HABERLER
Dini Haber

KÖLE OLAN PADİŞAH TORUNLARI | 600 YILLIK YALAN

K,tarih,Osmanlı atamız mı?,Osmanlının Türk karşıtlığı,Türkleri köleleştiren Osmanlı,Osmanlı gerçekleri,Türklüğü küçümseyen Osmanlı,Osmanlı torunuyuz diyenler bilmeli,Osmanlı ve Türklük
Günümüz Türkiye'si okullarında çocuklara her gün köle olmakla gurur duymak öğretiliyor. Sokağa çıkıp insanlara sorsan neredeyse yarıdan çoğu ben Osmanlı torunuyum diyecektir. Bunun nedeni insanlara sahte tarih okutularak Osmanlı padişahlarını putlaştırıp günümüz Türkiye insanlarının dedesi olarak göstermeleridir. Oysa Osmanlı padişahları bir çok topluluklar gibi Türk toplumunu da köle olarak görmüş ve kendilerinin kulları olarak tanımlamışlardır. Bu sözde İslam sancağı taşıyan Müslüman padişahlar kendilerinin Allah'ın yer yüzündeki gölgeleri, yönettikleri insanları da kulları olarak görmüşler. Bu durumda Osmanlıda yaşayan insanlar KUL, Osmanlıyı yöneten padişahlar ise EFENDİ durumundadır.

Bu tanımda kul olan taraf apaçık belli. Osmanlı döneminde karnını doyurmak için gece gündüz çalışan kazancının yarısını vergi olarak veren ve yeri geldiğinde padişahların başka topraklar üzerinde egemenlik kurmak için yaptığı savaşlarda ölen insanlardır.

Efendi tarafıysa saraylarda yağla balla beslenen, en iyi hocalardan ders alan, ipek elbise giyip altın taçlar takan insanlar. Köle kategorisinden farklı olarak buraya Osmanlı padişahları ve onların aileleri dahildir (birde devlet erkanı var onlar da günümüz Türklerin dedesi olamaz çünkü hepsi sonradan devşirmelerdir) Bu insanların kimler olduğu tarihte bizzat bellidir. Günümüzde Osmanlı hanedan mensubu çok az insan kalmıştır ki bununda çoğu Avrupa ve Amerika'da yaşıyor (Osmanlı Hanedanından bugün 77 kişi hayatta. 25'i şehzade, 16'sı sultan, 23'ü sultanzade, 13'ü de hanım sultan. Her yerdeler, 4 kıtaya yayılmışlar. Her dilde konuşuyorlar. Bazıları konuşacakları ortak dil bulamadıkları için birbirleriyle iletişim kuramıyor). Peki saraylarda yaşayan, yağla balla beslenen bu soy bugün neden bu kadar az kişi kaldı? Bunun en büyük sebeplerinden biri Osmanlı hanedan mensuplarının yıllarca taht için birbirini öldürmesidir.

Bugün Türkiye'de yaşayan ve kendisini Osmanlı torunu gören bunca insanın dedeleri muhtemelen Osmanlı döneminde vergi verebilmek için gece gündüz çalışan zavallı köle(kul) olmuşlardır. Osmanlı döneminde Türklerin saray yönetimine ve saray hizmetine hatta Türk kadınlarının hareme alınmadığı için bu insanların dedelerinin ve ninelerinin bırakın hanedan mensubunu saray hizmetçisi bile olması mümkün değildir.

