HABERLER
Dini Haber

MAHABHARATA BİR DESTAN MI, YOKSA NÜKLEER SAVAŞ MI ?

GF, mitoloji, Hint mitolojisi, Mahabharata, Hint destanı, Eski çağlarda nükleer savaş, Eski çağda yüksek teknoloji, Krishna ve Salva, Hint destanında nükleer savaş, Ufolar, Hint destanında Ufo,
Mahabharata (Sanskrit dilinde “Bharata Hanedanı’nın Büyük Destanı”), Hindistan’ın iki büyük destanından birisidir. Dinsel içeriğinin yanı sıra yüksek edebi niteliğiyle de önem taşır. Kaurava ve Pandava aileleri arasındaki egemenlik mücadelesini anlatan bir kahramanlık öyküsüne, bu öykü çevresinde gelişen bir dizi efsaneye ve didaktik anlatıya yer verir. Hindistan’ın öteki büyük destanı Ramayana’yla (Rama’nın Aşk Öyküsü) birlikte, M.Ö. yaklaşık 400- M.Ö. yaklaşık 200 arasında gelişen Hinduizmle ilgili önemli bir bilgi kaynağıdır. Hindu dininin en önemli kutsal metni sayılan Bhagavadgita (Tanrı’nın Şarkısı), Mahabharata’nın altıncı kitabının bir bölümüdür.

Yaklaşık 100 bin beyitten oluşan şiir İlyada ve Odysseia’nın toplamının yedi katı kadar uzunluğundadır. Toplam 18 bölüme (parvan) ayrılır. Bu bölümlerin sonunda da Tanrı Hari’yle (Krişna) ilgili Harivamşa (Tanrı Hari’nin Soyağacı) başlıklı bir ek yer alır. Şiirin yazarı olduğuna inanılan bilge Vyasa daha güçlü bir olasılıkla var olan malzemeyi derleyen kişidir. Destanda ana olay olarak yer alan savaşın tarihi de M.Ö. 1302 olarak geçmekle birlikte çoğu tarihçiye göre bundan çok daha geç bir döneme aittir. Şiir M.Ö. yaklaşık 400’de bugünkü biçimini almıştır.

Destan, iki prensten büyüğü olan Dhrtarashtra’nın kör olması nedeniyle, babası öldüğünde krallığın kardeşi Pandu’ya geçmesiyle başlar. Pandu daha sonra çileci keşiş olmak için krallıktan vazgeçince taht Dhrtarashtra’ya kalır. Pandu’nun oğulları olan Pandava kardeşler (Yudhishthira, Bhima, Arcuna, Nakula ve Sahadeva) kuzenleri Kauravalarla birlikte sarayda büyürler, ama Kauravalarla aralarında doğan düşmanlık ve kıskançlık yüzünden babaları ölünce krallıktan ayrılmak zorunda kalırlar. Sürgündeyken beş kardeş Draupadi ile ortaklaşa evlenir ve hep dost kalacakları kuzenleri Krişna’yla karşılaşırlar. Daha sonra geri dönerek bölünmüş krallıkta refah içinde birkaç yıl geçirirler, ama büyük kardeş Yudhishthira’nın Kauravaların en büyüğü Duryodhana’ya bir zar oyununda yenilmesi üzerine 12 yıl daha ormanda yaşamak zorunda kalırlar. İki aile arasındaki kavga Kunıkshetra (bugün Haryana eyaleti içinde, Delhi’nin kuzeyinde) bölgesindeki bir dizi savaşla sürer. Bütün Kauravalar yok edilir; galip gelen Pandavaların tarafında ise yalnızca beş kardeşle Krişna hayatta kalır. Bir avcının Krişna’yı geyik sanarak yanlışlıkla vurmasından sonra beş kardeş. Draupadi ve kendilerine katılan bir köpekle (kılık değiştirmiş Adalet Tannsı Dharma) birlikte İndra’nın Cenneti’ne doğru yola çıkarlar. Yolda birer birer ölürler, yalnızca Yudhishthira Cennet’in kapışma varır. İnançlarının ve bağlılığının sınandığı bir olaydan sonra Yudhishthira ebedi mutluluğu yaşamak üzere kardeşleri ve Draupadi’yle bir araya gelir.

Bu destan , aslında bir şiirdir ama çok büyük ve karmaşık bir şiir külliyatı olarak düşünülebilir. Sözcük sayısı “Mesnevi”den çok daha ötededir. Sankritçe yazılmış olan Mahabharata şimdiye kadar yazılan en uzun şiirdir, “stanza” denen yüz bin kıtadan oluşur yani İncil´in 16 misli, Ansiklopedi Britannica´nın tamamı kadardır.


Batı dünyası bu destanı ancak, 18. Yüzyıl´dan sonra tanımıştır; o da destanın sadece küçük bir bölümü olan 1785´de Londra´da Charles Wilkins çevirisiyle yayınlanan “Bhagavad-Gita” sayesinde. 19. Yüzyıl´da doğu bilimci Hippolyte Fauche, 200 kişilik bir ekiple tüm destanı Fransızca´ya çevirmeye başladı ama ömrü vefa etmedi. Sonuçta eksiksiz İngilizce çeviri ancak 20. Yüzyıl´ın başında yine Hintliler tarafından Bombay´da gerçekleştirildi.

