmek için ziyaret etti ve ölüme yeni bir hayat getirdi.

Yeni Krallık'taki Amun hızla Mısır'da en popüler ve en saygıdeğer tanrı oldu. Amun'a Mısır'daki birçok tapınakta ibadet ediliyordu. Karnak'daki Amun Ana Tapınağı halen inşa edilmiş en büyük dini yapıdır. Bu tapınaklarda ve diğerlerinde Amun'a ait kalıntılar bugün hala görülebilmektedir. Bunların arasındaki en etkileyici eser "Amun Barque" olarak bilinen "yüzen tapınak" dır.

AMUN'UN RAHİPLERİ VE FİRAVUN AKHENATEN
Kral Ammose'un Amun'a özgü barque'u inşa ettirmek için kullandığı para, Amun'un Thebes'deki ve başka yerdeki rahipleri ile kıyaslandığında çok az kalıyordu. III. Amenhotep zamanında (M.Ö. 1386-1353), rahipler daha fazla araziye sahipti, ellerinde daha fazla nakit vardı ve firavun kadar güçlüydüler. III. Amenhotep, papazlığın gücünü azaltmak için dini reformlar başlattı, fakat pek etkili olmadı.

En önemli reformu, eskiden küçük bir tanrı olan Aten'i kişisel koruyuculuğuna yükseltmesi ve insanları Amun'la birlikte bu tanrıya da ibadet etmeye teşvik etmesiydi. Fakat Amun kültü bundan etkilenmedi ve büyümeye devam etti. Aten, Amun ve Ra ile birleşmiş güneşin ilahi gücünün temsilcisi olan güneş diski ile ilişkilendirilmişti. Aten'in simgesi haline gelen bu güneş diski, birinin Amun'a olan bağlılığını ifade etmenin başka bir yolu haline geldi ve rahipler, rahat yaşamlarını ayrıcalık içinde sürdürmeye devam ettiler.

IV. Amenhotep babasının firavunluğunu ele geçirdiğinde bu durum çarpıcı biçimde değişti. IV. Amenhotep, babasının politikalarını ve uygulamalarını takip etmişti ancak daha sonra adını "Başarılı", "Tanrı Aten" anlamına gelen "Akhenaten" olarak değiştirmiş ve herkesi etkileyen çarpıcı dini reformlara başlamış ve Mısır'daki yaşamın yönü değişmiştir. Dinsel yaşam, kişinin günlük varlığına yakından bağlıydı ve tanrılar kişinin işinin, ailenin ve boş vakit faaliyetlerinin bir parçasıydı.

İnsanlar tanrıların tapınaklarını yalnızca ruhsal rahatlık ve güven kaynağı olarak değil, aynı zamanda istihdam yeri, yiyecek deposu, doktor muayenehaneleri, danışma merkezleri ve alışveriş merkezleri olarak kullanıyorlardı. Akhenaten tapınakları kapattı ve Mısır tanrılarının geleneksel ibadetlerini yasakladı; Aten'i saygı görmesi gereken tek gerçek tanrı ilan etti.

AMUN'UN POPÜLERLİĞİNİN DEVAM EDİŞİ
Horemheb döneminden sonra, Amun'un kültleri eskisi gibi devam etti ve aynı derecede popülerdi. Yeni Krallık'ın 19.Hanedanlığı boyunca yaygın bir kabul gördü ve Ramessid Dönemi'nde (M.Ö. 1186-1077), Amun rahibeleri, Üst Mısır'ı Thebes'dan firavun olarak yönetebildikleri kadar güçlülerdi. Aslında, Amun rahiplerinin gücü, Yeni Krallıkğın çöküşünde önemli bir faktördür. İsis Kültü daha fazla takipçi kazanmasına rağmen,  Amun Kültü Üçüncü Ara Dönem (M.Ö. 1069-525) sırasında Thebes'tan kontrol etmeye devam etti.

Ahmose tarafından yüceltilen bir gelenek ile şenliklerde ve törenlerde görev yapan kraliyet kadınları  "Amun'un eşleri" olarak kutsallaştırıldı. Bu pozisyon I. Ahmose'den önce de varlığını sürdürdü, ancak "Tanrı'nın Makamı" idi, fakat "Amun'un eşleri" şeklindeki kutsallaştırma daha büyük bir prestij ve iktidar sağladı. 25 hanedanın Kushite kralları bu uygulamaya devam etti ve Nubianlar Amon'u kendi tanrıları olarak kabul ettiler. Asur kralı Ashurbanipal M.Ö. 666'da Thebes'de görevden aldığında, Amun'a Mısır genelinde yaygın bir şekilde ibadet edildi ve popüler kaldı.

A, Amen, Amon, Amon Ra, Amun, Firavun tanrı, Karnak tapınağı, mısır mitolojisi, Mısır tanrıları, Mısır tanrısı Amon, mitoloji, Theban tanrısı,

Kraliçe Hatshepsut bir zamanlar Amun'un babası olduğunu iddia etti ve böylece hükümdarlığını meşrulaştırdı. Büyük İskender, aynı şeyi, 338 yılında, Siwa Oasis'de yaparak kendini tanrı Zeus-Ammon'un, tanrının oğlu olarak ilan etti. Yunanistan'da Zeus-Ammon, Amun koçunun boynuzlarıyla dolu sakallı Zeus olarak tasvir edildi. Boğa ve koç da dahil olmak üzere imge yoluyla iktidar ve cinsel güç ile ilişkilendirildi. Tanrı, Jüpiter-Ammon olarak Roma tarafından alındı ve başka yerlerde de olduğu gibi aynı gerekçelerden dolayı ona tapınmaya devam edildi.

Isis popüler hale geldiği için Amun'un popülerliği Mısır'da genel olarak geriledi, ancak kent Asur istilasını takiben şehir yıkıldıktan sonra da hala düzenli olarak ibadet edildi. Kültleri, özellikle Mısır'da olduğu gibi rahibelerinin, Meroe krallarının iradelerini yerine getirecek kadar güçlü ve zengin oldukları Sudan bölgesinde tutuldu. Mısır tarihinin Amarna Dönemi'nde olduğu gibi, Akhenaten, Amun rahibelerine karşı hareket ettiğinde, Meroe Kralı Ergamenes, Amun'un rahibelerinin gücüne artık ülkesinde tahammül edemez oldu ve onları katlettirdi. Böylece Mısır'la bağlarını kopararak ve özerk bir devlet kurdu.

Kaynaklar:
Bunson, M, Encyclopedia of Ancient Egypt (Gramercy Books, 1991).
David, R, Religion and Magic in Ancient Egypt (Penguin Books, 2003).
Freud, S, Moses and Monotheism (Vintage, 1955).
Pinch, G, Egyptian Mythology: A Guide to the Gods, Goddesses, and Traditions of Ancient Egypt(Oxford University Press, 2004).
Van De Mieroop, M, A History of Ancient Egypt (Wiley-Blackwell, 2010).
Wilkinson, R.H, The Complete Gods and Goddesses of Ancient Egypt (Thames & Hudson, 2003).

Çeviren & Yazan: A.Kara

AMENTET

N.Kara, mitoloji, mısır mitolojisi, Amentet,Amentit,Imentet,Mısır mitleri, Mısır Tanrıçaları, Tanrıça Amentet,Mısır mitolojisinde ölülerin Tanrıçası,Horus ve Hathorun kızı, Mısır mitleri,
Eski Mısır Tanrıçası Amentet (Ament, Amentit, Imentet ve İhtmet olarak da bilinir), Aken'in (ölüler gemisi vagonu) eşiydi. Adı "Batıdaki''anlamına gelir. Bazı bilim adamları Libya (Mısır'ın batısında) kökenli olduğunu düşünse de, bu sadece coğrafi bir ifade değildi. Gün batımı batıda olduğu gibi, ölüm ve yeryüzü dünyasıyla ilişkiliydi.

Amentet ismi Nil'in batı kıyısına ve ölen dünyaya atıfta bulundu ve ölüler bazen "Batılılar" olarak biliniyordu. Başlangıçta, Amenti (veya Amentet), güneşin dünyaya girişinde belirlendiği yer olarak kabul edildi, ancak adı kısa sürede Mısır'daki mezarlıklar ve mezarlara uygulandı.

Ölenlerin tanrıçası olarak, Amentet'in yeryüzündeki kapılara bakan çöl kenarındaki bir ağacın altında yaşadığı düşünülmektedir. Çoğu zaman ölüleri korumak için mezarlar ve tabutlarda tasvir edildi. Ancak, aynı zamanda bir doğurganlık tanrıçasıydı. Yakın zamanda ölenlerin ruhuyla tanıştı ve onlara ölü bölgeye girmeden önce ekmek ve su sundu. Bu ihtiyaç onları canlandırdı ve canlarının yeniden doğuşu için ve onları "sazlık alanına" (cennet) doğru yola çıkacakları denemeler için hazırladı.

Bazen Hathor, Isis ve Neith, Mut ve Nut ile birleşti.

