HABERLER
Dini Haber

ANUNNAKİ'Yİ ONURLANDIRAN BÜYÜK TAPINAK

Anunnaki tapınağı,Anunnakiler,Sümer, sümer mitolojisi, Ur Tapınağı,Tanrı Sin,Tanrı Nanna,Anunnakiler için inşa edilen tapınak, Antik tanrılar Anunnakiler,mitoloji,Enlil ve Ninlil,Ay Tanrısı
Ur Tapınağı, bugünkü Irak'ta eski Sümer kenti Ur şehrinin kalıntılarının yanında bulunan eski bir tapınaktır. Sümerce "Ay" anlamına gelen Tanrı Nanna'ya ibadet yeri olarak kurulmuş ve M.Ö. 21. yüzyılda Kral Ur-Nammu tarafından yeniden inşa edilmiştir.

Elamlar tarafından yok edildikten sonra Babil Kralı II. Nebukadnessar tarafından yeniden inşa edilmesi emredilmiştir. Bu kademeli piramidin kalıntıları 1920'lerde ve 1030'larda Sir Leonard Woolley tarafından kazılmış ancak 1850'de William Kennett Loftus tarafından keşfedilmiştir.

Eski Dur Untash Tapınağı'nın yanı sıra, Ur tapınağı da dönemin en iyi korunmuş antik yapılarından biridir. Nitekim, Ur tapınağı, yeni Sümer kenti Ur'un üç iyi korunmuş yapılarından biridir.

Ur'un bu büyük tapınağı Nanna / Sîn adını onurlandırmak için Kral Ur-Nammu tarafından, M.Ö. yaklaşık 21. yüzyılda Ur'un üçüncü hanedanlığı döneminde inşa edilmiştir.

Antik Mezopotamya mitolojisinde Enlil ve Ninlil'in oğlu Nanna Ay'ın Tanrısı olarak ve "Parlak olan" şeklinde anıldı. Enlil hava ve yerin efendisi aynı zamanda kader çizelgesinin koruyucusuydu.

Bu basamaklı büyük piramit tapınağın yalnızca 64 metre uzunluğunda, 45 metre genişliğinde ve 30 metre yüksekliğinde olduğu sanılıyor; ancak tapınağın yüksekliği, temelleri tam olarak belirlenemediği için tartışılmaya devam ediliyor.

Anunnaki tapınağı,Anunnakiler,Sümer, sümer mitolojisi, Ur Tapınağı,Tanrı Sin,Tanrı Nanna,Anunnakiler için inşa edilen tapınak, Antik tanrılar Anunnakiler,mitoloji,Enlil ve Ninlil,Ay Tanrısı
Bilginlere göre, Ur tapınağı, kendini tanrı ilan eden Kral Shugi tarafından şehirlerin bağlılığını kazanmak için M.Ö. 21. yüzyılda tamamlandı. Kral 48 yıl hüküm sürdü. Ur, devletin başkenti olmak için büyüdü ve sonunda Mezopotamya'nın büyük bölümünü kontrol etti.

Ur Tapınağı, 8 metre yükseklikte bir duvarla çevrilidir ve 1970' lerin sonunda kısmen restore edilmiştir. Tapınak, 1991 yılında Birinci Körfez Savaşı sırasında ateşli silahlarla hasar gördü ve patlamalardan etkilenmiştir.

Antik Ur kenti, tarihin en önemli eski Mezopotamya şehirlerinden biri olarak Ubaid dönemi denen M.Ö. 3.800'lerde kurulduğu düşünülmektedir.

Ur'un ilk kaydedilen kralı, 80 yıl hüküm sürmüş olan Mesannepada'ydı. Bu tapınak, UNESCO tarafından "Ahwar'ın biyolojik çeşitliliğinin korunması" ve Güney Irak'taki Mezopotamya şehirlerinin arkeolojik manzarasının adayı olarak 2016 yılında Dünya Mirası Listesine seçilmiştir.

Kaynak: Ancient Code
Çeviren & Yazan: A.Kara

PARALI NAMAZ HOCALARI

din, islamiyet, K, Paralı namaz hocaları,Diyanete giden para,İmamlar parayla,Parayla namaz kıldırılıyor,Dini hizmet karşılığı para,Maaşlı imam,Maaşlı ruhban sınıfı,Yasin suresi 21,Diyanetin yıllık bütçesi, Kur-an, Hz Muhammed,
Geleneksel dincilere göre İslamın ilk beş şartından biride namaz kılmaktır. Gün içinde beş vakit yapılan bu ibadet şeklinin kendine has kuralları vardır. Kuranda yazılmayan ama mezheplerde olan bu kurallardan biride toplu namaz kılınırken en önde bir İmam olmasıdır. Bu İmamlar takva ve bir takım görev bakımından (hacca gittiyse, peygamberle akrabalığı varsa, ılımlı biriyse, iyi Arapçası varsa vs) diğerleri arasından seçilen kişilerden oluşuyor. Üstelik bu imamlar devlet görevinde (Diyanet de) çalışıyorsa maaş da alıyor. Bir nevi insanlara ibadet de önderlik yaparak karşılığında para alıyor. Bu tarz bir din sınıfı Muhammed döneminde ve dört halife döneminde bile olmamıştır. İmamlık yapılmıştır anca bu yaptıklarına karşılık ilave para alınmamıştır. İnsanları devlet işlerinden uzak tutmak için ve onları camilerde ibadet ve vaazlarla(dini sohbetler) meşgul etmeleri için imam adlanan bu din sınıfını yaratmışlar. İnsanları yöneticilere kul yaparak, akıl ve düşüncelerini ellerinden alarak bundan para kazanmışlar. Bu geleneğin kökü Abbasiler sülalesinin halifeliğe geldiği yıllara dayanıyor. Kaynaklarda bu sülalenin yönetime geldikten sonra imamların zaman zaman maaş aldıkları belirtiliyor. Abbasi Halifesi Muktedir-Billâh’in ve Buveyhî hükümdarının imamları maaşlara bağladıkları bilinse de bu para miktarının ne kadar olduğu net bilinmemektedir. İmamların maaşa bağlanması geçmişten başlasa da bu iş Osmanlı döneminde doruk noktasına ulaştı.

Tüm yazılarımızda olduğu gibi şimdide bu İmamların yaptıkları ise karşılık para alması İslamın kutsal kitabı olan Kuranda var olup olmamasını araştıracağız. Bazı dinciler Kuran yoktur diye İslamda olamaz diye bir şey yok diyorlar. Bunu söyleyenler hayatları boyunca bir kere olsun bile Kuran okumadıkları için İslamda Kuran dışında verilen tüm hükümlerin(yasaların) geçersiz olduğundan habersizdirler. Üstelik Kuranda olmayan bir şeyi dine sokmak için o konuyla ilgili sahte hadisler üreterek Muhammedin ağzıyla dine sokmaya, insanlara dayatmaya çalışıyorlar. Kısmen de başarılı oluyorlar çünkü Muhammed denildiği zaman akan sular duruyor önüne bide Hazret (Hz) kelimesi arttırdığın zaman göz yaşı dökmeye başlıyorlar. Aslında Kuranda bu şey yok, ama Muhammed bunu yaptı diye bu dinin bir parçasıdır demek neredeyse dinden çıkmakla aynı manaya geliyor. Çünkü Kuran açık ve net bir şekilde Kuran dışında hüküm verenlerin İslamın dışına çıktığını (kafir olduğunu) söylüyor.

5/MÂİDE-44: Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfırlerin ta kendileridir.
5/MÂİDE-45: Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, zalimlerin ta kendileridir.
5/MÂİDE-47: Kim Alah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fasıklardır.


Ayetten de anlaşıldığı gibi Muhammed'in yada bir başkasının Kuran dışında her hangi bir hüküm koyma gibi bir yetkisi yoktur. Zira bunu yaparsa kafir, zalim ve fasık olmuş olur.

Kur-an'da dini hizmeti mukabilinde para alma gibi bir şeyde söz konusu bile değildir.

36/YÂSÎN-21: 'Sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere tâbi olun. Onlar doğru yolda olan, sizin, doğru, hak yola girmenizi isteyen bir cemaattir.'

Muhammed'in bile buna yetkisi yoktu.

42/SÛRÂ-23: De ki ey Muhammed: “Ben sizden, peygamberlik görevime karşılık bir ücret istemiyorum. İstediğim ancak akrabalık sevgisidir.

38/SÂD-86: De ki: “Bundan (tebliğ görevinden) dolayı sizden hiçbir ücret istemiyorum.

Peygamber Medine'de devletin başında olduğu süre boyunca insanlara namaz kıldırmış ve ayetlerinde bizlere beyan ettiği gibi bir ücret almamıştır. Nitekim Muhammedin Kuranda olmadığı halde «namaz kıldırdığım için bana ücret ödeyin» diyemeyeceğini Maide 44,45 ve 47 ayetlerinden anlıyoruz. Böyle dediğini iddia eden biri varsa bu ayetleri göz önünde bulundurarak Muhammedi bu kategorilerden (kafir, zalim, fasık) hangisine ait ettiğini bir daha düşünsün.

Tüm bunlara bakmayarak günümüzde imamlık en iyi para kazandıran mesleklerden biri haline gelmiştir. 2017 yılında kamu idarelerine ayrılan bütçe miktarına bakarsak bunu anlamak çokta zor bir şey değil.

Kurum 2017 Ödenek Tavanı(TL)
Cumhurbaşkanlığı 648.488.000
Türkiye Büyük Millet Meclisi 961.517.000
Anayasa Mahkemesi 58.784.000
Yargıtay 382.750.000
Danıştay 125.072.000
Sayıştay 257.485.500
Başbakanlık 1.584.358.000
Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı 1.995.692.000
Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği 28.071.000
Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü 297.305.000
Hazine Müsteşarlığı 77.406.981.000
Diyanet İşleri Başkanlığı 6.867.117.000
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı 1.248.151.500
Adalet Bakanlığı 11.290.400.000
Milli Savunma Bakanlığı 28.702.119.000
İçişleri Bakanlığı 5.834.586.000


Gördüğünüz kadarıyla tüm jeologların İstanbul'u büyük şiddette depremler bekliyor demesine rağmen Diyanet İşleri Bakanlığının Afet ve Acil Durum Bakanlığından neredeyse 6 kat fazla para alması Türkiye yönetiminin afetlere dualarla hazırlandığını gözler önüne seriyor. Günümüz Türkiye'sinde 27 senelik bir öğretmenin bir imamdan az maaş alması eğitim seviyesini de belli ediyor.

2017 yılında 25 yıl ve üzeri çalışmış bir öğretmenin aylık maaşı 3.119 TL olurken, imamlarda aynı zaman ölçüsüne sahip kişilerin aylık maaşı 3.400 TL teşkil ediyor.

Her yıl dahada artan maaşlar ve açılan imam hatip okullarını göz önünde bulundurarak çok yakında Türkiye'nin laiklik prensiplerinden vazgeçerek şeriat hükümlerine döneceğini anlamak zor değil.

“HER TOPLUM, LAYIK OLDUĞU ŞEKİLDE YÖNETİLİR”

Bu deyim kuvvetler ayrımı esasını ortaya atan Fransız politik düşünür Montesquieu'ya aittir. Günümüzden 322 yıl önce yaşamış bir düşünürün ortaya attığı fikrin bu gün dahi geçerli olduğunu görmek hayli ilginçtir. Yazımı Montesquieu’dan bir buçuk asır sonra doğan başka bir ünlü düşünür Nietzsche'nin sözleriyle bitirmek istiyorum.

“Cahil bir toplum, özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse dahi, hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz. Sadece seçim yaptığını zanneder. Cahil toplumla seçim yapmak, okuma yazma bilmeyen adama hangi kitabı okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır! Böyle bir seçimle iktidara gelenler, düzenledikleri tiyatro ile halkın egemenliğini çalan zalim ve madrabaz hainlerdir!”

Ben değil Nietzsche söylüyor bunları, ister katılırsınız ister ret edersiniz bu sizin bileceğiniz iş ama lütfen beni İslam düşmanlığıyla yada paralelcilikle suçlamayın. Eleştirin ve kendinizde şahidi olun, belki geç olmadan bir şeyleri telafi edebilirsiniz…

Yazan: Kirpi

VAHİY, İLHAM VE DİN

MT, Vahiy, Vahiy nedir?, Vahiy ilham mıdır?, din, vahiy ve din, Zerdüştlükten çalınan vahiy, Vahiylerin kaynağı, Vahiyler, Vahiy gelmiyor, Vahiy Cebrail
Vahyin, ülkemizdeki genel olan din anlayışında Cebrail ile geldiği düşünülür.
Bunun kaynağına indiğimizde kopyalanarak alınmış çok akıllıca düzenlenmiş bir durum söz konusudur.

Biraz titiz ele alarak VAHİY/ilham/akıl üçlüsünü şöyle izah etmek isterim;
Vahiylerin kendi toplumunun gelişmesi için bir çok felsefeci, yenilikçi, ve özellikle gelişen zamanı görüp ait olduğu insan toplumunu buna hazırlayan, bir düşünürün çok derinlikli ve kapsamlı yoğunlaşması sonucu elde ettiği bulgular olduğunu düşünüyorum.

-ilk sanat, sanatçı,
-İlk tarımın gelişmesi,
- ilk evcil hayvan,
- ilk yazı, tabletler,
- ilk yerleşik düzen,
- ilk matematik,
- ilk tekerlek vs, vahiy/ilham/akıl ile gelişmiş ve medeniyetler bundan binlerce yıl (m.ö 9 bin) önce yaşamıştır.

Bugünkü çağdaş batı medeniyetin çok çok ilerisinden bahsediyoruz. Bugünkü dinler, bunları kullanıp kendine mal edebilir, onların işi bu, hırsızlık ta yapar yalan da konuşurlar.

