HABERLER
Dini Haber

MUHAMMED'İN MİTOLOJİK ATI "BURAK"

mitoloji, İslam mitolojisi, Burak, Muhammed'in atı Burak, Muhammed'in binerek uçtuğu at, Burak atı, Kanatlı at Burak ve Kamadhenu, A, din ve mitoloji, Miraca uçuran at, Burak tasviri, Kamadhenu
Burk-E-Albani / البُراق‎ ‎ / Al-Burāq
Muhammed'in Mitolojik Atı

Burak'ın tavus kuşu kuyruğu yerine at kuyruğu vardır. Fakat birçok sefer aşırı benzerliğinden dolayı at kuyruğundan farklı olarak Kamadhenu'yla yakından ilişkilendirilmiş ve tavus kuşu kuyruğuyla (çoğu zaman Hindistan'ın sembolü olmuştur) resmedilmiştir.

Tanrıça Shri Kamadhenu bazen bir inek olarak tasvir edildiği gibi bazen bir tavuskuşu kuyruğu ve güzel bir kadının kafası ile mistik bir kanatlı inek olarak da tasvir edilir. Bu ikonografi Muhammed'i gece yolculuğuna sırtında taşıyan dişi at olan Burak'ınkine çok benzer.

Mistik Kamadhenu kanatlı bir inek olarak tanımlanırken, Burak kanatlı bir at olarak tanımlanmaktadır.

Kadın başlı, at gövdeli ve tavus kuşu kuyruklu Burak, Hz. Muhammed'in Miraçta, Yedi Gökten Kudüs'e gidişinde bindiği bir dişi melektir.

Tıpkı tek boynuzlu Unicorn gibi bir kadının kafasına sahip olan, kanatlı At benzeri yaratık olduğu söylenen Burak İslam'daki dişil İlahiliğin bir örneğidir ve 7 kat gökten Muhammed'in Miraç yolculuğunun aracı olmuştur. İnanışa göre Muhammed alevden bir enerji ile çevrilmiş ve melekler eşliğinde Burak'a binmiştir.

Ayrıca İslam inancında, eşi Sare ile yaşayan İbrahim peygamberin diğer eşi Hacer ve oğlu İsmail'i ziyaret etmek için Mekke'ye giderken Burak'ı kullandığı ve aynı gün içinde akşam vakti yine Burak ile geri döndüğü ifade edilmektedir.

mitoloji, İslam mitolojisi, Burak, Muhammed'in atı Burak, Muhammed'in binerek uçtuğu at, Burak atı, Kanatlı at Burak ve Kamadhenu, A, din ve mitoloji, Miraca uçuran at, Burak tasviri, Kamadhenu
Yukarıdaki görselde gördüğünüz Hindu Tanrıçası Kamadhenu ile Burak arasında bariz benzerlikler vardır. Kamadhenu'da tıpkı Burak gibi genellikle kanatlarla ve tavus kuşunun kuyruğuyla tasvir edilmiş, dilek yerine geçen bir canlı olarak kullanılmıştır.

Muhammed, Burak'a Binerek Cennete Uçuyor
Al-Burāq (Arapça: البُراق al-Burāq "yıldırım"), peygamberleri taşıyan göksel bir yaratık olarak tanımlanan bir mitolojik attır. En sık anlatılan hikayede 7. yüzyılda, Burak'ın İslam peygamberi Muhammed'i Mekke'den Kudüs'e, İsrail'e ve Mi'raj ya da “Gece Yolculuğu” na götürür ve bunlar Kur'an'da da yer almaktadır.

Kanatlı bir at olan Burak, Mısır mitlerinin meşhur yaratıklarından olan sfenksler ile de benzerlikler içermektedir. Bazı çizimlerde ise Burak'ın siyah saçları ve kulağındaki küpesi ile bir kadın yüzü vardır. Muhammed de sade bir elbise giymiştir. Bu resim tarzı Uzak Doğu sanatının etkisini göstermektedir.

Sahih-i Buhari'den bir alıntı yaparak Burak'ı nasıl tarif ettiğine bakalım:
“... Sonra bir katırdan daha küçük ve eşekten daha büyük beyaz bir hayvan bana getirildi.” ... "Hayvansalın adımı (o kadar genişti ki) hayvanın görüş alanının en uzak noktasına ulaştı."

