HABERLER
Dini Haber
sizden gelenler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sizden gelenler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

BİR ŞEYHİN ÖLÜMÜ

sizden gelenler, bir şeyhin ölümü, din, şeyhler, sahtekar şeyhler, Allah adına konuşan, çocuk tecavüzcüsü imam ve şeyhler, din, dini öykü, deve sidiği ile çare, şeyhin evi, islamiyet,
Okuyucumuzun gönderdiği, eleştirisel tarzda, betimsel ögeler barındıran bir öykü:

Anadolu’nun güneyinde, taşranın uzak köşelerinden birinde ufak bir köy ile kasaba olmak arasında gidip gelen ama bir türlü kimliğine kavuşamayan bir yerleşim yeri bulunmaktaydı. Bu yerleşim yerinde ise oraya çok uzun zaman evvel yerleşmiş bir şeyh yaşamaktaydı ki yıllar boyunca bulunduğu bölgede oldukça saygı değer, sözü dinlenilen, güçlü bir kişi olmuştu. Kendisine ait orta büyüklükte kompleks yapıda bir evi vardı. Düzenli aralıklardaki dini toplantılarını, hasta muayenelerini ve dini eğitim hizmetlerini bu evde yapardı. Emri altında çalışan mutfak işçileri, bahçıvanı, temizlikçileri ve bir de bekçisi vardı. Kendisince mutlu bir hayat yaşayan şeyh geçen zamanın verdiği yaşlılık ve sağlığına gerekli ilgiyi göstermemesi nedeniyle yatağa düşmüştü. Ona gelen tüm hastalarına, çare arayanlarına uyguladığı yöntemleri kendisi üzerinde denemiş fakat hiçbiri iyileşmesine vesile olamamıştı. Ne yazık ki yaşadığı zaman diliminde deve sidiği ve dualı tükürüğün kardiyovasküler hastalıklar üzerindeki etkisizliğini ortaya koymuş bir bilimsel makale bulunmamaktaydı ve zavallı şeyh çareyi yanlış yerlerde aramaya mahrum kalmıştı. Onca başarısız tedavi denemesinin ardından yorgun düştüğü başka bir günün sonunda odasına giden şeyhin bir isteği olup olmadığını öğrenmek için ardından odaya giren hizmetçilerden birisi, şeyhi divanında hareketsiz öylece kalmış bulunca ne yapacağını şaşırarak çığlık atmaya başladı. Sesi duyup gelen diğer görevliler şeyhe ne olduğunu anlamaya, ona yardım etmeye çalışırlarken çabalarının boşa olduğunu biraz sakinleşince anladılar. Çünkü şeyh ölmüştü.
. . .