Geçmişten alacağımız örneklerin, çizilen portrenin günümüze gelmesinde en büyük etken, yazılı tabletler ve kabartmaların bugünkü dünya düzenine ışık niteliğinde olduğunu düşünüyorum. Ve hala üzerinde yapılan çalışmalar, analizler devam ediyor.


Yani tarih günümüzde, biz de tarihin başlangıcında gizliyiz.
Genel olarak geçmişten geleceğe mesaj olarak üst-insan felsefesi bizlere yansımıştır.

Mesela, 400 lü yıllarda İskenderiye/Mısır dönemin en önemli matematikçi gök bilimcisi HYPATİYA'nın başına gelenler sonucunda tüm dinlerin cehalet üzerine vahşi bir politika izlediğini gözlemleyebiliriz.

Bizler, tarihten geleceğe yönelik döngünün tam merkeziyiz, aslında bizler bu mesajın ta kendisiyiz.
Karanlığı insanlığa dayatanlara, en güzel cevap ışığı tutanlardır.

VAHİY/ilham/akıl üçlüsünün amacı binlerce yıldır var olan medeniyete felsefik uyum sağlamak , ve yaşadığı dünya toplumu ile kültürel denklik arayışını bulmak, felsefik ilim sahibi fedakar insanların ulaştığı üst insan (nitsche nin sözü) modeline ulaşmaktır.

Filozof, aktar (ecza,ilaç), şair, matematikçi, astroloji, gök bilimci...

Sevgi, pozitif enerji, meditasyon, vs. kısaca yaşama ait tüm kavramlar global düzeydeki insanın gelişimidir.

Bu IŞIK/VAHİY/BİLGİ hep olmuştur! Yani VAHİY aslında hem ruhani hem dünyevi gelişen zamana uyum için geliştirilmiş Sufi felsefesidir. Buda Zerdüşt kültünden esinlenilmiştir.

Artık VAHİY gelmiyor, bu sondur diyenlere açıkça belirtiyorum. VAHİY tamamen akıl ürünüdür, ve her anın bir aklı vardır, bugünde vardır yarında olacaktır. VAHİY/ Umuttur, bilgidir, aşktır, gelişen zamandır, karanlığa ışıktır!

Fetva, zaten başlı başına bir düzmeceler hikayesidir. Yani sadece diyanetin son zamanlarda söylediklerine bakarsak insan ırkına pek faydalı değildirdir. Hatta diyanetin kendisi karanlığın mimari yapısı gibidir, artık gerisini siz düşünün...
Dünya boştur, boşlukları doldurmak üzere. Saygılar..

Yazan: Metin T.

KABİR AZABI VE BERZAH ALEMİ MİTLERİ

DP, islamiyet, din, Kabir azabı, Berzah alemi, Kabir azabı var mı?, Dini uydurmalar, Hurafeler, Kuranda yazmayanlar, Kur-an ölüm sonrası, Kur-an'da kabir, İsra, Bakara, Mümin, Taha, Mü-minun,
Biraz beyin kıvrımlarımızı yoklayalım. Belki kendi ailenizde, belki de mahallenizde ya da iş yerinizden bir arkadaşınızın cenazesi olduğunda o ortamı gözünüzün önüne getirin. Eğer yaz aylarında vefat gerçekleşmiş ise erkek konuklar dışarıda konulan sandalyelere otururlar. Hanımlar ise içeri. Yaşça büyük olanlar veya ailenin ileri gelenleri merkezi bir konumda otururlar. Diğer gelenler onların çevresine yerleşirler. Samimiyet derecesine göre içten dışa bir kümeler silsilesi oluşur. Sohbetin gereğinde dolayı arada gülümsemeler olsa da aşırıya kaçılmaz. Neticede cenaze evi. Cenaze beklenir. Peki, nerede cenaze? Gasilhane’ de yıkanıyor. Bazı gençler sokak başında bekler cenaze aracını. Büyüklerin yanında sigara içmek sıkıntılıdır çünkü. Çocuklar pet bardak veya şişede su dağıtırlar. Ailenin ileri gelenlerinden bazıları pide-lahmacun türü basit hamur işleri dağıttırırlar ayran ile birlikte konuklara. Bu dağıtım işini de ya çocuklar ya da gençler yürütürler. Hanımlar ise içeridedir. Gelen konuk hanımlar arasında eşarp/başörtüsü getirmeyi unutan varsa onlara da biraz yaşlıca olanlar yanlarında getirdikleri fazla eşarpları verirler. Ah bir de iğne oyası ile etrafı işlenenler, onlar hemen dikkat çeker. Nerede yaptırıldığı sorulur fısıltılar ile. Kızın çeyizi için yaptırılacaktır. Hanımların içerisinde ağlayan birinci derece yakınların yanında teselliciler grubu bulunur. Bu grup değişkendir. Voleybol servisi kullanan oyuncunun dönmesi ve değişmesi gibi değişirler. Unutulmaması gereken ağır bir misafir daha vardır ki bu misafirde ya aileden ya da aile dışından gelen, Kuran-ı Kerim’e hâkim bir hanımdır. Önüne bir sehpa konur. Sehpa üzerine de kristal kesme bir bardak içerisinde soğuk su. Suya toz gelmesin diye üzerine kâğıt peçete kapatılır. Dışarıdan gelen bir çocuğun sesi bozar bu iç ortamın hüşu içerisindeki ambiansını. Pideler gelmiştir. Genç kızlar hemen bir koşu pideleri alıp mutfağa geçerler. Servis yapılmalıdır. Hemen küçük bir görev paylaşımı ile bu da hallolur.

Cenaze kış ayında ise erkeklerin yeri komşu dairedir. Burada gençler çay demler, içeride sohbet ile birlikte dualar okunur. Dini bilgiler konusunda üst seviye de bulunanlar arada hadis, siyer, sahabelerin hayatı üzerine bilgiler aktarır. Ana tema ölümdür. Ölümden sonra berzah âlemi, kabir azabı gibi kavramlar öncelikle anlatılır. Kıyametin gelmesine daha çok vardır sanki onlara göre. Sorsanız şu cevap gelir “aslında kıyamet nefes kadar yakın belki hemen bu cumu’a.” Neden, büyük alametlerin hepsi hemen hemen gerçekleşmiştir. Ancak bu sohbeti araya giren bir başka din uzmanı bozar :”İyi de daha Deccal gelmedi, daha yecüc ve mecüc gelecek. Mehdi aleyhisselam onları defedecek.”. Birden konukların gözleri fal taşı gibi açılır. Konular öyle bir seviyeye çıkmıştır ki dikkat kesilinir. Herkes sus pus olup bu kişileri dinlemeye koyulur.

“Kıyamet öncesi daha Melhame-i Kübra (Hristiyanlarda Armageddon) savaşı meydana gelmedi. Ama o savaşta çok yakın. Bakın? Ortadoğu kan gölü. Haç ile Hilal’in o kadim savaşı gerçekleşecek. Yahudiler Tel-Aviv’de ve bütün İsrail’de Gargat ağacı dikiyor. Neden? O ağaç müjdelenmiş olan ağaçtır. Bütün dağ taş dile gelecek ve diyecek ki benim arkamda Yahudi var. Onlar bile Yahudilerden yaka silkecek Allahu Teâla’nın izni ile… Hatta Google Earth’ a bakın. Tüm İsrail de Gargat fidanları ekilmiş. Ama saklıyorlar. Önce Yahudilerin sonu gelecek. Arkadan büyük savaş vereceğiz ama Mehdi aleyhisselam’ın öncülüğünde Allah’ın izni ile Hristiyanları ve tüm müşrikleri bozguna uğrayacak ve bütün dünya Müslüman olacak. İşte o zaman kıyamet kopacak.”

İşte bu sohbet sessizce ve pür dikkat dinlenirken, 8-10 yaşlarında bir çocuk, o derin sessizliği bozarak şöyle sorar: “E peki kıyamete kadar mezarda nasıl bekleyeceğiz?”. Mükemmel bir kritik sorudur bu. Cevap yine din uzmanı konuktan gelir:” Eğer inançlı isen Münker ve Nekir gelir evladım. Sana kimsin? Necisin? Dinin ne? Kimin yolundan gidiyorsun? Kime inanıyorsun gibi sorular soracaklar. Sen diyeceksin ki: - Elhamdülillah Müslümanım. Hiç şüphesiz Allah birdir ve tektir ve Muhammed hiç şüphesiz onun Resuludür. O melekler sana der ki: Evet bunu zaten biliyorduk. Eğer gerçekten müminsen o mezar, yani kabir cennet bahçelerinden bir bahçe olur. Eğer günahkâr isen kıyamete kadar o kabir cehennem çukurlarından bir çukur olur!”

Çocuk sorar: “E iyide hani ödül ve ceza kıyametten sonra olacaktı? Bedenimiz çürümüyor mu? Azab ya da ödülü kim hissedecek?”

Cevap gelir: “Sen şimdi bu yaşta anlamazsın. Ruha ödül veya azab vardır.”

Konuklardan farklı bir görüşe sahip olan devreye girer:” Tam öyle değil kardeşim. Bedeni çiyanlar, yılanlar ve türlü mahlûkat sarar. Kabir mevtayı sıkar. Öyle sıkar ki kaburgaları adeta birbirine geçer. İşte günahkârlar için kabirde böylesine bir azap ve acı vardır. Rabbim hepimizi muhafaza eylesin”.

Pek karşı çıkılacak bir sav olmadığından diğer tartışmacı bu açıklamayı yalanlamaz ve ekler : ”Aynen kardeşim. İşte Rabbim, bedenimiz çürürken dahi bizi imanlılardan eylesin inşallah. Kabir azabından muhafaza eylesin inşallah…” gibi temennilerin arkasından tekbir eşliğinde Fatihalar okunur.

Tam sohbet kapanacakken başka bir din uzmanı aile yakını gelir. O kişi, sohbetin sonlarına denk gelmiştir. Sabırla sırasını bekler. Tam ortam sessizleştiğinde devreye girer:” Ammaaaa!... Cenab-ı Allah o berzah âlemini hepimize hayırlı kılsın inşallah. O âlem ki müminler için mutluluk, müşrikler ve kâfirler için azap doludur!”

İlk soruyu ortaya atan çocuk yine o aynı merakla devreye girer: “ Berzah ne amca? Kabir azabı yok muydu?”

“Elbette ki var evladım. Ama kıyamete kadar berzah âlemindeyiz. Kuran-ı Kerimde buyruluyor ki: Onlardan birine ölüm gelince: “Rabbim! Beni geri çevir, belki, yapmadan bıraktığımı tamamlar, iyi iş işlerim” der. Hayır; bu, onun söylediği bir sözdür. Tekrar diriltilecekleri güne kadar arkalarında geriye dönmekten onları alıkoyan bir berzah (engel) vardır.“ (müminun 99-100) İşte berzah âlemi bu engel olan âlemdir. Orada bekleyeceğiz.

Çocuk yine sorar: “Bu âlem nerededir? Nasıl bir yerdir?”

Cevap hemen arkadan yetişir: “ Bilmiyoruz evladım. O kadarını âlimler bilir. Haşa biz bilmeyiz. Şüphesiz en doğrusunu Allah bilir.”

Konu burada kapanır. Herkesin içini bir korku alır. Önceki akşam içilen biradan, evvelsi hafta yapılan zinadan, birkaç gün önce oynanan at yarışı kuponundan pişmanlık duyulur. Hemen imanlı, doğru bir Müslüman olunmalıdır. Kılınmayan namazların kazası eda edilmeli, biran önce başlanarak dinin temel farzı (!) yerine getirilmelidir.

Yazımızın buraya kadar olan kısmında anlatılan senaryo, ufak tefek farklılıklar veya yöresel farklılıklar olmakla birlikte üç aşağı beş yukarı aynıdır. Hele ki cenaze namazı kılınmadan hemen önce hocanın söylediği :”İşte en büyük ders, en büyük sınav, en büyük ibret önümüzde kefenlenmiş yatıyor!” cümlesi…

Peki, bu berzah âlemi ve kabir azabı kavramları ne kadar gerçekçi? Kesin olan şu ki bu kavramlar kesinlikle Kuran dışı ve pagan öğeler içeriyor.

Berzah ve Kabir Hayatı ile Kuranda hiçbir ayet yoktur. Berzah kelimesi az önce bahsettiğimiz Müminun 99-100’de yer alır ki kelimenin anlamı engeldir. Herhangi bir âlem, ortam, ara yaşam alanı manalarını taşımaz.

Berzah âlemini savunanların en büyük kanıtı Mümin-11’ dir: “Onlar: “Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de suçlarımızı iti­raf ettik, buradan çıkmaya bir yol var mıdır?” derler.“

Burada ki iki defa diriltme veya iki defa öldürme berzah âleminin kanıtı değildir. Öyle olsaydı bu hususun açık bir biçimde belirtilmiş olması gerekirdi. Hacc-16: “Böylece biz Kur’an’ı apaçık âyetler hâlinde indirdik. Şüphesiz Allah, dilediğini doğru yola iletir.” Kısacası açıklanmak istenen her husus, bir mümin için açıklanmıştır. Ayetleri yan yana, üst üste koyarak bir mana vermeye çalışmak, eğip bükerek bir anlamlandırma yapmak Kuran’ a göre yanlıştır. Bu şekilde istediğiniz anlamı, istediğiniz şekilde ortaya koyabilirsiniz.

Peki, Kabir azabı ile ilgili Kuran-ı Kerim ne diyor? Cevap: Hiçbir şey!
Gelin şu ayetlere bir göz atalım:

“Siz dünyada on gün eğleştiniz diye aralarında gizli gizli konuşurlar… En akıllıları ‘Sadece bir gün kaldınız’ der.” [Taha, 20/103-4]

“Allah inkârcılara ‘Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?’ diye sorar. Onlarda, ‘Bir gün, ya da bir günden daha az’ derler…” [Mü'minun, 23/112-3]

“Sûr'a üflenince, kabirlerinden Rablarına koşarak çıkarlar. 'Vah halimize! Yattığımız yerden /merkadimizden bizi kim kaldırdı ?” [Yasin, 36/51-2]. (merkad: uyunan, uyuklanan yer anlamına gelir.)

