HABERLER
Dini Haber
yahudilik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yahudilik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

YAHUDİ İNANCI VE TANRI

A, din, Musevi tanrı antlaşması, Musevilik ve Tanrı, Tanrı ile pazarlık, Yahudi inancı ve Tanrı, Yahudi Tanrısı, Yahudilerin Tanrı çelişkisi, Yahudilerin Tanrıyla antlaşması, yahudilik,
Tanrı ile olan ilişki
Yahudiler, yalnızca evreni yaratmakla kalmayıp, her Yahudi'nin kişisel bir ilişkiye sahip olabileceği tek bir Tanrı olduğuna inanmaktadır. Tanrı'nın, insanların yaptığı her şeyi etkileyerek dünyada çalışmaya devam ettiğine inanıyorlar.

Yahudilerin Tanrı ile olan ilişkisi Tanrı'nın Yahudi halkı için yaptıkları ve yapmaya devam ettiği birçok iyi işin karşılığında bir antlaşma ilişkisidir.
Yahudiler Tanrı'nın yasalarını koruyup hayatlarının her alanına kutsallık getirmeye çalışırlar.

Yahudiler, Tanrı'nın dünyaya kutsallık ve etik davranış örneği koymak için Yahudileri seçilmiş halkı olarak atadığına inanmaktadır. Yahudi hayatı bir topluluğun yaşamı ve Yahudilerin bir topluluk olarak yapması gereken birçok faaliyettir. Örneğin, Yahudi dua kitabı, bazı inançların I ve Mine'yı kullanacağı dualarla WE ve OUR'u kullanır.

Yahudiler Tanrının verdiği talimatları izleyerek çocuklarını törenler ile sünnet ettirirler ve buna erken yaşta başlarlar, özellikle de 8 günlük iken. Bu gelenek yaklaşık 4.000 yıldır uygulanmaktadır.

Yahudiler bir Yahudi'nin Yahudi bir annenin çocuğu olduğuna inanmaktadır; Bazı gruplar Yahudi atalarının çocuklarını da Yahudi olarak kabul etmektedir. Bir Yahudi geleneksel olarak bir başka inanç benimseyerek Yahudi olmanın teknik "statüsünü" kaybedemez, ancak Yahudi kimliğinin dini unsurunu kaybeder.

Yahudi olarak doğmamış biri sonradan Yahudiye dönüşebilir ancak bunu yapmak kolay değildir. Bir Yahudi kişinin yaptığı hemen her şey bir ibadet eylemi haline gelebilir.

Yahudiler, yasalarını korumak ve Allah'ı hoşnut edecek şeyler yapmak için Tanrı ile pazarlık yapmışlardır ve bu pazarlığı korumalıdırlar.

Ve Yahudiler sadece kanun hükmüne uymaya çalışmazlar - Yahudi kanunlarının her birinin ayrıntıları ancak Tanrının ruhudur.

Dindar bir Yahudi, yaptıkları her şeye kutsallık getirmeye çalışır; bunu Tanrı'yı ​​öven bir hareket olarak yaparak Allah'ın yaptığı her şeyi şereflendirir. Böylece hayatlarının tamamı bir ibadet eylemi haline gelir.

Yahudilik eylem inancındadır ve Yahudiler, insanların inançlarının entelektüel içeriğiyle değil, aynı zamanda inançlarını yaşadıklarına göre - dünyanın bütün kutsallığına ne kadar katkıda bulunduklarına göre değerlendirildiklerine inanırlar.

Yahudi'lerden Tanrı'ya bakış
Yahudilerin Tanrı'ya inanışlarının özeti

Tanrı vardır,
Tek bir Tanrı vardır,
Başka tanrı yoktur,
Tanrı farklı kişilere bölünemez (Hristiyan'ın Tanrı görüşüne benzemez),
Yahudiler yalnızca bir tanrıya ibadet ederler,
Tanrı aşkındır
Tanrı, tüm dünyevi şeylerin üzerinde ve ötesindedir,
Tanrı'nın cesedi yoktur,
Bu demek oluyor ki Tanrı ne diş, ne de erkektir,
Tanrı yardıma gerek olmadan evreni yaratmıştır,
Tanrı her yerde mülkiyet altındadır:
Tanrı her zaman, her yerdedir.
Tanrı her şeye gücü yetmiştir
Tanrı her şeyi yapabilir.
Tanrı zamanın ötesindedir
Tanrı her zaman var olmuştur,
Tanrı daima var olacak.
Tanrı sadece, ama Tanrı da merhametlidir.
Tanrı kötüleri cezalandırır,
Tanrı, iyiyi ödüllendirir,
Tanrı, işleri berbat edenleri bağışlar,
Tanrı kişisel ve erişilebilirdir,
Tanrı her bireyle ilgilenir,
Tanrı her insanı dinler,
Tanrı bazen bireylerle beklenmedik şekilde konuşur,

Yahudiler Tanrı hakkında yeni fikirler getirmiştir.
Onların Tanrı hakkındaki fikri, diğer ibrahimi dinler için çok önemlidir, çünkü Tanrı hakkında bu iki yeni fikri ilk geliştiren Yahudiler olmuştur:
1) Tek bir Tanrı vardır.
2) Tanrı, adaletlidir ve adil davranmayı seçer.

Yahudilikten önce insanlar birçok tanrıya inanırlardı ve doğaüstü güçleri olan bu tanrılar onlara insanlardan daha iyi davranmamışlardı. Böylece Yahudiler kendilerine göre etik ve iyi olan bir Tanrı buldular-yarattılar.

Tanrı'nın iki yüzü ve çelişkisi
Yahudiler Tanrı inançlarında iki farklı fikri birleştirdiler:
1) Tanrı insanın anlayabileceği veya hayal edebileceğinin ötesine geçen çok güçlü bir varlıktır.
2) Tanrı burada bizimle birliktedir, bir ebeveyn olarak her çocuğuna şefkatle yaklaşır ve ilgilenir.
Birçok Yahudi araştırmacı, görünüşte birbiriyle uyuşmayan iki Tanrı düşüncesini Tanrı'nın yaratıcı gücü ile bağdaştırmıştır.

Yazan & Çeviren: A.Kara

TAPILANLA CEZALANDIRILMAK | KURAN ve TALMUD

din, sizden gelenler, HC, Kafirlerin taptıkları ile birlikte cezalandırılması, Enbiya 97, Kafirleri taptıkları ile birlikte, Mısırın bütün ilahlarını yargılayacağım, islamiyet, yahudilik,
KAFİRLERİN TAPTIKLARI İLE BİRLİKTE CEZALANDIRILMASI KURAN-TALMUD

Enbiya Suresi:
  • 97 - "Ve gerçek vaad yaklaştığında, işte o zaman kâfir olanların gözleri beleriverir. "Eyvah bizlere! Doğrusu biz bundan gaflet içindeydik, hayır biz zalim kimselerdik." derler."
  • 98 - Siz ve Allah'dan başka taptıklarınız, cehennemin yakıtısınız; oraya gireceksiniz.
  • 99 - Eğer onlar ilâh olsalardı, oraya girmeyeceklerdi. Hepsi orada temelli kalacaktır.
TALMUD - Sukkah (Çardaklar) Bölümü 29a:
"Bilgeler dedi ki: ''Tanrıları ona inanan halkla birlikte cezalandırılmayacak/acı çektirilmeyecek bir ulus yoktur. Belirtildiği gibi: “O gece Mısır’dan geçeceğim. Hem insanların hem de hayvanların bütün ilk doğanlarını öldüreceğim. Mısır’ın bütün ilahlarını yargılayacağım. Ben RAB’bim." (Tevrat: Mısırdan Çıkış 12:12)


Talmud'un ilgili bölümü ingilizce olarak sefaria.org dan okunabilir.

SİZDEN GELENLER | Yazan: A-gnostik

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

KUR-AN'I KERİM'DE BAZI YAHUDİ-HRİSTİYAN ÖGELER

HC, sizden gelenler, islamiyet, hristiyanlık, yahudilik, Kuran'daki Yahudi ve Hristiyan ögeler, Kuran ve İncil'de Dabbe, Dabbe, Cennet-cehennem tasfirleri, din
Kuran'ı Kerim İsa'ya yönelik Hristiyan doktrinlerinden birçoğunu reddetmektedir, buna karşın Kuran'ı Kerim Yahudiler'i ''peygamberlerin katili ''olarak betimleyen, özellikle de Süryani Hristiyanlığında belirgin olan düşünceyi kucaklamaktadır. (Bakara 61, 87, 91; Ali İmran 21,112,181,183; Nisa 155; Maide 70)

Şimdi sırası ile Kur'an'daki bu ayetlere bakalım:

Bakara 61: Hani siz, "Ey Mûsâ! Biz bir tek yiyecekle dayanamayacağız. Bizim için rabbine dua et de bize toprağın mahsullerinden; sebzelerinden, kabakgillerinden, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından bitirsin" demiştiniz. Mûsâ ise, "İyiyi kötü ile değişmek mi istiyorsunuz? Şehre inin; istedikleriniz orada var" dedi. Zillete, fakru zarûrete mahkûm oldular; Allah’ın gazabına uğradılar. Bu durum, Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmelerinin, bütün bunlar da isyan etmeleri ve haddi aşmalarının sonucuydu.

Bakara 87: Andolsun biz Mûsâ’ya kitabı verdik. Ondan sonra da ardarda peygamberler gönderdik. Meryem Oğlu Îsâ’ya da açık kanıtlar verdik ve onu Rûhulkudüs ile destekledik. Ama ne zaman size bir peygamber nefislerinizin hoşlanmadığı bir şey getirdiyse büyüklenirdiniz, kimini yalanladınız, kimini de öldürdünüz, doğru değil mi?

Bakara 91: Onlara, “Allah’ın indirdiğine (Kur’an’a) iman edin” denilince, “Biz sadece bize indirilene (Tevrat’a) inanırız” deyip, ondan sonra geleni (Kur’an’ı) inkâr ederler. Hâlbuki o, ellerinde bulunanı (Tevrat’ı) tasdik eden hak bir kitaptır. De ki: “Eğer inanan kimseler idiyseniz, daha önce niçin Allah’ın peygamberlerini öldürüyordunuz?”

Gördüğünüz gibi Kur'an Bakara suresinde Yahudilerin peygamber katili olduğunu söylüyor, diğer ayetlere bakmaya devam edelim.

Ali İmran 21: Allah’ın âyetlerini inkâr edenler, haksız yere peygamberlerin canlarına kıyanlar ve adalet isteyen insanları öldürenler var ya, onlara can yakan bir azabı müjdele!

Ali İmran 112: Allah’tan bir ipe ve insanlardan bir ipe tutunmadıkça, nerede bulunurlarsa bulunsunlar, onlara alçaklık damgası vurulmuş; Allah’ın gazabına uğramışlar ve aşağılanmaya mahkûm olmuşlardır. Bu, onların Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmeleri yüzündendir. Bu (cüretleri de) onların isyan etmiş ve haddi aşmış bulunmalarındandır.

Ali İmran 181: "Allah fakirdir, biz zenginiz" diyenlerin sözünü andolsun ki Allah işitmiştir. Hem bu söylediklerini hem de haksız yere peygamberleri öldürmelerini elbette (bir tarafa) yazacağız ve "Yakıcı azabı tadın!" diyeceğiz.

Ali İmran 183: Onlar, "Doğrusu Allah, ateşin yakıp bitireceği bir kurban getirinceye kadar hiçbir peygambere inanmama hususunda bizden söz aldı" diyenlerdir. De ki: "Benden önce nice peygamberler size mûcizeler ve dediğiniz şeyi getirmişlerdi. Doğru söylüyorsanız onları niçin öldürdünüz?"

