HABERLER
Dini Haber
tanrı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tanrı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

BU BİLETLE NEREYE GİDİYORSUN?

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, islamiyet, Din ıspatlanamaz, Tanrı, Allah, Cennet için uğraşmak, Cennet Cehennem, Var olduğuna inanılan öte dünya, Öte dünya, Ahiret inancı, Cenneti garantilemek, Eğer Allah yoksa bile,

BU BİLETLE NEREYE GİDİYORSUN?

Bu gün size her hangi birisi 50 milyon dolar değerinde bir Tapu satmak istese ve Tapuyu satmadan önce alacağınız adaya sizi götürüp gezdirse  “7 yıldızlı, 10 yıldızlı,… süper lüks bir sarayın olduğu yeşillik ve denizin buluştuğu rüya gibi bir ada. Adada sizin emrinize amade bir sürü hizmetçi. Size ait helikopter, yat, süper lüks bir araba ve daha neler neler…”  50 milyon doları tık verdikten sonra adanın ve adadaki bütün gayrı menkullerin sahibi oluyorsunuz. Siz o parayı bir şekilde bulabilirsiniz. Piyangodan çıkabilir, altın madeni bulursunuz veya altın arayıp koca bir top ham altın bulur, satar paraya dönüştürürsünüz. Daha olmadı azmeder, çalışır, ünlü biri olursunuz ve o parayı bir şekilde  elde edebilir ve gözünüzle bizzat gördüğünüz, gezdiğiniz, varlığından bire bir haberdar olduğunuz ve yasal anlamda gerçekten sahip olabileceğiniz o cennet adasına aslında sahip olabilirsiniz. Sahip olduğunuz anda ise tadını çıkartmaya başlarsınız. Her şey yolundadır. Parayı bulmak için ya da kazanmak için çok  çalıştınız, taklalar attınız ama sonucu da gördünüz, aldınız karşılığını. Çevrenizde sizi tanıyan insanlar da gördü ödülünüzü ya da kazandığınız ve verdiğiniz paranın karşılığını.

Hayır işi dışında kimse kimseye beş kuruşunu vermez. İnsanlar aldıkları maaşı ya da kazandıkları parayı kuruşu kuruşuna hesap ederler. İnsanlar, uğradıkları zerre kadar haksızlığın hesabını sormak isterler sorarlar da. Bir insan kapkaranlık bir gecede elinde fener olmadan ormanın ortasına, ağaçların arasındaki kuytu yerlere dalıp yürümez. Dibi görünmeyen kuyuya inmeyiz. İnmek gerekirse eğer güçlü bir ışık yansıtır veya bir iple kamera sallayarak aşağıda ne olduğunu görmeyi umut ederiz. Böylece o çukur inilecek bir yer mi yoksa inilmeyecek bir yer mi emin olmak isteriz. Bir işe adım attığımız zaman ya da kendimize bir iş kuracağımız zaman veya bir iş yerine çalışan olarak gireceğimiz zaman ne yaptığımızın farkındayızdır. İş yeri, ayan beyan gözlerimizin önündedir. Burası bir giyim mağazası olabilir ya da market. Markette yapılacak olan iş bellidir. Ayrıca bu markette çalışırken maaş alınabilir mi alınamaz mı bunun hesabı bile yapılır. Sabahtan akşama kadar marketin karşısında durup da markete girip çıkan müşterilere baksanız, ortalama olarak o maketin aylık kazancını ve size emeğinizin karşılığını verip veremeyeceklerini hesap edebilirsiniz. Bu market zorunlu olarak yasal bir markettir ve yasal olarak da size sigorta yapmak zorundalar. Sigortanızdan emin değilseniz çok rahatlıkla bunu kontrol edebilir ve hakkınızı arayabilirsiniz. Yapacağınız iş belki birilerinin kuruluşunda çalışmak değil de kendi işinizi kurmak da olabilir. Peyzaj ile ilgili güzel bir bölüm bitirdiniz ve kendi alanınıza yönelik bir iş kurmak istiyorsunuz. Birkaç yıl, böyle bir firma ile çalıştıktan sonra deneyim sahibi oldunuz ve peyzaj ile ilgili küçük de olsa kendi şirketinizi kuracaksınız. Bilmediğiniz bir işe girmiyorsunuz. Piyasayı biliyorsunuz çünkü piyasa dediğimiz şey  gözlerinizin önünde cereyan ediyor, yaşıyor. Çalışacağınız insanlar ya da müşteriler mars gezegeninde ya da başka bir galakside yaşamıyor, bulunduğunuz çevrede yaşıyorlar. Yapacağınız her şey gözlerinizin önünde ve bu yüzden işi yapmadan önce doğru ve sağlıklı bir planlama yapabilirsiniz. Bu planlamalar bizzat içinde yaşadığınız  dünya ve çevre şartları doğrultusunda şekil bulacak ve gerçeğe en yakın sonuçları verecek. İnsanların, bildikleri, haberdar oldukları durumları  icra etmek ya da o durumların olayların  içine girip deneyim sahibi olmaları konusunda sıkıntı yoktur. Gerçek sıkıntı, bilmediğiniz şeylerdedir. Bilinmezlik ise insanın fiziksel duyu organları ile algılayamayacağı veya çeşitli sebeplerle algılayamadığı ve bu algılayamamanın sonucu olarak haberdar olmadığı, bilgi sahibi olmadığı durumlardır. Bilinmeyen bir hastalıktan muzdaripseniz, işiniz ya da tedaviniz şansa kalmış fakat bilinen bir hastalık taşıyorsanız büyük bir ihtimalle doğru ve etkili bir tedavi ile iyileşip sıkıntılarınızdan kurtulursunuz.

İnsanlar, yeryüzü hayatında, bilinmeyen işlere adım atmaktan imtina ederler. Adım atanlar ise ya kahramandır ya çok cesurdur ya da araştırmacıdır ve belirli bir amacı vardır. Diğerleri, cesur olanların, kahramanların ya da araştırmacıların öğrendiği ve var olduğunu ispat ettiği yeni bilgileri ve durumları  insanların gözlerinin önüne sererler ve ortaya çıkan, gözlemlenebilen bu yeni durumları insan yaşantısının bizzat içine katarlar.