“Ona bir daha üflenince, onlar bir anda ayağa kalkıp etraflarına bakarlar” [Zümer, 39/68]

“Sûr'a üfürülür. İşte bu geleceği söz verilen gündür. Her can kendisi ile beraber bir sürücü ve birde şahit (melek) olduğu halde gelir. Ona 'And olsun ki sen bundan gâfildin. Şimdi gaflet perdeni açtık, artık bugün gözün keskindir.' (denir)” [Kaf,50/20-2]

Sizi çağırdığı gün, O2na hamdederek davetine uyarsınız ve kabirlerinizde pek az bir müddet kaldığınızı sanırsınız. [İSRÂ – 52]

Kıyametin kopacağı gün suçlular, (dünyada) bir andan fazla kalmadıklarına yemin ederler. Onlar (dünyada haktan) işte böyle döndürülüyorlardı. [RÛM – 55]

“Ölü idiniz sizleri diriltti, sonra öldürecek, sonra tekrar diriltecek ve sonunda ona döndürüleceksiniz.” [Bakara, 2/28] 

Şimdi bu noktada kabir Azabını savunanların en büyük delili olan Mümin-11 tekrar dönelim: “Onlar: “Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de suçlarımızı iti­raf ettik, buradan çıkmaya bir yol var mıdır?” derler.“

İnsanların ölü hali Bakara 2/28’ e göre anne karnındaki hal’dir. Ölü iken diriltilen birey, “sonra öldürüleceksiniz” tabiri ile dünya hayatında ölecektir; tekrar diriltilme mahşer ve döndürülme ise yargılanmadır. Eğer Mümin -11 Kabir hayatını veya berzah âlemini tasvir ediyor olsaydı diriltme ve ölüm süreci iki değil 3 defa olacaktı. Bu durumda doğal olarak Kuran ayetine terstir.

Bu noktaya kadar bahsettiğimiz ayetlerde durum gayet açıktır. Eğer inançlı bir Müslüman iseniz reddetme şansınız yoktur. Yine Kuran inanan biri için şüphesiz apaçık açıklayıcı ve nettir. İma etmez, dolaylı cümleler yoktur. Ne kastedilmek istenmiş ise bu husus aynen aktarılmıştır.

Bu makaleye inanmak istemeyip, istediğiniz kaynakta istediğiniz araştırmayı yapın. İstediğiniz kadar eğip bükmeyi, anlam kazandırmaya çalışın. Kabir azabı ve berzah âlemi hakkında hadisler dışında hiçbir delil yoktur. Kabir hayatı ve Berzah âleminden bahseden hadislerin sahihliği de ayrı bir araştırma konusudur. Bu durum günümüzde kendini “İslami Aydın” gören ilahiyat profesörlerinden bağımsız olarak, İslam peygamberinin ölümünden yaklaşık 250-300 yıl sonra tartışılmaya başlanmıştır. Hatta peygamberin ölümünden çok sonraları farklı kollar dahi bu kavramları şiddetle reddetmişlerdir (Mutezile, hariciler vb.).

Kısacası İslam âleminde dahi bu konuda sağlam bir ittifak yoktur. Sebebi Kuran’da olmayan bir kavramlar silsilesinin İslamiyet’ e eklenme çabasıdır.

Peki, bu çabalar nereden geliyor? Kuran’ da dahi bahsedilmeyen, anlatılmayan kavramlar neden İslamiyet’ e eklenmeye çalışılıyor? Sebebi Aristo’nun meşhur eseri Metafizik’ te yatıyor. Ne demişti Aristoteles: “İnsan doğası gereği bilmek ister”.

Ölüm zaten başlı başına tüm insanlık için bir merak konusudur. Ölüm, ölüm sonrası hayat gibi kavramlar hemen her toplum ve dinde, hatta dinlere inanmayanlarda dahi bir araştırma konusu olmuştur. Açıkçası İslamiyet’ te ölüm ve sonrası çok açık belirtilmiştir. Kuran-ı Kerim’ e bakıldığında insan öldükten sonra cesedi çürür. Mahşer günü geldiğinde tekrar diriltilir ve sorgu beklenir. Sonra muhakeme sonucuna göre de ya cennete ya da cehenneme gönderilir.

Ancak insanlar ölümden sonra ne olduğunu öğrenmek isterler. İçlerindeki “acaba?” sorusunu yenemezler. Çünkü mantıksal olarak çürüyen bir bedenin nasıl tekrar bir araya geleceğini tasavvur edemezler. Önceki ölenlerin adeta “yok olduğunu” gören insanoğlu, yok oluş kavramıyla karşı karşıya kalır. Bu durum ile hiçbir “düşünen” insan karşı karşıya kalmak istemez.

İnanılan din, mahşere kadar bir nevi uyku halini ön görür. Mahşerde herkes diriltilecektir. Diriltilme için bedenin korunmuş olması gerekmektedir. Beden madem çürüyor ise o halde Ruh denilen kavram yeniden dirilecektir. Ruh bir bedene sahip değildir (Bilimsel olarak ta zaten Ruh diye bir şey yoktur.). Ruh tarif edilemez bir formdadır. İslami açıdan ruh üflenerek birey can bulur. O halde Ruh bir nevi enerji veya ona benzeri bir formdadır. Bedensizdir. Dolayısı ile beden olmadığı için çürümez ve yok olmaz. O halde Ruh yeniden dirilecek ise ölümden sonra mahşere kadar bir yerde beklemelidir. Bunu açıklayabilmek için ayetler eğilip bükülerek, amacı dışında anlamlar kazandırılarak Berzah Âlemi ve Kabir Hayatı gibi “Kuran dışı” kavramlar türetilmiştir.

Yani insanoğlu beynindeki “zaman” faktörünü aşamadığından bu durum ile karşılaşılmıştır. Mesela insan gece uyku durumunda iken sabah uyanır. Bu durum Kuran’ da bireyin öldürülmesi ve yeniden diriltilmesi ile betimlenir. “O, geceleyin sizi ölü gibi kendinizden geçirip alan (uyutan) ve gündüzün kazandıklarınızı bilen, sonra da belirlenmiş eceliniz tamamlanıncaya kadar gündüzleri sizi tekrar diriltendir (uyandırandır). Sonra dönüşünüz yalnız O’nadır. Sonra O, işlemekte olduklarınızı size haber verecektir.” [ En’am-60]. Bu aşamada bireyin bedensel bütünlüğü korunmaktadır. Aradan belirli bir zaman dilimi geçmiştir. Ancak mahşere kadar uyku ve bedenin çürüyerek yok olması gibi kavramlar insanoğlunu korkuttuğundan, bu süreyi tanımlayabilecek, “Dine uygun” bir senaryoya/hikâyeye ihtiyaç duyulmuştur. Öncelikle bu senaryo için Kurandan ayetler cımbızla ayıklanıp kaynak oluşturulmalıdır. Daha sonra diğer semavi dinlerden ve pagan dinlerden hikâyeler sentezlenerek, uydurma hadislerle de desteklenerek Kabir Hayatı ve Berzah Alemi kavramları yaratılmıştır.

Daha önce belirttiğimiz üzere Berzah kelimesi engel/engelleme manası taşır. Berzah kelimesinin kullanıldığı bir başka ayete göz atalım:

“Birinin suyu tatlı ve serinletici, diğerininki tuzlu ve acı olan iki denizi salıverip, aralarında da karışmalarını önleyen bir (Berzah) perde koyan, Allah’tır.” [FURKAN-53]

Furkan-53 de temel alındığında berzah kelimesi engel manası taşır. Başka bir manası da yoktur. Arapça da kelimelerin tam anlamı vardır ki edebi açıdan Arapçanın iyi ve zengin bir dil olmasının sebebi de budur. Kelime bulunduğu cümleye göre anlam kazanmaz. Farklı anlamlar barındırmaz. Berzah kavramına “Engel Âlemi” demek asıl olarak inanan birisi için küfürdür.

Kısacası çürümeyen ve bozulmayan “Ruh” için bir bekleme salonu tasarlanmıştır.

En önemli unsuru sona sakladım. Madem insanların yargılanma ve ceza süreci “Hiç Şüphesiz” Allah tarafından onun huzurunda olacak, onun yargılaması veya ödül-ceza mekanizmasını işleten başkaca varlıklar var ise, kendilerini O’nun yerine koydukları için cezalandırılmaları gerekir. Allah karar vermeden birey cezalandırılamaz veya ödüllendirilemez. O halde kabir hayatında ceza veya ödül olamaz çünkü birey hakkında daha hüküm verilmemiştir.

Yusuf-40: “Siz Allah’ı bırakıp; sadece sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlere (düzmece ilâhlara) tapıyorsunuz. Allah, onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’a aittir. O, kendisinden başka hiçbir şeye tapmamanızı emretmiştir. İşte en doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”

Daha da Berzah Âlemi ve Kabir Hayatı için ayetleri birbiri ile çaprazlayıp eğip bükenler, açıkça Kuran-ı Kerim’de belirtilmediği halde varmış gibi anlam kazandırmaya çalışanlar şu ayeti hiç okumadılar mı: “Allah size Kitap’ı ayrıntılı kılınmış bir halde indirmişken, Allah’ın dışında bir hakem mi arayayım?” [Enam-114]

Tüm bunların haricinde, tüm melekler insanoğluna secde etmek için emir almış ise, Allah’ın hüküm kararı olmadan hangi melek/melekler secde etmeleri gereken insanoğluna ödül ya da ceza verebilir?

Bunların haricinde Ondokuz Mayıs Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Tefsir kürsüsü öğretim üyelerinden Prof. Mehmet Okuyan, İbnü’l-Cevzi’yi referans göstererek kabir azabıyla ilgili hadislerin sahih olmadığını belirtmiştir. Yine o, ölünün kabirde ezanı duyacağını bildiren hadislerin, ölen peygamberlerin 40 gün ruhlarının kendilerine iade edildiği veya ana babasının veya birisinin kabrini Cuma günü ziyaret edip Yasin okuyanın günahlarının bağışlanacağını veya kabirde birbiriyle konuşmalar olacağını bildiren rivayetlerin uydurma olduğunu belirtmiştir. (İbnü’l-Cevzi, Kitabul’l-Mevdû’ât, s.237-238-239) (Prof. Mehmet Okuyan, s.160-161)

Maalesef sevgili inanan kardeşlerim, Berzah Âlemi veya Kabir Hayatı diye bir şey yok. Sen inanabilirsin ve buna saygım sonsuz. İnancın beni ilgilendirmiyor. Ancak neye inandığını bil. Araştırmaların sonucu bu âlemlere inanmayı seçersen eyvallah. Yeter ki araştır. Onun bunun lafı ile inanma. Okuduğuna ve araştırdığına inan. Ancak bu kadar Kurani (Kuran-ı Kerim kaynaklı) kanıta rağmen hala hadis vs. diye tutturuyorsan seçim senin.

Ancak tüm bu tartışmalar içerisinde, asıl olarak bu kavram ve düşünce farklılıklarının oluşma sebebi din içi çelişkiler. İnsanlar gördükleri, yaşadıkları ve kanıtlanmış olan kavramlar ile inandıkları kavramlar arasında çelişki görüyorlar. İnanılan din buna cevap veremiyor. Durum böyle olunca da bir savunma mekanizması olarak “Uydurma Âlemler” devreye giriyor.

Kendi içlerinde ortada bir çelişki olduğunun farkındalar. Bir şeylerin ters olduğunu biliyorlar. Ancak bunu kabul etmek o bireyler için o kadar zor ki… Düşünsenize inandığınız, uğruna yaşadığınız nice kavramlar aslında yok. Birisi öldüğü zaman yaptığınız davranış ve ritüellerin hiç birisi İslami değil. Aksine birçoğu İslamiyet öncesi Tengricilik döneminden kalma. Kısacası eğer inanmak istiyorsanız, yani kendinizi “inandırmak istiyorsanız”. Eğip bükmek suretiyle size kanıt çok. Siz doğruyu görüyor ve biliyorsunuz.

Biz mi? Bizler size göre kâfir, gâvur, müşrik, domuzdan farksız, her akşam içip içip ona buna sarkan, yozlaşmış, inançsız olduğundan her türlü ahlaksızlığı kendine mubah sayan, karısını-kızını kimseden kıskanmayan, hırsız, ikiyüzlü, çıkarı için vatanını bile satabilen, ülkeyi içki masalarında kurmuş yığınlarız.

O yüzden bu yazıyı kafası bir milyon, Allah’ın sevgisinden mahrum olmuş, öteki dünyanın sonsuz nimetlerini kaybetmiş, sapkın bir beynin ürettiği saçmalıklar olarak nitelendirip mutlu mesut yaşamaya devam edin. Unutmadan; eğer vicdanlı iseniz olur da bir gün bulunduğumuz bu gaflet uykusundan uyanmamız ümidiyle de “Allah Islah Etsin” talebinizi göndermeyi de unutmayın lütfen. (Bakınız: Site Başyazarı ve Yöneticisi A.KARA’nın bu sitede yer alan “Sıradaki Islah Talebi Lütfen” başlıklı yazısı)
Sağlıcakla kalın.