Sanskritçe´de “maha” büyük ve her şeyin toplamı anlamına gelir; “bharata” bir bilgeliğin tanımıdır. Daha öte metafizik yorumlarda sözcüğün “insan” anlamında olduğu da söylenir; bu bağlamda “İnsanlığın Öyküsü” yazılmıştır. Destanda anlatılan dev savaş klanlar arasında yaşanan bir savaş gibi görünür fakat aslında tüm gezegenin egemenliği söz konusudur ama sonunda öyle bir savaş başlar ki, tüm evren yokolma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Savaşta kullanılan silahlar hem dünyasal (ok, balta, kılıç, mızrak gibi) hem de tanrısaldır (ışınlar, atomik silahlar, uçan araçlar gibi) Bir fikre göre, Mahabharata en eski bilim kurgu örneğidir ve zeki canlılar arasındaki bir anlaşmazlığı, bir savaşı ve günümüz teknolojisinin çok ötesinde silahların kullanıldığını anlatır.

Örneğin bir bölümde içinde destanın kahramanlarından Krisnha´nın da bulunduğu Vrishni´ler, Salva adlı lideri kuşatırlar. Bunun üzerine Salva, heryere ucarak gidebildiği Saubha adlı arabasına binerek gökyüzüne yükselir ve sayısız Vrishni genciyle beraber tüm kenti harabeye çevirir. Saubha adlı araç daha önceki bölümlerde anlatıldığına göre savaşın yönetildiği bayrak gemisidir ve Salva´nın kentinde bulunmaktadır yani oradan kalkıp, savaş alanına getirilmiştir. Buna karşın Vrishni savaşçılarının da benzer silahları vardır; Pradyumna adlı kahraman özel bir silah kullanır, bu silah en yüksekteki tanrıları bile durdurmaktadır. Silah için “savaş alanındaki hiçbir insan onun oklarından kurtulamaz” tanımı yapılır ve Salva Krisnha´ya doğru düşer, Krisnha gökte Salva´yı izlemeye başlar fakat Saubha adlı araç göklere özgün tanımla adeta yapışmıştır. Krisnha tüm silahlarını durmaksızın fırlatır . Gökte yüzlerce güneş ve ay belirir, yüzlerce yıldız doğar. Gece mi , gündüz mü anlaşılmaz olur.

Krishna´nın Salva´nın saldırılarını savuşturmak için kullandığı silahların seslerinin anlatımı, aynen günümüzdeki anti-balistik roketlere benzemektedir ve destanda şu cümlelerle ifade edilir ; “Onları savuşturdum, bir hayal gibiydiler. Hızla vuran sütünları yolladığımda, gökler parladı ve parçalara ayrıldılar. gökte büyük gürültüler oldu.” Ayrıca Saubha´nın görünmez olduğu da anlatılır. Sanki Krisnha hedefi hiç şaşırmayan akıllı bombalar kullanmaktadır. Bu arada atılan bir okun “roketin” sesiyle savaşçılar ölürler, Salva´nın askerleri “Danavalar” acı çığlıklar atarak yerlere düşerler, onları güneşe benzer parlaklığı olan okların sesi öldürür. Sauba kaçmak için saldırıya kalkışır, o zaman Krisnha “özel ateş silahı”nı kullanır bu silah güneş şeklinde halesi olan bir disk şeklindedir. Ve disk Saubha´yı ikiye böler, “kent” gökten yere düşer ve Salva ölür. Bu olay, Mahabharata´nın sonudur. En garip silahlardan birisi Pradyumna´nın kullandığı özel oktur, bu okun öldürücü gücünden hiç kimse hatta tanrılar dahi kurtulamaz. Agneya´nın kullandığı silah ise, alevli ama dumansız ateş okudur . Yoksa ok yerine , ışın mı demek doğru olur ?

Derken biran savaş alanına bir karanlık yayılır, kimse çevreyi göremez ama henüz gece değildir , çok sert ve kavurucu bir rüzgar başlar, bulutlar kükrer, toz ve çakıl taşları yağmaya başlar, doğa dengesini yitirir, güneş gökte sallanır, dünya titrer , korkunç silahtan yayılan kavurucu sıcaklık, her şeyi yakmaya başlar. Filler alevler içinde, çılgın gibi oradan oraya koşuştururlar, diğer canlılar buruşarak yere düşerler , vahşi ışınlar gökten yağmur gibi yağar. Ve ateş fırtınasının yanı sıra Gurkha´nın silahının sesini duyanlar da ölürler. Bütün bunlar sanki nükleer bir patlamanın yanısıra radyoaktif çöküntünün birebir tarifi gibi. Gurkha´nın çok hızlı ve güçlü bir Vimana´sı vardır; Vrishni´lerin ve Andhaka´ların üç kentine uçar ve saldırır, evrenin tüm gücünü taşımaktadır. Duman ve ateş sütunları fışkırtır, on binlerce güneş parlaklığında ışınlar yayarak yükselir. Vimana´nın “demir şimşek” diye tanımlanan bir silahı vardır, her iki aşiretten sayısız insanı ve kentlerini küle dönüştürür. Cesetler tanınmayacak kadar yanarlar, ölmeyenlerin saçları ve tırnakları dökülür, çanaklar, çömlekler kendi kendilerine kırılırlar, yiyecekler zehirlenir. Kaçmaya çalışan savaşçılar ve eşyaları küllerle yıkanmaktadırlar.


Peki nedir bu silahlar , ne tür silahlar ki bunca zaman önce günümüze ait etkiler ortaya çıkarıyorlar ? Başka hiçbir medeniyetin mitolojik kaynaklarında bunun gibi detaylı bir tanımlama bulunmaz , yıldırımlar vardır, şimşekler vardır ama ötesi yoktur. Bunu anlamak şu anda mümkün değil elbette ; belki ileride . Destan´da anlatılan olaylar gerçek midir yani fiziksel midir ? Yoksa metafizikçilerin yaklaşımıyla simgesel midir ?