Başka bir açıklama:
"Ardından Cebrail, güzel yüzlü ve dizginlenmiş Burak'ı, eşekten daha büyük, ancak katırdan daha küçük, uzun, beyaz bir canavarı getirdi. O, toynaklarını bakışlarının en uzak sınırına yerleştirebilirdi. Uzun kulakları vardı. Ne zaman bir dağla karşılaşırsa, arka ayakları uzardı ve yokuş aşağı gittiğinde ise ön bacakları uzardı. Bacaklarına kuvvet veren iki kanadı vardı."

Yine Sahih Buhari Hadislerinden,
İsra ve Mirac Hakkında Malik İbn-i Sa`Saa Hadisi (HadisNo: 1551)
...Daha sonra katırdan küçük ve merkepten büyük beyaz bir binit getirildi. -Râvî (Enes İbn-i Mâlik): "Bunun adı Burak`tır ki o, adımını gözünün irişebildiği yerin müntehâsına atardı" demişti:- Ben bunun üzerine bindirildim...

Taberî’nin naklettiği bir rivayette Hz. İbrâhim’in Kâbe’yi ziyarete giderken bu bineği kullandığı belirtilmekte ve bu sebeple buraktan “İbrâhim’in bineği” (dâbbetü İbrâhim) şeklinde söz edilmektedir (Tefsîr, XV, 5, 10). Ayrıca kıyamet günü, mahşer yerinde bulunan ümmetlerine ulaşabilmeleri için peygamberlere binek verileceği, Sâlih peygamber devesine binerken Muhammed’in de kızı Fâtıma ile birlikte buraka bineceği ve o gün Burak'ın sadece kendisine tahsis edileceği gibi hususlar da konu ile ilgili rivayetlerdendir.

Kaynaklar:
Lisânü’l-ǾArab, “brk” md.; Tâcü’l-Ǿarûs, “brk” md.; Müsned, III, 148; IV, 208; Buhârî, “Bedǿü’l-halk”, 6, “Menâkıbü’l-ensâr”, 42; Müslim, “Îmân”, 259, 264; Nesâî, “Salât”, 1; İbn Hişâm, es-Sîre, I, 396-398; İbn Sa‘d, et-Tabakāt, I, 214; Taberî, Tefsîr (Bulak), XV, 4-5, 10, 12, 13; Hâkim, el-Müstedrek, II, 360; IV, 606; Demîrî, Hayâtü’l-hayevân, I, 165-168; B. Carra de Vaux, “Burak”, İA, II, 804; R. Paret, “al-Burāk”, EI² (İng.), I, 1310-1311, Hint mitolojisi Kamadhenu;  Journeys in holy lands: The Evolution of the Abraham-Ishmael Legends in Islamic Exegesis, Reuven Firestone, State University of New York Press, New York, 1990

Yazan: A.Kara

YUNUS SURESİNİ KİM YAZDI? YAZDIRDI?

Yazan: Demon Product
DP, Yunus suresi,Yunus suresini kim yazdı,Kur'an çelişkileri,Yunus suresi orjinal bir sure değildir,Yunus suresinin kökenleri,Kur'an'ın kökeni,Vişnu ve Manu efsanesi,Hint efsanesinde büyük tufan,Manu ve Yunus, islamiyet,

Birkaç ay önce yazdığım “Alak Suresini Kim Yazdı, Yazdırdı” adlı makalemin başlığına benzer şekilde bu yazıya da başlık yaptım. O yazı sonrası yediğim küfrün ve hakaretin haddi hesabı yoktu. Çok eleştiri aldım ancak hiç biri antitez değildi. Herkes kendince akıl verdi. Yalnız gözden kaçan bir husus, o yazıda ben yorum yapmamıştım? İddiaları ve yazılanları ortaya koydum, ancak cevap vermedim. Sadece herkesçe ortak olan soruları sordum. Bu yazıda da aynı olacak. Sorular bol, kaynaklar bol, ama cevap yok. Cevabı siz bulacaksınız.