Ayrıca Nephthys ve Ma'at ile yakından ilgiliydi ve bazı efsanelere göre Horus ve Hathor'un kızıydı.

O sık sık, bir ankh taşıyan bir kraliçe olarak tasvir edildi. Başında batıyı temsil eden işaret (bir uzun ve bir kısa kutup üstünde bir yarı daire) ve bir tüy veya şahin giyer. Tabutlarda tasvirlerde genellikle kanatları vardır ve Isis ve Nepthys'le olan ilişkisinde bir uçurtma olarak tasvir edilmiştir.

Tanrıça bazen ayın güneşini temsil ederken yükselen güneşi temsil eden Ra-Horakthy ile eşleştirildi. Ayrıca, Dünya Kitabında Iabet (doğu çölünün tanrıçası) ile birlikte görülür. Başlıca ibadet merkezleri batı Deltası, Memphis, Abydos ve Luksor ile Karnak'tır.

Yazan & Çeviren: N.Kara

İSKANDİNAV VE YUNAN MİTOLOJİSİNDE CENNET & CEHENNEM

K, islamiyet,mitoloji, Hades, Yunan mitolojisinde cennet cehennem,İskandinav mitolojisinde cennet,İskandinav mitolojisinde cehennem,mitolojide cennet cehennem,Allah ile kul arasına aracı
"İskandinav mitolojisinde üstün tanrı Odin, askeri sihirbaz tanrısı ve "askeri cennet efendisi" - Valhalladır. Asgard'daki bu cennet sarayı savaşta düşen savaşçılar için cennet oldu" Einherians.

Efsanelere göre, gündüzleri savaştan sonraki saatler boyunca, Heydrun keçisinden ballı süt ve Sahrimnirin yaban domuzlarını yiyorlardı. Odin ve onun askerlerine Valkürler kulluk yapıyordu (militan kadın) İşte onlar cesur Einherjarlar oldükten sonra onların Valhalla'ya götürülmesine eşlik ederler. Bu İskandinavya mitolojisindeki diğer şeylerin sadece bir kısmıdır.

Ölüler krallığı iki hisseden ibarettir. Valhalla'nın (cennetin) aksi bir yer olarak ölülerin ruhlarının bulunduğu bir diğer mekan Hellheim'dir ki bunu da  günümüz dinlerin CEHENNEMİ ile ayni manada anlamak olur. Burada diğer ölmüş insanların ve ölümlü Tanrıların ruhları bulunuyor. Bu diyarın kraliçesi Hell'dir. Odin Tanrıça Hell'i Asgard'a getirdiğinde her kes ondan tiksinir ve korkar. Bunun üzerine Odin ondan «Ölüler diyarının kraliesi» olmasını istedi, oda diğer Tanrılardan gördüğü baskı üzerine bunu kabul etti.

Hellheim denilen bu krallığa geldi ve burada hastalıktan, yaşlılıktan, savaş dışı sebeplerden ölmüş insanların ruhlarını karşılayacaktı. Günümüz dinlerindeki cehennem masalının aksine buraya gelen insanlar eğer bir iyiliği varsa ödül bile alırdı. Ama kötü şeyler yapmış insanların Tanrıça Hell'den korkması gerekirdi çünkü yaptıklarına karşılık işkence yapılıyordu.

K, islamiyet,mitoloji, Hades, Yunan mitolojisinde cennet cehennem,İskandinav mitolojisinde cennet,İskandinav mitolojisinde cehennem,mitolojide cennet cehennem,Allah ile kul arasına aracı
Άδης -HADES
Hades, işte Yunan mitolojisindeki ölümün adı. Bu kelime hem ölümü, hem ölüler diyarının tanrısını ifade eder. Kronos ile Rheinan'ın oğlu, Zeus'un erkek kardeşlerinden biridir. Zeus yeryüzündeki hakimiyeti kardeşleri arasında bölerken yer altı dünyasının hakimiyetini Hades'e vermiştir. Yer altının tüm zenginlikleri ona ait olduğu için Romalılar daha sonra onun ismini Pluton olarak değiştirmiştir. Hades'in yeraltı ülkesinin kapılarını Cerberus isimli bir köpek korur. Hiç kimse bu köpeğin korkusundan onun izni olmadan kapılardan geçemez. Hades'in yeraltı dünyası Asphodel, Tartarus ve Elysium olarak üçe ayrılır. Ölmüş insanlar yeryüzündeki yaşamlarında iyi biri olmuşlarsa Elysium'da, kötü biri olmuşlarsa da Asphodel'de ebedi yaşamlarını sürerler. Zeus ve Olimpos tanrılarının düşmanları ve katiller ise Tartarus'a atılırlar. Bu durumda Yunan mitolojisinde cennete Elysium, cehenneme ise Asphodel ve Tartarus diye biliriz.


Gördüğümüz kadarıyla günümüz dinlerinde olduğu gibi antik dinlerde de cennet ve cehennem kavramları var. İnsanlar tarih boyu yüce bir adalet simgesi olan Tanrıyı uydurdukları gibi cennet ve cehennemi de uydurmaya mecburdular. Çünkü insanlar kendilerinden mevkice üstün insanlardan gördükleri zulümlere karşılık olarak bu yüce adalet Tanrısının onları Tartarus, Hellheim gibi cehennemlere sokacağına inanıyordular. Kendileri de zulme maruz kaldıkları için cennetle ödüllendirileceklerine inanır şu dünyada alamadıklarını o dünyada alacaklarına inanmışlar. Maalesef insanların bu tarz düşüncelerinden istifade eden din tüccarları kendilerini Tanrıyla onlar arasında bir vasıta olarak göstermiş ve insanları sömürmüşler. Tıpkı Hristiyan papazların cennetten arsalar sattığı gibi. Günümüz İslam dünyasında da bu tarz şeyleri az görmedik. Kendilerini evliya yaparak insanlarla Allah arasında vasıta gibi gösterip milleti sömürüyorlar.

Oysa kendine Müslüman diyen bu insanlar azda olsa aklını kullansaydı Kuran okuyarak (insan ürünü bile olsa) Allah'la insan arasında hiç kimsenin hatta Muhammedin bile aracı olmayacağını anlardılar.

Günde beş kere namazda "Ancak sana ibadet eder ancak senden yardim dilerim (Fatiha suresi 5. ayet)" diyen bir Müslümanın camiden çıktıktan sonra evliyalarından yardım istemesi ne kadar mantıklı değil mi?

"Ölülerden, kabirlerden medet uman Müslümanlar bu ayetleri görmezden mi geliyor? Allah'ı bırakıp ta kıyamet gününe kadar cevap veremeyecek olan, kendisine yapılan dualardan habersiz kalan şeylere ibadet (dua ederek ibadet eden) edenlerden daha sapık kim olabilir." (Ahkaf-5)

"…Allah'tan başka tapmakta olduklarınız, eğer Allah bana bir zarar dileyecek olsa, O'nun zararını kaldırabilir mi? Ya da bana bir rahmet vermeyi istese, O'nun rahmetini tutup-önleyebilecekler mi?' De ki:' Allah bana yeter, tevekkül edecek olanlar, O'na tevekkül etsinler." (Zümer; 36-38)

Şimdi size soruyorum ey Müslümanlar. Ben Kurana inanmadığım halde bunları okuyarak bir kez daha ne kadar doğru düşündüğümü anlıyorum da sizler nasıl oluyor da Kur-an'a inandığınız halde bu din tüccarlarının kuklası oluyorsunuz? Şimdi elinizi vicdanınıza koyun da söyleyin- «Bir dinsiz olarak ben mi Allah'a daha yakınım siz mi?»

Yazan: Kirpi

ANUKET

Anuket,mitoloji, mısır mitolojisi, Nil tarlalarının besleyicisi,Nil tanrıları,Nil tanrıçaları,Ra'nın kızı,Ra'nın gözü,Tanrıça Anuket,Anuket festivali,Mısır Tanrıçaları,Mısır av tanrıçası, N.Kara,
Antik Mısır Tanrıçası Anuket (Anket, Anqet, Anjet ya da Anukis olarak da bilinir), Nil'in "Tarlaların Besleyici" olarak nitelenmesiydi. Ayrıca avın tanrıçasıydı ve doğum sırasında koruyucu bir tanrı olarak tapılıyordu.

Alt kataraktlarla (Aswan'ın yakınında) ilişkiliydi ve muhtemelen Nubia veya Sudan'da ortaya çıktı. Özellikle, Setet Adası (Sehel adası) ve Yukarı Mısır'ın 1. Adamı olan Ebu (Elephantine) ile ilişkiliydi ve Mısır sınırının güneyindeki her şeyin tanrıçasıydı. Nubia'da çokça ibadet edildi ve "Nubia Mistress" unvanı verildi. Güney Nubia'da, Khnum koç başlı Amun'la birleşti, bu nedenle bazı yerlerde Anuket ve Satet (Satis) de Amun'un eşleri olarak görünürler.

