HABERLER
Dini Haber
mitoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mitoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

TANRIÇA KALİ

Hazırlayan: A.Kara
Hint mitolojisi, Kali, Tanrıça Kali, Hint Tanrıçaları, Ölüm tanrıçası, Kıyamet tanrıçası, Parvati, Şiva, Hint efsaneleri, Kali'nin doğuşu, Durga, Mahishasura, Mahisa, A, mitoloji,

HİNT TANRIÇASI KALİ

Hindu tanrıçası Kali, ölüm, zaman ve kıyametin tanrıçası (veya Devi) 'dır ve sıklıkla cinsellik ve şiddet ile ilişkilendirilir ancak aynı zamanda güçlü bir anne figürü olduğundan anne ve anne sevgisinin sembolü olarak kabul edilir. Kali ayrıca bünyesinde kadınsı enerji, yaratıcılık ve doğurganlığı (shakti) barındırır. Büyük Hindu tanrısı Şiva'nın karısı Parvati'nin vücut bulmuş halidir. Kali sanatta en çok kesilmiş kafalardan oluşan bir kolye takmış, kesik kollardan oluşan bir etek giyinmiş, dışa çıkmış bir dil ile kan damlayan bir bıçağı işaret eder biçimde korku veren bir dövüş figürü olarak temsil edilir.

İSİM VE TAPINMA
Kali’nin adı Sanskritçe “siyah olan” veya “ölüm olan” dan gelir ancak aynı zamanda Chaturbhuja Kali, Chinnamastā veya Kaushika olarak da bilinir. Zamanın bir düzenlemesi olarak her şeyi mahveden Kali, ölümlüler ve tanrılara karşı konulmaz bir biçimde çekici gelen Kali aynı zamanda (özellikle daha sonraki geleneklerde) bir anne tanrıçanın yardımseverliğini temsil eder.

Tanrıçaya doğu ve güney Hindistan'da, özellikle de Assam, Kerala, Keşmir ve Bengal'de ibadet edilmiştir. Günümüzde her yıl yeni ayın gecesinde düzenlenen Kali Puja festivalinde ve Kalküta şehrinde ibadet edilmektedir.

KALİ'NİN DOĞUŞU
Kali'nin nasıl ortaya çıktığına dair pek çok inanış vardır:

1.İNANIŞ
Bir efsane, her bir elinde bir silah taşıyan, aslan ve kaplana binen on kollu savaşçı Durga'nın bizon şeytanı Mahishasura (veya Mahisa) ile savaşmasıyla ilgilidir. Durga öfkelenmeye başladı ve öfkesi alnından Kali şeklinde çıktı. Doğduktan sonra çıldıran karanlık tanrıça çıldırdı ve karşılaştığı şeytanları yedi, başlarını boynundan geçirdiği bir zincire bağladı.

Kali’nin günahkar veya haksızlık edenleri buluşturacağı kanlı saldırılarının sakinleştirilmesi imkansız görünüyordu ve bundan hem insanlar hem de tanrılar etkileniyordu. Neyse ki güçlü Şiva (Shiva), Kali’nin yıkıcı öfkesini onun yoluna uzanarak durdurdu ve tanrıça önünde tam olarak kimin durduğunu anladığı zaman nihayet sakinleşti.

2.İNANIŞ
Tanrıça'nın doğumunun başka bir versiyonunda Kali, Parvati koyu tenini değiştirirken Kali'ye dönüştü. Bu yüzden isimlerinden biri Kaushika (Kılıf) iken Parvati'nin isimlerinde biri Gauri (Adil Biri) olarak kaldı. Bu efsane Kali’nin ebedi karanlığın simgesi oluşunu, hem yok etme hem de yaratma potansiyeli taşıyan karanlığı vurgulamaktadır.

3.İNANIŞ
Üçüncü efsaneye göre sadece bir kadın tarafından öldürülebilen Daruka erkekler ve tanrılara korku salıyordu. Tanrılar Parvati'den bu baş belası şeytanla başa çıkmasını istendi. Parvati bu isteğe Şiva'nın (Shiva) boğazından aşağı atlayarak cevap verdi. Bunun nedeni, Şiva'nın yıllar önce, yaratılış sırasında okyanusun çalkalanmasından kaynaklanan ve dünyayı kirletmekle tehdit eden zehir olan Halahala'yı yutmasıydı. Parvati, hala Şiva’nın boğazında durmakta olan zehirle birleşerek Kali’ye dönüştü. Şiva'nın boğazından yeni kılığı ile dışarı fırlayan Kali hızla Daruka'ya yöneldi ve dünya bir kez daha iyiydi.

KALİ VE RAKTABİJA
Kali’nin doğumunun bir başka versiyonunda, korkunç iblis Raktabija’nın (Kan tohumu) hikayesi vardır. Bu iblis de çoğu iblis gibi insanlara ve tanrılara büyük sıkıntılara neden oluyordu ama daha da kötüsü kanının bir damlası yere döküldüğünde daha fazla iblis doğuruyordu. Bu nedenle Raktabija her saldırıya uğradığında tek sonuç başa çıkacak daha fazla şeytandı. Tanrılar birlikte çalışmaya, bütün shakti'lerini ve ilahi enerjilerini birleştirmeye ve Raktabija'yı yok edebilecek süper bir varlık üretmeye karar verdiler; sonuç Kali idi (başka bir efsanede Kali sadece Durga'dan ortaya çıkar).

Tanrıların ilahi silahı olan Kali hızla Raktabija'yı ve şeytanlarını aradı ve daha fazla kan dökülmemesi için hepsini yutmaya başladı. Kali, Raktabija'nın kafasını bir kılıçla kesip attı ve ardından onun kanının tamamını içti. Kan damlalarının hiçbirinin yere düşmediğinden emin olduktan sonra hiçbir şeytanın dünyayı tehdit edemeyeceğine kanaat getirdi.

Başka Bir Efsane
Kali'nin yer aldığı ünlü bir efsane ise bir grup hırsızla ilgilidir. Hırsızlar, Kali'ye bir insan kurban etmek istediler ve kurban etmek için aptalca bir seçim yaparak bir Brahman rahibini seçtiler. Onu en yakın tapınağa sürükleyen hırsızlar heykel önünde kurban vermeye hazırlanırken aniden Kali'nin heykelinin hayata döndüğünü gördüler. Hırsızların bir keşişi öldürme planından öfkelenen tanrıça, hızlı bir intikam alarak tüm çetenin kafasını kesti ve eğlenmek için başlarını savurdu. Serbest kalan Brahmin ise bilgeliğin bir yansıması olarak hayatına devam etti.

ALAYCI KUZGUN

Hazırlayan: A.Kara
A, mitoloji, Çeroki mitolojisi, Alaycı kuzgun, Kızılderili mitolojisi, Mitolojide kuzgun, Amerikan mitolojisi,

ÇEROKİ MİTOLOJİSİNDE ALAYCI KUZGUN

Ön Bilgi: Çerokiler, yurtları ABD'nin Güneydoğusu olan (Georgia, Güney Karolina vb.) ve sömürgeci-ırkçı beyazların baskıları ile platolara sürgün edilen Kızılderili halkıdır.

Çeroki mitolojisinde çok ilginç ve tehlikeli yaratıklar var. Bunlardan biri de alaycı kuzgundur. Bu avcı kuzgunun kayan bir yıldız gibi dünyaya düştüğü söylenir. Doğaüstü yönleriyle çok güçlülerdi. Cadılar, şeytanlar, peri ve cinler onlardan korkuyordu çünkü onlar buradan değillerdi.

Uçarken çıkardıkları çığlıklar nedeniyle alaycı kuzgun olarak adlandırılıyorlar ve dalışa geçerken kuzgunları taklit ediyorlar, ancak kayan bir yıldız gibi uçarken yıldızlara benziyorlardı.

Ölümsüz olan bu yaratıklar yataklarındaki insanları arıyorlardı. İnsanların kalplerini yiyerek yeryüzünde harcadıkları zamanı telafi ediyor, insanların yaşam gücünü alarak kendi zamanlarına katıyorlardı.

Ayrıca inanışa göre kendi çürük uzuvlarını değiştirmek için ölülerin vücutlarını da parçalıyorlardı. Aşırı yaşlı insanlara benziyorlardı, o kadar yaşlılardı ki cinsiyetlerini anlaması bile zordu. Fakat onlar delip geçen çığlıklara, uçma kabiliyeti ve keskin bıçakları andıran tırnaklara sahiptiler. İnanışa göre eğer alaycı kuzgunlar hayat çalarken veya beslenirken rahatsız edilirse saldırdıkları kişi lanetlenir ve sonunda onlar da birer kuzgun olurlardı.

Onları tespit etmek için kullanılan tılsımlar vardı. Bazı kemik tipleri ve baykuş tüyleri ve deri ipler ile yapılan bu tılsımlar kuzgunlar yakınlara geldiğinde titreyerek işaret verecek şekilde bağlanırdı. Yaprak dökmeyen dumanları onları uzaklaştırırdı. Ateş veya yıldırım çarpması sonucu keskinleşen dişbudak ağacına maruz kalmaları onları öldürürdü.

Bu saldırgan kuzgunların gerçekten korktuğu tek şey keşifti. Çürüyen etlerini yedi gün içinde beslemiyor veya değiştiremiyorlarsa aç kalır, çürür ve ölürlerdi. Bir alaycı kuzgunun kimliği keşfedilirse artık o bölgede avlayamayacaklarını bileceklerdi. Dolayısıyla keşfedildiklerinin farkındalarsa o kişinin konuşmasını engellemek için gerekli olan her türlü yolu kullanırlardı.

TANRILARIN BİNEĞİ GARUDA

Derleyen & Çeviren: A.Kara
A, mitoloji, Hint mitolojisi, Budizm, Hinduizm, Amrita, Garuda, Tanrı Garuda, Tanrıların bineği, Vişnu'nun bineği, Hint efsaneleri, Vinata, Kashyapa, Nagalar, Anzu, Zu, Mahabharata, TANRILARDAN ÖLÜMSÜZLÜK İKSİRİ AMRİTA'YI ÇALAN KUTSAL KUŞ GARUDA

Kutsal kuş Garuda, Hindu panteonundaki en ilginç figürlerden biridir. Yarı insan ve yarı kuş olan Garuda (tanrının kendisi değil) yılanların düşmanıdır (Nagalar).

Garuda cesareti sembolize ederken Vedaların kutsal öğretilerini ve onları okuyanların yıldırım gücü eşliğinde bilgelik kanatları üzerinde taşınmasını temsil eder.

Garuda gökyüzünde uçarken kanatlarının Vedaların ilahilerinin seslerini çıkardığına inanılıyor.

Benzer mitolojik yaratıklar diğer ulusların inançlarında da bulunabilir. Bir Babil / Sümer efsanesi insan gibi iki bacağı ile yürüyebilen dev bir aslan başı olan yarı insan ve yarı kuş bir yaratıktan bahseder. Anzu / Zu adlı bu yaratık tanrıların elçisidir ve bilgedir.

Slav folkloruna göre Ateşkuş güneş gibi parıldayan tüylere ve kristal gibi parlayan gözlere sahip bir yaratıktı. Roma, Yunan veya Mısır mitolojileri, Güneş, ölümsüzlük, yeniden doğuş, diriliş ve ebedi yaşamın sembolü olan efsanevi bir ateş kuşu olan Phoenix hakkında konuşur. Bu efsanevi yaratığın Çin ve Japonya'da da benzerleri vardır.