Din ise, gözlemlenebilir bir durum olmayıp hâlâ gerçek olduğu ispat edilemeyen yani bilinmeyen (duyu organlarımızla veya teknik cihazlarımız veya araştırmalarımız neticesinde ispat edememiş olduğumuz) bir durum olmasına karşın, insanlar ne yazık ki, ispatlanmış, gözlemlenmiş bir gerçeklik gibi kabul edip bu belirsiz bilgiye inanmakla kalmayıp, hayatlarının tamamını bu bilgiye göre düzenliyorlar. Koskoca bir yaşam! Küçük bir anınız değil. Belirli bir zaman dilimi hiç değil. Bir insan ömrünün tamamı be! Ölümün ardından gelen hiç kimse yok. Öldükten sonra gidilen bir yer var mı? Sırat köprüsü var mı? Cennet Cehennem var mı? Ölen insanın canını Azrail isimli bir melek mi alıyor? Cinler var mı? Mezara yeni gömülen Müslümanın başına sorgu melekleri gelip “Dinin, mezhebin nedir?” diye soruyorlar mı? Bir tanesini ispat edin yahu! Bir tanesini! Yapabildiğiniz tek şey, ama tek şey, var olan her şeyin, adı Allah olan bir Tanrı tarafından yaratıldığını, Muhammed isimli bir Arapın, Allah'ın kulu ve elçisi olup Allah’tan aldığı emirleri tüm insanlara iletmek olduğunu telkin ediyorsunuz. Siz bile görmediniz. Peygamberlerin hiç birisini, hiç birimiz görmedik. Zaman makinesi icat olsa ve Peygamberin yaşadığı döneme gidip Muhammed’i geçmiş zamanda gözlemleme fırsatımız olsa, o meşhur titreme geldiği zaman gerçekten Allah katından vahiy mi geliyor yoksa bu Muhammed denilen kişi rol mü yapıyor veya kendisine ilham şeklinde gelen bazı fikirlerin bir Tanrı tarafından gönderildiğine mi inanıyor hiç birimiz bilemeyeceğiz. Belki de bize anlatılan hiçbir şeyi, Peygamber denilen kişinin hayatında gözlemleyemeyeceğiz.

Tarih derslerimizde öğretmenlerimiz Osmanlı imparatorluğu döneminde bazı Hristiyan kiliselerinin halktan para toplamak amacıyla, dindar insanlara para karşılığı cennet tapusu dağıttıklarından bahsederdi. Bu durumu ise akıl dışı olarak nitelerlerdi. Gerçekten de akıl dışı. Şimdi düşünüyorum da, Dindar Müslüman ya da Hristiyanların veya Yahudilerin  içinde bulunduğu durum farklı mı? Cennetin tapusunun bu dünyada olamayacağını hepimiz biliyoruz, siz dindarlar da biliyorsunuz? Neden cennetin tapusu bu dünyada verilmez? Çok basit. Hiç görmediğiniz, bilmediğiniz bir yerin tapusunu kimse satamaz. Tapuyu satın almak isteyen adama, hangi araziyi göstereceksiniz? “Gel şu otobüse binelim, cennete gidip bakalım” mı diyeceksiniz? Hiç görmediğiniz yerden tapu almak saçma da yine hiç görmediğiniz bu cennet diyarı için bütün hayatınızı değiştirmek, aklınızı, inancınızı birilerinin inandığına teslim etmek, kiraya vermek saçma değil mi?

Dindar Müslümanların dinsizleri ikna etmek için  söyledikleri bazı klasik sözler var, hemen o sözleri yazayım:
Ya öldükten sonra cennet ve cehennem varsa! Ne yapacaksın? Ömrünü ibadetsiz boşu boşuna mı geçirmiş olacaksın? En azından ibadetini yap, Allah'a yakışır bir kul ol da öte aleme gittiğinde, Allah diye bir Tanrı yoksa bir şey kaybetmezsin, var ise cenneti kazanırsın.

Şimdi  ben de dindar Müslümanlar için bir şeyler söylemek istiyorum:
Ya öldükten sonra sizin inandığınız gibi adı Allah olmayan bir Tanrı sizi karşılayacaksa ve kuralları farklı olacaksa ne yapacaksınız? Ya da sizi bir Tanrı karşılamayacak da kendinizi farklı bir oluşum içinde bulacaksanız ne yapacaksınız? Ya cennet cehennem yoksa? Dünya hayatınızı boşu boşuna saçma sapan hurafelerle kısıtlayıp eziyetlerin içinde “Allah'ın imtihanı”  diyerek boşu boşuna kıvranmış, çile çekmişseniz. Dünya hayatına tekrar dönebilecek misiniz? Din adamlarınız size, gelişi olmayan ve gidişin de neresi olduğunun ispat edilmediği ve hiçbir zaman bilinemeyeceği boş bir bilet kesmişler. Siz boş biletle, neresi olduğuna, var olduğuna inandırıldığınız bir yere gitmek için koca hayatınızı şekillendiriyorsunuz. Belki yapmak istediğiniz farklı şeyler var. Yaşamak istediğiniz farklı bir hayat var. Farklı seçimlerin hayalini kuruyorsunuz fakat din denilen dayatmanın etkisi ile istemediğiniz bir hayatı yaşıyorsunuz ve ardından diyorsunuz ki: “Bu dünyada istediğim her şeyi yapamayabilirim, mutsuz olabilirim ama öte alemde mutlaka karşılığını Allah bana verecek”.

Dinlerin insanlara yapabildiği en etkili şey: İnsanları hiç bilinmeyen   cennete ve yine hiç bilinmeyen ve görülmemiş olan bir cehenneme inandırmaktır. 
Elinize bir bilet vermişler. Bilette yazılan yeri hiç görmediniz fakat bileti elinize tutuşturan güruh, hayatınız  boyunca size  uzuuuun uzun anlatacak nereye gideceğinizi. O anlatanların da hiç birisi görmedi o yerleri. Siz  de ölünceye kadar gözlerinizle görmeyeceksiniz  size  vaat edilen yerleri. Ben bana verilen bileti araştırdım, akıl süzgecimden geçirdim ve dolandırıldığımı fark ettim, o bileti yırttım attım. Bunu yapınca kötü birisine dönüşmedim. Zararın neresinden dönsen kârdır. Ben büyük bir kârda olduğumu düşünüyorum. Bütün dindarların, doğumlarından itibaren ellerine tutuşturulan bileti sorgulamaları dileğiyle, sağlıcakla kalın.