Aslında Ra'nın kızıydı ama eski zamanlardan beri Satet ile ilişkili gibi görünüyor. Bu iki tanrıçaya "Ra'nın Gözü" adı verildi (diğerlerinin yanında Sekhmet, Bast ve Hathor ile birlikte). Benzer şekilde hem Anuket hem de Satet Üre'ye (Tanrı'nın tacının üzerindeki krala kobra) bağlandı. Yeni Krallık döneminde Kunaum ve Satet ile birlikte Ebu triadına yerleştirildi. Bu üç su tanrı Nil kataraktını ve Mısırlıların Nil'in kaynağı olduğuna inandıkları bölgeyi koruyordu. Daha sonraki zamanlarda, Satet'in tanrıça İsis'e ve Khnum'un Osiris'e bağlanması nedeniyle Nephthys'le "Per-Mer" tapınağında tanınıyordu. Bununla birlikte, Satet ve Anuket hem Nil'in verimli sularının özelliklerini alan hem de yıldız Sirius'un bir formu olan Isis ile yakından ilişkilidir.

Anuket genelde sazdan veya devekuşu tüylerinden yapılmış, sıklıkla bir asa ve ankh sembolü taşıyan uzun boylu bir başörtülü bir kadın olarak tasvir edilmiş, ancak zaman zaman ceylan şeklinde gösterilmiştir.

Adı "kucaklamak" anlamına gelir ve ilk başlarda sular altında kaldıkları suların kucaklamasını belirtmiş olabilir. Yeni Krallık döneminde firavun emzirmekle de betimlendi ve sonraki dönemlerde şehvet tanrısı oldu. Bu formda vajinaya benzeyen kovuk kabuklarıyla ilişkilendirildi. Anuket Festivali, yeşillikler başladığında gerçekleşti. İnsanlar Tanrı'yı memnun etmek için Nil'e para, altın, mücevher ve değerli hediyeler attılar.

Yazan & Çeviren: N.Kara

HATHOR

A, mısır mitolojisi, mitoloji,Hathor,Ra,Ra'nın kızı,Horus'un eşi,Ra'nın günahkarları cezalandırışı,Hathor'un katliamı,Mısır mitleri,Hathor miti,Dendara,Kadınların tanrıçası
Hathor, Ra'nın kızı ve kadınların, sevginin, güzellik, zevk ve müziğin tanrıçasıdır. İnek, bir ineğin kulaklarına sahip bir kadın ve bir inek boynuzunun başlığını giyen bir kadın gibi 3 farklı şekilde tasvir edilmiştir. Bu son tezahürde, boynuzları arasındaki güneş diskini-dairesini tutmaktadır. Horus'un eşiydi ve onun adı aslında "Horus Evi" anlamına geliyordu. En ünlüleri Dendara'da bulunan adına inşa edilmiş birçok tapınak vardı.

Hathor'un birde karanlık yüzü vardı. Ra'nın onu günah işleyen insanları cezalandırması için gönderdiğine inanıyordu, fakat Hathor yeryüzünde öyle bir kanlı dehşete boğmuştu ki Ra onu geri gelmeye ikna etmeye kesin olarak kararlıydı. Onu kandırarak, adamotu (kankurutan) ve katledilenlerin insan kanları ile karıştırılmış geniş miktarda bira hazırlayarak içirdiler. İnsanları öldürmek onun susuzluğundan ibaretti ve Hathor birayı içip sarhoş olunca katliamına devam edemedi.

Yazan: A.Kara

MEZOPOTAMYA MİTOLOJİSİ

Mezopotamya, mezopotamya mitolojisi, mitoloji, Ay Tanrısı Sin, Ay Tanrısı Nanna, Ya-Sin suresi, İnanna, İştar, Anu, Adapa, Ölümsüzlük, Ea, Adapa'nın çamurdan yaratılması, Antik Mezopotamya,
Akadlar, Babiller ve Asurların efsaneleri, insanları tehdit edebilecek gizemli manevi güçlerle dolu bir dünya tasvir ediyordu. İnsanları iblisler ve hayaletler ile korkutur ve onlara karşı sihirli büyüler kullanarak sözde koruma sağlardı. Bir düzine kadar büyük tanrılardan oluşan bir panteon'a (baş tanrılar) ve diğer birçok küçük tanrıya tapınmışlardı.

Tüm Mezopotamya halkları Inanna ya da Ishtar gibi doğurganlık tanrıçalarına saygı duyuyorlardı. Ayrıca, Sümerler ile An, Enlil ve Enki diye bilinen üç yaratıcı tanrıyı da tanımış oldular; bunlar Akadlar, Babiller ve Asurlar tarafından Anu, Enlil ve Ea olarak biliniyordu. An tanrıların başıydı. Enlil yıkıcı olabilecek bir rüzgar ve toprak tanrısıydı ve Enki genellikle su, bilgelik ve medeniyet sanatı ile ilişkiliydi.

Sin ya da Nanna olarak bilinen ay tanrısı iblislerin onu yemeye çalıştığı bir mitte karşımıza çıkıyor (Dikkat, Kur'an'daki ya-SİN suresi, eski arap putperestlerin baş putlarının adının Al-ilah, diğer adı ile SİN oluşu ve Kur'an'da SİN'e yani Ay Tanrısına seslenir anlamda YA SİN şeklinde sure olması). Güçlü tanrı Marduk iblisleri işlerini bitirmeden durdurunca ay tanrısı eski bedenine ulaşıyor ve her geçen eski formundaki bu büyümeyi tekrarlıyor.

En iyi bilinen Mezopotamya miti Babil'in olan Gılgamış Efsanesidir. Bir kahraman kralın ölümsüzlüğü arama hikayesidir. Efsaneye göre gözüpek ve cesur bir savaşçı olan Gılgamış, yolculuğunda pek çok olağanüstü başarı kazandı. Her ne kadar amacını - sonsuz yaşamın sırrı - elde etmekte başarısız olsa da, hayatını anlamlı kılmak için daha fazla bilgelik kazanmıştı.

Belli bazı kültürlere ait tüm tanrılar ya da tarihsel kahramanlar hakkındaki efsaneler upuzun şiirlerle ve büyük üsluplarla yazılmıştır.

ÖLÜMSÜZLÜK VE SONSUZA KADAR YAŞAMA ÖZELLİĞİ
İnsanlar neden ölüyor? sorusunu ele alan bir diğer efsane, ilk insan olan Adapa'nın efsanesidir. Su tanrısı Ea, Adapa'yı çamurdan yaratıyor (daha dinler yokken, yüzlerce yıl önceki yazıtlarda Tanrı insanı çamurdan yaratıyor (İbrahimi -semitik- dinler de bu Mezopotamya mitlerinden etkleniyor ve sözde vahiy kitaplarına her şeyden alıp ekledikleri gibi, bu olayı da alarak ekliyorlar). Adapa ölümlü olmasına rağmen, Ea'nın dokunuşu ona ilahi güç ve hikmet (bilgelik) veriyor.

Efsanenin devamında bir gün Adapa balık tutarken rüzgar teknesini devirdi. Adapa rüzgarı lanetledi. Hikayenin bir versiyonuna göre, rüzgar bir kuş biçimindeydi ve Adapa onun kanatlarını kopardı. Yüksek tanrı Anu, Adapa'yı eylemlerini açıklaması için cennete çağırdı. Adapa, babası Ea'ya cennette nasıl davranması gerektiği konusunda tavsiye vermesini istedi. Ea ondan yas tutacak kıyafetler giymesini, mütevazı olmasını, yiyecek ve içecekleri reddetmesini söylemişti, çünkü onu öldüreceklerdi. Anu yiyecek teklif ettiğinde Adapa reddetti. Ne yazık ki, Ea'nın tavsiyesi yanlıştı. Adapa'nın reddettiği yiyecekler, insanoğlunun sonsuza dek yaşamasına izin verecek ölümsüzlük yemekleriydi. Adapa'nın tercihi, tüm erkeklerin ve kadınların ölmesi gerektiği anlamına geliyordu.

Antik Mezopotamya'da mitoloji, siyasal iktidar ile yakından ilişkiliydi. Hükümdarlar tanrıların iradesiyle yönettiklerine inanıyordu ve cennet dünyası ile krallıkları arasında iyi ilişkiler kurmakla görevliydiler. İlk şehir devletlerinin her birinin hükümdarı panteonun (baş tanrılar) tanrılarından biriydi.