GARUDA'NIN DOĞUŞU, HİNDUİZM VE BUDİZM'DEKİ ÖNEMİ
Hindistan'ın büyük destanı Mahabharata'ya göre Garuda bir yumurtadan doğdu ve her çağın sonunda tüm dünyayı yok eden devasa kozmik felaketi başlatmak için güçlü ve son derece parlak bir ışık olarak göründü.

Garuda'nın sınırsız gücünden korkan Devalar, kendisini beden ve enerji bakımından küçültmesi için ona yalvarınca Garuda da onların dualarına kulak verdi.

Efsaneye göre Garuda öylesine büyüktü ki herkes onu ateş tanrısı Agni ile karıştırıyordu.

Garuda en sık şekilde, altın kanatları, keskin pençeleri ve gagasında bir yılan tutan insansı bir yaratık olarak tasvir edilir. Hindu ve Budist mitolojisine göre kanatlarının hareketi bir fırtınaya yol açtı; tüylerinin parlaklığı o kadar güçlüydü ki güneşin parlamasını bile gölgede bıraktı. Garuda'nın kanatları o kadar büyüktü ki birkaç mil boyunca uzanabiliyordu ve kanatlarının çırpılması, gökleri karartan ve evleri tahrip eden kasırga benzeri rüzgarlar yaratmaya yetiyordu.

Gücünü ihtiyaç duyduğu kadar arttırma yeteneğine de sahipti.


GARUDA'NIN ANNESİNİN ESARETİ
Garuda bilge Kashyapa ve kuşların annesi Vinata'dan doğdu. Kashyapa ayrıca bin yılanı (bugün dünyada yaşayan tüm yılanların ataları) doğuran Vinata'nın kız kardeşi Kadru ile evlendi. Bir gün, Vinata ve Kadru, Süt Okyanusu'nun çalkalanması sırasında ortaya çıkan yedi başlı uçan at olan Uchchaihshravas'ın kuyruğunun rengiyle ilgili önemsiz bir iddiaya girdiler. Kadru atın kuyruğunun siyah olduğunu iddia ederken Vinata beyaz olduğuna ikna olmuş.

Kadru'nun aldatması sonucunda Vinata bahsi kaybedince Kadru'nun kölesi olurken o ve yılan oğulları tarafından çok kötü muamele gördü.

ÖLÜMSÜZLÜK İKSİRİ AMRİTA'NIN ÇALINIŞI
Annesinin bu küçük düşürücü tutsaklıkta acı çekmesini durdurmaya çalışan Garuda, yılanlara gitti ve annesinin özgürlüğünü satın almak için onlara ne vermesi gerektiğini sordu.

Nagalar, annesini serbest bırakmak için tanrıların okyanusun derinliklerinden cesurca ele geçirdiği Ölümsüzlük Nektarı'nı (Amrita) getirmesi gerektiğini söylediler.

Garuda, devaların iksiri tüm gökyüzünü kaplayan bir ateş, keskin dönen bıçaklar ve iksirin yanındaki koruyucu bir şekilde yerleştirilmiş iki büyük zehirli yılanla fanatik olarak koruduğundan bunun başarılması zor bir görev olacağını biliyordu.

Ancak kuşların güçlü kralı korkmadı. Hepsini yendi ve Amrita'nın depolandığı ve korunduğu bölgeye girdi. Ağzındaki Amrita kabı ile doğrudan annesini kontrolünde tutan Nagalara doğru yöneldi.

Sonra aniden her şeyi koruyan, en yüksek ilahiyatlardan biri olan, genellikle mavi derisi ve dört koluyla tasvir edilen büyük Hindu tanrısı Vişnu (Vishnu) karşısında belirdi. Birbirlerine karşılıklı olarak söz verdiler ve Vişnu, Amrita'nın kabından içmeden Garuda'ya ölümsüzlük sözü verdi. Garuda ise Vişnu'ya özel bineği olarak hizmet vermeyi kabul etti.

Garuda ileride İndra ile karşılaştı ve ona iksiri Nagalara ulaştırdıktan sonra ilahi amrita'nın İndra'nın eline geçmesini sağladığından emin olacağını söyledi. İndra da Garuda'ya yılanları yiyecek olarak vereceğine söz verdi.

Nagaların topraklarına ulaşan Garuda, iksiri içeren kabı çimlerin üzerine koydu ve hemen annesi Vinata'yı serbest bırakmalarını ve amritaları içmeden önce gerekli dini törenleri yapmalarını istedi. Nagalar ayinlerle meşgulken İndra hızlıca geldi ve amrita dolu kabı aldı. Yılanlar geri döndüklerinde iksirin ortadan kaybolduğunu ve yere dökülen amrita damlalarını yalamaya çalıştıkları sırada kabın orada olmadığını görünce şok oldular. Efsane yılanların (nagalar) dillerinin bu şekilde ikiye bölündüğünü söylüyor.

Garuda görevi yerine getirdiğinde ve amrita tanrılara döndüğünde Vişnu’ya verdiği sözü yerine getirmek zorunda kaldı. O andan itibaren Garuda, Vişnu ile yakından ilişkili oldu ve Vişnu'ya ek olarak karısı Lakshmi de Garuda'yı binek kuşu ('vahana') olarak kullandı.

TANRIÇA SERKET (SELKİS)

Derleyen & Çeviren: A.Kara
A, mitoloji, din ve mitoloji, mısır mitolojisi, Serket, Akrep tanrıça, Kötülük yapanları cezalandıran akrep tanrıça, Serqet, Selkis, Yarı akrep tanrıça, Zehirden koruyan tanrıça, Antik Mısır, Mısır Tanrıçaları, Kanopik ZEHİRLİ ISIRIKLARI İYİLEŞTİREN VE KÖTÜLÜK YAPANLARI CEZALANDIRAN AKREP TANRIÇA

Eski Mısır inancında Serket (Serqet, Selkis) hayatın soluğunu (nefes) kontrol ediyor, doğru işleri onaylayıp korurken, ölümcül yılan ve akrep ısırıklarını iyileştiriyor ve kötülük yapanları cezalandırıyordu.

Akrep veya bir kadın başı ve gövdesiyle bir akrep, hatta bazen başında akrep olan bir kadın olarak tasvir edildi. Akrep, M.Ö. 3100 civarındaki Erken Hanedanlar Dönemi'nin başlangıcında en eski insan yerleşim alanlarındaki Mısır eserleri üzerinde ortaya çıkan bir semboldür.

Yavrusunu korumakla ünlü olan akrep ile güçlü bir ilişki içinde olan Serket, anneliğin güçlü korumacı yanını ve çocukların beslenmesini sembolize ediyordu. Bu yönüyle, Horus'u çocukluğu boyunca kaos tanrısı Seth'ten koruyan Mısır tanrıçası İsis'le karıştırılıyordu.

Genel olarak yardımsever ve koruyucu bir tanrı olarak görülen Serket'e “Cennetin Hanımı”, “Kutsal Toprakların Hanımı”, “Güzel Çadırın Hanımı”, “Güzel Evin Hanımı” gibi farklı ve güzel sıfatlar verildi. Fakat inanışa göre bu tanrıça onaylanmadığı veya insanlarca onaylanmayacak kötü eylemler gerçekleştirenleri gerektiğinde cezalandırıyordu.

Eski Mısırlılar, Serket'in yılanlar ve akrepler, hatta onların zehirli, ölümcül ısırıkları üzerinde gücü olduğuna inanıyordu, böylece kötülük yapanlara acı çektirebiliyor, akrep sokmaları ve yılan ısırıklarından muzdarip olanları tedavi edebiliyordu.

Serket yılan ısırıklarını tedavi edebildiği için eski Mısır'da kötü yılan-tanrı olarak bilinen şeytani bir yılan figürü olan Apep (veya Apophis)'e karşı canlıları koruyan tanrıça olarak da biliniyordu. Yani Serket ayrıca yılana karşı mücadelede de rol oynuyordu.


Tabut Metinleri 752 tılsımında ölen kişi şöyle der: "Serket-Hetyt'in sanatında yetenekliyim; bu yüzden Apophis’i uzaklaştıracağım."

Piramit metinlerinde ölen kralın tabutunda yazanlar da Serket'in koruyucu rolünü kanıtlıyor (PT 1375): "Annem Isis, hemşirem Nephthys… arkamda Neith ve önümde Serket…”
Diğer üç tanrıça Nephthys, Isis ve Neith ile birlikte Serket, vefat eden kişinin vücudunu ve hayati organlarını koruyordu.

Organlar geleneksel olarak kanopik (Antik Mısır'da insanlar mumyalanırken iç organların konulduğu kaplardır) kavanozlarda saklanır ve 'Horus'un Dört Evlatı' olarak adlandırılan dört küçük tanrı tarafından korunurlardı.

Bunlardan biri akciğerleri koruyan ve Neftis'in (Nephthys) koruması altında olan maymun başlı Hapi (Hapy) idi. Ayrıca karaciğeri Isis tarafından korunan insan başlı Imsety, mideyi genellikle Neith (Nit) tarafından korunan çakal başlı Duamutef ve bağırsakları genellikle Serket tarafından korunan Qebehsenuef koruyordu.

Kavanozlar dört koruyucu tanrıça olan Isis, Nephtys, Neith ve Serket ile tanımlanıyordu.

Bu ilahın şerefine yükseltilmiş çok tapınağı yoktu ancak birçok toplulukta ona ibadet eden çok sayıda rahip vardı. Ona ilk başta Delta'da ibadet edildi, ancak ünü toprakların ötesine, Djeba (Edfu) ve Per-Serqet'te (Pselkis, el Dakka) bulunan tarikat merkezlerine kadar yayıldı.

Eski Mısırlılar, akrep tanrıçasına saygı göstererek kendilerini tüm zehirli yaratıklardan koruyabileceklerine inandılar.

Görünüşe göre bu tanrıça sihir ile de ilişkiliydi çünkü onun akrep ve yılanların zehirli ısırıklarıyla mücadele eden sihirli tıp pratisyenlerinin lideri olduğunu doğrulayan birçok büyülü tılsımı vardı.

Kaynaklar: Hart, G. A Dictionary of Egyptian Gods and Goddesses

SU RUHU VODYANOİ (VUDAŞ)

Derleyen & Çeviren: A.Kara
A, mitoloji, İskandinav mitolojisi, Slav mitolojisi, Su ruhu Vodyanoi, Vodyanoi, Slav efsaneleri, İskandinav efsaneleri, Suyun ruhu, Kötü ruh, Eski inanışlar, Antik efsaneler,

ANTİK SLAV İNANIŞINDAKİ SU RUHU "VODYANOİ"
Eski inançlarda gizemli ve güçlü ruhlar bölgeleri kontrol ediyorlardı ve şimdikinden daha fazla insani niteliklere sahiplerdi. Tehlike derecesine bağlı olarak kişiler onlara kötü ya da iyi bir nitelik kazandırmıştır.

Doğaüstü güçlerin temsilcilerinden biri suyun ruhu (özü) idi.

Eski Slav inancındaki Vudaş (Vodyanoi) isimli erkek su ruhu, suyu kıskançlıkla koruyan ve ona saygısızlık edenleri affetmeyen bir iblistir. İnanışa göre doğularak öldürüldükten sonra su cinine dönüşen bu varlık suçlu olanları boğabilir veya ciddi şekilde sakat bırakabilirdi. Ayrıca kendi alanına yaklaşanlar ile dalga geçmeyi de seviyordu.

O, sulak alanların koruyucusudur ve suda boğulan insanların ve hayvanların ruhlarını izler.