Asya ve Güney Asya kaynaklı çeşitli metinlerde uçan araçların varlığından ve göksel cihazlardan söz edilir. Hint ve Çin halk öykülerinde ve sanatçıların çizimlerinde göklerde seyahat etmek için yapılmış araçlar yer alır. Kaynaklardaki farklılıklar dikkat çekecek kadar büyüktür, anlaşılmaz aygıtlar olduğu gibi, temel uçuş prensiplerine göre yapılmış ahşap araçlar da vardır. Taoist masallar sık sık göklerde uçan ölümsüzleri anlatırlar. Xian adlı bu araçları yöneten ölümsüzlerin özgün ilahi güçleri vardır. Onlar tüylüydürler, Tao rahipleri onlara Tüylü Rahipler-Yu Ke diyorlardı; “fei tian” yani uçan ölümsüzlere Çin mitolojisinin sayısız yerinde rastlanır. Uçan araçlar belki de bir tür teknolojik araçtırlar ama yönetenler acaba insanlar mıdır ? İkinci Yüzyıl´da yazılmış, bir şiirde uçan ejderhaların yönettiği gök arabalarından açıkça söz edilir. Elimizde uçan araçların yapımlarını ve gelişimini anlatan sayısız öykü var. Örneğin 11. Yüzyıl´da Brihat Kath Alokasamgraha adlı bir marangozun uçan bir araç yapmaya çalıştığını biliyoruz. Benzer bir öykü Eski Yunan´da vardır; 7. Yüzyıl´dan kalma bir Yunan metninde, mahkumları toplayan ve konuşabilen uçan bir araçtan söz edilir, bu araç mekaniktir ve havada durabilmektedir. Bu bilgileri Clive Hart´ın 1985´de Berkeley Üniversitesi´nde yayınlanan ´The Prehistory of Flight´ adlı kitabının ´çeşitli batı kaynaklarına göre uçan makinelerin kronolojik listesi´ bölümünde buluyoruz. Uçmakla ilgili bilimsel onaylı en eski kaynaklar oluşturulurken, insan yapısı kanatların gelişimi temel disiplin olarak izlenmiştir ama bu doğru değildir; Vimanalar bir yana antik Çin, Kore ve Hint kaynaklarında insan taşıyan çok daha karmaşık gök araçlarından söz edilmektedir.

Rama İmparatorluğu olarak tanımlanan devletin, Kuzey Hindistan ve Pakistan´daki geçmişi en azından 15.000 yıllıktır. Bu uygarlık çok büyük bir nüfusa sahipti, kültür düzeyi yüksekti, kalıntılarına Pakistan´daki, Kuzey ve Batı Hindistan´ın çöllerinde raslanmaktadır. Rama, “Aydınlanmış Rahip Kral” bu kentleri yönetiyordu. Rama´nın 7 büyük kenti, klasik Hindu metinlerinde “7 Rishi Kenti” olarak geçer, antik Hint metinlerinde uçan araçlara “Vimanalar” denmektedir. Destanlara göre, Vimanalar iki katlıdır, daire biçimindedirler, kubbelerinde bir giriş tüneli vardır yani tam anlamıyla bir uçan daireye benzerler. Rüzgar hızıyla uçarlar ve melodik bir ses çıkarırlar, Vimanalar´ın dört türü vardır, inanılmaz ama bazıları tabak şeklinde, bazıları ise uzun silindir şeklindedirler yani sigara gibidirler… Vedalar, antik Hindu şiirlerdir; bilinen en eski Hindu metinler olarak tanımlanırlar. Vedalarda Vimanalar çeşitli şekil ve boyutlarda iki tür olarak anlatılır; ´Ahnihotra-vimana´nın iki motoru veya sistemi vardır, Elephant-vimana ise daha gelişmiş bir araçtır. Ayrıca, Kral balıkçı, İbis adlı ve başka hayvan adlarının da verildiği Vimana türleri de anlatılır. Göründüğü kadarıyla Mahabharata, çağına göre akıl almaz bir teknolojiyi ve bir atom savaşını bize anlatıyor gibi . Bir çok araştırmaya göre kaynaklarda bi değişiklik yada tahrifat yoktur bu savaşta açıkça fantastik silahların, uçan araçların kullanıldığı anlatılır.

Bunlara epik Hint destanlarında çok sık rastlanır. Hatta Ay'da yaşanan bir savaşta yer alan “vimana-Vailix”den söz edilir. Kısacası atomik bir patlamanın tüm etkileri ve özellikle de insanları öldüren radyoaktif etki Mahabharata´da çok belirgindir; Mohenjo-Daro´daki Rishi kentini geçen yaz kazan arkeologlar, caddelerde yatan iskeletler buldular, bazılarının yumrukları sıkılıydı sanki bir anda ölmüşlerdi, en azından bir kıyametin yaşandığı kesindi. Ve iskeletlerde tesbit edilen radyoaktivite, en azından Hiroshima ve Nagasaki düzeyindeydi. Daha ötede Mohenjo-Daro, ızgara biçiminde planlanmış mükemmel bir kenttir; su sistemi bugün Hindistan ve Pakistan´da kullanılan düzeydedir. Antik kentin caddelerinde kalıntı olarak siyah cam kümeler bulunmuştur. Bunların cam küreler olduğu sanılmaktadır ve bulunan kil çömleklerin çok yüksek ısıyla eritildiği keşfedilmiştir.

