HABERLER
Dini Haber
sizden gelenler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sizden gelenler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

AKABE'DEKİ MESCİDLERİN YÖNÜ



AKABE

Akabe (Aqaba), Ürdün’ün güneyinde Akabe Körfezi kıyısında yer alan önemli bir liman şehridir. 7.yy’da Arapların idaresine geçen şehir , 1115 yılında Haçlıların hakimiyetine girmiştir. Selahaddin Eyyubi Akabe’yi 1170 yılında Haçlılardan geri almıştır.

İslam (?) öncesi ve sonrası ile alakalı önemli bilgiler bulabileceğimiz ender yerlerden birisidir liman şehri Akabe.

Roma İmparatorluğu döneminde bu şehirin ismi ‘Aila’’ olarak bilinmekteydi. (Grinzweig,Michael ‘’From the Items of the Name Eilat , 1993) Ayrıca Nebatiler’de kendi dönemlerinde bu şehri liman ve ticaret noktası olarak kullanmışlardı.

Milatten önce 116’da , Bosra bölgesine giden Via Nova yolunun başlangıcıydı ve Legio X Fretensis’te bu önemli stratejik limanda konuşlanmıştı. (Corpus Inscriptionum Iudaæse/Palaestianæ)

630 yıllarında , Piskopos Yuhanna ibn Ruba , bölgenin hegemonik kontrolünü fetihler ile ele geçiren Araplar ile bir antlaşma yaparak , bölgenin siyasi kontrolünü Arap liderlerine (Muhammed ?) verdi. Arapların kontrolüne geçen bu stratejik ve ticari öneme sahip olan Akabe’de , Araplar Bizans şehrinin yanına yeni bir şehir inşa etmeye başladılar.

Akabe (Aila / Ayla) sırasıyla Mısır, Suriye (Şam), Kudüs ve Yesrib (Medine) yollarının kesişiminde yer alan bir şehirdi. Ticaret yollarının ortasında kalan bu yer , bir çok yere erişim imkânı sağlıyordu.

Aşağıdaki harita , Emevi Döneminde , 650-670 yılları arasında Aqaba (Aila) şehrinin bir krokisini göstermektedir.

Arap (İslam ?) medeniyetinde , şehrin kapılarına , o yönde bulunan büyük şehirlerin isimleri verilirdi.
Bizi ilgilendiren asıl konu Arapların burayı ele geçirdikten sonra (628-630) yaptıkları Mescidlerin kıblesidir. Klasik İslâm Anlatısına göre Muhammed Tebük’te ikâmet ederken , çevre illere komutanları yollayarak ona biat etmesini emrediyordu.
Richard A. Gabriel’in yazmış olduğu ‘’Muhammad : Islam’s First Great General’’ adlı kitabında , Muhammed bölgenin kontrolünü ele geçirmeye çalışıyor. Muhammed Tebük’te kaldığı süre zarfında , ordusu Akabe’de Yohanna ibn Ruba’dan bölgenin kontrolünü ele alıyor ve bölgeyi kontrol altına alan Muhammed’in Arapları ilk iş olarak bir mescid inşa ediyor.

Buraya kadar bizi şüpheye düşürecek bir şey bulamadık ama bizi asıl ilgilendiren yaptıkları mescid’in kıblesidir.

Richard A. Gabriel'in "İslam'ın İlk Generali Muhammed" adlı kitabında yazan bazı bilgilere bakalım:
Muhammed on gün Tebük'te kaldı, bu sırada ordusunu dinlendirdi ve yerel şeflerle müzakerelere girerek birkaç yeni ittifak oluşturdu. "Muhammed Tebük'te sadece on gece kaldı, daha fazla değil. Sonra Medine'ye döndü." (1)
Bu kadar büyük bir Müslüman ordusunun varlığı, ne kadar rahatsız edici olursa olsun, hala Muhammed'in yerel şefleri etkileyen gücünün açık bir göstergesiydi ve bazıları Muhammed'le görüşmek için Tebük'e gitti. Bu şeflerden biri Yohanna ibn Ruba, Alia'nın (modern Akabe) "valisi" idi ve Muhammed ile Müslümanların limanı korunması karşılığında vergi ödemeyi kabul ettiği bir anlaşma imzaladı. Bu koruma daha sonra gemileri de kapsadı. (2)
Üç Yahudi kasabası - Transürdün'deki Alia'nın 80 mil kuzeyinde bulunan Jerba ve Udhruh ve Kızıldeniz'de bir balıkçı köyü olan Maqna'da benzer anlaşmalar yaptı. (3)
Muhammed, Halid bin Velid ve birkaç yüz adamı kralın erkek kardeşini öldürdükleri ve Hristiyan kralı koruma altına aldıkları Dumet-ül Cendel vahasına gönderdi. Kral, Muhammed'e haraç ödemeyi kabul etti ve serbest bırakıldı.

Konuya çok ilginç (!) bir durumla devam edelim. Bir şekilde Muhammed’in emriyle bu bölgeye gelen Araplar, Akabe Şehri’nde , 215°’lik bir açı ile mescid inşa etmiştir.


Sanılanın aksine bu mescid ne Mekke’ye ne de Petra’ya bakmaktadır.


628-630 yıllarında İslâm (!) Peygamberi Muhammed’in emriyle Akabe’ye gelen Araplar neden Mescidlerinin yönünü 215°’lik bir açı ile inşa etmişlerdir. Bu Dan Gibson ‘ın Petra tezi ile de örtüşmemektedir. Burada küçük bir parantez açmak isterim , Walter R. Schumm’un son makalesinde , Dan Gibson ve David A. King’in tartışmaları objektif olarak incelenmiş , Dan Gibson’ın belgeselinde ve makalelerinde kullandığı bütün mescidlerin kıblesi istatistiksel ve matematiksel olarak incelenmiştir. Makalede Dan Gibson’ın haklı olabileceği sonucu çıkmıştır. (How Accurately Could Early – 622/900 C.E- Muslims Determine the Direction of Prayers Qibla by Walter R. Schumm) (4)

Konumuza dönecek olursak , 630 yıllarında bölgenin valisi Yuhanna ibn Ruba , Aqaba’nın (Aila) kontrolünü para karşılığı koruma tahsis edecek şekilde Araplara veriyor. Bölgeyi kontrol altına alan Muhammed’in Arapları , bölgeye bir mescid yapıyor.

Yapılan Mescid’in Kıblesi ve Mihrabı – arkeolojik olarak- , Sina Dağı’nda bulunan Aziz Katherine Manastırına bakıyor.
Aziz Katherine Manastırı , Geç Antik Yahudi-Hristiyan (Judeo-Christian) geleneklerinde önemli bir kutsal alan olan Sina Dağı’nda bulunan bir kilisedir.

Sina Dağı’nda Aziz Katherine Manastırı’nın bulunduğu bölge – aynı zamanda Muhammed’in Araplarının yaptırdığı mescid’in kıblesi – Musa’nın İsrail’in Tanrı’sı Rabb’den 10 Emiri aldığı yerdir.
Daha da ilginci bu kilisede bulunan , dünyanın en eski Pantokrator İsa ikonasıdır. (Christ Pantocrator at Sina , 6th century) . Bu ikona 6.yy başlarına tarihlenir.. Sorulması gereken sorulardan biri , Muhammed’in Araplarının yaptığı mescid ve mezarlıkları neden Sina’da bulunan bu kiliseye bakmaktadır..

Aziz Katherine Manastırında bir önemli detay daha vardır. Codex Sinaiticus. Kütüphanesinde Yunanca en eski ikinci Kitab-ı Mukaddes bulunmaktadır. Eusebus’un emirlerinin de yer aldığına göre 325’ten sonra 330-350 arasında yazılmıştır.
Şimdi de Witcomb’un Aqaba’da bulduğu şeylere bakalım.
Şehrin sonraki katmanlarında (MS 9-10. Yy) yeniden kullanılan Hristiyan sütunları/unsurları bulunmuştu. Arapların bölgeyi ele geçirmesinden sonraki ilk yüzyıllar boyunca kiliselerin normal bir şekilde işlev gördükleri arkeolojik olarak kanıtlanmıştır.

Bahsi geçen bir çok Hristolojik öge , 8.yy ortalarına kadar Arapların kullandığı ögelerdir. Önemli iki obje , Akabe (Aila)’de Emevilerin kullandıkları ögeler olarak , Donald Witcomb’un arkeolojik bulguları sonucu kanıtlanmıştır.

Sadece sözde İslam peygamberi Muhammed’in (Mhmd) Araplarının Akabe’ye yaptığı mescid’in neden İsa’nın en eski ikonasının bulunduğu bir kiliseye baktığı bile sorulması gereken bir sorudur..


SİZDEN GELENLER | Yazan: Michael

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

DİNDEN ÇIKIŞ SÜRECİ (Niçe)



DİNDEN ÇIKIŞ SÜRECİ
(Takipçilerimden Niçe'nin Hikayesi)

İnsan sosyal bir varlıktır. Bu nedenle duygu, fikir ve deneyimlerini başkalarıyla paylaşmaktan mutlu olur. Bunları sadece paylaşmak değil, anlaşılmak da ister. Hatta belki de en önemlisi anlaşılmaktır. Çünkü böylelikle yalnız olunmadığının bilincine varılır. İşte ben de dinden çıkış sürecimi Din ve Mitoloji kanalı aracılığıyla anlaşılacağımı düşündüğüm insanlarla paylaşmak istedim.

Ailem Sünni geleneğe mensuptur lakin Sünni inancı detaylıca bilen bir özelliğe sahip değildir. Atatürk'ün laik cumhuriyetinde dinin zararlı etkilerinden olabildiğince uzak bir Sünniliktir. Bunu biraz açarsak; babam veya annem bizi hiçbir zaman Kuran kursuna gitmemiz, namaz kılmamız, oruç tutmamız yönünde hiç zorlamamışlardır. Birçok ailede yaşanılan bir olay olan, kız çocuğunun kapanmaya zorlanması da bizim ailemizde yaşanmadı ve yaşanmıyor. Çünkü din ve inancın en başta kişinin vicdanına kalmış olduğu yönündeki laik kültürün temel doktrini ailemizde yerleşmiş durumdadır. Bu durum bence ülkemizin en az yarısında yerleşmiştir. Bunun için de Atatürk'e teşekkürü borç biliyorum.

Bunlara ek olarak evde sanırım Kuran mealini açıp okuyan ben ve benden bir büyük abim sadece. Hadislerle ilgili detaylı bir bilgi sahibi olan yok, Ramazan ayı gelince oruç tutulur, Kurban Bayramı gelince maddi imkanlar el veriyorsa kurban kesilir, özellikle Ramazan ayında televizyona çıkan hocalar dinlenir şeklinde özetlenebilecek Türkiye'nin çoğunda hakim olan özelliklere sahip bir ailenin bir ferdi olarak, küçüklüğümden beri din ve varoluşsal konularak karşı ilgi ve merak duyuyorum. İlköğretime devam ederken din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenime sık sık gider ve dini konularda aklıma takılan noktaları sorardım. Yine böyle bir gün yanına aklıma takılan bir noktayı sormak üzere gittiğimde beni her zamanki gibi tebessümle karşılamıştı. Bu sefer aklına takılan nedir diye sorduktan sonra anlatmaya başlamıştım "Adem ilk insan ve eşi de Havva'dır. İkisinin çocukları oluyor. Ondan sonra ise bu çocuklar birbirleriyle ilişkiye girerek mi çoğalıyorlar," diye sorduğumda, Hocamın yüzündeki tebessüm kaybolup yerine bir donuk ifade gelmişti. Evet yanıtını aldıktan sonra "O zaman Allah bunu yasaklamamış mıydı, üstelik bu kardeş kardeşle ilişkidir," diye tepki verdim, hocam ise o zamanlar özel bir durumun var olduğunu ve günümüzle o zamanın kıyas edilemeyeceğini söyledi. Ardından da ders zili çaldı ve ben dersime hocamın verdiği bu cevabı düşünerek gitmiştim.