Bölgeye bağlı olarak çeşitli isimler altında bilinmektedir. Rusya'da, "Vodyanoi" ("Su-Dedesi"), Polonyalı eşdeğeri Wodnik (Vodnik) ve Slavların yaşadığı diğer bölgelerde benzer isimlerle bilinir. Bununla birlikte davranışları, görünüşü ve kökeni oldukça farklıdır.

VODYANOİ GÖRÜNÜMÜNÜ DEĞİŞTİREBİLİR AMA ASLA SEVİMLİ VEYA GÜZEL DEĞİLDİR
Şekil değiştirme ustası Vodyanoi nadiren güzel ve hatta sevimli olarak tasvir edilir. Bazen uzun yeşilimsi veya beyaz sakalı (genellikle ıslak, karışık sakalı), kurbağa yüzlü, uzun saçlı, yaşlı, çıplak bir adam olarak görünür. Diğer kılık değiştirmelerde ise bir hayvan, bir çocuk veya bir cüce olabilmektedir.

Çocukken vücuda göre orantısız şekilde büyük bir kafası vardır. Bazen kocaman ayak parmakları, pençeleri, boynuzları, balık kuyruğu ve insan yüzünde yanan gözleri olan bir yaratıktır. Bazen ise Vodyanoi yosun ve balçık kaplı bir gövdeye sahiptir, hatta yosun kaplı bir balık ve uçan bir ağaç gövdesi gibi göründüğüne dair inanışlar bile mevcuttu.

Sualtı krallığı onun merkezidir. Nehirlerde, göllerde, göletlerde, kuyularda, su birikintilerinde ve değirmenlerin yakınında yaşar ancak deniz suyuyla ilişkili değildir çünkü deniz suyu onun için ölümcül derecede tehlikelidir.

VODYANOİ'NİN KÖTÜ DOĞASI
Bütün su tanrıları yardımsever değildi; birçoğu güçlerini zarar vermek için kullanırdı. Slav su ruhlarından biri olan Vodyanoi'nin aşırı derecede kötü niyetli olduğu biliniyordu ama aynı zamanda yardımsever olduğu da oldu. Denizcilere güvenli seyahat etmeyi garanti etti ve onlara iyi balık avları sağladı. Ancak kızdırılırsa eski balıkçıların da inandığı gibi onları suların altına sürüklüyor ve kurbanlarını dalgalar altındaki kristal meskeninde köle olarak kullanıyordu. Sinirli olduğunda barajları ve su değirmenlerini imha ediyordu.

Bir inanışa göre öğlen vakti veya gece yarısı banyo yapanları bile boğuyordu. Boğulan kurbanların cesetlerinin üzerindeki koyu izlerin şeytani ruhla mücadelelerinden kaynaklanan çürükler olduğuna inanılıyordu.

Boğulan bir bedeni almanın ruhu kızdırdığı düşünülürdü çünkü ganimetini korumak istiyordu. Gün ışığından hoşlanmıyordu ancak bazı inançlara göre köylülerin arasında gezinip onlardan biri gibi davranabilirdi ve gerçek doğası paltosunun sol tarafından akan su ile kolayca açığa çıkardı.

Aksi takdirde suların efendisi Vodyanoi sadece gece boyunca gün boyu ortaya çıkan pusuda gizlenirdi. Suda iken inanılmaz bir güce sahipti ancak karada iken çok zayıftı.

Eski insanlar suda olan biten herşeyin Vodyanoi'nin isteğiyle yapıldığına inanıyordu.

Kaynak: Giants, Monsters and Dragons., Carol Rose (2001), Norton & Company, p. 384. ISBN 9780393322118.

ÖLÜMSÜZLÜK İKSİRİ "AMRİTA"

Yazan: A.Kara
Hint mitolojisi, Amrita, Ölümszlük iksiri, Hint efsaneleri, Tanrıların iksiri, Hint inanışları, Büyük tufan, Tanrıların okyanusu çalkalaması, A, mitoloji, Vişnu, Güneş tutulması, Ay tutulması, TANRILARI GÜÇLÜ VE ÖLÜMSÜZ YAPAN İKSİR : AMRİTA
İnsanoğlu yüzyıllardır ölümsüz olmasına yardım edebilecek bir ilaç-iksir arıyor ve ölümsüzlük hayalleri kuruyor. Ölümsüzlüğü su altına gizlenmiş hazinelerle ilişkilendirenler sadece Mezopotamya halkları değildi. Hindu mitlerine ve efsanelerine göre tatlı bir tada sahip olan amrita (kelimenin tam anlamıyla: "ölü olmayan") denizin dibinden çıkarılan bir ölümsüzlük içeceğiydi.

Bu mucizevi nektara dair kayıtlar yalnızca MÖ 2.binyılın birkaç yüzyıl boyunca yarattığı, Hinduizm'in kutsal kitaplarının en eskisi olan Rig Veda'da değil aynı zamanda Budist veya Sih edebiyatında da göze çarpmaktadır.

Amrita ölümsüzlüğü ve gücü sağladığı gibi aynı zamanda yeni tanrıların ortaya çıkmasına neden oluyor, tanrıların ilahi içeceği korumak için savaşmak zorunda kaldığı şeytanlara karşı mücadelede zafer kazanmasını sağlıyordu.

İlahilerde geçen Indra'nın favori içeceği muhtemelen Vedik zamanlarının büyülü içeceği olan "soma" (devaların içeceği) ile aynı içecektir. Soma, amrita fikrinin öncüsü olmuş olabilir ancak Vedik halkının soma suyunu nasıl çıkardığı bilinmemektedir. Bununla birlikte Vedik rahiplerin ayinlerinde tanrılar ve atalarla iletişim kurmak için bu içeceği kendinden geçmede kullandığı, sarhoş edici bir madde olduğuna dair bazı ikna edici göstergeler de vardır.

Daha sonraları ölümlülerin ölümsüzlüğü elde etmek için kullandığı Amrita'nın Yunan ve Roma mitolojisindeki tanrıların yemeği olan "ambrosia" (ambrotos) kavramının temeli olduğu teorisi yapılmıştır.

Tıpkı Amrita gibi o da aynı adı taşıyan bir bitki suyundan hazırlanmıştır. Süt ilavesiyle bir içecek tüketmek (belli ayinlerde) aşkın vizyonlar ve tanrılarla birlik duygusu elde etmek için izin verilen bir uygulamaydı.


OKYANUSUN ÇALKALANMASI İLE ELDE EDİLEN AMRİTA
Hikayeye göre tanrıların ve tanrıların düşmanlarının süt okyanusunu çalkalaması için güçlerini birleştirmeleri gerektiği bir zamandı. Bu gerekliydi çünkü tanrıların en kıymetli hazineleri büyük tufan nedeniyle (bkz: Sümerlerden çalınan tufan efsanesi, birçok din ve efsanede yer alır) başlangıçtan beri var olan ilk okyanusun altında kaybolmuştu.

Bu ilahi hazineler arasında ölümsüzlük nektarı olan amrita da vardı. İnanışa göre okyanusu çalkalamanın zorlu sürecinde devasa bir dağ sopa olarak, ilahi yılan Adishesha (ya da Hindu ve Budist dininin Kral yılanlarından biri olan Vasuki) ise çubuğun etrafındaki ip olarak kullanılmıştı.

Süt Okyanusu'ndan bir çok şey çıkmıştı ve bunların arasında devaların ilahi doktoru Dhanvantari'nin tutmakta olduğu efendi Vişnu'nun (Vishnu) bir avatarının bulunduğu bir bardaktaki amrita da vardı. Fakat bulunan amrita, tanrı karşıtları (asuralar) tarafından çalınma tehlikesi içerisindeydi, bu yüzden bir sonraki problemi önlemek için tanrılardan Brahma ve Şiva (Shiva) bile Vişnu'dan yardım istediler. (Çünkü efsanenin başında da belirttiğim gibi tanrılar ve tanrı karşıtları bu içeceği birlikte okyanustan çıkarmışlardı)

Vişnu başarılı bir şekilde asuralıların meşhur bakire kızı Mohini'nin şeklini aldıktan sonra aralarına sızarak iksiri değiştirdi ve değerli sıvıyı tanrılara geri verdi.

Böylece Amrita sadece tanrılar için güvence altına alındı. Ancak kurnaz şeytanlardan biri olan ve sonunda bir tanrı kılığına girmiş olan Rahu, Amrita'nın tadına bakmayı başarmıştı. Güneş ve ay zaman kaybetmeden Rahu'nun kafasını kesmesi yönünde Vişnu'yu uyarmışlardı ama şeytan onu ölümsüz yapmak için zaten bazı iksirleri içirmişti.

Artık çok geçti. O zamandan beri efsanelerde onun kafası olarak geçen Rahu ve bedeni Ketu Güneş ve Ay'ın en güçlü düşmanı olmuşlardı. İnanışa göre de Güneş ve Ay tutulmalarının nedeni Rahu ve Ketu'nun birbirine yaklaşarak Güneş ve Ay'ı yutmalarıydı.

İNANNA

sizden gelenler, sümer mitolojisi, Sümerler, İnanna, Sümer tanrıçası İnanna, Tanrıça İnanna, Sümer üreme tanrıçası, Dumuzi ve Inanna, Nevruz, mitoloji, Toprak ana,
F*HİŞE İNANNA
Yazıma başlamadan önce biraz sert ve birazda açık cümleler kuracağımı belirtmek zorundayım. Çünkü atalarımız gayet açık ve bize göre ahlaksız konuşarak bazı bilgiler aktarmıştır.

Günümüz insanı, belki de ilmiye çığ nedeniyle İnannayı bir f-hişe, hatta hayat kadını olarak tanımaktadır. Bazı yorumlara denk geldiğim kadarıyla hakaret boyutuna varan söylemler oluşuyor. Öncelikle günümüz algılarımızı, gidip Mö. 2500 yıllarda yaşamış bir mitoloji için kullanamayız. bu başlı başına yanlış bir tarih okuması olur.

İnanna, evet bir f-hişedir. Ancak bizdeki f-hişe kavramı ile o günkü atalarımızın f-hişe kavramı farklıdır. Bizler bugün ki ahlaki yapımızla onunla bununla sevişen biri olarak tasvir ediyoruz. Ancak İnanna kavramı, o günlerde Kutsal rahibe olarak geçmektedir. Kendisi bir yandan kadınların cinselliğini temsil ederken, bir yandan da anaerkilden, ataerkile geçen bir süreç içerisinde, bir simge hatta baş kaldırı olmuştur.

Ana tanrıça figürünün, toprak ana olması konusu ile üreme yoluyla gelişmeyi göstermiş ve bu olgu İnanna ile özdeşleşerek, tanrılar panteonun da kendine önemli yer edinmiştir. Sanıldığının aksine İnanna tek bir kişiliği belirtmez. İnsanlığın vazgeçilmez unsuru olan kadınları da temsil eder. Toprak üzerinden bütün kadınları temsil ederken, aynı zamanda ANUNNA ( İNANNA ) ismine bile riayet etmiştir.

İnanna, başlıca bir mit hikayesinde karşımıza çıkar, Gılgamışın arkadaşı Enkidu erkek karakteri ile tam bir hayvandır. Ancak, kutsal f-hişe ile ilişkiye girdikçe insanlaşmaya başlar. İnanna üzerinden şekillenen kutsal f-hişe, bir hayvanı insanlaştırmıştır. Bu da bize erkek yani eril ırkın, kadın olmadan hayvandan beter bir halde olduğunun göstergesi olduğunu gösterir. Ayrıca bu bölüm bize hayvandan insana geçen evrimleşmenin, kadından üreme yöntemiyle bir sonra ki nesle aktarımını gösteren bir hikaye olarak yorumlanabilir.