Köyümsü kasabada -ya da kasabamsı köyde- şeyhin seveninin çok olduğunu bilen evin görevlileri (çevreden çağrılan düzinelerce ilave işçiyle) çoktan cenaze hazırlıklarına başlamışlardı. Şeyh-ölü bedeni- ak kefene sarılı, temizlenmiş bir halde odasında yatmakta, gelecek olan yoğun kalabalık için yemek hazırlıkları yoğun bir şekilde sürmekteydi. Haberin çabucak yayılmasıyla birlikte sevenleri bölük bölük şeyhin evine akın etmeye başladı. Yola çıkmadan evvel gözlerini ısıtmaya başlayan bu insanlar şeyhin evine geldiğinde eşi benzeri görülmemiş bir ağlama merasimine tutuluyorlardı. Fakat ağlama töreni evinin büyük salon bölümünde ve dış bahçede yapılabiliyor, şeyhin bedeninin bulunduğu odaya sadece halkın üst sınıfından olan sakinler girebiliyordu. Kefeninin üzerinden şeyhin mübarek ayaklarını öpüp dualarını ederek çıkıyorlardı. Şiddetli başlayıp, bölükler halinde gelen halkla artçı sarsıntılar halinde devam eden ağlama merasimi yavaş yavaş bitmiş, herkes cenaze evinin içi ve çevresinde kendisine uygun bir yer bularak yerleşmişti. Yoğun duygular yerini çeşitli sorgulamalara bırakmış, herkesin derdine çare bulan şeyhin nasıl kendi derdine çare bulamadığına dair tartışmalar evin çeşitli bölümlerindeki halk arasında cereyan etmişti. Tüm tartışmalar “Alında yazıldıysa hiçbir şey yapamazsın.”, “Takdir-i İlahi…” , “Hepimizin sonu bu değil mi sonuçta, ibret almak lazım.” şeklindeki benzer söyleyişlerle ahenkli bir şekilde sonlanıyordu. Arada “Terzi kendi söküğünü dikemezmiş.” gibi ironili söylemlerle şeyhe saygıda kusur edenler de çıkıyordu fakat bu kişiler çekilen tevbeler eşliğinde derhal etkisiz hale getiriliyordu (susturuluyordu). İşte bu cenaze merasimine katılan halkın içersinde diğerlerine pek benzemeyen birisi bulunmaktaydı. İsmi İbrahim El-Muktedir olan bu orta yaşlı adam sessiz sakin diğerlerinden uzak kalmayı seçen fakat göze batmaktan kaçındığı için çeşitli merasim ve törensel aktivitelere katılan kafası daima karışık bir insandı. Kafasının içi sürekli sorular, düşünceler, mantıksal arayışlar, betimlemeler, gözlemler ve çıkarımlarla dolu olurdu. Şaşkınlığından ve çeşitli olaylara anlam veremeyişinden uzun yıllardır kurtulamamıştı. İşlevsel amaçla kurduğu ilişkiler haricinde yerleşim yerinin hiçbir sakiniyle derin bir ilişkisi bulunmamakta, fakat gerekli sosyal aktiviteleri yerine getirmeye çalışıp herkese saygılı-eşit mesafede durduğu için çevresinden saygı görmekteydi. İbrahim El-Muktedir cenaze evinin içerisindeki büyük salonun, şeyhin kapısına bakan penceresinin altındaki koltukta oturmakta, rastgele yükselen “Merhumun ruhuna el Fatiha!” uyarılarıyla reflekssi bir hareketmişçesine duasını okuyup sessizce oturmaya devam etmekteydi. Aklından ölümü, bilinmez sonu, şeyhin hayatının nasıl geçmiş olduğunu geçirmekte, hayatın anlamı üzerine pek de derin olmayan fakat derin bir sorgulamanın ilk kıvılcımlarını oluşturacak nitelikte düşünceler geçiriyordu. Fakat bu düşünceleri kalabalığın içinden yükselen şiddetli bir ses ile kesildi; “Bismillahirrahmânirrahîm.”. Ses 55 yaşlarındaki şeyhin yakını sayılabilecek kişilerden olan tüccar Fahid’e aitti. Gür sesiyle yaptığı başlangıcın ardından içerideki herkes susup, kulaklarını Fahid’e vermişti. Fahid şu şekilde devam etti; “Elem tera keyfe fe'ale rabbüke biashâbilfîl…”. Cenazede Kur’an okumak saygıdeğer bir davranıştır fakat ondan bir bölümü ezbere gür sesle okumak takdire şayandır. Halk takdir eder gözlerle ve hür dikkatle Fahid’i dinliyor “Ne kadar da güzel bir insan.” diye içlerinden geçiriyorlardı çünkü Kur’an okuyordu. Okuduğunun ne anlama geldiği önemli değildi. Arapça ve Kur’an’dan bir bölüm olması yeterliydi, kimse anlamıyla ilgilenmiyor zaten çoğunluk da okunanların ne anlama geldiğini bilmiyordu. Fakat İbrahim duyduğunun Kur’an’ın 105. suresi olan Fil Suresi olduğunu anlamıştı. Anlamasıyla büyük bir şaşkınlık içine düşmesi bir olmuştu. Aklından şunları geçirdi; “Bu bir cenaze, bir insan öldü ve biz onun için buradayız, değil mi? Ve ona karşı duyduğumuz iyi dilekleri iletmek, hayatını anmak, anısına saygı göstermek bizim vecibelerimizden birisi, değil mi? Peki bu adam neden bir kabilenin filler üzerinde Kabe’ye saldırırken 17 santimetrelik kuşlar tarafından helak edilmelerini anlatan bir sureyi okuyor? İçinde bulunduğumuz durum ve ortamla alakası nedir? En azından ölümle ilgili olan -halka ibret olması amacıyla- ayetler okusaydı bir derece anlamlı olabilirdi fakat Fil? Şeyh öldü ve Fahid onun anısını fil ve kuşlarla bezenmiş bir halk masalıyla anıyor(!). Bu insanların derdi ne gerçekten anlayabilmiş değilim.”. Fillerin ölümle ilgi ve alakasını biz de anlayamamış olsak da biraz evvel belirttiğimiz gibi önemli olan eylemdi, içerik değil. İbrahim El-Muktedir yavaş yavaş bunalmaya başlamışken Fahid, suresini bitirmiş halk da “Amin.” diyerek karşılık vermiş ve herkesin birbiriyle konuştuğu o karmaşık hale geri dönülmüştü. İbrahim El- Muktedir içinde bulunduğu ortamın gereğini yerine getirmek için şeyhin bulunduğu odaya girmek istedi. Fakat öncelikle halkın üst makamlarından izin alması gerekliydi. Önce de söylediğimiz gibi İbrahim halk arasında saygı gören birisi olduğu için odaya girip dualarını bizzat iletmesine izin verildi. İznini aldıktan sonra da şeyhin bulunduğu odanın kapısını yavaşça açarak dalgın bir halde içeriye girdi. Az önceki durumla ilgili düşünce kalıntıları hala aklında geziniyordu.
. . .