Nisa 155: "Verdikleri sağlam sözü bozmalarından, Allah’ın âyetlerini inkâr etmelerinden, peygamberleri haksız yere öldürmelerinden ve “kalplerimiz muhafazalıdır” demelerinden dolayı (başlarına türlü belâlar verdik. Onların kalpleri muhafazalı değildir), tam aksine inkârları sebebiyle Allah onların kalplerini mühürlemiştir. Artık onlar inanmazlar."

Maide 70: Andolsun biz İsrâiloğulları’ndan kesin söz almış ve onlara peygamberler göndermiştik. Ne zaman bir peygamber onlara nefislerinin hoşlanmadığı bir şey getirdiyse, bir kısmına yalancı dediler, bir kısmını da öldürdüler.

Yahudilere yönelik bu betimleme Eski Ahit veya TaNaH'a refleks olarak kullanılmamaktadır çünkü TaNaH'ta ''peygamberlerin öldürülmesine'' yönelik birkaç küçük örnek vardır ve bu peygamberler Kuran'ın refleks verebileceği önemde değildirler. (TaNaH: 2. Tarihler 24:20-21; Yeremya 26:20-23; 1. Krallar 19:9-10)


Şimdi de Eski Ahit ve TaNah'taki ilgili ayetlere bakalım:

2.Tarihler 24:20-21
20) O zaman Tanrı'nın Ruhu Kâhin Yehoyada oğlu Zekeriya'nın üzerine indi[a]. Zekeriya, halkın önünde durup seslendi: "Tanrı şöyle diyor: 'Niçin buyruklarıma karşı geliyorsunuz? İşleriniz iyi gitmeyecek. Çünkü siz beni bıraktınız, ben de sizi bıraktım.'"

21) Bunun üzerine Zekeriya'ya düzen kurdular. Kralın buyruğuyla RAB'bin Tapınağı'nın avlusunda taşa tutup onu öldürdüler.

Yeremya 26:20-23
 20) Kiryat-Yearimli Şemaya oğlu Uriya adında peygamberlik eden bir adam daha vardı. Tıpkı Yeremya gibi o da RAB’bin adına bu kente ve ülkeye karşı peygamberlik etti.

21) Kral Yehoyakim’le askerleri ve komutanları Uriya’nın sözlerini duydular. Kral onu öldürmek istedi. Bunu duyan Uriya korkuya kapılarak kaçıp Mısır’a gitti.

22) Bunun üzerine Kral Yehoyakim peşinden adamlarını –Akbor oğlu Elnatan’la başkalarını– Mısır’a gönderdi.

23) Uriya’yı Mısır’dan çıkarıp Kral Yehoyakim’e getirdiler. Kral onu kılıçla öldürtüp cesedini sıradan halk mezarlığına attırdı. 

1.Krallar 19:9-10
9) Ve orada bir mağaraya girdi, ve orada geceledi; ve işte, ona RABBİN sözü geldi, ve ona dedi: İlyas, burada ne işin var?

10) İlyas,“RAB’be, Her Şeye Egemen Tanrı’ya büyük bir istekle kulluk ettim” diye karşılık verdi, “Ama İsrail halkı senin antlaşmanı reddetti, sunaklarını yıktı ve peygamberlerini kılıçtan geçirdi. Yalnız ben kaldım. Beni de öldürmeye çalışıyorlar.”

Kuran'daki betimleme daha çok İncil'deki İsrailoğulları'nın peygamberleri öldürdüğüne yönelik ifadelere reaksiyon veriyor gibi görünmektedir. (Matta 23:37-39/Luka 13:34-35 ve aynı zamanda İbraniler 11:32-40) buna ek olarak erken dönem Hristiyan literatürüne ait olan ''Peygamberlerin Hayatları (Lives of the Prophets) adlı 4-5. yüzyıl arası yaşamış olan piskopos Salamisli Epiphanius'a atfedilen (bu eserin Süryanice el yazması 6. yüzyıla aittir) eserde de bu tema yoğundur.

Kuran'ın bazı eskatolojik (son zamanlara-ahir zamana- kıyamete ait) tasvirleri de bazı İncil'deki ögelere gönderme yapmaktadır. Örneğin Neml 82'de yerden çıkan ''Dabbe'' İncil Vahiy 13:11'e, Sura'nın üflenmesi (Sure 6:73;18:99; 23:101;27:87; 36:51;39:68;50:20;69:13;74:8;78:1-40) İncil'de ( Matta 24:31; 1. Korintliler 15:52; 1. Selanikliler 4:16; Vahiy 8:7 ve Vahiy 11:15) ifadelerine refleks olarak yer almaktadır.

Dabbe konusundaki gönderme:

Önce İncil'e bakalım:
Vahiy 13:11: Bundan sonra başka bir canavar gördüm. Yerden çıkan bu canavarın kuzu gibi iki boynuzu vardı, ama ejderha gibi ses çıkarıyordu.

Kur'an'daki gönderme:
Neml 82: Söylenen (kıyamet) başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir yaratık çıkarırız da insanların âyetlerimize kesin bir şekilde iman etmedikleri konusunda onlarla konuşur.

Sur konusundaki göndermelerden bazıları:

Önce İncil'e bakalım:
Matta 24:31: Kendisi güçlü bir borazan sesiyle meleklerini gönderecek. Melekler O’nun seçtiklerini göğün bir ucundan öbür ucuna dek, dünyanın dört bucağından toplayacaklar.

1.Korintliler 15:51-52: İşte size bir sır açıklıyorum. Hepimiz ölmeyeceğiz; son borazan çalınınca hepimiz bir anda, göz açıp kapayana dek değiştirileceğiz. Evet, borazan çalınacak, ölüler çürümez olarak dirilecek, ve biz de değiştirileceğiz.

1.Selanikliler 4:16: Rab’bin kendisi, bir emir çağrısıyla, başmeleğin seslenmesiyle, Tanrı’nın borazanıyla gökten inecek. Önce Mesih’e ait ölüler dirilecek.

Vahiy 8:4: Ve birincisi boru çaldı, ve kan ile karışmış dolu ve ateş oldu, ve yer üzerine atıldı; ve yerin üçte biri yandı, ve ağaçların üçte biri yandı, ve bütün yeşil ot yandı.

Vahiy 11:15: Ve yedinci melek boru çaldı ve: Dünyanın kırallığı Rabbimizin ve onun Mesihinin oldu; ve ebetler ebedince saltanat sürecektir, diyerek gökte büyük sesler oldu.

Kur'an'daki göndermeler:
Enam 73: O, gökleri ve yeri hak (ve hikmet) ile yaratandır. "Ol!" dediği gün herşey oluverir. O'nun sözü gerçektir. Sûr'a üflendiği gün de hükümranlık O'nundur. Gizliyi ve açığı bilendir ve O, hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır.

Kehf 99: O gün (kıyamet günü) biz onları, birbirine çarparak çalkalanır bir halde bırakmışızdır; sûra da üfürülmüş, böylece onları bütünüyle bir araya getirmişizdir.

Mü'minun 101: Sûra üflendiğinde artık ne aralarındaki akrabalık bağları işe yarayacak ne de birbirlerine soru sorabilecekler!

Neml 87: Sûrun üflendiği gün, Allah’ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde bulunanlar dehşete kapılır, hepsi boyunları bükük olarak O’na gelirler.

Yasin 51: Sûra üflenmiştir. Artık onlar kabirlerinden kalkıp rablerine doğru koşmaktadırlar.

Diğer göndermeler için yukarıda belirttiğimiz ayetlere bakabilirsiniz.

Kuran'ın cennet ve cehennem tasvirleri de Hristiyan betimlemelerine refleks vermektedir özellikle Süryani kilise babalarına örneğin ''Cennet İlahileri'' (Hymns of Paradise) eserinin sahibi Aziz Efrem'e.

Kuran'ı Kerim cenneti bir bahçe olarak sunmakta,hatta buna Adn (Tevrat'ta Aden) Cenneti demektedir. (Sure 2:25; 9:72;13:23; 16:31;18:31;19:61; 20:76; 35:33; 38:50; 40:8; 61:12; 98:8) aynı şekilde aynı tasvir İncil'de Vahiy Bölümü 2:7'de görülmektedir.

Cennet konusundaki göndermeler:

İncil'e bakalım:
Vahiy 2:7: Kulağı olan işitsin, Ruh kiliselere ne diyor. Galip olana, ona Allahın cennetinde olan hayat ağacından yemeği ihsan edeceğim.

Kur'an'a bakalım:
Bakara 25: İman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlara, kendileri için zemininden ırmaklar akan cennetler bulunduğu müjdesini ver. Onlara cennetteki meyvelerden biri rızık olarak her sunulduğunda, "Bu daha önce de bize rızık olarak verilendir" derler. O kendilerine, benzer şekilde verilmiştir. Ayrıca onlar için orada tertemiz eşler de vardır ve orada onlar sonsuza kadar kalıcıdırlar.

Tevbe 72: Allah mümin erkeklere ve mümin kadınlara içinde ebedî olarak kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve adn cennetlerinde güzel meskenler vaad etmiştir. Allah’ın rızâsı ise hepsinden büyüktür, işte büyük bahtiyarlık da odur.

Diğer göndermeler için yukarıda belirttiğimiz ayetlere bakabilirsiniz.

Son olarak Kuran'ı Kerim bazı ayetlerde sudan yaratılıştan bahseder (Sure 21:30;24:45; 25:54) bu da belki İncil 2.Petrus 3:5'e gönderme olabilir.

Sudan yaratılış konusunda olası göndermeler:

İncil'den
2.Petrus 3:5: Ne var ki, göklerin çok önceden Tanrı'nın sözüyle var olduğunu, yerin sudan ve su aracılığıyla şekillendiğini bile bile unutuyorlar.

Kur'an'dan
Enbiya 30: İnkâr edenler, gökler ve yer bitişik iken onları ayırdığımızı ve her canlıyı sudan yarattığımızı görmezler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı?

Nur 45: Allah hareket eden her canlıyı bir sudan yarattı. Bunlardan kimi karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayak üzerinde yürür, kimi de dört ayak üzerinde yol alır. Allah dilediğini yaratıyor, Allah her şeye kādirdir.

Furkan 54: İnsan türünü sudan yaratıp onların arasında soy ve sıhriyet bağı kuran da O’dur. Rabbin üstün kudret sahibidir.

SİZDEN GELENLER | Yazan: A-gnostik

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

CİNSELLİK VE DİN

MT, Sümerlerde baş örtüsü, İlk baş örtüsü, Baş örtüsü tarihi, Mezopotamya'nın ilk genel evi, din, islamiyet, hristiyanlık, yahudilik, Cennet tasviri, Cennetin kökeni,
Kutsal kitapların geçmişten günümüze taşıdığı mesajlar yanlış anlaşılmış. Tüm kitap tefsircilerinin tamamen hatalı olduğunu belirtebilirim. Cennet, seks, şarap, 72 huri vs falan ayeti doğrudur, buna katılıyorum ama tersten okuyunca.
Kutsal kitaplar geçmişte yaşamış medeniyetlerin günümüze kadar ulaşan bir mesajını taşıyor olabilir.

Ve tersten okuyunca bir çok önemli bilgi netleşiyor.
Ayette bahsedilen cennet/eden daha önce kesinlikle yaşanmıştır.
Geçmişten günümüze hem arkeolojik hem kutsal kitaplardaki kodlama yöntemi ile bunlar günümüze haber verilmiştir. Günümüzün insanının, geçmişte olduğu gibi bugün de demokratik, liberal ve ileri medeniyeti anlaması içindir.

