HABERLER
Dini Haber

CUMA GÜNÜ VE KUR'AN'DA KADININ ŞAHİTLİĞİ

MT, din, islamiyet, Kadınlar neden Cuma'ya gitmezdi, Kadının şahitliği, 2 kadının şahitliği, İslamiyet öncesi kadın, Tanrıçalar dönemi, İmamenin onayı, Bakara 282, İslamda kadın,
Yazdıklarım düşündüklerimden ibarettir. Ve çok derin olmasına rağmen yazıya kısa kısa yazarak sığdırmaya çalışıyorum. Neyse, bu günkü yazım cuma günü ve namazı üzerine olacak.

İslam toplumunda genelde cuma günü camiye sadece erkekler girer ve sadece erkeklere hitap edilir. Bu durum normaldir.

Karışık ama basit terimler kullanıcam.
Kutsal kitaplar yazılana kadar kadın tanrıçalar dönemi geçerliydi (Mö 1300 ve ms 610 yılına kadarki bölüm). Kutsallık (ilahilik) , kadının elindeydi. Bu bir üstünlük değil doğanın bir kanunuydu.

Aslında cuma günü politik, sosyal, kültürel, spiritüel/ruhsal, ve astroloji toplantısı günüdür, bir tür senato toplantısı veya haftalık ritüel denebilir. Öncesinde bazı ibadetler (farz) yaşanır tabiki. Fakat sonrasında bazı konular ele alınırdı. İmamlıkta (özel imam yeri camideki) imame kadın ve yanında mutlak bir genç bayan olurdu. Yani her günkü cuma namazında mutlaka iki kadın şahit olmalıydı. Bu iki kadın (imame ve yardımcısı bayan) toplumun öncülüğünü yapıyor ve tüm bilimsel çalışmaları halktan dinleyerek anlatılanlara şahit olurdu.

Fakat, bugün Kuran'ı Kerim'de iki kadının şahitliği ile ilgili ayet var, bende tam oraya geleceğim:  Bakara suresi 282 ayete.

Orda iki kadının mutlak şahitliğinden ve hatırlamak-zorlanmak gibi durumlardan bahsediyor çünkü toplumun en yaşlı kadını imameydi ve mistik-ruhsal anlamda en yetkili kişi idi. O yüzden genç kadınlar kolluk kuvveti olarak yanında yer alırdı.

2/BAKARA-282: "Ey iman edenler! Belirlenmiş bir süre için birbirinize borçlandığınız vakit onu yazın. Bir kâtip onu aranızda adaletle yazsın. Hiçbir kâtip Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan geri durmasın; (her şeyi olduğu gibi) yazsın. Üzerinde hak olan kimse (borçlu) da yazdırsın, Rabbinden korksun ve borcunu asla eksik yazdırmasın. Şayet borçlu sefih veya aklı zayıf veya kendisi söyleyip yazdıramayacak durumda ise, velisi adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki de şahit bulundurun. Eğer iki erkek bulunamazsa rıza göstereceğiniz şahitlerden bir erkek ile -biri yanılırsa diğerinin ona hatırlatması için- iki kadın (olsun). Çağırıldıkları vakit şahitler gelmemezlik etmesin. Büyük veya küçük, vâdesine kadar hiçbir şeyi yazmaktan sakın üşenmeyin. Böyle yapmanız Allah nezdinde daha adaletli, şehadet için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha uygundur. Ancak aranızda yapıp bitirdiğiniz peşin bir ticaret olursa, bu durum farklıdır. Bu durumda onu yazmamanızda siz..."

Yukarıda gördüğünüz gibi diyanet ve diğer yalancıların çevirisi iki kadının şahitliği bir erkeğe bedeldir diye bahseder, kesinlikle yanlıştır! Bu iki kadının şahitliği olmadan ülkenin, şehrin,  kurum kararları alınamazdı. Bu o dönemde bulunan mistik bir kuraldı.


İki kadın huzurunda tartışılmamış ve karara bağlanmamış hiç bir olay, toplumsal kural olarak kabul edilmezdi. Kesinlikle imameler  (2 kadın) huzurunda tartışılmamış hiç bir yasa geçerli değildi.
Bu iki kadının şahitliği ve mührü olmadan anlaşmalar imkansızdı.

Yani bırakalım kadının kabul edilmeyen şahitliğini, tam tersine iki baş imamenin şahitliği yoksa hiç bir antlaşma kabul olunmazdı. Tabiat kanunun üzerine kurulan ve yaşanmış bir dönemde bir tür aile  içinde annelerin kutsal olduğunu belirten olgular olarak düşünmenizi istiyorum.

İnsanlık düşüncelerini farklı ve çok boyutlu dünya düzenine alıştırarak bu krizden çıkabilir. Ben dünyayı binlerce tanrının ve tanrıçanın yaşam stilini anlamaya çalışarak geçirdim. Ve yaşanmış olayların günümüze nasıl ışık olabileceğini sorguladım.