Bu cevap bana o zaman da ve ondan sonra da hiç mantıklı gelmemiştir. Lakin çocukluğumdan beri bana zerk edilen korku nedeniyle yeterince cesur bir şekilde bu konular üzerine gidemedim. Babam ara ara eve dini kitaplar alırdı. Bunlardan birisi cehennem azabı ile alakalı bir kitaptı. Ben de bunu alıp okudum ve hayretler içinde kaldım. Tabi ki korku içinde de... Henüz bir çocuğum ve okuduğum kitapta, sonsuz merhametli her şeye gücü yeten, ezeli ebedi Allah'ın cehennem ahalisini türlü işkencelerden geçireceği ve bunu sanki büyük bir zevk alarak yapacağı yazıyordu. Bu kitabın bana verdiği korku beni dinde tutan geri plandaki temel etken oldu uzun bir süre. Sadece bu kitap özelinde değil verilen korku; toplumsal olarak ve ailesel olarak bu korkuyu hep hissederiz. En basitinden evdeki bir kitaba uzanıp okuyacaksındır ve annen veya baban bırak onu abdestsiz dokunma çarpılırsın demektedir. Biraz büyüyorsun, eğer cinsel birleşme, mastürbasyon veya rüyalanma olduktan sonra vücudunun tek bir noktasını dahi kuru bırakarak bitirirsen aldığın güsul abdestini aldığın nefese kadar her şey sana haram olmakta ve kıldığın namaz veya yaptığın iyilikler de kabul olmamaktadır. Ama en önemlisi, din konularında sorgulamalar yaparken sorduğun sorularda alınan "Fazla düşünmek veya sorgulamak iyi değildir, kafanı karıştırır cehennemde yanarsın. Bu konular çok hassas konulardır," ve "Hz. Muhammed ve Allah'ın her sözü doğru ve gerçektir, biz Müslümanlar onlar üzerine en ufak bir eleştirel sorgulama yapamayız, onlar ne demiş ise kabulümüzdür," cevaplarının insana enjekte ettiği zihniyet ve düşünüş şeklidir.

Bu zihniyet enjekte edilmişti bana da ama bunun yanı sıra küçükken çok saf ve temiz bir inancım da vardı. Dinden bağımsız bir Tanrı inancıydı bu ve ilk namaz kıldığımda çok huşu duymuştum. Ondan sonra kıldığım hiçbir namaz da aynı duyguyu yaşayamadım. Ve artık çocukluk geride kalmıştı. Liseye geçmiştim ve yatılı bir lisede okuyordum. Yatılı okulda çok zorlandım. Çok içine kapanık ve asosyal bir yapıya sahip olduğum için ve bunu değiştirmek için de oldukça gayret ettiğim için derslerde de çok düşüşler yaşamıştım. Halen de bu yapımı değiştirmeye çalışıyorum. Bu aslında kendimi bulma çabam ve sanırım hayatımın sonuna kadar da devam edecek. Neyse, lisede hem bu nedenden ötürü hem de ergenliğin verdiği reflekslerden ötürü dini sorgulamalarım ve araştırmalarım aksadı. Ancak aklıma geldikçe daha çok felsefi açıdan konu üzerine düşünmeye devam ettim lakin enjekte edilmiş olan zihniyet ve çocukluğumun saf ve temiz Tanrı inancı beni giderek dine daha çok sarılmaya ve dogmatikleşmeye itti. Buna ek olarak babamın siyasetle çok ilgilenir olması, desteklediği düşünceye babamı örnek almam neticesinde körü körüne kapılmam beni dine daha çok itti. Burada belirtmem gereken iki önemli nokta söz konusudur: Birincisi dini savunmakla ilgili siyasi düşünceyi savunmak arasında hiçbir fark yoktur. İkisini savunanlar zaten çoğu zaman aynı insanlar olmakla birlikte, aynı mantıksal düzlemde ve benzer mantıkla yaklaşımlarla savunma yaparlar. İkisinin de ortak götüreceği nokta ise insanı gerçekçi bakış açısı ve düzlemden uzaklaştırma ve koparmadır. İkincisi ise siyasi fikirlerimiz, tuttuğumuz takımlar, mensubu olduğumuz din ve birçok düşünce bize ailemizden istemli veya istemsiz aktarılarak oluşmaktadır. Bunları ileride değiştirme imkanımız vardır; kimisini daha çok kimisini daha az. Ama aralarından değiştirilmesi en zor olan dindir, sonra da siyasi düşüncedir. Bunlardan konumuz olan dinle devam edelim.

Dogmatikleşen lisedeki bana, başka arkadaşların Atatürk'ün dine yaklaşımındaki olumsuzluklar temalı fikirleri gelmişti. Çocukluğumun kahramanı olan Atatürk'e yönelik bu fikirlere şiddetle karşı çıkmıştım. Ancak benim için çok tehlikeli bir durum söz konusuydu: Terazinin bir kolunda çocukluk kahramanım Atatürk, diğer kolunda ise çocukluğum saf ve temiz Allah inancı ve buna bağlı olarak korkuyla örtülü dini inancım. Bunlardan zamanla ikinci kol ağır basmaya başladı. Çünkü Atatürk'le ilgili izlediğim videolar ve onun din hakkındaki sözleri, yaptıkları beni buna götürdü. Atatürk, medeni bilgiler kitabında olsun ve başka yerlerdeki birçok sözünde 'Peygamberim' hakkında garip ifadeler kullanıyordu. Haliyle İslam hakkında da, onun Allah'tan gelmediğini ve sadece Arapları alakadar eden bir olgu olduğunu söylüyordu. Hayatımda o ana kadar dine yönelik kimsenin bu şekilde eleştirisine şahit olmamıştım. Bunlar adeta zihnimdeki saf ve temiz dini inancı yerle bir edebilirdi. Ama o an yerle bir olma imkanını dahi düşünmüyordum. Sadece o zamana kadar çok sevmiş olduğum bir kahramanımın başka bir kahramanım hakkındaki saldırısını görmekteydim. Bunlar aklımdan geçerken rasyonel bir düzlemden çok duygusal bir düzlemdeydim. Ve bir kere dini kefe ağır bastığı için, bu kefeyi tutarlı bir hale getirmek adına giderek Atatürk karşıtı olmaya başladım. Neredeyse her yaptığı bana dine karşı işlenmiş bir suç gibi geliyor ve her yaptığı yanlış gibi geliyordu. Buna ek olarak abimin (küçüklüğümde ailede önce babam, sonra da abim kahramanım olmuşlardı) de aynı fikre ulaşması benim bu düşüncelere daha çok tutunmama neden oldu. Bu sonuca varmam lisenin sonunda gerçekleşti ve lise bitti.

Üniversiteye başlamıştım. Zorlu sınav sürecinden sonra herkes bilir ki üniversitenin ilk zamanları bir nevi bu sürece nispet niteliğinde geçirilir. Ben de aynı şekilde geçirdim bu ilk zamanları. Lisenin bitişi ile üniversiteyi kazanma arasında geleneksel hocaları çokça dinlemiştim bu arada. Ancak üniversiteye geldiğim zaman bir süre sonra çocukluğumdan beri devam eden sorgulamalar bir nevi verdiği moladan sonra geri geldi. Dışarıdan lisenin sonunda vardığım sonuçları dile getirirken içimden geleneksel hocaların söylemlerinin aslında çok mantıksız olduğunu kabul etmeye başladım. Ancak yanlış olan hocalardı, yanlış olan asla İslam ve Allah olamazdı. Bu nedenle doğru hocaları bulmaya çalıştım. Dipnot olarak araya gireyim; lise üniversite arasında bir kere kuran mealini okudum lakin beklentim olan huşuyu alamadım ve beni hiç tatmin eden bir düşünsellik de yoktu ama sorun bendedir diyerek üzerinde durmadım. Doğru hoca arayışımda modernist hocalarla karşılaştım. Bu hocalar sayesinde, dindeki sorunlu konuları 'çözmüş' oluyordum. Gerçek İslam'ı bulmuştum. Uzun süre büyük bir şevkle bu hocaların anlattıkları dine sarıldım. Kadının dövülmesi halbuki İslam'da yokmuş, kölelik dinde yokmuş veya köleliği nihayetinde kaldırma amacı, niyeti varmış, kadına miras konusunda o zamana kadar olmayan haklar verilerek aslında onların konumu yükseltilmiş, dinde çok eşlilik değil tek eşlilik önerilmiş ama amaç, niyet de buymuş, hırsızların elinin kesilmesi ve zina edenlerin sopalanması aslında büyük bir önleyici nimetmiş, müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün tarzı âyetlerin önünü ve arkasını vermeden yani cımbızlayarak veriyorlarmış, onlar aslında savaşı değil barışı isteyen ayetlermiş, onları anlamak için Kuran'da beş altı farklı suredeki hele bilmem kaç ayete ama bu ayetlerdeki klasik yorumları değil ancak ve ancak modernist hocaların yorumlarını(onlara göre yorum değil gerçek) izlemeliymişiz, hadisler Peygamberin ölümünden çok sonraları insanlar tarafından toplanılmış ve bunların seçilmesinde hem dönemin muktedir devletlerinin (Başta Emeviler) hem de İsrailiyat'tan alınma pasajların büyük etkisi olduğu için güvenilmezmiş ancak ve ancak Kuran'a aykırı değilse kabul edilebilirmiş ve bundan dolayı da beni oldukça coşturan söylem yapılıyordu sık sık "Kuran bize yeter!". Bunla beraber ve ilişkili olarak Kuran'da birçok bilimsel mucize bulunmaktaymış, bunlardan en meşhuru evrenin genişlemesinin Kuran'da geçiyor olmasıydı hatta Evrime de karşıt bir durum Kuran'da söz konusu değilmiş ama evrim de bilim dünyasında fazla bir kesim tarafından kabul edilmeyen ve kendisine karşıt teoriler  de olan, Batı'da din karşıtı insanların ideolojik yaklaşımları ve gizli oyunları ile ayakta tutularak herkese kabul ettirilen bir teoriymiş, Müslüman ister bunu kabul edebilir ister etmeyebilirmiş; öte yandan Big Bang teorisi Tanrıyı kanıtlıyormuş, keza entropi de buna destek veriyormuş, yetmiyor uzaylılar dahi Kuran'da varmış. Ayrıca Kuran'ın asla ve kat'aa insan ürünü olamayacağının delili olan matematiksel bir sistem/mucize de varmış: 19 Mucizesi! Bunlar işin dinin içerik boyutunu tutarlı hale getiriyordu, peki felsefi boyutu? Çünkü beni çocukluğumdan beri en çok ilgilendiren ve düşündüren işin felsefi boyutuydu. Bu konuda da felsefeci modernist hocaları çokça dinledim. Bana oldukça yeni gelen ve işte bu dedirten Tanrı kanıtlamalari, dini kanıtlamalar, varoluşsal sorulara cevaplar veriyorlardı. Artık her şey tamamdı ve kendi kendime "Bu insanlar nasıl geleneksel dine inanabiliyorlar veya şu insanlar nasıl hiçbir dine ve hele de Tanrıya inanmıyorlar?" diye hayretle sormaya başlamıştım. Yolda bir saat bulduğumuz vakit nasıl onu yapan bir Saatçi varsa, şu koca evreni de yaratan bir mimar vardı, onun dini de İslam ve son peygamberi de Hz. Muhammed'di. Hindulara, Budistlere, Hristiyanlara, Yahudilere ve diğer dinlere mensup insanlara yazıktı. Umarım doğru yolu bulurlar, sonuçta Allah akıl vermişti onlara da.

Üniversitenin üçüncü sınıfına geldiğimde en yakın arkadaşımın siyasi fikirlerinde değişim yaşandı ve bu beni de çok etkiledi. Arkadaşım oldukça mantıklı bir insandı. Benim duygusal yaklaştığım birçok hususta o bir şekilde benden daha mantıklı şekilde konuya yaklaşırdı ama o da başta benle aynı siyasi düşüncedeydi. Onun bu düşünce değişiminde kendi kendime bunun mantıklı bir nedeni olmalı diyerek onunla fikir alışverişinde bulundum. Bir süre sonra ise onun haklı olduğunu fark ettim ve haliyle benim de fikrim değişmişti. Bunun dini inanç sürecime de ciddi yansımaları oldu.