Küçükken dini filmlere bayılırdım. 1976 yılı yapımı Mısırlı Mustafa AKKAD’ın yapımcılığını üstlendiği Çağrı filmi özellikle önemli bir yere sahipti benim için. Sanatsal olarak hala aynı diyebilirim. O filmi TV’de ilk izlediğimde o küçük bedenimde mevcut olan bütün tüyler diken diken olmuştu. Anthony QUEEN’in canlandırdığı Hamza karakterinin, Usta Yunanlı oyuncu Irene PAPPAS’ın canlandırdığı Hind karakteri tarafından Vahşi adlı köleye öldürtülmesi ve sonrası çok etkilemişti beni. Sadece bu mu? Hayır. Müzikler, İlahiler, Bilal-i Habeşi ve ilk ezan, Ebu Sufyan’ın dahi İslamiyet’e dönüşü… Bir Din daha güzel anlatılamazdı. Bu nedenle büyük gurur duyuyor, inanmayanalar ve başka dine mensuplara acıyordum. Nasıl olurda bunca ayete, örneğe ve ispata rağmen inanmıyorlardı?

Özellikle O meşhur müziği çaldığında neredeyse gözlerimin dolduğunu hissediyordum. İşte bu nedenle dini filmlere yönelmiştim. Hiç kimsenin anlatamadığı, gösteremediği, öğretemediği bir biçimde dinimizi anlatıyorlardı. Bunların arasında bir Türk filmi de vardı. Usta oyuncumuz Cüneyt GÖKÇER’in canlandırdığı Hz. Ömer filmi… Bu filmde beni en çok etkileyen sahne, Hz. Ömer’in tam kardeşini Müslüman olduğu için öldürecekken duyduğu Kurandan etkilenmesi idi. İçeri elinde kılıcı ile giriyor, Kuran okuyan adama “Sen ne okuyorsun öyle?” diye soruyor. Arkasından da “Okudukların adeta kalbime dokundu!” diyor. Sonuç mu? Kelime-i Şehadet getirip Müslüman oluyor.


Özetle birçoğumuzda olduğu gibi ama az ama çok bu filmler oldukça etkilemişti ve dinimi bunlardan da öğrenmiştim. Doğru bir Müslüman olarak yaşadığım söylenemezdi. Önceki yazılarımı okuyanlar zaten kendi hayatımdan sunduğum kesitlerden bu çıkarımda bulunabilirler. Açıkçası doğru bir Müslüman olmak için uğraşıyordum. Cennetle müjdelenen, peygambere komşu olacak müminlerden olmalıydım. Kimisi cennet hurileri ve cennet şarabı ile dalga geçiyordu. Onlarla zaten baş edilemezdi ki, ne söylesek illa bir karşıt savunma mekanizması geliştiriyorlardı. Apaçık ayetleri reddediyor, bunca ibrete rağmen ders almıyorlardı. Nasıl olurda Allah’ın kelamı ve kitabı ile dalga geçilir ki? Hiç mi beyin yok bunlarda derdim. Ramazan aylarında bu filmler kaplıyor ekranları. Nasıl ibret almıyorlardı?

Ne zaman tekrar tekrar Çağrı filmi ve benzeri dini filmleri izlesem büyük pişmanlıklar duyuyordum. Namazımı düzenli kıldığım çok zaman dahi olmuştu. Ama arada sapıyordum. İçime bir kıskançlık düşmüştü. Şeytan vesvese düşürmüştü kalbime. Aklıma Hz. Ömer geldi. Onu etkileyen o sahnede ki gibi neden Kuran ayetleri okunduğunda benim “kalbime dokunmuyordu?”. Siz ce sıkı sıkı sarılsam olacak mıydı? Değme hocalara taş çıkartacak kadar sarılıyordum. Belki de sarıldığımı sanıyordum. Beni eleştireceklere açık kapı kalsın.

“Eeee! Demek ki istememişsin, kalben isteseydin olurdu. İman isteyene verilir!” geyiğini bir kenara atın. En azından inandığını dinin ve kitabın ayetine ters düşmeyin. Neden mi?

Hadi Yunus Suresi 100. Ayete bir göz atalım:
"Ve mâ kâne li nefsin en tu’mine illâ bi iznillâh(iznillâhi), ve yec’alur ricse alâllezîne lâ ya’kılûn(ya’kılûne). Ve Allah’ın izni olmaksızın, bir kimsenin (bir nefsin) mü’min olması (mümkün) olamaz. Ve (Allah), akıl etmeyen kimselerin üzerine ceza (azap) verir."