Yazar Notu:
  1. Objektif olarak inançlı, vicdanlı ve açık yürekli okurlarımıza tavsiyem bu yazıma reddiye geliştirmeden önce ölüm sonrası yaşam ile ilgili Tengricilik dönemi, Şamanizm, Yahudilik ve Hristiyanlık kaynaklarını ve inançlarını iyi inceleyip öyle beni eleştirsinler. Özellikle İslami kaynakları iyi okuyun. Ne demek istediğimi anlayacaksınız. O kadar çok bilgi ve kaynak var ki ibadullah mevcut. Bu yazıda sadece kısa notlar ve özetler ile bilgilendirme yapmaya çalıştım.
  2. Konudan ayrı olmakla beraber, başta Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere, VATAN uğrunda ölen tüm “Vatan ve Görev Şehitlerini” saygıyla ve minnetle anıyorum. Atamız zamanında biz bu gaflet uykusundan uyanalım diye çok uğraştı ama nafile… Layık olamadık… Sahip çıkamadık…
Yazan: Demon Product

PEYGAMBERLER HATA YAPAR MI ?

din, islamiyet, K, Peygamberler hata yapar mı?, Peygamberler, Hz Muhammed, Kur-an'a göre peygamberler, Sura suresi, Abese suresi, Ra'd suresi, Peygamberlikten önce Muhammed, PEYGAMBERLER HATA YAPAR MI?


«Beşer şaşar» diye bir laf vardır. Bu ata sözleri tarih boyunca insanların farklı meseleleri ve olayları gözlemleyerek ortaya çıkardığı bir şeydir. Ayrıca bu ata sözlerinin yaranmasındaki en etkin şeylerden biride yapılmış hataların periyodik bir şekilde tekrarlanmasıdır. Günümüz dindarlara bu ata sözünü söylersek eğer mutlaka «yanlışın var şaşmayan insanlarda olmuş» diye cevap verirler.  Bir tane misal göstermelerini istersen hemen mensubu oldukları mezhebin veya dinin peygamberinin ismini söylerler. Bu şaşırılacak bir durum değil. Çünkü insanlar Allah'ın kendisi hakkında, onun kişiliği ve sıfatları konusunda pek fazla bir şey bilmedikleri için bir nevi onun velilerini yani peygamberlerini kendilerine numune olarak kabul ederler. Bunu tabi insanların hep bir üst düzey akıllı ve imanlı bir lider tarafından yönetilme isteği de etkiler. Peygamberlerin hata yapmayan insan gibi gösterme çabasını en fazla din tüccarları gösterir.  Zira kendilerini peygamber ilan etme gibi bir şansları olmadığı için peygamberleri süper akıllı ve imanlı biri şeklinde kendilerini de ondan bir pille aşağı biri olarak göstererek bir nevi insanlarla Allah arasında peygamberlerden sonra ikinci vasıta olarak gösterirler. Böylecede insanları sömürürler. Bu yazımda sizlere peygamberlerin de senin ve benim gibi bir insan olduğunu ve dahası hata yapabileceğini anlatacağım.

İlk önce Kuranda peygamberlerin insan mı yoksa üst düzey bir varlık mı (yarı ilah gibi bir şey) olduğuna bakalım. Zira dincilerin dediği gibi peygamberler hiç hata yapmadıysa o zaman bizim gibi sıradan bir insan değil daha üst düzey bir varlık olması gerekiyor. Kurana baktığımızda peygamberlerin de bizim gibi sıradan bir beşer (insan) öldüğünü görüyoruz.

41/FUSSİLET SURESİ 6. AYET: De ki: "Ben sadece sizin gibi bir insanım."

Ayette dikkat edilmesi gereken iki konu var. Birincisi Allah ayeti peygamberin dilinden söyletiyor. Yani «De ki» sözüyle başlıyor. Bunun için dincilerin Allah katında peygamberde bir insandır diyerek kıvırmaları için hiç bir şansı yok. Ayet açık bir şekilde peygamberin kendi ağzıyla söyleniyor. İkinci nüans ise «sizin gibi» sözcüğüdür ki burada da peygamberin senden benden bir farkı olmadığını gösteriyor.  Eğer sen ve ben hata yapabiliyorsak yalan söyleyebiliyorsak o zaman demek ki peygamberlerde bunu yapabilir. Hata yaptı veya yapmadı bunu yazımızın ilerleyen aşamalarında tartışacağız. Şimdilik, hata yapabileceğini yani senin benim gibi bir insan olduğunu anladık.


Şimdi gelelim peygamberlerin Allah tarafından seçilmiş insanlar olması meselesine. Dincilerin sıkça peygamberleri yüceltmek ve putlaştırmak için «Allah peygamberleri milyonlarca insan içerisinden seçti ve onlara vahiy etti» lafını kullandıklarını görüyoruz. Yani Allah peygamberlere vahiy ediyorsa demek ki diğer insanlardan üstündür. Fakat Kur-an'a bakarsak eğer Allah'ın bal arısına bile vahiy ettiğini görebiliriz.

NAHL SURESİ 68.AYET: "Ve senin Rabbin, bal arısına, dağlardan, ağaçlardan ve onların (insanların) kurdukları çardaklardan, evler (kovanlar) edinmelerini vahiy etti."

Şimdi sizlere soruyorum eğer Allah'ın birine vahiy etmesi onun diğerlerinden üstün olması anlamına geliyorsa o zaman bal arıları şu an aramızda yaşıyor ve sizin evliyalar (Allah dostları) dediğiniz insanlardan üstün durumdalar. Peki neden bal arılarına tapmıyor da o evliyalara tapıyorsunuz? (kulluk ediyorsunuz)  Gördüğümüz kadarıyla insan üstü bir varlık olmak için Allah'tan vahiy almak yeterli değildir.

Hata yapan peygamberler oldu mu?
Birisinin karısına göz diktiği için onun kocasını öldürterek karısına sahip olma isteği olan peygamber isimleri tarihte bellidir. Fakat günümüz dincileri kendi kutsal sandıkları kitaplardan başka bir şeye inanmadıkları için onlara kendi kitaplarından örnekler vereceğim.

7/A'RÂF SURESİ 175. AYET: "Onlara, âyetlerimizi verdiğimiz kimsenin haberini oku (anlat). Sonra o, ondan (âyetlerden) ayrıldı, artık şeytan onu kendisine tâbî kıldı. Ve böylece o zarar görenlerden (azgınlardan) oldu."

Bu ayette de can alıcı iki püf nokta var. Birincisi «onlara ayetlerimizi verdiğimiz» sözü geçiyor ki burada bir peygamberden bahsedildiği apaçık bellidir. Bazı din hocaları bunu inkar etse de Allah'ın ayet verdikleri bir tek insan olabilir.(okuyup anlayan tek varlık insandır) Nitekim günümüz zamanına kadar gelen 3 büyük vahiy dininin muhatabı olanlar insanlardan seçilmiş peygamberlerdir ( Musa, İsa ve Muhammed) İkinci püf noktası «ayetlerden ayrıldı şeytana tabi oldu» sözüdür ki burada büyük bir günahtan bahsediliyor. Bir düşünün Allah bir peygamber seçiyor ona ayetler veriyor o ise ayetleri bırakıp şeytanın yoluna gidiyor. Buda  dincilerin savunduğu peygamberler büyük günahlar değil küçük hatalar yapmıştır tezinin yanlış olduğunu gösteriyor.

"Hiç şüphesiz ki peygamberlerin, küçük günahlardan değil de büyük günahlardan mâsum olduklarını söylemek, İslâm âlimlerinin çoğunluğu ve bütün tâifelerin görüşüdür... Bu, aynı zamanda tefsir, hadis ve fıkıh âlimlerinin çoğunluğunun görüşüdür.Hatta ilk Müslümanlardan, imamlardan, şahâbeden, tâbiînden ve onlara tâbi olanlardan,bu görüşe mutabık (uygun) bir görüşten başka bir görüş nakledilmemiştir." ( Şeyhül-İslam İbn-i Teymiyye, 'Mecmûu'l-Fetâvâ', cilt: 4, sayfa: 319 )

Çünkü Allah'ın ayetlerini terk edip şeytana uymak hiç küçümseyecek bir durum değildir.
Aslında peygamberlerin hata yapması gerçeği ilk peygamberin yaratılması, yani Ademin zamanından beri vardır. Zira yasak meyveyi yiyerek Allah'ın emirlerine karşı gelip hata yapan ilk insan ve ilk peygamber Adem olmuştur.

2/BAKARA SURESİ 35-36. AYET: "Dedik ki: “Ey Âdem! Sen ve esin cennete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi bol bol yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.” Derken, şeytan ayaklarını oradan kaydırdı. Onları içinde bulundukları konumdan çıkardı. Bunun üzerine biz de, “Birbirinize düşman olarak inin. Sizin için yeryüzünde belli bir süre barınak ve yararlanma vardır” dedik."

Muhammed hata yaptı mı?
İyi tüccar fakat kötü din hocaları  Muhammedin bırakın 40 yasından sonra hata yapmasını, peygamberlikten önce bile büyük hatalar yapmadığını savunuyorlar. Oysa Kur-an'ın kendisinde bize bellidir ki Muhammed kendini peygamber ilan etmeden önce Mekke'li müşriklerin en gözde adamlarından biriydi ve iman nedir bilmezdi. Muhammedin peygamberlikten önce Mekke'de yaşamı süresince halk arasında lakabı El-Emin (yani en güvenilir adam) olmuştur. Bunu en sahih (doğruluğu şüphesiz olan) hadisler bile söylüyor.

Muhammedin gençlik yıllarına denk gelen Kâbe’nin tamiri ve Hacerül esved’in yerine konulması olayındaki rolü ve bunları gördüğü kabul edilmektedir. Her kabilenin bu şerefli işte pay sahibi olmayı istemesi üzerine ihtilâf çıkmış, problemin çözümü ertesi gün Kâbe’nin önünde görülecek ilk şahsa bırakılmıştı. Yolu beklenen bu zatın Hz. Muhammed olduğu görülünce herkes, “el-Emîn geliyor” diye memnuniyetini belirtmişti. (Müsned, III, 425)


Şimdi sizlere söylüyorum Mekke'li müşrikler (çok tanrıcı putperestler) eğer Muhammed peygamberlikten önce bile tek Tanrıya inanıyor olsaydı neden ona bu lakabı taksınlar? Mantıken Mekke'li müşriklerin onların Tanrılarını Kabul etmeyen ve bir tanrıya inanan Muhammed'e nefret etmeleri gerekmez mi? Ama her ne hikmetse nefret etmek yerine ona inanılır adam lakabını takmışlar fakat Muhammed tek tanrıcılığı tebliğ etmeye başlayıp kendisini peygamber ilan ettiğinde Mekke'liler onun sözlerine güvenmediler. Bunun sebebi Muhammedin de 40 yaşına kadar Mekke'li müşrikler gibi çok tanrıcı olduğudur. Zira Kur-an'da bunu açık bir şekilde söylüyor:

42/SÛRÂ SURESİ 52. AYET: "Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin."

Ayette bahsi geçen «iman nedir bilmezdin» sözündeki imanın, İslami imanı anlattığını, yani tek Allah'ın - İlahın varlığına iman olduğunu herkes biliyor. Onun için ayette Muhammed'in peygamber olmadan önce İslami bir imandan habersiz olduğu açık bir şekilde anlatılıyor.

Yine başka bir olayda Muhammed Kureyş'in önde gelen insanlarıyla konuşurken yanına gelen bir kör insandan yüzünü çevirir ve onu dinlemez. Burada tabi ego söz konusudur. Kabilenin liderlerine «ben hiç de sizden küçük biri değilim bak her adamla muhatap olmam» mesajı vermek istemesi yüzünden böyle bir şey yapmıştır. Tabi birde bunun üzerine Muhammedi kınayan bir ayet inmiştir.

80/ABESE SURESİ 1-2-3. AYET: "Kendisine o âmâ (kör) geldi diye Peygamber yüzünü ekşitti ve öteye döndü. (Ey Muhammed!) Ne bilirsin, belki de o arınacak, Yahut öğüt alacak da bu öğüt kendisine fayda verecek."

Doğruyu söylemek gerekirse benim düşüncem insanların kınamasından kurtulmak için Muhammed bu ayeti vahiy ettirmeye mecburdu. Başkasını hor görme, aşağılama ahlaki açıdan da  hiçte iyi bir şey değildir.

Yazıyı bitirirken şunu söyleyeyim; İster Muhammed olsun isterse diğer peygamberler Kur-an'da onların hata yapabildiğini ispatlayan çok sayıda örnek var. Ama esas olan bu hataları görmek, ondan ders almak ve bir daha tekrar etmemektir. Peygamberler böyle yaptıysa ne ala. Ama günümüz dindarlarına peygamberlerin hata yaptıklarını delillerle göstermenize rağmen size hala kendi fikirlerini dayatmaları da bir hatadır. Biz ne kadar yazıp anlatsak ta eminim ki bu insanlar kendi hatalarını kendileri düzeltmek istemedikçe söylediklerimizin hiç bir faydası olmayacaktır. Zira bunun böyle olduğunu Kur'an dahi söylüyor:

13/RA'D SURESİ 11.AYET: "Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez."
Biz daha ne diyelim?

Yazan: Kirpi

SEVR MAĞARASI VE ÖRÜMCEK AĞI HİKAYESİ BENZERLİKLERİ

HC, sizden gelenler, Sevr mağarasında örümcek ağı hikayesi, Mağara girişine ağ ören örümcek, Sevr ve Adullam mağarası, Örümcek ağı, Davut ile Yonatan, islamiyet, yahudilik, din, TaNaH, SEVR MAĞARASI - ÖRÜMCEK AĞI - HZ MUHAMMED VE EBUBEKİR
ADULLAM MAĞARASI - ÖRÜMCEK AĞI - HZ. DAVUT VE YONATAN


Klasik İslami anlatıyı hepimiz biliyoruzdur. İslam Peygamberi kafirlerden kaçıyordur ve yanında Ebubekir vardır mucize olarak bir örümcek ağ örer ve Mekkeli müşrikler Allah'ın Resulü'nü bulmadan geri dönerler.

Peki bu anlatının Kuran'da üstü kapalı olarak geçtiğine inanılan bir ayet var mı? Var.
Tevbe Suresi 40. Ayet (Diyanet İşleri Meali)
"Eğer siz ona (Peygamber’e) yardım etmezseniz, (biliyorsunuz ki) inkâr edenler onu iki kişiden biri olarak (Mekke’den) çıkardıkları zaman, ona bizzat Allah yardım etmişti. Hani onlar mağarada bulunuyorlardı. Hani o arkadaşına, “Üzülme, çünkü Allah bizimle beraber” diyordu. Allah da onun üzerine güven duygusu ve huzur indirmiş, sizin kendilerini görmediğiniz birtakım ordularla onu desteklemiş, böylece inkâr edenlerin sözünü alçaltmıştı. Allah’ın sözü ise en yücedir. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir."