Mahabarata´nın bir bölümü olan Dronaparva´da ve Ramayana´da özelikle belirtilen küre şeklinde bir Vimana vardır. İnanılmaz bir hıza ulaşmakta ve ardında büyük bir hava akımı bırakmaktadır. Hareketleri bir UFO gibidir, her yöne gidebilir, yön değiştirmesi ani çok hızlıdır, son hızla giderken aniden durup, yine aynı hızla ters yöne gidebilir. ´Samar´ adlı başka bir Hint destanında Vimanalar; demir makineler olarak tanımlanırlar ama yumuşaktırlar ve örgü gibi yüzeyleri vardır; cıva ile şarj olurlar ve arkalarından kükreyen bir alev püskürür. Daha da ilginci ´Samaranganasutradhara´ adlı antik metinde Vimanalar´ın nasıl yapıldığı anlatılır ama uygulanması için yeterli çözümleme henüz yapılamamıştır; Cıva ile itici güç sağlanması olasıdır ve denenmektedir, günümüzde Sovyet döneminin bilim adamları tarafından Türkistan´da ve Gobi Çölü´nde kozmik yön-bulucu araçların keşfedildiği söylenmiştir. Küresel olan bu araçlar, cam ve porselenden yapılmıştır, konik uçlarının içinde bir damla cıvanın bulunduğu belirlenmiştir. Hindistan´ın Vedik edebiyatında da Vimana olarak tanımlanan uçan araçlarla ilgili tanımlamalar vardır.

Bunlar ikiye ayrılırlar;
-İnsan yapısı olan ve kuş benzeri kanatlarla uçan araçlar
-Alışılmadık şekilleri olan ve insanlar tarafından yapılmamış olan araçlar.

İlk gruba giren araçlar orta çağ tarzında, Sanskrit dünyanın mimarisine uygun otomatik askeri kuşatma araçları ve diğer mekanik aygıtlarla eş düzeydedirler. İkinci gruba giren araçlar ise, Rig Veda, Mahabharata, Ramayana ve Purana´larda tanımlanan UFO´ları anımsatan araçlardırlar.

Alvin H. Lawson bu konuda şöyle bir açıklama yapar ; Vimanalar´ın yapısı akla UFO´ların sürekli değişen günlük doğasını getirmektedir, yetenekleri geleneksel fizik yasalarının ötesindedir. Carl Jung´un yorumunda UFO´ların niteliği bir rüya alanındadır; bir yerde, parlak ışıkları gözlemlemenin tam ortasında ve zaman kavramı yitirildiğinde objektif ve sübjektif bilinç arasında suçluluk başlar ve bozulma görülür. Araştırmalarım UFO ilişkileriyle, dinler, metafizik mistizm, folklör, şamanik trans, migren ve hatta yaratıcı imajinasyonlar arasında yakın bir ilişkinin ve benzerliğin bulunduğunu gösteriyor. Benzerliğin içinde, sabit imajlar, olayların arasındaki tutarlılık ve genelde görülen alışılmadık “zirve deneyimi” niteliği bulunur. Kaçırılma raporlarında da, bu fenomenin paralelinde yer alan olaylara rastlanır. Örneğin, nahoş ama inanılmaz “bedensel parçalanma” olayında olduğu gibi; bazen raporlarda kaçırılanların anlattıkları, şamanların “ölüm-yeniden doğum” trans deneylerine çok benzemektedir.”


İtalyan bilimci Dr. Roberto Pinotti 12 Ekim 1988´de Bangalore´da yapılan Dünya Uzay Konferansı´nda yaptığı konuşmada, Hindu antik metinlerinde tanrılarla, kahramanlar arasında yapılan bir savaşın anlatıldığını belirtti. Pinotti, metinlere bir destan olarak bakılmamasını istiyor ve göklerde pilotların kullandığı silahlı uçan araçlarla yapılmış bir savaşın açıkça anlatıldığına dikkat çekiyordu. Kullanılan silahlar, savunma ve saldırı amaçlıydılar; yedi ayrı tipte mercek ve aynı sistemlerini içermekteydiler. Örneğin pilotları ´kötü ışınlar´dan koruyan ´Pinjula Mirror´ bir ´Görsel Ayna´ idi; ´Marika´ adlı silahla düşman araçları vuruluyordu. Sonuçta Dr. Pinotti bu antik silahların bugün kullandığımız laser teknolojisinden çok farklı olmadıklarını iddia ediyor ve; “Araçlarda ´Somaka, Soundalike and Mourthwika´ adları verilen özel ısı emici metaller kullanılmış olmalı.” diyordu. Pinotti´ye göre, tanımlanan itici güç prensibi, elektriksel ve kimyasal olmalıydı ama güneş enerjisinin kullanımı da çok ileri düzeydeydi. Diğer bilimciler Pinotti´nin kuramını daha ileriye götürerek, araçların bir tür ´cıva iyonlu itici güç sistemi´ ile çalıştığını varsaydılar. Pinotti, Vimanalar´ın binlerce yıl önce varolduklarını belirtirken, modern UFO´larla olan benzerliğe de dikkat çekiyordu ama Hindistan´da unutulmuş bir uygarlık vardı.

Hindistan, Mysore´da bulunan Uluslararası Sanskrit Araştırma Akademisi´nin direktörü olan G.R. Josyer, 25 Eylül 1952´de yaptığı bir açıklamada, 7.000 yıllık yazmalarda çeşitli tiplerde uçan araçların yapımlarının anlatıldığını söylemişti. Bu özel yazma üç tip Vimana vardı; ´Rukma, Sundara ve Shakuna´; yaklaşık 500 stanzada (dörtlük), karışık detaylar veriliyor, metallerin seçimi ve hazırlanması anlatılıyordu. Ayrıca yazmada, çeşitli Vimana türlerinin parçaları tanımlanıyordu. Yazma 8 bölümdü ve bir hava aracının yapım planlarının yanısıra su altında da gidebilen veya bir duba gibi su yüzeyinde durabilen Vimana planlarını da içeriyordu, bazı stanzalarda ise pilotların nitelikleri ve eğitimleri anlatılıyordu.