Şimdi bu ayeti cımbızla seçtiniz, aslında orada anlatılmak istenen o değil, şu söylenmek istemiş, o sürenin tamamı okunmadan, hangi dönemde ve ne için indiği bilinmeden yorum yapılmaz gibi saçma sapan ayet bükme operasyonlarınızı bir kenara atın. Ayette her şey açık ve seçik. Allah’ın izni olmaksızın bir kimsenin mümin olması mümkün olamaz diyor. Var mı ötesi? İstediğiniz meallere bakın, istediğiniz boyuttan ve açıdan bakın. Hatta imkân varsa Avengers Marvel Evrenindeki THANOS edasıyla evrenin tüm boyutlarından bakın. İsterseniz FRINGE dizisinde Profesör Walter gibi paralel evrene geçip bakın ya da Stranger Things dizisindeki veletler gibi diğer alt boyuta geçip bakın. Anlam açık ve seçik. Yani ne yaparsanız yapın, ne düşünürseniz düşünün. Allah izin vermedikçe OLMAZ!

Yok, hatalı isem, yani aslında eğip büken sizler haklıysanız bir de şu ayete bir göz atın derim. Bu arada verdiğim ayetleri bulundukları sureleri ile baştan sonra anlayarak, tüm tefsirleri ile siz de okuyun. Kasas 56’ ya bir bakalım:

Kasas-56: “Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir.”

O halde ümit etmeye devam. Allah bizi de “dilerse” doğru yola koyar. O halde neden cehennem ile cezalandırılıyorum? Ömer’in, ayrıca onca sahabe ve Müslüman kanı dökmüş, işkence etmiş olan Ebu Süfyan’ın, hatta ve hatta Hamza’nın azmettiricisi, Hamza’nın ciğerini (bazı rivayetlerde kalbi) çiğneyerek yiyen Hind’in bile hidayete erdirildiği, sahabe olarak cennet ile müjdelendiği bir dünyada ben neden hidayetten yoksun bırakılıyorum? Cevap var mı?


Neyse bu konu da o kadar çok örnek verildi ki, o kadar çok makale yazıldı ki bu konuda, Site başyazarı ve Yöneticisi A. KARA dostumun “Neden Deist Oldum?” yazı serisinde bu konuyu gayet güzel işlemişti. Bir göz atmanızı tavsiye ederim.

Sanırım buraya kadar sadece bu hususu irdeleyeceğimi düşündünüz. Açıkçası giriş bile yapmadım sayılır. Yunus 100’den kapıyı açtım ancak ana konu Yunus’un bizatihi kendisi.

Hani şu kocaman bir Yunus balığının (İncil ve Tevrata göre büyük bir balık veya balina) bir vakit karnında taşıdığı, diyar diyar gezdirdiği ve daha sonra sahile bıraktığı Peygamber. Üç aşağı beş yukarı çoğunuz bilir hikâyeyi.

Şimdi Yunus hikâyesinin kökeni ne? Açıkçası Yahudi kökenli bile değil. Bu efsane Asurlulara dayanıyor. Ninova’lı Yunus’un hikâyesi (Tevrat’ta Johannes ve İncil’de Jonah, Sümer ve Babil’de Oannes).

İslami literatüre baktığımızda, Ninovalı Yunus’u Allah (Rab) uyarıyor git insanları uyar doğru yola ulaştır diye (Yunus 100 ve Kasas 50 ile çelişmedi mi?).

İnanca göre Yunus Ninova halkına gönderilen peygamberdir ve azaptan kurtulan tek halk Ninova halkıdır. Azap yaklaşmaktayken tövbe ettikleri ve tövbelerinin Allah tarafından kabul edilerek affedildiklerine inanılır.

Ninova halkına peygamber olarak gönderilen Yunus, 33 yıl onları tanrının dinine davet etmiş, kendisine bu süre içerisinde sadece iki kişi inanmıştır (Sahihi Buhâri ve Tecridi Sarih Tercümesi, IX, 152) . Bu durum kendisinin canını sıkmış, ALLAH'ın izni olmadan Ninova'dan ayrılıp Akdeniz’e kadar giderek bir gemiye binmiştir.