Yazan: A.Kara

NUN | NAUNET

N.Kara, mısır mitolojisi, mitoloji, Nun, Naunet, Mısır su Tanrısı, Mısır mitolojisinde yaratılış, Mısır mitleri, Ra, Ra'yı gökyüzüne taşıyın, Antik mısır efsaneleri,Rahibe
Ogdoad'un teolojisine göre, evren sekiz unsurun (Thoth, Amun, Horus ve Ra'yı içeren olası tanrılardan birinin kışkırttığı) etkileşiminden oluşur; su, hiçlik veya görünmezlik, karanlık ve sonsuzluk. Su, Nun ve Naunet (kadın formu) tarafından temsil edildi. Her ne kadar Mısırlılar birçok farklı yaratım efsanesine sahip olsa da, hepsi evrenin Rahibe'nın ilkel sulardan geldiğine ve birçok efsaneye göre dünyanın her tarafında her şeyin bu sular altında geri kayabileceği konusunda anlaşmışlardı. Nun'a ayrılmış rahipler ya da tapınaklar yoktu, fakat her tapınağın kutsal göl tarafından temsil edildi ve sıklıkla dini kitabelerde anılıyordu.

Nun her su parçacığında var oldu ve Nil Nehri'nin kaynağı ve yıllık su baskınlarını oluşturdu. Tanrı, tüm tapınakların temellerinin atılmasıyla da ilişkiliydi, muhtemelen Mısırlılar, yapıların temel tabakalarının düz olmasını sağlamak için suyun her zaman yatay bir düzlem oluşturacağı gerçeğinden yararlanan basit ve etkili bir teknik kullandı.


Rahibe sıklıkla kaos güçleriyle ilişkilendirilir. İnsanlar Ra'ya saygı duymuyordu. Nun bunun üzerine Ra'nın insanlığı yok etmek ve dünyayı sona erdirmek için 'gözünü' göndermesi gerektiğini ileri sürdü. Bununla birlikte (Ra'nın düşmanı olan ve tamamen yıkıcı bir güç olan) su yılanının aksine, Nun'un olumlu bir yönü vardı. Nun, Shu ve Tefnut'u şeytani yılanlar gibi kaos güçlerinden korumaktadır. Bir efsaneye göre Nun Nut'a kendisini güneş ineklerine dönüştürmesini ve Ra'yı gökyüzünde taşımasını söyledi, çünkü yaşlanmış ve yorgundu.

Nun bir kurbağa ya da kurbağa kafalı bir adam olarak (Ogdoad üyesi olarak) temsil edildi ancak mavi veya yeşil tenli sakallı bir adam olarak da tasvir edilebilir (Nil Nehri ile doğurganlık ilişkisini yansıtıyordu). Son biçiminde, Nil'in tanrısı Hapi'ye oldukça benzer görünebilir ve genellikle bir güneş teknesinde ayakta duruyor ya da bir palmiye yaprağı (uzun ömürlü bir sembol) tutan sulara doğru yükselirken görünür ki bazen ise hemaphrodite(hem erkek hem de dişi üreme organı bulunduran canlı) belirgin göğüsleriyle telaffuz edilir.

Memphis'te, Nun, yaratıcı tanrı Ptah ile bileşik peygamber-i Nun şekli arasında bir bağlantı kurdu. Her iki tanrı da güneş tanrısı (Ra veya Atum) 'un babası olarak tanımlandı. Ancak rakip papazlar, Thebes'in ilk rahibenin ilk önce Nun sularının üzerinde yükseldiği yer olduğunu iddia etti. Amun, Thebes'in yaratıcısı tanrısı ve Ogdoad üyesi olduğu için, Amun'un ilkel höyük haline gelene ve sonrasında diğer tanrıları yaratana kadar Nun'un güçlü fakat hareketsiz bir güç olduğunu öne sürdüler.

Çeviren-Yazan: N.Kara

MEDUSA EFSANESİ

N.Kara, mitoloji, yunan mitolojisi, Yılan saçlı kadın, Gorgonolar, Bakanları taşa çeviren, Poseidon'un aşkı, Medusa'nın kafası ve Yere batan sarayı, Yere batan sarnıcı, Medusa efsanesi, Medusa, Medusa'nın çocukları,Pegasus
Medusa Yunan Mitoloji'sinde yeraltı dünyasının dişi canavarı olan üç Gorgono'dan biridir. 3 Gorgon’u anlatmadan önce bu kelimenin ne anlama geldiğini anlatmak daha doğru olur. “Gorgo” Yunancada “korkunç veya berbat” anlamına gelen bir kelimedir. Bu kelimeden ortaya çıkan Gorgonlar, Yunan mitolojisinde efsaneleşen dişi canavarlardır ve 3 kardeştir. Bunlar Medusa, Stheno ve Euryale’dir. Bu üç kardeşten yalnızca yılan saçlı Medusa ölümlüdür ve kendisine bakanları taşa çeviren bi güce sahiptir. Efsaneye göre aslında bu üç kardeş öz kardeş değillerdir.Evrende sadece bu üç Gorgon bulunduğu için Zeus onları kardeş ilan etmiştir.

Medusa'nın hikayesi ise şu şekildedir;

Efsaneye göre Medusa güzelliği ile herkesi büyüleyen ve kıskanılan ,Tanrıları bile kendine aşık eden bir kızmış. Güzelliğinden dolayı kendine rakip olarak görülen bir kız bulmak mümkün olmazmış. Medusa kendini Tanrılara adadığı için ,zeka Tanrıçası olan Athena'ya ait bir tapınakta yaşarmış. Medusa'ya aşık olan biri varmış; bu kişi yanında yaşadığı denizlerin efendisi Poseidon imiş. Poseidon bir ölümlüye aşık olduğunu ve küçümsenmemek için bunu herkesten hatta evli olduğu Athena'dan da saklarmış. Bir süre sonra Athena bu olayı öğrendiğinde Poseidon Medusa'ya olan aşkını inkar etmiş ama bir gün Athena'nın tapınağında Medusa'ya zorla sahip olur. Athena bu olayı da öğrendiğinde Medusa ve kardeşlerini lanetlemiş. Sonra da Medusa'nın saçının her telini bir yılana dönüştürüp Dünya'nın en Kuzeyinde bulunan 'Hyperborea'ya sürmüş.

Athena olayın ardından uzun bir süre geçtikten sonra Medusa'ya olan öfkesi dinmediği için kardeşi Perseus'a bir görev verip Medusa'yı öldürmesini istemiş. Kardeşine Medusa'nın yanına giderken yanına büyülü bir çanta,başlık ve kanatlı sandaletlerini almasını söylemiş. Çok önemli bir şey daha eklemiş. Medusa ile karşılaştığında Ona asla bakmamasını ,bakarsa taşa dönüşeceğini söylemiş. Bu nedenle kalkanını Medusa'ya karşı ayna gibi kullanmasını ve yüzünü göstermeden kafasını kesmesini söylemiş ,bu işi yapabilmesi içinde O'na orak biçimli bir kılıç vermiş.

Perseus, üvey kız kardeşinin isteğini kırmayıp kılıcıyla Medusa’yı öldürmeye gitmiş ve yüzüne bakmadan başını kesmiş. Medusa o anda ölmüş. Fakat bilmedikleri bir şey varmış. Medusa'nın başını kestiği anda Poseidon'dan olma çocukları Pegasus ve Chrysaor gövdesinden dışarı fırlamış. Perseus, Medusa'nın kesik kafasını alıp gitmiş, Athena ise Medusa'nın derisini yüzüp Aegis'in markası yapmış. İki damla kanını Kral Erichthonius'a hediye etmiş. Bu iki damla kandan biri öldürücü zehirdir, diğeri ise panzehirdir, tüm hastalıklara deva olmaktadır. Efsane'ye göre Medusa'nın kafası şu an Yere batan Sarayı'nda saklanıyor.

Yazan: N.Kara

MİNOTOR



Minotor (Minotaur),Yunan Mitolojisinde yarı insan-yarı boğa olan bir yaratıktır. Yunanca "Minos’un Boğası" anlamına gelir.

Kral Minos,Girit'in en güçlü hükümdarıdır. Gücünü kanıtlamak için Poseidon’dan ona kurban edeceği bir boğayı denizden çıkartıp vermesini ister. Poseidon boğayı getirir. Ama hayvan Minos’a o kadar güzel görünür ki onu kurban etmeye kıyamaz ve saklar. Bunun yerine başka bir boğayı kurban eder. Poseidon bunu fark ettiğinde çok sinirlenir ve Minos’un karısı Pasiphae’de boğaya karşı bir aşk uyandırır. Pasiphae’nin boğayla çiftleşmesinden boğa başlı ve kuyruklu, insan bedenli Minotor doğar.

Bunun ardından Minos, Minotor'u sanatçı Daidalos’un yaptığı, Labyrinthos adlı, içinden kimsenin çıkamayacağı yapıya kapatır. Minotor insan etiyle beslenmektedir. Bunun için, Atinalılara karşı savaş kazanmış olan Minos onlardan, haraç olarak, her yıl Minotor’un yemi için yedi genç erkek, yedi genç kız ister. Üçüncü haraç yılı geldiğinde, Theseus Minotor’u öldürmek için Girit’e giden gemiye biner. Labyrintos’a sokulacak kafile halkın gözü önünden geçirilirken, kralın kızlarından Ariadne Theseus’u görür görmez ona aşık olur. Daidalos’un öğüdüyle Theseus'a bir yumak iplik verir. İpliğin ucunu girişe bağlamasını, böylece dönerken ipi takip edip çıkışı bulabileceğini söyler.Theseus, yün yumağını açarak, labirente ilerler. Theseus, uykuda yakaladığı Minotor’u kıpırdamaz halde yere bastırıp yumrukları ile öldürür.Tekrar ipi takip ederek labirentten çıkmayı başarır. Ariadne Theseus'un kendisiyle evleneceğine dair bir de söz alır.


