HABERLER
Dini Haber

PROMETHEUS

GF, mitoloji, Prometheus, Prometheus'un hikayesi, Prometheus'un kurtuluşu, Prometheus ile şeytan ilişkisi, Prometheus'un çamurdan insan yaratışı, Enki ve Prometheus, yunan mitolojisi, din ve mitoloji,
PROMETHEUS
(ATEŞ HIRSIZI, DEVRİMCİ VE ŞEYTAN)


Adı “önceden gören” anlamına gelen Prometheus, titanların soyundan gelir. Hesiodos’a göre, Lapetos’la Klymene’nin; Aiskhylos’a göre ise Prometheus Gaia’nın oğludur. İnsanların yaratıcısı ve onlara ateşi veren kişi olarak tanımlanan Prometheus’un Atlas, Menoitios, Epimetheus adında üç kardeşi vardır.

Titan soyundan gelen Prometheus ve kardeşleri akıl gücü bakımından diğer tanrılardan üstündür ve bu gücü Zeus’a karşı gelmek için kullanırlar. Fakat akıl gücü Zeus’un tekelindedir ve Zeus dünya egemenliğini bu güçle ele geçirmiştir. Bu gücü başkasında görmek, içinde bitmek bilmez bir öfke doğurur. Prometheus da bu öfkeyi körükler durur. Sivri aklını, geleceği önceden görme gücünü Zeus’u aldatma ve küçük düşürmek için kullanır.
Aiskhylos’a göre Prometheus bir kahindir ve nasıl Gaia Kronos’a devrileceğini haber verdiyse, Prometheus da Zeus’un bir gün tahttan düşeceğini bilir. Bu bilgiden edindiği üstünlükle Prometheus, Zeus’u sürekli bir kuşkunun baskısı altında tutar. Zamanla dört kardeş de bu üstünlükleri yüzünden Zeus tarafından eşi görülmemiş cezalara çarptırılır. Kardeşlerden ilk ikisi Atlas’la Menoitios, tanrılarla titanlar arasındaki ünlü savaşa katılmış ve Zeus tarafından Atlas gök kubbeyi omuzlarında taşımakla, Menoitos da yerin dibine kapatılmakla cezalandırılmıştır. Zeus, Prometheus’un karaciğerini kartallara yedirerek, Epimetheus’u da ilk kadın Pandora’yı kendisine eş etmekle cezalandıracaktır.

İnsanın Prometheus tarafından maddeden yaratıldığı, daha doğru bir deyimle “yapıldığı” mitosu, geç bir dönemde İÖ 4. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Prometheus suya ya da gözyaşlarına kil karıştırarak, ölümlü ilk varlığın bedenine biçim verir. Sonra çamurdan yapılmış bu bedene yaşam soluğunu üfler.
Bir başka mitosa göre Prometheus, ilk insanın yalnızca yapıcısıdır, onu yalnızca biçimleyen kişidir. İlk insana hayatı, ruhu Athena vermiştir.

İlk kaynaklardan beri Prometheus insanların dostu olarak  anılmaktadır. Hesiodos şöyle bir olay anlatır ;

"Ölümsüz tanrılarla ölümlü insanların
Mekone’de çatıştığı zamanlardı o zamanlar,
O günlerden bir gün, Prometheus yaranmak için
Koca bir öküzü ikiye böldü getirdi sofraya:
Zeus’u aldatmak istiyordu aslında;
Öküzün yarısı yağlı etler ve barsaklardı
Karın derisi altında saklı,
Öbür yarısı yalın kemiklerdi sadece
Ak yağlar altında kurnazca saklanmış …
Bunun üzerine tanrıların ve insanların babası
Ey İapetosoğlu, soyluların soylusu, dedi ona,
Hiç de haklı bir paylaştırma değil bu dostum.
Böyle alaylı alaylı konuştu engin akıllı Zeus,
Sinsi düşünceli Prometheus hafifçe gülümseyip
Kurnazlığını saklamaya çalıştı ve dedi:
Ulular ulusu Zeus, ölmez tanrıların en şanslısı,
Göğsündeki yürek hangi payı istiyorsa onu al. "