Diğer Hindu destanları ve kutsal metinlerinde bu araçlar şu şekilde anlatılır ; Puspaku adlı araç güneşe benziyordu ve kardeşime aitti, onu güçlü Ravan´dan almıştı, uçuyordu ve mükemmeldi, istenilen her yere gidiyordu, Lanka kentinin göklerinde uçarken parlak bir buluta benziyordu.”

– Ramayana Destanı
* “Salva´nın uçan aracı çok gizemliydi, gökte bazen görünüyor, bazen de kayboluyordu. Yani görünmeme yeteneği vardı; Yadu Hanedanı´nın savaşçıları bu garip aracı bir türlü tam olarak algılayamadılar; bazen yerde, bazen gökte beliriyor sonra birden bir tepeye veya bir ırmağın kıyısına konmuş olarak ortaya çıkıyordu. Bu uçan harikulade araç, gökte bir ateş fırıldağı gibi dönüyor ve bir an bile yerinde durmuyordu.”

– Bhaktivedanta, Swami Prabhupada, Krsna
* “Kralım; uçan araç mükemmeldi, şeytan Maya tarafından yapılmış ve bir savaş için gereken tüm silahlarla donatılmıştı. Hayal edilemesi ve anlatılması imkansız bir araçtı; görünmezlik özelliğine sahipti. Oturulan yerde koruyucu bir şemsiye ve serinletici güç vardı. Mihrace Bai´nin çevresinde kaptanları ve kumandanları bulunuyordu; geceleyin gökte yükselen bir ay gibi görünüyor, her yönü aydınlatıyordu."

– Swami Prabhupada Bhaktivedanta, Srimad Bhagavatam
* “Pushpaka bir gök arabasıydı, insanları Ayodhya kentine taşıyordu. Gök bu harika uçan araçlarla doluydu, gece karanlığında yaydıkları sarımtırak göz kamaştırıcı ışık göğü aydınlatıyordu.”

– Mahavira of Bhavabhuti (8. Yüzyıl´dan kalma bir Jain yazması)
* “Vata´nın arabası ne görkemli; gök gürültüsü gibi ses çıkarıyor, göklere dokunuyor; parlak bir ışığı var; kırmızı göz kamaştırıcı ve alev gibi; bir girdap gibi dönerken, dünyanın tozunu kaldırıyor.”

– Rig-Veda (Vata bir Aryan rüzgar tanrısıdır.)
* “Bir zamanlar Kral Citaketu, kendisine Tanrı Vişnu tarafından verilen parlak ve ihtişamlı bir uçan araçla dış uzaya yolculuk yapar ve Tanrı Şiva´yı görür… Oklar “ışınlar” Şiva tarafından yollanır. Işınlar güneş benzeri bir küreden fışkırır ve içinde yaşanan üç gök aracını kaplar ve o araçlar bir daha görülmezler.” – Srimad Bhagasvatam, VI. Canto, Bölüm 3

Elimizde var olan bunca somut bilgiye rağmen bu metinlerde anlatılan savaşlara ve savaşta kullanılan ve üstün bir teknoloji göstergesi olduğu yüksek ihtimal olan araçlara ve silahlara sadece "Mitoloji" deyip geçmek ne denli doğru olur ? Tarihin bir döneminde , insanların tanrı sandıkları dünya dışı akıllı yaşam formları nükleer silah kullandıkları bir savaşın müsebbibi olmuş olamazlar mı ?

Yazan: Gregoire de Fronsac

MÜŞRİK MÜSLÜMANLAR

Yazan: Demon Product
DP, din,islamiyet,Allah'ın kökeni,Eski arap tanrısı,Eski arap tanrısının yeni adı,Hubal,Hubal ve Allah, Al-ilah, Arap putperestliği,İslam öncesi Allah,Al-ilah'ın kızları,Menat,Lat,Uzza,

MÜŞRİK MÜSLÜMANLAR


İslamiyet öncesi Arabistan yarımadası ve dinleri ile ilgili öğrendiğimiz ilk kelime “Müşrik” olmuştu. Peki, kimdi bu müşrikler? Kızlarını diri diri gömen, her akşam dansöz oynatıp şişenin dibine vuran, ancak bu âlemleri başkalarından elde ettikleri faiz ve dolandırıcılık ile kazanan, yağma yapan, işine gelince bizim tanrılarımız böyle emrediyor deyip yırtan, alenen soytarı tiplerdi. Hocaların bizlere anlattığı, filmlerde gördüğümüz müşrik görüntüsü bu idi.

Peki, Müşrik ne? Kâfir ne?

Müşrik; Allah’a inandığı halde O’na ortak koşandır. Varlığına inandığı ve kabul ettiği ilaha ortaklar edinip, onları O’na denk tutandır.

Kâfir; Allah’ın varlığını ve tek ilah oluşunu hiç kabul etmeyen, reddeden, inkâr edendir.

Şimdi bakalım eski Arabistan panteonunda kimler vardı: Hübel, Lat, Menat ve Uzza. İslamiyet öncesi Arabistan yarımadasında inançlar ve Allah’ın kökenleri ile ilgili bu sitede bolca makale olduğundan (“İslamiyet Öncesi Allah’ın Kökenleri” Site Başyazarı ve Yöneticisi A.KARA) bu detaya girmeyip kısaca değineceğim.