Yazan: N.Kara

NUH TUFANININ SÜMER'DEKİ KÖKENİ

A, mitoloji, sümer mitolojisi, Sümerler, Nuh Tufanı, Nuh Tufanı Sümer kökenlidir, Nuh Tufanı Sümerler tarafından yazılmıştır, Sümer tabletlerinde büyük tufan, Utnapiştim,
Sümer'den gelen bir diğer temel Semitik efsane, insanlar, tanrıları öfkelendirdikten sonra dünyayı saran bir sel felaketidir. Tanrılar tarafından (ya da Tanrı tarafından) bir tekne inşa edilmesi yönünde uyarıda bulunulan bir kişi, tıpkı Nuh gibi ailesi ile birlikte Tanrıyı dinleyerek botuyla kurtuluyor ve insanların neslinin devam etmesini sağlıyorlar.

Çağdaş Irak'ta 1800'lü yılların ortalarında yapılan kazılarda, birçok Mezopotamya dönemi tableti ele geçirildi. Bunların arasında Babil seli efsanesi "Gılgamış Destanı" da yer aldı . Bu serinin 11. tabletinde sel baskını (büyük tufan) yazıyordu ve bazı farklılıklar olsa da olayın büyük kısmı Tevrat, İncil ve Kur'an'da yer verilen Nuh Tufanı'na benziyordu.

Tablette yer alan bu efsaneye göre, arkadaşı Enkidu'yu kaybettikten sonra ölümsüzlüğün sırrını aramaya başlayan Utnapiştim anlatılıyor. Utnapiştim'e insanların çıkardığı sesler nedeni ile tanrıların uyuyamadıklarını ve bu yüzden dünyayı sular altına almayı istediklerini anlatıyor. Bilgelik tanrısı Ea, Utnapiştim'e evini tekne haline getirmesini, bütün canlı varlıkların tohumunu almasını ve teknesindeki insanlara Enlil'in  gazabından kurtulmalarını söyleyerek uyardı. Utnapiştim, buna uyarak 7 gün içinde tekne yapmış ve bütün hayvanları, zanaatkârları onunla birlikte götürmüştür. Gelen sel tanrıları korku içinde kaçıracak kadar korkunçtu. Dünya 6 gün boyunca sular altında kalmış ve sular 7. günü geriye çekilmişti. Daha sonra tekne Mt'de dinlenmeye başladı. Nisir ve Utnapiştim bir güvercin, sonra bir kırlangıç, sonra bir kuzgun gönderdi. Kuzgun geri dönmediğinde o bir fedakarlık yaptı ve tanrılar fedakarlık üzerine bir araya geldi.

Gördüğünüz gibi, bu efsanede Nuh'un seliyle çok benzerlikler var, fakat aynı zamanda pek çok farklılık var. Felaketten sadece Nuh'un ailesi sağ çıkmıştı, Nuh ve zanaatkârlar değil. Dünyanın günahı ve kötülüğü üzerine üzülen ve ceza veren tek bir Tanrı vardır ve bu da selin sebebi olmuştur. Birden fazla tanrı karakterinin çok fazla gürültü çıkaran erkekler tarafından rahatsız edilmesi ile başlamamıştı Tufan. Kutsal Kitap'ta sel yaklaşık bir yıl sürdü, ancak bu efsanede yalnızca bir hafta oldu. Nuh her türden iki tane almıştı ancak, Utnapiştim hayvanların tohumlarını aldı. Nuh kuzgunu güvercinden önce göndermişti. Bunun nedeni, kuzgunların leş yiyici olması, güvercinlerin vejetaryen olmasıydı ve amaçlardan biri bitki hayatının mevcut olup olmadığını öğrenmekti. Hikayede ise önce güvercin sonra kuzgun gönderiliyor

Gılgamış destanında inşa edilen tekne kübiktir (uzunluk, genişlik ve yükseklik hepsi eşittir) ve 7 katlıdır. Kutsal varsayılan kitaplardaki Nuh'un gemisi ise dikdörtgen şeklinde ve hassas ölçülere sahipti.

Tanrıların onların arzularına uyduğu ve insanın tohumunu koruduğu için mutluydu. Tanrıların güven ve sadakati karşılığında kendisine ve eşine ölümsüzlüğün armağanı ve göksel tanrılar arasında bir yer verilmişti.

Yazan: A.Kara

İSLAM MİTOLOJİSİ

İslam, Hristiyanlık gibi, Pagan & Yahudi geleneklerinden gelişmiş tek tanrılı bir Semitik inançtır (İslamiyet öncesi Arap dini paganizm yani putperestlikti). MS622 sonrası, Muhammed adlı bir Arap kendini Tanrı'nın peygamberi olarak ilan etti. İslami gelenek İbrahim'i, Nuh'u, Musa'yı ve Yahudiliğin diğer eski patriklerini daha önceki peygamberler olarak tanır. Müslümanlar, İslam'ı takip edenler, İsa'nın peygamber olduğuna da inanmaktadırlar.

Muhammed'e bildirildiğine inanılan Allah'ın sözleri, İslami kutsal metin olan Kuran'da yer almaktadır. Zaman geçtikçe, İslam dünyasındaki Müslüman akademisyenler ve öğretmenler Muhammed ve onun takipçileriyle ilgili daha fazla bilgi yanı sıra İslam hukukunun yorumları ve peygamberlerin sözlerini de eklemişlerdir. Semitik, Fars ve Yunan mitolojisinin unsurlarını ya da Muhammed, ailesini ve İslam tarihindeki diğer kilit figürleri anlatan hikayeler eklediler.

Böyle bir hikaye anlatımı resmi olarak İslam'ın bir parçası değilse de ve bazen İslami yetkililer tarafından cesaret kırıcı olsa da, birçok Müslümana hitap ediyordu. İslam yeni alanlara yayılırken, yerel gelenekler ve efsaneler temel İslam inançlarıyla karıştı. Örneğin, Pakistan'da, sevgiyle ölmekte olan kızlarla ilgili eski halk hikayeleri, Allah'la birleşmeye özlem duyan ruhların simgesi olarak görülüyordu.

Muhammed'i çevreleyen efsanelerin birçoğu ona mucizevi olaylar hediye etti. Bazı masallarda Muhammed'in zehirli et yemek üzerindeyken etin onu yememesi konusunda Muhammed'i uyardığı söyleniyor. Bir efsaneye göre ise, melek Cebrail, Burak adındaki kanatlı bir ata bindirdiği Muhammed'e eşlik ederek diğer peygamberlerle tanıştığı cennete mistik bir yolculuğa çıkarıyor.

Aynı şekilde, mistik İslam kardeşliklerini kuran tarihsel figürler, aslanlara binmek ve hastayı iyileştirmek gibi mucizelerin öyküleri ile bağlantılı hale geldi. Bazı durumlarda, bu efsane İslam öncesi tanrı ya da kahramanlar hakkında geleneksel efsanelere sahiptir. Büyük İskender hakkında romantik hikayeler, Musa'nın bir arkadaşı olduğu söylenen bir İslami efsanevi figür olan ve yolcuların koruyucusu olan Khir hakkındaki hikayelerin bazılarını renklendirmiş olabilir.

Yazan: A.Kara

TÜRKLERİN NOEL BABASI "AYAZ ATA"

Ayaz Ata, mitoloji, Türk mitolojisi, Ayaz Han, Ayas Han, Noel baba, Türklerin Noel babası, Türk kış Tanrısı, Ak Ayas, Ayoz Bobo, Türklerde kışı getiren Tanrı, Türklerde yılbaşı kutlaması, A,
Ayaz Ata, özellikle Kazak ve Kırgız Türklerinin soğuk Tanrısıdır ve Türk, Altay ve Orta Asya mitolojisinde, İslamiyet öncesi Türk toplumlarında ve geleneklerini koruyan günümüz Öz Türk toplumlarında önemli bir karakterdir. Ayas(z) Han olarak da bilinen bu karakter Santa'nın (Noel baba) Türk versiyonudur.

"Ak Ayas" olarak da bilinen bu karakter inanışa göre ay ışığından yaratılmıştır ve soğuk havaya neden olmaktadır. Ayoz Bobo, Ayaz Ota, Ayas Han gibi isimlerle de bilinen bu karakter, göğün altı deliği olan Ülker yıldız kümesindeki 6 yıldızın deliğinden soğuk hava üfleyerek kışı getirir. Yılbaşına yakın geçen bu dönemde, yakıcı soğuk olan ayazlar meydana çıkmışken, ay da gökyüzünde göründüğü için eski Türklerce Ayas Han'ı Ay Tanrısı'nın gönderdiğine inanılırdı.