Zeus “öküzün ak yağlarını” kaldırıp kemikleri görünce yüreğini bir öfke sarmıştır. Tanrılar tanrısı aslında Prometheus’un kurnazlığını anlamış, ama   önleyememiştir. “Bilmişlerin en bilmişi” dediği Iapetosoğlu’nun bu yaptığını cezasız bırakmaz. Ölümlülerin elinden ateşi alır. Ama  Prometheus bir kez daha aldatır tanrılar tanrısı Zeus’u.
Bir bahane ile Zeus'un gönlünü almayı başaran Prometheus , Tanrılara gelecekten haber verme bahanesi ile Olympos'a çıkar ve güneşin alev alev yanan ışığından bir parça çalarak bir rezene kabı içinde saklayarak geri döner , böylece ateşi yeniden insanlara verir ..
Başka bir anlatıya göre ise Prometheus , ateşi Zeus'un oğlu demirci Tanrı Hephaistos'un kaynak ocağından alır .
Her iki anlatıya göre de Prometheus ateşi Olympos Tanrılarından çalıp insanlığa armağan etmiştir .
Aiskhylos “ateşi çalmakla” ilgili miti yeniden kurgulayarak farklı bir boyut kazandırır ve ona simgesel bir anlam yükler. Prometheus, mitolojideki gibi yalnızca ateşi çalıp onu başkalarına ulaştıran bir hırsız değildir. O aynı zamanda insanlığın eğiticisidir. Prometheus insanlara ateşi vermiş, böylece insanoğlu da bu dehayı kullanarak kendi büyüklüğünün ve gücünün sınırsızlığını kanıtlamıştır.

Prometheus, öteki kardeşleri gibi tanrıların düzenine karşı çıkmış, ne var ki öteki kardeşlerinden farklı olarak sonunda insanları yaratmak ve onlara ateşi (yaratıcılığı, bilimi, uygarlığı) vermekle bu düzeni değiştirmeyi başarmıştır. Bu yüzden de Zeus, Demirci Tanrı Hepaistos’a, onu yer yüzünün diğer ucunda bulunan Kafkas Dağı’nda bir kayaya çırılçıplak bir şekilde zincirleme emri verir.
Ardından tanrılarca görevlendirilen bir kartal, Prometheus’un sürekli olarak her gece yeniden oluşan karaciğerini kemirir. Bu olaylardan sonra Prometheus,  “Prometheus Desmotes (Zincire Vurulmuş Prometheus)” adıyla anılmıştır.

Prometheus’tan sonra Zeus, insanları da cezalandırmak için kadını yaratır ve tanrıça görünümlü o güzel bedeni topraktan su ile yoğurmasını ve çekici kılmasını Hephaistos’a buyurur. Athena bedeni uyumlu olarak süsler, Afrodit yüzüne zarafet ve dayanılmaz arzu serper, ulak Hermes ise ona şeytani bir zeka ve kandırma yetisi üfler. Ayrıca konuşma yetisi de verir.

Hermes ona Pandora (bütün tanrılardan armağan) adını verir. Pandora’ya kapalı bir küp emanet ederek onu Epimetheus’a götürür. Kardeşi Prometheus, Zeus’tan hiçbir armağan almaması konusunda Epimetheus’u boşuna uyarmıştır. Epimetheus, Pandora’nın çekiciliğine karşı koyamaz ve Pandora’yı eş olarak kabul eder.
Bir süre sonra merakına yenilen Pandora, kendisine düğün hediyesi olarak verilen küpü açar ve içindeki tüm kötülükler dünyaya yayılmaya başlar. Ancak son anda küpü kapatır maalesef küpün içinde kalan tek şey ise “umut”tur.

Prometheus’un kurtuluşu ise şu şekilde olur ;  Zeus’un geleceği ile ilgili bir gizi yalnızca  Prometheus biliyordu. Zeus’un birlikte olacağı bir kadından doğacak bir çocuk babasının krallığına son verecekti. Bu kadının kim olduğunu öğrenip onu bekleyen tehlikeyi savuşturmak için zincire vurulan Prometheus’u salıvermek zorunda kalır ve onun zincirlerini çözer  Prometheus’un karaciğerini kemiren kartalı öldürsün diye de Herkales’i yollar.
Promethes, onu Kafkas Dağı’nın tepesindeki bu tanrısal işkenceden kurtaran Herakles’e, “Zeus tahtından düşmedikçe benim işkencelerimin sonu yok” der, böylelikle de insanlığa özgürlüğün yolunu göstermiş olur. Yeniden tanrılar katına kabul edilen Prometheus gizi açıklar. Zeus, Nereus’un kızı Thetis’e gönül vermiştir. Thetis’in doğuracağı çocuk babasından daha güçlü olacaktır. Zeus, Thetis ile birleştiği taktirde krallığı son bulacaktır. Tanrılar kendilerini korumak için Thetis’in bir ölümlüyle evlenmesini sağlarlar. Bunun sonucunda, Thetis’in oğlu, yaralanmaz ama ölümlü savaşçı Akhilleus olacaktır.