Efendim bu mealden parantezlerdeki kelimeleri çıkarırsak elimizde ne kalıyor? Kimliği belirsiz 2 kişi onları neresi olduğu belli olmayan bir yerden çıkarıyorlar ve o 2 kişiden biri diğerine ''üzülme Allah bizimle beraber'' diyor.

Şimdi efendim Kuran'ı 6-7. yüzyılda yaşayan peygamberden çok çok çok sonra yazılmış siyerlerle(ikincil kaynaklarla) mi açıklayacağız yoksa çağdaşı olan veya Kuran'dan önce yazılan metinlerle mi? Bilimsel olarak hangisi daha doğru?

Muhammed ve Ebubekir'in mağara hikayesine dair elimizde erken dönem kaynak var mı? Sevr Mağarası'ndaki örümcek ağlarının peygamberi koruduğunu söyleyen eş zamanlı bir belge var mı? Yok. O yüzden ''Ehli Kurancı'' arkadaşlara hakkını teslim ederek Kuran yazıldığı zaman bilinen bir kaynakta bu hikayeyi veya benzerini aramamız gerekiyor.

Ben bu konuda yapılmış çalışmalara baktım ve ilk olarak Tufan Çelebi'nin yazdığı ''Kuran'ın Kaynakları'' kitabından bir bölümü alıntılayacağım sonra kendi tespitlerimi söyleyeceğim:


''Bu ayet (Tevbe 40) gelenek tarafından Peygamber'in hicreti sırasında gerçekleşmiş bir olayı anlattığı şeklinde yorumlanır.Buna göre Peygamber ve yol arkadaşı Ebubekir Hicret esnasında bir mağaraya sığınmışlardır.(Sevr Mağarası) Daha sonra mağaranın girişine ağ ören örümcek veya yuva yapan güvercin gibi motiflerle olayın etrafında mitolojik bir örüntü yaratılır. Hatta büyük İslam alimi ve tarihçisi Taberi şöyle bir olay aktarır .(Schub, s307) : '' Ebubekir camide Tevbe suresini okuyacak bir gönüllü arar. Okuyan kişi Tevbe 40'taki ''arkadaşına şöyle diyordu'' kısmına geldiğinde Ebubekir gözyaşlarına boğulur ve şöyle der: ''O benim, Allah'ım, arkadaşı benim.''
Halbuki bu ayette ne peygamberden ne de arkadaşından bahsedilmektedir. Kuran'dan yıllar sonra ortaya çıkan geleneğe değil de daha önce kaleme alınmış literatüre göz attığımızda ayette ilginç Biblikal (Yahudi-Hristiyan literatürüne ait) motifler görmek zor değildir.
TaNaH'ın (Yahudi Kutsal Kitabı) 1. Samuel kitabı 23. bölümüne baktığımızda Saul'un Davut'u öldürmeye çalışması anlatılır. (Schub, s308) Oysa Saul'un oğlu Jonathan (Yonatan) Davut ile birliktedir ve Davut'a ''korkmamasını'' ,Saul'un ona dokunmayacağını ve sonunda Davut'un İsrail Kralı olacağını , kendisinin de Davut'un ikinci adamı olacağını söyleyerek onu teskin eder.(sakinleştirir.) TaNaH'ın başka bölümlerinde (57.Mezmur ve 142. Mezmur) Davut'un Yonatan'la buluştuğu ve Saul'dan kurtulduğu yer bir ''mağara'' olarak anılır. (Schub,s309). Hatta ''örümceğin mağara girişine ağ yapması'' da Davut için geliştirilmiş mitolojinin bir parçasıdır.
Görüyorsunuz olaya Kuran'dan çok sonra değil de daha önce yazılmış ve Kuran yazıldığı dönemde zaten ortada olan kaynaklar açısından baktığımızda olay daha anlaşılır oluyor. Şimdi ben sizin için bu Davud ,Yonatan ,Saul olayını TaNaH'ı kullanarak ayetlerle açayım:

1.Samuel 23:7 -29 (* yerlere dikkat)
7 Saul, Davut`un Keila Kenti`ne gittiğini duyunca, “Tanrı Davut`u elime teslim etti” dedi, “Davut sürgülü kapıları olan bir kente girmekle kendini hapsetmiş oldu.”
8 Böylece Saul, Keila`ya yürüyüp Davut`la adamlarını kuşatmak amacıyla bütün halkı savaşa çağırdı.
9 Davut, Saul`un kendisine bir düzen kurduğunu duyunca, Kâhin Aviyatar`a, “Efodu* getir” dedi.
10 Sonra şöyle yakardı: “Ey İsrail`in Tanrısı RAB! Ben kulun yüzünden Saul`un gelip Keila`yı yıkmayı tasarladığına dair kesin haber aldım.
11 Keila halkı beni onun eline teslim eder mi? Kulunun duymuş olduğu gibi Saul gelecek mi? Ey İsrail`in Tanrısı RAB, yalvarırım, kuluna bildir!” RAB, “Saul gelecek” yanıtını verdi.
12 Davut RAB`be, “Keila halkı beni ve adamlarımı Saul`un eline teslim edecek mi?” diye sordu. RAB, “Teslim edecek” dedi.
13 Bunun üzerine Davut ile yanındaki altı yüz kadar kişi Keila`dan ayrılıp oradan oraya yer değiştirmeye başladılar. Davut`un Keila`dan kaçtığını öğrenen Saul oraya gitmekten vazgeçti.
14 Davut kırsal bölgedeki sığınaklarda ve Zif Çölü`nün dağlık kesiminde kaldı. Saul her gün Davut`u aradığı halde, Tanrı onu Saul`un eline teslim etmedi.
15 Davut Zif Çölü`nde, Horeş`teyken, Saul`un kendisini öldürmek için yola çıktığını öğrendi.
***16 Bu arada Saul oğlu Yonatan kalkıp Horeş`e, Davut`un yanına gitti ve onu Tanrı`nın adıyla yüreklendirdi.
***17 Korkma! dedi, “Babam Saul sana dokunmayacak. Sen İsrail Kralı olacaksın, ben de senin yardımcın olacağım. Babam Saul da bunu biliyor.”
***18 İkisi de RAB`bin önünde aralarındaki antlaşmayı yenilediler. Sonra Yonatan evine döndü, Davut ise Horeş`te kaldı.
19 Zifliler Giva`ya gidip Saul`a, “Davut aramızda” dediler, “Yeşimon`un güneyinde, Hakila Tepesi`ndeki Horeş sığınaklarında gizleniyor.
20 Ey kral, ne zaman gelmek istersen gel! Davut`u kralın eline teslim etmeyi ise bize bırak.”
21 Saul, “RAB sizi kutsasın! Bana acıdınız” dedi,
22 Gidin ve bir daha araştırın; Davut`un genellikle nerelerde gizlendiğini, orada onu kimin gördüğünü iyice öğrenin. Çünkü onun çok kurnaz olduğunu söylüyorlar.
23 Gizlendiği yerlerin hepsini öğrenip bana kesin bir haber getirin. O zaman ben de sizinle gelirim. Eğer Davut o bölgedeyse, bütün Yahuda boyları içinde onu arayıp bulacağım.”
24 Böylece Zifliler kalkıp Saul`dan önce Zif`e gittiler. O sırada Davut`la adamları Yeşimon`un güneyindeki Arava`da, Maon Çölü`ndeydiler.
25 Saul ile adamlarının kendisini aramaya geldiklerini öğrenince Davut aşağıya inip Maon Çölü`ndeki kayalığa sığındı. Saul bunu duyunca Davut`un ardından Maon Çölü`ne gitti.
26 Saul dağın bir yanından, Davut`la adamları ise öbür yanından ilerliyordu. Davut Saul`dan kaçıp kurtulmaya çalışıyordu. Saul`la askerleri Davut`la adamlarını yakalamak üzere yaklaşırken,
27 bir ulak gelip Saul`a şöyle dedi: “Çabuk gel! Filistliler ülkeye saldırıyor.”
28 Bunun üzerine Saul Davut`u kovalamayı bırakıp Filistliler`le savaşmaya gitti. Bu yüzden oraya Sela-Hammahlekot*fn* adı verildi.
29 Davut oradan ayrılıp Eyn-Gedi bölgesindeki sığınaklara gizlendi.


Davut'un gizlendiği sığınak mağara yine efendim.

Şimdi Tufan Çelebi'nin refrans verdiği 57 ve 142. Mezmurlar'a bakalım:
57.Mezmur
(Mez.108:1-5)
j Müzik şefi için - “Yok Etme” makamında Davut`un Miktamı - ''Saul`dan kaçıp mağaraya sığındığı zaman''

BÖLÜM 57
1 Acı bana, ey Tanrı, acı, Çünkü sana sığınıyorum; Felaket geçinceye kadar, Kanatlarının gölgesine sığınacağım.
2 Yüce Tanrı`ya, Benim için her şeyi yapan Tanrı`ya sesleniyorum.
3 Gökten gönderip beni kurtaracak, Beni ezmek isteyenleri azarlayacak, * Sevgisini, sadakatini gösterecektir.
4 Aslanların arasındayım, Alev kusan insanlar arasında yatarım, Mızrak gibi, ok gibi dişleri, Keskin kılıç gibi dilleri.
5 Yüceliğini göster göklerin üstünde, ey Tanrı, Görkemin bütün yeryüzünü kaplasın!
6 Ayaklarım için ağ serdiler, Çöktüm; Yoluma çukur kazdılar, İçine kendileri düştüler.
7 Kararlıyım, ey Tanrı, kararlıyım, Ezgiler, ilahiler söyleyeceğim.
8 Uyan, ey canım, Uyan, ey lir, ey çenk, Seheri ben uyandırayım!
9 Halkların arasında sana şükürler sunayım, ya Rab, Ulusların arasında seni ilahilerle öveyim.
10 Çünkü sevgin göklere erişir, Sadakatin gökyüzüne ulaşır.
11 Yüceliğini göster göklerin üstünde, ey Tanrı, Görkemin bütün yeryüzünü kaplasın!

142. Mezmur
1 Yüksek sesle yakarıyorum RAB`be, Yüksek sesle RAB`be yalvarıyorum.
2 Önüne döküyorum yakınmalarımı, Önünde anlatıyorum sıkıntılarımı.
3 Bunalıma düştüğümde, Gideceğim yolu sen bilirsin. Tuzak kurdular yürüdüğüm yola.
4 Sağıma bak da gör, Kimse saymıyor beni, Sığınacak yerim kalmadı, Kimse aramıyor beni.
5 Sana haykırıyorum, ya RAB: “Sığınağım, Yaşadığımız bu dünyada nasibim sensin” diyorum.
6 ''Haykırışıma kulak ver, Çünkü çok çaresizim; Kurtar beni ardıma düşenlerden, Çünkü benden güçlüler.''
7 ''Çıkar beni zindandan, Adına şükredeyim. O zaman doğrular çevremi saracak, Bana iyilik ettiğin için.''

Gördüğünüz gibi Davut mağaraya sığınıyor ve Tanrı'ya yakarıyor. Onun en büyük arkadaşı da onu öldürmek isteyen ilk İsrail Kralı Saul'un Oğlu Yonatan. Davut'u seviyor ve onu destekliyor onu teselli ediyor.

Şimdi Tufan Çelebi'nin bahsettiği Davut'un kaldığı mağaraya örümceğin ağ örme hikayesinin nerde geçtiğine bakalım...

Arkadaşlar benim araştırmalarım sırasında net olarak bulabildiğim kaynak Mezmurlar'ın Aramice tercümesi (Targum'u oldu.) Biliyorsunuz TaNaH'ın Aramice çevirilerine Targum (Tercüme) denir.

İşte bu Mezmurlar Kitabının Aramice tercümesinde Davut'un sığındığı mağaraya mucize olarak bir örümceğin ağ örmesi anlatılıyor. Neden Orjinal İbranice Mezmur'da yok derseniz biliyorsunuz bu tür tercümeler her zaman yazarın ve geleneğin yorumunu da içerir ve dilden dile farklı motifler eklenir. Bu Targum'un net bir tarihlemesini yok ama en geç gördüğüm tarih ''9. yüzyıldı'' yani 800'lü yıllar.

''En makul tarihleme ise bu Targum'un Roma İmparatorluğu'nun 476'daki Düşüşü döneminde yazılmış olması.''

Talmud zamanında yazıldı diyenler de var ama şöyle bir tarih aralığı verirsek bu Targum en geç 9. yüzyılda yazılmış makul olan tarihleme ise 5. yüzyıl ( 476 civarları )

Sonuçta Siyerlerde çok geç yazılmaya başlandığı için bu Targum'un içeriği (yazılma tarihi olmasa dahi içerği kesinlikle çok eski) kesinlikle Siyerler'den eski diyebiliriz. Bu Targum'un 57. Mezmur çevirisinin 3. ayetine bakarsak şöyle diyor:

İngilizce: Mezmurlar 57: 3 (Targum) : "I will pray before God Most High, the mighty one, who commanded the spider who completed a web for me."

Türkçe: "En Yüce Olan Tanrı'nın önünde yalvarıyorum, Her Şeye kadir olan ve benim için (mağara girişine) örümceğin ağ örmesini emredene.''

Davut'un burada sığındığı mağara Adullam Mağarası ve ne tesadüf ki 1. Samuel 22'de Tapınak'ın kahinlerinden Ahimelek'in oğullarından Aviyatar bu mağaraya girip Davut'a kaçıyor.