Ayaz Ata isimli bu mitolojik karakter, kimi Türk toplumlarında bir Tanrıdan ziyade Noel baba gibi insani bir figürdür. Örneğin Kazaklardaki hali ile Ayaz Ata, soğukta ortaya çıkıp kimsesiz ve açlara yardım eden bir varlıktır.

Etimolojik ve kültürel yönleri ile Ayaz Ata karakterinin gerçekten var olmuş olabileceğine kesin gözüyle bakan birçok insan vardır, bazılarına göre bu karakter bir Hristiyan azizidir (Özellikle Hristiyanlığın erken yayıldığı Türk toplumlarında bu görüş bulunmaktadır).

Ay kökünden türeyen Ayaz Ata isminde soğuk ve ay ışığı anlamı vardır. Mehtap (ay ışığı) anlamına da gelen Ayas aynı zamanda kara kış anlamına da gelmektedir.

TÜRKLERDE ÇAM SÜSLEME VE YILBAŞI KUTLAMASI "NARDUGAN"

Yazan: A.Kara
Türklerde yılbaşı kutlaması, Türklerde çam süsleme, Nardugan, Müslüman yılbaşı kutlar mı?, Eski Türkler'de yeni yıl kutlamaları, Çam ağacı süslemek, Noel, mitoloji, sümer mitolojisi, A, Nardoqan,

NARDOĞAN BAYRAMI VE AĞAÇ SÜSLEME GELENEĞİ

Tüm dünyada 25 Aralıkta Noel adı altında İsa'nın kutsal sayılan doğuşu kutlanır, buna "Milat Yortusu" da derler. Zamanla Hristiyanlığa ait olan Noel, 20.yy itibari ile Hristiyanlığa özel olmaktan çıkıp dini içeriğinden arınarak tüm dünyada, Hristiyan olmayan kişilerce bile kutlanmaya başlanmıştır. Fakat Noel kutlamalarının temeli paganizm olduğundan (paganlarda kış festivalleri ve Yule kutlanırdı) bidat olarak görülür. Ne var ki pagan uygulamaları gerçekten de Noel'in temelini oluşturmaktadır.

Hristiyanlık öncesi dönemde putperestlik inancında olan eski Roma'da 25 Aralık tarihi güneş tanrısının doğum günüydü. Büyük Konstantin'in toplumsal barış ve refahı korumak adına Roma'nın yeni geçtiği Hristiyanlık dinine pagan geleneği olan Güneş Gününü'de eklediği ve bunu İsa'nın doğum günü olarak kabul ettirdiği iddia edilir. Zaten dönemin birçok Hristiyan'ı tarafından İsa evrenin nuru, güneşi olarak algılanıyordu. 

Bilindiği üzere Noel kutlamaları öncesi hazırlık yapılır, süsleme, hediye derken, renkli geçen bir etkinliğe dönüşür, hatta bu etkinliğe asıl renk getiren ve bir sembole dönüşen şey Noel ağacıdır.

Yıllardır yapılan araştırmalar Noel ağacının paganlardan gelen bir uygulama/ritüel olduğunu gösteriyor. Ayrıca yine bu araştırmalar göstermektedir ki, Hristiyan toplumlarca İsa'nın doğuşu olarak kutlanan Noel, eski Türklerin bayramı olan Nardoğan'a başta biçimsel özellikleri ile oldukça benzerlik gösterse de ikisi kesinlikle aynı şey değildir.

Kış eski dönem halkları için en ağır dönemlerdendir. Çünkü sert soğuk ve rüzgarlar sürüleri beslemenizi zorlaştırır, meraları kurutur, sık yağan kar ve ciddi soğuklar hayvanların ölmesine neden olur. Diğer yandan halk mecburen sakladığı erzakları yemek zorundaydı ama bunları uzun süre yettirmek zor olduğundan çok az yiyerek yaşamak gerekiyordu. Yani dönem insanları için kış, kıtlık, kaos, kötü güçlerin canlanması yani yılın ölümüdür. Hatta çadırlarda yaşadığınızı düşünürseniz, sert kış şartlarında çadırdan dışarı adım bile atamazsınız, her tarafınız kar ile kaplı olur, kimse çadırından dışarı çıkamaz. İşte bu yüzden Türk ve Moğolların kış için "Ölüm Mevsimi" dediği görülmektedir.
Tüm bu zorluklar sonrası gelen baharın kutlanması, ona dair türlü mitoslar üretilmesi tabi ki kaçınılmaz olacaktır.

Nardoğan veya Nardugan'ın (Azeri Türkçesi: Narduqan) Sümer geleneğinden gelen bir Türk tatil kavramı olduğu düşünülür. Bu kelime günümüzde çoğu Orta Asya dilinde kış gün dönümü için kullanılmaktadır. Aynı zamanda bazı Türk toplumlarında Noel bayramı için eşdeğer bir isim olarak da kullanılır.

"Nar" Güneş demektir. Nardogan'da "Doğan Güneş" anlamına gelir. 

Muazzez İlmiye gibi bazı araştırmacılara göre Nardugan'ın kökeni Sümerlerdir ve Türklerdeki temeli budur. Fakat böyle olmayıp, bu benzerlikler doğa ile iç içe yaşayan farklı toplumlarda da görüldüğü üzere benzer şartlarda yaşayan insanların bilincinin ortak evriminin bir sonucu da olabilir. (İskandinav ve Türklerin ağaç, Kızılderililer ile Türklerin doğaya, elementlere dair birçok inanışının benzer olması gibi)

İslamiyet öncesi Türklerde ve hala bazı günümüz Öz Türklerinde yeni yıl bayramı olan Nardoğan kutlanmaktaydı ve kutlanmaktadır. Bu yeniden doğuş kutlamasının sebebi Türklerin eski inancındaki gece ile gündüzün savaşmasıdır. Ay yılı esasına dayalı takvim kullanan Türkler için en uzun gece olan 21 Aralık çok önemliydi, bu günü takiben ilk dolunayın çıktığı gün (22 Aralık) yeni yılın ilk günü sayılırdı (ay yılı takviminden dolayı).

Çin'in Song hanedanlığından Wang Yen-te seyahatnamesinde Uygur Türklerinin yaz ve kış dönenceleri için festivaller düzenlediğini belirtir.

Kutlamaları şu sözlerle anlatır:
"Onların (Uygur Türklerinin) adetlerine [göre] büyük bir kısmı ata binerler ve ok atarlar. Kadınlar başlarına Yu-mao giyerler. Su-mu-ehe diye de bilinir. K'ai-yüan [devrinin] yedinci senesine (719) ait takvim kullanırlar ve üçüncü ayın dokuzuncu günü Han-shıh festivalini kutlarlar. Diğer iki She ve Tung-chıh* için aynı şeyi yaparlar." [2] Buradaki Tung-chıh, kış dönencesi olan 21 Aralıkta yapılan kutlamadır.

Eski Türk inanışında, birçok antik medeniyettekine benzer şekilde gece ile gündüzün sürekli savaş halinde olduğuna inanılırdı. 21 Aralık son uzun gece olduğundan gündüzün artık geceyi yendiği düşünülürdü çünkü gündüzler uzamaya başlayacak yani güneş galip gelecekti. İşte bu yüzden kutlamanın adı "Doğan Güneş". 21 Aralık gecesi bu yüzden insanlar tanrı Ülgen'e şükranlarını sunardı.

Gece ile gündüzün savaşı sonrası Ülgen gece ile gündüzü yeniden tanzim edip gündüzler uzamaya başlayınca halk Akçam ağaçları süslenerek Yeniden Doğuş bayramı kutlanır, ağaç etrafında geleneksel oyunlar oynanır, kopuz eşliğinde şarkı söylenir, ateş yakılır ve güneşi temsil etmesi adına daireler çizilerek güneşi çağırırlardı.

Türk şaman inancında ağacın önemi büyük. Farklı Türk topluluklarının yaşadığı farklı bölgelerden dolayı değişik ağaç türleri ön plana çıkabiliyor. Örneğin kimisinde kayın ağacı, akçam kimisinde selvi.

Ağaçlar Türk Şamanizm'inde hem alt dünya ile üst dünyayı, hem de tanrı ile insanları birbirine bağlayan nesneler olarak görülmüştür. İnsanların ağaç etrafında toplanıp coşkularını, isteklerini dillendirme nedeni de bu inanıştır.

Kayın ağacının tanrı Ülgen ve tanrıça Umay ile gökten indiğine inanılırdı. Şamanlara göre ağaçlar aynı zamanda gökyüzüne, yani tanrılara ulaşmak için birer araçtı. Bu yüzden Yakut şamanlarında her şamanın bir ağacı olur, ölen şamanın ağacı kesilirdi.