DP, Yunus suresi,Yunus suresini kim yazdı,Kur'an çelişkileri,Yunus suresi orjinal bir sure değildir,Yunus suresinin kökenleri,Kur'an'ın kökeni,Vişnu ve Manu efsanesi,Hint efsanesinde büyük tufan,Manu ve Yunus, islamiyet,
Hikâyeye göre Yunus’un bindiği gemi denizin ortasına geldiğinde fırtına çıkar, gemidekiler orada günahkâr birinin olduğunu, O'nu denize atarak fırtınadan kurtulacaklarını düşünürler. Çekilen kur'a sonucu Yunus peygambere çıktığı için denize atarlar ve (Saffat 141-146) O'nu büyük bir balık yutar. Yunus hatasını anlayıp balığın karnında dua eder ve duası kabul edilir. Ama balığın karnında bizi andı, tespih etti, biz de onu hasta bir halde ağaçsız, boş bir yere attık ve üzerine kabak türünden bir ağaç bitirdik.” (es-Saffat 145- 146)

Balık Yunus’u sırasıyla Nil nehrine, Fars denizine, el-Betâik Denizi'ne ve Dicle'ye götürüp, Nusaybin topraklarında düz ve geniş bir yere atar (Râzî, XXVI, 165).

Bir başka rivayete göre, balık O’nu önce Eyle’ye sonra Dicle’ye götürmüş, sonra da Ninova’ya atmıştır (Taberî, XXIII, 125, Kurtubî, XV, 80). Yunus tekrar kavmine döndürülür ve 100 bin kişi O’na inanır.

Hikâyeye farklı bir yaklaşıma bakalım, “Hazret-i Yunus Aleyhisselâm'ın kıssa-i meşhuresinin hülâsası: Denize atılmış, büyük bir balık onu yutmuş. Deniz fırtınalı ve gece dağdağalı ve karanlık ve her taraftan ümid kesik bir vaziyette münacatı, ona sür'aten vasıta-i necat olmuştur” (Bediüzzaman Said Nursi Lem’alar, 1. Lema).

Şimdi şöyle bir isimler eşitlemesi ya da evrimi yapalım. Yok, eğer bu isim eşitlemesine inanmıyorsanız istediğiniz teoloji ve “sağlam kaynaklı” ilahiyat kitaplarına bakabilirsiniz.

Oannes = Ohannes = Johannes = İōnas = Yōnah = Yonah = Yunus
Şimdi bu isimler eşitlemesinde ya da isim evriminde ilk faz olan OANNES kimdir? Nedir?

Bir göz atalım:
Sümer tradisyonunda ilah Enki’nin sularda olduğu söylenir. Bu ilah balık kuyruğuyla tasvir edilir ve Oannes denilen balık insanlarla ilişkilendirilir. Sümero Semitik tradisyonda balık teni, derinlerin lordu Ea Oannes rahipleri tarafından hayvan formunda bir elbise olarak kullanılırdı; Oannes aynı zamanda balık-keçi ya da balık-koç olarak tasvir edilir. Oannes’ lerin yeryüzünde daha önceleri yaşamış bilge varlıklar olduğu söylenir. Sümer tradisyonuna göre tufandan önce yedi bilge kişi denizden çıkıp şehirlere dağılmış ve oralarda insanlığa uygarlığı öğretmişler.

Dogon tradisyonuna göre ise her şeyi var eden ve tek olan Amma, kâinatın sevk ve idaresiyle uğraşmaz, âlemimizin sevk ve idaresiyle nommo agonnolar denilen bir üçlü meşkuldür ve bu üçlü balık biçiminde tasvir edilir, ayrıca içlerinden “O-nommo” hem balık hem insan biçiminde temsil edilir. Babil tradisyonunda ise Oannes’in adı akılla donatılmış varlık anlamına gelir. Bazı tradisyonlarda ruhsal planlar balık-insan olarak tanımlanmışlardır.

Babil tarihçisi Berosus M.Ö.4.üncü y.y.’da bu balık adam inancının kökeni ile ilgili kayda sahiptir. En eski geleneklere göre Kalde ve Babil, sudan gelen “yarı balık-yarı insan” birisinin yönetimindeydi. Hz. Yunus zamanında insanlar onun peygamberliğine inanırlardı. H. Clay Trumbull şöyle yazar:
“…Tarihçe kayıtlara geçen ani ve yaygın Ninova inancı ile Yunus’un mucizesi bir tesadüf değildir..”

Berosis bu tanrının adını Odacon’un çeşitli tezahürlerinden bahsederken, Asur Balık Tanrısı “OANNES” olarak verir. Ünlü Asurolog Dr. Herman V. Hilprecht, Yunancaya geçmiş şekliyle aynı olan Oannes’in Yunus’tan geldiğinden bahseder.