İnanna, ikincil bir hikayesinde, sevgi üzerinden karşımıza çıkar. Bir tarafta tarım tanrısı Emkimdu ve çoban tanrısı Dumizi arasındaki çekişmede karşımıza çıkar. İnsanlık tarihinin en önemli olgusu olan tarım ve hayvancılık toplumu kavramında bile İnanna belirleyici bir yönde karar verir. Çiftçinin oğlu tarafından tecavüze uğrayan inanna, sonuç olarak Dumizi'yi seçer. Bu hikaye hiç de hafife alınamayacak bir hikayedir. Bugün bile günlük hayatımızda bir kadın uğruna savaşan iki erkeği görebiliriz.

İnanna, Toprak anadan aldığı misyon ile toprak rolüne soyunur. Sümer halkının çok açık sözlerle cinsel ilişkiyi anlattığı bölümlerde başrolde İnanna olur. Doğurganlık üzerinden erkeğin spermeni içine aldığı ifade edilir. Mitlerde bu bölüm gayet açık ve doğaldır. Erkeğin organı boğaya benzetilerek güç ile birleştirilmiş ve kadının narin vücudunda doğurganlık anlatılmıştır. Bu durum aslında yağmurun toprağı döllemesi ile alakalıdır.

İnanna, başka mitolojik bir hikaye de, karşımıza baharın gelişi ile alakalı olarak gelmektedir. Bugün insanların nevruz diyerek kutladığı olay, Dumizi'nin yer altından çıkarak İnanna'yla birleşmesi ile alakalı olarak tasvir edilmiştir. Yani bereket kültü direk kadın figürünü temsil eden İnanna ile gerçekleşir. Şayet İnanna'yı buradan çekip alın dünya çorak kalır. Eski çağ atalarımız dini ritüellerini taklit üzerine kurmuş ve bu ilişkiyi çağın rahibi ile kutsal f-hişe üzerinde gerçekleştirmiş ve bereketi beklemişlerdir.

İnanna, yani KADIN hayatımızın vazgeçilmez bir parçadır. Ölüm hiklayemizde bile, yer altı dünyasına inen ve dirilen İnanna'dır.

Bu nedenle paganizm felsefesini lütfen sapkın olarak görmeyelim. Birebir içinde yaşadığımız doğa ve erkek kadın ilişkisi ile birebir alakadır. Atalarımızın aptal olmadığı bilerek bu şekilde tarihimizi değerlendirelim. Saygılarımla...

SİZDEN GELENLER | Yazan & Çeviren: Haşim Ural

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

BOYNUZLU TAVŞAN EFSANESİ

Yazan: A.Kara
A,mitoloji, Jackalope,Boynuzlu tavşan, Boynuzlu tavşan efsanesi, Efsaneler, Efsanevi canlılar, Mit, Efsane ile aldatma, Mitolojik canlılar, Geyik boynuzlu tavşan,
EFSANEVİ BOYNUZLU TAVŞAN JACKALOPE

Jackalope birçok Avrupa'lının günümüzde bile gördüğünü iddia ettiği efsanevi bir hayvandır. Bu boynuzlu tavşan gerçekten var mıdır yoksa sadece bir efsane midir hala tartışma konusudur. Neden bu kadar çok insan onu gördüğünü iddia ediyor ya da bu "gördüm" iddialarının arkasındaki gerçek ne olabilir?

Bu olağandışı hayvanın birçok efsanesi Amerika'dan gelir ancak boynuzlu tavşan hikayelerinin dünya çapında birçok antik kültür tarafından da bilindiği görülmektedir. Kuzey Amerika kültüründe jackalope antilop boynuzlarına sahip olan bir dağ tavşanıdır. Orta Amerika'da ise boynuzlu tavşan yaratığına dair mitolojik referanslar Huichol efsanelerinde görülmektedir. Eski Pers topluluğundaki insanlar İncil'de yedi kez bahsi geçen ünlü Unicorn'a benzeyen tek boynuzlu bir tavşandan bahsediyorlardı. İncil'in tek boynuzlu atı aslında bir oniksdi.

Ayrıca Vikingler de Avrupalıları yüzlerce yıl boyunca boynuzlu atların yalanlarıyla kandırmayı başarmıştı. Tek boynuzlu ata ait bir boynuz olduğunu iddia ederek hayvan dişlerini bile satmaya başlamışlardı. Almanya'da ise boynuzlu tavşanlar sıklıkla başka garip vücut kısımlarına, kanatlar ve gagalara sahiptiler ve Wolpertinger veya Rasselbock olarak adlandırılırdılar.

Eski halkların efsaneleri birçok boynuzlu hayvandan ve diğer canlılardan söz eder. Farklı isimler altında bilinen boynuzlu yılan efsanelerine Kuzey Amerika, Mısır, Mezopotamya ve Avrupa'da rastlanmıştır. Ayrıca Avrupa'da boynuzu olduğuna inanılan birçok mitolojik varlık bulunmakta.

Kelt mitolojisinde başının üstünde iki geyik boynuzu bulunan bir tanrı olan Cernunnos. İngiliz Berkshire ilçesinde Windsor Ormanı ve Büyük Park'ta yaşadığı söylenen efsanevi bir yaratık olan avcı Herne'nin de boynuzları vardı.

Atalarımıza göre boynuzlar doğanın ilkel gücünü temsil ediyordu. İnsanlık tarihi boyunca halklar boynuzları kullanarak bu gücü ifade ettiler. Bu nedenle boynuzlar güç ile eşanlamlı bir hal alarak evrensel bir antik sembol haline geldiler.

Örneğin zenginlik kavramı Cornucopia (Bolluk Boynuzu) dinlerinin ana parçası olan Keltler de dahil olmak üzere birçok eski kültür tarafından saygı duyulan zenginlik, bereket, bereket ve beslenme sembolüdür. Bu sembol hala bazı bölgelerde plastik, hasır, metal, ahşap veya başka malzemelerden yapılarak bereket getirmesi için evlerde kullanılır. İçi sembolik olarak değerli ya da sadece güzel şeylerle doldurulur.

BOYNUZLU TAVŞAN İNANCI NASIL POPÜLER HALE GELDİ?
Boynuzlu tavşan efsanesinin yayılması ve varlığına dair olan inanç bir anda Ortaçağ resimlerinde ortaya çıkmıştır. Rönesans döneminde ve sonrasında bilim adamları bu yaratığın gerçek bir biyolojik tür olup olmadığını tartışmaya başladılar. 18. yüzyılın sonunda birçok bilim adamı boynuzlu tavşanların mitolojik hayvanlar olduğu fikrini kabul etti.

Boynuzlu tavşanı gerçekten ünlü yapan kişi Wyoming sakini olan Douglas Herrick (1920–2003) idi. 1932'de bir av gezisinden dönerken dinlenmeye geldiği yerdeki hayvan leşinde bir çift geyik boynuzu gördü. Gördüğü bu boynuzlar bir tahnitçi olan Douglas'a bazı fikirler verdi ve oğlu ile birlikte boynuzlu tavşanlar üretmeye başladılar.

82 yaşında vefat etmeden önce o ve oğlu binlerce jackalope yapmışlardı. Douglas Herrick jackalope tavşanları satarak çok şey kazanmıştı ancak "işi" ve sattığı tavşanlar sadece bir aldatmacaydı. İnsanlar bu hayvanı batının bir sembolü olarak benimsediler. Kartpostallar ve posterler üzerinde jackalope kullanılmaya başlandı ve Wyoming "Dünyanın Boynuzlu Tavşan Başkenti" olarak tanındı. Meraklı bazı insanlar bazılarının var olduğuna inandığı bu boynuzlu tavşanı aramak için bölgeye gelmeye başladılar ancak olmayan bir şeyi arıyorlardı.

Bunun üzerine 2005 yılında Wyoming yasa koyucuları Jackalope'yi "Efsanevi Yaratık" olarak ilan etti.

Bazıları hala bu tavşanı gördüğünü iddia etse de ne yazık ki bu iddia edilen görüşlerin çoğunun arkasında aldatmaca ve medya faaliyetlerinin bir kombinasyonu bulunmakta. İnsanlar bu efsanevi yaratığı maddi kazanç elde etmek için kullandılar. Bilim insanlarına göre atalarımız tarafından tarif edildiği gibi bir tavşana dair somut, fiziksel bir kanıt yoktur. Yine de zaman zaman insanlar bu hayvanı gördüğünü bildirmeye devam ediyor ve var olduğuna inanıyorlar. Bir çoğu ise bunun bir efsane olduğunu biliyor ve kamp ateşi etrafında söylenen şarkılarla bu efsaneyi canlı tutuyor.



JAPON MİTOLOJİSİNDE EŞCİNSELLİK

Hazırlayan: A.Kara

JAPON MİTOLOJİSİNDE EŞCİNSELLİK

"MİTOLOJİLERDE EŞCİNSELLİK" başlıklı videoyu izleyerek çeşitli toplumlarda eşcinselliği dair inanışları, tavrı öğrenebilirsiniz.

Japon efsanelerinde eşcinsel aşk yaşayan ve Güneş tanrıçası Amaterasu'nun hizmetkarları olan Shinu No Hafuri ve Ama No Hafuri iki kişi vardır. Hikaye Shinu öldükten sonra buna dayanamayan Ama'nın intihar etmesi ve aynı mezara gömülmesini anlatırken bu ikili ayrı ayrı gömülene kadar Güneş ışınlarının mezarlarının üzerine yansımadığı yer alır. [1]

Başka bir hikayede tanrıça Amaterasu, erkek kardeşi ile; Susanoo (Takehaya) olarak bilinen fırtına ve yağmur tanrısı ile kavga eder. Bunun üzerine kendini göksel bir mağaraya çeker. Onu mağaradan çıkarmak isteyen şafak tanrıçası Ame No Uzume dans etmeye, kıyafetlerini yırtmaya, diğer tanrı ve tanrıçalara seslenmeye başlar. Güneş tanrıçası Amaterasu saklandığı yerden dışarı çıkıp onu izlemeye koyulduğunda bunu fırsat bilen tanrılar mağaranın ağzını kapatırlar. Böylece yeryüzü tekrar güneş ışığına kavuşur. Tabi yine de bu hikayenin eşcinselliğe atıfta bulunup bulunmadığı net değildir. [2]

Diğer yandan Şinto tanrıları yaşamın tüm yönleri ile ilişkili hale getirilmiştir; ki bunlardan biri de geleneksel oğlancılık (pederasti) uygulamasıdır. Bazı halkların Şinto mezheplerinde standart Şinto panteonunun bir parçası olmayan, erkek erkeğe aşk ve birlikteliğin koruyucu tanrısı olan "Shudō Daimyōjin (衆道大明神)" yer alır. [3]

Şintoizm'de kami adı verilen kutsal ruhlar vardır. Bunlardan bazıları aynı cinsiyetten aşk ve birliktelik ile ilişkilidir. Örneğin Shirabyōshi adlı kadın kami, yarı insan yarı yılan olarak temsil edilir. Onun adını taşıyan Şinto rahibeleri ayinler sırasında erkek kıyafetleri giyerek dans ederlerdi. [4]

Fakat şunu belirtmekte fayda var: Bazı eski kültürlerde olduğu gibi rahip ya da rahibelerin karşıt cinsiyeti yansıtan kıyafetler giymeleri doğada her cinsiyetin var olduğunu göstermek, yansıtmak amacı taşıyor da olabilir.  