TEK TANRILI DİNLERİN KÖKENİ

sizden gelenler, Tek tanrılı dinlerin kökeni, Tek tanrının kökeni, mitoloji, Mitoloji ve tek tanrılı dinler,
SÜMER TABLETLERİNDE TEK TANRI

Klasik mitolojide altın çağ, tam bir mutluluk çağı olarak tasvir edilir. O zaman ne zulüm, ne kavga vardı. Sümer edebi tabletlerinin birinde de insanlığın ilk altın çağı anlatılıyor. Altın çağa ait Sümer görüşü "Enmerkar ve Aratta Beyi" isimli destanda bulunuyor. ( sümerlerde bilinen 9 kahramanlık hikayesi mevcut, 5 tanesi gılgamış, 2 tanesi enmerkar, 2 tanesi lugalbanda )

Bu destan içindeki 21 satırda bir zamanlar barış ve güvenlik içinde bulunan bir ülke anlatılıyor ve bölüm bu mutluluğun bittiğini belirterek son buluyor.

Bu bölüm şöyle:
Bir zamanlar ne yılan vardı, ne akrep vardı,
Ne sırtlan vardı, ne arslan vardı,
Ne vahşi köpek vardı, ne kurt.
Ne korku vardı, ne işkence,
Adamın rakibi yoktu.
Bir zamanlar Şubur ve Hamazi ülkeleri,
Çok ('?) - dilli Sumer, prensliğin büyük ülkesi, tanrısal kanunlar.
Uri, bütün bu gerekenlerle donatılmış ülke,
Marttı ülkesi, emniyette duran,
Bütün evren, birlik (?) içinde olan insanlar,
Enlil'i tek dilde öğdüler.
(Fakat) sonra baba-bey, baba-prens, baba-kral,
E nki baba-bey, baba-prens. baba kral
Kızgın ('! ) baba-bey, kızgın eı baha-prens, kızgın el baba-kral
. . . . . . . . . . bolluk . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . (5 satır kırık)
. . . . . . . . . . insan . . . . . . . . . .
Çok iyi durumda olan ilk on bir satır, insanın kuşkusuz, rakipsiz olarak barış ve bolluk içinde yaşadığı dünyadaki " 'o eski" mutlu günlerini anlatıyor. O zamanlarda evrenin bütün insanları aynı tanrıya, Enlil'e taparlardı.

Hakikaten eğer bu ifadeyi düşündüğümüz gibi "tek bir kalple" değilde tam çevrisi ''bir dilde" olarak kabul edecek olursak. Daha sonra gelen İsrail'liler gibi, Sümer'lerin de diller karışmadan önce evrende, tek bir dil kullanıldığına İnandıklarını söyleyebiliriz.

Bölümün daha sonra gelen on satırı çok kırıklı olduğundan ana kapsamını tahmin edebiliyoruz. Görünüşe göre tanrı Enki. Enlil'in üstünlüğünü kabul etmek istemiyor veya kıskanıyor ve onu bozmak için bazı işlemler yapıyor, insanlar arasına bozuşmayı ve savaşı getirerek onların
altın çağlarına son veriyor.


Belki ( 10 ve 11 nci satırların kelimesi kelimesini çevirirsek). Enki çeşitli diller koyarak İnsanların anlaşmasını önlüyor.

Eğer öyle ise, Tevrat'daki ( yaradılış 11 : 1-9) ' "Babil Kulesi'' hikayesinin Sumer' lerdeki paralelini görüyoruz, demektir. Yalnız sümer'ler İnsanın düşüşünü tanrılar arasındaki kıskançlık yüzünden, İbraniler ise Elohim'in insanlara. tanrı gibi hareket ettikleri için, kıskanması sonucu olduğuna inanıyorlar.

Altın çağa ait bölüm "Enki'nin sözleri" olarak belirlenmiş. Enki'nin sevdiği şehir olan Uruk'un beyi Enmerkar, maden yönünden zengin olan Aratta'yı kendine bağlamak istiyor, diye hikaye devam ediyor.

Bunun için O, Aratta'ya bir haberci göndererek. halkının değerli madenler ve taşlar getirerek, Enki'nin mabedi Abzu 'yu yapmazlar ve içini süslemezlerse Aratta'yı eline geçireceğini bildiriyor. Aratta beyine göz dağı vermek için haberciye, Enki'nin, Enlil ve halkının dünya üzerindeki nufüzuna
nasıl son verdiğini bildiren " Enki'nin sözünü " tekrarlamasını
söylüyor.

6-9 ncu satırlardan çıkarılan bilgiye göre, evren 4 ana bölümden oluşuyor. Sümer'lerin oturduğu yer bunların güney bölümü. Bu bölüm kabaca tahmine göre Dicle ile Fırat arasındaki 44 ncü paralelden aşağı Basra körfezine kadar olan kısım,

Sümer'in hemen kuzeyi uri . Burası Dicle ve Fırat arasının 33 ncü paralelden yukarı olan kısımı. Daha sonra Akkad ve Asur olan yerler de bunun içinde.

Sümer ve Uri'nin doğusunda, Kuşkusuz İran'ın batısını da kapsayan Şubur ve Hamazi vardı.

Sümer'in batısı ve güney batısında Fırat ile Akdeniz arasında Martu ve Arabistan bulunuyor. Kısacası Sumer şiirinde, evren kuzeyde Ermenistan'dan Basra körfezine, doğudan İran topraklarından Akdenize kadar uzanıyor.

Kramerden alınan bu bilgiyi doğru yorumlayabilmek için ek olarak genel çerçeveyi bilmemiz gerektiğini düşüyorum. Verilen metinde sümerlere göre altın bir çağ yaşandığından bahsediyor. Bu dönemde tek tanrıya tapıldığını ancak daha sonra düzenin bozulduğundan söz ediyor. Ancak bu konu üzerinde yorum yapabilmek için şu ayrımı bilmemiz gerektiği açık.
Sümerler çok tanrılı bir dine sahiptir..

İlk tanrıları AN yani göktür, baba tanrı figürüne sahiptir.
Ki yani yerdir, ana tanrı olarak betimlenir.
Bu iki gücü karıştırın güç MUMMU'dur.
İçindeki yaşamı sağlayan ve yerle göğü ayıran tanrı yani ENLİL'dir. Ayrıca enlil, erkek bir tanrıyı ifade eder.
Bu dört tanrıdan sonra bir tanrı daha gelir. yeryüzünü yöneten tanrının ismi ENKİ'dir. erkek figürü vardır..
Bunların dışında herşey için küçük tanrılardan bahsedilir.

