HABERLER
Dini Haber
tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

KLASİK DÖNEMDE SANAT

Yazan: Nimrael
Nimrael, tarih, Klasik dönemde sanat, Yunan dünyasında sanat, Antik Yunan toplumunda sanat, Antik Yunanistan'da tapınak ve heykeller, Tanrı Dianysos ve Drama Tiyatro, Yunan tiyatrosu, Yunan komedyası,

KLASİK DÖNEMDE SANAT


Klasik ya da estetik sanatlar, antik Yunan dünyasının bir yansımasıydı. Klasik sanat adı üstünde klasik dönem ile özdeşleşir. Bu dönemin sanatçıları, Arkaik döneme göre daha fazla ileri gittiler. M.Ö. 6.yüzyılda sanat dallarında müthiş bir sıçrama yaşandı. Önceden atletlerin ya da önemli insanların figürleri heykellere işlenirken, Klasik dönemde gerçek şahsiyetlerin figürleri işlenmeye başlandı. Örneğin Atina’da bulunan Harmodius ve Aristogeiton heykelleri, tiranlığın devrilmesi onuruna dikilmiştir; bunların ilk kez dikilen gerçek şahısların heykelleri olduğu sanılıyor.

Antik Yunanistan’da tapınaklar, heykeller, çömlek ve vazolarda sıkça görülen sanatlar aynı zamanda toplumsal hayata yansımıştı. Klasik sanatın bu kadar yayılma sebebi ise Atina’ydı. Diğer bir değiş ile Atina, Klasik Sanat’ın yayılmasında öncü bir güçtü. Klasik dönemin ses getiren olayı Pers istilalarıydı. Perslere karşı aldıkları zafer ile Atina, bir güven duygusu ve güçle dolmuş ve sanat dallarında gelişmeye başlamıştı. Başarısız Pers istilasından sonra Atina ve hâkim olduğu Delia Birliği sağlamlaşmış, insanların kendi kültürlerini rahat ve dikkat çekici bir şekilde ifade edebildikleri kültürel bir merkez oldu. İlkel bile olsa ilk demokrasi Atina yönetiminde ortaya çıkmış, filozoflar, mucitler ve sanatçılar gibi sınıflar kayda değer bir güç kazandılar. Bu durumun etkisi ile ortaya çıkan sanatçılar, toplumun günlük hayatını ve sosyal sorunlarını büyük dikkatle incelediler ve bunun etkisi ile komedi ve trajedi tiyatro türleri ortaya çıktı. Filozof ve bilginlerin üst konuma çıkmaları üzerine felsefe ve sanat çarpışmaya başlamış, bunun sonucunda ortaya çıkan akılcı okullar “İnsan nedir? İnsan modeli, anatomisi ve yapısı nasıldır?” gibi soruları incelemeye başladılar. Dönemin şehir devletleri, soylu aile ve tapınaklar gibi varlıklı müşterileri Maraton Savaşı, Salamis Muharebesi gibi önemli olayları ve zaferleri kutlamak için büyük miktarda çömlek sipariş ederlerdi. Ayrıca özel günlerde tapınaklar ve devlet kademesindeki görevliler, o güne özel heykeller de yaptırırlardı.
Antik dönemde sosyal yaşama etkisi bulunan en önemli unsurlardan birisi tiyatro türleri drama, tragedya ve komedyadır.

Tiyatro ve drama kültürünün ortaya çıkışı MÖ 8. yüzyıla tarihlenir. Drama ve tiyatro asıl önemini eğlence ve şarap tanrısı Dionysos’a olan inancın büyümesiyle ve Dionysos festivali bir geleneğe dönüşünce kazandı. MÖ 532 yılından itibaren trajedi ve MÖ 487 yılından itibaren ise komedi gösterileri, Dionysus festivalinin asıl etkinliği oldular. Delfi ve muhteşem akustiğiyle ünlü Epidauros Tiyatrolarından, MS 2. Yüzyılda komedinin doğum yeri ve dünyadaki en büyük tiyatro olarak tanınan muazzam Siraküza Tiyatrosu’na kadar uzanan tüm o farklı antik tiyatrolardaki yükseliş Dionysos’un artan popülerliği sayesindeydi. Yunan tiyatrosunda sadece edebi yenilikler yoktu; çift maskeli drama simgeleri, çok süslü maskeler, aktörlerin uçabilmesini sağlayan vinç benzeri karmaşık sahne mekanikleri, çok daha dramatik girişler ve çıkışlar için gizli kapılar da Yunan tiyatrosunda ortaya çıkan bazı tiyatro geleneklerindendi.