Hem tarikatların zararlarını her gün görmem, hem siyasi düşüncelerimde değişimler nedeniyle artık Atatürk'ün ne kadar doğru işler yaptığını tekrar görmeye başlamıştım. Terazinin kefeyi dengeye gelmişti. Ama Atatürk ile din arasında zıtlıklar halen devam etmekteydi. Bu konuyu bir süre Atatürk aslında benim şu an olduğum gibi gerçek İslam'a inanıyor, ilgili din karşıtı sözlerinde ise "orada onu demek istemiyor"du. Bu pek kafama yatmasa da beni bir süre oyaladı. Bu sırada ise modernist hocaların söyledikleri de yavaş yavaş mantıksız gelmeye başlamıştı: "Her şeyi bilen ezeli edebi bir Tanrı benim de yapacağım her şeyi biliyordu. Önümde mesela üç farklı yol var diyelim. Allah bu yolların tercih edilmesi durumunda oluşacak sonuçları biliyor, tercih konusunda özgürüz fikri hiç de mantıklı değildi. Çünkü bunu savunmak Tanrının her şeyi bilirliliğini yani O'nu sınırlamak anlamına geliyordu. Tanrı her şeyi biliyorsa o zaman özgür irade, o zaman da doğrudan ilahi sınav, cennet cehennem doktrini tehlike giriyordu. Tanrı kimin cennete kimin cehenneme gideceğini bilerek yaratıyor ve buna rağmen bizi sınav yapıyormuş gibi yapıyor, sırf cehennem dolsun diye insan yaratıyordu. Cehennemde de benim cehennem azabı kitabındaki türlü işkencelere tabi tutuyordu. Ayrıca daha konuşmayı bilmeyen kabilelerin durumu, onlar ne kadar durumdan haberdarsa ona göre sınava tabi tutulur, keza başka dinlerin hakim olduğu coğrafyalarda dünyaya gelmiş insanlar için  de geçerli bu durum savı da artık mantıksız geliyordu. Çünkü sınav denilen şey baştan adil şekilde yapılmalıdır. Üstelik tüm insanları yaratan bir güçten bahsediyoruz. Afrikalı kabile bir kere bizim düşünsel yetimize sahip değil, onun sadece bir Tanrı fikrine ulaşması onu cennete götürecekken benim dinin verdiği kurallara kesin bir şekilde itaat etmem ve türlü ritüelleri yerine getirmem gibi pek çok şey yapmam gerekiyor. Aynı durum başka dinden insanlar için de geçerlidir. Dünyada Hz. Muhammed'in adını bilmeden gelmiş gitmiş ve gelip gidecek olan bir sürü insan bulundu ve bulunacak. Ben veya biz Allah'ın sevgili kulu muyuz ki İslam'ın olduğu yerde doğduk veya başka insanlar Allah'ın sevmediği kulu mu ki İslam'ın olmadığı yerde doğdu? Tüm dinler aslında İslam'dır demek de mantıklı değildir. Birazcık dinler tarihi okuyan insan bu mantıksız sava sığınmaz." gibi düşünceler kafamda dönüp duruyordu.

Üniversite bitti ve işsizlik zamanları başlamıştı. Bir karar verdim. Çocukluğumdan beri devam eden sorgulamalarımı nihayete erdirmekti niyetim yani dinin ne olduğu üzerine cesaretle gidecek ve korkuyu kenara iterek olabildiğince objektif şekilde dine yaklaşıp ne olduğunu 'bilecek'tim. Bu sefer Tevrat'tan okumaya başladım. Tevrat beni adeta şok etmişti. İslami inancın verdiği Tevratın tahrif edildiği düşüncesiyle okumaya başlamama karşın yazılanlar beni şok etmeyi başarmıştı. Buna neden olan etmenlerden birkaçı şunlardır: Kuran'da bir peygamber ama Tevratta bir kral olan Davud, bir gün damda gezerken bir komutanının karısını duşta görür ve onunla birlikte olur. Kadının kocasını da bir savaşa yollayarak onun ölmesini sağlar. Davud ile bu kadının ilişkisinden de ileride Süleyman doğacaktır. Sonra, İbrahim peygamber geldiği bir yörede kendini kurtarmak için karısını bölgenin kralına kardeşi olarak tanıtıyor ve karısını ona veriyor. Kızları Lut'la bir gece ilişkiye giriyorlar. Tanrı Yehova veya Yahve, İsrailoğullarına şehirlerde hiçbir canlının dahi hayatta bırakılmaması yönünde gaddarca emirler veriyor. Buna ek olarak adeta Yahve başka tanrılar arasında egemenlik savaşı veriyor. Ayrıca Tevrat benim tahayyülümdeki bir kutsal kitap olmaktan ziyade bir tarih kitabı gibi devam ediyordu. Ne kadar tahrif olmuş diyerek bitirdim kitabı. Sonra İncil'i okudum. İncil Tevrat kadar gaddarca değildi lakin Hristiyanlar da Tevratı kutsal biliyorlar yani den den işareti koymuş gibi oluyorum. Sıra Kuran'a geldi lakin bunlardan önce İlhan Arsel'in kitaplarından okudum ama yazılanları "Gerçek İslam bu değil, yazar benim de eleştirdiğim tahrif edilen dini eleştiriyor," diyerek okuyordum. Yani dinden çıkmamda veya Kuran okumam üzerinde çok etkisi olmadı. Keza aynı şekilde Muazzez İlmiye Çığ'ın Kutsal Kitapların Sümer'deki kökeni kitabı hakkında benzer fikirlerim oldu. Üç kutsalda ki şeylerin Sümer'de de olması bilakis dinin eskiden beri geldiğini kanıtlıyor gibi geliyordu bana. Neyse Kuran'ı aldım okumak için ama bu sefer "Vardır bir hikmeti" veya "benim aklım yetmiyor herhalde" demeye kaçmadan objektif şekilde okuyacaktım. Okurken çokça notlar aldım. Bunlardan kısaca bahsedecek olursak: Kuran'da kadının konumu erkekten oldukça aşağıdadır. Bunu ayetlerde birtakım kelimelere değişik anlamlar vererek açıklamalar, sadece günümüz dünyasının geldiği konum itibariyle yapılma gereği duyulan anlam değişikleri gibiydi. Yani 6-7. yy insanları için normal olan bu ayetlerdeki durumlar artık günümüz insanının düşünce, yaşam şekline uymuyordu. Çünkü her şey değişiyor; insanın hayata bakışı ve toplumsal ilişkiler ve de kadının toplum içindeki konumu da. Ancak din sabittir, dogmatiktir. Özellikle Allah tarafından tamamlanmış, tek bir harfinin bile değişmeyeceği, buna da herkesin itaat etmesi gerektiği söylenilen bir kitaptaki sözlere, yüzlerce sene verilmeyen anlamların 20, 21. yy gibi düşünsel ve toplumsal devrimlerin yapılmış olduğu zamanlarda veriliyor olmasının nedeni artık apaçık önümdeydi. İnsan yaşadığı devre göre dini uyarlamak istiyordu. Ancak kitabı direkt değiştiremiyordu dinin kendi özelliklerinden dolayı ve dinden de sabitlenmiş katı inanç ve korku nedeniyle de çıkamadığı için ayetlere orada onu demek istemiyorculuk yaparak günümüz insanının duymaktan hoşlanacağı anlamlar veriyorlardı.

Kuran'daki evrene, insana  dair anlatımlar yani "nasıl" sorusuna muhatap anlatımlar apaçık şekilde indiği dönemin evren ve insan bilgisini yansıtıyordu. Günümüz bilimiyle tamamen ters bilgiler bulunmaktaydı. Mesela Kuran'da ilgili ayetlere objektif şekilde bakacak olursanız göreceksiniz ki dünya düzdür. Ve onu çevreleyen bir gök vardır. Burada atış taneleri olarak anlatılan yıldızlar vardır. Yani önünüze bir kağıt alın ve bir düz çizgi çizin, bunun üzerine yarım çember çizerek kapatın. Bu göğün de aslında bir direk vasıtasıyla durabileceği anlaşılıyor ama Allah öyle büyük ve güçlü ki direklere ihtiyaç bile duymuyor. Şu an bile İslam dünyasının Oxford'u olarak görülen El-Ezher üniversitesi dünyanın düz olduğuna dair makaleler yayımlamaktadır. Onun dışında insanların mucize sandığı ama bunun alakasının olmadığı çokça konu bulunmaktadır. Bunları Din ve mitoloji sayfası zaten ele alıyor tek tek. Bunlardan sadece evrenin genişlemesi üzerinden mantık hatasını vermek istiyorum; Bu mucize iddiasının geçtiği ayete dikkat ederseniz tarihte hep başka anlamlar verilmiş ta ki, bilim evrenin genişliyor olduğunu anlayana kadar! Bundan sonra birtakım Kuran çevirilerine hatta çoğunluğuna bu ilgili ayeti evrenin genişlemesine yönelik çevirmeye başladılar. Yani bilim bir şey buluyor ve din adamları da hopp onu Kuran'da buluyor ve bunu Kuran'da bilimsel mucizeler diye insanlara anlatıyor duruyorlar. Adını vermek istemediğim Abd'li bir din adamı meşhur bir kitabında, Kuran'da biyoloji, fizik, kimya gibi bilim dallarının bulduğu her şeyin var olduğunu söylüyor. Evet var hepsi, çünkü sayın ABD'li din adamı, Şeyh uçmaz mürit uçurur demişler; sen de işte bilime bakıyorsun, A'yi bulmuş bilim ve hoop Kuran'da A'yi arıyor, kelimelere yedi takla attırıp onu bulduğunu sanıyorsun. Bakınız, eğer bir masal kitabına iman etmiş olun o kitapta bile Big bang'i, evrenin genişlemesini, evrimi ve hatta uzaylıları bulabilirsiniz. Yeter ki onun Allah'tan gelen mutlak doğru ve gerçek olduğuna iman ediniz. İnanç böyledir ve inanç Nietzsche'nin dediği gibi "doğruyu bilmek istememek demektir,". Tabi, inancın da çeşitleri var da o konuya girmeyelim şimdi. Bu konuyla ilgili meşhur bir sav vardır. Din "neden", bilim ise "nasıl" sorusuna cevap verir ve aslında aynı hedefe yürüyen kardeşlerdir yani aralarında çatışma olamaz. Ancak bu tarihi yok saymak demektir. Tarih boyu din yükseldiyse bilim gerilemiş; bilim yükseldiyse din gerilemiştir. Çünkü biri dogmatiktir ve baskıcı diğeri ise ilerlemeci ve sürekli değişim içindedir. Biri yanlışlanamazlık diğeri ise yanlışlanabilirlik üzerine kuruludur. Ayrıca din, tarih boyu güçlü olduğu vakitlerde, sadece neden sorusuna değil nasıl sorusuna da cevap verme iddiasında olmuştur. Üstelik verdiği yanıtları da mutlak doğru olarak dayattığı için aksi araştırmalar yapan bilim insanlarını diri diri yakmış, türlü işkencelerden geçirmiştir. Bu korku bilim insanlarının dindar gözüküp ve dinin işine gelir mantalitesinde bu çalışmalarını yapmasına neden olmuştur. Denilebilir ki İslam'ın aydınlık çağında böyle değildi. Bu denilenler İslam'ı bağlamaz. Farabi, İbni Sina gibi isimler verilir örnek olarak lakin Gazali gibi bir ismin başı çektiği görüş, İslam dünyasına kabul görmüştür ve insanların şu an ovundugu Farabi, İbni Sina gibi isimler Gazali tarafında tekfir edilmiştir, özellikle felsefe şeytanlastırılmıştır. Halbuki İslam aydınlanmasının kökeninde Kuran değil, Eski Yunan (Aristo,Platon vb) felsefe metinleri vardır. Gazali denilen kişiye verilen unvana bakınız. Onun eserleri Kuran'dan çok okunur. Denilecek ki, onu da kabul etmiyorum Kuran akledin diyor bilime kapı açıyor. Ama aynı Kuran Gazali ve onun düşünüş şekline de kaynaklıyor. Ayrıca bu savlara sahip insanlar başta Nisa-34'teki dayak mevzusundaki kelimeye olmak üzere sorun yaratan âyetleri hep kelimenin kökenine inerek işin içinden çıkarlar. O halde lütfen akl kelimesinin de bir kökenine iner misiniz? Sözün kısası dinin nasil'lari bilimsel gelişmelerle mağlup edildi, yanlışlandı. Bundan dolayı din sadece "neden"e kaldı.