Yeryüzünün ilk genelevi milattan çok çok önceleri Sümerler'de vardı,
Çok gelişmiş medeniyet seviyesine ulaşmış bir toplumdan bahsediyorum.

Mezopotamya'nın var olan ilk genel evi şöyle;
Asma üzüm bahçeleri olan, şarabı bol, dev bir yapının içinde 72 genç huri/rahibenin (72 millet) hizmet ettiği kutsal bir mekan. İlk kutsal mekanlar arasında.
Oradaki rahibelerde erkeğin hem cinsel, hem ruhsal anlamda vaftiz, veya ibadetini yerine getirirler. Bu yerin adı Tanrıçaların evidir (Tanrı'nın evi).

Bugünkü imamın, papazın, hahamın bahsettiği soyut cennetin kökeni denilebilir.
İmamlar ruhani işleri yapıyor, rahibeler yaşıyor ve yaşatıyor. Aynı zamanda bu rahibelerin kutsal mekandan çıkarken tanınmaması için başlarına örtü taktıkları, hatta bunu takan ilk toplum oldukları söylenir.

Erkek egoizmi cehennemi var etti ve insanlık rezil oldu. Mitolojik aşk ve seks tanrı ve tanrıçalarının yaşadığı bir dönemden bahsediyoruz (İnanna/İştar Mezopotamya, Afrodit/Eros Yunan).

Şimdi ayeti tersten okuyoruz.
Ey insan, senden binlerce yıl önce medeniyet yeryüzünün en üst seviyesine ulaşmıştır. O gördüğün ayet geçmişten geliyor. Asma üzüm bahçeleri, derelerinden akan şarap, iri gözlü, tomurcuk göğüslü, tanrıçalar var. Yani akıl geçmiştedir gelecekte değil. Ahiret geçmiştir, gelecek değil.

Birde bu tersten yazılım Fenikelilerin çıkardığı çok uzak olan (coğrafik) yerlere giden mesajın kodlanmış haliyle bir Elçi vasıtası ile halklara ulaşır.
Mesajın, Mezopotamya'da yaşanan medeniyet seviyesini bildirmek ve sürekli güncellemek adına gönüllü sufi ve elçileri vardır.

Yani geçmişte yaşanan o en üst seviyedeki liberal ileri demokrasi, kadın-erkek eşit medeniyeti, diğer toplumlara anlatım, sanat, kuşlar, kodlu tersten yazılan semboller yoluyla bize ulaşır.

Kutsal kitaplar geleceği değil geçmişi yazarlar.
Elçinin Arap yarımadasına götürdüğü mesaj şu: "ey Araplar bakın size Mezopotamya dan bu mesaj getirdim! Cennet/eden orada yaşanıyor insanlık çok ilerde."
İlginç olan, Araplar gelen mesaja değil onu getirene bel bağladılar ve aha böyle ortada gördüğünüz ahlaksız bir topluma dönüştüler.
Tarihten günümüze gelen elçiler dikkate alınmaz, mesajlarını okumak yeterlidir. Arapların en büyük hatası, mesajı yanlış anlamış olmalarıdır. Şimdi 1400 yıllık bir yanlış anlaşılma nasıl düzelir? Elbette akılla, mantıkla hareket ederek.
Her birey bu dünyanın cennete dönüşümü için bir elçi görevini yürüten bir sorumludur.

Dünya boştur, boşlukları doldurmak üzere..

Yazan: Metin T.

SEVR MAĞARASI VE ÖRÜMCEK AĞI HİKAYESİ BENZERLİKLERİ

HC, sizden gelenler, Sevr mağarasında örümcek ağı hikayesi, Mağara girişine ağ ören örümcek, Sevr ve Adullam mağarası, Örümcek ağı, Davut ile Yonatan, islamiyet, yahudilik, din, TaNaH, SEVR MAĞARASI - ÖRÜMCEK AĞI - HZ MUHAMMED VE EBUBEKİR
ADULLAM MAĞARASI - ÖRÜMCEK AĞI - HZ. DAVUT VE YONATAN


Klasik İslami anlatıyı hepimiz biliyoruzdur. İslam Peygamberi kafirlerden kaçıyordur ve yanında Ebubekir vardır mucize olarak bir örümcek ağ örer ve Mekkeli müşrikler Allah'ın Resulü'nü bulmadan geri dönerler.

Peki bu anlatının Kuran'da üstü kapalı olarak geçtiğine inanılan bir ayet var mı? Var.
Tevbe Suresi 40. Ayet (Diyanet İşleri Meali)
"Eğer siz ona (Peygamber’e) yardım etmezseniz, (biliyorsunuz ki) inkâr edenler onu iki kişiden biri olarak (Mekke’den) çıkardıkları zaman, ona bizzat Allah yardım etmişti. Hani onlar mağarada bulunuyorlardı. Hani o arkadaşına, “Üzülme, çünkü Allah bizimle beraber” diyordu. Allah da onun üzerine güven duygusu ve huzur indirmiş, sizin kendilerini görmediğiniz birtakım ordularla onu desteklemiş, böylece inkâr edenlerin sözünü alçaltmıştı. Allah’ın sözü ise en yücedir. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir."

Efendim bu mealden parantezlerdeki kelimeleri çıkarırsak elimizde ne kalıyor? Kimliği belirsiz 2 kişi onları neresi olduğu belli olmayan bir yerden çıkarıyorlar ve o 2 kişiden biri diğerine ''üzülme Allah bizimle beraber'' diyor.

Şimdi efendim Kuran'ı 6-7. yüzyılda yaşayan peygamberden çok çok çok sonra yazılmış siyerlerle(ikincil kaynaklarla) mi açıklayacağız yoksa çağdaşı olan veya Kuran'dan önce yazılan metinlerle mi? Bilimsel olarak hangisi daha doğru?

Muhammed ve Ebubekir'in mağara hikayesine dair elimizde erken dönem kaynak var mı? Sevr Mağarası'ndaki örümcek ağlarının peygamberi koruduğunu söyleyen eş zamanlı bir belge var mı? Yok. O yüzden ''Ehli Kurancı'' arkadaşlara hakkını teslim ederek Kuran yazıldığı zaman bilinen bir kaynakta bu hikayeyi veya benzerini aramamız gerekiyor.

Ben bu konuda yapılmış çalışmalara baktım ve ilk olarak Tufan Çelebi'nin yazdığı ''Kuran'ın Kaynakları'' kitabından bir bölümü alıntılayacağım sonra kendi tespitlerimi söyleyeceğim:


''Bu ayet (Tevbe 40) gelenek tarafından Peygamber'in hicreti sırasında gerçekleşmiş bir olayı anlattığı şeklinde yorumlanır.Buna göre Peygamber ve yol arkadaşı Ebubekir Hicret esnasında bir mağaraya sığınmışlardır.(Sevr Mağarası) Daha sonra mağaranın girişine ağ ören örümcek veya yuva yapan güvercin gibi motiflerle olayın etrafında mitolojik bir örüntü yaratılır. Hatta büyük İslam alimi ve tarihçisi Taberi şöyle bir olay aktarır .(Schub, s307) : '' Ebubekir camide Tevbe suresini okuyacak bir gönüllü arar. Okuyan kişi Tevbe 40'taki ''arkadaşına şöyle diyordu'' kısmına geldiğinde Ebubekir gözyaşlarına boğulur ve şöyle der: ''O benim, Allah'ım, arkadaşı benim.''
Halbuki bu ayette ne peygamberden ne de arkadaşından bahsedilmektedir. Kuran'dan yıllar sonra ortaya çıkan geleneğe değil de daha önce kaleme alınmış literatüre göz attığımızda ayette ilginç Biblikal (Yahudi-Hristiyan literatürüne ait) motifler görmek zor değildir.
TaNaH'ın (Yahudi Kutsal Kitabı) 1. Samuel kitabı 23. bölümüne baktığımızda Saul'un Davut'u öldürmeye çalışması anlatılır. (Schub, s308) Oysa Saul'un oğlu Jonathan (Yonatan) Davut ile birliktedir ve Davut'a ''korkmamasını'' ,Saul'un ona dokunmayacağını ve sonunda Davut'un İsrail Kralı olacağını , kendisinin de Davut'un ikinci adamı olacağını söyleyerek onu teskin eder.(sakinleştirir.) TaNaH'ın başka bölümlerinde (57.Mezmur ve 142. Mezmur) Davut'un Yonatan'la buluştuğu ve Saul'dan kurtulduğu yer bir ''mağara'' olarak anılır. (Schub,s309). Hatta ''örümceğin mağara girişine ağ yapması'' da Davut için geliştirilmiş mitolojinin bir parçasıdır.
Görüyorsunuz olaya Kuran'dan çok sonra değil de daha önce yazılmış ve Kuran yazıldığı dönemde zaten ortada olan kaynaklar açısından baktığımızda olay daha anlaşılır oluyor. Şimdi ben sizin için bu Davud ,Yonatan ,Saul olayını TaNaH'ı kullanarak ayetlerle açayım:

1.Samuel 23:7 -29 (* yerlere dikkat)
7 Saul, Davut`un Keila Kenti`ne gittiğini duyunca, “Tanrı Davut`u elime teslim etti” dedi, “Davut sürgülü kapıları olan bir kente girmekle kendini hapsetmiş oldu.”
8 Böylece Saul, Keila`ya yürüyüp Davut`la adamlarını kuşatmak amacıyla bütün halkı savaşa çağırdı.
9 Davut, Saul`un kendisine bir düzen kurduğunu duyunca, Kâhin Aviyatar`a, “Efodu* getir” dedi.
10 Sonra şöyle yakardı: “Ey İsrail`in Tanrısı RAB! Ben kulun yüzünden Saul`un gelip Keila`yı yıkmayı tasarladığına dair kesin haber aldım.
11 Keila halkı beni onun eline teslim eder mi? Kulunun duymuş olduğu gibi Saul gelecek mi? Ey İsrail`in Tanrısı RAB, yalvarırım, kuluna bildir!” RAB, “Saul gelecek” yanıtını verdi.
12 Davut RAB`be, “Keila halkı beni ve adamlarımı Saul`un eline teslim edecek mi?” diye sordu. RAB, “Teslim edecek” dedi.
13 Bunun üzerine Davut ile yanındaki altı yüz kadar kişi Keila`dan ayrılıp oradan oraya yer değiştirmeye başladılar. Davut`un Keila`dan kaçtığını öğrenen Saul oraya gitmekten vazgeçti.
14 Davut kırsal bölgedeki sığınaklarda ve Zif Çölü`nün dağlık kesiminde kaldı. Saul her gün Davut`u aradığı halde, Tanrı onu Saul`un eline teslim etmedi.
15 Davut Zif Çölü`nde, Horeş`teyken, Saul`un kendisini öldürmek için yola çıktığını öğrendi.
***16 Bu arada Saul oğlu Yonatan kalkıp Horeş`e, Davut`un yanına gitti ve onu Tanrı`nın adıyla yüreklendirdi.
***17 Korkma! dedi, “Babam Saul sana dokunmayacak. Sen İsrail Kralı olacaksın, ben de senin yardımcın olacağım. Babam Saul da bunu biliyor.”
***18 İkisi de RAB`bin önünde aralarındaki antlaşmayı yenilediler. Sonra Yonatan evine döndü, Davut ise Horeş`te kaldı.
19 Zifliler Giva`ya gidip Saul`a, “Davut aramızda” dediler, “Yeşimon`un güneyinde, Hakila Tepesi`ndeki Horeş sığınaklarında gizleniyor.
20 Ey kral, ne zaman gelmek istersen gel! Davut`u kralın eline teslim etmeyi ise bize bırak.”
21 Saul, “RAB sizi kutsasın! Bana acıdınız” dedi,
22 Gidin ve bir daha araştırın; Davut`un genellikle nerelerde gizlendiğini, orada onu kimin gördüğünü iyice öğrenin. Çünkü onun çok kurnaz olduğunu söylüyorlar.
23 Gizlendiği yerlerin hepsini öğrenip bana kesin bir haber getirin. O zaman ben de sizinle gelirim. Eğer Davut o bölgedeyse, bütün Yahuda boyları içinde onu arayıp bulacağım.”
24 Böylece Zifliler kalkıp Saul`dan önce Zif`e gittiler. O sırada Davut`la adamları Yeşimon`un güneyindeki Arava`da, Maon Çölü`ndeydiler.
25 Saul ile adamlarının kendisini aramaya geldiklerini öğrenince Davut aşağıya inip Maon Çölü`ndeki kayalığa sığındı. Saul bunu duyunca Davut`un ardından Maon Çölü`ne gitti.
26 Saul dağın bir yanından, Davut`la adamları ise öbür yanından ilerliyordu. Davut Saul`dan kaçıp kurtulmaya çalışıyordu. Saul`la askerleri Davut`la adamlarını yakalamak üzere yaklaşırken,
27 bir ulak gelip Saul`a şöyle dedi: “Çabuk gel! Filistliler ülkeye saldırıyor.”
28 Bunun üzerine Saul Davut`u kovalamayı bırakıp Filistliler`le savaşmaya gitti. Bu yüzden oraya Sela-Hammahlekot*fn* adı verildi.
29 Davut oradan ayrılıp Eyn-Gedi bölgesindeki sığınaklara gizlendi.