Hubal (El-İlah ya da Al-İlah), panteonun en üstündeki baş tanrı. Üç tanrıça olan (Kuran-ı Kerim’de düzeltilen bir ayette bu üçlünün şefaati umuluyor; bu olay Garanik Vakası olarak nitelendiriliyor ve El-Waqidi, İbn Sa'd, Ebu Cafer Taberi ve İbni İshak'ın eserlerinde yer alıyor.) Lat, Menat ve Uzza’nın babaları. Ay Tanrısı olarak görülüyor ve diğer adı da “Sin” (Ya’Sin suresi bir şey çağrıştırdı mı?)

Hubal, İslamiyet öncesi Arabistan’da baş tanrı ve diğer adı Al-İlah. Bunu bir kenara koyalım. Bu bilgi hem Müslüman hem de Müslüman olmayan tarihçiler tarafından sabit.

İlk paragrafa dönecek olursak, İslamiyet öncesi de bir Allah inancı var. Bunun en basit kanıtı, Abdullah ismi Allah’ın kulu anlamına geliyor ve Muhammed’in babasının adı. Eğer Allah kavramı İslamiyet öncesi gelmiş olsa böyle bir isim takılmazdı.

Şimdi gelelim İslamiyet Öncesi Allah kavramının kesin var olduğuna dair delillere. Bu deliller bilimsel kaynaktan gelse malum çevreler reddederlerdi, o yüzden ayetleri sıralayacağım. Ehl-i Sünnet Vel Cemaat veya hangi koldan olursa olsun hiçbir Müslüman bu ayetleri yalanlayamaz. Yalanlarsa dinden çıkar kâfir olurlar. Ayetlere bir bakalım:

“Onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan, muhakkak ki ‘Allah‘ derler.“ (Zuhruf Suresi, 87.ayet)

“Eğer onlara ‘Gökten su indirip onunla ölümünden sonra arza hayat veren kimdir?‘ diye sorarsan, muhakkak ‘Allah‘ diyeceklerdir.“ (Ankebut Suresi, 63. ayet)

“Onlara, ‘Gökleri ve yeri kim yarattı?‘ diye sorsan, muhakkak ki ‘Allah‘ diyeceklerdir.” (Zümer Suresi, 38. ayet)

“(Ey Muhammed O müşriklere) de ki: ‘Eğer biliyorsanız (söyleyin bakalım), yeryüzü ve yeryüzünde bulunanlar kimindir?‘ Diyeceklerdir ki: ‘Allah’ın.‘ Yine de ki: ‘Yedi tabaka
göğün Rabbi ve büyük Arş’ın Rabbi kimdir?‘ Onlar da diyeceklerdir ki: ‘Allah’tır.‘ Keza de ki: ‘Eğer biliyorsanız, (söyleyin bakalım) her şeyin hükümranlığı elinde olan, her şeyi himaye eden ve fakat kendisi himayeye muhtaç olmayan kimdir?‘ Diyeceklerdir ki: ‘Allah.“ (Mu'minun Suresi, 84-89 ayetler)


Müşrik, daha önce de tanımladığımız üzere Allah’ı kabul edip; ancak, ona ortak koşan, alternatif ast aracıların şefaatini isteyerek Allah’a ulaşmaya çalışan kimsedir.

İslam peygamberi Muhammed’ in, İslamiyet’i yayarken nispeten kolay angaje etmesinin sebeplerinden birisi de bu idi. Putlar daha çok para ve statü sahiplerinin tekelinde idi. Köleler ve cariyeler en alt tabaka olduğundan Allah’ a (El-İlah) aracı olan putlar onların “dualarını ve ibadetlerini” görmüyordu. Bu ortam İslamiyet’in yayılması için gerekli olan atmosferi oluşturuyordu. İslamiyet’in ilk zamanlarında özellikle köleler ve alta tabakada yayılım göstermesinin en önemli sebeplerinden birisi de buydu.

Zengin veya soylu tabir edilecek tabakanın sıkıntısı ise ast sınıf ile görünürde eşit görülmekti (Ki daha sonra bu azatlı köleler ve alt sınıf grup, 2. Dünya Savaşı sonrası dünyaya “Ezildik” ajitasyonu ile Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren ırkçı-faşist Yahudilik ile benzerlik göstererek kendilerine din adına cariye almayı ve kendilerinden olmayanların mallarını kendilerine ganimet görmeyi helal kılmıştı) . Mevcut tanrıları onlar için şefaatçi oluyordu.

Normalde İslamiyet son tahlilde Allah’ı tek ve yegâne tanrı ilan ediyor, her türlü şefaatçi veya aracı sistemleri, sınıfları yok sayıyor, hatta lanetliyordu.

Putlar yıkılmış, aracılar ortadan kalkmış, müminler aracısız-direkt olarak yaratıcılarına yakarıp ibadet edebiliyorlardı.

Örneğin Bakara 186’ da:
“(Ey Muhammed) Kullarım sana benden sorarlarsa, ben, şüphesiz, onlara yakınım. Bana dua edenin, dua ettiği zaman, duasını kabul ederim. O halde, onlar da benim davetimi kabul etsinler ve bana inansınlar. Ola ki doğru yolu bulurlar.“ (Bakara Suresi,186.ayet)

Peki, ya sonra?
Dua mekanizması işe yaramadı. Her zaman ezilenler ve istismara uğrayanlar oldu. Kölelerin yerini "maraba"lar aldı. Cariyelerin yerini seks köleleri aldı (Cariye ’ye hizmetçi deyip kendinizi kandırmayın.). Sömürü sistemi her zaman olduğu gibi daha sonrada devam etti, halen devam ediyor, devam da edecek.