Sözü geçmişken trajediden kısaca bahsedelim. Klasik dönemde ortaya çıkan trajedi/tragedyanın kökeni bilinmiyor. Bunun sebepleri arasında güvenilir kaynakların ve bulguların azlığı, bazı eserlerdeki yıpranma ve kayıp ciltler bulunuyor. Böyle sebepler, trajedinin nasıl ortaya çıktığını öğrenmeyi neredeyse imkansız hâle getiriyor. Buna rağmen trajedya olarak bilinen ilk Yunan dramasının MÖ 534 yılında Dionysus festivali sırasında sahnelendiği biliniyor. Sahnede yer alan ilk kişi aktör Thespis’ti ve o zamana kadar yaygınlaşmış olan kendisi gibi konuşma standardına uymamıştı. Genellikle Yunan tragedyası, sahnenin kurulduğu bir giriş kısmıyla başlar ve ardından açılış şarkısı girer. Bundan sonra hikaye başlar ve olaysal biçimde çözülür, aralara yine şarkılar koyulur. Oyun “Exodus” olarak bilinen,oyuncuların ayrılmaları olayı ile son bulur. Aristo’ya göre tragedyalar, “tam ve eksiksiz” eylemlerden (oyunlar da böyledir) meydana gelmiş katarsislerdir. Ona göre böylece seyirciler tutkularını arındırabilirler. Tragedya kadar değerli sayılan bir alan ise “Komedya”dır. Antik Yunan komedyası, her birinde de çeşitli örneklerin sunulduğu üç disipline ayrılır: ‘eski’, ‘orta’ ve ‘yeni’. Aristo, ‘Şiir Sanatı’ eserinde Yunan komedyasını komik insanları tasvir eden, haylazlık ve aptallık içeren, eğlenceli ve topluma zararı olmayan bir komedya türü olarak tanımlamıştır. Bu doğru olsa da, Yunan komedyasının erken dönemleri ayrıca, içinde abartılı hareketler ve taşlamalar içeren siyasi hicivleriyle de bilinirdi. Eski komedya türünde eserler veren Aristophanes’in çalışmaları, ‘Lysistrata’ eserinde Sokrates’e yaptığı gibi önemli figürlerle edilen alayları barındırıyordu. Aristophanes, çağdaşları Hermippus ve Eupolis ile birlikte, türü tanımlamıştır. Orta komedya hakkında, parçalanmış alıntılar dışında pek bir örnek bulunmadığı için az şey bilinir. Yeni komedya, abartılı hareketlerle oynanan komedyalardan, durum ve töre komedyalarına geçişi ifade eder. Yunan komedyası modern şeklini büyük ölçüde etkilemiştir. Yeni komedya, birçok sitkomu etkilemeye devam ediyor ve eski komedyanın üstü kapalı ve taşlamalı güldürüleri Monty Python gibi gruplara ilham kaynağı oluyor.


Tiyatro türleri dışında Klasik sanatın görüldüğü farklı alanlar vardı. Bunlardan birisi yapı ve mimaridir. Yapı ve mimari, antik Yunanistan’ın en ilgi çekici noktalarından biridir. Yunanlılar, bu mimarilerde bazı düzenler kullandılar. Bunlardan birisi “Dorik” düzendir. Klasik mimaride, bileşenlerin sabit oranlara göre tek biçimli halde birleşmesine ‘düzen’ denir. Beş ana mimari düzen vardır ve bunların üçü Antik Yunanistan’da ortaya çıkmıştır: Dorik, İyonik ve Korint. Dorik düzeni, Antik Çağ’da batı ana karasında ortaya çıkmıştır ve üçü arasında en eski ve en işlevsel olanıdır. Kısa ve yivli kolonlar ve düz silindirler, bir destek olmaksızın birleştirilirler. Dorik düzeninde İyonik düzenine kıyasla daha kısa ve daha kalın kolonlar kullanılır. Bu da üzerinde kullanıldığı binaya daha ‘erkeksi’ bir görünüm kazandırır. Ayakta kalmış bir örneği, Atina’da, şehrin antik Pazar yerinin olduğu tepelerin kuzeybatısında bulunan Hephaestus Tapınağı’dır. Bir diğer düzen ise “İyon” düzenidir. Klasik mimaride, belirlenmiş oranlara göre oluşan parçaların birleştirilmesine "üslup" denirdi. İyonik düzenin ya da üslubun kökeni Arkaik Dönemde Anadolu'nun Yunan şehirlerinde ortaya çıkmıştı ve M.Ö. 5. yüzyılda Yunan anakarasına ulaşmıştı. Dorik düzenin aksine, tepesinde daha fazla süs ve abartılı detaylar olan ince, daha 'kadınsı' sütunlardan meydana geliyordu. Bunda sütun gövdelerinin en ince noktasının çapından sekiz kat büyük olması çok önemliydi. İyonik üslubunu kullanarak yapılan ilk tapınak, bir Ege adası olan Sisam'daki Hera Tapınağıydı fakat bir depremle yıkıldığı için küçük bir kısmı günümüze kadar gelebilmiştir.