Bu bilgiler ışığında metni yorumlayalım ve tek tanrı inancının nereye dayandığını sorgulayalım.. ancak şunu da belirtmem lazım ki, burada verdiğim bilgiler hap niyetine bilgiler, afrika ve mısıra dayanan kökler mevcut. ancak bütün inanışları buraya yazmam imkansız.

Metne göre, altın çağda tapınılan tek tanrı, yeri ve göğü yaratan ENLİL'dir. ( ALLAH - BABA - YAHVE ) ancak buradaki ayrım sümerlerin bakışı ile yapılmalıdır. sümerlerde tek tanrı sıfatı, yaratma ve yönetme değil, EN GÜÇLÜ olmak sıfatıdır.


Sümer tanrıları arasındaki çekilme hiç bir zaman yaratma üzerinden çıkmaz, güç ve yönetme üzerinde yoğunlaşır ve hikayelerinde sürekli olarak bu olgu yer değiştirir.
Ancak altınçağ için bu güç, ENLİL deymiş gibi gözüküyor.

Hikayeden anlaşıldığına göre ENLİL'e, ENKİ isyan ediyor.
burada şunu da eklemem lazım; bir çok kaynakta ENKİ'ye dünyayı yönetme görevini ENLİL verir.

Okuduğumuz bu hikayeden çıkan sonuç tek tanrı inancı değil, tapınılması istenen tek tanrı inancı manasında olması gerikir, bu hikayenin özdeşlerini yahve de, hem allahta görüyoruz.
sürekli olarak kendinden başka bir şeye tapınılmamasını öğüt verirler.

Bu durum ilerleyen dönemlerde mitolojik olarak da yer alır.
lugalbanda hikayesinde de bu durum İNANNA ve UTU arasında geçmekteydi.

Bir diğer önemli konu, sümer inanışıyla, tevhit dinleri arasındaki, en dikkat çekici nokta olan dillerin ayrılması ile ilgili kısımdır. dillerin ayrılması konusu hem tevratta hem kuranda ifade edilir. ( bu aktarımın nasıl olduğu konusu çok uzundur. umarım başka zaman anlatma imkanım olur )

Sümerlere göre de tek tapınılan tanrı inancı var sonucunu çıkartmak mümkün ve bu dönemde diller aynı, ancak biliyoruz ki, dünya da insanlık başladığından beri tek dil gibi bir durum yok. bu inanış sümerlere ait bir inanış sadece, ayrıca görüleceği üzere sümerler evrenden bahsederken, sınırlı bir toprak parçasından ve dünyadaki bazı yerlerden bahsediyor. merkez uruk olmak üzere, güney, kuzey, batı, doğu şeklinde verilmiş...

Peki sümerlerin kökeni nereye dayanır. bu bilgi temele ulaşabilmek için çok önemlidir. bir kaynak türklere dayandığını söyler ( Türkler böyle düşünmekten sevinç duyarlar ), ama asıl kanıtlı bilgi, iran ve samilerin oluşturduğu, OBEYD kültürüdür.

İlk yerleşin irandan ve samilerin yaşadığı bölgelerden gelen, göçebe kökenli olan ailelerin uruk şehrine yerleşmesi ile başlar.

Yani bu tek tanrılı altınçağ dönemi, ya sümerler zamanında ( MÖ 3400 den sonra ) ya da obeyd dönemi ve öncesine gitmek durumunda ( MÖ 5900 - 3400 )

Obeyd dönemi hakkında çok fazla bir şey bilmediğimiz için bu iz sürmeyi, başka bir yönden yapmak gerekiyor. madem obeyd kültürünü iranlılar ve samiler oluşturuyorsa, burdan yol almak ne mantıklısı olacaktır..

Bu iz sürmeyi bir sonra ki postum da vereceğim...
Konumuz, hintlilere ve mısırlılara ulaşacak gibi gözüküyor...
Saygılarımla...

SİZDEN GELENLER | Yazan: Ural Haşim

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

KORKU VE DİN

MT, Korku ve din, din, Tanrı, Yaratıcı, İnanç evrenseldir, Herkesin kendi Tanrısı, Dinler korkudan beslenir, Yaratıcı mantığını kullanarak ona ulaşanı sever, Din ve coğrafya,
Dinlerin bu günkü güçlü konumlarında olmasında ki en etken rol, İnanç ve korkudur. Haram-helal.
Korku inançla endeksli olduğu için derine girmeye çalışacağım. Birde sosyokültürel olunca tam tehlike arz eden bir durum olur (cehalet fazla olunca.)

KORKU 
Dikkat ederseniz din eğitiminde genelde yöntem, korku iledir. Daha küçük yaşta korku ile yetişen bir birey yaşı ilerledikçe bu korkunun etkisindedir. Psikolojiktir.
Bunda ebeveynler etkili rol oynar, ya çocuğunu tanrıdan korkan bir köle haline getirir yada tam tersi Yaratıcıyı seven ve aklı ile hareket eden bir birey yetiştirir.
Globalleşen gelişmelere aldırış etmeden içindeki bu korku, kişiyi köle olarak efendi/tanrıya sunar. Bir köle her zaman içinde nefret taşır ve buda korkunun etkisinde cereyan eder.
Yani korku bir köle daha yaratır. Asıl olan efendinin köle isteği midir?. Elbette hayır.
Bunun yöntemi kendini geliştirmeye açık ve düşünebilen bir birey olarak yaratıcıya akıl ile varmaktır.
Korkuyu yenmenin yöntemi ise empati kurmaktır. Sosyolojik terim.
Korkunun yerini sevgi ile doldurmayı amaç edinmektir. Sorgulamak, korkuyu yenmenin ve korkmadan inanmanın etkili yöntemidir.
O zaman gerçek/efendi/tanrı ya ulaşılır. Ve insan kendini tanır kendine ulaşınca.