Prometheus'un hikayesine baktığımızda, Tanrı karşıtı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.  Baş Tanrı ya karşı gelir. Ateşi çalıp insanlara verir,  ışık getirir. Yani aslında Şeytantır !
Böylece en önemli Tanrısal güçlerden birini insana vermiş olur yani ateşi !
Bu şu demektir; yapıcı ve yakıcı  bilgi !! Zeus'un yıldırımına bağlı kalmadan yakılmış ateşi sürdürmek için uğraşmadan ateş yakmak.
Bir başka deyişle Tanrı olmak. Zira ateş kullanılarak çömlek yapılır, silah elde edilir. Prometheus insanı çamurdan çömlekçi çarkında yaratır. Gerçek Tanrı odur.
Onun Sümerde ki karşılığı Enki'dir.
Yerin efendisi ve suların tanrısı.
İnsanı yaratan ve tufan dahil baş Tanrı’nın gazabından koruyan odur.  Ayrıca Enki kurnaz olarak sıfatlandırılır. Aynı şekilde Prometheus da önceden düşünendir.
Bu fikirsel bazda da bir başka paralellik arzeder.  Ölüm / ölümsüzlük / elma / bilgi testinde insan dişisine elmayı tercih etmesini yoksa öldürülecekkerini ,  ölümsüzlüğün hayal olduğunu söyleyen Enki'dir. Bu Havva’ya  elmayı yediren  şeytan ile aynıdır.
Tanrı bilgi ağacının meyvesini yasak etmiştir. İnsanı cahil bırakır.
Oysa şeytan ve Enki insanı bilgi ile donatır. Prometheus da ateşin bilgisini insana verir.
Seks ve bilginin çoğalması ile meyve olan çocuk ve bilgi bir tutulmuştur.
Venüs,  İştar, Lilith ile Samael kuzey yıldızı ile birdir.
Her halükarda Adem'i erkek üstünlüğünü reddeden ana tanrıçalar onlardır. Ancak Enki ve Prometheus farklıdır, onlar insanı yaratan Tanrı’lar olarak hep insanı korur. Bilgi ile aydınlatır, ışık getirir. Bu sebeple baş Tanrı ile savaşırlar.
Şeytana bu dünyanın Kralı denir.
Bu tamamen Enki ile özdeşleşir.

Her daim sevgi ve umutla kalın dostlar.

Yazan: Gregoire de Fronsac

ENDONEZYA'DAKİ DEV HEYKELLER

A, Açıklanamayanlar, Endonezya'daki dev taş heykellerin gizemi,Uzaylı tasvirleri mi?,Dev heykellerin gizemi,Endonezya'nın gizemli heykelleri, Dünya dışı yaşam, Kalambas,Bada Vadisi
Endonezya'daki Dev Taş Heykeller Dünya Dışı Astronotların Tasvirleri Mi?

Lore Lindu Ulusal Parkı insan biçiminde tasvirleri olan 400'den fazla megalitik heykel içermektedir ve bunlardan bazılarının ağırlığı 10 tona yakındır.

Bada Vadisi, Lore Lindu Ulusal Parkı içinde, Endonezya'nın Sulawesi adasında yer almaktadır.
Buradaki yüzlerce heykelin 14. yüzyıla kadar uzandığına inanılıyor ve yerel Badaik dilinde vatu (“taş”) ve Endonezya dilinde arca (“heykel”) olarak adlandırılıyorlar.
Bu dev heykellerin ve onları yapanların amacı tam olarak bilinmemektedir.

Bu megalitler 14. yüzyıldan beri yerel olarak belgelenmiş olmalarına rağmen, 1908 yılında batılı arkeologlar tarafından ancak keşfedilebilmiştir.

Amaçları bilinmeyen ve tarihleri 1000 ila 5.000 arasında değişen düzinelerce heykel vardır. Bu ise Paskalya Adası'nın ilk Moai heykelinden en az 500 yıl daha yaşlı olabilecekleri anlamına gelir.