Osmanlı'da Türklük Anlayışı
Osmanlı kendini hiçbir zaman bir Türk imparatorluğu olarak nitelendirmemiş hatta Türk kelimesi Osmanlı döneminde idrak-ı bilhak (anlayış yoksunu, cahil) manasında işletilmiştir. Eğer Osmanlı belgelerini incelerseniz Osmanlı hanedanlarının kendilerini Türk olarak göstermekten kaçındığının şahidi olursunuz. Padişahlar her zaman Türkleri hanedanlığın istikbali için tehdit olarak görmüşler ve onun içinde Türk asıllı insanların yüksek mevkilere gelmesine izin vermemişler. Bunun yerine devlet adamı ihtiyaçlarını Avrupalı ülkelerden 7 yılda bir her bölgeden en az 40 kişi olacak şekilde, 12-15 yaşlarında, becerikli ve akıllı çocukları ailelerinden zorla kopararak Enderun ve Yeniçeri ocaklarında yetiştirerek karşılamışlardır. Osmanlının gerileme dönemine kadar son Türk kökenli sadrazamı Candarlı Halil Paşaydı o da diğer devşirme vezirlerin kışkırtmasıyla Fatih Sultan Mehmet tarafından boğdurularak infaz edilmiştir. Yani Anadolu Türküne sözde Türk imparatorluğu olan Osmanlıda devlet mevkileri ve prestijli orduda (yeniçeri ocağında) görev yapma yetkisi böylece kapatılmıştır. Yüksek mevkilerde olan devşirme padişahlar ise çocuk yaşta yurtlarından ve ailelerinden alınmaları yüzünden içlerinde biriken kinden dolayı hep Anadolu'nun Türk toplumuna eziyet etmiş, her fırsatta onları aşağılamışlardır. Buna misal olarak Hırvat kökenli Kuyucu Murat Paşanın Güney Doğu Anadolu'da yetmiş bin Alevi Türkmen insanı öldürmesi ve diri diri yakması verilebilir. Aman dileyen Anadolu insanına ise Paşanın cevabı "Vurun şu pis Türkün başını" şeklinde olmuştur. Bundan başka Osmanlının devşirme saray şairlerinden olan Hafız Ahmet Çelebinin 1499 yılında yazdığı bir şiirinde Türklere hitap şekli aynen böyledir:

SAKIN TÜRK'Ü İNSAN SANMA
BİR AN BİLE OLSA TÜRK'LE OLMA
TÜRK ELİNE ŞEKER OLSA, O ŞEKER ZEHİR OLUR,
TÜRK'ÜN BAŞINI KESERKEN SAKIN GAM YEME
BABAN BİLE OLSA TÜRK'Ü ÖLDÜR.

Bunun dışında Fatih Sultan Mehmet'in sadrazamı olan Rum asıllı devşirme Mehmet Paşanın, Karaman seferindeki talanı ve insan kıyımını durdurmak için ondan aman istemeye gelen Türklere cevabı: "NİCE SIZLANIRSINIZ AKILSIZ TÜRKLER! VATANIMIN IRKIMIN ÖCÜNÜ SİZLERDEN KARAMAN ÜLKESİNDE ALMAYA MUVAFFAK OLDUM" şeklinde olmuştur.

Osmanlı devletinin Türklere yaptığı bu zulümlerin ve aşağılamaların bugün bizlere tarihten belgeleriyle gösterilmesi o dönemin padişahlarına da gösterildiği anlamına geliyor. Ama nedense padişahlar bu Türk düşmanlığına bir son vermemiş ve bunları yapanları cezalandırmamıştır. Çok enteresandır ki günümüz Türkiye'sinde insanlar kendilerini milliyetçi zannediyor ama aynı zamanda milletine zulüm yapan ve aşağılayan Osmanlı padişahlarını da seviyor ve övüyorlar. Bu trajikomedinin sebebi okullarda yapılan propaganda ve yalan yanlış öğretilen tarihtir. Nede olsa üzerinden prim yapma ve insanların milliyetçi duygularını gıdıklamak isteyen politikacılar bu padişahları putlaştırmaya ihtiyaç duyar. Ortaya çıkıp Osmanlı bizim devletimiz idi ama bize düşman olmuştur diyecek halleri yoktur. Son olarak kendini Osmanlı torunu sanan insanlara şunu söylemek istiyorum. Dedelerinizi köle yapan, aşağılayan, öldüren bir hanedanın torunu olma isteğini duymak için çok zeki olmak gerekir. Bu zeka ve akıl hakikaten de sizlerde vardır. Doğrusu kıskanmadım dersem yalan söylemiş olurum.

Yazan: Kirpi

GÜNEŞİN BATIDAN DOĞMASI HADİSİ VE TALMUD'DAKİ YERİ

Dfxmed, Kıyamet alametleri, Güneşin batıdan doğması, Talmud, Kur'an, Talmud'da güneşin batıdan doğması, Sahih-i Buhari, Sünen-i İbni Mace, din, islamiyet, yahudilik, Güneşin batıdan doğunca, din,
BİR KIYAMET ALAMETİ HADİSİ VE TALMUD'DAKİ KÖKENİ “GÜNEŞ BATIDAN DOĞUNCAYA KADAR KIYAMET KOPMAZ. GÜNEŞ BATIDAN DOĞDUĞU ZAMAN, İNSANLARIN HEPSİ ONU GÖRÜRLER DE TOPTAN HEPSİ İMAN EDERLER."