Alt kısımda kalan insan toplulukları, ettikleri duaların ve ibadetlerin işe yaramadığını görünce kusuru kendinde arayıp daha da çok yaratıcılarına yakarmaya başladılar. Ancak değişen hiçbir şey olmadı. Çocuklar tecavüze uğramaya devam etti, hacı dedeler köpeklere musallat oldu, kadın cinayetleri arttı, ezilenler hep ezildi.

Bireyler sorunu kendinde aradı. “Acaba imanım mı eksik?” diye kendini suçladı. İşte bu noktada devreye “Şefaatçi” ler girdi.

Hani El-İlah'a (Hubal/Al-Lah) ulaşmak için kızları olan Lat, Menat ve Uzza’yı aracı koydukları gibi.

Bu kez El-İlah'ın yerini Allah, kızlarının yerini hoca efendiler, imamlar, şeyhler, dervişler almıştı. Sistem basitti, “Sizin ibadetinizi ve duanızı yaratıcı elbette görür. Ancak nasıl bir gemi kaptansız olmuyorsa, sizinde bir yol göstericiye ve aracıya ihtiyacınız var. Kendinizi Allah yoluna adayanlara bırakın. Onların şefaati sizi kurtaracak!!!”

İşte bu sistem, özellikle ülkemizde, öyle safhalara geldi ki, cenneti garantileme isteyenler kendilerini, karılarını, kızlarını ve erkek çocuklarını hocalarına "Bade" lettirdiler. Onların terli atletini, sümüklü mendilini ellerine yüzlerine sürdüler. Huzurlarına varıp el öptüler, yüz sürdüler.

Kısacası Putlar ve Putçuluk hiç ölmedi. Sadece biçim değiştirdi.

Şefaatçi aracılar, günümüzde ruhban sınıfı tabir edebileceğimiz oluşumlar, tarikatlar, hocalar, bilmem neciler, yok bilmem ne hoca efendiler, efendi hazretleri, şeyhler, dervişler… Hepsi bu paradoksun bir sonucu.

Eğer mal, mülk, zenginlik zaten sizde var ise düşüneceğiniz tek şey Allah’ın sevdiği kulu olduğunuzdur. Ancak 5 yaşından 14 yaşına kadar sistematik olarak tecavüze uğradıysanız, üstüne her gittiğiniz yerde istismara uğrarsanız, önünüze türlü engeller geldiğinde düşündüğünüz şey eğer eksik olan imanınız ise burada bir sıkıntı var. Kimsenin kaderine 5 yaşında tecavüze uğramak konulmaz. Böyle bir sınav zaten olmaz. Önüne gelenin tatmin materyali olmak eğer kaderde var ise kimse bir sınavdan bahsetmesin.

Cüz-i İrade ve Külli İrade denilen kılıfların ardına da saklanmayın. Hem önceden size biçilmiş hayatı yaşayacaksınız, yani inanıp inanmadığınız, yaşamınız, ölümünüz tasarlanmış olacak, hem de size bir “ruhsat” verilerek yaptıklarınızdan cezalandırılabileceğiniz söylenecek. Burada gerçekten büyük bir paradoks var.

Şefaatçi ara sınıfın var olmasındaki tek sebep Din deki öngörülemeyen ve aşılamayan kusurlardır. Ortada bir sorun var. Bu sorunu mantıklı bir şekilde tasarımlamak zorundasınız. Kısacası bir suçlu lazım. Allah suçlu olabilir mi? Haşa. Dualarda ve ibadetlerde bir sorun olabilir mi? Yok onlar tastamam. E iyi de bu kız tecavüzcüsü olan aminoasit yığını ile zorla evlendiriliyor ise ona biçilen hayat bu olabilir mi? Bu da mantıklı değil. O halde iman da bir sakatlık vardı ki kız bunun cezasını çekiyor. Bunu nasıl düzeltebiliriz? Allah yoluna kendini adamış, her şeyiyle ona layık, onun rızasını kazanmış bir Hoca efendi ile. "Hadi gidip ona tabi olalım da cenneti garanti edelim. Ayrıca başımıza kötülük gelmesin, paraya para demeyelim."

İşte bu ve benzeri durumlar ile karşılaşılmaması için aynen İslamiyet öncesi Arabistan yarımadasında olduğu gibi (Lat, Menat, Uzza) şefaatçi sınıf tasarımlandı. Tek fark o zamanki şefaatçiler Put’tu, şimdikiler kanlı canlı…

Değişen bir şey yok. Eğer okuyup sorgulayarak herhangi bir semavi dine bağlı iseniz “size” saygı duyarım. Ancak kalkıp bu şefaatçi canlı putların arkasında saf tutup “Elhamdülillah Müslümanım” diyorsanız alenen "MÜŞRİK" siniz haberiniz olsun.

Zamanınızı boşa tüketerek bu yazıya reddiye geliştirmeye çalışmayın çünkü bu mevzu konusunda sizi bizzat Kuran-ı Kerim uyarıyor:

En’âm 64
"De ki: Ondan ve bütün sıkıntılardan sizi Allah kurtarır. Sonra siz yine O'na ortak koşarsınız."

A’râf 191
"Kendileri yaratıldığı halde hiçbir şeyi yaratamayan varlıkları (Allah'a) ortak mı koşuyorlar?"

Âl-i İmrân 80
"Ve size: Melekleri ve peygamberleri ilahlar edinin, diye de emretmez. Siz Müslüman olduktan sonra hiç size kâfirliği emreder mi?"