Hikayeyi. 1. Samuel 22: 20-23'ten okuyalım:
1. Samuel 20-23 / Yalnız Ahituv oğlu Kâhin Ahimelek`in oğullarından Aviyatar adında biri kurtulup Davut`a kaçtı.
21 Aviyatar Saul`un RAB`bin kâhinlerini öldürttüğünü Davut`a söyledi.
22 Davut Aviyatar`a, “O gün orada bulunan Edomlu Doek`in olup biteni Saul`a bildireceğini anlamıştım zaten” dedi, “Babanın bütün aile bireylerinin ölümüne ben neden oldum.
23 ''Yanımda kal ve korkma! Seni öldürmek isteyen beni de öldürmek istiyor. Yanımda güvenlikte olursun.''


Tevbe 40'ta da biri diğerine ''üzülme Allah bizimle beraberdir'' diyordu. bunu Davut'un Aviyatar'a söylediği ''korkma yanımda kal yanımda güvenlikte olursun'' ifadesiyle ayrıca karşılaştırınız...

Sonuç olarak Ebebekir'dense Yonatan (ve belki de Aviyatar) ; Muhammed'tense Davut ; Sevr'dense Adullam Mağarası Tevbe 40 için daha makul ve uygundur. Sevgilerle.

Not: Aramice Mezmurlar Targumu (İngilizce tercüme 57. Mezmur /Psalm 57)
http://www.targum.info/pss/ps2.htm

57. Mezmur'un İngilizce Tamamı (Targum):
1. For praise, concerning the distress at the time when David said, “Do not harm.” It was spoken by David, humble and innocent, when he fled from Saul’s presence in the cave.
2. Have mercy on me, O God, have mercy on me, for in your word my soul has trusted, and in the shade of your Presence I will be confident until the turmoil passes.
3. I will pray before God Most High, the mighty one, who commanded[92] the spider who completed a web for me.
4. He will send[93] his angel from heaven above, and he will redeem me; he has put to shame the one who bruises me, forever; God will send his goodness and his truth.
5. My soul glows[94] while in the midst of flames; I will sleep among coals that burn, the sons of men whose teeth are like lances and arrows, and whose tongue is like a sharp sword.
6. Be exalted over the angels of heaven, O God; your glory is over all those who dwell on earth.
7. They have set a net for my footsteps; my soul is bowed down; they dug before me a pit, they have fallen into the middle of it forever.
8. My heart is turned to your Torah, O Lord; my heart is turned to fear you; I will praise and sing!
9. Wake up, my glory! Wake up to praise by means of the harp and lyre; wake up for the prayer of morning.
10. I will give thanks before you among the peoples, O Lord; I will praise you among the nations.
11. For your goodness is high to reach the heavens, and your truth, to the clouds.
12. Be exalted, O Lord, above the angels of heaven; O God, above all the inhabitants of the earth is your glory.

SİZDEN GELENLER | Yazan: A-gnostik

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

HERKÜL (HERAKLES) VE 12 GÖREVİ

GF, mitoloji, yunan mitolojisi, Herkü'lün 12 görevi, Herakles'in 12 görevi, Herkül ve cerberus, Girit boğası, Herkül'ün sınavları, Zeus'un gebe bıraktığı kadın, roma mitolojisi, Herkülün kefaretini ödediği 12 iş
Herakles klasik mitolojinin en popüler ve en ünlü kahramanlarından biridir. Roma mitolojisinde Herkül diye adlandırılır. Yunan ve Latin mitos yazarlarını son derece etkileyen efsanevi bir kişiliktir. Yunan boylarının ve özellikle Dor´ların kahramanlık görüş ve anlayışlarını kişiliğinde toplayan Herakles bir çeşit ulusal kahraman olmuştur. Yaptığı işlerle insanlığa sonsuz iyiliği dokunsa da kendisi trajik bir kişidir. Olağanüstü bir güce sahip olan Herakles, kıvrak zekası ile de anılan bir karakter olmuş, mitsel bir savaşçıdan ölümsüz bir tanrıya dönüşmüş ve daha sonra kendisine bu şekilde tapılmıştır.

Kahraman olmayı kendisi seçmemiş, tanrı vergisi kuvveti ise onun istemeyerek suç işlemesine ve kendinden geçip çıldırmasına neden olmuştur. Özellikle İlk doğduğu günden beri peşini bırakmayan Hera´nın kin ve öfkesi onu rahata kavuşturmamıştır.

Herakles (Herkül), Zeus ile kahraman Perseus’un soyundan gelen ve güzelliği ile de tanınan Alkmene’nin oğludur. Zeus’un tanrılar ve devler arasında yaklaşan bir savaş için ölümlü bir kahramana ihtiyacı vardır. Thebai Sarayı’nda yaşayan Alkmene’yi Herakles’i doğurması için seçer ve Alkmene’nin henüz yeni evlendiği eşi Amphitryon’un bir savaş için saraydan ayrılmasını fırsat bilerek kocasının kılığına girip Alkmene’yle beraber olur. Aslında Alkmene asıl eşi olan Amphitryon’dan da gebedir ve Zeus bunu bildiğinden Alkmene’nin ikinci kez doğum sancısı çekmemesi için çocukların ikiz olarak doğmasını sağlayacaktır.
Zeus, kahraman Perseus’un soyundan dünyaya gelecek olan bu çocuğun çok büyük bir güce sahip olacağını da bilir.
Alkmene’nin kocası Amphitryon sabah eve döndüğünde karısıyla yatmak ister ancak Alkmene, gece birlikte olduklarını düşündüğü için buna isteksiz olduğunu belli edecek şekilde davranır. Bundan şüphelenen Amphitryon bir kahine danışır ve kahinden Zeus’un Alkmene ile o gece beraber olduğunu öğrenir.
Zeus’un Alkmene’yi gebe bıraktığını öğrenen Hera büyük bir kıskançlık ve Herakles’e karşı da nefret duyar. Zeus’a söz verdirir ki Perseus soyundan ilk doğacak çocuk, insanlar üzerinde büyük bir egemenlik kuracaktır. O sırada Mykeneai’ya giderek orada Perseus’un soyundan olan Sthenelos’u bulur. Sthenelos’un karısının yedi aylık gebe olduğunu bilen Hera ebe tanrıça Eileithyia’dan kadını yedi aylıkken doğurtmasını ve Alkmene’nin doğumunu da geciktirmesini ister. Yedi aylıkken doğan o çocuk Eurystheus’tur.

Herakles’ten erken doğan Eurystheus böylece Tiryns kralı olur. Hera Eurysheus’u erken doğurtmakla Herakles’in elinden haklarını almış olur ayrıca bununla da kalmayarak, sekiz aylıkken Herakles ikizi İphikles’le birlikte beşiğinde yattığı bir gün çocukları boğmak için iki kocaman yılan gönderir. Yılanları gören İphikles ağlamaya başlar ancak Herakles yılanları elleriyle yakalar ve sıkarak boğar. Hera’nın kıskançlığından korkan Alkmene, Herakles’i Thebai’nin dışında bir tarlaya bırakır. Bu sırada Zeus’un isteğiyle Athena Hera’yı yanına alarak yürüyüşe çıkmıştır. Bebeği gören Athena şaşırmış gibi yaparak çocuğu Hera’ya gösterir ve “Haydi, senin memelerinde nasılsa süt var, izin ver de şu küçük yaratık da birazını emsin.” der. Hera hiç düşünmeden çocuğu emzirmek için kucağına alır. Herakles tanrıçanın memesini öyle kuvvetli emer ki Hera duyduğu acıyla bebeği yere fırlatır. Bu arada göğsünden fışkıran süt gökyüzüne ulaşarak adına Samanyolu (Süt Yolu, Milky Way) denilen yıldız kümesini oluşturur.

Krallıkta gözü olmadığı söylenen Herakles üstün bir eğitim görür: Amphitryon ona araba kullanmasını, Eurytos ok atmasını, Linos da güzel saz çalmasını öğretirler. Çok sayıda çocuğa sahip olan Herakles, Hera yüzünden cinnet geçirerek kendi çocuklarını öldürür. Herakles bu cinayetten sonra Delphoi’ye, Pythia Apollonu kâhinine danışmaya gider. Kâhin ona 12 yıl süreyle Eurystheus’un hizmetinde çalışmasını emreder. Kimi düşünürlere göre bu durum bir kahramanın çektiği eziyetleri haklı göstermek ihtiyacına cevap vermektedir ya da bedenini köleliğinden derece derece kurtulan “ruhun sınanışları”nı, nihai tanrısallaşmaya varana dek çekilen çileleri temsil eder.

Herakles'in , Eurystheus'un emri ile yaptığı ve günahlarının kefaretini ödediği 12 işi sırasıyla şu şekildedir ..

1) Nemea Aslanı
Eurystheus’un, Herakles’e verdiği ilk görev Nemea bölgesinde dehşet saçan aslanı öldürmesi olur. Nemea Aslanı, aslında mitolojide geçen diğer yaratıkların, Typhon ile Ekhidna’nın oğlu, Kerberos ve Sfenks’in ise kardeşidir. Herakles aslanla karşılaştığında oklarının da, büyük tahta sapanının da bir işe yaramadığını anlar. Bu yaratık, aslında postunun delinmez olduğuna inanılan bir yaratıktır. Herakles canavarı köşeye sıkıştırmayı ve güreşerek yere yıkmayı başarır.

Hayvanı boğarak öldüren Herakles derisini aslanın pençesiyle yüzerek üstüne giyer. Bu post sayesinde Herakles’e ok işlemez olmuştur. Herakles’in, Yunan resim ve heykellerinde çoğu kez bu ganimeti giyindiği görülür. Hera, aslanı Leo takımyıldızında ölümsüzleştirir. (Nemea yolunda Herakles’i, oğlu aslan tarafından parçalanıp yenmiş fakir bir köylü, Molorkhos, konuk eder. Otuz gün sonra dönüşünde Molorkhos’un koçunu birlikte Zeus’a sunarlar. Herakles burada Nemea oyunlarını başlatır.)

2 ) Lerne Hydra'sı
Çok başlı bir yılan şeklinde tasvir edilen Lerne Hydra’sı, Herakles’i sınamak amacıyla Hera tarafından özel olarak yetiştirilmiştir. Yılana ait her kafanın yerinde bir yenisi bittiği için bu görevde Herakles’e yeğeni İolaos yardım eder. Herakles zehir saçan kafaları bir bir koparır ve ölümsüz olan ortada ki kafayı da kocaman bir kayanın altına gömer. Herakles daha sonra oklarını Hydra’nın zehirlerine batırarak, onları zehirli bir hale getirir.

3) Keryneia Geyiği
Geyiği bir sene boyunca Yunanistan ve Trakya'da takip eden Herakles, geyiği yorulup bir su pınarı başında dinlenirken yakalamış, kaçmak için hiçbir gücü kalmayan geyik, çaresiz Herakles'e boyun eğmiştir.

Eurystheus, bu görevde, Herakles'in geyiği yakalaması sebebiyle, Artemis'in gazabından kurtulamayacağını planlamış, fakat bu plan Herakles'in; Artemis ve Apollo ile dönüş yolunda karşılaşıp, durumunu anlatıp, merhamet dilemesi ve geyiği geri getireceğini dair söz vermesi ile suya düşmüştür.

Heracles, Eurystheus'un yanına gelip, geyiği kral için getirdiğini söylemiş, kral geldikten sonra, geyiği tam Eurystheus'e teslim etme sırasında ipini erken salıvermiş, göz açıp kapayıncaya kadar kaçan geyik ise Tanrıça Artemis'e geri dönmüştür. Herakles bunun üzerine Kral'a, yeterince hızlı olmadığını ve bunun onun hatası olduğunu anlatarak, hem görevini başarı ile bitirmiş hem de Artemis'e verdiği sözünü yerine getirmiştir.

4) Erymanthos Yaban Domuzu
Herakles’in dördüncü görevi, Arkadia’daki Erymanthos dağında yaşayan ve civardaki köyleri yakıp yıkarak büyük zararlar veren devasa yaban domuzunu canlı olarak yakalamaktır. Keskin dişleri olan domuz çok tehlikelidir. Herakles kısa bacaklarına rağmen çok hızlı koşan domuzu karların üstüne sürer ve yorulan hayvanı bir müddet sonra yakalamayı başarır.Yaban domuzunu bağlayarak sırtına atan Herakles bu halde Mykene’ye ulaştığında dördüncü görevini de başarıyla tamamlamış olur.

5) Augias’ın Ahırları
Eurystheus’un Herakles’e verdiği beşinci görev, kral Augeias’a ait sığırların konulduğu pis ahırları bir günde temizlemekti. Augeias’ın hayvanları bütün hastalıklara karşı bir çeşit bağışıklığa sahipti ve verimleri de çok iyiydi. Sığır ve koyunlarının tutulduğu ahırlar yıllarca temizlenmemiş, yaydığı koku ise tüm Peloponnesos’a öldürücü zehir saçmaya başlamıştı.

Herakles, Elealı Menedemos’un tavsiyesi ve İolaos’un yardımıyla ahırın duvarına iki delik açar. Daha sonra yakınlardan geçen Alpheus ve Peneios ya da Menios nehirlerinin yataklarını değiştirerek, nehir sularının ahıra akmasını sağlar. Böylece ahırları hiç uğraşmadan temizlemiş olur.

6) Stymphalos Gölü’nün Kuşları
Herakles’in altıncı görevi Stymphalos Gölü’nde yaşayan kuşları yok etmekti. Bu gölde yaşayan ve Ares için kutsal sayılan bu kuşların çelikten gagaları, pençeleri ve tüyleri vardı. Kuşlar Stymphalos Gölü’nün etrafından üreyerek sürüler oluşturur ve çelikten tüylerini insan ve hayvanlara fırlatarak onları öldürürlerdi. Zehir saçan dışkılarıyla da ekinleri küflendirerek zarar verirlerdi.
Herakles, gölün kenarına ulaştığında sayıları çok fazla olan kuşlara ne yapacağını düşünüyorken Tanrıça Athena, Hephaistos tarafından tunçtan yapılan bir çıngırağı Herakles’e verir. Herakles bataklığa bakan yüksek bir dağa çıkar ve çıngırağı kullanır. O kadar kuvvetli bir ses çıkar ki tüm kuşlar korkudan çıldırmış bir şekilde havalanarak gökyüzüne kaçarlar. Kaçanlardan birçoğunu Herakles oklarıyla vurmayı başarır.