İbrahim El-Muktedir odaya girip kapıyı ardından örtmeye yeltendiği sırada şahit olduğu görüntü karşısında nasıl bir tepki vereceğini bilemedi ve öylece şaşkın bakışlarla donakaldı. İçerde dört çocuk şeyhin cesedine secde etmekte birisi ise şeyhin üzerine gül suyu serpmekteydi. Çocuklar 13-14 yaşlarındaydı ve sahneyi daha tuhaf yapan şey ise şeyhin bedenini saran kefen ve kıyafetlerinin çıkarılmış olmasıydı. Çocuklar şeyhin çıplak bedeniyle ayin yapmaktaydı. Fakat içeriye İbrahim’in girmesiyle beşi birden hızlıca odadan kaçtılar. İbrahim ise şaşkınlığı ile öylece donakalmıştı. Az önce şahit olduğu durumu anlamlandırabilmenin mümkün olmadığını idrak edince hemen durumu düzeltmeye koyuldu. Ve elini çabuk tutmaya gayret ediyordu çünkü içeriye üst makamlardan herhangi birisi girerse kendisini yakalayacağı durum oldukça rahatsız edici ve İbrahim için tehlikeli olabilirdi. Fakat İbrahim kimse içeriye girmeden şeyhin çıplak bedenini eski örtünmüş haline getirebilmeyi başardı. Başına gelen bu olayla odaya ne için girdiğini bile unutmuş öylece yüzünde şaşkın ve endişeli bir ifadeyle odadan çıkıp salondaki yerine oturmuştu. O gördükleri neydi, ne anlama geliyordu? “Şeyh bu çocuklara ne söyledi, ne öğretti ki böyle bir şey yaptılar?” diye düşünüyordu fakat düşüncelerinin onu götürebileceği noktalardan korkmuş ve rahatsız olmuştu. Biraz çevreyle ilgilenerek bu durumu unutmaya çalışmayı seçti. Etrafı gözlemlemeye başladı. Görevliler arı gibi çalışıyor sürekli artan insanlar için yemek su gibi ihtiyaçları yetiştirmeye uğraşıyordu. Fakat pek başarılı oldukları söylenemezdi. Hizmet aksadıkça cenaze sahibi denilebilecek üst sınıftan kişiler emir yağdırmaya başlıyordu. Daha çok aksama daha çok emri getiriyordu ve İbrahim mutfak işçilerinden birinin bakışlarında elindekileri emir yağdıranın suratına geçirmeyi isteyen türde bir nefret sezdi. Aksayarak da olsa yemekler yenmiş, artıklar toplanmış herkesin aynı türden ibret yağdırdığı sohbeti devam etmekteydi. Her şey sıradan gibi görünürken yine kalabalığın içinden rastgele yüksek bir ses duyuldu. “Allah-u Ekber!” diye bağıran otuz yaşlarındaki esmer, sakallı bir adam birdenbire tuhaf hareketler yapmaya başladı. Dizleri üzerine çökük, elleri dizlerinde birleşmiş bir şekilde göğsünü ve başını çapraz bir açıyla aşağı yukarı sert bir şekilde sallıyordu. İbrahim El-Muktedir tam da adamın krize (akli ya da bedeni) girdiğini düşünecekken çevresindekilerin de “Allah!” diye bağırarak aynı hareketleri yapmaya başladıklarını görünce bu manzaraya da bir anlam veremedi. Nöbeti andıran hareket virüs gibi etrafa yayılırken durumdan iyice bunalan İbrahim yavaşça dışarı çıkmaya çalıştı. Dikkatli adımlarla dış kapıya doğru yaklaşırken şeyhin bedenine gül suyu serpen çocuğun tekrar şeyhin odasına girdiğini gördü. Herkes transa geçmiş bir halde olduğu için çocuk rahatça içeri girdi ve elinde bir bıçak vardı. İbrahim El-Muktedir tekrar o odaya girerse neyle karşılaşabileceğinden korktuğu için çocuğu hiç görmemiş varsayarak dışarıya doğru adımlarını atmayı sürdürdü. Dışarısı da kalabalık olmasına rağmen kendisine evin bahçesinde oturabileceği boş bir kayalık buldu ve derin nefesler alarak bunaltılı durumundan kurtulmaya çalıştı. O derin nefesler çektiği halk da kendinden geçtiği sırada çocuk bir elinde bıçak diğer elinde bez parçasına sarılmış bir şey ile hızla cenaze evinden uzaklaşmaktaydı. Bir süre sonra halk transı bitirdi. Fahid artık cesedi gömme vaktinin geldiğini düşünerek görevlilere tabutu hazırlamalarını söyledi ve şeyhin odasına yöneldi. Kapıyı açtığında şoke oldu. Şeyhin bedeni çırılçıplaktı. Şaşkın gözlerle donakalan Fahid bir süre öyle kaldıktan sonra bir çığlıkla “Muhterem-i Şahane’yi çalmışlar!” diye bağırdı. Sesi duyanlar şaşkınlıkla odaya yöneldi. Fahid öyle güçlü bağırmıştı ki sesini bahçede oturan İbrahim de duymuştu. Nefes alıp vererek durumu unutmaya çalışsa da İbrahim merakına yenik düşerek kalabalığı yardı ve şeyhin odasına girdi. Şeyhin penisi yerinde yoktu.