Uzun yaşayan, büyük ebatlı ağaçlar Türklerce kutsal görülmüştür. Bu yüzden çam ağaçları, akçam ağacı da İslamiyet öncesi eski Türkler için her zaman mukaddes bir ağaç sayılmıştır. Eski Türk toplumlarına, örneğin Altay Tatarlarına göre yeryüzünün tam ortasında, göğe kadar yükselen bir akçam ağacı bulunuyordu ve bu ağacın tepesinde Gök Tanrısı Ülgen oturuyordu.

Türkler buna "hayat ağacı" diyor, bu ağacın motiflerini halı, kilim gibi materyallere işleyerek yansıtıyorlardı.

Bu kutsiyet inancından dolayı Türkler kutsal bildikleri çam ağaçlarını evlerine alıp onun şerefine bayramlar düzenliyorlardı.

Akçamı evine getiren Türkler, Tanrıya seslerini duyurabilmek için ağaç dallarına kurdeleler bağlayıp onu süsler, dileklerini yazıp dallarına asar, altına hediyeler bırakırdı.

Özel bir gün olduğundan günümüz bayramları gibi, bu bayramda da insanlar özel kıyafetler giyip bayram temizliği yapar, aileler bir araya gelip yemek ve şeker yerdi.

İnanıyorlardı ki Ülgen için yapılan bunca eğlence, süslemeler ve sunulan hediyeler hiçbir zaman boşa gitmez. Ülgen tüm bunları kabul edip güneşin gökyüzünde daha uzun süre kalmasını ve gecelerin kısalmasını sağlayacaktır.

Akçam ağacı sadece Orta Asya'da yetiştiği için Filistinlilerin bu ağacı bilmediği, eğer bu ağaçtan haberdar olsalardı muhtemelen onların da bu uygulamalardan etkileneceği söylenir. Yani belki de şuan işin aslını bilmeden yılbaşı kutlamalarına karşı çıkan birçok Müslüman aynı kutlamaları yapıyor, güneşi selamlıyor olacaktı. Yani bu uygulamayı Hristiyanlardan almış değiliz. Onlar bunu tanıştıkları İskandinavlardan almışlardır, bunda da en büyük etken Avrupa'ya gelen Hun'lardır. Çünkü böylece Cermenler göç edip dünya üzerindeki farklı yerlere dağılmaya, dolayısı ile bu geleneği de yaymaya başlar. Hristiyanlar İsa'nın doğuşunu kutluyor olabilir fakat Türklerce kutlanan doğum İsa'nın değil "Güneş"in yeniden doğuşudur.

KAYNAKLAR
[1] Uygarlığın Kökeni Sümerler - Muazzez İlmiye Çığ
[2] Çin Elçisi Wang Yen - Te'nin Uygur Seyahatnamesi /Prof. Dr. Özkan İzgi Türk Tarih Kurumu Basımevi-Ankara 1989

SÜMER TANRISI DUMUZİ VE KIŞ GÜNDÖNÜMÜ

Hazırlayan: A.Kara
mitoloji, sümer mitolojisi, Sümerler, Sümer Tanrısı Dumuzi,Sümerlerde yılbaşı kutlamaları,Nardoqan,Nardugan,Dumuzi ve Inanna,Çoban tanrısı Dumuzi,Yule kütüğü,Paganlardan yılbaşı kutlamaları,A

DUMUZİ (TAMMUZ) VE KIŞ GÜN DÖNÜMÜ

Dumuzi (Dumuzid / Tammuz=Temmuz) antik Sümerler arasında "Çoban Tanrısı" olarak adlandırılmıştır. Bu genç tanrının yer altında mahsur kaldığına inanılırdı. İnanışa göre daha sonra İnanna inip onu kurtararak yeryüzüne geri dönmesini sağlar.

Fakat Sümer efsaneleri gösteriyor Dumuzi, yani Temmuz'un yılın 6 ayı boyunca yer altında kalacağı, kalan 6 ay ise yeryüzüne çıkacağına inanılırdı. Yani Temmuz Yaz gün dönümü başlayınca 6 ay boyunca ölür, sonra kış gün dönümü ile tekrar dirilip 6 ay boyunca yaşar. Bu inanış doğanın canlanmasını, bitkilerin yeşermesini simgeler.

Zaten Dumuzi adı "Yaşam oğlu" olarak tercüme edilir. Dumu: oğlu veya çocuğu, Zi: yaşam gücü veya sadakati demektir. Bu yüzden "Sadık oğul" olarak da tercüme edilir.

Çobanların, balıkçıların ve bitki örtüsünün tanrısı olarak görülmüştür. Bu yüzden 21 Aralıkta yeniden doğumu kutlanır, kutlamalarında her daim yeşil kalabilen hayat ağacı kullanılırdı. Halk böylece onu onurlandırmaya çalışırdı.

Neden hayat ağacı? derseniz, sebebi kışın ölmemeleri ve ölümün yaşam tarafından ele geçirilmesini temsil etmeleridir.

Buna benzer kutlamalar eninde sonunda eski doğu, Akdeniz ve Avrupa'da da görülür. Dünyanın birçok yerinde ölüm gecesi ve Güneş'in yeniden doğuşu ile ilgili gelenekler türemiştir.

Bunların arasında Yule kütüğü de vardı. Daha sonraki Sümer kültüründe bu kütük Güneş tanrısı Nimrod'u temsil etmiştir ve kutlamalar sırasında ağaçların altına Nimrod için hediyeler bırakılmıştır.

Bu kutlamalar Babil toplumundaki Akitu adlı bahar kutlamalarında da görülür. Zaten Akitu'nun Sümer dilindeki karşılığı "Arpa kesme", "Arpa ekme", Akad dilinde ise "Yılın başı" yani Yılbaşıdır. Fakat bu yılbaşı, bildiğiniz 1 Ocak değildir; Sümer takviminin 2 yarım yılını esas alır.

Akitu ayrıca Babil dininde Marduk'un Tiamat'ı öldürüp parçalara ayırmasına, onun mutlak zaferine adanmış bir isimdir. Zaten Tiamat'ın öldürülmesinin de başlayacak refahı ve verimliliği simgelemesi güçlü bir olasılıktır çünkü onun ölümü aynı zamanda bitki örtüsünün, yer ve göğün oluşmasını sağlayacaktır.

ESKİ SÜMER METİNLERİNE GÖRE İNSANOĞLUNUN KÖKENLERİ

Hazırlayan: A.Kara
sümer mitolojisi, Sümer, Sümerler, Sümerlerde yaratılış, İlk insanın yaratılışı, Adem ve Havva, Sümer yaratılış, mezopotamya mitolojisi, Enuma Elish, Dünyanın yaratılışı, A, mitoloji, Eden
BULGULARA GÖRE ANTİK SÜMER DİNİNDE İNSANIN YARATILIŞI

Mezopotamya'da, günümüzde modern Irak'ta M.Ö. 4500 yıllarında Sümer ülkesi gelişti. Sümerler, kendi dili ve yazı sistemi, mimarlık ve sanat, astronomi ve matematik gibi gelişmiş bir medeniyet yarattılar. Onların dini sistemi, yüzlerce tanrıdan oluşan karmaşık bir sistemdi. Eski metinlere göre, her Sümer şehri kendi tanrısı tarafından korunuyordu; İnsanlar ve tanrılar bir arada yaşarken, insanlar tanrılara hizmet ediyorlardı.

Sümer yaratılış efsanesi M.Ö. 5000 yıllarında kurulmuş eski bir Mezopotamya kenti olan Nippur'da bulunan bir tablette görünmektedir.
Sümer tabletlerine göre Dünya'nın yaratılması şöyle başlar (Enuma Eliş) :

Cennetin yüksekliği belirlenmediğinde,
Ve altındaki dünya henüz bir isim taşımadığında,
Ve onlardan doğan ilkel Apsu,
Ve kaos, Tiamut, ikisinin de annesi
Suları bir araya getirildi,
Ve hiçbir alan oluşmadı, bataklık görülecek değildi;
Tanrıların hiçbiri yaratılmaya başlanmadığında,
Hiç kimse bir isme sahip değilken ve hiçbir kader belirlenmedi;
Sonra tanrıların cennet ortasında yaratıldığı,
Lahmu ve Lahamu varoldu ...

Sümer mitolojisi, başlangıçta, insan benzeri tanrıların Dünya üzerinde hüküm sürdüğünü iddia ediyor. Dünyaya geldiklerinde yapılacak çok iş vardı ve bu tanrılar toprağı toplayıp, yaşayabilir hale getirmek ve minerallerini madenciliği için kazdılar.
Metinler, bir noktada tanrıların emeklerine karşı ısrar ettiklerini belirtiyor.

Tanrılar erkeklerden hoşlandıklarında
İşi tamamladım ve parası vardı
Tanrıların işi harikaydı,
İş ağırdı, sıkıntı çoktu.

Tanrıların tanrısı Anu, emeğinin çok büyük olduğunu kabul etti. Oğlu Enki ya da Ea, emeği üstlenmek için insan yaratmayı önerdi ve böylece, kız kardeşi Ninki'nin yardımı ile yaptı. Bir tanrı öldürüldü, vücudu ve kanları kil ile karıştırıldı. Bu materyalden ilk insan tanrılara benzer şekilde yaratılmıştır.