Kamilere geri dönüp, bunlardan konuyla ilgili olan diğerlerine değinelim:

Oyamakui adlı dağ ruhu çocuk doğumlarını gözetir ve cinsiyet değiştiren bir ruhtur. [5]

Öte yandan İnari çeşitli cinsiyetlerde tasvir edilen, bazen yemek tanrıçası genç bir kadın olarak bazen ise pirinç taşıyan yaşlı bir adam olarak temsil edilen, pirinç ve tarımın kutsal ruhudur. [6]

Orta Çağ Japonya'sında yaygın olan inanış alacakaranlıkta veya gece yalnız başına görünen kadının aslında bir kadın değil tilki ruhu olabileceği yönündeydi. Bu yüzden erkekler onlardan uzak durmalıydı. İşte İnari aynı zamanda Japon mitolojisindeki tilkilerle ve erkekleri tuzağa düşürüp onlardan beslenmek için gerçek cinsiyetlerinden bağımsız olarak kadın kılığına giren hileci tilki ruhları yani Kitsune'lerle de ilişkiliydi. [7]

FREYA VE KOCASI ODR

Yazan: A.Kara
A,mitoloji, İskandinav mitolojisi, Freya, Freya ve Odr, Slavların tutkulu tanrıçası, Slav mitolojisi, Slav mitleri, İskandinav efsaneleri, Tanrıça Freya, Freya'nın altın takısı, Brisingamen kolyesi
FREYA VE YAZ GÜNEŞİNİN TANRISI KOCASI ODR

İnanışa göre Freya yaz güneşinin ve tutkunun sembolü olan Odr (Odur) ile evlendi. Odr'i çok seviyordu ve çiftin Hnoss ve Gersemi adlarında iki kızı vardı.

Bu bakire kızlar (isimleri "mücevher" anlamına geliyordu) o kadar güzeldi ki, güzel ve kıymetli olan her şeye isimleri verildi.

Odr onun yanında mutlu bir şekilde kalırken Freya neşeliydi ve gülücükler saçıyordu fakat bu durum uzun sürmedi. Odr ile olan evliliği problemsiz değildi.

Freya hakkında sık sık şunu merak ederdi: Benim için mi giyiniyor yoksa başka bir şey mi var?

Freya'nın Brisingamen Kolyesini almak için cücelerle dört gün dört gece geçirerek ona ihanet ettiğini biliyor muydu?

ODİN VE LOKİ, FREYA'NIN ODR'E İHANET ETTİĞİNİ BİLİYORDU
Freya cücelerle birlikte iken tamamen yalnız değildi. Dışarıda ne yaptığını gören hileci tanrı Loki vardı. Loki onun sevgili kocası Odr'e ihanet ettiğini biliyordu.

Tanrıça evi olan Asgard'a giderken kolyesini boynunun etrafına doluyordu ki daha o kolyesini takana kadar Loki hızlı bir şekilde Freya'nın ihanetini anlatmak için doğrudan Odin'in yanına gitti. Odin, Odr'i bilgilendirdi ama o duyduklarına inanmak istemiyordu.

Odr “Bu yalana yalnızca Loki bana bakmam için kolyeyi getirebilirse inanırım” dedi.
“O kolyeyi benim için al,” diye emretti Odin. Kızgın ve üzgündü ve bir hiddetle yanıyordu. Loki'ye "Onu alana kadar yüzünü bir daha görmek istemiyorum, almadan gelme" dedi.

Bu utanç verici kolyenin gece vaktinden önce getirilmesine karar verdiler.


BRISINGAMEN KOLYESİNİN ÇALINIŞI
Freya’nın büyük salonu Sessrumnir’den içeri girmek kolay değildi bu yüzden Loki kendini sineğe dönüştürmek zorunda kaldı. Freya'nın kızlarının ve hizmet eden hizmetçilerin uykuda olduğundan emin olduktan sonra Freya'nın başucuna uçtu ama Freya uyurken bile kolyesini takıyordu ve kolyeyi çıkarabileceği toka kısmı arkada kalmıştı. Görüş alanı dışındaydı ve ulaşılamıyordu.

Durum böyle olunca bu sefer şekil değiştirici Loki şeklini tekrar değiştirdi ve bu kez bir pireye dönüştü. Freya’nın yanağını ısırınca uyumakta olan tanrıça yan tarafına döndü. Artık kolyenin tokası açıkça görülüyordu. Bu sayede Loki kolyenin tokasını açtı ve Freyja'nın boynundan sessizce çıkardı.
Sonrasında kimsenin onu görmediğinden emin olarak Freya'nın salonundan ayrıldı.

Sabah olduğunda Freya, Brisingamen kolyesinin çalındığını ve onun sevgili kocası Odr'de olduğunu fark etti.

Ağlayıp sızlayarak af dilemek ve pişman olduğunu söylemek için Odr'e bir elçi gönderdi, böylece hatasını itiraf etmiş oldu ve affedilmesi için yalvardı. Fakat artık çok geçti, Odr Asgard'dan ayrılmıştı.

Freya çok üzgündü ve Odin'e gitti.

"Davranışlarım için çok üzgünüm. Bana Odr'in nerede olduğunu söylemelisin ki gidip onu bulup af dileyeyim." dedi. "Odin kafasını salladı ve gitmeden önce Odr'in kendisine söylediklerini ona anlattı."

"Asgard'dan ayrılmaya ve Midgard boyunca dolaşmaya karar verdi. Onu durduracak ya da geri arayacak gücüm yok" dedi.

Freya gözyaşları içinde cevap verdi "Onun peşinden gideceğim ve onu bulup affetmesi için yalvarıncaya kadar dinlenmeyeceğim, mutlu olamayacağım."

"Dilediğin gibi" dedi Odin. "Asgard'daki her şey aptal bir altın zincire verdiğin aptalca değer için seni bağışlayacak"

Akabinde Freya ayrılmadan önce Odin şunları söyledi: "Utancınızı asla unutamayacaksınız, ceza olarak Brisingamen'i boynunuzda taşıyacaksınız. Odr'i bulana ve affını kabul edene kadar onu asla boynundan çıkarmayacaksın."

Freya kolyeyi aldı ve boynuna bağladı.

FREYA KOCASI ODR'İ BULMAYA ÇALIŞIYOR
Freya salonuna geri döndüğünde Asgard'dan ayrılmak için gerekli tüm hazırlıkları yapmaya başladı. Odr'in yokluğu için ağlayıp sızlanacak zaman yoktu, hızlıca onu aramaya başladı.

Odr'i ararken kendisini pek çok isim altında gizlemek zorunda kaldı. Uzun süre Asgard'dan ayrı kalınca özellikle de kardeşi Freyr onu dışarı yolladığı için Odin'i suçladı. Odin Freya'yı geri çağırabilirdi ama yapmak istemedi. Kendince sebepleri vardı.

Odin, Freya ve üzücü deneyimleri sayesinde Midgard halkına aşk, tutku, mutluluk ve acının yollarını öğretmek istedi.

Sonunda Freya dünyanın güneşli ve ılık olan kısmına ulaştı ve Odr'i yaprak dökmeyen ve çiçek açan mersin ağaçlarının altında, çekici ve hoş bir kokusu olduğu bilinen bir yer buldu. Freya'ya olan sevgisi geri gelmişti ve Freya tekrar mutlu olmuştu. O ve kocası hayatlarını mutluluk içinde sürdürmek için evlerine geri dönmüştü.

Araştırmacılara göre bazı insanlar bu efsaneye göre çiçeklerin açtığı mersinlerin hoş atmosferi Odr'in Freya'ya olan sevgisini yeniden kazanmasına yardımcı olduğuna inanmıştı. Bu nedenle kuzeydeki gelinler şu an bile tıpkı bu efsanede olduğu gibi popüler olan geleneksel turuncu çelengi tercih ederek onu mersin çiçekleri ile donatırlar.



SLAVLARIN KÖTÜ RUHU VE TAVUK TANRIÇASI KİKİMORA

Yazan: A.Kara
KARANLIK KADIN RUHU VE İSKANDİNAV İNANÇLARINDA TAVUKLARIN TANRIÇASI : KİKİMORA

Kikimora ruhlarının muhtemelen her evde yaşadığına inanılmaktadır. Ancak öykülerin bazı versiyonlarında genellikle istismar, kavga ve çığlıkların günlük olarak gerçekleştiği huzursuz, mutsuz ailelerin evlerinde görülür.

Kikimora Slav kültüründen ortaya çıkmıştır. Doğu Slavların eski inançlarında iki farklı Kikimora türü vardır.
Bunlardan biri ormanda yaşayan Domovik (Domovoi) ile evli iken bataklıkta yaşayan diğeri ise Leshy ile evlidir.

İnsanların inancına göre Kikimora evin karanlık yerlerinde, genellikle bodrum katında veya fırının arkasında uyur, geceleri dışarı çıkar.

Ev bakımlıysa Kikimora aileden memnun olur. Ev işlerinde onlara yardım eder, aile üyelerini ve tavuklarını korur. Genel olarak Kikimora geleneksel çalışmalarını evde yapan ustalardan ve çalışkan kadınlardan hoşlanır.

Kızgın ve mutsuz bir Kikimora aile için sıkıntılı bir ruha dönüşür çünkü insanların yaşamlarına müdahale ederek uykularında rahatsız eder (inanışa göre özellikle de çocukları rahatsız eder), geceleri etrafı tırmalayarak ve ıslık sesleri çıkararak etkisini gösterir. Ayrıca inanışa göre nesneleri hareket ettirir, fırlatır ya da onların kaybolmalarına veya yerlerinin değiştirmelerine neden olur.

Slav halkının inançlarına göre ise Kikimora tavuk tanrıçasıdır. Onları korur ama bazen de onlara işkence eder ve evcil hayvanlarına zarar verir. İnanışa göre Kikimora yumurtlayan tavukların ve tavuk yumurtalarının bulunduğu tavuk bahçelerine sahip olmak istiyordu.

Kikimora karakteri masalların yanı sıra 1855-1914 yıllarında yaşayan besteci Anatoly Lyadov'a ve birçok müzisyen ve yazara ilham kaynağı oldu.


KİKİMORA VE PSİŞİK YETENEKLERİ
Uzun dalgalı saçları, tavuk ayakları ve bir kamış kadar ince gövdesi olan, kısa boylu, başı büyük bir kadın şeklinde tasvir edilen kötü ruhtur.

Yüzü neredeyse insan gibidir ama şekilsizdir. Bazı hikayelerde yüzünün özelliklerinin evde yaşayan aile fertlerinden ölen bir kadına benzediği anlatılır.

Kikimora kolayca görünmez olabilir.
Kikimora küçük boyutuna rağmen ailesini yaşadığı eve yaklaşan bir felaket veya tehlikeli düşmanlar konusunda uyarmaya yardımcı olan psişik yeteneklere sahip son derece güçlü bir ruh olarak tanımlanmaktadır. Başka bir deyişle iyi haberler yerine daha çok talihsizlik uyarıları veren bir ruhtur.

Onunla birlikte birlikte yaşama ve mutlu olmak zordur ve inanışa göre Kikimora evin içine girdiğinde onu terketmek ise imkansıza yakındır.

Kikimora'nın evde döndüğünü (dairesel şekilde dolaştığını-uçtuğunu) görmenin yaklaşan bir ölümün kötü bir alameti olduğuna inanılıyordu.