Davut'un gizlendiği sığınak mağara yine efendim.

Şimdi Tufan Çelebi'nin refrans verdiği 57 ve 142. Mezmurlar'a bakalım:
57.Mezmur
(Mez.108:1-5)
j Müzik şefi için - “Yok Etme” makamında Davut`un Miktamı - ''Saul`dan kaçıp mağaraya sığındığı zaman''

BÖLÜM 57
1 Acı bana, ey Tanrı, acı, Çünkü sana sığınıyorum; Felaket geçinceye kadar, Kanatlarının gölgesine sığınacağım.
2 Yüce Tanrı`ya, Benim için her şeyi yapan Tanrı`ya sesleniyorum.
3 Gökten gönderip beni kurtaracak, Beni ezmek isteyenleri azarlayacak, * Sevgisini, sadakatini gösterecektir.
4 Aslanların arasındayım, Alev kusan insanlar arasında yatarım, Mızrak gibi, ok gibi dişleri, Keskin kılıç gibi dilleri.
5 Yüceliğini göster göklerin üstünde, ey Tanrı, Görkemin bütün yeryüzünü kaplasın!
6 Ayaklarım için ağ serdiler, Çöktüm; Yoluma çukur kazdılar, İçine kendileri düştüler.
7 Kararlıyım, ey Tanrı, kararlıyım, Ezgiler, ilahiler söyleyeceğim.
8 Uyan, ey canım, Uyan, ey lir, ey çenk, Seheri ben uyandırayım!
9 Halkların arasında sana şükürler sunayım, ya Rab, Ulusların arasında seni ilahilerle öveyim.
10 Çünkü sevgin göklere erişir, Sadakatin gökyüzüne ulaşır.
11 Yüceliğini göster göklerin üstünde, ey Tanrı, Görkemin bütün yeryüzünü kaplasın!

142. Mezmur
1 Yüksek sesle yakarıyorum RAB`be, Yüksek sesle RAB`be yalvarıyorum.
2 Önüne döküyorum yakınmalarımı, Önünde anlatıyorum sıkıntılarımı.
3 Bunalıma düştüğümde, Gideceğim yolu sen bilirsin. Tuzak kurdular yürüdüğüm yola.
4 Sağıma bak da gör, Kimse saymıyor beni, Sığınacak yerim kalmadı, Kimse aramıyor beni.
5 Sana haykırıyorum, ya RAB: “Sığınağım, Yaşadığımız bu dünyada nasibim sensin” diyorum.
6 ''Haykırışıma kulak ver, Çünkü çok çaresizim; Kurtar beni ardıma düşenlerden, Çünkü benden güçlüler.''
7 ''Çıkar beni zindandan, Adına şükredeyim. O zaman doğrular çevremi saracak, Bana iyilik ettiğin için.''

Gördüğünüz gibi Davut mağaraya sığınıyor ve Tanrı'ya yakarıyor. Onun en büyük arkadaşı da onu öldürmek isteyen ilk İsrail Kralı Saul'un Oğlu Yonatan. Davut'u seviyor ve onu destekliyor onu teselli ediyor.

Şimdi Tufan Çelebi'nin bahsettiği Davut'un kaldığı mağaraya örümceğin ağ örme hikayesinin nerde geçtiğine bakalım...

Arkadaşlar benim araştırmalarım sırasında net olarak bulabildiğim kaynak Mezmurlar'ın Aramice tercümesi (Targum'u oldu.) Biliyorsunuz TaNaH'ın Aramice çevirilerine Targum (Tercüme) denir.

İşte bu Mezmurlar Kitabının Aramice tercümesinde Davut'un sığındığı mağaraya mucize olarak bir örümceğin ağ örmesi anlatılıyor. Neden Orjinal İbranice Mezmur'da yok derseniz biliyorsunuz bu tür tercümeler her zaman yazarın ve geleneğin yorumunu da içerir ve dilden dile farklı motifler eklenir. Bu Targum'un net bir tarihlemesini yok ama en geç gördüğüm tarih ''9. yüzyıldı'' yani 800'lü yıllar.

''En makul tarihleme ise bu Targum'un Roma İmparatorluğu'nun 476'daki Düşüşü döneminde yazılmış olması.''

Talmud zamanında yazıldı diyenler de var ama şöyle bir tarih aralığı verirsek bu Targum en geç 9. yüzyılda yazılmış makul olan tarihleme ise 5. yüzyıl ( 476 civarları )

Sonuçta Siyerlerde çok geç yazılmaya başlandığı için bu Targum'un içeriği (yazılma tarihi olmasa dahi içerği kesinlikle çok eski) kesinlikle Siyerler'den eski diyebiliriz. Bu Targum'un 57. Mezmur çevirisinin 3. ayetine bakarsak şöyle diyor:

İngilizce: Mezmurlar 57: 3 (Targum) : "I will pray before God Most High, the mighty one, who commanded the spider who completed a web for me."

Türkçe: "En Yüce Olan Tanrı'nın önünde yalvarıyorum, Her Şeye kadir olan ve benim için (mağara girişine) örümceğin ağ örmesini emredene.''

Davut'un burada sığındığı mağara Adullam Mağarası ve ne tesadüf ki 1. Samuel 22'de Tapınak'ın kahinlerinden Ahimelek'in oğullarından Aviyatar bu mağaraya girip Davut'a kaçıyor.

Hikayeyi. 1. Samuel 22: 20-23'ten okuyalım:
1. Samuel 20-23 / Yalnız Ahituv oğlu Kâhin Ahimelek`in oğullarından Aviyatar adında biri kurtulup Davut`a kaçtı.
21 Aviyatar Saul`un RAB`bin kâhinlerini öldürttüğünü Davut`a söyledi.
22 Davut Aviyatar`a, “O gün orada bulunan Edomlu Doek`in olup biteni Saul`a bildireceğini anlamıştım zaten” dedi, “Babanın bütün aile bireylerinin ölümüne ben neden oldum.
23 ''Yanımda kal ve korkma! Seni öldürmek isteyen beni de öldürmek istiyor. Yanımda güvenlikte olursun.''


Tevbe 40'ta da biri diğerine ''üzülme Allah bizimle beraberdir'' diyordu. bunu Davut'un Aviyatar'a söylediği ''korkma yanımda kal yanımda güvenlikte olursun'' ifadesiyle ayrıca karşılaştırınız...

Sonuç olarak Ebebekir'dense Yonatan (ve belki de Aviyatar) ; Muhammed'tense Davut ; Sevr'dense Adullam Mağarası Tevbe 40 için daha makul ve uygundur. Sevgilerle.

Not: Aramice Mezmurlar Targumu (İngilizce tercüme 57. Mezmur /Psalm 57)
http://www.targum.info/pss/ps2.htm

57. Mezmur'un İngilizce Tamamı (Targum):
1. For praise, concerning the distress at the time when David said, “Do not harm.” It was spoken by David, humble and innocent, when he fled from Saul’s presence in the cave.
2. Have mercy on me, O God, have mercy on me, for in your word my soul has trusted, and in the shade of your Presence I will be confident until the turmoil passes.
3. I will pray before God Most High, the mighty one, who commanded[92] the spider who completed a web for me.
4. He will send[93] his angel from heaven above, and he will redeem me; he has put to shame the one who bruises me, forever; God will send his goodness and his truth.
5. My soul glows[94] while in the midst of flames; I will sleep among coals that burn, the sons of men whose teeth are like lances and arrows, and whose tongue is like a sharp sword.
6. Be exalted over the angels of heaven, O God; your glory is over all those who dwell on earth.
7. They have set a net for my footsteps; my soul is bowed down; they dug before me a pit, they have fallen into the middle of it forever.
8. My heart is turned to your Torah, O Lord; my heart is turned to fear you; I will praise and sing!
9. Wake up, my glory! Wake up to praise by means of the harp and lyre; wake up for the prayer of morning.
10. I will give thanks before you among the peoples, O Lord; I will praise you among the nations.
11. For your goodness is high to reach the heavens, and your truth, to the clouds.
12. Be exalted, O Lord, above the angels of heaven; O God, above all the inhabitants of the earth is your glory.

SİZDEN GELENLER | Yazan: A-gnostik

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

GÜNEŞİN BATIDAN DOĞMASI HADİSİ VE TALMUD'DAKİ YERİ

Dfxmed, Kıyamet alametleri, Güneşin batıdan doğması, Talmud, Kur'an, Talmud'da güneşin batıdan doğması, Sahih-i Buhari, Sünen-i İbni Mace, din, islamiyet, yahudilik, Güneşin batıdan doğunca, din,
BİR KIYAMET ALAMETİ HADİSİ VE TALMUD'DAKİ KÖKENİ “GÜNEŞ BATIDAN DOĞUNCAYA KADAR KIYAMET KOPMAZ. GÜNEŞ BATIDAN DOĞDUĞU ZAMAN, İNSANLARIN HEPSİ ONU GÖRÜRLER DE TOPTAN HEPSİ İMAN EDERLER."