SİZDEN GELENLER | Yazan: İ.H.Karagülle

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.

* Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
* Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
* Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)
NOT: Ayrıca sitemizde yazar olmak için de bize mail atabilirsiniz. Sitemizde yazarlara özel kategoriler açılacaktır.

BU TANRIYA MI İNANACAĞIM ?

sizden gelenler, islamiyet, din göndermeyi beceremeyen, gönderdiği dini koruyamayan Allah, kararsız Tanrı, fikir değiştirip duran Tanrı, din, din ve mitoloji, beceriksiz Tanrı, yanlış din yollayan,
Sonsuz evreni, trilyonlarca galaksiyi ve yıldızı, katrilyonlarca gezegenleri bir anda "ol" deyip yaratan tanrı, bu sonsuz evrende nokta kadar bile değeri olmayan bir gezegene 4500 yıl önce kendini göstermeden Yahudilik diye bir din gönderiyor ve insanlara "bu dinin kurallarına ve bana inanın yoksa hepinizi ölünce yakarım haaa" diyor.

Sonra yolladığı bu dinin yanlış olduğunu ve hata yaptığını görüyor ve 2000 yıl önce gene kendini göstermeden Hristiyanlık diye bir din gönderiyor ve insanlara "Daha önce kendi yolladığım din yanlıştı, şimdi onu iptal ediyorum ve sizler bu dine inanacaksınız, eğer bu dine inanmazsanız ve daha önce benim gönderdiğim önceki dine inanmaya devam ederseniz ölünce ateşlerden ateş beğenin" diyor.