Modernist hocaları uzun zaman dinlemiş biri olarak hiçbirinden Ahzab-37. ayeti duymamıştım. Bana denk gelmemiş de olabilir ancak diğer âyetleri uzun uzun  açıklarken bunu en azından bu kadar açıkladıklarını hiç görmedim. Savaş konusu belki daha önemlidir ama onu bir şekilde ussallaştırıyorlar. Lakin Ahzab-37'nin ussallaştırılması imkanı yoktur arkadaşlar, biraz objektif yaklaşın yeter. Bu ayeti alın Tevrata koyun öyle olduğunu düşünerek okuyunuz; eminim ki şu İsrailogullarına bak hele, nasıl da tahrif etmişler kitabı diyeceksiniz en iyi ihtimal. Keza sonradan modernist bir hocanın ayetle ilgili konuşmasına denk geldim; bu kişi her konuyu evirir çevirir ama bu âyette kaldı sadece ve ne var bunda ki evlenir adam ne olacak diyebildi. Empati yapınız; evlatlığınız sizin neyinizdir? Oğlunuz. Oğlunuzun eşi neyiniz olur? Gelininiz yani kızınız! Ve gelininizi beğeniyorsunuz ve oğlunuz da ayrılıyor. Sonra gidip eski gelininizle evleniyorsunuz. Bunu yapabilir misiniz arkadaşlar? Bunu kendinize yakıştırabilir misiniz? Eminim ki hayır, o halde her şeye gücü yeten, ezeli edebi sonsuz güç sahibi bir Yaratıcının bizzat devreye girerek peygamberine böyle bir evlilik yaptırabiliyor olmasını O'na nasıl yakıştırabiliriz? Keza aynı Yaratıcı'nın peygamberinin eşleriyle gece sırasına karışmasına ve onun kimlerle evleneceğine ve benzeri konularla ilgilenmesini nasıl O'na yakıştırabiliriz? Bu âyet benim kafama dank ettiren bir ayetti. Bu nedenle üzerinde bu kadar durdum. Ama yanlış anlaşılmasın, sanki tek etken buymuş gibi anlaşılmasın; keza Kuran'dan sonra dinler tarihi ve başka dinlere dair de okumalarım oldu. Ve İslam, Musevilik özelinde olayı görmeyelim; din olgusunun kendisi, insanın anlam arayışının, yaşadığı evreni anlamaya çalışmasının, toplum olabilmesinin keza devlet organının oluşabilmesinin ve insanın korkularının ürünüdür. Şu soruya asla cevap mantıklı tutarlı bir cevap verilemez: Türkiye'de yani İslamın olduğu bir ülkede doğduğunuz için Müslüman oluyor insanlar veya Hristiyan bir memlekette doğduğu için Hristiyan... Öyle aklını kullansın da "Gerçek dini" bulsun demek kolay; siz kendi inandığınız dine objektif yani başka bir dine yaklaştığınız gibi yaklaşabiliyor musunuz ki o insanlar da kendi dinlerine bu şekilde yaklaşsınlar da size göre gerçek dini bulabilsinler! Bu noktada şunu da belirtmek gerekiyor, en katı Müslüman bile başka bir dinin kitabına veya doktrinlerine oldukça mantıklı tezlerle karşıt savlar üretir yani objektif ve rasyonel şekilde yaklaşır. Ancak söz konusu din kendi dini olunca "orada onu demek istemiyorculuk" lara veya geleneksel İslamsal söylemlere başlanılır. Zordur dinin korku duvarını ve zihinsel bariyerlerini aşabilmek, özellikle de Sünni ekolden Modernist ekole doğru kaymış bir insanın bu bariyerleri aşabilmesi direkt Sünni ekolden sorgulamaya başlayan bir insana göre kat be kat zordur. Çünkü modernist fikirlerle ussallaştırmalar getirilir dine ve bariyer sayısı fazlaca artırılır.

Dediğim gibi ben çocukluğumdan beri bu konulara daha çok felsefi düzlemde eğiliyordum. Bu nedenle ki modernistlerden de en çok dinlediklerim felsefeci modernistlerdi. Gazali'nin ekolden başlayarak İslam dünyasına yerleşen düşünce felsefenin insanın aklını karıştıran, dinden çıkmasına neden olabilecek tehlikeli bir iş olduğudur. Bu şeytanlaştırma sonucunda ülkemiz ve İslam dünyası felsefeye soğuk ve yabancıdır. Toplum binlerce senelik felsefi birikime yabancı olunca, birtakım insanlar çıkıp tarihte dine yönelik olumlu birtakım felsefi düşünceleri, Tanrı kanıtlamalarını ortaya koyunca, dinine tutarlı bir zemin arayan insanlar için bir cennet ortaya çıkmış oluyor. Haliyle de insanlar kendisi acaba başka neler var felsefeye bile demeden bu savlara sıkı sıkı sarılıyorlar. Bir nevi ABD'yi yeniden keşfediyorlar. Lakin binlerce senelik felsefe tarihinde o sıkı sıkı sarınılan savların hep karşıt savları bulunmaktadır. Yine de bunlara inanabilirsiniz ancak evrensel bir kanıt değil bunlar. Nitekim felsefenin önemi verdiği cevaplarda değil sorduğu sorularda yatar.

Dinin teknik yönünde ciddi sorunlar gören, bilimin de bu sorunlara ciddi sorunlar eklediğini gören insanlar felsefeye sarılabiliyor ve derin derin okumalar yapabiliyorlar. Bunun sonucunda da haklı olarak hiçbir şeyin kesin olduğundan emin olamayız diyerek bilimin altını oyup yani bilimin de kesin güvenilir olmadığını söyleyip; o halde her şey güvenilmezse dine inanmak mantıksız değildir veya dindeki ciddi sorunlar da birer yanılsamadır, o halde inanıyorum tarzı bir sonuca varabiliyorlar. Bunun arkasında yatan temel etken ise insanın Tanrısız ve dinsiz bir halde kalınca düşeceği boşluktan duyduğu şiddetli korkudur.

Yine bu boşluğa düşmemek için insanlar daha sıkı dine sarılabiliyorlar. Bunu yaparken Ahzab-37, Nisa-34, Tevbe suresinin savaş âyetleri, Tahrim ilk beş âyet ve daha nice, günümüz insanın hayatına va bakış açısına, düşünce dünyasına uymayacak âyetleri görmezden gelerek  ve adeta yok sayarak, daha sarılabilir âyetleri dile getirirerek onlar üzerinden kitaptaki dini hayallerindeki dine uyarlamaya çalışıyorlar. Bunu sadece Müslümanlar değil başka dindeki insanlar da yapıyorlar ve bu durumun anlatıldığı bir kitapta "Açık Büfe Hristiyanlığı" ifadesi geçmişti. Oldukça manidar bir ifade...

Bu okumalarıma ek olarak Turan Dursun, Arif Tekin gibi isimlerin kitaplarını da okudum. Başta F. Nietzsche olmak üzere birçok felsefenin kitaplarını ve felsefe tarihi üzerine okumalarım oldu. Bu noktada Ahmet Cevizci'nin Felsefe Tarihi kitabını, Ahmet Arslan'ın Antik Yunan Felsefesi serisini kesinlikle tavsiye ederim. Ahlak konusu yani nesnel ahlak Tanrısız olmaz bu nedenle Tanrı vardır kanıtlaması da meşhurdur lakin konuyu daha derinlemesine düşünürseniz "nesnel ahlak mümkün mü ki?" sorusunda kendinizi bulabilirsiniz. Ahlak-Etik Felsefesi isimli kitabını da bu konuda öneriyorum Ahmet Cevizci'nin. Ama Nietzsche yeri apayrıdır. Din özelinde düşünmeyin sadece, zaten Nietzsche dinin yanı sıra bilim ve pek çok alanı şiddetle eleştirir. Eserlerini kesin okuyun derim, insana en azından farklı bakış açısı katacak, bu bile sizin için çok faydalı olacaktır.

Sonuç olarak dinden çıktım. Hani bu benim için bir tercih de değildi. Bu hep yanlış anlaşılır, sanki bu araştırmalar sonucunda başka bir seçeneğim varmış gibi gelir. Lakin apaçık önümde duran tek bir şey vardi; Dinler insan ürünüydü! Teistik bir Tanrının olduğunu da düşünmüyorum. Deistik bir tanrı varsa da böyle bir tanrının da hayatıma bir etkisi yok, haliyle olsa da olur olmasa da.

Atatürk konusunda da çocukluğumun kahramanına ne kadar yanlış yaklaştığımı kesin şekilde anlamıştım.  Ama bu sürecin önemli bir faydası artık onu daha bilinçli şekilde seviyor ve sayıyor olmamdı. Onun hakkında bilgim ezber şeyler değil üzerine düşünülmüş ve sorgulanmış ve ona karşıt tarafı da bizzat yaşayıp gelmiş bir şekilde var oluyordu artık. Yani sancılı bir süreç sonunda her zamankinden daha çok ve daha bilinçli bir şekilde onu seviyor, sayıyor ve en önemlisi onu anlıyorum.  Lakin kısa bir süre dışında onun bir dine inandığını konuyla ilgili araştırma yaptığımdan beri düşünmedim ve düşünmüyorum. O da her dinden çıkan insan gibi başlarda inanmış olabilir ancak hayatının ilerleyen yıllarında araştırmaları ve çok sayıda okumaları, görevleri nedeniyle İslam dünyasının farklı bölgeleriyle bizzat temasları gibi nedenlerden dolayı İslamın ve de dinin ne olduğunu anlamış ve dinden çıkmıştır diye düşünüyorum. Bir Tanrıya inanıp inanmadığı noktasında net bir fikrim yok. Ancak ne olursa olsun Atatürk'ü herkes anlamaya çalışmalı ve saygı duymalıdır diye düşünüyorum. Hayatimizi ve laik Cumhuriyeti ve daha birçok şeyi ona borçluyuz.

Din insana oldukça zarar veren bir olgudur. İnsanın sağlıklı, rasyonel düşünebilmesine ket vuruyor. Empati ve öz eleştiri yetilerini köreltiyor. Ahlakı veya doğruyu salt Tanrı emrine bağladığı için, toplumları birbirlerine düşman haline getiriyor. Yine toplumları dünyada yalnızlaştırıyor, izole yaşam dikta ediyor. İnsanları çağdan kopuk ve bunlara tepkili hale getiriyor. İnsanın anlayışını ters yüz ediyor. Nasılsa ahiret var anlayışını kişinin bilinçaltına enjekte ediyor ve insanların toplumların adaleti sağlamaları için uğraş vermek için çaba göstermelerine engel olabiliyor. İnsanlara fakirliği tavsiye ediyor ve itaatkar bir zihin yapısına neden oluyor. Daha çokça zarara neden oluyor.

Ben bir nevi "işsizlikten dinden çıkmış" oldum ve sürecimi sizinle paylaşmak istedim. Okuduğunuz için teşekkür ederim.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Niçe

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

SEMAVİ DİNDEN ÇIKMA HİKAYEM



SEMAVİ DİNDEN ÇIKMA HİKAYEM
(File0zof Takma Adlı Takipçimin Dinden Çıkış Hikayesi)

Merhaba Din ve Mitoloji ailesi!
Sorgulayanlara gönülden teşekkür ediyorum! Bu yazımda nasıl bir süreç geçirdiğimi bana mantıksız gelen şeyleri  kanıtlarıyla beraber anlatacağım.
16 yas ve üzeri olanlar bilir. Eski dönemlerde yaz ve kış kursuna gitmek için okula da gitmek lazımdı. Ben de okula gitmiyordum o yıllarda. Bu yüzden kaydolmadan misafir gibi gidiyordum. 5 yaşında elif-ba ya başladım ve 6 yaşında Kur'an'a geçtim, 7 yaşında hatmettim. Birçok kişiye ders verdim, Kur'an'a geçirdim. Hadi ulan oradan diyeceksiniz ama 9 yaşında müezzinlik yapmaya başladım ve evet tamı tamına 5 yıl yaptım. İnanabiliyor musunuz? Cuma namazında  müezzinlik yaptım. Açıkçası hoşuma gitmiyor değildi. Sesim de fena değildi hani. Aşır okuyup ilahiler okuyup bağırdığım zamanlardı o zamanlar.

Yurtlardan bahsetmeye  lüzum görmediğimden direk işe asıl merkezinden yani bağlı olduğu tarikatten gireyim. Bu adamlar elindeki ipi Allah'ın ipi zanneden kimseler galiba. Bununla millete tövbe veriyorlar. Küçükken bu tarikatın bizzat içindeydim. Kadınlar bu tarikatın liderini 10 saniyeliğine görmek için öğle ezanından bir kaç saat önce işi gücü bırakıp orada oturuyorlardı. Hele o adam geçerken bir bakış atıyordu -ki buna nazar diyorlar- bayılanından tut ağlayanına kadar vardı. Hiç unutmam tuvalete o kalabalığın arasından zar zor gitmiştim sevgi koyayım. Bir de 20 liralık kazık yemiştim ki hiç unutamıyorum. İki tane Çin malı oyuncağa 20 Tl vermiştim oradayken. Hala daha saklarım bu oyuncakları.