BİTİRİRKEN
İbrahimi dinlerdeki cin kavramına kısmen benzediği görülüyor. Farklılık olarak ise aileyi sanki bir arada tutmak ve huzurlu olmalarını sağlamak için dayatılmış bir korku karakterine benziyor. Diğer yönden ise insanlar hep mistik varlıklara-efsanelere ilgi duyduğu için farklı toplulukların kendi kültürlerine göre kendi korkunç varlıklarını yarattığını görüyoruz, tıpkı tanrılarını yarattıkları gibi.
Tavukla olan ilişkisi kulağa komik gelse de o dönemde yaşayan halk için hayvancılık, özellikle de tavuk yumurtasının önemini düşündüğünüzde pekte gülünecek yada alaya alınacak bir varlık değildir. Çünkü kıtlık olan bir bölgede aileni sadece tavuklarla ayakta tutuyorsan, o tavuklar senin en kıymetli hazinen olabilir.
Bir ihtimal Kikimora adlı bu karakter, özellikle Hristiyanlığın Slav kültürüne girişi ile birlikte Hristiyanların sahip olduğu kötü ruh hikayeleri sonrası oluşmuş ya da değişim geçirmiş olabilir.



SÜMER BİRA VE ALKOL TANRIÇASI NİNSAKİ

sümer mitolojisi, Sümerler, Biranın tarihçesi, Antik dönemde bira ve alkol, Ninsaki, Bira tanrıçası Ninsaki, Sümer tabletlerinde biranın yapılışı, Eski toplumlarda bira, Sümer efsaneleri, Sümer tabletleri,
BİRA VE ALKOL TANRIÇASI NİNSAKİ

Ninkasi günümüzde Irak'ta Dicle ve Fırat olarak bilinen büyük nehirler arasında yer alan Mezopotamya'da tapınılan Sümer bira ve alkol tanrıçasıydı.

Günümüzde bile ne kadar fazla insanın alkollü içki içtiğini, sevdiğini düşünürsek Ninkasi'nin de Mezopotamya tanrıları arasında çok sevilen bir tanrı olduğu açıktır.

TANRIÇADAN BİR HEDİYE : BİRA
Ninkasi antik dönem insanları tarafından tapılan tek bira tanrıçası değildi. Eski Mısır'da tanrıça Hathor ve Menket de birayla ilişkilendirilmişti.

Bira Ansiklopedisi'nde şöyle diyor:
"Mayalanmış içecek tanrıçalarının Afrika ve Hindistan'daki izole kabile grupları arasında görüldüğü gibi günümüze kadar hayatta kaldıklarını öğreniyoruz. Tüm biralara her ikisi de İnka medeniyetinin yükselişinden çok önce var olan dünya tanrıçası Mama Sara ve Pauchua Mama'ya edilen dualar ve sunulan teklifler eşlik ediyordu.

Tıpkı tanrıçaların insanlara bira armağan ettiğine inanıldığı gibi tarihsel olarak kadınlar bira yapıcıları olmuşlardır. Kadınların erkek egemen avcı-toplayıcı topluluklardaki güç ve statülerini korumak için bira yapma becerilerini kullandıkları açıktır. Modern dünyanın bazı uzak köşelerinde kadınlar hala bira yapımı sayesinde hâkimiyetlerine devam ediyor."

BİRA TANRIÇASI NİNSAKİ'NİN İLAHİSİ İLE BİRA TARİFİ
Ninkasi Uruk'tan bir kralın kızı ve Asurlarda iştar olarak bilinen Mezopotamya tanrıçası İnanna tapınağının rahibesiydi. Ninkasi'nin birkaç sorumluluğu vardı. Tanrı Enki’nin sekiz yarasından birini iyileştirmek zorunda kalan sekiz çocuktan biriydi ve her gün bira hazırlardı.

Irak'ta kazı yapan arkeologlar tarafından "Ninkasi'nin ilahisi" olarak bilinen antik bir şiir keşfedildi. Bir kil tablete yazılmış olan bu şiir aslında bira yapımını anlatan bir tariftir. Aynı zamanda bira üretimiyle kadınların haneye hem ekmek hem de bira sağlama konusundaki sorumlulukları arasındaki bağlantıyı ortaya çıkaran en eski kayıttır.

Bilindiği gibi kil tabletler Sümerler tarafından icat edilen en eski yazma sistemlerinden biriydi.


NİNSAKİ'NİN İLAHİSİ
Okumadan önce önemli not: Bappir bir tür antik Sümer ekmeğidir.

Akan suların kaynağı
Ninhursag tarafından şefkatle bakılıp ilgilenilen,
Akan suların kaynağı
Ninhursag tarafından şefkatle bakılıp ilgilenilen,

Kasabanı kutsal gölün yanında kurmak,
O senin için harika duvarlarını inşa edip bitirdi.
Ninkasi şehrini kutsal gölün yanında kurdu.
O senin için duvarlarını bitirdi.

Baban Enki, Lord Nidimmud.
Annen, kutsal gölün kraliçesi Ninti.
Ninkasi, baban Enki, Lord Nidimmud,
Annen, kutsal gölün kraliçesi Ninti.

Hamuru büyük bir kürekle işleyen tek kişisin,
Bappir çukurunda tatlı aromalar karıştırarak,
Ninkasi hamuru işleyen tek kişi sensin ve
Bir çukurun içinde bappiri bal ile çırpan,

Büyük fırında bappir yapan kişi sensin,
Kabuğu soyulmuş tahılları mayalayan,
Ninkasi, bappirleri büyük fırında pişiren sensin,
Kabuğu soyulmuş tahılları mayalayan,

Yerde duran maltı sulayan sensin,
Asil köpekler potentaları bile uzak tutuyor.
Ninkasi, yere düşen maltı sulayan sensin,
Asil köpekler hükümdarları bile uzak tutuyor.

Malt'ı bir kavanozun içine sokan sensin,
Dalgalar yükseliyor, dalgalar düşüyor.
Ninkasi, maltı kavanozun içine sokan sensin,
Dalgalar yükseliyor, dalgalar düşüyor.

Pişmiş püreyi büyük kamıştan hasırlara dağıtan sensin,
Serinlik üstesinden gelir,
Pişmiş püreyi büyük kamıştan hasırlara dağıtan sensin,
Serinlik üstesinden gelir,

İki eliyle büyük tatlı arpa mayasına sahip olan sensin,
Onu bal ve şarapla mayalayan
Sen, kabın tatlı mayası
Ninkasi, (...) Sen kaba giden tatlı maya

Hoş bir ses çıkaran filtre kabı,
Sen uygun şekilde büyük bir toplayıcı fıçıya yerleştirirsin.
Hoş bir ses çıkaran filtre kabı,
Sen uygun şekilde büyük bir toplayıcı fıçıya yerleştirirsin.

Sen toplayıcının fıçısından süzülmüş birayı döktüğünde,
Bu, Dicle ve Fırat'ın saldırısı gibidir.
Ninkasi, toplayıcının fıçısından filtrelenmiş birayı döken sensin,
Bu, Dicle ve Fırat'ın saldırısı gibidir.

BİRA SÜMER TOPLUMUNDA DEĞERLİYDİ
Amerika Arkeoloji Enstitüsü tarafından yayınlanan "Antik Bir Bira Mayalamak" dergisinde “kil tabletlerde korunan eski metinlerin en eski biranın Sümer yapımı olduğunu gösterdiğini, belirlediğimiz kadarıyla biranın Sümer toplumunda önemli bir rol oynadığını gösteriyor. Tüm sosyal sınıflardan erkekler ve kadınlar tarafından bira tüketiliyordu.

Araştırmacıların derlediği Sümer ve Akad sözlüklerinde bira kelimesinin tıp, ritüel ve mit ile ilgili konularla ilişkili olduğu görülmektedir. "Bira salonu" kavramının 18. yüzyılda Hammurabi tarafından oluşturulan yasalarda özel bir şekilde ifade edildiği görülmektedir.”

Daha önceki bir yazıda da belirttiğim gibi bira ve mayalı içecekler eski toplumlarda o kadar popülerdi ki Sümerler'de işçilere maaş olarak bira veriliyordu. Benzer şekilde Mısır'lılar da birayı çok değerli bir içecek olarak kullanmışlardır.

Bira muhtemelen M.Ö. 7000'de Orta Doğu'da doğmuş olsa da antik Çinlilerin pirinç, bal ve meyveden yapılmış, Kui olarak bilinen biraya benzer bir içecek tükettiklerini unutmamak gerekir.

Diğer alkollü içeceklerin tarihi ise çok daha eski olabilir. Araştırmacılar eski uygarlıkların yaklaşık 10.000 yıl önce alkolü icat ettiğini düşünüyor.



Yazan: Anu

ESKİMO TANRISI IGALUK

İnuit mitolojisi, eskimo mitolojisi, Eskimo tanrıları, Igaluk, Eskimo hikayeleri, Eskimo efsaneleri, A, mitoloji, Ay ve Güneş, Güneş tutulması, Antik inanışlar, Eskimolar,
DOĞA OLAYLARINI YÖNETEN GÜÇLÜ ESKİMO AY TANRISI IGALUK

Eskimo halkının ay tanrısı İgaluk'tur fakat bu onun birkaç isminden sadece bir tanesidir. Kanada'nın Kuzey Kutup bölgeleri, Alaska ve Grönland'da Aningan (Anningan) olarak bilinir ve yaşayan yerli halklara göre o doğa olaylarını yöneten en üstün ilahi varlıktır.

Pratik olarak her şeye hükmeder ve İnuit halklarının pantheonundaki en güçlü tanrılardan birini temsil eder.

İnuit inancında güzelliği, tutkusu ve cesareti ile tanınan güneş tanrısı Malina Igaluk’un kız kardeşidir ve onu çok sever. Fakat bu her zaman birlikte olmak zorunda oldukları anlamına gelmez. Bu ikili hakkındaki efsaneler değişkenlik gösteriyor ama ortak bir noktaya sahipler: Malina Igaluk'tan sonsuza dek kaçıyor.

Güzel bir İnuit efsanesi çok yakın olan, gençken birlikte oynayan ve gülen bu kardeşler hakkında bir hikaye anlatır. Çok uzun zaman önceydi, İgaluk ve kız kardeşi ölümlülerdi ve kuzeye uzak bir köyde yaşıyorlardı. Büyüdükçe ayrı yaşamaya başladılar.

Bir gün artık çocuk olmayan Igaluk etrafındaki kadınlara bakmaya başladı ve gözleri kız kardeşinin üzerine düştü. Onun en güzeli olduğuna kanaat getirdi.


Bir gece herkes uyurken kadınların çadırına gizlice girip kız kardeşine zorla sahip olmaya kalktı. Malina karanlık olduğu için saldırganın kim olduğunu tanıyamadı ancak ertesi gece için hazırdı.

Yine aynı şey olduğunda parmaklarını lamba isiyle kapladı ve gece tekrar gelen ziyaretçinin yüzünü onunla lekelendi.

Daha sonra lamba tekrar yandığında ırzına geçmeye kalkan gizemli adamın sevgili erkek kardeşi Igaluk olduğunu öğrenince şaşırdı.

Artık mantıklı davranamaz ve düşünemez hale gelen Malina çok utandı ve büyük hayal kırıklığı yaşadı. Meşalesini aldı ve gecenin karanlığına doğru kaçtı. Igaluk peşinden koştu, koşarken özür dilediğini haykırıyor ve af diliyordu. Fakat kız kardeşi onu dinlemedi. Elinde yanan bir meşale ile koşmaya devam etti, İgaluk da aynını yaptı ama meşalesini düşürdü. Alev kayboldu ve geriye sadece hafif bir parlama kaldı.

Kovalamaca uzun süre devam etti, ikisi de o kadar hızlı koştular ki sonunda gökyüzüne yükselerek ay ve güneş oldular.

İnanışa göre şimdi ikisi de cennetteler fakat iki ayrı odada yaşıyorlar ve sonsuza dek ayrı kalacaklar.