Sıra, Yunan vazolarında gördüklerimiz figürlerde. Antik dönemdeki çoğu ulus gibi, Yunan devletleri de çömlekçilik sanatıyla uğraşıyordu ve bu sayede antik yaşamın nasıl olduğuyla ilgili en net bilgilere ulaşabiliyoruz. Yunanlar eşyalarında çoğunlukla iki sanat tarzını kullanıyordu; Siyah Figür ve Kırmızı Figür. Daha erken dönemde ortaya çıkmış olan insanları ve figürleri kırmızı arka planda siyah olarak tasvir eden Siyah Figür çömlekçiliğiydi. Kırmızı Figür çömlekçiliği, bu durumu tersine çevirmişti, yani karanlık arka plana kırmızı figür koyar ve daha karanlık negatif boşlukta daha keskin bir zıtlık yaratırdı. Siyahtan Kırmızıya geçiş (M.Ö. 530 civarı) ayrıca daha ciddi tasvirlere geçişi de sağlamıştı; vazoların ve çömleklerin üzerindeki olaylara daha fazla içerik sağlanıyor ve bu şekilde daha yoğun duygular veriliyordu. Figür sanatı da eskiyi hatırlatır şekilde değiştirilmişti; ince, esnek figürler, sanatçının denge, harmoni ve simetriye olan odağını yalancı çıkarır biçimde bir ilahilik ve dinginlik hissi yayardı. Bu dönemin en bilinen çömlek ustalarından biri M.Ö. 470’ten 440’a kadar ressamlık yapmış olan ve her zaman "Bunu Hermonax yaptı." yazıtlarıyla meşhur olan Hermonax’tır.
Anıtsal heykeller, Yunanların günümüze kadar bıraktıkları eserler arasındadır.

Antik Yunan’daki heykelcilik, çoğunlukla savaşın şanı, mitolojinin ihtişamı ve Yunan yöneticilerin görkemleriyle ilgileniyordu. Erken dönemdeki Yunan heykelleri günümüze kadar gelmeseler de, tahtadan yapılıyorlardı. Klasik dönemin sonrasında, neredeyse tüm heykeller mermer ve tunçtan yapılmıştı ve daha ayrıntılı bir yöntem olan Chryselephantine, heykelleri altın ve fildişi telkârilerle süslemek için kullanılıyordu. Yunan anıt heykelciliğinin en etkileyici örneklerinden biri de Lapithler ve Centaurların destansı savaşı tasvirinin bir parçası olan Olimposlu Apollo heykelidir. Genç ve güzel olan Apollo, diğer savaşçılar tarafından çoğunlukla görmezden gelinirken, bir suçlamayla karşı karşıyadır. Atina Akropolünden gelen telkâri kabartmalı Elgin Mermerleri de aynı savaşı daha büyük ölçekte anlatır ve günümüze kadar gelebilmiş olan en büyük sanat örneklerinden birisidir.
Çoğunlukla tanrılara armağan edilen adaklık sanatı, antik dünyada yaygındı ve tanrılarla iletişim kurup onlara yaranmaya çalışmanın en kuvvetli yollarından sayılırdı. Değişik şekillerde ortaya çıkmıştı. Mitolojinin dikili taşlarla tasvir edilmesi, frizler, taş sütunlara oturtulmuş insan yüzü gibi biçimsiz heykeller ve küçük çömlek ve mücevher parçaları. Yüzük ve kolyelerdeki tanrı ve mit işlemeleri yaygındı ve tabletler ile çömlekler de dini adanmışlığı gösterecek şekiller barındırıyordu. Adaklar genellikle kutsal bir mekana, geri alma gibi bir niyet taşınmadan bırakılırdı. Antik Yunanistan’da Olimpiya ve Delphi’deki tapınaklarda çok sayıdaki adağın ve çeşitli Yunan tanrılarına saygı dolayısıyla verilmiş çok miktarda paranın depolandığı hazine bölümleri vardı.