Gelelim Kur'anda ki çelişkilere. Bunu 5 temel halinde sıralayayım.

1- Fatiha suresi (Özne karmaşıklığı)
Daha başlamadan bitiyor be abi. Allah kendine mi hamd ediyor? Eğer bunu iletenin Cebrail olduğunu varsayarsak bu bakara suresinin 87. ayetiyle çelişir.

Bakara 87: Biz Mûsâ’ya kitap verdik. Ondan sonra peş peşe peygamberler gönderdik. Meryem’in oğlu Îsâ’ya da mûcizeler, açık deliller verdik ve onu Ruhu’l-Kudüs (Cebrâil) ile destekledik. Demek size her ne zaman bir peygamber gelip de nefislerinizin hoşlanmadığı bir şey getirirse kafa tutacak, onların kimine yalancı deyip kimini öldüreceksiniz ha!”

Cebrail kendini desteklettiğini söyleyemez.
Bu varsayım da çürüdü. Ee ne kaldı geriye? Muhammed mi? Bu da imkansız. Çünkü bunu kabul ederseniz küfre girersiniz. Bunun gibi birçok ayet edebiyattan yoksun bir kitabı işaret eder.

2-Şems 1-2 (Bilimle çelişki)
Güneşe ve onun parıltısına andolsun
Onu izlediğinde aya andolsun.

Bunu din öğretmenlerinize değilde coğrafya öğretmenlerinize sorun. Bakalım ne cevap verecekler...
Bir de tesadüfen diyanet radyosunda şöyle duydum.
Güneş ışığını aya veriyor. Ayın bu yönüyle güneşe uyduğu söyleniyor. Kafaya bakar mısınız? 'Telehe'
(ikinci ve üçüncü e bir elif miktarı uzatılarak söylenir kolaylık olsun diye yaptım :) ) izlemek manasına gelirken böyle bir yorumu çıkarmak için taklalar atmak gerekir.

(Evrensel değil kişiseldir!)
3- Herhalde halktan birine sorsak evrensel bir kitapta kişisel hususlara değinir mi diye bize hayır cevabını verir. Tahrim 1-5 Ahzab 50-51 hiçbir evrensel kitapta yazmaz. Bana bir faydası yoksa banane kim kiminle evlenir evlenemez!
Birde Tahrim suresindeki tehditler var tabii. İşte Cebrail melekler Allah ve mümin kullar peygambere arka çıkar falan filan...

(Bu ilah her şeyi önceden bilemiyor!)
4-)Enfal 65-66
Bir Tanrı düşünün her şeyi önceden biliyor!
Hatasız ve kusursuz. Herkesin ne eksiği olduğunu önceden biliyor. Haydi Enfal suresi 65. ve  66. ayete  bakalım:
65:Ey peygamber! Müminleri savaşa teşvik et! Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa inkâr edenlerden iki yüz kişiyi yener, sizden yüz kişi olursa bin kişiyi yener; çünkü onlar yaptıklarının bilincinde olmayan bir topluluktur.
66:Allah sizde bir zayıflık olduğunu bildi de şu andan itibaren yükünüzü hafifletti. Artık sizden sabırlı yüz kişi olursa Allah’ın izniyle iki yüz kişiyi yener, sizden bin kişi olursa iki bin kişiyi yener. Allah sabredenlerle beraberdir.

Haydi buyurun bakalım. Her şeyi önceden bilen Allah nasıl olur da aynı kitapta farklı oranlar koyuyor? Önceden her şeyi bilemiyor mu? Ya da bunu yazan bir insan mı?

(Benzetme var mı yok mu?)
5- Müteşabih ayetler apaçık ayetler mi?
Bazı modernist İslamcıların orada öyle demek istemiyor aslında dediğini ara sıra duyuyorum.
Bu ayeti gösteriyorlar:
Ali İmran-7: Sana kitabı indiren O’dur. Onun (Kur’an) bir kısım âyetleri muhkemdir, ki bunlar kitabın esasıdır; diğerleri ise müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik bulunanlar, fitne çıkarmak ve onu (kişisel arzularına göre) te’vil etmek için ondaki müteşâbihlerin peşine düşerler. Halbuki onun te’vilini ancak Allah bilir; bir de ilimde yüksek pâyeye erişenler. Derler ki: Ona inandık, hepsi rabbimiz katındandır. (Bu inceliği) yalnız aklıselim sahipleri düşünüp anlar.

Peki bununda bir çelişkisi yok mu? Elbette var!

Hac-16: İşte böylece Kuran'ı apaçık ayetler olarak indirdik. Allah, şüphesiz, dilediğini doğru yola eriştirir.

Apaçık olan şeylerin müteşabih yani benzetme olması imkansızdır! İnanmaz iseniz bunu din öğretmenlerinize değil de Türkçe öğretmeninize "Benzetmeler apaçık olur mu?" diye sorun.

Buna benzer biyolojiyle, tarihle, kısacası mantıklı her şey ile çelişen birçok ayet mevcut. Yeter ki bir kere şu huri sevdasından vazgeçip olmayan ateşten korkmayın. İşte sevgili kardeşlerim benimde en temel sebeplerim bunlardı. Herkesin aksine bu süreç neredeyse birdenbire oldu. Yani önce yavaş yavaş yaklaştı ve birdenbire patladı. Tabi ki şu anda bir boşluk içerisine girdim. Kendi kendime soruyorum ve duvar kenarında ağlıyorum. Bunca geçirdiğim yıllar koca bir yalan mıydı? Ve cevap her sorduğumda yüzüme tokat gibi çarpıyor! Evet!!!

Fakat ben günden güne o tokada karşılık veriyorum. Nasıl mı? Haksızlığa uğradığımda arkadaşıma hakkımı helal etmiyorum diyorum ve mesele kolayca halloluyor. Hemen yaptığı haksızlıktan vazgeçiyor. Sınav esnasında okunmuş çubuk kıraker dağıtarak arkadaşlarım arasında manevi bir değer kazanıyorum. Ne güzel intikam değil mi? Yıllarca çaldığı zamanımı sağlığımı aynı şekilde iade ediyorum. Ve evet bunu benden başka kimse bilmiyor etrafımda. Belki olgun bir ortam oluşana kadar saklarım ya da güvendiğim kişilere açıklarım. Fakat en büyük isteğim milletimin aydınlanması uyanması yönünde.
İşte siz bütün bunları dinlerken ben ne kulaklarınızı ağırlaştırdım ne de gözlerinize perde çektim!

SİZDEN GELENLER | Yazan: File0zof

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

YOKSA BİZ KUR'AN'I YANLIŞ MI ANLADIK?



YOKSA BİZ KUR'AN'I YANLIŞ MI ANLADIK?

KURANI KERİM EVRENSEL BİR KİTAPTIR...
KUR'AN'I KERİM HAK DİNİN KİTABIDIR...
KUR'AN'I KERİM ALLAH'IN İNSANLARA İNDİRDİĞİ SON MUKADDES KİTAPTIR...
KURANI KERİM ferde ve cem`iyete, bütün insan sınıflarına, bütün memleketlerde ve bütün devirlerde insan hayatının bütününe, maddî - mânevî bir hidayet rehberidir...
KURANI KERİM muazzam bir kitaptır. Onu biz indirdik. Çok mübarektir. (Fayda ve bereketi çoktur).... vs.

Bu esaslara sahip olan kuranı kerimin Elmalılı Hamdi Yazır'ın tefsiriyle Kur'an'ın içerisinde geçen bazı kelimelere gelin beraber bir göz atalım.
evrensel olarak nitelendirilen kuranın, acaba içerisinde zıt anlamlı kelimeler hangi ayetlerde kaç kere geçiyor.

HÜR = 7-2 defa geçiyor
Bakara 178
Nisa 1 (bu ayetteki hür kelimesi hürmet etmek anlamında kullanılmıştır)
Nisa 25
Maide 5
Nahl 75
Hac 30 (bu ayetteki hür kelimesi hürmet etmek anlamında kullanılmıştır)

ÖZGÜR = 0

SERBEST = 3-1 (serbest bırakmak) defa geçiyor
En'am (44)(bu ayetteki serbest kelimesi serbestlik rahat hareket etmek anlamında kullanılmıştır)
Araf (127)
Tevbe (5) (("kayıt dışı") bu ayetin içi sizi dışı beni yakar zaten hiç içeriğine girmiyorum zaten)

KÖLE  = 16 defa geçiyor
Bakara (178)
Bakara (221)
Nisa (36)
Nisa (92)
Maide (89)
Tevbe (60)
Nahl (75)
Mu'minun (47)
Nur (32)
Nur (33)
Nur (58)
Şuara (22)
Rum (28)
Ahzab (55)
Mücadele (3)
Beled (13)

CARİYE = 12 defa geçiyor
Bakara (221)
Nisa (3)
Nisa (24)
Nisa (25)
Nisa (36)
Mü'minun (6)
Nur (31)
Nur (32)
Nur (33)
Ahzab (50)
Ahzab (52)
Mearic (30)

ESİR = 26-17 ( esir almak) defa geçiyor
Bakara (85)
Bakara (163) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Bakara (177)
Bakara (226) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Ali imran (30) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Ali imran (89) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Ali imran (129) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Nisa (24)
Nisa (92)
En'am (54) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Enfal (67)
Enfal (70)
Hud (90) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Meryen (26) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Meryem (44) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Meryem (75) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Meryem (78) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Taha (90) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Rum (21) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Ahzab (26)
Hadid (9) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Mücadele (12) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Hasr (22) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Tahrim (1) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
İnsan (8)

BARIŞ = 9 (barışmak-barış yapmak) defa geçiyor
Bakara (208)
Bakara (228)
Nisa (35)
Nisa (90)
Nisa (91)
Nisa (128)
Enfal (61)
Muhammed (35)
Hucurat (9)

SAVAŞ = 62 (savaşmak-harp) defa geçmektedir
Bakara (177)
Bakara (190)
Bakara (191)
Bakara (217)
Bakara (218)
Bakara (246)
Bakara (249)
Bakara (279)
Ali İmran (121)
Ali İmran (142)
Ali İmran (146)
Ali İmran (147)
Ali İmran (156)
Ali İmran (167)
Ali İmran (168)
Ali İmran (195)
Ali İmran (200)
Nisa (77)
Nisa (90)
Nisa (95)
Maide (24)
Maide (33)
Maide (54)
Maide (64)
Enfal (5)
Enfal (57)
Enfal (60)
Enfal (72)
Tevbe (13)
Tevbe (14)
Tevbe (16)
Tevbe (29)
Tevbe (36)
Tevbe (38)
Tevbe (39)
Tevbe (41)
Tevbe (42)
Tevbe (45)
Tevbe (81)
Tevbe (83)
Tevbe (91)
Tevbe (92)
Tevbe (107)
Nahl (81)
Nahl (110)
Isra (5)
Enbiya (80)
Hac (39)
Neml (33)
Ahzab (25)
Muhammed (20)
Fetih (16)
Hucurat (9)
Hucurat (15)
Hasr (11)
Hasr (12)
Hasr (14)
Mümtahine (1)
Mümtahine (8)
Mümtahine (9)
Saf (11)
Tahrim (9)

Yoksa biz bu kitabı yanlış mı anladık? Bahsi geçen HUZUR, MUKADDESLİK, EVRENSELLİK, HAK DİN, MADDİ MANEVİ HİDAYET, MÜBAREKLİK, FAYDA, BEREKET vs. nerede hani ???
(("kayıt dışı") Buna benzer bir çok örnek var. Ben ufak bir kısmını paylaştım ama siz ne demek istediği mi çoktan anladınız zaten. Zıt anlamlı sözcükleri tarayınca karşımıza maalesef şunlar
çıkıyor: Hür, özgür, serbest-köle, cariye, esir, barış-savaş...

SİZDEN GELENLER | Yazan: İsimsiz

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

DİNDEN SIYRILMA HİKAYEM



DİNDEN SIYRILMA HİKAYEM
(Takipçimin Dinden Sıyrılma Süreci)

Merhaba ben Hakan 35 yaşımdayım yaklaşık 2 buçuk yıldır dinden sıyrılıp hakikati gördüm diyebilirim. Henüz yeni sayılırım kanaatimce ve benim durumum ani ve birden oldu. Sabrederseniz size bu durumun nasıl olduğunu anlatacağım. Anlatımıma geçmeden önce bana bu fırsatı veren kanalınıza-sitenize teşekkürü bir borç bilip minnettar olduğumu ayrıca belirtmek isterim.