DİN
İnanç evrenseldir ve doğuştan gelen bir histir. {Gereksinim} üzerine gelişir. Dinler, bu doğuştan hak olan inanç hissini kendi tanrısına hazırlamaya çalışır, bunun için bedel ister.
İnsanın içindeki efendi/tanrıyı özünden ayırır ve kendi tekeline bağlar.
Karşılığında ruhun ihtiyaç duyduğu gıdayı sunar. Ve ruhsal rahatlamayı sağlar. Burada metafizik devreye girer.
Öncesinde insan-tanrı (firavun), sonra kral-tanrı, sonrası elçi-tanrı, bugünde temsili ruhani-elçi-tanrı dönemleri ile toplumlar takip altında dizayn edilmeye çalışılıyor.
Zamanla coğrafi ve kültürel yaşam koşulları ve eğitimi ile şekillenir. Fakat bilmemiz gereken her bireyin dıştan aldığı eğitimin yanı sıra kendi kendine eğitim daha doğuştan bireyin kendi elindedir ve daha çok kültürel alanda yeşerir.
Birey neyi düşünüyorsa inanç o şeyin olmasını hayal eder ve onun hayali ile yaşar, bunun için doğal yaşam dengesi olan empati kurmaktır. Gerçekleşmeyecek hayalleri kurmak zayıf insanların dua ile yapmaya ve yaptırmaya çalışması korkudan doğan umut endekslidir.
Çocuğun haram kelimesinden yararlı veya zararlı olduğunu algılaması daha mantıklıdır. Ki yaratıcı mantığını kullanarak ona ulaşanı sever.

Yazan: Metin T.

ALLAH SÖZCÜĞÜNÜN KAYNAĞI VE AKADEMİSYENLER

A, Akademisyenlere göre Allah sözcüğü, Allah, Allah ay Tanrısıdır, Allah sözcüğünün kaynağı, Arap putperestlerin ay Tanrısı Al-ilah, din, islamiyet, Kabe, tanrı, Yaratıcı,
Birçok insan Allah ne demek? diye düşünüyor çoğu zaman. Allah sözcüğünün kaynağı, kökenleri hakkında akademisyenlerin açıklamalarını sizlerle paylaşmak için bu makaleyi hazırladım.

"ALLAH" SÖZCÜĞÜNÜN KAYNAĞI HAKKINDA AKADEMİSYENLER NE DİYOR?
Kara taşın (Hacerül Esved) herhangi bir özel tanrı ile bağlantılı olduğu söylenemez. Kabe'de, Mekke ve Kabe Tanrısı olarak da bilinen Tanrı Hubal'ın heykeli vardı. Bilgin Leone Caetani Kabe ve Hubal arasındaki bağlantıya büyük önem verir. Kabe içindeki ya da Kabe'deki tek idolün Kara Taş olduğundan emin olunabilir. Bunların yanında 360 putun arasında birkaç özel ilah ve ilaheden bahsedilmektedir. (İslam İlk Ansiklopedisi, E.J. Brill, 1987, İslam, sayfa 587-591)

"Kuran ayetleri, Allah'ın cahiliye ya da İslam öncesi Arabistan'da var olduğu anlamına geldiğini belirtir. Bazı putperest kabileler, 'Allah' olarak adlandırılan ve cennet yaratıcısı olduğuna inandıkları bir Tanrıya inandılar ve toprak sahibi olan bu Tanrı Tanrıların hiyerarşisindeki en üst kademeye sahipti. Arap kabilelerin 'Evin Efendisi' olarak (yani Kabenin) seçtikleri Allah'a inandıkları bilinmektedir; ... Dolayısıyla Kuran'ın Allah'a bakışının tamamen yeni olmadığı açıktır " (Kuran'ın İçeriği İçin Bir Kılavuz , Faruk Şerif, (Reading, 1995), s. 21-22., Müslüman)

El-Masudi (Murudj, iv. 47) ye göre bazı insanlar Kabe'yi güneş, ay ve beş gezegene ayrılmış bir tapınak olarak görüyorlardı. Kabe'nin etrafında yerleştirilmiş 360 putda bu yöndeydi. Bu nedenle bir astral sembolizmin var olduğunu inkar etmek neredeyse imkansızdır. ( İslam İlk Ansiklopedisi, EJ Brill , 1987, İslam, sayfa 587-591)

Kuran'ın kendisinde şahit olduğumuz Allah İslam öncesi Arabistan'da da çok iyi biliniyordu. Nitekim Kuzey Arabistan'da bulunan Theophorus yazıtlarında hem o hem de kadınsı biçimi Allat bulunmaktadır. ( İslam: Muhammed ve onun Dini , Arthur Jeffery, 1958, s. 85)



Gördüğünüz gibi Allah ne demek? diye soranların çoğu, aynı tanrının Mekke'de daha önce var olduğunu, putperest insanların İslam öncesinde ona taptıklarını bilmiyorlar. Diğer akademisyenlerin araştırmaları ile devam edelim.

Mekke'de Allah isimli bir Tanrı vardı. O bütün yerel Tanrıların en güçlüsü olan, her Mekkeli'nin ihtiyaç duyduğu zaman dua edip sığındıkları bir güçtü. Ancak her zaman var olmuş olan Allah putu diğer Tanrılara göre daha güçsüz ve Tanrı olmaktan uzaktı. Ancak Muhammed döneminde güçlendi. Ay kabilesinin taptığı putlardan üç güçlü Tanrıçayı alaşağı etmek için Kabe'nin efendisi olarak Ay Tanrısının yerine geçti: El-Manat, kader Tanrıçası, Al-Lat, Tanrıların annesi ve Uz-Uza Venüs gezegeniydi. ( İslam ve Araplar , Rom Landau, 1958 s 11-21)

Görülüyor ki Muhammed Mekke'de vaaz etmeye başladığında Allah bilinmeyen ve de önemsiz bir Tanrı değildi. Aynı derecede kesin olan şey Kuran'ın küçümsediği diğer şeyleri (Tapınağını paylaşan diğer Tanrı ve Tanrıçalar) Allah'ın aldığıdır. Barbarlık Çağındaki putperestlerin atasözlerindem şanlı sözlerinin 103.son fıkrası şöyleydi, "İşte buradayım ey Allah'ım; Sahip olduğun bir eşin dışında hiçbir ortağın yok; Ona ve herkese sahipsin." Bu şimdiye kadar gördüğümüz şeylerin, Mekke'de "Yüksek Tanrı" olarak tanınmasının Hristiyanlığa doğru yükselen bir eğilim olduğu görüşünü yansıtabilir. Ancak yerine tek dedikleri yeni ilahlarını koyan Müslümanlar için bu yeterli değildi, bir süre sonra Allah'ın eşi de ortadan kalktı: "İşte buradayım ey Allah'ım; Senin eşin yoktur; övgü ve lütuflar sana ve imparatorluğunadır; Senin ortağın yoktur. " (Hac , FE Peters, p 3-41, 1994)

Allah'a Mekke'deki kabede ibadet edildi ve muhtemelen o yerde bulunan ünlü Siyah Taş ile temsil ediliyordu. ( Dünya Dinlerinin Arkeolojisi , Jack Finegan, 1952, s482-485, 492)