LUDİ PLEBEİİ

Öncelikle Ludi Plebeii nedir? Ludi (oyunlar) ve Pleb (Roma'da alt tabaka, avam sınıfı, "ii" çoğul Latince eki) kelimelerinin birleşimi, Alt Sınıf Oyunlarıdır. Antik Roma'da her yılın 4 Kasım'ından 17 Kasım'ına kadar süren festival ve oyunlardan oluşan etkinliktir. Bünyesinde sahne oyunları (trajedi, satir ve komedi oyunları) ve atletik sporları (at arabası yarışı, koşu, yarış, güreş vb.) barındırırdı.
Pek çok festival ve oyun Circus Maximus'ta düzenlenirken Ludi Plebeii, Circus Flaminius'ta düzenlenirdi. Bunun tahmini sebebi soy adı Flaminius olan bir Plebin M.Ö. 220 yılında Circus Flaminius'u kurup ilk oyununu kendisi tertip etmesidir. Peki bu etkinlikleri kim düzenler? Pleb sınıfını temsilen Aedile (Aedes: bina) tarafından düzenlenirdi. Onlar, halk binalarından ve halk etkinliklerinden sorumluydu.


Ludi Plebeii'nin kutlanma nedeni aslında eğlence değildi. Tıpkı bugün bizim 29 Ekim'imiz, ABD'nin 4 Temmuz'u, Fransa'nın Bastille Günü gibi Ludi Plebeii'de özgürlüğün sembolüydü. 4 Kasım'da Plebler politik olarak özgürlük kazanmıştı. Bundan öncesinde Plebler köle olarak görülürdü. Etrüsk asıllı Tarquinlerden kazanılan bağımsızlık, Roma'nın en eski festivalini kurmaya neden oldu.
Festivalin 13 Kasım'ında Jupiter Optimus Maximus'a ziyafet verilir. Bu, Epulum Iovis olarak bilinir. Festivali düzenleyen Senatör, bunun onuruna Capitol Tepesinde yemek yer. Bu sırada Plebler ise Forum Romanum'da yemek yer. Bundan sonraki günlerde oyunlar düzenlenir (her gün 9 oyundan 4 oyuna düşene kadar). Oyunların ilk gününde büyük Pompa (alay), Capitoline Triad heykeli liderliğinde Circus'a koyulur ve hem Tanrılar hem halk oyunları izler. Genellikle 17 Kasım günü festival sona ererdi.

Yazan: Nimrael

HENGİST VE HORSA

Anglo-Sakson, eotan kabilesi, Hengist, hengist ve horsa, Horsa, iskandinav tarihi, Nimrael, nors tarihi, tarih, vikingler, Cermen, Britanya, Horsanın anısına dikilen, Beowulf,
Ünlü Anglo-Sakson tarihçi Aziz Bede'ye göre Hengist ve Horsa, beşinci yüzyılda yaşamış efsanevi Jut kardeşlerdi. Beşinci yüzyılda Angıllara, Saksonlara ve Jutlara uzaklardaki Cermen diyarından Britanya'ya doğru olan göçte önderlik etmişler, Briton kralı Vortigern'i kuzeyli Piktlere karşı (M.S. 446-454) desteklemişlerdi. Aynı zamanda Britanya'da ilk Anglo-Sakson yerleşimcilerdi. Anglo-Sakson Günlükleri'nde aktarılana göre kardeşler ve kavimleri, ilk olarak Ebbsfleet, Kent'e ayak basmışlardı. İstilaya gelen Piktleri geri püskürttüler ve kral Vortigern, Jutlara Kent'te topraklar verdi. 455 yılında Vortigern ile savaş başladı ve Horsa, muhtemelen bugünkü Kent'teki Aylesford'da, Aegelsthrep'te can verdi. Bede'ye göre Kent'in doğusunda Horsa'nın anısına bir anıt dikildi ve Horstead kasabasının onun adını almış olabilme ihtimali yüksektir. Horsa'nın ölümünden sonra Hengist artık tek Kent kralıydı. 33 yıl hükmetti ve öldükten sonra yerine oğlu Oeric Oisc geçti. Kent kralları, Oeric Oisc aracılığı ile Hengist'in soyundan geldiklerini savundular ve Kent kraliyet ailesi "Oiscingas" olarak bilindi. Hengist ve Horsa hakkında çok fazla hikaye ve söylenti vardır. Sık sık Anglo-Sakson olarak anıldılar ve bazı kaynaklar onları Jut olarak kaydetti, fakat Anglo-Sakson Günlükleri onları Angıl olarak ve babalarını Wihtgils olarak kaydeder. Bir rivayete göre Hengist, Beowulf destanında Eotan kabilesi ile özdeşen karakterin kaynağıdır, ki Eotan kabilesi Jutların üzerine kurgulanmıştır.

Yazan: Nimrael