Çocukluğumu hemen hemen herkes gibi arada yaz tatillerinde 1 ay Kur'an kursuna gidip Arapçasından 5-10 sure ezberletilip ve yine Arapçasından Kur'an okumasını hasbel kader öğrenmeye çalışarak geçirdim. Belli bir yaşa kadar da dine inanmak dışında pek işim olmadığını söyleyebilirim. Arada annemin zoruyla cuma namazına gidip gelmek ve ramazan aylarında 10-15 gün oruç tutmak dışında tabii. O belli yaş 25'imde iken çok yakın bir arkadaşımın hasta olan babasıyla yapmaya çalıştığımız 1 saate yakın muhabbetten sonra başladı diyebilirim. Yanlış anlamayın dini bir muhabbet değildi. Arkadaşımın babası Parkinson hastalığına yakalanmış yaşlı biriydi ve o zamana kadar evine devamlı gidip geldiğim bu adamla hiç bu kadar uzun vakit geçirmemiştim.
Amcanın bu durumu beni derinden etkilemişti ve üzmüştü doğrusu. Eve dönüş yolumda derin düşüncelere dalmıştım ve bu hayatın çok kısa olduğunu biraz da öbür tarafı düşünüp iyi şeyler yapmak gerektiğini düşünmüştüm. Bir süre sonra da kendimi namaz kılarken buldum. Bu şekilde 5 vakit namaza başlamıştım.

Evimizde Arapçasının yanında mealinin de olduğu bir Kur'an da vardı, ara ara onu okumaya da başlamıştım. İnanır mısınız insan inançlıyken dine karşı okuduklarına ve duyduklarına çok saf bakıyor. O zamanlar okuduklarınıza eleştirel bakamıyorsunuz. Çocukluğunuzdan beri öyle kodlanıyorsunuz adeta. Bize öyle öğretildi, bu kitap bizim gözümüzde Muhammed zamanından beri harf bile değiştirilmeden günümüze kadar korunarak gelmişti. Aklıma azıcık eleştirel bir şey gelse yine bize öğretildiği gibi "şeytan şu an benim aklımı çelmeye çalışıyor" diyerek hemen tövbe edip yaratana sığınırdım. Bu şekilde arada namazı bırakıp tekrar başlayarak 5-6 yıl geçirdim. Ama imanım eksik olduğundan dolayı ara ara ibadetlerden koptuğumu düşünmeye başlamıştım. Sonunda tek olduğum ve çevremde benim gibi dine yönelmiş bir insan bulamadığım için bu durumda olduğuma kanaat getirmiştim. Bu durumu da dinle ilgili daha çok araştırarak, kitap okuyarak aşacağımı düşündüm ve öyle de yaptım. Boş zamanlarımda kitap okumaya, daha çok da ilgi alanım olduğundan dinle ilgili kitaplar okumaya başladım. Okudukça da inancımın ve ilmimin arttığını düşünüyor ve bu durumdan keyif alıyordum. Yaşar Nuri Öztürk hocanın YouTube dan eski programlarını izliyor ve edinebildiğim kitaplarını okuyordum. Hayatımın bu döneminde beni özellikle etkileyen bir kaç kitaptan bahsetmek istiyorum. Yaşar hocanın ana dilde ibadet meselesiyle ilgili bir kitabını okuyup, etkilenip namazda okunan sure ve duaların Türkçe'sini ezberleyip tamamen Türkçe, yani anladığım dilde namaz kılmaya başlamıştım ve gerçekten namazdan aldığım keyif ve huzurun bir kaç kat arttığını söyleyebilirim. Hatta tam da bu yüzden dinin Tanrı tarafından gönderildiğine inanmayı bıraktıktan sonra bile aylarca namazı bırakamamıştım. Düşünsenize abdestli, namazlı bir inançsız.. Size çok garip geldiğini tahmin edebiliyorum ama durum tam da buydu.

Her neyse, yine okuduktan sonra beni çok etkileyen bir diğer kitap ta Kur'an araştırmaları grubunun yazdığı "Uydurulan Dinden İndirilen Dine" adlı kitaptı. Bu kitap ile hadislerin Muhammed'in ölümünden 150-200 yıl kadar sonra kaleme alındığını ve gerçekten akla mantığa sığmayan hadis örneklerinin olduğunu öğrendim ve araştırınca birçoğunun doğru olduğunu gördüm. Bunlar gibi bir çok kitap daha okudum ve tabiri caiz ise modernist bir İslamcı olup çıkmıştım.

Mehmet Okuyan, Mustafa İslamoğlu, Caner Taslaman gibi hocaların kitaplarını okuyan ve programlarını izlemekten haz duyup mutlu huzurlu namazını kılan, öyle kendi halinde yaşayıp giden bir adamdım. Bu arada da evlenmiştim. Evlenmeden önce kafamda ki eş manevi açıdan benden daha güçlü olsun ki birlikte birbirimize destek olup beraberce bu yolda yürüyüp gidelim istiyordum. Gönlüme göre de bulmuştum doğrusu mutluydum. Onunla arada bu tip konularda konuşur fikir alışverişinde bile bulunurduk. Zamanla okumalarım, araştırmalarımda artıyordu. Dinle ilgili ne bulursam ilgimi çekiyordu, okuyor, okuyordum. Samimi bir inanandım ve kendimi hakikati arayan bir insan olarak görüyor ve o hakikatin de dinde olduğunu zannediyordum.

Mesela İhsan Eliaçık hocanın "bana dinden bahset" adlı kitabından edindiğim bir bilgiden bahsetmek istiyorum. Kur'an da Süleyman peygamberin rüzgâra emir verip istediği yere gidebildiğiyle ilgili ayetleri biliyorsunuzdur. İhsan hoca buradaki "istenilen yere götüren rüzgarın" gerçekte o dönemde yaşayan Fenikelilerin yelkenli gemi yapımında çok ileri olduğunu ve Süleyman peygamberin de yaşadığı dönemde bu teknolojiden yararlandığını anlattığını söylüyordu. Yani esasen Kur'an da bunu anlatıyormuş.

O dönem bunu okurken "vay be çok mantıklı bir anlatım, gerçek bu olmalı" dediğimi hatırlıyorum. Şimdi ise madem öyle, madem doğrusu bu, o halde Tanrı neden gönderdiği kitabında bu durumu açık açık belirtmemiş, belirtse bizde aynı şekilde anlardık, üstelik kitapta her şeyi apaçık açıkladığını iddia ediyor diyordum.

Neyse yaşadığım şehirde düzenli kitap aldığım bir kaç yer vardı o noktalardan birinde dolaşırken şans eseri sevgili Arif Tekin'in "Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an" adlı kitabı gözüme çarptı. İlk bakışta normal dini bir kitap izlenimi veriyordu, kapağında Arapça yazısı olan ve ilgi uyandıran gizemli bir havası vardı. Kitabın arkasındaki yazıyı okumamla birlikte daha bir merak içinde kalıp hemen aldım. Nereden bilebilirdim ki o kitabın benim dine eleştirel bakma penceremi alabildiğine açacağını.
Kitabı okuduktan sonra ufkum açılmıştı adeta. Kitapta yazan ve eleştirilen ayetler benim daha önce hiç bakmadığım bir bakış açısıyla yorumlanıyordu ve hemen hepsi de doğruydu, gerçeklerden kaçamıyordum doğrusu.
Bir çok yerde telefonuma indirdiğim Kur'an mealini açıp bakıyordum, yetmiyor öncesine ve sonrasına bakıyordum ve diyordum ki "evet hoca haklı, burada bunu demek istiyor". Kur'an'ın cariyeliği ve köleliği yasaklamadığını, tam tersine teşvik ettiğini, kadınları erkeklerin tarlası ve yarım insan yaptığını, Muhammed'in akıl hocalarının olduğunu ve daha bir çok şeyi bu kitaptan öğrendim.

Akla ve vicdana ters o kadar fazla şey vardı ki, kendi kendime Kuran'ın mealini defalarca okumama rağmen nasıl bunları görememişim diye hayret etmiştim. Daha önce de dediğim gibi bu durumun insanların küçüklükten beri toplumun beyin yıkama operasyonuna tabi olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Özellikle alkolle ilgili ilk gelen ayetlerde onun insan için iyi bir şey olduğunu sonra hem iyiliğin hem de kötülüğün bulunduğunu, daha sonraki ayette ise komple yasakladığını biliyordum. Ama Allah'ın bu şekilde insanı denediğini ve insanın bu sınavdan başarısız olduğunu görünce yasaklamış olduğunu düşünürdüm. Şimdi bu düşünce saçma geliyor. Her şeyi bilen Tanrı neden insanlarla bu şekilde oynasın ki, direk yasaklasın. Yoksa o her şeyi bilmiyor mu? neresinden baksanız bir tuhaf.

Daha önce imanımı güçlendirsin diye yukarıda adını yazdığım hocaların onca kitabını okumama rağmen Arif Tekin hocanın bu kitabı benim imanımı şüpheye sokmaya yetmişti. Uzun bir süre dinle ilgili hiç bir şey okumamaya karar vermiştim, artık bu konularla ilgili konuşmuyor, okumuyor sadece Türkçe namazımı kılıp oturuyordum. Bu konuları konuştuğum 1 arkadaşım vardı, bir tek onunla konuşuyordum ve benim bu değişimime çok şaşırmıştı. Özellikle de bu kadar ani oluşuna, zira kendisi henüz 3-4 aylık bir deistti ve bu duruma uzun yıllar süren ufak ufak sorgulamalar ile gelmişti, benimki ise aniden olmuştu.

Arif hocanın kitabı tıpkı beklenmedik anda gelen sert bir tokat gibi uyandırmıştı beni. 5 ay kadar dayandıktan sonra bu kez Arif Tekin'in "Kur'an'ın Kökeni" adlı kitabını aldım okudum. Arkasından İlhan Arsel'in "Kur'an Eleştirisi 2" kitabı geldi. Artık bu kitap sonrası peygamberin de dinin de Tanrı ile alakası olamayacağına iyice kanaat getirmiştim.

Bir tanrının olup olmadığı da şüpheli bana göre. Dinden çıkınca insanların bir çoğu ilk durak olarak deizmi görür, bende bu öyle olmadı. Direk agnostik düşünmeye başlamıştım, şimdi de aynı noktadayım diyebilirim.

Richard Dawkins'in kör saatçisini ve bir çok bilim kitabını da okudum ve okumaya araştırmaya da keyifle devam ediyorum. Okumaktan araştırmaktan korkmamanızı öneririm.
Benim hayatımda bir dönem en korktuğum şey bir gün inancımı kaybetmekti. Bana çok kötü bir durum gibi gelirdi. İnançlıların inançsızlarla ilgili bildiği bir çok yanlıştan biri de sanki inançsız birinin vicdanı olmaz, dini, Allah'ı olmayınca kötülüğe çabuk düşer gibi bir ön yargının olması.

Arkadaşlar hiç öyle bir durum olmuyor rahat olun. Hatta daha düşünceli, ahlakını aklından ve vicdanından alan özgür düşünceli bir birey oluyorsunuz inanın. Bazı arkadaşlar evlilik durumumun bu şekilde nasıl gittiğini merak ediyor olabilirler.
İlk dinden çıktığım, sorgulamaya başladığım zamanlarda insan haliyle bu konularda daha bir ateşli daha bir paylaşımcı oluyor. Durumu eşime bir kaç kez anlatmaya çalıştım ama maalesef başaramadım, olmadı. Bende boş verdim şimdi arada bir eşimin isteğiyle besmele çekip ayda yılda bir namaz kılıyorum. Onu seviyorum ve bu durumdan dolayı evliliğimizin zarar görmesini yada boşanmayı istemiyorum. Maalesef din böle karıyla kocayı birbirinden ayıran saçma sapan bir ideoloji.

İlk zamanlar kendimi çok rahatsız hissediyordum ki halen bazen yalan söylediğim için rahatsız olurum ama bunun başka bir yolu yok. Kendimi de suçlamıyorum çünkü insanın düşüncelerinin ileride nereye evrileceğini bilmek imkansız, bazen yaprak misali sürüklenip gidersin.

Muhtemelen burada bir gruba göre münafık diğer arkadaşlara göre de yalancı ve korkak oluyorum. Kime ne hayat benim, bu yaşam benim, en azından şimdilik doğru olduğunu düşünüyorum. Birazcık özel konulara girdiğim için affedin dostlar.