İslam'ın başlamasından önce bu üç tanrıça Allah'a kız çocukları olarak ilişkilendirilmiş ve hepsine de Mekke ve çevresindeki diğer yerlerde ibadet edilmiştir. ( Dünya Dinlerinin Arkeolojisi , Jack Finegan, 1952, s482-485, 492)

Mekke'de tek Tanrılık olmasa da, Allah (İlah, Tanrı) bir baş tanrıydı. Bu eski bir isimdi. Biri Güney-Ula'da, bir diğeri Sabae'de bulunan bir tehdit olan, ancak beşinci yüzyılın Lihanit kitabelerindeki iki Arapça yazıtta görülür. Lihyan Tanrı'yı Suriye'den almıştır. Arabistan'daki bu Tanrıya ibadet eden ilk merkezdir. Adı İslam'dan 500 yıl öncesindeki Safa yazıtlarında ve ayrıca Suriye'nin Jimal şehrinde bulunan ve altıncı yüzyıla atfedilen İslam öncesi Hristiyan bir Arapça yazıtta "Halla" olarak geçmektedir. Muhammed'in babasının adı 'Abd-Allah'tır (Abdullah, köle veya Allah'ın kulu). Allah'ın yaratıcı ve güç sağlayıcı olarak eski Müslüman Mekkeliler tarafından anıldığı ve özel tehlike dönemlerinde yardım istenecek kadar özel yeri olduğu, 31: 24, 31 gibi pasajlardan anlaşılmaktadır; 6: 137, 109; 23: Şüphesiz o, Kureyş'in kabile Tanrısıydı. (Arapların Tarihi , Philip K. Hitti, 1937, s. 96-101)

Muhammed inancını bildirdiğinde: 'Allah'tan başka hiçbir İlah yoktur' diye yeni bir Tanrı'yı tanıtmaya çalışmıyordu. Putperest vatandaşları bu ilahi gücü zaten biliyordu ve kabul ettiler. Allah adı hem yazıtlarda hem de Allah'ın kulu olan Abd Allah gibi bileşik isimlerle Hz. Muhammed zamanından önce kullanılıyordu. 'Gökleri ve yeri kimin yarattığını ve güneşe ve aya yasalar koyanı sorarsan kesinlikle Allah'tır diyeceklerdir. (Sure 29, 6 1 ve 63).
Putperestler aşırı tehlikede özellikle de denizde iken Allah'a sığınıyorlardı (29, 65, 31, 31, 17, 69). Ancak yine arazide olduklarında ve güvende olduklarında Tanrısal şerefleri diğer varlıklar ile paylaşıyorlardı. Allah'ın insanlara belli emirler vermesi gerekiyordu (Sura 6, 139 ff) ve insanlar en kutsal yeminleri onun adına ederlerdi (Zira Surat 3, r, 40; 16, 40). Böylece Allah'a hak ettiği gibi ibadet edilmese de Allah'ın kültü tamamen ihmal edilmemiş oluyordu. Allah'a ve diğer tanrılardan (6, 137) kendilerini koruması veya tahıl ve sığırların ilk meyvelerini vermesini sağlaması istenirdi. Fakat her şeyden önce Allah Kabe'nin efendisi olarak görüldü Orta Arabistan'ın en kutsal kültüne adanmış olan Tanrıydı. En eski Surelerden birinde Muhammed kabilesine Kureyşlileri iki yaşındaki ticaret karavanının donatılmasına izin veren ve onlara önem veren bu evin Rabbine ibadet etmeye çağırıyor ve onların güvenlik içinde yaşamalarına izin veriyordu. Kendisi ile ilgili olarak, 'Evin Efendisi' yani Kabe'ye (Ka'ba) ibadet etme emrini verdiğini söylüyordu. Öyle görünüyor ki Peygamber ve halkı Kabe ayini aracılığıyla ibadet edilen Allah'ın aynı Allah olduğu konusunda tamamen hemfikirdir. Kendisi ile ilgili olarak 'Evin Efendisi' yani Kabe'ye ibadet etme emrini verdiğini söylüyor. (Muhammed: Adam ve inancı , Tor Andrae, 1936, Theophil Menzel tarafından çevrildi, 1960, s13-30)

İslam'a karşı erken Hristiyan savunucularından biri olan El-Kindi, İslam ve onun tanrısı Allah'ın İncil'den değil paganizmden geldiğini belirtti. Hristiyanlar Ay-tanrısı ve onun kızları el-Uzza, el-Lat ve Manat'a tapınmadılar. (Erken Hristiyan-Müslüman Tartışmalar 3, ed. NA Newman, Hatfield, PA, IBRI 1994, ss tarafından .357, 413, 426).

Muhammed'in babası Abd Allah'ın ("Allah'ın kulu") seçilmesinden önceki günlerde, yalnızca" Tanrı "(İlah) olarak adlandırılan bir Tanrı kültü güney Suriye ve Kuzey Arabistan'da biliniyordu ve açıkçası Mekke'de merkezi bir önemi olan ve Ka'bah (Kabe) diye adlandırılan bina tartışmasız şekilde onun eviydi. Aslında Müslümanlar bu noktaya kesin olarak işaret ediyor: Mekke'nin en büyük kabilesi olan Kureyş Muhammed tarafından Allah'a inanmaya çağırılıyordu. Bu Allah'ın Mekke'de sadece bir tanrı olarak değil Mekke tanrılarının en güçlüsü ve başı olarak yani "yüksek tanrı" olarak kabul edildiği görülüyor. Muhammed Mekke'ye ibadet vaaz etmeye başladığında Kur'an'ın önceden bilinmeyen önemsiz bir Tanrısı yoktu. "(Modern İslam Dünyası Oxford Ansiklopedisi , ed. John L. Esposito, 1995, sayfa 76-77)


"İslam öncesinde Cahiliye Dönemi olarak adlandırılan günlerde Arapların dini Paganizm'di. Kuyular, ağaçlar, taşlar, mağaralar ve diğer doğal cisimler aracılığıyla insan tanrı ile temas kurabilirdi. Mekke'de Allah peygamberin kavmi olan Kureyş'in Tanrısı ve Tanrılarının en yücesiydi. Allah'ın üç kızı vardı: Herkes tarafından en çok saygı gören ve insan kurbanından memnun olan Al Uzzah (Venüs); Kader tanrıçası Manah ve sebze hayatının tanrıçası Al Lat. Hubal ve 300'den fazla kişi bu tanrılar topluluğunu oluşturuyordu. Mekke'deki merkezi tapınak küp şeklinde taş bir yapı olan Kabe'ydi ve sonrasında pek çok kez yeniden inşa edilmiş halde varlığını sürdürmektedir. Bir köşesinde yer alan ve hacıların öptüğü siyah taş muhtemelen bir meteor parçasıydı fakat haccın vazgeçilmez bir parçası haline gelmişti" (Arapla tanış, John Van Ess, 1943, s. 29.)