"İşte bu, ‘…Rabb’inin ayetlerinden biri geldiği gün, daha evvelden iman etmiş veya imanından bir hayır kazanmış olmayan hiçbir kimseye (o günkü) imanı asla fayda vermez…’ (En’am, 6/158) olduğu zamandır. Muhakkak ki, kıyamet şüphesiz kopacaktır..." (Sahih-i Buhari, XIV/6426)
"GÜNEŞ BATTIĞI YERDEN DOĞMADIKÇA KIYAMET KOPMAYACAKTIR. İnsanlar onu gördükleri zaman yeryüzünde bulunanlar iman ederler." (Sünen-i İbni Mace, IX/4362)
....................
Babil Talmudu Sanhedrin 108b:
“After seven days” [Gen. 7:4, 10] - in these seven days the Holy One changed the order of the creation and the sun was rising in the west and setting in the east.—Talmud Sanhedrin, Fol. 108b:
Türkçe: Yedi gün sonra [Tevrat Yaratılış 7:4 ve 7:10] Bu yedi günde, Kutsal Olan (Tanrı) yaratılışın düzenini değiştirdi ve güneş batıdan doğuyor,doğudan batıyordu.
Not: Yaratılış 7. bölümdeki Nuh Tufanı'ndan 7 gün önceyi anlatıyor ayetler..
....................
Not: Yaratılış 7:1-10'u anlamanız için alıntılayayım:
RAB Nuh'a, "Bütün ailenle birlikte gemiye bin" dedi, "Çünkü bu kuşak içinde yalnız seni doğru buldum.
2-3 Yeryüzünde soyları tükenmesin diye yanına temiz sayılan hayvanlardan erkek ve dişi olmak üzere yedişer çift, kirli sayılan hayvanlardan ikişer çift, kuşlardan yedişer çift al.
4 Çünkü yedi gün sonra yeryüzüne kırk gün kırk gece yağmur yağdıracağım. Yarattığım her canlıyı yeryüzünden silip atacağım."
5 Nuh RAB'bin bütün buyruklarını yerine getirdi.
6 Yeryüzünde tufan koptuğu zaman Nuh altı yüz yaşındaydı.
7 Nuh, oğulları, karısı, gelinleri tufandan kurtulmak için hep birlikte gemiye bindiler.
8-9 Tanrı'nın Nuh'a buyurduğu gibi temiz ve kirli sayılan her tür hayvan, kuş ve sürüngenden erkek ve dişi olmak üzere birer çift Nuh'a gelip gemiye bindiler.
10 Yedi gün sonra tufan koptu.

Kaynaklar: Babil Talmudu Yaratılış 7:4/7:10, En'am Suresi 6/158, Sahih-i Buhari XIV/6426, Sünen-i İbni Mace XI/4362
Yazan: Higher Criticism

NEFİLİM'LER VE DİN ODAKLI BİLİMİN RİYAKARLIĞI

GF, din, Nefilim, Neter, Sümer tabletlerindeki gözcüler, Tevratta nefilimler, İbrani mitolojisi, Krallar ve üstün yaratık nefilimler, yahudilik, Ölü Deniz Yazmaları, Enoch, din ve mitoloji,
İbrani mitolojisinde "Nefilim" , Mısır mitolojisinde "Neter" olarak adlandırılan ve ilk kez Sümer tabletlerinde karşımıza çıkan ve bir çok kültürde ortak anlatıya sahip olan bu "Gözcüler" gerçekten birer mit mi yoksa zamanın geçmiş dilimlerinde dünyayı ziyaret etmiş dünya dışı akıllı yaşam formları mı ?

Eski İbrani metinleri ve Tevratta bi kaç yerde onlara Nefilim deniyor , eski Mısır'da Neter , Sümer tabletlerinde ise Anunnakiler olarak karşımıza çıkıyorlar ve bir çok dilde ki anlamları aynı yani "Gözcüler".
Sümer sözcüğünün anlamı da zaten "Gözcülerin Ülkesi" dir.
Tüm eski kültürlerde ve mitlerde başrol Nefilim'lere aittir. Eski diller uzmanları , eski uygarlıkların kültürlerinde ve söylencelerinde kilit rol oynayan bu esrarengiz imgelerin neredeyse tüm eski dillerde "Gözcüler" olarak isimlendirildiklerini söylüyorlar.

Beş bin yıl öncesi yani geç neolitik dönem uygarlıklarının literatürlerine girmiş bu Gözcüler kimlerdir yada nedir , neyi yada kimleri gözlüyorlar ?
Tüm bunlar antik çağ insanının hayal güçlerinin birer ürünü mü , yoksa gerçekten , bugün anıları silinmeye yüz tutmuş , haklarında kısıtlı bilgiye sahip olduğumuz birileri atalarımızla içiçe bu dünyada yaşadılar mı ?

Hepimiz biliriz ki , bilginin yetersiz olduğu yada bir şekilde üzerinin örtüldüğü durumlarda spekülasyonların önüne geçmek mümkün değildir. Bilimsel yöntem , bilimsel şüphecilik ve somut bulgu - belge - delillerden başka şeylere itibar etmemek elbette en doğru ve en akılcı yaklaşımdır. Fakat aynı şüpheciliği şuan sahip olduğumuzu sandığımız alanlara da uygulamak gerekir . Bilim eğer gerçekten gerçeği aramak ve bilgiye ulaşmak gayesi taşıyor ise bu bizim bilimsel otokrasiye de karşı tavır almamızı gerektirir. Din odaklı bilimciler ve akademiler çoğu zaman bilimsel bürokrasinin bağlayıcı etkisinden dolayı , yeni , çığır açacak , ezber bozacak düşüncelere ve bulgulara karşı baştan olumsuz tepki vermeye hazırdırlar her zaman.
Özellikle 21. yüzyılın başlarından beri arkeoloji ve astronomi alanı bu sorunu sıklıkla yaşamaktadır. Sıradışı ve ezbere aykırı düşünceler ve iddialar dışlanıyor ve hatta dışlanmakla kalmayıp , aynı zamanda karalanıp , aşağılanıyor. Özellikle kendilerine bilimsel şüpheci diyen dini çevrelerde. Halbuki tarih uzun ve yavaş işler. Tarihi geniş zaman dilimlerine bölüp incelediğimizde dini çevrelerin büyük baskılarını ve engelleme çabalarını ve bunlara rağmen uzun vadede , sıradışı olarak görülen fikir ve iddiaların hala yaşadığını görürüz.

Nefilim'ler - Neter'ler yani Gözcüler konusu da 20. yüzyılın başlarından beri , bitmeyen tartışma konularından birisidir.


Dogmalarla kısıtlanmayan , açık fikirli insanlar ve araştırmacılar , mitoloji deyip geçtiğimiz anlatıların , bu denli geniş bir coğrafyada ve neredeyse birbirinin aynısı ayrıntılarla varolmasından yola çıkarak , bu metinlere ve kaynaklara , daha farklı bir bakış açısıyla bakmamız gerektiğine dikkat çekiyorlar.
Oysa din odaklı bilim çevreleri eski toplumları tamamen çözdüklerine inanıp , mitlerle , gerçek tarihsel olayları birbirine karıştırmayın diyorlar , bunu söylerken de bugünün egemen dinlerinin yörüngesinden çıkamıyorlar.
Bir yandan somut bilgiler dışında hiç bir şeye prim vermemekten bahsederken , bir yandan da yaşadıkları çevrenin egemen dinleriyle sürtüşmekten özenle kaçıyorlar. Eşine az rastlanır bir riyakarlık örneğidir bu !

Nefilim'ler sorunu Antik Çağ Tarihi ve modern arkeolojiye ilişkin kilit noktalardan biri aslında , felsefecileri , ilahiyatçıları ve dil bilimcileri de bu tartışma içinde düşünebiliriz.

Şimdi gelelim Nefilim'lerin eski metinlerde ki anlatımlarına ;
Tüm Antik Çağ metinlerinde , kendi tarihlerini derleyen toplumlardan kalmış belgeler , geriye doğru giden kronolojilerinin sıfır noktasına , tam olarak tanımlanıp , çözümlenemeyen bir tür başlangıç dönemi yerleştiriyorlar. Bu onların tarihlerinde , yönetimin Tanrılardan insanlara geçtiği bir ara dönemi belgeliyor.
Belirsiz bir başlangıç döneminden beri , Tanrılar tarafından yönetildiğini söyledikleri ülkelerinin , bu ara dönemde Gözcüler adı verilen üstün varlıklarca yönetildiğini ve sonuçta krallığın insanlığa devredildiğini anlatıyorlar. Bu Tanrılar - İnsanoğlu ilişkisini Hindu destanları Ramayana ve Mahabbarata'da da açıkça görebiliyoruz. Eski Mısır'da bu Gözcülerin adı Neter'ler. Son olarak Osiris'in oğlu Horus tarafından yönetilen ülke , belli bir Kral Yaratma Töreninden sonra insanlara bırakılıyor ve Neter'ler geri plana çekiliyorlar, sonra da izleri siliniyor.
Bu ilk insan kral , bugün arkeolojinin tartışmasız kabul ettiği Firavun Menes'dir. Mısır kronolojisi hakkında bildiklerimiz iki kaynağa dayanır. Bunlar Mısırlı tarihçi Manetho'nun yazdığı Krallar Listesi ve bugün Torino Papirüsü dediğimiz bir yazıt. Bu belgeler birbiriyle uyumlu oldukları için arkeologlar ve ejiptologlar Mısırın kronolojik gelişimini formüle edebiliyorlar.
Firavun Menes'le başlayan hanedanlar dönemi alt evrelere ayrılıyor. Eski krallık 1. ara dönem , orta krallık 2. ara dönem (hiksoslar devri) ve yeni krallık. Bugün okutulan tarih kitaplarında da kronoloji bu şekildedir. Arkeolojik bulguların da yardımıyla, yeni krallık ve sonrası nerdeyse tamamen tarihlenebilmiş durumdadır zira arkeolojik bulgular Manetho'yu ve Torino Papirüsünü doğruluyor.

Aslında bütün sorun da burada başlıyor çünkü Manetho'nun Listesi ve Torino Papirüsü yalnızca hanedanlar dönemini değil , çok daha öncesini de kronolojik sıraya sokuyor , yalnız burada yöneticiler insanlar değil , Neter'ler. Normal insanlara göre çok daha uzun yaşayan ve ülkeyi binlerce yıl yöneten üstün varlıklar.

Peki Ejiptologlar ve modern arkeoloji bunun üzerine ne yapıyor ?
Alt paragraflarını tartışmasız şekilde kabul ettikleri ve bulgularla doğrulanan tarihi bir yazıtın , üst paragraflarını ya yok sayıyorlar yada mitolojidir diyerek işin içinden sıyrılıyorlar.
Neden ?
Çünkü hayranlıkla benimsedikleri alt paragraflarda Krallar insan , üst paragraflarda ise ne oldukları tanımlanamayan üstün yaratıklar.
Böylece din odaklı bilim , aynı belge üzerinde işine gelen bölümü olgu diye benimserken , işine gelmeyen , dini inanışlara aykırı gelen bölümleri mitoloji diyerek ayıklıyor.
Buna elbette şaşırmamak gerekir zira Tanrı yada Tanrılar sandıkları şeylerin dünya dışı akıllı yaşam formları olma ihtimali onları ziyadesiyle korkutuyor.

Mezopotamya'da da aynı şeyle karşılaşıyoruz , Layard ve Wooley'in yaptığı araştırmalarda son derece kıymetli kil tabletler ele geçiyor. Bunlar Sümer Krallar Listesi olarak isimlendiriliyor.
Aynı Mısır da olduğu gibi , listenin en üst sırasında yani insan krallardan önce her birisi 10.000 - 15.000 yıl yaşayan krallardan bahsediyor. Mısır'da ki listeden farklı olarak bu kralların yönettikleri ülkenin bu dünyada değil başka bir gezegende hatta başka bir galakside olduğundan ve onların soylarının devamı olanların da bu dünyada yönetici olduklarından bahsediyor. Bu torunlar tufandan önce ülkeyi yönetmişler ve sonrasında insanlığa bırakmışlar. Babil metinleri bu olayı "krallık gökten indiğinde" diyerek tanımlıyor.
Yani bu metinler ve listeler dünyada ki kralları listeledikleri gibi , bu kralların dünyaya gelmeden önce yaşadıkları gezegendeki uygarlıktan ve krallardan da bahsediyor ve bunu bir zan olarak değil gayet açık şekilde aktarıyorlar.
Tüm mezopotamya'da aynı kült var aşağı yukarı ve tufan öncesi ülkeyi yöneten Tanrılar'dan bahsediyor , tek bir Tanrıdan değil.
Bu durumda din odaklı arkeoloji yine Mısır'da yaptığının aynısını yapıyor. Yani Sümer Krallar Listesinin normal insan ömrüne sahip krallarını kabul ediyorlar ve belgenin bu bölümünü somut bilgi sınıfına dahil ediyorlar ama tufan öncesi ülkeyi yönettiği anlatılan Tanrılar ve onların sonrasında ki ara dönemde , insanlara yönetimin geçişini denetleyen Gözcüleri mantıksız bularak mitoloji sınıfına dahil ediyorlar yani dinlerinin kökenini illa ki metafizik bir tanrıya bağlama çabası ile inkârcılığa ve riyakarlığa başvuruyorlar.