Bazı araştırmacılar, Laos ile Kamboçya'daki megalit örneklerinin ve Endonezya'daki parçaların farklı  heykel kültürüyle ilişkili olduklarına inanmaktadır. Ancak, Bada Vadisi heykelleri, morfolojileri (şekil bilimi) nedeniyle Güneydoğu Asya'nın tümüne göre benzersizdir.

A, Açıklanamayanlar, Endonezya'daki dev taş heykellerin gizemi,Uzaylı tasvirleri mi?,Dev heykellerin gizemi,Endonezya'nın gizemli heykelleri, Dünya dışı yaşam, Kalambas,Bada Vadisi
Yerel efsaneler onları ataların kültüyle ilişkilendirir, ama aynı zamanda çok eski zamanlardaki kurban edicilerle, yağmacılar ve suçlulara dair efsaneler ile de ilişkilendirir.

Örneğin: "Tokala’ea" adında birinin taşa dönüşmüş bir tecavüzcü olduğu söylenir; Kayadaki derin kesikler ise bıçaklardan gelen izleri gösterir.
Tadulako adında bir başka heykel ise efsaneye göre bir zamanlar güvenilir bir köy korucusunun pirinç çaldığı için taşa dönüştüğünü, ihanet ettiği köylülere çevrilerek vadi boyunca onlara bakmaya bırakıldığını anlatmaktadır.

Hala günümüzde bazı yerliler taşların doğaüstü güçlere sahip olduklarına, kendi başlarına hareket edebildiklerine inanmaktalar. Kimileri ise onların binlerce yıl önce cennetten gelen insan atalarına dair izler olarak görmekteler. Tabi ki bu görüşün bir dayanağı, ikna edici delilleri yoktur.

Arkeologlar, kadınlardaki uzun saçlar gibi, tüm heykellerin genital organlar ve yüz özelliklerinin temsiliyle farklılaştırılmış olduklarını görerek onları erkek ve dişi heykeller olarak tanımlamışlardır.

Diğer ufak heykellerde ise basit çizgilerle kaş, yanak ve çene bölümleri gösterilen yüzler vardır. Dev heykel figürlerinin çoğu yalnızdır, az sayıda heykelin gruplar halinde olduğu görülür. Bazı heykeller 4 buçuk metre boyundadır ve birçok araştırmacıda ciddi merak uyandırmışlardır.

Bazı heykellerin ise hayvanları temsil ettiği görülmektedir. İnsanları temsil edenlerin iri gözleri ve uzun, düz bedenleri ve devasa kafaları vardır. Heykellerin çoğu düşmüş veya nehirlerin kıyısında ya da tarlanın ortasında yarı gömülü şekilde kalmıştır.

Bada Vadisi Kalambas adı verilen, tek bir taş bloktan oyulmuş dairesel blokları ile iyi bilinmektedir.
Çeşitli şekil ve boylardaki bu yapılar tüm vadi boyunca bulunabilirler.

Arkeologlar, bir Kalambas'ın merkezi kısmının dairesel bir deliğe sahip olduğunu, diğerlerinin ise ortada bir bölümde iki adet dairesel delik bulunduğunu görmüşlerdir. Kalambasların gerçek kullanım nedeni bir sır olarak kalmasına rağmen, bazıları bu devasa kapların soylular ya da krallar için küvet olarak kullanıldığını söylüyor.

Bazı yazarlar ise bu devasa dairesel çömleklerin bir zamanlar tabut olarak ya da suyun depolanması için bir araç olarak kullanıldığını belirtmektedir. Arkeologlar, Kalambasların bir zamanlar etraflarında iri taş kapaklar bulunduğunu bu yüzden banyo olarak kullanılmadıklarını belirtmektedirler. Yani büyük ölçekli devasa taş heykeller olan Kalambasların gerçek amaçları arkeologların çözemediği derin bir gizem olmaya devam etmekte.

Çeviren & Yazan: A.Kara

KUTSAL KİTAPLARDAKİ AYETLER NASIL OLUŞTU?

din, islamiyet, MT, Mezopotamya ve dinler,Mezopotamya'nın kutsal kitaplara yansıması,Mezopotamya ve cennet,Mezopotamya genel evleri,Arap tüccarların Mezopotamya ziyaretleri,Kur'an ayetleri ve Mezopotamya
Kutsal kitapların bazı ayetlerinin nasıl oluştuğuna bir bakalım. Biraz ayıp olsada bildiğim gerçeği yansıtmaya çalışıyorum.