"İslam'dan önce Arap dünyasının dinleri cinler olarak adlandırılan birçok ruha ibadet etmeyi içeriyordu, Allah Mekke'de ibadet edilen birçok tanrıdan sadece biriydi ancak Muhammed Allah'ı tek Tanrı olarak ilan etti ve ona ibadet edilmesi gerektiğini söyleyerek ibadeti öğretti. (Kısa Felsefe Tarihi , Robert C. Solomon, s.130)

Allah aslen Ay ile ilişkilendirildi ve ayın tanrısı olan Ilmaqah'dan önce gelirdi...
Allat ise Allah'ın kadın muadiliydi."(Klasik Olmayan Bir Mitoloji Sözlüğü , Marian Edwardes, Lewis Spence, Allah, s.7)

Putperest Arabistan'da yüzlerce tanrı vardı; Kabe tek seferde üç yüz altmış yedi kişiyi barındıracaktı. Kuran'da sözü edilenlerin hepsi İslamın içinde al-Uzzah (güç), al-Lat (tanrıça) ve Manah (kader) hakkında en çok saygı gören kişilerdi. Hicaz kabileleri tarafından ibadet edilen üç kadın tanrı Muhammed vaaz vermeye başladığında Allah'ın kızları olarak görülüyordu. Pagan Arabistan'ın en üstün tanrısı olan Allah Arabistan'ın güney ucundan Akdeniz'e kadar çeşitli yoğunlukta ibadetin hedefiydi. Babil'liler için "İl" (tanrı) idi; sonra da İsraillilere "El" şeklinde geçti. Güney Arapları ve bedeviler ona "İlah" olarak tapıyordu. Yahudilik ve Hristiyanlıktaki tek Tanrı kavramları Allah'ın yüzlerce putperest tanrı arasından tek tanrıya dönüşmesini teşvik etti. Dolayısıyla "Allah"ın Müslümanlara Hristiyanlardan ve Yahudilerden geçtiği fikrini kabul etmek için hiçbir neden yoktur. (İslam , İnanç ve Mücadeleler, Caesar E. Farah, s.2-7, 26-35)

Çeviren & Derleyen: Anu

TANRI FİKRİ ÜZERİNE DELİ DÜŞÜNCELER

Yazan: A.Kara
Tanrı fikri üzerine deli düşünceler, Tanrı, din, dinler, dinlerde yaratıcı, her şey yalansa, birden fazla tanrı, biz Tanrıysak, her şey oyunsa, laboratuvar faresi miyiz, uzaylılar tanrı ise
Her ne kadar deist olsam ve Tanrının varlığına inansam da bazen aklıma öyle manyakça, komik, garip ihtimaller geliyo ki, kendi kendime "bu neyin kafası ulen" desem bile cevabını bulamıyorum. Bu kafa at kafası bile olamaz belkide, öyle garip bi kafa. Demem o ki, insan neye inanırsa inansın hiçbir zaman körü körüne %100 inanmamalı, yani hep %5 lik bir "acaba" ihtimali bulundurmalı. Neticede hiçbir şey kesin değil, kimsenin inancı TSE onaylı değil yada Tanrı gökyüzünden elini uzatıp yer küreye ZITANK !!! diye vurarak "akıllı olun nan, ben varım işte" diye bir kaşe basmadığı için hiç bir şey net değil (tabi varlığıda net değil, ben deist olduğumdan var olduğuna inanıyorum Tanrının).

Neyse, şimdi demem o ki, zaman zaman aklıma çok delice olduğunu düşündüğüm, soğuk kış gününde Eminönü vapurunun tepesine çıkıp külotla harlem shake dansı yapmakla eş değer olan düşüncelerim bunlar. Fakat yazmazsam olmaz, rahatlamam lazım, hem makara yapmak hemde düşünmek iyi geliyo bana. Nescafe pipisi bir arada kıvamında bir haz hacı dayı.

Aklımda horon tepen ihtimalleri sıralamak gerekirse şöööyle bir başlayayım efenim;

Tanrı fikri üzerine deli düşünceler, Tanrı, din, dinler, dinlerde yaratıcı, her şey yalansa, birden fazla tanrı, biz Tanrıysak, her şey oyunsa, laboratuvar faresi miyiz, uzaylılar tanrı ise
BİRDEN FAZLA TANRI
Ya Mitoloji dediğimiz eski inançlardaki gibi birden fazla Tanrı varsa? Ya birbirleri ile çatışma içindeler ve horus ile set, zeus ile hades gibi birbirlerini düşman iseler. Ya Işid denen kafa yapısının var olmasını, milletin savaştan, açlıktan ölmesini kurgulayan bir kötü Tanrı ve buna karşı iyi bir Tanrı varsa? Hatta belkide sayısızca Tanrı :) Ya akşamları birbirleri ile kendi diyarlarında yada gökyüzünde bulutların üzerinde tavla oynuyolar ve kazanan o gün dünyayı yönetiyosa (ki bu ihtimale göre kötü Tanrı tavlada çok iyi olmalı, dünyanın babasını ağlattı sevgi koyayım)

Bu yarı saçma (yarı tanrı gibi) fikir neden sıkça aklımı fortluyo biliyo musunuz aslında? Bu sayede en azından şunu diyip rahatlarım diyorum kendime "Bak bu boktan olan olaylar varya işte, vicdanımızın kaldıramadığı, Tanrının adaleti nerede huleynnn dediğimiz her olay, her an, işte bunlar hep o kötü olan diğer Tanrının işi!". Ne bileyim bi nevii vicdan rahatlatma ve gördüklerine dayanamayan beynin yeni fikirler pompalaması eylemi diyelim.