Igaluk yani Ay o zamandan beri parlayan kız kardeşi Güneş ile sadece bir güneş tutulması sırasında karşı karşıya geliyorlardı. Güneş’in ışığı daha ılık ve daha güçlüydü ve Ay onunla asla yarışamazdı çünkü ışığı çok daha soğuk ve zayıftı.

Bu efsane muhtemelen aile içi ilişkiyi doğru bulmayan bir İnuit topluluğunun uydurmasıdır. Bu efsaneyle hem bunu doğru bulmadıklarını, hem de bu durumun sonuçlarının sonsuz ayrılık gibi acı sonuçlarının olacağını vurgulamak istemiş ve bunu da Güneş tutulması ile betimlemiş olabilirler.

Kaynaklar:
Cotterell, A. A Dictionary of World Mythology
Freuchen P.  Book of the Eskimos

Yazan: A.Kara

CERMEN HAYALET SAVAŞÇILARI

mitoloji, tarih, Antik tarih, Cermen Hayalet Savaşçıları, Alman efsaneleri, Cermen mitolojisi, Alman mitolojisi, Roma imparatorluğu, Roma ve Cermen savaşları, A,
ROMALILARIN EN BÜYÜK ASKERİ YENİLGİSİ VE ANTİK CERMEN HAYALET SAVAŞÇILARI EFSANESİ

Derin, karanlık ve yoğun ormanları hızla ve sessizce geçtiler. Ne görüldü ne de duyuldular. Çeşitli ölümcül silahlarla eğitilmiş olup Romalılara karşı en büyük orduyu oluşturan bu hayaletlere bugün elit savaşçılar deniyor. Efsaneye göre Romalı askerler ne olduğunu anlayana kadar Germen hayalet savaşçıları hava şeffaf bir şekilde görünüyor göz açıp kapayıncaya kadar Romalıları öldürüp karanlıkta kayboluyorlardı.

Düşmanlarıyla yüz yüze gelen Vikinglerin aksine Cermen hayalet savaşçılar doğadan ve sürpriz unsurlarından yararlandılar. Ham bir yöntem olabilirdi ama kesinlikle başarılı bir askeri taktikti. Eski Romalılar bölgelerine girdiklerinden kısa bir süre sonra Cermen hayalet savaşçılarının hiç kimseye boyun eğmediğini ve böyle bir niyetleri olmadığını öğrendiler.

CERMEN HAYALET SAVAŞÇILARI KİMLERDİ?
Birinci yüzyılın ilk on yılında Almanya bugün olduğundan çok farklıydı. Ülkeye dağılmış çeşitli kabileler, gevşek bir şekilde yapılandırılmış topluluklar yaşadı. Birbirlerinden bağımsız olmalarına rağmen özgürlüğü her şeyden daha önemli olarak değerlendiriyorlardı. Bundan dolayı bir istila ile karşılaştıklarında kendilerini örgütlediler ve farklılıklarını bir kenara bırakıp düşmanlarına saldırdılar.

Romalılar için eski Cermen savaşçıları korkunç vahşi adamlardan başka bir şey değildi ve doğal olarak Barbarlardı. Ancak “Barbarlar” terimi günümüzde büyük ölçüde yanlış kullanılmaktadır. Modern zamanlarda sık sık Barbarların medeniyetten yoksun veya kötü insanlar olduklarını söylüyorlar. Ancak kelimenin gerçek anlamı unutuldu. Bu kelime eski Yunanistan'dan gelmektedir ve başlangıçta yalnızca Yunanca bilmeyen insanlara atıfta bulunmak için kullanılmıştır (Bir nevi Yunanlıların kendini üstün görüp diğerlerini aşağılaması, ırkçılık durumu).


ESKİ ROMANIN EN BÜYÜK ASKERİ FELAKETİ: TEUTOBURG ORMANI SAVAŞI
Roma İmparatorluğu kısa süre sonra kuzey-orta Avrupa'daki coğrafi bölgenin fethedilmesinin son derece zor olacağını fark etti. Bölge çoğunlukla Cermen kabileleri tarafından işgal edilmişti fakat bölgede aynı zamanda Keltler, Baltlar, İskitler ve daha sonraki süreçte Erken Slavlar da vardı.

Eğitimli Romalı askerler ile ağır silahlar kullanan Cermen savaşçıları arasındaki çatışma korkunçtu.

Mitolojisi sihir ve şeytani karanlık güçlerin gücü ile ilgili hikayelerle dolu eski Romalılar gibi bir medeniyet için Teutoburg Ormanı çok yabancı ve korkutucu bir bölge olmalıydı. 9 Eylül'de Teutoburg Ormanı Savaşı sırasında üç Romalı lejyon Romalılarla savaşmak için bir grup Cermen toplayan Çerusker şefi Arminius tarafından yenildi.

Cermen kabileleri bir zaferden daha fazlasını başardı. Üç Roma lejyonunu tamamen imha ettiler. Çok az Romalı asker sağ kurtuldu fakat kurtulanlar da köle oldu. Romalıların katliamı İmparatorluğu daha dikkatli davranmaya itti. Zaman zaman yapılan baskınlar ve seferler olsa da Romalılar bir daha asla Ren Nehri boyunca geçemediler.

HAYALET SAVAŞÇILARIN SİLAHLARI
Roma askeri birlikleri eğitimli ve düzenliydi. Büyük cesaret sahibi bu askerlere duyulan saygının bir belirtisi olarak 'Merih lejyonu veya Merihliler' adı verildi.

Disiplinli Romalı askerlerinin Cermen savaşçıların yarattığı kaostan tamamen etkilendiği anlaşılıyordu. Cermen kabileleri, mızrak, sapan, cirit ve ilkel ama etkili olan tokmak gibi çeşitli silahlar kullanıyorlardı.

Adrian Ambrose'nin Antik Roma Tarihi adlı kitabında yazdığı gibi Cermen savaşçılar asla birleşik ve yapılandırılmış ordulara sahip olarak mücadele etmediler. Savaşları geniş şekilde yapılandırılmış bir saldırı planı olan topluluklar olarak savaşan yüzlerce savaşçıdan oluşuyordu. Yani saf bir kaos..

Saha ve askeri harekat düzeninde savaşmaya alışkın olan organize Roma ordusu için bu bir kabustu.

Tarih kayıtlarının yazdığı gibi Romalılar eski Cermen hayalet savaşçılarıyla karşılaşırlar ve bu birçok insanın ölümüne neden olan yıkıcı bir andır. Yani aslında bu efsanenin kaynağının Roma'nın şaşkılığı sonrası ortaya çıktığı nettir, dönemin Cermen savaşçılarına hayalet benzetmesi yapıp bunu bir efsane haline getirmişler. Romanın kaderi güçlerini birleştiren ve onları ülkelerinden kovan Cermen kabilelerinin saldırdıkları gün mühürlenmişti.

Kaynaklar:
Ambrose Adrian - Ancient Roman History, Barbarians at the Gate: Ghost Warrior: Ancient Rome VS Germanic Barbarian
Peter S. Wells - The Battle That Stopped Rome: Emperor Augustus, Arminius, and the Slaughter of the Legions in the Teutoburg Forest

Yazan: A.Kara

İBRAHİMİ DİNLERDE KOYUN, KUZU VE KEÇİ

A, Agnus Dei, din, Dini semboller, Dinlerde kuzu, hristiyanlık, İbrahimi dinlerde koyun ve kuzu, islamiyet, Kurban ayini, Kurban vermek, mitoloji, Mitolojide kuzu, Tanrının Kuzusu, yahudilik,
DİN VE MİTOLOJİLERDE ORTAK BİR SEMBOL :
KOYUN | KUZU | KEÇİ


Elbette mitoloji ve din arasındaki fark kişinin kendi bakış açısına ve inançlarına bağlıdır. Bu özel makale sadece geçmiş ile ilgilidir dinler veya onların pratikeri ile ilgili herhangi bir kişisel yorum içermez.

Koyunların mitolojideki önemine ve hem modern hem de eski dinlerdeki durumuna göz atacağız. Din ve mitoloji örneklerini temel bir kronolojik sıraya dahil etmeye çalıştım ancak birçok mitin kökenleri ve başlangıçları bilinmediğinden kesin bir liste hazırlamak mümkün değildi.

Koyunların din ve mitolojideki rolüne ilişkin birkaç iyi bilinen ve bir iki az bilinen örnek seçtim.

Eski uygarlıklar çok tanrılıydı (birçok tanrıya inanıyordu). Bu eski insanların birçoğu tanrı olarak hayvanlara da tapıyorlardı ve hayvanları tanrılarını sembolik olarak temsil etmekte kullanıyorlardı. Ayrıca bu tanrıların bir hayvan biçimini alabilmek için şekil değiştirebildiğine inanıyorlardı.

M.Ö. 4000-2000 aralığında antik dünyadaki ilk yazma biçimini (çiviyazısı) geliştirdiği düşünülen  Sümerlerin tanrı ve tanrıçaları sürüleri temsil ederek koyunu ölümsüzleştiriyor ve yaşam alanlarını koruyordu. En belirgin ve güçlü olanı Dumuzi'nin annesi, koyunların ve çobanların efendisi olan koyun tanrıçası "Duttur" du. Ayrıca Gestinanna da rüyaların yorumlanmasıyla ilişkili oraküler bir tanrıça olmasına rağmen o da koyunlar ve çobanlarla ilişkiliydi. Sümerlerin çok sayıda koyun sürüsü vardı ve koyunlar tüm nüfus için önemliydi çünkü et ve giyim kaynağıydılar. Bu da birçok antik kültürde olduğu gibi koyunu ekonominin de en önemli parçasından biri yapıyordu.

Aynı şekilde Mısırlılar da koyunlara değer verdiler. Süt, et ve giyim ihtiyaçları ve toprağı gübreleyecek gübre sağlamak konusunda koyunlara bağımlıydılar. En eski zamanlardan itibaren Mısırlılar hayvanlara tapıyorlardı ve çeşitli dönemlerde bazı hayvanları kutsal ilan ettiler, bu hayvanlar ile de tanrılarını ve tanrıçalarını temsil ettiler. Koyunlar da dahil olmak üzere bezle sarılmış hayvan kalıntılarını içeren birçok eski Mısır mezarı bulunmuştur.

Mısır'ın dini bağlamda koyunlarla olan ilişkisine ek olarak Tanrı Khnum bir koçun kafasına sahipti. Mısır medeniyetinin başlangıcından itibaren aslında Nil'in kaynağının tanrısı olan ve diğer tüm yüzlerce tanrı ve tanrıçayı yarattığına inanılan Khnum'a ibadet ediliyordu. Kendisine yaratıldığına inanılan tanrıların en önemlisi olarak saygı gösteriliyordu çünkü inanışa göre yaratılışı bütünüyle ortaya çıkaran ilk yumurtayı yapan oydu.

Eski Mısır'da ilkel sularda doğduğu söylenen bir yaratıcı ve doğurganlık tanrısı olan Heryshaf da koç ya da koç başı olan bir adam figürü ile temsil edilmiştir. Mısır mitolojisinde Ra ve Osiris, Yunan mitolojisinde ise Herakles olarak tanımlanmıştır.

Ayrıca ülkemizdeki Çatal Höyük’te yer alan antik Neolitik tapınaklarda bulunan koç kafaları onların bir miktar dini öneme sahip olduğunu ortaya çıkarmıştır.