M.Ö Elçilerin ve ticaret kervanlarının buluştuğu ve yaşadığı tecrübelerin merkezi, medeniyetin beşiğinde (Mezopotamya) yaşanmakta olanları görüp, bunları kendisi yaşayıp kendi toplumuna anlattığı önemli bilgilerdir ayetler.

Bu yazımda Kuran'ı Kerim yazılışı üzerinde duracağım.
Ne demek istediğim anlaşılması açısından bir kaç örnek vermem gerekebilir.

Elçin'in ticari kimliği önemli olduğu içindir ki her ticari seferinde ülkesine döndüğü zaman Mezopotamya'da görüp yaşadıklarını çevresindeki insanlara anlatır. Hele birde bu elçi 25 yaşlarında bir gençse, asma üzüm bahçeli edeni -Latince cennet- şarabın bol bol ırmak gibi aktığı nehirleri, 72 huriyi, kenevir otu gibi şeyleri mutlaka tadacak ve anlatacaktır. Neyse daha fazla ayıba kaçmasın yoksa beni taşlarsınız.

Bu nasıl olur? Çok normal, çünkü uzaklarda nelerin olduğunu ancak gidip görenler bilir.
Çok değil 30 yıl önce Almanya'dan gelen akrabaların taşıdığı haberler ve başka medeniyete dair bilgiler, anlatım biçimleri ve sonrasında kameranın, şimdi ise internetin çıkışı ile herşey (görüp-yaşadıklarını anlatmak) daha kolay tabiiki.

Arap ticaretçilerin kumaş, hurma, parfüm, incir karşılığında yağ, şarap, bilim, felsefeye dair bilgilere kavuştukları bilinir. Aynı zamanda bu kişiler (Elçi, kervancı, ve şairler) gördüklerini çevrelerine anlatırlardı, bunun içindir ki çok geniş katılımlı ortamlar oluşurdu. O tarihlerde Mezopotamya'ya ayak basan ve geri gelen her insan çok çok önemliydi (bu insan Kureyşli'de olabilir) söyleyecekleri ayet kadar değerli ki zaten bugünkü ayetler detaylı incelenirse durum anlaşılır. En azından ben öyle düşünüyorum.

Müzik,dans ve şarap eşliğinde kurulan köy sofrasında (taverna) etrafındaki insanlara görüp yaşadıkları veya duyduklarını anlatır elçi-ve ticaretçiler. Şair geleneğinde önemli olan Arap ileri gelenleri bu elçilerin söylediklerini tanrıçanın (Allah'ın) sözleri olarak yazarlar.

Elçin'in her seferinden sonra anlattıklarını yazan kalemler bunu daha sonra bir kitaba dönüştürür ve yaşamakta olan  medeniyeti sürekli güncel tutarlar ta ki M.S. 8.yüzyıla kadar.

Ve bu kitabın yazarı elbette bir tanrıçadır, işte buda Müslümanların dediği Allah'tır.
Ama nasıl olur ?
Şimdi anlaşılır bir dilden gideceğim.

Meraklı  bir şekilde medeniyetten gelecek olan mesajları önce sözlü alan ve daha sonra bunu yazılı hale dönüştüren toplum öncüleri (şair,yazar) hazırladıkları bu kitabı müthiş bir yöntem ve sanat  kullanarak sayfalarındaki yazının altında bulunan resmin (sembol) de yardımıyla kopyasını imkansız kılarlar. Böylece buda toplumun ihtiyacı olan medeni ve kültürel arşivde yerini alır.

Dikkat ederseniz dinler ne zaman hükmetmeye başladı ise gerçek kitapların hepsini yakıp yok etmişlerdir. Bakalım, bu kadar iddialı olmak nasıl olur? Bunu nasıl anlatacağımı merak edenlerin eğer önceki yazılarımı takip etme şansları olduysa anlaşılması daha rahat olacaktır.

Kuran'ı Kerim genelde zeytin, incir (şarap-üzüm) hurma deve falan bahseder. Fakat şunu da söylemeden geçmeyeceğim, kurandaki ayetler doğru çevrilmiyor ve anlamları gerçeğe zıt olarak ifade ediliyor. Özellikle belirtmeliyim ki Kuran'daki Tanrının bir kadın olması bütün her şeyi biraz daha gün yüzüne çıkarır.