“Yunas” kelimesinin Ninova’da kalıntıları da Yunus kıssasının doğruluğuna işaret eder.
Kısacası Asurlulara (ki onlar İsrail oğlu değiller) dayanan mitolojik bir hikâye söz konusu.

Sümerlerde olan OANNES efsanesi Babil’e, oradan Asur’a, oradan da İsrail oğullarına ve dolayısı ile semavi dinlere giriş yaptı.

DP, Yunus suresi,Yunus suresini kim yazdı,Kur'an çelişkileri,Yunus suresi orjinal bir sure değildir,Yunus suresinin kökenleri,Kur'an'ın kökeni,Vişnu ve Manu efsanesi,Hint efsanesinde büyük tufan,Manu ve Yunus, islamiyet,
Hadi rotayı Ortadoğu’dan Hindistan’a çevirelim. Vişnu ve Manu efsanesine:
Manu Tufanı’nda (Yani azgın dalgalar Yunus’taki gibi coştuğunda) Tanrı, Vişnu adında başka bir Tanrı’yı balık olarak gönderir. Başta küçük bir balık olan Vişnu’yu Manu yakalar, Manu oltayı çektikçe Vişnu büyümeye başlar, en sonunda denizi kaplar. Vişnu daha sonra gerçek kimliğini Manuya açıklar. Vişnu Manu’ya hayvanları ve tohumları koruması için bir de gemi yapmasını söyler. Yani Vişnu balığın adeta içinden çıkarak insanımsı bir formda Manu’ yu, dolayısı ile insanları uyarır:

“İyi yürekli adam, şimdi iyi dinle! Çok yakında dünya sular altında kalacak, herşey kaybolacak. Güçlü bir gemi inşa etmelisin. Büyük bir ip de al gemiye. Yanına 7 Bilge al. Bütün bitkilerin tohumunu ve her hayvandan bir çift al gemiye. Sana bir balık olarak geleceğim. Kafamda boynuzlarım olacak. Beni iyi dinle, yoksa kurtulamazsın bu tufandan.”

Bu konu ile ilgili antik hint rölyef ve çizimlerine; ayrıca hikâye detaylarına bakıldığında Yunus hikâyesi ile büyük benzerlikler göze çarpar.

Bu arada Hint tufan hikâyesinde Manu’nun 3 oğlu olduğu anlatılmaktadır… Bir dakika… Dejavu mu oldunuz? Bu hikâye tanıdık mı geldi? Biz Yunus’ tan bahsediyorduk?

  • Manu’nun olayı Tufan’da geçiyor.
  • Manu’nun 3 oğlu var,
  • Manu’ya gemi yapması söyleniyor,
  • Manu’ya her cins canlı alması söyleniyor,
  • Manu insanlığın yeni atası kabul ediliyor,
  • Manu’nun gemisi Malaya dağlarında karaya oturuyor ve canlı hayat yeniden çoğalıyor.

Yahu bu hikâye bir yerden tanıdık geldi ama çıkartamadım. Yunus’ tan bahsederken konu ne oldu da buralara geldi anlamadım. Manu acaba bir peygamberin hayatı ve hikâyesi ile benzerlik mi gösterdi ne?

Çağrı filminden yola çıktık, bizim çabamız mümin olmamıza yeter mi? Yoksa hidayet mi verilmeli den sağa döndük, Yunus kıssasına hem mitoloji hem de dini kaynaklardan bir göz attık.

Yunus kıssasının bir benzerinin Hint Mitolojisinde Manu ve Vişnu iletişimi ile benzerlik taşıdığını gördük ki bu benzerliği ben kurmadım, istediğiniz yerde istediğiniz araştırmayı yapın.

Oradan Manu’nun tufan hikâyesine geçtik.


Biraz Puzzle (Yap-Boz) gibi oldu özür dilerim. Kafanızı kaldırın, antik mitolojileri detaylıca inceleyin, Sümer ve Babil’den kalma efsaneleri iyice okuyun ki Muazzez İlmiye ÇIĞ’ ın bu konudaki kitapları adeta hazine niteliğinde. Bu sitede de Antik Ortadoğu mitolojileri ile ilgili makale ve bilgiler ton ile mevcut. Parçaları birleştirdiğinizde göreceksiniz.