7) Girit Boğası
Herakles’in yedinci görevi, Tethris Nehri’nin suladığı bölgelerde ekinleri köklerinden söküp meyve bahçelerini çevreleyen duvarları yerle bir ederek Girit’te dehşet saçan boğayı yakalamaktır. Herakles Girit’e gittiğinde Kral Minos ona her türlü yardımı yapmayı teklif eder ancak Herakles hiçbir yardımı kabul etmez.
Herakles, hayvanı önce yorup daha sonra kolları ile kavrayarak yakalar , ardından Atina'ya, Eurystheus'a ulaştırmayı başarır. Eurystheus'un hayvanı Hera için kurban etmek istemesi üzerine, Hera bunun Herakles'e daha fazla şan ve şöhret kazandıracağını düşünerek reddedip, hayvanın salıverilmesini emreder.

8) Diomedes’in Atları

Sekizinci görev, Trakya kralı Diomedes’e ait olan dört vahşi kısrağı yakalamaktı. Diomedes savaşçı bir halk olarak anılan Bistonelerin hükümdarıydı. Kral, kısrakları demir zincirlerle, tunçtan yapılmış yemliklere bağlar ve masum konuklarını atlara yem ederdi.

Herakles bu görevde ona aşık olan erkek sevgililerinden Abderus'u ve birkaç arkadaşını yardıma çağırarak bu atları yakalar, fakat yolda Diomedes'in saldırısına uğrarlar. Diomedes ile savaşırken, atların kontrolünü Abderus'a bırakan Herakles, Diomedes'i yenilgiye uğratır fakat bu sırada kontrolden çıkan atlar, Abderus'u yiyerek paramparça ederler.
Bunun üzerine çok üzülüp kızan Herakles, Diomedes'i öldürüp, onu kendi atlarına yem eder ve ölen Abderus'un mezarının yanında, Eski Yunan'ın en önemli şehirlerinden biri olan Abdera'yı kurar.
Karınlarını iyice doyuran hayvanlar sakinleşirken, Herakles de onların bu durumu sayesinde kolayca hayvanları Atina'ya y,ulaştırır ve görevini tamamlar. Eurystheus hayvanların Zeus için kurban edilmesi amacı ile Olympos'a göndermek istemesine rağmen, Zeus bu hediyeleri kabul etmemiş ve bu hayvanların öldürülmesi amacı ile kurtlar ve aslanlar göndermiştir.

9) Amazonlar Kraliçesi Hippolyta’nın Sihirli Kemeri
Herakles’in dokuzuncu görevi, Eurystheus’un kızı Admete’nin isteği üzerine, normalde Ares’e ait olan fakat Amazonların Kraliçesi Hippolyta’nın kullandığı kemeri ele geçirmekti. Herakles ve arkadaşları bu görevi yerine getirmek üzere gemiyle yola çıkar ve Amazonların limanına varırlar. Çok geçmeden kendisini ziyarete gelen Hippolyte, genç adamın kaslarına hayran kalır ve kemeri duyduğu aşkın bir göstergesi olarak Herakles’e verir. Ancak Amazon kılığına giren Hera, limana gelen bu yabancıların Hippolyte’yi kaçıracakları söylentisini etrafa yayar.
Bunun üzerine Amazonlar gemiyi ablukaya alır. Herakles, bunun üzerine kendisine ihanet edildiğini düşünerek Hippolyte’yi öldürür.

10) Geryon'un Sürüleri

Herakles'in onuncu görevi, Erytheia'da bulunan ve Geryoneus'a ait olan kırmızı sığırları Atina'ya getirmekti. Bu zorlu görev öncesi çok sıcak Libya Çölünü geçmek zorunda olan Herakles, çölde yol alırken, sıcaktan çok sinirlenir. Bunun üzerine Güneş'e (Helios) ok atıp sinirinin geçmesini sağlamaya çalışan Herakles'e, Helios bu cesaretine duyduğu takdirden ötürü, altından bir kayık hediye eder. Herakles bu kayık ile Akdeniz'e yol alarak Erytheia adasına ulaşır.

Adaya çıktıktan sonra ilk olarak çoban köpeği Orthrus ile karşılaşan Herakles hayvanı, zeytin ağacından yapılma sopası ile öldürür. Orthrus'un ardından, çoban Eurytion'u da aynı şekilde devre dışı bırakan Herakles'in karşısına en son olarak Geryoneus çıkar.

Hidra kanına bulanmış oklarından biri ile Geryoneus'u alnının ortasından vuran Herakles, Korkunç titan'ın acı bir bağırışı ile ölmesine tanıklık eder. Bundan sonra, Eurystheus'a götürmek üzere, sığırlarla birlikte yola çıkan Herakles, İtalya'daki Aventine Tepesi yakınlarında mola verip uyuduğu sırada, sürünün bir kısmı Cacus tarafından çalınır. Sürünün geri kalanı ile yoluna devam eden Herakles, yolda bir mağara girişine geldiğinde, mağaranın içerisinden dışarıdaki hayvanlara gelen çağrıları duyar. Bunun üzerine mağaraya giren Herakles, Cacus'u mağaranın içerisinde öldürerek, çalınan hayvanları tekrar sürüye katar.

Atina'ya olan yolculuğu esnasında, Hera'nın gönderdiği dev bir at sineği tarafından korkup dağılan hayvanları toplamak için bir yıl daha vakit harcayan Herakles, yine Hera tarafından yol üzerinde suları yükseltilmiş olan bir nehri aşmak için de, nehrin bir kısmını taşlar ile doldurarak sığ bir alan oluşturur ve sığırların bu kısımdan geçmesini mümkün kılar.
Uzun uğraşlar sonunda sürüyü Atina'ya ulaştıran Herakles, sığırları Eurystheus'e teslim eder. Eurystheus ise hayvanların tümünü Hera'ya adak olarak kurban eder.

11) Hesperidlerin Altın Elmaları
Kendisine verilen on görevi sekiz yıl gibi bir sürede bitiren Herakles’in ikinci ve beşinci görevini saymayan Eurystheus, ona iki görev daha verir. Herakles’in on birinci görevi ise, Hera’nın kutsal bahçesinde bulunan altın elma ağacından bir meyveyi getirmektir. Bu bahçe Atlas Dağı’nın altında bulunur ve Atlas’a ait binlerce at burada dinlenirdi. Atlas’ın kızları yani Hesperidlerin, bahçeye girip elmaları çalması yüzünden Hera bu ağaçları koruması için korkunç bir canavar olan Ladon’u görevlendirir. Ayrıca Atlas da bahçeyi sahiplenir ve onları korumayı kendine görev bilirdi.
Herakles yolculuğu sırasında ak saçlı yaşlı Deniz Tanrısı Nereus’u bulur ve altın elmalara nasıl ulaşacağını sorar. Bu bilgiyi almak için şekil değiştirmekte çok usta olan Nereus’u sıkıca yakalayan Herakles, tanrının geçirdiği birçok değişikliğe rağmen ona sarılmayı bırakmaz. Sonunda Nereus, Herakles’e elmaları kendi eliyle toplamamasını, Atlas’a toplatması gerektiğini tembihler.
Herakles bahçeye ulaşır ulaşmaz Atlas’ın yanına gider ve Eurystheus’a götürmek için elmaları kendisi yerine toplamasını ister. Atlas’ın görevi gök kubbeyi taşımak olduğundan birkaç saatlik rahatlama için yapamayacağı şey yoktur. Gök kubbeyi Herakles’e devreder ve elmaları toplamaya gider. Ne var ki elmayla dönen Atlas’a özgürlük çok cazip gelir ve elmaları Eurystheus’a kendi götürmek istediğini söyler. Herakles ise kurnazca davranak bu isteği kabul etmiş gibi davranır fakat başının altına bir destek almak için Atlas’tan yükü kısa bir süreliğine tutmasını ister. Herakles’e inanan Atlas elmaları yere bırakır ve gök kubbeyi tekrar omuzlar. Bunu fırsat bilen Herakles ise elmaları yerden alarak hemen oradan uzaklaşır.

12) Cerberus'un Ölüler Ülkesinden Kaçırılması
Herakles'in on ikinci ve son görevi, Hades'in krallığını yaptığı ölüler diyarının bekçi köpeği olan Cerberus'u Atina'ya getirmekti. Görevi aldıktan sonra, diğer tarafa geçmek için Eleusis'tan yardım ve bilgi alan Herakles, Tanareum bölgesinde ölüler diyarına geçiş yapabileceği girişi bulur. Athena ve Hermes'in yardımı ile girişten geçen ve Charon'u da yine Hermes'in yardımı ile geride bırakan Herakles Cerberus'u ararken, Ölüler diyarında Hades tarafından zincirlenen Thesus'u sihirli kelepçelerinden güç de olsa kurtarır.

Hades ve Persephone'un karşısına çıkıp durumunu anlatan Herakles, onların onayını alarak Cerberus'u geri getirmek üzere izin alır. Cerberus'un karşısına çıkıp, güreşte onu yenmeyi başaran Herakles, Cerberus'u yeraltı dünyasından çıkararak Atina'ya; Eurystheus'un karşısına çıkarır. Korkudan nereye saklanacağını bilemeyen Eurystheus, yakınında bulunan büyük bir Amfora'nın içerisine saklanır.

Herakles böylelikle 12 Görevini de başarıyla bitirmiş olur.

Kendisine verilen görevleri yerine getirdikten sonra Thebai’ye dönen Herakles, o sırada otuz üç yaşına basmış olan Megara’yı birlikteliğinin kendisine uğursuzluk getirdiğini ileri sürerek yeğeni İolaos ile evlendirir. Kendine de daha fazla talih getireceğine inandığı genç bir eş aramaya koyulur.
Daha sonra Herakles, kral Oineus’un kızı Deianeria ile evlenir. Deianeria ile Evenos Nehri’ne gelirler ve orada tanrılar tarafından nehrin kayıkçısı olarak seçildiğini söyleyen Kentaurlardan Nessos ile karşılaşırlar. Deianeria’yı sağ salim karşı kıyıya geçirirken, Herakles de nehri geçmek için yüzmeye başlar. Ne var ki pazarlıkta anlaşılmasına rağmen Herakles’in sopasını ve yayını nehrin karşısına fırlattığını gören Nessos verdiği sözden döner ve Deianeira’yı bıraktığı kıyıya dönerek genç kadına sahip olmaya çalışır. Eşini kurtarmak için yayını alan Herakles, Nessos’a doğru nişan alır ve yarım millik bir mesafeden onu göğüsünden vurur.
Nessos, Deianera’ya dönerek, “Eğer yere dökülen tohumları toplar ve yaramdan akan kanla karıştırıp, biraz da zeytinyağı ilave edersen bir aşk iksiri elde edeceksin. Bu karışımı onun gömleğine sürdüğünde artık kocanın seni aldatacağından hiç korkma!” der.

Deianeria hayatını Trakhis’te, Herakles’in kendisini aldatmasından bıkmış olarak sürdürürken aşk iksirini kullanmaya karar verir. Herakles’in seramonide giyeceği tuniği örmeye başlar ve bitirdiğinde iksiri tuniğe sürer. Herakles tuniği giydiğinde, vücut ısısı zehri hareketlendirerek derisine yapışıp yakmasına neden olur. Herakles duyduğu acıyla tuniği ve onunla birlikte derisini de soyup çıkarır. Herakles, acısını ancak ölümün yatıştırabileceğini düşünür. Cenaze için odunları yayar ve üzerlerinde uzanır.
Yanan meşale odunlara değer değmez, bir yıldırım açık gökyüzünde parlayarak odunlara çarpar ve ortaya çıkan bir bulut Herakles’i sararak onu Olympos Dağı’na taşır. Zeus sözünü tutmuş ve Herakles ölümsüz olmuştur.