Tekrar din meselelerine gelirsek, uzak durun kardeşler uzak durun. Hiçbir din insanlığı ötekileştirmekten, düşmanlaştırmaktan başka bir şey vermez. İnsanı insan olduğu için sevin, kimseye kötülük etmemeye çalışın. Güzel, onurlu bir hayat yaşayın, sonra da ölün gitsin.

Şöyle düşünüyorum eğer bir Tanrı varsa, yani bizim Güneş sistemimiz gibi 400 milyar güneşin, yani yıldızın olduğu, adına Samanyolu dediğimiz galaksiyi yaratan ve yine bunun gibi milyarlarca galaksiyi yaratmış bir Tanrı sırf ona inanmadığı için ki; aslında bir bakıma ona inanmıyor değilim yalnızca kutsal kitapların onunla alakası olmadığını iddia ediyorum. Adına ahiret yurdu denilen bir yerde benim gibi insanları toplayıp sonsuza dek cehennemde yakacak ve bundan olabildiğine keyif alacak öyle mi?

Son olarak benim düştüğüm hataya düşmeyesiniz diye size reformist İslamcılardan sakınmanız gerektiğini söylemek isterim dostlar. Kur'an'ın sözde çok anlamlılığına sığınarak 1400 yıl önce akla ve vicdana ters verdiği hükümleri bu dönemin insanına yedirmek için canla başla çalışan bir kesim var. Örneğin kadınların dövülmesine hüküm veren ayetin dövme kelimesini alıp ayrılmak olarak değiştirenler var. Cümle içinde kelimelerin anlamlarını ve cümlenin gidişatını değiştirip farklı göstermeye çalışan bir zihniyet mevcut.

Okuyun araştırın eleştirel düşünün, düşündüğünüzü sınayın, test edin, üzerine gidin, cesaretli olun, sakın korkmayın. İyi şanslar dostlar benden bu kadar...

SİZDEN GELENLER | Yazan: Hakan

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

DİN VE KOMPLO TEORİLERİ



DİN VE KOMPLO TEORİLERİ


Komplo dilimize Fransızcadan geçmiş tuzak tertip anlamında bir sözcüktür. Daha geniş anlamıyla ise en az iki kişi tarafından gerçekleştirilen belirli bir kişi ya da gruba karşı kötü amaçlar içeren planlardır. Komplo teorisi ise komploları açıklamak için oluşturulan düşünceler, teorilerdir. Komplo yada komplo  teorileri çok eskiden beri tarihte görülmektir. Örneğin milattan sonra 64 yılında büyük Roma yangınından sonra Neron’un Roma’yı yaktığı hakkında komplo teorileri yayılmış bu haberleri duyan Neron da suçu Hristiyanların üzerine atmış ve kendi komplo teorisini yaymıştır.  Komplo teorileri Günümüzde Amerika’da özellikle 1960’lardan sonra popüler olmuştur. Türkiye’de ise 1990 ve 2000’lerde küçük bir kesim tarafından takip edilmişler özellikle internetin gelişmesiyle günümüzde çok popüler olmuştur. Öyle ki komplo teorileri gerçeklerin önüne geçmiş ve pek çok inanan kazanmıştır. Örneğin Amerika’da yapılan bir araştırmaya göre 120 milyon Amerikalı chemtrail komplo teorisine yani uçakların havaya zararlı kimyasal maddeler saldıklarına kısmen yada tamamen inanmaktadır. Türkiye’de komplo teorilerine inanların çokluğunu basılan pek çok komplo kitabının büyük satış rakamlarına ulaşmasından, komplo videolarının binlerce kez izlenmesinden anlayabiliriz.

Türkiye’de ki çoğu komplo teorisini kaynağı Batı ülkeleri özellikle de Amerika’dır. Genellikle Amerikan teorisyenlerinin iddiaları tercüme edilerek sunulur. Fakat bazen yanlış çeviriler kendi milli komplo teorilerimizin oluşmasına da neden olabiliyor. Örneğin son günlerde oldukça popüler olan “faiz lobisi” teorisi hem “faiz” hem de “çıkar/menfaat/ilgi ” anlamına gelen “interest” kelimesinin yanlış tercümesi sonucu uydurulmuştur.

Komplo teorilerinin çeşitlerine gelecek olursak pek çok farklı gruplandırma yapılabilir; belirli kişi yada olaylarla bağlantılı teoriler örneğin 11 eylül olayları, Michael Jackson’ın aslında hayatta olduğu, Kennedy suikastı  gibi teoriler. Belirli geniş amaçlarla belirli bir grup yâda ülkenin dünyayı kontrol ettiğini iddia eden teoriler. Komünistler yada Yahudilerin dünyayı ele geçireceği ile ilgili teoriler bu gruptadır. Bir diğer grup ise tüm komploları birleştiren kötücül bir en büyük üst gücün varlığına dair teorilerdir.

Peki, komplo teorilerinin dinlerle benzerliği ne?  Komplo teoriler dinin her şeyi kontrol eden ve hükmeden tanrı düşüncesinin modern halidir. Kesinlik arayışındaki insan zihnini dinler ve komplo teorileri rahatlatmaya yarar. Dünyada hiçbir şey tesadüf değildir. Her şeyin bir amacı vardır. Hiçbir şey göründüğü gibi değil dünyada mutlak iyi ve mutlak kötü savaşmaktadır.  Bir komplo teorisyeni “gerçeği” bulmuştur ve başka insanlar bu gerçeğe ulaşamamıştır. Diğer insanlar gerçeği bulabilecek kapasitede değildir.  Mutlak, çürütülemez, sarsılmaz gerçeği yalnızca kendisi bilmektedir. Teorisinin, kanıtlarının ve kendi düşüncelerinin yanlış olma ihtimali yoktur.  Komplo teorisine inanan kişi adeta seçilmiş kişidir diğerlerinden farklıdır. Bu tür düşünceler insanların kendini önemli hissetme ihtiyacından yada kendine olan güveni abartmaktan doğmakta ve insanların kolayca teorilere ve inançlara bağlanmasına neden olmaktadır.

Pek çok komplo teorisyeni kendi teorilerinin bilimsel olduğunu, kanıtları olduğunu söylese de bu kanıtlar uydurma kanıtlardır veya bilimsel kanıtların kendi amaçları doğrultusunda yanlış kullanılmasıdır. Dinler de bilimsel gerçekleri kendi inanışlarına göre düzenlerler. Bilimsel gerçekler ve kanıtlarla komplo teorilerini çürütseniz dahi yeni düzenlemelerle teorilerine inanmayı sürdürürler.  Hem dinler hem de komplo teorileri bu sebeplerle yanlışlanamaz. Pek çok bilim adamına göre bu yönüyle komplo teorisyenleri fanatik dincilere oldukça benzemektedir.

Komplo teorisine inanan kişi internet, kitap, belge araştırmalarını yine kendisi gibi gerçeğe ulaşmış, çok önemli, önder olarak gördükleri kişilerin kaynaklarından yaparlar. Bu önderlerin iddiaları kesinlikle gerçektir. Onlar için bu önderler adeta birer peygamberdir.   Bu düşüncelerle birlikte komplo teorisine inanan kişide acilen harekete geçme istediği uyanır.  Kendi teorisini ve gerçek bilgisini başka insanlara da yaymalı onların da gerçekleri görmesine yardım etmelidir.  Bu amaçla internette, televizyonda, yakın çevresinde teorisini yayar. Diğer insanları kendi teorisine inandırarak iyilik yapıp, sevap işlemiş olur.

Fakat dinlerde olduğu gibi komplo teorisine inananlarında düşmanları vardır. Bilim, devletler, teorilerine inanmayan diğer kişiler onlara düşmandır. Düşmanlara karşı birlik olunmalı, savaşılmalı daha çok inanan toplanmalıdır.

Bu tür benzerlikler komplo teorilerinin dinler yâda siyaset tarafından kendi amaçları doğrultusunda pek çok şekilde kullanılmasına ve komplo teorileriyle dinlerin iç içe geçmesine neden olmaktadır. Örneğin düz dünya teorisinin oldukça popülerleşmesindeki önemli nedenlerden birisi Yahudilik Hristiyanlık ve Müslümanlıkta dünyanın düz olduğuna inanılmasıdır.

 Psikolojik yansıtma bir kişinin kendi kötü özellik ve düşüncelerini başka bir kişi yada guruba yansıtmasıdır. Dinler komplo teorilerini kullanarak diğer gruplara kendilerinde olan şiddet ayrımcılık insanları köleleştirme gibi kötü özellikleri kolayca yansıtabilirler. Komplo teorisindeki düşman aslında o kişinin özelliklerini barındırır. Ya da kendi başarısızlıklarının kötü özelliklerinin sebebi komplodaki düşmandır. Sürekli dış güçlerin, gizli örgütlerin ya da başka bir dinin kendine komplo kurduğunu ve saldırdığını iddia eden Müslümanlar kendi eksikliklerini kolayca gizleyebilmektedir.  Müslümanlar bilimde, sanatta, ekonomide geri kalmışlığı, kötü yöneticileri,  fakirliği, eşitsizliği torpil ve rüşvet gibi sorunlarını sorgulamak yerine komplo teorileriyle oyalanmaktadır.  Hâlbuki diğer ülkelerin bilimsel araştırmalara, sanata ve kültüre harcadığı kaynaklar incelense neden Müslümanların en fakir en geri kalmış ülkeler oldukları kolayca görülebilir.

Komplo teorilerinin dinler tarafında başka bir kullanım amacı da düşmanlar ve korkutmadır.  Dinlerin en büyük kaynağı korkudur. Dinler cehennem ve cezalar gibi hikâyelerle inananları bir arada tutmaya çalışsa da, günümüzde bu yöntemler işe yaramamakta her yıl ateist ve deist sayısı artmaktadır. Bu tür hikayeler yerine komplo teorilerinde geçen gizli güçler yada diğer dinlerden düşmanlar insanları korkutmak için daha etkilidir. Korkan insanlar kendi dinine düşman grup karşısında birleşme eğilimi gösterip dinine daha sıkı sarılmaktadır.

Daha pek çok sebep komplo teorileriyle dinlerin kardeşliğini pekiştirmektedir.
Sonuç olarak Komplo teorileri hem toplum hem de kişiler için oldukça tehlikeli olmaktadır. Komplo teorileri psikoloji, psikiyatri, sosyal psikoloji, siyaset bilimi, sosyoloji gibi disiplinler tarafından incelenmektedir. Son yapılan bazı psikolojik araştırmalar şizofren ve paranoyak kişilerle komplo teorilerine inananların aynı belirtileri gösterdiğini saptamıştır. Toplumsal etkileri ise daha yıkıcıdır. Bu nedenle kendimizi komplo teorilerinden korumak için hayatın her alanında bilimsel ve analitik düşünceyi esas almak zorundayız.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Efe Balcı

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

NEDEN DİNİ EĞİTİM AHLAKLI İNSAN YETİŞTİREMEZ?



NEDEN DİNİ EĞİTİM AHLAKLI İNSAN YETİŞTİREMEZ?

Kafamda dönüp duran deli soruydu. En küçük hatada senelerce cehennemde yanacağına inanan insanlar nasıl bu kadar kolay günah işleyebiliyor.

Geçen pikniğe gittiğimiz yerde her yeri çöp içerisinde görünce, istemsiz olarak olaya başka bir açıdan bakı vermişim. “Buraya çöp atmak yasaktır” yazısına rağmen, orayı çöplüğe çeviren insanlarla namaz kılmak farzdır deyip namaz kılmayan insanlar acaba aynı insanlar mı? Japonya, Hollanda gibi inançsız memleketlerde her yer tertemizken neden bizim gibi inançlı memleketler pislik içerisinde? Neden Müslümanlar toplum yararına olan kurallara uyma konusunda bu kadar başarısız?
Çocukluğum, Avrupa ve Arap ülkelerinde işçi olarak çalışmaya giden gurbetçi insanların arasında geçti. Çevrem gittikleri yerde yaşadığı hikayeleri anlatan insanlarla doluydu. Bir Almancı teyze anlatmıştı. Almanca bilmiyor ama alışveriş yapması lazım. Demişti ki; 100 mark alırdım yanıma, almak istediğim şeyleri alırdım. Almana 100 markı verirdim. Bana üstünü verirdi, Almanlar bizi hiç kandırmadı hep paramızın üstünü tam verirdi. Almanların dini mini yoktu ama çok dürüst insanlardır, dürüstlükleri bizim dinimizdeki gibi demişti.