Müminun süresi 20.ayet Toros eteklerinde bulunan zeytin ağacı ve mamullerini konu alır.
Cennet, şarap ve seks ayetleri ise Tanrıçanın toplumun huzuru ve bekası için kurduğu genel ev kurallarıdır. Ne alaka? diyorsanız şöyle:

Bugün cinsellik tüm Arap dünyasında ve ülkemizde zina adı altında yasak (haram), cezalarla baskı altında ve insan haklarını ihlal eden olaylar yaşanıyor. İnsanın en doğal hakkı olan seks ve şarap (alkol) elinden alınıyor (Kimseye gidin alkolik olun veya seks alemlerine akın demiyorum. Fakat kesinlikle iki yetişkin arasındaki ilişki veya içeceğim alkol sakallı bir imamın onayından geçmek zorunda değildir.)

Ve cennet diye tabir edilen ruhani dünya, aslında hiç alakası olmayan hayali bir yerde mükafat olarak lanse edilen, fakat zorba, vahşi, egoist, ve uyanık erkek Tanrının isteklerini yerine getirme şartı ile belirlenen durumdur. (Kulluk-kölelik gereksizdir.) Bu ise sadece zorba bir erkeğin kafasındaki ahlaksız teorilerden ibarettir.

Dikkat edersek dindeki cins üstünlüğü (maskilist) en çok bu ahmakça erkek egemen sistemin altındaki toplumlarda oluşur. Bu da beraberinde taciz, tecavüz, recm, intihar, ahlak bozukluğu, kadına baskı, ve köleliği getirir. Buna feodalizm denir.

Toplumun en hassas olduğu ve özellikle baskı altında tutulmaya çalışılan seks, alkol ve o bazı ürünler yasak olduğu sürece doğal olarak insanda (hissi olan) en vahşi halini alır. Nasıl mı?

Bakın, örneğin İmamın bir tanesi bu baskılardan dolayı kendi kız kardeşine tecavüz etti, Ensar vakfı gibiler vahşileşip kız ve erkek savunmasız çocuklara tecavüz etti, Özgecan olayı zaten vahşet, ülkedeki kadın ölümleri yüzünden ağlamak istiyorum. Ve bu olaylar tüm bunlara göz yuman ahlaksız  zihniyet, yanlış anlatılmış ve anlaşılmış din sayesinde gerçekleşti. Peki gerçek dine gerek var mı?

Birde tanrıçalar döneminde yaşananlara bakalım.
Tanrıçalar ise çok güzel yöntemlerle ticaretçi, bekar, eşinden uzak, yaşlı, ve önemli elçilerin seks ihtiyacını karşılamak için veya vahşi, tecavüzcü, köleci, saldırgan, geri-zekalı erkekten toplumu korumanın önlemini almak için cinselliğin felsefesini özgürce ve kutsallıkla benimsemiş (dönemin genel evlerindeki kendini tanrıya adayan rahibelerin tanrı için, kutsal dedikleri seks eylemlerini gerçekleştirmesi) yazmış ve önlemini almıştır.

Nedir bu önlem ve bilgi?
Tanrıçalar tarihte Sümerler'den (M.Ö 4000) Fenikelilere ve günümüze kadar süregelmiştir.
Arap yarım adasına Astarte'nin dönemindeki bilgiler taşınmıştır.

Gönüllü olarak tanrıçanın hizmetinde çalışan 72 milletten rahibeler özel evlerde erkeklerin cenneti yaşamasına yardımcı olur, içinde şarabın sınırsız olduğu, kenevir otu vs. (kutsal kitaplardaki) ürünlerle beraber ücret karşılığında ayinlere tabii olurlardı.

Filo-Sufi Ömer Hayyam hazretleri derki:
Irmaklarından şaraplar akar cenneti ala meyhanemidir?
72 huri diyorsun cenneti ala kerhane midir?

Nisa suresinin 34. ayetinden şimdilik bahsedemem size çok ayıp gelecektir.
Neyse gördüklerinden dolayı başı dönen kervancı sonrasında bu unutulması imkansız hatta anlatırken heyecan dolu anları çevresine anlatırdı.

Tanrıça (Allah) aynı zamanda bu elçiler vasıtasıyla bu mesajı kendi toplumlarına da bildirmelerini özellikle belirtmiştir (onlara yaşatarak). Elçin'in bu kutsal mesajı kendi toplumuna nasıl heyecanla anlattığını eminim sizler de tahmin ediyorsunuz..
Eğer okursanız Sümerolog Sayın M. İlmiye Çığ anlatmak istediklerime biraz yardımcı olacaktır.

Dünya boştur boşlukları doldurmak üzere.

Yazan: Metin T.