Sonra yine yolladığı bu dinde de hata yaptığını görüyor ve 1500 yıl sonra gene kendini göstermeden İslam diye bir din yolluyor ve insanlara "Unutun yolladığım o iki dini. Şimdi bu dine inanacaksınız, kurallar değişti ve şimdi bu kurallara inanacaksınız. Eğer bu dine inanmazsanız ve benim kendi yolladığım, daha önce doğru olduğunu sandığım diğer iki dine inanmaya devam ederseniz ölünce cayır cayır yakarım sizi. Hem de derileriniz parçalandıkça, derilerinizi yeniler yeniler tekrar tekrar yakarım sizleri haaaa!!" diyor.

Ve ben sürekli fikir değiştirip duran, bizleri hangi dinine inandıracağına bile daha karar veremeyen bu Tanrıya inanıp iman edeceğim öyle mi?

SİZDEN GELENLER | Yazan: Y.Yılmaz

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.

* Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
* Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
* Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)
NOT: Ayrıca sitemizde yazar olmak için de bize mail atabilirsiniz. Sitemizde yazarlara özel kategoriler açılacaktır.

ALLAH-TANRI'NIN YARATACAĞI HER ŞEYİ ÖNCEDEN GÖRME ÖZELLİĞİ

din, dinler, din ve mitoloji, Allahın yaratacağı her şeyi önceden bilmesi, Allah olacakları biliyorsa, Allah her şeyi biliyorsa, islamiyet, Allah tecavüzcüyü bile bile, Allah inancı, sizden gelenler,
Evreni yaratacağını, daha evreni yaratmadan çok önceleri bile görebilen Allah'ın, artık bu evreni yaratmama şansı var mıdır?

Evet Allah-Tanrı'ın olacak her şeyi önceden görebilme özelliği, aslında onu aciz ve eli kolu bağlı, önceden gördüğü her olayı zamanı geldiğinde yaratmak ve gerçekleştirmek zorunda olan programlanmış bir robottan farksız duruma sokmaktadır. Evreni yaratacağını çok önceden görüp biliyor. Artık ben vazgeçtim evreni yaratmaktan diye karar değiştirme hakkı bile yoktur. Zamanı geldiğinde mecburdur, eli mahkum evreni yaratacak.

Adolf Hitleri yaratacağını, yarattığı bu şahsın 50 milyon insanın ölümüne sebep olacağını sonsuz zaman önceden görüyor. Zamanı geldiğinde mecburen yaratıyor. Vazgeçme şansı yok. Öyle görüyor çünkü. Yaratıyor ve yarattığı adam 50 milyon insanı öldürüyor.

5 yaşındayken bir sapık tarafından tecavüze uğrayıp öldürülen kız çocuğunu milyon yıl önceden görüyor. Ancak eli mahkum. Zamanı geldiğinde önce o kız çocuğuna tecavüz edecek sapığın dünyaya gelmesine izin veriyor. Daha sonra tecavüze uğrayacak kız bir bebek olarak dünyaya geliyor. Yine zamanı geldiğinde o sapık bu kız çocuğuna 5 yaşında tecavüz edip öldürüyor.

Bu olayların hepsini önceden görüp, gördüğü için mecburen yapmak zorunda olan, bu olanlara izin veren, kararını değiştiremeyen bir Allah modeli var karşınızda arkadaşlar. Allah karar değiştirir mi o zaman kendi ile çelişir derseniz o zaman neden dua ediyorsunuz ? Dua etmenize gerek var mı ? Dua ederek gerçekleşmesini istediğiniz olayın gerçekleşeceğini Allah önceden görmüşse sen zaten dua etsen de etmesen de gerçekleşecek. Yok gerçekleşmeyeceğini görmüşse dua etmen boşuna. Zaten gerçekleşmeyecek.

Kabul etseniz de etmeseniz de Böyle bir Allah profilinin; zamanı gelince her saat başı gonga vuracak bir saatten, önceden programlanmış ve zamanı gelince çamaşırları yıkayacak olan bir çamaşır makinesinden farkı yoktur. Kendi iradesi, karar verme, kararını değiştirme özelliği yoktur.

Yaratacağı her şeyi önceden görme özelliği Allah'ı eli kolu bağlı, aciz bir tanrı durumuna düşürmektedir. Bu tanrıya inanıyorsunuz. Maalesef gerçek bu.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Y.Yılmaz

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.

* Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
* Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
* Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)
NOT: Ayrıca sitemizde yazar olmak için de bize mail atabilirsiniz. Sitemizde yazarlara özel kategoriler açılacaktır.