Birlikte bir tanrı öldürdün
Onun kişiliğiyle birlikte
Senin ağır işini kaldırdım
Ben de erkeğe zorluk verdim.
...
Çamurda, tanrı ve adam
Bağlanacak.
Bir araya getiren birlik için;
Böylece gün sonuna kadar
Et ve Ruh
Hangi bir tanrıda olgunlaştı -
Kanındaki bu ruhta akrabalık bağlıdır.

Bu ilk adam Eden'de, 'düz arazi' anlamına gelen bir Sümer kelimesi yaratılmıştır. Gılgamış Destanı'nda Eden, tanrıların bahçesi olarak anılır ve Mezopotamya'da Dicle ve Fırat nehirleri arasında bulunur.

sümer mitolojisi, Sümer, Sümerler, Sümerlerde yaratılış, İlk insanın yaratılışı, Adem ve Havva, Sümer yaratılış, mezopotamya mitolojisi, Enuma Elish, Dünyanın yaratılışı, A, mitoloji, Eden
(Enki'yi yaratılış mitinde tasvir eden Sümer tableti.)

Başlangıçta insanlar kendi başlarına üreyemedi, ancak daha sonra Enki ve Ninki'nin yardımıyla değiştirildi. Böylece, Adapa tamamen işlevsel ve bağımsız bir insan olarak yaratılmıştır. Bu 'değişiklik' Enki'nin kardeşi Enlil'in onayı olmaksızın yapıldı ve tanrılar arasındaki çatışma başladı. Enlil insanın düşmanı oldu.

Sümer tabletleri insanların tanrılara hizmet ettiğinden, çok sıkıntı ve acı çektiğinden söz eder.

Adapa, Enki'nin yardımıyla Anu'ya yükseldi ve burada 'yaşam ekmeği ve suyu' hakkında bir soruyu cevaplamadı. Bu yaratılış öyküsündeki Eden'in Adem ve Havva'nın yaratılış hikayesine oldukça benzer olduğu görülmektedir.
Hazırlayan: A.Kara

Kaynak: Eden Tanrılar Kitabı | William Bramley

HERVOR

Hervor, Nimrael, mitoloji, İskandinav mitolojisi, Kurt ve köpeklere bırakılan Hervor, Savaşçı kadın Hervor, Mitolojide kadın karakterler, Savaşçı kadın, Norveç mitleri, Valkür Hervor, Valkür, Hervor, bir zamanlar güçlü ve korkusuz bir savaşçıydı, kimseden herhangi bir yardım ya da başka bir şey almadı. Babasının ölümünün intikamını büyülü bir kılıç ile aldı, kendine “Medeni” diyen kralların topraklarına baskınlar ve yağma seferleri düzenledi, ve Norveç’te herhangi bir savaşçıdan daha büyük olduğunu kanıtladı.

Babası büyük bir savaşçı ve annesinin babası da vahşi bir savaşçıydı, yani Hervor her halükarda savaşçı olacaktı. Babasının efsanevi bir savaşta, Valhalla’yı aratmayan bir savaşta bir savaşçının karnına sapladığı kılıç yüzünden ölmesinden çok kısa bir süre sonra doğmuştu Hervor. Babasını tanıyan herkes, onu öldüren savaşçının barbar ve kana susamış canavar olduğunu biliyordu ve hem kıza hem de köydekilere yapacaklarından korkuyorlardı, bu yüzden Hervor’ı doğduğunda bir koruluğa götürüp orada onu kurtların ya da köpeklerin yemesine terk ettiler. Ancak bu hiçbir zaman olmadı; Hervor insanların beklediğinin aksine sağ kurtulmuş hatta inanılmaz biçimde büyümüştü. Uzun, güçlü ve demir gibi sertti, kızıl-altın arası saçları vardı ve eli bir kılıcı çok iyi kavrıyordu. Hervor’ın köyündeki kızların örgüyü, dikiş ve nakışı ve diğer sıkıcı şeyleri öğrendiği bir zamanda kendisi ata binmeyi, okçuluğu ve kılıç kullanmayı öğreniyordu, komşuların çocuklarını rutin iş olarak kavgada yenip onları mor gözler ve kırılmış kemiklerle evlerine, annelerinin yanına yollardı.
Hervor, evde oturup dikiş-nakış yapan ev hanımı olmak yerine kılıcını kullanmayı tercih etti ve evden ayrıldı. Peki kalkan hanımları ya da savaşçı kadınlar ne yapar? Drakkar denilen gemilere biner ve kader nereye götürürse oradaki yağmalara katılırlardı. Köyün reisi diğer Viking kabilelerinden biri ile yaptığı savaşta katledilince Hervor’dan daha güçlü ya da daha karizmatik biri yoktu liderlik etmek için, bu yüzden köylüler onu liderleri seçti. Ve liderliği ise yanıltmadı; onları zenginliğe ve zafere sürükledi.

Kılıcının uzandığı her düşman köyünde, yaptığı her yağma ile ünü gittikçe yayılmıştı. Yine de babası sadece bu tür olaylar için ünlü değildi; babası efsanevi Tyrfing’in taşıyıcısıydı. Hervor ise bunu taşımayı arzuluyordu. Efsaneye göre kılıcı Dwerger adında bir cüce, büyüleri kullanarak ateşte dövmüştü. Altın süslemeli bu kılıç, yeryüzünde bulunan herhangi bir kılıçtan daha ölümcüldü. Ancak kılıç lanetliydi. Büyük Beyazlar olarak bilinen yamyamlardan bile ölümcül hale geldi ve Hervor’un babası, kılıcı her seferinde kanla ıslattığında tehlikeye o kadar yaklaşıyordu. Böylece kendi arkadaşlarından birini en sonunda öldürmüştü. Kendisi ölünce ise kılıç onunla birlikte gömüldü ve insanlar bu uğursuz kılıcın tekrar kullanılmamasını tercih ettiler. Ama Hervor öyle düşünmüyordu. Bir gün çıktığı seferde babasının gömüldüğü adaya geldi ve kılıcı ondan almaya geldi. Gecenin bir yarısı yaptıkları ilk iş büyük ateşler yakmak oldu ve hayaletlerin çılgınca dağılmasını sağladılar. Hervor’ın emri altındaki hiçbir adam gemiden ayrılmaya cesaret edememişti. Hervor, gemiden atladı ve bu adamların sahip olduğundan daha erkek olduğunu kanıtladı. Adamlarına ise korkak pislikler gibi davrandı. Babasının gömülü olduğu mezara geldi ve babasının ruhunu hakaretlerle, lanetlerle çağırdı. Babası, mezardan büyük bir alev çıkarak cevap verdi ama Hervor hızla kenara atladı ve kılıç olmadan terk etmeye niyeti yoktu. Kılıcı aldı ve yaşam bulunmayan babasının ve amcasının cesetlerine baktı. Ruhlar ona kılıcın lanetli olduğunu ve ailesine felaketler getireceğini söyledi. Kendisine kızgın birçok hayalet duruyordu karşısında ama hiçbiri umurunda değildi ve gemisine gitti. Gemiye geldiğinde adamları onu terk etmişti çoktan. Adamlar sahilde çığlıklar atarak oradan oraya kaçarken Hervor adadan gidiş yolu bulmayı başarmıştı. Köyüne yine cenk hanımı olarak dönmüştü.
Tyrfying’in elinde olması ile artık dövüşlerde durdurulamaz olmuştu. Bir gün Norveç Kralı ile zar oynuyordu. Kılıcı ile oynayan adamları gören Hervor öfkelendi ve adamları kraliyet salonunun ortasında katletti. Kimse onu tutuklamaya cesaret edemedi.

Hervor daha sonraları evlenmişti ve çocukları olmuştu. Oğlu Heidrik, Tyrfing’i miras olarak almıştı, bu kılıcın kana susamış etkileri annesinden daha çok etkilemişti Heidrik’i. Hatta bu kılıç onun kardeşini ve üvey oğlunu öldürmesine sebep olmuştu. Hatta bir savaşta etrafı Hunlar ile çevrilmiş ve katledilmişti (Büyükannesinin adına sahip Hervor adındaki kızı da bu savaşta harp etti ve katledildi). Heidrik aynı zamanda bir prenses ile evliydi, yani hayatı kandan ibaret değildi.
Heidrik, Tyrfing’i miras aldığında Hervor’a ne olduğu bilinmiyor. Bazıları intikam için yapılan bir savaşta öldüğünü, bazıları ise yaşlanması yüzünden hayata gözlerini yumduğunu söyler. Sonraki dönemlerde ise Hervor adında bir Valkür’ün sagaları görülür ve gerçekte yaşayan Hervor’dan ilham alındığı ihtimali vardır. Bu Valkür, uzun savaşlar sonucu yorgun düşmüş ve öldüğünde Valkürler arasına katılmıştır.

Yazan: Nimrael