Tanrı fikri üzerine deli düşünceler, Tanrı, din, dinler, dinlerde yaratıcı, her şey yalansa, birden fazla tanrı, biz Tanrıysak, her şey oyunsa, laboratuvar faresi miyiz, uzaylılar tanrı ise
LABORATUVAR FARESİ İSEK
Tanrı dediğimiz şey aslında yok ise ve biz aslında bir rüyanın içinde isek? Hepimize ortak bir rüya gösteren bi ilacı kıçımıza enjekte eden, bizden daha ileri düzeyde bir toplum varsa ve bizi kobay faresi olarak kullanıyosa? Belkide milyonlarca insan bile yok, sen yoksun, ben yokum, sadece 1 yada 3-5 kişinin rüyalarında hayat bulan ve bunu hayat gibi yaşayan hayallerden ibaretizdir. Ne bileyim hani olur ya bazen kıçı kırık bi rüya görünce bile yaşamış gibi uyanırsın, ki benim kahkaha atarak uyandığım rüyalar bile olmuştur (artık ne gördüysem hiç bilmiyorum). Tüm hayatımız birimizin yada birilerinin uyuyarak gördüğü bir rüya ise ve biz rüya içinde rüya görüp market alışverişinde çikolata aldığını zanneden ama aslında aldığı şeyin sadece %2 sinin çikolata olduğunu bilmeyen insanlar gibi kandırılıyor isek? Cizıs kırayst...

Tanrı fikri üzerine deli düşünceler, Tanrı, din, dinler, dinlerde yaratıcı, her şey yalansa, birden fazla tanrı, biz Tanrıysak, her şey oyunsa, laboratuvar faresi miyiz, uzaylılar tanrı ise

UZAYLILAR TANRI İSE
Bizi yaratıp dünyaya salanlar, tarlada hasat yaparken popomuzu yılan dişlemesine maruz bırakanlar ya o koca kafalı uzaylılar ise. Ya bizi gelişmiş teknolojileri ve minik testisleri ile kendi diyarlarında yaratıp dünyaya salmış ve evcil hayvan olarak bakıyolarsa. Hani evine akvaryum koyar ve her gün balıklarını izler, besler ve akvaryumun dekorunu değişirsin ya, onun gibi :) Neticede akvaryumdaki balıklar da belki (biz hayvanlar için akılsız ve iç güdüleri ile hareket ediyorlar desekte) bizim gibi "acaba dışarı bizden başkası var mı?", "bizi kim yarattı yada buraya koydu" diye düşünüyolardır, hatta bizi görenler belki de Tanrı zannediyodur. Yem atarken patlak gözleri ile cam önüne gelip bize sanki "Ooo hoş geldin Tanrım yem at yem" diyorcasına bakan balık ile ürünleri güzel hasat verdiğinde topladığı elmayı HAŞIRT! diye ısırırken "Tanrım sana şükürler olsun" diyen insan arasında ne fark var ki? İkimizi de besleyeni, ortama koyanı Tanrı olarak görüyoruz belki de? Bizden daha ileri bir topluluğun başka bir gezegenden bizi yaratıp akvaryumda balık bakar gibi bizi bakmadıklarını, bizi izleyerek eğlenmediklerini nereden bileyim di mi?

Tanrı fikri üzerine deli düşünceler, Tanrı, din, dinler, dinlerde yaratıcı, her şey yalansa, birden fazla tanrı, biz Tanrıysak, her şey oyunsa, laboratuvar faresi miyiz, uzaylılar tanrı ise
HEPİMİZ TANRI İSEK
Şimdi bu yanlış anlaşılmasın, Tanrıysak derken tutupta ağaç, çiçek, böcek yaratamıyoruz tabi ki. Fakat demek istediğim aslında hepimiz o isek ve düşüncelerimizle var ettiğimiz o meşhur Tanrı aslında biz isek ve sürekli dirilip ölerek aslında ölümsüz olmalı dediğimiz o Tanrıyı oluşturuyorsak. Yani hepimiz puzzle parçasıyız ve düşüncelerimizle, doğmamızla, ürememizle, ölmemizle aslında yaşamı sürekli devam ettirirken Tanrı parçacıkları olduğumuzu göremiyorsak? (ki bu da sadece saçma düşüncelerimden birisi, ciddiye almayın yani) Ne bileyim saçmada olsa bi ihtimal işte, insanın aklına geliyo, napayım sezeryanla aklımı mı aldırayım (tabi varsa)

Tanrı fikri üzerine deli düşünceler, Tanrı, din, dinler, dinlerde yaratıcı, her şey yalansa, birden fazla tanrı, biz Tanrıysak, her şey oyunsa, laboratuvar faresi miyiz, uzaylılar tanrı ise
OYUN OLMA İHTİMALİ
Belkide hepimiz zaten yazılmış olan bi oyunun parçalarıyızdır. Hani merak edip ateri kasetlerini kırdığında o yeşil zımbırtının üzerinde lehim noktalarına giden ince beyaz çizgiler görürdün ya, belki ahanda alayımız o ince beyaz çizginin üzerinde halay çekiyoruzdur da haberimiz yoktur. Neticede bi oyun karakterinin kendi bilinci olmaz. Nasıl desemmm, süper mario gibi. Şimdi tak atariye kasedi, aç super mario'yu (tamam nan nereden bulacam atari mi kaldı bu devirde ehtiyaaar demeyin hemen ayar etmeyin adamı, takın diyosam takın) sonra sor bakalım ekrandaki Mario'ya "sen oyunsun la, yazılımsın haberin var di mi? Yani hazırlandığın gibi çalışmak zorundasın, bilgin var mı?" alabileceğin tek cevap ekranda erotik shop tabelası misali yanıp sönen "press start" yazısı olacaktır. İşte bundan mütevellit (abovvv sonunda bu kelimeyi kullanma fırsatı yakaladım, cizıs kırayst) bizler de belki bizden daha üstün bir Irkın, Tanrının yada Tanrıların atari oyunuyuzdur belki. Belki de hayata çok fazla anlam yüklemeye gerek yoktur ve bizden sıkıldıklarında tek yapacakları bizimde yaptığımız gibi atariyi kenara koyup kasedi çöpe atmak yada "amaaaan çok baydı yaaa, yenisi çıktı bunların" diye sallamak olacaktır. Biliyom saçma, ama fikir işte :)

He bu arada belki diyeceksiniz ki "admin belki aslında sende yoksun". Evet belki yokum ve bu yazıyı da ebem yazdı. Bak gülme, buda bi ihtimal. 0000,1 bile olsa, ihtimal ihtimaldir, pencereyi açık tutacaksın ki hava girsin ;)