Elbette ki sadece bu üç ayet değil, daha birçok ayette bu ve benzeri anlamlar var. O yüzden sakın “bu yazar cımbızla seçip ayıkladığı ayetleri yalan yanlış yorumluyor!” demeyin.

Maalesef İslamiyet, İslamiyet öncesi Arap yarımadası dininin sadece geliştirilmiş bir varyantı. Farklı bir şey değil.

O din’ de Ortadoğu dinlerinin evrimleşmiş bir modeli olduğuna göre…

Daha inandığı dinin kitabını bir kez dahi anlayarak okumamış, hocasının ağzından çıkan kelimeleri Gandalf’ın ağzına bakan Frodo edası ile dinleyen bir toplumdan ne bekleyebilirsek artık. Sanırım hala ümidimiz var.
Gerçek ortada duruyor, sağlıcakla kalın.

ANUNNAKİLERİN SOY AĞACI

A, mitoloji, sümer mitolojisi, Anunakiler, Anunnakiler, Anunnakilerin soy ağacı, Sümer tanrıları, Sümer aile ağacı, Anunnakilerin izleri, Anunnakilerin yarattığı, Igigi, din ve mitoloji,
Mezopotamya'daki antik Sümer zamanında Anunnakilere dünya'da yaşayan ölümsüz tanrılar denirdi. Mezopotamya mitolojisine göre, Anunna veya Anunnakiler başlangıçta en güçlü tanrılardı ve Anu ile birlikte cennette yaşıyorlardı.

Daha sonra, zamanla Igigiler göksel tanrılar olarak kabul edilirken, Anunna terimi, Yeraltı dünyasındaki tanrıları belirlemek için kullanılır oldu. Özellikle Yeraltı Dünyasının hakimi olarak görev yapan yedi Anunnaki vardı.

Atrahasis efsanesinde, insan yaratılmadan önce tanrıların yaşamak için çalışmak zorunda kaldıkları belirtilmektedir.

Daha sonra, Anunna, çalışmaları için alt sınıf bir tanrı olarak Igigi sınıfını yarattı. Fakat Igigi'ler bir süre sonra isyan ederek çalışmak istemediler. Bunun sonrasında Enki, insanoğlunu yarattı, böylece küçük tanrıların terk ettiği görevleri yerine getirmeye devam etti ve inanç aracılığıyla tanrılara yiyecek temin edecekti.

Bundan farklı olarak Enuma Eliş destanında insanlığı yaratan ve sonrasında Anunna'yı cennet ve toprak arasında bölüp görevlendiren Marduk'tu. Daha sonra, Marduk'a minnettar olan Anunna, Babil'i kurdu ve onun onuruna Esagila adında bir tapınak inşa etti.

Yazar Zecharia Sitchin, bir düzine kitap yayınladı, bunlardan biri de Dünya Anıları Kitabı idi ve burada Anunnakileri detaylı olarak anlattı.

Sitchin kitaplarında Anunnaki'yi tanımlayan çivi yazılı bir senaryoda yazılmış eski Sümer kil tabletlerini ve metinleri tercüme etti.


Sitchin, 12. Gezegende, Anunnaki'nin yaklaşık 450.000 yıl önce Nibiru adında bir gezegenden dünyaya varışını şöyle anlatıyor: "Mezopotamya'ya yerleşecek olan beyaz tenli, uzun saçlı ve sakallı yüksekliği yaklaşık 3 metre olan uzun boylu varlıklar genetik mühendislikleri ile Neanderthal'lerin evrimini Homo Sapiens için hızlandırdılar. Köle işçi ihtiyaçlarını karşılamak için kendi genetik özelliklerinden de katkıda bulundular."

Sitchin'in yazılarına göre, Anunnaki'nin teknolojisi ve gücü, medeniyetimizin 21. yüzyılda bugün bile taklit edemeyeceğimiz bir şey.

Sitchin, eski Nibiru sakinlerinin 450.000 yıl önce uzay yolculuğu ve genetik mühendislik kabiliyetine sahip olduklarını Mısır, Maya, Aztek, Çin piramitlerinde, Stonehenge megalitik sitesinde, Baal ırmağı uzay istasyonunda, Nacza çizgilerinde, Machu Piccu'da ve dünyanın her yerinde varoluşlarının izlerini, çeşitli şekillerde var olan ve halen bilinmeyen bir teknolojiye işaret eden küçük ipuçları bıraktıklarını belirtti.

Bu konudaki teoriler çoktur ve bazı bilim adamları mitolojik bir tür olarak görürken bazıları binlerce yıl önce Dünya'ya gelen yıldızlar arası gezginler olarak görmektedir.

Fakat Anunnakiler gerçek miydi? Bunlar kimlerdi ve onlardan önce kim vardı? Onların nesillerinin durumu nedir ve biz onları tarihe özgü tanrılara kadar takip edebilir miyiz?

Farklılık gösteren çeşitli "soy ağaçları" vardır. Örneğin, aşağıdaki çizelge Mezopotamya'ya, özellikle de Anunnaki neslinin Babil versiyonuna eğimli bir aile ağacıdır. Bunun kanıtı Tiamat ve Marduk'un dahil edilmesidir.

Anunnaki Büyük Meclisinin, esasen egemen sınıfın (Sümer metinlerindeki "Tanrılar ve Tanrıçalar") soy ağacı. "Büyük Anunnaki Meclisi" Laurence Gardner, Bantam Press, New York, 1999:

A, mitoloji, sümer mitolojisi, Anunakiler, Anunnakiler, Anunnakilerin soy ağacı, Sümer tanrıları, Sümer aile ağacı, Anunnakilerin izleri, Anunnakilerin yarattığı, Igigi, din ve mitoloji,
Yazan: A.Kara