Benzeri durum, Tevrat'la ilgili incelemelerde de söz konusu. Mezopotamya bulgularından sonra, çok daha eski metinlerden esinlendiği belli olan Tevrat, bütün o eski metinlerdeki "Tanrılar" sözcüğünü tek bir "Tanrı" olarak düzeltmiş. Bu arada, Tanrı'ya verilen sıfat ve onun genel adı, "Efendi" ya da "Sahip" anlamına gelen "Lord" sözcüğünde somutlaşıyor. Yahudi toplumunun mesken tuttuğu bölgenin eski mitleri, büyük tanrı Baal'dan söz ediyor. "Baal'in sözlük anlamı da "Efendi" ve "Sahip". Aynı sıfatların, daha sonraki yıllarda bütün Batı toplumlarında yöneticiler için kullanılması ilginç. Ama daha ilginç olan, bütün o eski anlatıları ayıklayarak "Tanrılar" sözcüğünü "Tanrı" olarak tashih eden Tevrat'ın, birkaç yerde bunu unutması. "Elohim" sözcüğü, Tevrat'ta birkaç kez geçiyor. İbranicedeki anlamı, "ilahlar"; yani, "çoğul" bir sözcük. İlahiyatçılar bunun tartışma konusu yapılmasına bile karşı çıkıyorlar , arkeologlarsa, sessiz.

Ama bundan daha kafa karıştırıcı olanı var: Yaratılış (Genesis) bölümünün 6. Bab'ında "O günlerde ve sonrasında da, dünyada Nefilimler vardı." diye bir ifadeye rastlıyoruz. Sözü edilen zaman, Tufan'dan öncesi. "Nefilim" sözcüğü, İngilizce'ye "devler" diye çevriliyor. Oysa İbranicedeki fiil yapısına göre tam ifadesi, "yukarıdan aşağıya inmiş olanlar". Yaradılış'taki hikayede "devler'in hiçbir anlamı yok - daha sonra da Nefilim sözcüğüne rastlanmıyor zaten. Sanki "araya yanlışlıkla girmiş" gibi bir sözcük. İğreti duran, ne anlatmak istediği belli olmayan bir ifade. Oysa aradan yıllar geçip 1947'de Ölü Deniz yakınındaki bir mağarada orijinal el yazmaları (Kumran yazıtları) bulunduğunda, "Nefilim'in aslında son derece önemli, neredeyse kilit denebilecek bir kavram olduğu ortaya çıkıyor. Bunun yanı sıra, Tevrat'ın din adamlarınca değiştirildiğ de anlaşılıyor. Çünkü M.Ö. 4. yüzyıldan kalma yazıtlar arasında yer alan ve daha önce Etiyopya'daki Kutsal Kitap'ta rastlanmış olan kopyası "sahte" sanılan "Hanok'un Kitabı'nın orijinal nüshası da bulunuyor Ölü Deniz mağaralarında.
Yaradılış'ta yalnız birkaç satırda adı geçen ve "Tanrı'yla birlikte yürüdüğü" söylenen Hanok'un, aslında son derece ilginç bir hikayesinin olduğunu ve Tevrat'tan çıkarılan bu parçaların "Nefilim" sözcüğüne de açıklık getirdiğini fark ediyoruz. Boşluklar Hanok'un (Enoch) Kitabı'nda yazanlarla doldurulduğunda, Bap 6'nın aynı satırında sözü edilen "..ve Tanrı'nın oğullarını insanın kızlarını gördüler ve onlar güzeldi. Onları kendilerine eş seçip onlardan çocuk sahibi oldular." ifadesi de anlamlı hale geliyor. İlahiyatçıları, dilbilimcileri ve tarihçileri yıllardır uğraştıran "Tanrı'nın oğulları" ile insanın kızları arasındaki ilişki, Tevrat'ta yalnızca o cümlede geçiyor ve bir daha sözü edilmiyor. Ama Hanok'un Kitabı'nı okuduğumuzda, bunun müthiş sonuçlar doğuran bir olay olduğu ortaya çıkıyor.
Evinden, ailesinden ayrılan ve "Tanrı katında" yaşamını sürdüren Hanok, "Gözcülerden" söz ediyor anlatısında. Bunlar, Tanrı ile insanlar arasındaki ilişkinin bazen "ara halkası" olma görevini üstlenen, insanlara nezaret eden, üstün varlıklar. Ama hepsi, "emir kulu" sonuçta. Hanok'un ayrıntılı olarak anlattığı hikayede, bir gün bunlardan birinin dünya üzerindeki "gözcülük" görevi sırasında "insan kızları'nı arzuladığı ve bu fikrini diğer "gözcü'lere de söylediği belirtiliyor. Bir grup Gözcü (ya da Nefilim - "yukarıdan inen") aralarında karar alıyor ve yemin ediyorlar: Hepsi insan kızlarıyla sevişip onlardan birer karı alacak ve bu bir sır olarak kalacak. Çünkü öğreniyoruz ki, yapılan aslında "yasak". Sonuçta bu birleşmeden "melez" çocuklar doğuyor ve genetik sorunlar yüzünden bu çocuklar sağlıksız, vahşi, garip yaratıklar oluyorlar. Diğer yandan, "insan kızlarıyla" birlikte oldukları süre boyunca Nefilimler, onlara bilgi aktarıyor, bir şeyler öğretiyorlar ki, bu da çok büyük bir yasağı çiğnemek anlamına geliyor. Sonuçta Tanrı hem Nefilimleri cezalandırıyor, hem de yarattığı Tufan'la insanları.

Sümer ve Babil metinlerini bulmuş olmamız, Hanok'un kitabının da, Tevrat'ın diğer bölümleri gibi Mezopotamya anlatılarından esinlenilerek, daha doğru bir deyişle bunlar "revize edilerek" yeniden yazıldığını anlıyoruz. Ama bu, bir garip durumu fark etmemize engel değil: Çok eski zamanlarda "Gözcü'ler denen birilerinin dünya üzerinde dolaştığı ve yaptıklarıyla dünyadaki hayatı derinden etkilediğine ilişkin en az on toplumun kültüründen gelen tanıklıklar var elimizde. İşin en kafa bulandırıcı yanı, çok benzeyen anlatılara, Antik Yakın Doğu'yla fiziksel teması hiç bulunmadığı varsayılan eski İnka ve Maya folklorunda da rastlıyoruz!
Şimdi burada yapılması gereken doğru şey "Mitoloji" deyip konuyu geçiştirmek mi yoksa eski belge ve bulguları , farklı ve alternatif bir bakış açısıyla yeniden inceleyip "Kim bu Gözcüler" diye kendimize ve bilim insanlarına sormak mı ? Her daim sevgi ve umutla kalın dostlar.

Yazan: Gregoire de Fronsac

YAHUDİ MİTOLOJİSİ

A, din, yahudilik, Yahudi mitolojisi, Yahudiliğin Hristiyanlığı etkileyişi, Yahudiliğin temelleri, Marduk'un evreni yaratışı, Eski Ahit, Cain ve Abel, Haggadah, Tanah, mitoloji, Midraş, Yaratılış,
Eski İsrail'liler Kenan'a yerleşen Semitik bir halkdı. Zamanla modern İsrail ulusunun bugün olduğu İsrail ve Yahuda krallıklarını kurdular. M.Ö. 722'de Asuriler İsrail Krallığını kontrol altına almışlardır. Babiller M.Ö. 586'da Yahuda'yı fethetti, Kudüs şehrini yok etti ve sakinlerini birkaç yıl Babil'e sürgün etti. Sonunda Yahuda halkı Yahudiler olarak bilinir hale geldi.

Yıllar boyunca Yahudiler, bazıları Tanrı'yı oluşturan kutsal kitaplar ürettiler; bunlar, Hristiyanlar'ın İncil'in Eski Antlaşma olarak bildiği bir dizi belgedir. Bu kitaplar, erken İsraillilerin tarihi, hakkındaki efsaneleri ve dini inançları hakkında bilgi içerir. Eski Yahudi hikayeleri, eski Semitik mitolojiden etkilenmiştir. Bağlantılar, Cain ile Abel arasındaki kavgada ve büyük tufandan gemi inşa ederek kurtulan Nuh efsaneleri ile kendini açıkça belli etmektedir. Aynı şekilde, Eski Ahit'te Yaratılış  Kitabı'ndaki yaratılış hikayesi, Mezopotamya mitlerindeki Marduk'un evreni yaratışı ile ilgili ciddi paralellikler içeriyor. Bununla birlikte, Yahudi geleneği ile önceki Semitik mitoloji arasındaki en önemli fark Yahudiliğin tek tanrılı olmasıdır. Tanrıların lideri-en güçlüsü yerine, bazen RAB diye bilinen, tek, çok güçlü bir Tanrı'ya atıfta bulunmuştur.

Yahudilik yüzyıllar boyu geliştikçe, eski metinler üzerinde yeni hikayeler, kutsal kitaplar ve yorumlar ortaya çıkmaya başladı. Midraş terimi, orta çağ döneminden daha eski veya öncesine kadar birçok mit, efsane, masal ve öyküler de dahil olmak üzere Yahudi kutsal edebiyatının bu geniş gövdesini ifade eder. Bu anlatıların adı Haggadah yada "söylüyorum" dur ve bu metinler eğlence ve eğitimi aynı anda yaşatmıştır.

Haggadah metinlerindeki anlatılar sayesinde 500-1500 arasındaki boşluklar doldurulmuş oluyor. Örneğin, Yaratılış kitabı Cain'in Abel'i nasıl öldürdüğüne dair bir bölüm içerir. Haggadah, kimsenin tanık olmadığı ilk ölüm olması nedeniyle, kimsenin Abel'in bedeniyle ne yapacağını bilmediğini söylüyor. Cain ve Abel'in babası olan Adam'ın, yerde bir delik açarak ölü kuşu gömen kuzgunu gördüğünü ve kendisinin de aynı şekilde Abel'i gömmeye karar verdiğini anlatıyor.

Yahudi geleneği Yahudiliğin bir atılımı olarak başlayan tek tanrılı inanç olan Hristiyanlığı etkilemiştir. İki din birçok kutsal öykü ve metin paylaşmaktadır. Tanah, özellikle de Yaratılış ve Göç kitaplarında Tanrı'nın dünyayı yaratması, Adem ve Havva, Eden Bahçesi, Nuh ve tufan, Musa ve Çıkış gibi Hristiyanlığın parçası olan hikayeler bulunur. Bununla birlikte, İsa'nın hayatını ve eserlerini ele alan Yeni Antlaşma Hristiyanlığa özgüdür.