Sonra Arabistan'a giden bir amca anlatıyor hikayesini. Bir kavgadan ötürü haklı olmasına rağmen mahkemeye düşmüş. İstediğin kadar haklı ol, her zaman Arap haklıymış. Hapishaneye atmışlar bunu, makarnayı el arabası ile dökmüşler önüne de, bu eliyle yerden yemiş makarnayı. Yine hacca giden teyzem anlatmıştı, Tekerlekli sandalye ile para karşılığı tavaf ettiren adam, eksik tur attırmış, bırakmış gitmiş, teyzem tekerlekli sandalyenin üstünde kala kalmış.  Demişti ki Şeytanın büyüğü oradaymış, meğer ondan taşlamaya oraya gidiliyormuş.

İnsan ister istemez soruyor. Neden dinin az olduğu yerler bu kadar ahlaklı iken, en küçük hatada yıllarca cezalandırılıp yanacağına inanan, inançlı insanların olduğu yerler bu kadar ahlaksız?
Bu soruyu sorunca inançlı insanlar hemen müdahale ediyor. Müslümanlara istediğin eleştiriyi yapabilirsin ama İslam kötülüklerden münezzehtir, İslamı eleştiremezsin diyorlar. Ama ben bunu yapmak istemiyorum, çünkü bu zaten İslamın yapılmasını istediği şeydir. İslam insanların eksik, hata yapan ve Allah'a borçlu mahlukat olarak görür. Mesela, imamlar, cemaate, istiğfar duası ettirerek ne kadar hatalı, eksik ve günahkar olduklarını tekrar tekrar hatırlatırlar, ama ben bu oyuna gelmek istemiyorum. Hayır, sorun Müslümanlarda değil, sorun inandıkları dinden kaynaklanıyor.

Anadolu'nun eski evlerinin çoğu kerpiçten yani topraktan yapılmıştır. Toprak evler pek ıslanmayı sevmez, içlerinde banyo yoktur. Olasılıkları kafanızda değerlendirin, böyle bir yerde İslami kurallara göre kim boy abdesti alabilir? Çocukken yaşlı bir teyze anlatmıştı. Evde banyo olmayınca yıkanmak için dama gidermiş yani hayvanların olduğu bölüme. Soyununca eşek buna bakmaya başlamış. Eşeğin bakışlarından rahatsız olan kadın eşeğin gözlerini yazma ile bağlamış ta boy abdesti almış. Yani her boy abdesti almak gerektiğinde köyün çeşmesinden kaplarla su getireceksin, Konya’nın ayazında akan su ile abdest alamazsınız. Onu ısıtacaksın sonra dam içine gideceksin ve yarı karanlıkta bedeninizde iğne ucu kadar kuru yer kalmayana dek yıkanacaksın. Sizce dedelerimiz ninelerimiz her seferinde bu zahmete girip boy abdesti almışlar mıdır? Kandırmayın kendinizi böyle bir şey olmadı, bir kere çektilerse bu zahmeti, diğer seferde yapmadılar ve dinin istediği gibi hatalı olup, cenabet dolaştılar. İslamın koyduğu kuralların bir çoğu böyle, günahkar olmaktan kaçamayacağınız kurallardır. Zaten diğerleri de insanlığın bir arada yaşamak için koyduğu evrensel kurallardır, dine özgü değildir.

Cehennemi-cenneti olan dinlerde insanların günahkar olması önemli. Bu nedenle az önceki örnekte açıklamaya çalıştığım gibi yaparken zorlanacağı, yapamayacağı şeyleri inananlara ödev olarak yüklemeniz gerekir. Müminleri Allah'a karşı eksik, hatalı ve borçlu olduğuna inandırmanız lazım ki dinin temsilcileri inanlardan bir şeyler koparabilsin. Mesela Hristiyanlıkta günah çıkarma var, veriyorsun parayı günahlarından kurtulabiliyorsun ama İslam üst versiyon olduğundan biraz daha karmaşık yollardan ister alacağını. Örneğin; derki benim ideolojim yolunda ölürsen şehit olacaksın ve tüm günahların affolacak. Özetle kaçışın yoktur, ne yaparsan yap günahkar olmak zorundasındır. En halis Müslüman bile günahkardır. “Ben cana kıymadım, hırsızlık yapmadım, kimsenin ırzına geçmedim. Kendi halimde yaşıyorum. Ben iyiyimdir, beni niye yaksınlar” derseniz, bu olmaz. Böyle bir inancı olan insandan bir şey kopartamazsınız.

Çocukluğumun ve gençliğimin bir döneminde dini eğitim veren yerlerde kaldım. Düşünün gençsiniz hayat gürül gürül akıyor. Ama başınızdaki hoca sabah akşam beş vakitte size dinin kurallarından, uymazsanız ne kadar yanacağınızdan bahsediyor. Kendinizi yaman bir çelişkinin içinde bulursunuz bir tarafta dinin kuralları var, diğer tarafta tavana vurmuş insani dürtüleriniz. İnsani dürtüleriniz çoğu zaman baskın gelir ve hocanın anlattıklarını, kitaplarında yazanları bir şekilde görmezden gelmeyi ve kendinizi bu çelişkiyle yaşamayı öğretirsiniz. Böyle büyüdüğünüz için inandığınız kurallar ile yaptıklarınız arasındaki çelişki artık sizi rahatsız etmez. Bu açıdan bakınca imamın dediğini yap ama yaptığını yapma ata sözündeki derin anlamı daha iyi anlıyorsunuz. Camide Suriyeli kadın ile basılan imam, ya da yan soyunma kabinindeki kadının resmini çekmeye çalışan müftü sizi şaşırtmasın. "Yahu bu insanlar bu yaptıklarının karşılığında yıllarca cehennemde yanacaklarına inanmıyorlar mı? Nasıl bunu yapıyorlar" sorusunun cevabını bulmaya çalışarak kendinizi yormayın. O müftü aslında, hocası göz zinasını anlattıktan sonra, gece yatağında porno izleyen imam hatip öğrencisinin büyümüş halidir. Yanlış anlaşılmasın imam hatip öğrencilerine karşı bir tavrım, eleştirim yok, İmam hatip genci izliyor da dinsizin çocuğu izlemiyor mu, onlarda izliyordur ama onları bundan ötürü bilmem kaç bin yıl yanacağına inandırmaya çalışan birileri yok.

Bu çelişki toplumumuza öyle işlemiştir ki, gerekli gereksiz kurallar koymayı ve o kuralları bizzat çiğnemeyi adeta karakter haline getirmişiz. Ünlü Ortadoğu tarihçisi Bernard Lewis’in "doğu toplumları kurallara uymayı sevmez" diye bir lafı vardı. Gerisini getirmemiş rahmetli. Evet doğru, doğu toplumları kurallara pek uymaz çünkü bizzat inandıkları din insanları bu hale dönüştürüyor.
Biraz uzun oldu biliyorum, son bir örnekle bitiriyorum.

Düşünün ki; son model sağlam bir arabanız var ve düz bir yolda ilerliyorsunuz, yol geniş ve bomboş. Sonra bir tabela görüyorsunuz, hız sınırı 50. Anlam veremiyorsunuz. Hız sınırı 50 ama böyle yolda ayağınız ister istemez gaz pedalına gidiveriyor. Az ilerleyince polis durduruyor, hız sınırını aştınız, ceza yazacağız diyor. Böyle bir durumla karşılaşırsanız kendinizi suçlu hissetmeyin, trafik polisinin amacı trafik güvenliği, insanların sağlığı falan değildir. Sebebi devletin paraya ihtiyacı olmasıdır..

SİZDEN GELENLER | Yazan: K. Sarı

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

PUTPERESTLİKTEN KURTULUŞ



PUTPERESTLİKTEN KURTULUŞ

İsmim Gökhan, Adana'da yaşıyorum. Bir haftadır araştırıyorum. Önceleri Kur'an'ın Türkçe meallerine baktığımda bir şey anlamazdım ama yinede Allah boş bir şey göndermemiştir diye detayına girip okumazdım. Arapça daha mantıklı gelirdi, daha doğrusu sesi hoş geliyordu ve bir şey anlamadığım için büyüleniyor gibi hissederdim, Allah konuşuyordu sonuçta.

Ne söylediğini bilmiyordum ama Allah'ın kelamı olduğuna inandığımdan bizim için güzel öğütler veriyor sanırdım, hep öyle dediler ya "Allah'ın kelamı sorgulanmaz, araştırılmaz, günaha girersin"
Lan araştırılmaz sorgulanmaz diyorsunuz da bana ne diyordu bu Allah? Nasıl olmamı istiyordu , hiç bir şey bilmiyordum. Birazda anne tarafından tarikatçı tayfası vardı kördüm yani.

Seneler seneleri kovalıyor, hep bir bekleyiş, hep bir dua.. "Bir gün Allah bana da verecek maneviyatı, parayı, huzuru" diye bekleyip duruyordum ama değişen hiç bir b-k yoktu.
Zorda kaldığım zaman dualar, namazlar, feryat, figan ediyordum ve bir süre sonra biraz düzelir gibi olunca "aha Allah beni duydu" diyordum fakat fazla sürmüyor bir süre sonra durum yine aynı oluyordu. Bu sefer "ben ne yaptım" diyordum. Suçum ne, ne hata işledim? diyerek kendime hayıflanıyordum ama yine değişen bir şey olmuyordu. Seneler hep böyle bir ters bir düz devam ediyordu, son dokuz ay ailemden ayrı şehir dışında çalıştım. Gurbetteyim sonuçta, aile, çocuk kimse yok yapayalnız.
Yine Allah'a şükredeyim diye düşünüyordum. Niye "çünkü para kazanıyorum ya ondan" Hiç demiyorum ki lan mal zaten sefalet çekiyorsun üstüne aileden de uzak, huzursuz, yalnızsın, bu neyin şükrü?
O Allah bana verecek olsa şehrimde, ailemin yanında verir. "Vermediği için gurbetteyim" diye düşündüm ama yine de küfre girmedim, şükrettim.

Sezon bitti memlekete geldim üç hafta oldu, iş yok boşum. Geldiğimde biraz dua ettim, namaz kıldım falan fakat tık yok, belli ki duymuyordu ve neyse ki hanım çalışıyordu, sayesinde idare ediyorduk. Ben de çocuklarla ilgilenip okullarına gönderip, telefonla iş bakıp, bir sürede video izliyordum. Bir hafta önce sizin bir videonuzu izledim, önemsemedim. Altında bir video daha çıktı onu da izledim, biraz düşüncelere kapıldım ve ondan sonraki çekiç vurmak gibi oldu.

Sizin dinden çıkış videonuzu bir saat bıkmadan usanmadan dinledim hemde iki kez. Benim için sanki bir macera, aksiyon filmi gibiydi, o kadar keyif duyuyordum dinlerken. Sonra devamı geldi, Efe Aydal ve Evrim Ağacı gibi nicelerini izledikçe bir şeyler oturdu.
Belki bunlar yalan söylüyordur, meallerle oynuyordur yada öyle bir ayet yoktur diye düşünerek Kur'an'ın Türkçe mealini de okudum ama okudukça dinden, Kur'an'dan, Araplardan daha da nefret ettim. Bu kadın düşkünleri bizi resmen kandırmış, işlerine geldiği gibi kullanmıştı. İşlerine gelince kendilerini savunan bir ayet, işlerine gelince Müslümanlara savaş emri veren ayet.
O kadar saçma kelimelerdi ki anlaması güç, ama kurtulması zor.
Şuan bende inanç denen bir şey yok çünkü neye inanayım ki? Allah bana bir şey anlatmamış sadece Muhammed için ayetler göndermiş, ona inanana cennet vaadi, inanmayana cehennem tehditleri gibi boş cümleler..
İyi ki karşıma çıktın Din ve Mitoloji, beni uyandırdın, gözlerim açıldı çünkü artık güvendiğim bir din ve inandığım bir Allah yok. Ben bir canlıyım, her canlı gibi bende hayatta kalmalıyım, mücadele bu.
Bana Allah yerine vicdanım yeter. İyilik yapınca duyduğum mutluluk cennet, kötülük yaptığımda içimdeki oluşan sıkıntı ve huzursuzluk, vicdanımın yargılaması cehennemdir benim için ve bunlar bana yeter.
Teşekkürler Din ve Mitoloji!

SİZDEN GELENLER | Yazan: Gökhan

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)