"İşte bu, ‘…Rabb’inin ayetlerinden biri geldiği gün, daha evvelden iman etmiş veya imanından bir hayır kazanmış olmayan hiçbir kimseye (o günkü) imanı asla fayda vermez…’ (En’am, 6/158) olduğu zamandır. Muhakkak ki, kıyamet şüphesiz kopacaktır..." (Sahih-i Buhari, XIV/6426)
"GÜNEŞ BATTIĞI YERDEN DOĞMADIKÇA KIYAMET KOPMAYACAKTIR. İnsanlar onu gördükleri zaman yeryüzünde bulunanlar iman ederler." (Sünen-i İbni Mace, IX/4362)
....................
Babil Talmudu Sanhedrin 108b:
“After seven days” [Gen. 7:4, 10] - in these seven days the Holy One changed the order of the creation and the sun was rising in the west and setting in the east.—Talmud Sanhedrin, Fol. 108b:
Türkçe: Yedi gün sonra [Tevrat Yaratılış 7:4 ve 7:10] Bu yedi günde, Kutsal Olan (Tanrı) yaratılışın düzenini değiştirdi ve güneş batıdan doğuyor,doğudan batıyordu.
Not: Yaratılış 7. bölümdeki Nuh Tufanı'ndan 7 gün önceyi anlatıyor ayetler..
....................
Not: Yaratılış 7:1-10'u anlamanız için alıntılayayım:
RAB Nuh'a, "Bütün ailenle birlikte gemiye bin" dedi, "Çünkü bu kuşak içinde yalnız seni doğru buldum.
2-3 Yeryüzünde soyları tükenmesin diye yanına temiz sayılan hayvanlardan erkek ve dişi olmak üzere yedişer çift, kirli sayılan hayvanlardan ikişer çift, kuşlardan yedişer çift al.
4 Çünkü yedi gün sonra yeryüzüne kırk gün kırk gece yağmur yağdıracağım. Yarattığım her canlıyı yeryüzünden silip atacağım."
5 Nuh RAB'bin bütün buyruklarını yerine getirdi.
6 Yeryüzünde tufan koptuğu zaman Nuh altı yüz yaşındaydı.
7 Nuh, oğulları, karısı, gelinleri tufandan kurtulmak için hep birlikte gemiye bindiler.
8-9 Tanrı'nın Nuh'a buyurduğu gibi temiz ve kirli sayılan her tür hayvan, kuş ve sürüngenden erkek ve dişi olmak üzere birer çift Nuh'a gelip gemiye bindiler.
10 Yedi gün sonra tufan koptu.

Kaynaklar: Babil Talmudu Yaratılış 7:4/7:10, En'am Suresi 6/158, Sahih-i Buhari XIV/6426, Sünen-i İbni Mace XI/4362
Yazan: Higher Criticism

KUR-AN'DA BAŞ ÖRTÜSÜ VE BAŞ ÖRTÜSÜNÜN KÖKENİ

GF, din, islamiyet, Sümerlerde baş örtüsü, Tanrı adına seks yapanların baş örtüsü takması, Baş örtüsü kökeni, Sümer rahibeleri ve baş örtüsü, Kur-an'da tesettür,
İslam dünyasında çok sık tartışılan konulardan birisi de Kur'an-ın kadın müminlere başörtüsü zorunluluğu getirip getirmediği konusudur.. Gelenekçi Müslümanlar Kuran'da başörtüsünün kesin hüküm olduğunu ileri sürerlerken , reformist İslamcılar durumun böyle olmadığını iddia ederler. Bu yazıda Kur'an da ki başörtüsü meselesini ve türbanın kökeni hakkında ki bilgileri kısaca irdelemeye çalışıyoruz.

Kur'an da giyinmekle ilgili bir kaç ayet olmasına rağmen, başörtüsü ile ilişkilendirilebilecek tek bir ayet vardır , Nur Suresinin 31. ayeti .. Bakalım bu ayet ne anlatıyor bize.