Yazan-Çeviren-Derleyen: A.Kara

GEİ HİNNOM | CEHENNEM

GF, din, yahudilik, Cehennemin kökeni, Yahudilerden alınan cehennem, Hinnom vadisi, Tanrıya insan kurban eden İbraniler, Ölülerin yakıldığı vadi ve cehennem, Cehennem gerçeği, islamiyet, Gehenna,

GEİ HİNNOM
(Okunuşu Ce-Hinnam)

Korku dinler için hayati öneme sahip bir unsurdur. Özellikle semavî olduğu iddia edilen dinlerde , kendilerinden önce ki inançları öteleyip insanları tek Tanrı inancına yönlendirme ve güvenlik zafiyetinin önüne geçmek için korku temel unsurdur. Geçmiş dönemlerin tekinsiz atmosferini baz alınca , insanları sürekli gözetleyen , her yaptığını gören bir Tanrı ve yapılan kötülüklerin cezası olan bir cehennem fikri elbette o dönem için en mantıklı güvenlik sistemi olarak görülebilir. Aslında cehennem ve benzeri cezalandırma olgusu pagan inançlarda ve çok tanrılı dinlerde de görülmektedir. Örneğin , Gök Tengri inancında ki "Tamu" , Yunan mitolojisinde ki "Tartarus" , İskandinav mitolojisinde ki "Helheim" yada "Muspelheim" buna örnek gösterilebilir.

Orta doğu inançlarında ki cehennem olgusu ise bariz olarak mitolojik unsurların etkileşimi neticesinde şekillenmeye başlamıştır. İslamiyette ki cehennem fikri Yahudilikten devşirilmiş olmasına rağmen iddiayı bir adım ileriye götürerek sadece kötülük yapanların gideceği yer almaktan çıkararak Allah'a ve Peygamberine iman etmeyenlerin de gideceği yer olarak betimlemeye başlamıştır cehennemi..
Peki nereden geliyor bu cehennem kelimesi , kökeni nedir ?

Yahudilik inancı yaygınlaşmaya başlamadan önceki dönemlerde bugünkü Filistin ve Kudüs bölgesinde yaşayan ibraniler pagan bir inanca sahiptiler. Tanrılar adına insan kurban etmek onlar için sıradan bir ritüeldi.
Bugün Kudüs'ün güneyinde hala varlığını koruyan bir vadi bulunmaktadır , adı da Gei Hinnom yani Hinnom vadisi olarak bilinmektedir , günümüzde yeşil alan , bir tür mesire yeridir.
Gei Hinnom vadisi pagan ibranilerin Tanrı Moloh adına inşa ettirdikleri tapınma alanları ve sunaklar ile doluydu . Bu vadinin yine pagan İbraniler için ayrı bir önemi daha vardı. Vadiyi hem çöplük olarak kullanırlardı hem de büyük suçlar işleyip idam edilen suçluların cesetlerini atarlardı çünkü Yahudilik öncesi İbrani inancında öte dünya fikri pek yaygın değildi , inançları dünyevi anlayışları üzerine inşa edilmişti.

Zamanla vadiye atılan cesetlerin ve çöplerin kokusu dayanılmaz boyutlara ulaştıkça , bölge halkı dönem dönem vadiyi ateşe verip , çöpler ve cesetler tamamen yansın diye kükürt atarlardı ve böylece uzun süre sönmeden yanan ve suçluların nedenlerini yakan bir ateş elde ederlerdi.

Peki suçluların cesetlerinin sönmeyen ateşle yakıldığı bu vadi , ölülerin ruhlarının cezalandırıldığı cehennem kavramına nasıl dönüştü ?
Çok büyük ihtimalle pagan dönem sonrası Yahudilerin inanç yapılarında köklü değişikliklere sebep olan Babil sürgünü esnasında , Babilli rahipler Yahudi din adamlarını , geçmişte cesetlerin yakıldığı bu vadi hakkında uyarmış ve bu caydırıcı etkeni dini bir şekle sokup , mevcut inanca eklemeleri konusunda yardımcı olmuşlardı. Sonrasında ise Yahudi inancı üzerinden ilerleyen reform hareketleri yüzünden yeni bir inancın yani Hristiyanlığın ortaya çıktığını biliyoruz.
Elbette Yahudilikte şekillenen bu cehennem inancı , Hristiyanlığı da sirayet etmiş ve oradan da her ikisinden de etkilenen İslam öğretisine geçmiştir.

Gei İbranice de vadi anlamındadır , Hinnom ise gözyaşı olarak tercüme edilebilir , yani gözyaşı vadisi.
Bu ismin "Gehinnom" olarak geçtiği Aramice de G harfi C olarak okunduğundan Arapçaya "Cehinnom" Yunancaya da "Gehenna" olarak geçmiştir yani bugün bildiğimiz hali ile "Cehennem"

Ne tuhaftır ki özellikle Müslümanlar , cehennem kavramına ideolojik bakarlar. Müslüman olmayan herkesin ve bazı Müslümanların da gideceği yer olarak görürler fakat ne yazık ki pek çoğu cehennemin aslında eski bir çöplüğün adı olduğunu bilmezler.

Yani özetle geçmişte bir dönemde , pagan İbranilerin çöplerini ve ağır suçlar sebebiyle idam edilmiş suçluların cesetlerini yaktıkları ve kükürt atarak ateşini besledikleri Gei Hinnom vadisi semavî dinlere , günahkarların yanacağı cehennem olarak geçmiştir ve hem Hristiyanlar hem Yahudiler hem de Müslümanlarca sorgulamadan inanılan bir kavram halini almıştır. Her daim sevgi ve umutla kalın dostlar.

Yazan: Gregoire de Fronsac

CİN MUSALLAT OLMASI VE ŞEYTAN ÇIKARMA

DP, din, Cin çıkarma, Şeytan çıkarma, Paranormal olaylar, Paranormal manyaklıklar, Cin musallat olması, Bilinçaltı ve paranormal olaylar, Karabasan, islamiyet, hristiyanlık, yahudilik,

PARANORMAL MANYAKLIKLAR | CİN MUSALLAT OLMASI VE ŞEYTAN ÇIKARMA


Şeytan, orijinal adıyla “The Exorcist” filmi hemen hepimizin hafızalarında derin izler bırakmıştır. William Peter BLATTY’ nin aynı adlı kitabından, 1973 yılında William FRIEDKIN tarafından sinemaya aktarılan filmde doğaüstü olaylara tanık olmuştuk. Linda BLAIR tarafından canlandırılan 13 yaşındaki REGAN adlı kız çocuğunun içine şeytan giriyor ve onu ele geçirip hayatını zindan ediyordu. Filmde, o döneme değin kullanılmamış birçok sinema ve makyaj tekniği kullanılmış, insanlar dehşete kapılmış, bazı ülkelerde yasaklamalar dahi getirilmişti. İlk defa çok farklı bir konu, çok farklı bir biçimde ele alınıyordu. Şeytan kavramının korkutuculuğu daha önce Roman POLANSKI’ nin çektiği ve Mia FARROW’un baş rolünü oynadığı, 1968 tarihli “Rosemary’s Baby” filminde karşımıza korkutucu bir şekilde çıkmıştı. Şeytan filminde özellikle Regan’ın salonun ortasına yeşil renkte işediği, kafasını çevirdiği, yataktan havalandığı ve ters örümcek yürüyüşü ile merdivenlerden indiği sahneler ciddi korku travmalarına neden olmuştu. Tabi her filmde olduğu üzere kahramanlara ve kurtarıcılara ihtiyaç vardı. Usta Oyuncu Max Von SYDOW’un canlandırdığı PEDER MERRIN karakteri, yardımcısı ile kızı şeytandan kurtaracaklar, ancak bu olayı canları ile ödeyeceklerdi. Filmde kızın annesi ateistti. O da bu durumdan dolayı ciddi travma yaşayarak inançlı hale geliyordu. Bu filmin gösterdiği yüksek başarı, ardında muazzam bir Hristiyanlık pompalaması yapıyordu. Bunu Yeşilçam kaçıramazdı. Regan karakterine Canan PERVER, Asıl Hoca rolünü Agâh HUN ve yardımcı hocalığı ise Cihan ÜNAL üstleniyordu. Bu filmde kullanılan İslami öğelerden dolayı (Kuran ve dualar ile şeytanı kovma vs.) “Yerli Şeytan” kopyalandığı “Yabancı Şeytan’dan” daha etkili ve korkutucu olmuştu. Bu film hemen hemen yeni bir sinema türünün doğmasını sağladı. Arkasından gelen Poltergeist ve Evil Death filmleri bu kültün en önemli başyapıtları haline geldiler. Günümüzde bu akımın bayrağını “Paranormal Activity”, “The Conjuring” ve “Annabelle” filmleri başarı ile sürdürüyorlar.

Peki, Exorcism, yani şeytan çıkarma ayinini gerektiren bu “alıkoyma” fenomeni neyin nesi? Birisinin bedeni, yabancı ve şeytani bir güç tarafından ele geçiriliyor. Kişi kendinde olduğu zamanlarda etrafındakilerden yardım istiyor. Bedenini hiç tanımadığı kötü bir ruhun ele geçirdiğini, hemen çıkartılmaz ise daha kötü şeylerin olacağını ve öleceğini söylüyor. Bazen birey kendini kaybettiğinde istemsiz kasılmalar ve iniltiler oluşuyor. Bu fenomende en radikal durumlar, yönlendirici ve komut veren bir bireyin, alıkoyan ruh ile yaptığı diyaloglardır. Komut veren yönlendirici birey, bu kişiye çeşitli sorular sorar. Kişi, dinsiz şeytani bir varlık olduğunu, o bedenden çıkmak istemediğini ifade eder. Farklı ve gırtlaktan gelen bir ses tonu kullanırlar. Eğer yanında birileri kutsal kelimeler okursa buna tepki gösterir. Hemen durdurulmasını ister. Yoksa alıkoyduğu bedene zarar verecektir. Bunu ağlamalar ve kasılmalar izler. En sonunda Yönlendirici-Dominant birey, telkin ve ilahi ritüeller eşliğinde şeytani varlığı kovar.

Bu noktada sorun şu ki Bu fenomen hemen her toplumda, hatta semavi olmayan pagan dinlerinde bile olmaktadır. Örneğin pagan bir kabilede meydana gelen alıkoyma hadisesinde kabilenin büyücüsü, tütsü ve davul eşliğinde kutsal ruhlar ile işbirliği yaparak şeytani varlığı kovar. Şeytandan/Kötü ruhtan arınan birey ağlamaya ve teşekkür etmeye başlar. Etrafındakiler de bu ilahi mucizeye tanık olarak dinlerine daha sıkı bağlanırlar.


Exorcism fenomeni dışında benzeri bir fenomen’de Cinlerin, İfritlerin, Kötü Ruhların musallat olma hadisesidir. Bu fenomende bireyin bedeni “alıkoyma” fenomeninde olduğu gibi ele geçirilmez. Kişinin yaşam akışı ele geçirilir. Kişi birileri ile konuştuğunu iddia eder. Evde istemsiz ışıkların açılıp kapandığını, bazen bir varlığın kendisini odaya kilitlediğini, cisimleri hareket ettirdiğini ve bazen kendisine gözüktüğünü iddia eder. Yabancı form genelde kişiye zarar vermez. Ancak bazı hallerde kötü varlık tarafından tecavüzler iddia edilir. Genelde bayanların maruz kaldığını iddia ettiği bu durumlarda Ruhani Varlık, alenen birey ile cinsel temasta bulunur. Nadir de olsa dişi kötü varlıkların erkeklere de benzer yaklaşımları sergilediği iddia edilmiştir.

Bu fenomende de ilginç bir şekilde o bireyin dini inançlarına ait ritüeller gereklidir. Örneğin bir Müslümanın maruz kaldığı durumu Hristiyan veya pagan büyücü çözemez. Pagan birinin durumunu papaz, hoca, haham gideremez ya da bir Hristiyan'ı hocalar iyi edemez. Bu durum ile Yahudilerin karşılaşma olasılığı daha düşüktür. Onlara göre Tanrı (ya da Yehova) onları üstün kıldığı için hiçbir ruh veya cin onlara zarar veremez ya da musallat olamaz. Yahudilerde bu durum nadiren rapor edilir.