Yunus 100 ve Kasas 50’ de belirtildiği üzere gün olurda kalbime hidayet verilirse ne mutlu bana… Ne mutlu bize…

Geçenlerde bana ders vermek isteyen birisi şöyle söyledi: “Tek başına kitap yetmez, nasıl ders kitabını okumak yetmiyor ve öğretmene ihtiyaç duyuyorsan, sağlam hocaya git ki imanın kuvvetlenip doğru yola girsin!”. Yahu iyide bana hidayeti Yunus 100 ve Kasas 50 deki gibi vermiyorsa çabalar beyhude değil mi? Onu da geçtim bu ders veren arkadaş keşke inandığı dinin kitabını bir açıp okusaydı, o kitapta aracı kabul etmediğini, şüphesiz, apaçık uyarı niteliğinde anlayalım diye gönderildiğini yazmıyor mu? Dininden çıktın be arkadaş. Ayete ters düştün. Adam tuttu inandığı dinin kitabını ortaokul Fen kitabı ile bir tuttu iyi mi? Eğer kitap evrensel ise ne aracıya ne de hocaya ihtiyaç duyarsın. Eğer kitap söylediğin gibi ise onu söyleyen de, ileten de, dikte ettiren de sana yeter. Yok, yetmiyorsa illa hoca lazım diyorsan beni geç sen kendi imanını kontrol ettir.
Sağlıcakla kalın.

Yazar notu: Son derece sığ, gereksiz yere uzun, cahilce ve yüzeysel yazmaya ısrarla devam edeceğim. Cahilliğime verin.

Kaynaklar:
1. Ambrose John Wilson, "The Sign of prophet Jonah and its Modern Confirmations"The Princeton Theological Review 25 (1927):638
2. H. Clay Trumbul ,"Jonah in Nineveh", Journal of Biblical Literature

Yazan: Demon Product

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 2

Yazan: Zübeyde Savaş
15 yıl tanrı ve ateizm, din, Farklı tanrılar, Gerçek hayat hikayesi, Küçük çocuklara tanrı masalları, Tanrılar nasıl oluştu?, Zübeyde SAVAŞ,

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 2

Barış heyecanla içeri girer, muhtar ayağa kalkarak Barış’ı kucaklar.
- Hoşgeldin oğlum.

Barış:
- Gerçekten benim de bir sürüm olacak mı ?

Muhtar Barış’ı tekrar kucaklayarak candan bir sevgi ile başını okşar.
Muhtar:
- Tabi ki bir sürün olacak fakat bu senin çabalarınla emeğinle hırsın ve ideallerinle olacak, sakın sürün olduğunda bizim sürüleri de unutma.

Barış:
- Kesinlikle unutmam bu iyiliğini hiç bir zaman unutmam tek isteğim evimi yaptırmak ve güzel bir yuva kurmak bunu senin sayende başaracağım.

Muhtar:
- Sana her zaman güvendim, inancımı boşa çıkarmayacağını yıllar içinde bana ispatladın benim ve köylülerin sevgisini ve güvenini kazandın, yarın sabahtan gel seninle şehire gidelim.

Barış başını sallayarak tamam der, koşarak eve gider, sobasını yakarak hemen yatağına girer, soba odayı ısıttığında kalkarak güzel bir kahvaltı hazırlar kendine, sobaya biraz daha odun atarak hayaller kurmaya başlar. Sabah olduğunda muhtar arabasıyla gelir, Barış heyacanla arabaya biner şehre doğru giderler.

Muhtar:
- Halâ heyacanını atamamışsın.
Barış:
- Muhtar amca gerçekten çok mutluyum, artık benim de bir sürüm olacağına inanmak, evimi yaptırmak hayal gibiydi, bunların gerçekleşeceğine inanmak bana mutluluk verdi, baba sevgisini hiç bilmesem de seni babam gibi sever ve sayarım.

Muhtar arabayı durdurarak Barış’a sarılır ve gözleri dolar, muhtarın erkek çocuğu olmadığından Barışı kendi çocuğu gibi sevmiştir. Şehire inerek Barış’a çorap, kazak, eksikleri olan her şeyi alır, daha sonra da bir lokantaya giderek yemek yerler.

Barış:
- İlk defa ömrümde lokantada yemek yedim gerçekten çok hoşuma gitti.