وَقُل لِّلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا لِبُعُولَتِهِنَّ أَوْ آبَائِهِنَّ أَوْ آبَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ أَبْنَائِهِنَّ أَوْ أَبْنَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي أَخَوَاتِهِنَّ أَوْ نِسَائِهِنَّ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُنَّ أَوِ التَّابِعِينَ غَيْرِ أُوْلِي الْإِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ أَوِ الطِّفْلِ الَّذِينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلَى عَوْرَاتِ النِّسَاء وَلَا يَضْرِبْنَ بِأَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْفِينَ مِن زِينَتِهِنَّ وَتُوبُوا إِلَى اللَّهِ جَمِيعًا أَيُّهَا الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ 

Ve kul lil mu’minâti yagdudne min ebsârihinne ve yahfazne furûcehunne, ve lâ yubdîne zînetehunne illâ mâ zahera minhâ, velyadribne bi humurihinne alâ cuyûbihinne, ve lâ yubdîne zînetehunne illâ li buûletihinne ev âbâihinne ev âbâi buûletihinne ev ebnâihinne ev ebnâi buûletihinne ev ıhvânihinne ev benî ıhvânihinne ev benî ehavâtihinne ev nisâihinne ev mâ meleket eymânuhunne evit tâbiîne gayri ulîl irbeti miner ricâli evit tıflillezîne lem yazharû alâ avrâtin nisâi, ve lâ yadribne bi erculihinne li yu’leme mâ yuhfîne min zînetihinn(zînetihinne), ve tûbû ilâllâhi cemîan eyyuhâl mu’minûne leallekum tuflihûn(tuflihûne).

Önce bu ayeti kelime kelime inceleyelim :
1. ve kul : ve de
2. li el mu'minâti : mü'min kadınlara
3. yagdudne : çeksinler, indirsinler
4. min ebsâri-hinne : (onların) gözlerinden, bakışlarından, bakışlarını
5. ve yahfazne : ve korusunlar
6. furûce-hunne : (onların) ırzları
7. ve lâ yubdîne : ve açmasınlar
8. zînete-hunne : (onların) ziynetleri
9. illâ : dışında, hariç
10. mâ : şey
11. zahera : zahir oldu
12. min-hâ : ondan
13. vel yadribne (ve li yadribne) : ve örtsünler - vursunlar
14. bi humuri-hinne : (onların) örtüleri
15. alâ : üzerine
16. cuyûbi-hinne : (onların) yakaları
17. ve lâ yubdîne : ve açmasınlar
18. zînete-hunne : (onların) ziynetleri
19. illâ : dışında, hariç
20. li buûleti-hinne : (onların) eşleri, kocaları
21. ev : veya
22. âbâi-hinne : (onların) babaları
23. ev : veya
24. âbâi buûleti-hinne : (onların) kocalarının babaları
25. ev : veya
26. ebnâi-hinne : (onların) oğulları
27. ev : veya
28. ebnâi buûleti-hinne : (onların) kocalarının oğulları
29. ev : veya
30. ıhvâni-hinne : (onların) erkek kardeşleri
31. ev : veya
32. benî ıhvâni-hinne : (onların) erkek kardeşlerinin oğulları
33. ev : veya
34. benî ehavâti-hinne : (onların) kız kardeşlerinin oğulları
35. ev : veya
36. nisâi-hinne : kadınlar
37. ev : veya
38. mâ meleket eymânu-hunne : (onların) ellerinin altında sahip oldukları, (cariyeler)
39. evit tâbiîne (ev et tâbiîne) : veya onlara tâbî olanlar, hizmetliler
40. gayri ulî el irbeti : kadına ihtiyaç duymayan
41. min er ricâli : erkeklerden
42. evit tıflillezîne : veya çocuklar ki onlar
43. lem yazharû : zahir olmaz, farkına varmaz
44. alâ avrâtin nisâ : kadınların avret yerlerine
45. ve lâ yadribne : ve vurmasınlar
46. bi erculi-hinne : (onların) ayakları
47. li yu'leme : bilinsin diye
48. mâ yuhfîne : gizlediklerini
49. min zîneti-hinne : (onların) ziynetlerinden
50. ve tûbû : ve tövbe edin
51. ilâllâhi (ilâ allâhi) : Allah'a
52. cemîan : topluca (hepiniz)
53. eyyu-hâ : ey
54. el mu'minûne : mü'minler
55. lealle-kum : umulur ki böylece siz
56. tuflihûne : felâha eresiniz

Bu incelemeye göre ayetin dilimize en yakın meali de şu şekilde oluyor :

Mü’min kadınlara de ki (söyle) , gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. görünen kısımlar müstesna, zîynet yerlerini göstermesinler. Örtülerini yakalarının üzerine örtsünler - vursunlar. Ziynetlerini, kocalarından, yahut babalarından, yahut kocalarının babalarından, yahut oğullarından, yahut üvey oğullarından, yahut erkek kardeşlerinden, yahut erkek kardeşlerinin oğullarından, yahut kız kardeşlerinin oğullarından, yahut Müslüman kadınlardan, yahut sahip oldukları kölelerden, yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden, yahut da henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. Gizledikleri ziynetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü’minler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!