Konuya farklı bir pencereden bakalım. Eğer son hak din İslamiyet ise, bu alıkoyma durumlarında sadece İslami ritüeller geçerli olacaktır. Yani “alı konan” veya “musallat” olunan insanları sadece İslamiyet kurtarmalıdır. Ne papazlar, ne hahamlar ne de paganlar da büyücüler ya da şamanlar bireylere yardımcı olamamalıdırlar.

Bu noktada özellikle İslami çevrelerde hemen bu sava reddiye oluşturulur. Hristiyan cinler özellikle inançsız Hristiyanları seçerler. Onlara şeytani bir şekilde musallat olurlar. Eğer Hristiyan papaz cini çıkartırsa kişi inançlı bir Hristiyan olacaktır. Eğer Hristiyan papaz çıkartamaz ise bu sefer kişi cini çıkartanın dinine tabi olacaktır. Eğer Müslüman çıkartırsa, birey Müslüman olur. Bu nedenle Hristiyan cinler bir “kumpas” kurmuşlardır. Bu sayede insanları Hristiyanlığa çekerler. Papazlar da ilahi güçlere sahip “ruhban sınıfı” oluştururlar ve güçlenirler.

Ülkemizde de durum farklı değildir. Youtube ve benzeri sosyal medya video kanallarında birçok şeytan çıkartma-cin kovma ritüelleri düzenlenmektedir. Bu videoları izlediğinizde akıl almaz durumlarla karşılaşırsınız. Kişiler cin ya da şeytan olduklarını iddia ederler. Küfürler ve benzeri abuk subuk sözleri söylerler. Hoca da dualar eşliğinde cini çıkartır. Sonra gelsin paralar.

Günümüzde din pazarlamanın ve satmanın en kolay ve etkili yoludur bu inli-cinli ve şeytanlı hikâyeler... Yok, incir ağacı altından gece geçme, gece tırnak kesme, 3 harfli de ve isimlerini zikretme gibi saçma sapan adetlerimizin kökeni budur. “Düğünlerine denk geldim ayakları tersti” “Beni çağırdılar gitmedim, bir vardı bir yoktu”, “Hala oğlunun amcasının kuzeninin yeğeninin arkadaşının askerdeki komutanının kız kardeşinin arkadaşının gittiği bakkalın yengesinin bilmem nesi görmüş böyle gözleri tuhafmış ayakları tersmiş, ona musallat olmuşlar, su cinleri çarpmış” gibi saçma sapan hikâyeler özellikle kültürümüzde derin bir yer oluşturmuştur.

Hristiyanlıkta, özellikle Engizisyon döneminde bu psikolojik arıza, çıkarlar doğrultusunda kullanılmıştır. Bazen halka açık yapılan exorcism ayinleri sayesinde halkın gözünde kilisenin değer yükseltilmiş, muhtaç olunan kurum haline dönüştürülmüştür. Bu fenomen ile halk korkutulmuş, cinlerin ve ifritlerin kol gezdiği, ancak kilise sayesinde bunlardan korunulacağı fikri geliştirilmiştir.

Halk arasında en çok yaygın olan teoriye göre doktorlar bu olaya çözüm bulamıyorlardır. Ne kadar doktora gidilse de çare bulunamamıştır. Bilim çaresiz kalmıştır. İlaçlar fayda etmiyordur. Bu işi sadece hocalar çözebilmektedir. Bu fikir o kadar yaygındır ki, neredeyse hemen her kültür seviyesinden insanlar bu hocalara gitmektedir. Medyum özelliği de olan bu hocalar, bazen “Müslüman” cinlerinde desteğini alarak gereğini yaparlar.

Son olarak bir fenomenden daha bahsetmek istiyorum ki birçoğumuzun. Özellikle ergenlik döneminde mutlaka karşılaştığı bir durumdur. “Karabasan Cini…” Gece kalktığınızda hareket edemiyorsunuz. Sesinizi duyuramıyorsunuz, bazen göz kapağınızı bile açamıyorsunuz. Gözünüzü açabilseniz de etrafınızda uyuyanlar, hatta yanınızda uyuyanlara dahi ses çıkartamıyorsunuz. Elleriniz ve ayaklarınız kitli. Üstünüzde oturan bir Cin var. Ağırlığını hissediyorsunuz. Bir sür sonra dualar eşliğinde onu kovuyorsunuz. Sabah kalktığınızda bunu anlatmaya korkuyorsunuz. İnsanların sizde deli diyeceğini sanıyorsunuz. Bir yakın arkadaş grubunuz var ise onlarla paylaşıyorsunuz. Onlarda benzeri deneyimleri yaşadıklarını söylediklerinde ise tamam diyorsunuz. “Bize uğradılar”. Bu durum sizi daha da korkutuyor. Ailenize açılıyorsunuz ya da bir hocaya. Onlarda bu durumun aslında normal olduğunu bazen imandaki bir zayıflıktan, eğer imanlı iseniz sizin imanınızı sakatlamak isteyen ifritlerin-cinlerin yaptığını söylerler.


Bu noktaya kadar hemen herkesin bildiği ortak bilgileri paylaştım. Hatta bazen yazıyı okumaya ara verip, Youtube’dan video bile araştırıyor olabilirsiniz. Makaleler okuyup kendinizi kandırıp korkutmak isterseniz, size hayal dünyanızda başarılar dilerim.

Kendi çevremde dahi o kadar çok bu fantastik hikâyeler ile kendini kandıran var ki inanamıyorum.

Şimdi gerçek dünyaya dönelim. Bu olayların gerçek iç yüzü ne?
  1. Exorcism ayini gerektiren “Alı konma” Fenomeni aslında Obsesif bir bozukluktur. Obsesyon’ un (Takıntı) bir türüdür. Her toplumda da görülür. Çünkü insani bir psikolojik hastalıktır. Bilimsel olarak ta çaresi vardır. Sadece bu durumun iyileştirilmesi birkaç seans ile gerçekleşir. Nadiren ilaç desteğine ihtiyaç duyulur. Yani, bilimsel olarak bu hastalık kanıtlanmış, teşhis edilebilmekte ve tedavi edilebilmektedir. Ancak cahil ve geri kalmış toplumlarda veya bireylerde (ki bu cahillerden kastım bazı okumuş cahilleri de kapsıyor) hasta yakınları tedaviyi kendi inanç dünyalarından dolayı reddediyor ve üfürükçülere bel bağlıyorlar. Bu hastalıklarda nadiren tedavi “telkin” ile gerçekleşiyor (Her toplumda ve dinde neden büyücülerin, hocaların ve papazların işe yaradığını daha iyi anlarsınız). Kısacası bu hastalığı ilahi güçlere bağlamak ve onlarla ilişkilendirmek tümden temelsizdir. Kanıt olduğu iddia edilen bazı doküman ve kayıtların bilimsel hiçbir değeri yoktur. Bunlar hiçbir zaman kanıtlanamamış ve kanıtlanamayacaktır. Gerçekçi olunursa bu hususa inanmak ile Noel Babaya inanmak arasında hiçbir fark yoktur.
  2. Musallat olunma fenomeni de aynı hastalığın bir farklı versiyonudur. Yani Takıntı’dır. Bilimsel olarak bu hastalık kanıtlanmış, tespit edilmiş, bu hastalığa neden olan faktörler ortaya çıkartılmış ve tedavi yöntemleri ortaya konmuştur. Eğer aklınızı internette saçma sapan hikayeleri araştırmaya vermeyip. Gerçek, akademik ve bilimsel makaleleri araştırmaya yönlendirirseniz görürsünüz.
  3. Nazar diye bir şey yoktur. Göz değmesi diye bir olay yoktur. Sadece Türk İslamiyet’inde olması dahi bu hususun kaynağını ev gelişimini bize gösteriyor. Şamanizmden-Tengricilikten geçme adetten başka bir şey değildir.
  4. Karabasan cini diye bir şey yoktur. Bu fenomen “Geçici Uyku Felci”dir. Bu rahatsızlıkta kanıtlanmış, sebep ve sonuçları ortaya konmuştur. Düzensiz uyku, stres ve gece ağır yemek yerseniz düzenli olarak karabasan cini ile müşerref olabilirsiniz.
İnsanlar inanmak istediklerine inanırlar, görmek istediklerini görürler. Ancak ortada bir de gerçekler vardır. Ailenizde, arkadaşlarınız arasında, belki de kendiniz bu durumlar ile karşılaşmış veya karşılaşıyor olabilirsiniz. Eğer bu hususu bir hastalık olarak görüyor ve ona göre hareket ediyorsanız doğru yoldasınız. Yok, bu durumu şeytani kötü güçlere bağlıyorsanız size daha önce de söylediğim gibi hayal dünyanızda başarılar dilerim. Güç sizinle olsun. Muskalarınızı asın, Cevşeni eksik etmeyin. Başucunuza sarımsak asın. Hoca efendinin size verdiği tılsımları üzerinizde taşıyın.

Etrafımda bu hikâyeleri o kadar çok duydum ki, artık kusasım geliyor. Üzülerek belirtiyorum ki yok. Şeytani güçler yok. İfritler yok. Noel Baba yok. Musallat olma yok. Ele geçirme yok. Süperman yok. Wolverine yok. Caillou bir çizgi film. Heidi hiç Alplerde var olmadı. Jedi’ lik sadece Star Wars filmindeki karakter. Tusubasa asla Türkiye’de oynamayacak.

Bu arada, evrene pozitif enerji yollamayı bırakın. Negatif enerjiler de sizi etkilemiyor. Jüpiter sizi kafasına takmıyor. Venüs’ün etkisi sizi bu yıl etkilemeyecek. Mars nedeniyle aşk hayatınızda sıkıntı olmayacak. Merkür gezegeninin geçişi size maddi sıkıntılar oluşturmayacak. Günümüzde yeni moda olan şu “Evren Dini”ni atın çöpe. Eski moda Semavi Dinlerden sıyrılacağım diye soytarı olmaya da gerek yok. Fallardan, yıldızlardan, gezegenlerden etkilenip hayatınızı çizmeyin. Hepsi fantastik hayal ürünü. Güzel vakit geçirdiğinizi sanıyorsunuz o kadar.

Hayatınızı gerçekler ile şekillendirin ve ona göre çaba harcayın. İyi insan olun. Herkese yardım edin. Eve giderken sokak hayvanlarına mama alıp verin. Kardan yiyecek bulamayan kuşlar ve sokak hayvanları için yiyecek istasyonu yapın. Mama alacak paranız yoksa ki olabilir, artık yemek ve ekmekler ile onları besleyin. Örnek kişi olmaya çabalayın. Herkese eşit olun. Herkesin fikrine saygı duyun. Saygı ve sevgi çerçevesinde yaşayın. Haksızlıkların karşısında, hukuk sınırları içerisinde durun. İşte asıl “Din” budur.

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ten birkaç alıntı yapmak istiyorum:
  • Ben manevi miras olarak hiçbir nas-ı katı, hiçbir dogma, hiçbir donmuş, kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır. Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar.
  • Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek âlimler çıkabilir.
  • Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, hayat için, başarı için en hakiki yol gösterici ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır. Yalnız ilmin ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişimini anlamak ve ilerlemeleri zamanında takip etmek şarttır.
  • Yükselmiş, ilerlemiş medenî bir millet olarak medeniyet düzeyinin üzerinde yaşayacağız. Bu hayat ancak ilim ve fenle olur. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur.
Sağlıcakla ve Aklınızla kalın.

Yazan: Demon Product