KAYNAKLAR
Pseudo-Apollodorus (1921). "2.4.12". The Library (in Greek). With an English Translation by Sir James George Frazer, F.B.A., F.R.S. in 2 Volumes. Cambridge, Massachusetts; London: Harvard University Press; William Heinemann Ltd. At the Perseus Project.
Isocrates. "1.8". Isocrates (in Greek). With an English Translation in three volumes, by George Norlin, Ph.D., LL.D. Cambridge, Massachusetts; London: Harvard University Press; William Heinemann Ltd. At the Perseus Project.
According to Walter Burkert.[citation needed]
Hard, p. 253.
Kerényi, p. 186.
Ruck, Carl; Danny Staples (1994). The World of Classical Myth. Durham, North Carolina: Carolina Academic Press. p. 169.
Pseudo-Apollodorus, Bibliotheca 2.5.1–2.5.12.
"NEMEAN LION (Leon Nemeios) - Labour of Heracles in Greek Mythology". www.theoi.com.
Kerenyi, The Heroes of the Greeks (angelo) 1959:144.
Strabo, viii.3.19, Pausanias, v.5.9; Grimal 1987:219.
"Maps of Mount Olympus" (PDF). Archived from the original (PDF) on 2018-09-21. Retrieved 2019-01-01.
Bibliotheca 2.5.7
Morford, Mark P. O., 1929- (2003). Classical mythology. Lenardon, Robert J., 1928- (7th ed.). New York: Oxford University Press. ISBN 0-19-515344-8. OCLC 49421755.
Papakostas, Yiannis G. Daras, Michael D. Liappas, Ioannis A. Markianos, Manolis. Horse madness (hippomania) and hippophobia. OCLC 882814212. PMID 16482685.
"Myths and Legends of Ancient Greece and Rome". www.gutenberg.org. Retrieved 2020-03-24.
"Mares of Diomedes". www.greekmythology.com. Retrieved 2020-03-24.
Graves, Robert, 1895-1985 (28 September 2017). The Greek myths : the complete and definitive edition (Complete and definitive ed.). [London], UK. ISBN 978-0-241-98235-8. OCLC 1011647388.
"DIOMEDES - Thracian King of Greek Mythology". www.theoi.com. Retrieved 2020-03-24.
Rose, H. J. (Herbert Jennings), 1883-1961. (1958). A handbook of Greek mythology : including its extension to Rome. [Whitefish, Montana]: Kessinger Publishing. ISBN 1-4286-4307-9. OCLC 176053883.
Leeming, David Adams, 1937- (1998). Mythology : the voyage of the hero (3rd ed.). New York: Oxford University Press. ISBN 978-0-19-802810-9. OCLC 252599545.
Godfrey, Linda S. (2009). Mythical creatures. Guiley, Rosemary. New York: Chelsea House Publishers. ISBN 978-0-7910-9394-8. OCLC 299280635.
Pseudo-Apollodorus. Bibliotheca, 2.5.10.
Libya was the generic name for North Africa to the Greeks.
Stesichorus, fragment, translated by Denys Page.
Kerenyi, The Heroes of the Greeks, 1959, p.172, identifies him in this context as Nereus; as a shapeshifter he is often identified as Proteus.
In some versions of the tale, Hercules was directed to ask Prometheus. As payment, he freed Prometheus from his daily torture. This tale is more usually found as part of the story of the Erymanthian Boar, since it is associated with Chiron choosing to forgo immortality and taking Prometheus' place.
Pseudo-Apollodorus ii. 5; Hyginus, Fab. 31
Brumble, H. David. Classical Myths and Legends in the Middle Ages and Renaissance: A Dictionary of Allegorical Meanings. Routledge, 2013.
Russell, Donald Andrew; Konstan, David (trs.). Heraclitus: Homeric Problems. Atlanta: Society of Biblical Literature, 2005.

Yazan: Gregoire de Fronsac

OSMANLI PADİŞAHLARI NEDEN HACCA GİTMEDİ ?

K,din, islamiyet, Osmanlı,Osmanlı padişahları, Osmanlı islam devleti miydi, Osmanlı padişahları neden hacca gitmedi,Neden hacca gitmediler, Kanuni Sultan Süleyman, Ali İmran suresi,
Bildiğimiz kadarıyla İslamın beş şartından biri de hayatında bir kez bile olsa Hacca gitmektir. Her Müslüman maddi durumu müsaitse bu ziyareti yapmaya zorunludur. Osmanlı zamanında da muhtemelen zavallı köylüler para biriktirerek bu ziyareti yapmışlar. Ama ne hikmetse odalar dolusu altını, parası olan haneden mensupları hiç bir zaman Hacca gitmemişler. O dönemde bu ziyareti yapmamak için ne tür bahaneler uydurduklarını bilemeyiz ama günümüz tarihçileri padişahları eleştirilerden kurtarmak için yolculuk süresinin çok fazla olduğu yalanını ortaya atmışlar. Savundukları şey budur ki padişahların 9 aylık bir Hac yolculuğuna çıkmaları devlette darbelere yol açabilirdi. Bunu söyleyen tarihçiler Osmanlı padişahlarının yıllarca süren seferlerini nedense görmezden geliyor. Ama gerçek şudur ki padişahlarını putlaştıran düşünme eleştirme kabiliyetini yitiren insanlar bu yalanı afiyetle yiyorlar. Bir kaç misal vereceğim ve beyninizde işlevini yitirmiş düşünme nöronlarını harekete geçirmeye çalışacağım.

Kanuni Sultan Süleyman
Diğer tüm Osmanlı padişahları gibi Kanuni de Hac ziyaretini yapmamış. Nedeni padişahın merkezden uzakta kalacağı dokuz ayın uzun bir süre olması ve tahttan indirileceği korkusu. Ama dokuz aydan korkan padişah nedense başkalarının topraklarını işgal edip haraca bağlamak için bir sene boyunca bazen ondanda fazla zamanını seferlerde geçiriyor hemde İstanbul’dan binlerce kilometre uzakta.
Örneğin:

1. İkinci İran Seferi: 29 Mart 1548-11 Aralık 1550 (1 yıl 8 ay 12 gün)

2. Nahçıvan Seferi: 28 Ağustos 1553-31 Temmuz 1555 (1 yıl 11 ay 3 gün)


Gördüğünüz kadarıyla neredeyse iki senesini ganimet ve yeni topraklar elde etmek için seferde geçiren bir padişah söz konusu, din için bir sefer olduğunda bahaneler uydurmaya başlıyor. Sözde İslam bayrağını taşıyan ve İslamı yaymak için savaştı denilen bu padişahların aslında İslam ve Allah umurlarında olmadığı sadece yeni toprakları işgal etmek ve ganimet elde etmek için savaştıkları anlaşılıyor. Şimdi gelin fırsatı ve imkanı olduğu taktirde İslamın şartlarından biri olan Hacc ziyaretini yapmamanın cezası nedir ona bakalım.

İlk önce Kur-an’a başvuralım:

Ali İmran suresi 97. ayet: "Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır."

Ayette açık bir şekilde imkanı olan (parası ve bineği) herkesin Hacca gitmesinin vacip olduğu anlaşılıyor. Osmanlı padişahlarının bunu yapması için ellerinde her türlü imkanı vardı (atları, develeri, milyonlarca akçe para)

Şimdi ise İslam alimleri ve fıkıh kitapları bilerek Hacca gitmeyenlerle ilgili ne tür bir hüküm koyuyor ona bakalım. İslamın fıkıhta en muteber alimlerinden olan Tirmizi, Ali İmran suresi 97. ayetini tefsir ederken şöyle diyor.

"Kim kendisini Beytullahi'l haram'a (Kabeye) ulaştıracak kadar azık ve bineğe sahip olduğu halde hac etmemişse onun Yahudi veya Hristiyan olarak ölmesi arasında fark yoktur. Zîra, Cenab-ı Hakk şöyle buyurmuştur: "Oraya yol bulabilen insana, Allah için Kâbe'yi hac etmesi gerekir." (Âl-i İmrân 97). (Tirmizî, Hacc 3, (812).

Konuyu biraz daha açarsak elinde yeterince parası ve bineği olan bir kişi bilerek Hacca gitmezse Yahudi ve Hristiyan olarak ölür. Buda kafir olarak ölmek manasına gelir. Zira müslümanlara göre Hristiyan ve Yahudiler son din olan İslamı kabul etmeden ölürlerse kafir olarak ölmüş olurlar. Üstelik bu konuyla ilgili olarak bir tek Tirmizi değil tüm mezhep alimleri olumsuz şeyler söylemiş ve imkanı olduğu halde Hacca gitmemenin günah olduğunu belirtmişler.

Günümüz müslüman tarihçileri Tirmizi’yi sahih bir alim olarak kabul edip Osmanlı padişahlarının bilerek Hacca gitmemesine olumlu yaklaşmaları biraz garip. Aslında garip te değil cünkü bu tarihçiler padişahlar müslüman olarak ölmedi demesi onlarin Türkiye’de putperest (padişahları putlaştıran) insanlar tarafından taşlanmasına ve hükümet seviyesinde profesörlük ünvanlarının ellerinden alınmasına kadar onları götürebilir. Tüm dönemlerde olduğu gibi şimdi de kendine müslüman diyen insanlar kendi menfaatlerini Allah’ın kanunlarından üstün tutarak susmayı tercih ediyorlar. Cünkü insanlar yarattikları Allah ve kanunlardan başkalarını korkuttukları kadar kendileri korkmuyorlar. Dini para kazanma mesleğine çevirmiş şahıslar ise hiç korkmuyorlar. Bunun en bariz örneklerinden biri de kendisine müslüman, Allah’ın yer yüzündeki gölgesi diyen padişahların parası olduğu halde Hacca gitmemesi ve bunun günah olduğunu bildikleri halde makam ve mevkilerini korumak için susan tarihçi ve din hocalarıdır. Sizleri duyduklarınız ve gördükleriniz üzerinde bir daha düşünmeye davet ediyorum. Fazla geç kalmadan şu din tüccarlarından kurtulun ve aklın, mantığın yoluna dönün. Zira kurtuluş bir tek bundadır.

Kaynaklar:
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:5/297-298

Yazan: Kirpi

NAMAZ VE DİN

MT, namaz ve din, din, islamiyet, namaz, Hakkını ara, teizm, nonteizm, Tepkini göster, Tecavüz olayları, Arap seviciler, Namaz nedir?, Cuma namazı,
Öncelikle namazın dinler için öneminin altını çizerek belirtmek isterim. Namaz kişi ile inancı arasında bir meditasyondur. Milattan önce binlerce yıllık bir meditasyonun günümüzdeki halidir. Budizm, Şamanizm, Mandeizm, İslam, Musevilik, Hristiyanlık hepsi antik Mezopotamya dan günümüze taşımış meditasyonun/namazın ta kendisidir.

Aslında kişinin kendine harcadığı bir zaman dilimidir. Gelelim ülkemizdeki namazın-meditasyonun amacına. Şuan camilerde kılınan bütün NAMAZlar iktidara kılınmaktadır! Gerçeğinden kopuk, baskı ve politik hal almıştır. Halbuki ilk cami toplumun gelişmekte olduğu zaman, medeniyet, ve bu uğurda toplumu teknik, felsefik, bilinçlendirme ve geliştirme üzerine kurulmuştur. Ülkemizde amacından saptırılıp tamamen iktidarın politik oyunu haline gelmiştir. İlginç olan bir yanı da cehaleti dayatan bu imamların parasını iktidara, siz müminlerin ödediği vergilerdir.

Arap cehaletini topluma namaz-meditasyon yoluyla encekte edenler bir yandan da etnik ayrımı, ülkenin kültürünü, farklılıklarını yok edip yerine köleliği, fakirliği, haksızlığı , ahlaksızlığı, savaşları kabul eden bir toplum yaratmak için namazı kullanıyorlar ve etkili olduğunu da ifade etmek isterim.

-Dikkat ederseniz insani hak olan demokrasi talep etmek artık din karşıtlığı olarak lanse ediliyor.
-Barış istemek neredeyse imkansız.

Çocuklar ölüyor ama dile getirmek suç.
Kız ve erkek çocuklarına din adı altında tecavüz ediliyor, ve egemen sistem hemen üzerini örtüyor.
Haksız tüm vergiler iktidarı, bu oyunu oynamaya müsait kılıyor.

Şimdi bireyin bundaki gücünü tartışalım, bakın ülkemizde yaşanan tüm haksızlıklara karşı belli ki ses çıkaramıyoruz ama bu çaresiz olduğumuzu göstermiyor.

Tüm bu baskıların farkında olan her BİREY, öncelikle bu baskıların ana motoru olan iktidarın NAMAZını reddedecek camiye gitmeyerek. Evinde kıl. Cuma namazı mutlak camide kılınır diye kural koymuşlar o yüzden seni mecburi yanına çekerek sana emirlerini dayatıyorlar. Kesinlikle mecburi değildir, olsa bile bu yönetim insan haklarına saygılı olmadığı sürece cuma namazını toplu bir şekilde kılmayın evinizde kılın çünkü insanlık elden giderse, senin toplu kıldığın namazın hiç bir kıymeti yoktur.

Sivil itaatsizlik günah değil, mutlak sonuçtur. Maaşını ve emrini bu yönetimden alan ve insanlığa her gün deyim yerindeyse küfreden imamların arkasında saf tutmaktır günah olan. Ben gitmesem ne olacak? Demeden her bireyin bundan kendini sorumlu tutarak, bunun öncülüğünü yapması gerekiyor. İnsan haklarının korunması açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Gelişmekte olan batı medeniyetini kötüleyen tüm imamlar kesinlikle toplum düşmanıdır. O imamın bilmesi gereken şudur, Arap cehaleti sadece diktatör yönetimler için iyidir. Tamamen halk düşmanlığıdır. O kötülediği batı medeniyetini Anadolu ve Mezopotamya halkları binlerce yıl önce yaşamış ve batıya da gene bu halklar taşımıştır. Asıl Arap'ın bu halklardan öğrenmesi gereken bir medeniyet vardır. Ülke hızla tek tip bir elbise giymiş insanların içinde bulunduğu ceza evine benzemektedir. Gardiyanlar Namaz kıldıran imamlardır, ana teması korku ve cehalet eksenlidir. Sende camidesin ne kadar trajikomik değil mi?

İnsan haklarının korunması senin namazından çok daha önemlidir. İnsan olan herkes bu sorumluluğu yerine getirmekle yükümlüdür. Çok açık söylüyorum eğer din ile seni kölesi yapan bir sistem varsa dinini bu yönetimin çarkından kurtar, olmuyorsa kurtul evinde ailenle sevdiklerinle yaşa. Açık söylüyorum o imamın arkasında kılmadığın her namaz için (günah olduğunu düşünüyorsan) ben cehennemde yanarım senin yerine, yeter ki insanlık kurtulsun bu insan düşmanı Arap sevicilerin elinden. Yoksa geleceğimiz bunların elinde daha fazla rezalet ile karşılaşır. Çocuklarımız hem kültürel hem insani açıdan bu zihniyetin tecavüzüne uğrar. Çok büyük bir eylemdir ibadeti boykot etmek, fakat ibadete karşı değildir bu insanlık içindir. Tüm insanlığı sarmak üzere olan bu cehalet virüsünden tek çıkış yolunun bu olduğunu düşünüyorum. Eğer sonra evine imamları getirmezse iyidir. Eğer insanlık vahşet altında riskte ise o zaman tüm toplumu kurtarmak adına vicdanımız en güzel yol göstericidir. Saygılar.
Dünya boştur, boşlukları doldurmak üzere.

Yazan: Metin T.