Görüldüğü üzere ayette özellikle başı örtmek , saçı kapatmakla ilgili bir ibare bulunmuyor aksine ayet nerelerin örtülmesi gerektiğini açıkça belirtmiş. vel yadribne ifadesi örtmek , çapraz vurmak anlamı taşır. bi humuri-hinne ifadesi ise kadınların örtüleri demektir . Ayette açıkça kadınların ziynet yerlerini gizlemeleri için örtülerini yakalarına örtmeleri yani çapraz şekilde vurmaları salık veriliyor ayetin devamında ise yine ziynet yerlerini belli edecek şekilde ayaklarını yere vurarak yürümemeleri tavsiye ediliyor.. Burada ziynet yerleri sadece değerli takıların takıldığı yerler olarak algılanmamalı , ayette ziynet yeri olarak ifade edilen yerler , cinsel açıdan karşı cinsin ilgisini çekecek yerler olarak ifade ediliyor.
Bu ifadelerden başörtüsü anlamı çıkarmak için "örtmek" yani "hımar" kelimesinin yanına "baş" yani "re's" kelimesinin 'gelmesi gerekmektedir. Böylelikle ortaya hımarü-re's' ifadesi yani ‘başörtüsü’ çıkacaktır. Oysa ne ayette ne de Kur’an’ın herhangi bir yerinde 'hımarü-re's' diye bir tanımlama yoktur. Ayrıca Arapçada, kadınların başlarına örttükleri örtünün özel bir adı da vardır. Buna da ‘mikna’ ve ‘nasıfy denir. Hiç kimse Kur’an’ın herhangi bir yerinde ‘mikna’ ya da ‘nasıfy’ kelimelerinin geçtiğini gösteremez.. Kaldı ki iklim şartlarından dolayı erkeklerin bile başlarını örttükleri bir coğrafyada , sadece kadınlara özel olarak başın örtülmesi emri verilmesi formel mantık kurallarına da aykırı bir durum oluşturur..

Peki bu gelenek nereden geliyor ;
Türbanın yada baş örtmenin kökeni, eski Sümerler'deki tapınak fahişeleri'nin kendilerini diğer kadınlardan ayırt etmek için kullandıkları baş bağlama tarzına dayanır, zamanla onlardan Yahudilere ve Hristiyanlığa geçer ve nihayetinde İslam dünyasına sıçrar.
Sümer tapınaklarında rahibeler fahişe görevi yapıyorlardı. Bunlar Tanrı namına seks yaptıklarından kutsal sayılmış ve diğer kadınlardan ayrılmaları için başları örttürülmüştür.
Daha sonraları, M.Ö 1500 yıllarında Asurlular yaptıkları kanununlarla evli ve dul kadınları da başlarını örtmeye mecbur etmiştir. Fakat kızlar, cariyeler ve sokak fahişelerinin örtünmesi yasak tutulmuş, örtünürlerse cezai işlem uygulanması gerekli görülmüştür.
Böylece meşru seks yapan evli ve dul kadınları da mabet fahişeleri düzeyinde saymışlardır.
Bu gelenek Yahudilere geçmiş, dindar Yahudi kadınları evlenince saçlarını traş ettirip bir peruk veya başörtüsü ile başlarını örtmüşler. Hristiyanlıkta rahibeler aynı şekilde başlarını örtüyorlar. İlginç olanı Tevrat’ın son yazıldığı zamana kadar Yahudiler arasında Tanrı namına fuhuş yapan kadın ve erkekler varmış. Tevrat Tesniye 23:18′de “İsrailoğullarından ve kızlardan kendilerini fuhuşa vakdetmiş kimseler olmayacaktır. Kadınlar! Fuhuşun ücretini herhangi bir adak için Rabbin mabedine getirmeyeceksin, çünkü bunların ikisi de Rabbe mekruhtur.” şeklinde yazılıyor. Bunun yanında Yahudi fahişeleri yüzlerini ayrıca peçe ile gizliyorlardı.

Bugün dinin ve Kur'an-ın emri diye başlarını örtüp peçe takan müslüman kadınlar bu gerçekleri bilseler acaba bu uygulamayı terk ederler mi , yoksa bin yıldır tüm İslam aleminin sıkı sıkıya sarıldığı uydurulmuş geleneği yinede savunurlar mı ?
Her daim sevgi ve umutla kalın dostlar

Yazan: Gregoire de Fronsac