Yunanlılar, Romalılar ve diğer kültürler tanrıları yatıştırmak, onların gönüllerini yapmak için hayvanların kurban edilmesinde bir sakınca görmemiş ve birçok hayvanı kurban etmişlerdir. Koyun içeren hayvan kurbanları şükretme, iyi şeyler isteme gibi durumları içeriyordu ve kehanetler için hayvan iç organlarının kullanılması yaygın bir eylemdi. Bu gelecekten haber almanın bir yolu olarak görülüyordu. Bu nedenle koyun karaciğerinin en sık kullanılan organ olduğu görülmektedir. Eski kültürlerde hayvan kurban etmek dini pratiğin ayrılmaz bir parçasıydı ve bazı durumlarda insan kurban etmenin yerine geçiyordu. Mitolojiye göre Yunan kültüründe tanrılar insan kurban edilmesinden zevk alıyorlardı ancak görünüşe göre sembolik olarak birkaç damla kan damlatılması da kurban yerine geçebiliyordu.

Bu sembolizm İbrahim'e Tanrı'nın sadık ve itaatkar bir hizmetkar olduğunu kanıtlaması için Tanrının ondan tek oğlu İshak'ı öldürmesini istemesi ile İncil'de kendini gösterir. İslam geleneğinde İshak yerine İsmail kurban edilmek üzere seçilen oğuldur ancak bu Kur'an'da açıkça belirtilmez. Bu olay sonrası İbrahim'in inancı kanıtlandı ve olay gerçekleşmeden önce bir koç belirerek İshak'ın (İsmail) yerini aldı.

Koyunlarını korumaları için antik Yunan halkı da tanrılar üretti. Libya'daki Yunan Kirene kolonisinde tanrı Aristaios çoban ve arıcıların tanrısı olarak kabul edildi. Ona çobanlar tarafından ibadet edildi çünkü hem erkeklerin hem de sürülerinin koruyucusu olduğuna, onları kurtlar, hava durumu ve avcılar gibi kötü niyetli kuvvetlerden korumak için gözettiğine inanılıyordu.

Herakles ve Odysseus ile kıyaslanabilecek birçok Yunan mitolojisi kahramanlarından biri de altın koyun postunu arayan Yason'dur.

Hikaye Yason'un Selanik'teki Iolcus tahtının başına geçmek için ihtiyacı olan kanatlı koç Chrysomallos'un kanatları için gerekli olan efsanevi altın postu arayışını anlatıyor. Farklı varyasyonları da bulunan çok eski bir hikayedir bu.

Koyun tek tanrılı İbrani dinlerinde önemli bir rol oynar. İbrahimi dinler tek bir tanrıyı yani İbrahim'in Tanrısı olduğuna inanan ve aşağıdakileri içeren tüm dinleri içerir: Yahudilik, İslamiyet ve Hristiyanlık.
Koyunlar, kuzular ve çobanlar bu dinlerde belki de diğer dinlerden çok daha sembolik şekillerde yer alırlar. İbrahim, İshak, Yakup, Musa ve Kral Davut gibi bir çoğu çobandı. Koyun ve çoban kavramı İncil'de 247 kez dile getirilir. Eski zamanlardaki İbrahimi geleneklerinde kuzu bir varlığın değerinin yüksek olduğunu gösterirken koyun ise serveti temsil ediyordu. Bu nedenle kuzu kurban etmek yerleşmek, inanç ve itaat göstermek ya da Tanrı'nın daha değerli bir iyiliğini elde etmek için uygulanıyordu.

Daha önce de belirtildiği gibi İbrahim'in oğlu İshak yerine bir koç öldürüldü. Bu geleneğe göre inancının bir testi olarak Tanrı, İbrahim'in oğlunu feda etmesini istemişti ancak bunu yapmadan önce bir melek araya girerek bir koç getirmişti ve İshak yerine koç feda edilmişti.

Hz. Muhammed'in 570-632 yıllarında kurduğu İslam geleneğinde kurban bayramı sırasında bir koyun kurban edilir. Böylece İbrahim'in Allah için oğlu İsmail'i feda etmekten geri kalmadığı ve İblis'in İbrahimi oğlunu feda etmeye daha istekli hale getirdiği anılır. Allah'a olan bağlılığı anmak için bir kurban bayramında bir koyun öldürülürdü.
İnanışa göre İbrahim fedakarlık yaparak oğlunu kurban etmek üzereyken Allah müdahale etti ve bunun yerine Allah ona kurban etmesi için bir kuzu gönderdi. Bu olay daha sonra Kurban Bayramı olarak Müslümanlar tarafından kutlanmaya başlandı.

Yahudilikte ise Tevratın emirlerine uygun olarak Fısıh'da paskalya kuzusu olarak da bilinen kuzu kurban edilir. Fısıh'da verilen kurban ile tanrının Mısırlıların ilk doğan oğullarının hayatlarını alıp İsrailli kölelerin ilk doğan oğullarını bağışlaması anılır. Fısıh Bayramı sırasında her bir hanenin kapı eşiği İsraillilerin evlerini tanımlamak için kuzu kanıyla işaretleniyordu. Fısıh'da uygulanan bu kuzu kurban edilmesi olayı Kudüs tapınağında gerçekleşir.


Eski ahit aynı zamanda günahların bir kefareti olarak kuzuların kurban edilmesi gerektiğini ifade eder:
[Levililer 4:32-34]
32) Eğer biri günah sunusu olarak bir kuzu getirirse, kuzu dişi ve kusursuz olmalı. 33 Elini günah sunusunun başına koyacak ve yakmalık sunuların kesildiği yerde onu günah sunusu olarak kesecek. 34) Kâhin sununun kanına parmağını batırıp yakmalık sunu sunağının boynuzlarına sürecek. Artakalan kanı sunağın dibine dökecek.

Başka bir deyişle Yahudi geleneğinde günah kusursuz, masum bir kuzunun kanının dökülmesiyle affedilebilir. Benzer şekilde Hristiyanlar Tanrı'nın kusursuz kuzusu olan İsa'nın kanı ile günahlarından kurtulduklarına inanmaya başlayacaklardı ve bu yüzden İsa "Tanrı'nın Kuzusu" olarak adlandırılacaktı. Eski Ahit'te hayvan kurban etmenin tek kefaret yolu olduğuna ve bunun yerine günahın yalnızca dua ve tövbe ile kefaretinin mümkün olabileceğine dair bir referans bulunmamaktadır. Aslında Musevi inancına göre kefaret modern zamanlarda genel olarak uygulanmayan hayvan kurban etmeye başvurulmaksızın da başarılabilir. Kudüs'teki tapınakta gerçekleştirilen kefaret için yapılan ayinler İsraillilerin rahip sınıfı olan Kohanimler tarafından yapılırdı. Ayin sadece hayvan kurban edilmesini değil aynı zamanda dua ve şarkı söylemeyi de içeriyordu.

Popüler ve iyi bilinen Mezmur 23'de Tanrı'nın bir çoban ve onun takipçileri de koyunlara benzetilir:
[Mezmur 23]
RAB çobanımdır, 
Eksiğim olmaz. 
2) Beni yemyeşil çayırlarda yatırır, 
Sakin suların kıyısına götürür. 
3) İçimi tazeler, 
Adı uğruna bana doğru yollarda öncülük eder. 
4) Karanlık ölüm vadisinden geçsem bile, 
Kötülükten korkmam. 
Çünkü sen benimlesin. 
Çomağın, değneğin güven verir bana. 
5) Düşmanlarımın önünde bana sofra kurarsın, 
Başıma yağ sürersin, 
Kâsem taşıyor. 
6) Ömrüm boyunca yalnız iyilik ve sevgi izleyecek beni, 
Hep RAB’bin evinde oturacağım. 

Koyun veya kuzu sembolizmi Hristiyan geleneğinin de önemli bir parçasıdır. İsa genellikle bir çoban, takipçileri ise bir sürü olarak anılır. İncil'den bir örnek:
[Yuhanna 10:1-6]
1) Size doğrusunu söyleyeyim, koyun ağılına kapıdan girmeyip başka yoldan giren kişi hırsız ve hayduttur.
2) Kapıdan giren ise koyunların çobanıdır.
3) Kapıyı bekleyen ona kapıyı açar. Koyunlar çobanın sesini işitirler, o da kendi koyunlarını adlarıyla çağırır ve onları dışarı götürür.
4) Kendi koyunlarının hepsini dışarı çıkarınca önlerinden gider, koyunlar da onu izler. Çünkü onun sesini tanırlar.
5) Bir yabancının peşinden gitmezler, ondan kaçarlar. Çünkü yabancıların sesini tanımazlar.
6) İsa onlara bu örneği anlattıysa da, ne demek istediğini anlamadılar.

[Yuhanna 10:11-12]
11) Ben iyi çobanım. İyi çoban koyunları uğruna canını verir.
12) Koyunların çobanı ve sahibi olmayan ücretli adam, kurdun geldiğini görünce koyunları bırakıp kaçar. Kurt da onları kapar ve dağıtır.

İsa'ya ayrıca Tanrı'nın Kuzusu adı verilir. Daha önce de belirtildiği gibi Hristiyan geleneğinde İsa'nın, insanın günahını telafi etmek için çarmıhta ölme konusundaki nihai misyonu fedakar bir kuzuya benzer.

Birçok Hristiyan aziz koyun ve çobanların koruyucusu olarak kabul edilir. Örneğin Bernadette Soubirous, Cuthbert, Silos Dominic ve Regina.

A, Agnus Dei, din, Dini semboller, Dinlerde kuzu, hristiyanlık, İbrahimi dinlerde koyun ve kuzu, islamiyet, Kurban ayini, Kurban vermek, mitoloji, Mitolojide kuzu, Tanrının Kuzusu, yahudilik,

Hristiyan kiliselerinde sık sık "Agnus Dei" yani Tanrının Kuzusu olarak tasvir edilen İsa sembolü göreceksiniz.

Dini sanatta Agnus Dei haç ve Hristiyan pankartı tutan bir kuzu olarak İsa'nın görsel bir sunumudur. Bunu eski Hristiyan toplumların flama ve bayraklarında görmek mümkündür. Haç genellikle kuzunun sol omzuna dayanır ve sol el ile tutulur. Haç George haçıyla benzer şekilde en çok kırmızı üzerinde resmedilir ancak farklı renklerin de işlendiği görülür. Mesela kiliselerde kuzunun kalbinden kan geldiği resmedilir. Bu çizimler dünyadaki günahları ortadan kaldırmak için İsa'nın kanının akmasını sembolize etmektedir.

Agnus Dei'yi antik pencerelerde, yastıklarda ve hanedanlık armaları üzerinde birçok değişik formda görebilirsiniz.

Agnus Dei Aşai Rabbani ayininde kullanılan "Tanrı'nın Kuzusu" ilahisidir.

Hem Katolik hem de Protestan Hristiyan kiliselerinde Mesih'in kanını ve vücudunu temsil etmek için kullanılan Konak, Ekmek ve şarabın dağıtımı sırasında söylenen Agnus Dei Tanrı'nın Kuzusu'na dair bir yakarma, duadır.
"Dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı'nın kuzusuna bakın"

Hristiyan geleneğine ek olarak kuzu masumiyet, nezaket, huzur ve acı çekerken sabırlı olmanın simgesidir. Hristiyanlıkta da İsa'nın nazik nitelikleri ifade eder.

Hristiyan geleneğine göre İsa'nın çarmıhtaki ölümü günahlar için yapılan bir fedakarlıktı ve burada İsa'nın kurban edilen bir kuzu ile benzetilmesinden dolayı hayvan kurban etme kültürünün devam ettiği görülüyor. Yunanistan ve Romanya'daki Paskalya kutlamaları bir kuzu öğünü içerir.

Koyun ve kuzu özellikle kilise pencereleri gibi birçok Hristiyan ikonografisinde yer almaktadır.