Yemeklerini yedikten sonra  lokantadan çıkarlar. Muhtar çok otoriter, konuşmaları tane tane olan bir karekteri vardır. Muhtar ve Barış köye dönerler, muhtar Barış’ın cebine bir miktar para koyarak evine bırakır. Barış muhtarın elini öperek çok teşekkür eder. Muhtar, Barış’ı evine bakarak ne kadar kötü durumda olduğuna çok üzülür fakat Barış’ın kendi ayakları üzerinde durarak bunları başarmasını ister. Aradan iki ay zaman geçer  bahar gelmiştir, sürülerin yaylaya gitme zamanı yaklaşmıştır. Barış kendi sürüsü olacağı için mutlu olarak hazırlanmıştır, yaylaya gitmesine üç, dört gün kalmıştır, cuma namazını kılmak için camiye gider,  camide din görevlisinin  sözleri dikkatini çeker.

Din görevlisi:
-Ey cemaat sen tanrı için ne yaptın ki ne istiyorsun kul olarak ?

Barış bu sözleri duyduğunda bir anda düşünmeye başlar, bu söze odaklanmıştır. Namaz bittiğinde herkes caminin yanından ayrıldığında din görevlisinin yanına giderek söylediği sözlerin ne anlamının olduğunu sorar.

Din görevlisi:
- Tanrı o kadar büyüktür ki sonsuz merhameti vardır, yoksullara zor durumda olanlara yardım edelim ki yüce tanrıda bize yardım etsin, biz kulluğumuzu yerine getirirsek tanrı da bizi mükafatlandırır, önce kendimize tanrı için ne yapıyoruz demeliyiz, namaz kılıyormuyuz, fitre, zekat veriyormuyuz, orucumuzu tuttuk mu, kulluğumuzu yaptık mı diye sorgulamalıyız kendimizi.

Barış heyacanla:
- Hocam nasıl iyi bir kul oluruz.

Din görevlisi:
- İyi bir kul olmak için beş vakit namazımızı kılıp, insanlara iyi davranıp, bol bol dua etmeliyiz, biz ne kadar ibadet edersek yüce tanrı da bizi o kadar mükafatlandırır.

Barış:
- Hocam bana okuyabileceğim din kitapları verir misin ?

Din görevlisi, Barış’ın sırtına elini atarak camide bulunan birçok din kitabı verir. Barış dini kitapları alarak evine gider. Barış eve geldiğinde din görevlisinin sözlerini düşünmeye başlar; Ben bir tek cuma ve bayram namazlarını kılıyorum demek ki iyi bir kul olamadım, fakat kimseye de her hangi bir kötülük düşünmedim, benim daha çok dini bilgiye ihtiyacım var, diye düşünür. O gece ve yayla dönemine kadar dini kitapların hiç birine bakmaz sadece daha iyi bir kul nasıl olabilirim diye düşünmeye başlar. Yaylaya gittiğinde aradan bir iki gün geçer ve bütün dini kitapları bir ay içerisinde okur, Barış beş vakit namaz kılmaya başlar ve her gece din kitaplarını okuyarak yatar.

Aradan bir iki ay geçmiştir, koyunların yavrulama dönemleri yaklaşmıştır. Barış bu sürede beş vakit namazı kılarken her vakit namazının peşine de geçmiş vakit namazlarını kaza eder, kaza namazları bittiğinde de iki rekat yüce tanrı için namaz kılar, geceleri sabaha karşı teveccüh namazı  da kılmaya başlar. Barış ibadetini tam olarak ve fazlasıyla yapmaya başlar ve devamlı koyunların bazılarının ikiz doğurmasını ister tanrıdan. Yayla dönemi boyunca kuzular hiç ikiz doğurmaz, Barış koyunların neden ikiz doğum yapmadığına bir anlam veremez, sürüyü çok iyi ot olan yaylalara götürmüştür; "Yüce tanrı böyle buyurdu demek ki" der, ben kulluğumu yeni yapmaya başladım, yıllardır ibadet etmedim, koyunları otlattım, kışın avlandım, boş hayatlar içinde geçirdim, yüce tanrım beni affet bağışla diyerek tanrıdan saatlerce af diler, seni buldum ya tanrım bu bana yeter. Barış içinde olan heyecanı ve bulduğu inancın karşısında hiç bir üzüntü ve keder etmez, sürüyü köye getirdiğinde sürüde ölen hiç bir koyun yoktur, sahiplerine teslim eder. Muhtar, Barış’ın yanına gelerek kucaklar.

Diğer sayfalar:
◄ [1] , [3] ►