Peki bu camilere niye kadınlar gitmiyordu??
Çünkü çoluk çocuktan ve toplumsal düzenin anneye verdiği sorumluluktan dolayı kadına zaman kalmıyordu. Birde yemek kültürü vardır, ana eli değmeyen hiç bir yemek yenmez, böyle bir günde aile içindeki kadın en kutsal bölümdedir. Zaten baş imame kadın olduğu için kadınlar rahattı çünkü en fazla dedikodu yoluyla bir birine haber taşıyan telefondan bile hızlı, düşünün kadınlardılar.

Erkeklerde camilere sadece evin temsilcilik görevini yapan kişiler olarak giderdi. Kadın anne olduğu gibi bir aşçıdırda ve kültürel olarak bütün boyutların parlak güneşidir. Yani Cuma'ya gitmeye gerek yoktur kadın için. Genç kız ve erkeklerin  ise dünya umurlarında değildi nerde bir eğlence-bayram varsa oradaydılar.
Ticaretteyse zaten evin ekonomisi kadında, hanımağa misali.
Muhammed'in karısı Hatice örneği yeter sanırım. (Bahsetmiştim önceki yazılarımda).

Şimdi bizlerin, zamanın ne kadar gerisinde olduğunu (kendi düşüncem) ve aslında bu zamana ulaşılmasını mümkün kılan bir güzergah matematiksel olarak mümkün, sıfır noktasında olduğumuzu belirtebilirim. (Sufiler),  gecmisten gelip geleceğe giden zamanı durdurup içinde bulunduğumuz anı keşfetmeliyiz, cehennemden korkmayın ben yanarım yerinize.

Buda düşündüğümüz düzene farklı boyutlarından bakabilmektir, daha iyi bir dünya düzenine ulaşmanın yolunu üstlenmektir.  Buda sorumluluk gerektirir.

Kimseye akıl vermek veya yol göstermek haddim değildir. Şimdi bugünkü düzen o döneme uygun olmak zorunda diye bahsetmiyorum bunlardan. Sadece tarihten öğrendiklerimi ve doğru bulduğumu düşündüğüm ve hayal gücümün bana verdiği özgüvenle sorguluyorum. Birde yaşadıklarım, tecrübelerim.

Sonuç; eğitimden tut sanata kadar nasıl bir zihniyetin altında kandırıldığımızı düşünüyorum. Bırakalım imam hatipleri, ilahiyat fakülteleri bile kaldırılmalı, mesele bu kadar ciddi. Hepsine verecek ve ikna edecek bir cevabımız var.
Dünya boştur boşlukları doldurmak üzere.

Yazan: Metin T.

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 3

Yazan: Zübeyde Savaş
15 yıl tanrı ve ateizm 3, din, Farklı tanrılar, Gerçek hayat hikayesi, Küçük çocuklara tanrı masalları, Tanrılar nasıl oluştu?, Zübeyde SAVAŞ,

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 3

Muhtar:
- Senin koyunların nerede Barış ?

Barış:
- Bu sene koyunlar hiç ikiz doğurmadı ama çok mutluyum, tanrıya olan inancımı buldum.

Muhtar koyunların ikiz doğurmaması durumuna çok şaşırır ve üzülerek uzaklaşır. Barış, din görevlisinden aldığı kitapları  götürür, din görevlisinin  evine geldiğinde; din görevlisi bahçesinde sebze ve meyve ile uğraşır.

Barış:
- Hocam verdiğin kitapların hepsini okudum ve ezberledim, başka kitaplar varsa alabilir miyim ?

Din görevlisi:
- Hoşgeldin, tabi ki inancını bulduğun için çok mutluyum.

Barış’ın yanına gelerek kucaklar ve birçok daha kitap vermek için camiye doğru yürürler.

Din görevlisi:
- Anlamadığın kafana takılan bir şeyler olduğunda bana mutlaka sor, tanrı çok yücedir ve bağışlayıcıdır, bunu sakın unutma, insanın her istediğini veren yüce tanrıdır, sen ne kadar  yaklaşırsan tanrı da sana o kadar yaklaşır, her şeyi yaratan yüce tanrıdır,  her şeyi ve herkesin düşüncesini bilir. Yüce tanrıdan bir şey istemeden önce nasıl bir kul olduğumuzu düşünmeliyiz, islamın gerektirdiği gibi yaşıyor muyuz, fakirlere yardım ediyormuyuz, namaz kılıyormuyuz, tanrı için ne yaptığımızı kendimize sormalıyız. Bunları yerine getirdiğimizde tanrı da bizim isteklerimizi mutlaka yerine getirir, yıl içerisinde öyle bir anlar vardır ki hacet (3)kapılarının açık olduğu istek ve arzularımızın hemen yerine geleceği anlardır bu nedenle ibadetlerimizi düzenli ve sık olarak yerine getirmeliyiz ve en önemlisi nefsimizi kontrol etmeliyiz.

Barış:
- Hocam tanrı senden  razı olsun beni çok aydınlattın, kafama takılan herşeyi sana soracağıma emin olabilirsin.

Barış din görevlisinin elini öperek  yeni aldığı kitaplarla evine doğru gider. Evine geldiğinde ibadetlerini daha fazla artırmasının gerekli olduğunu düşünür. Barış neredeyse evinden hiç çıkmadan her gün her gece yoğun bir şekilde tanrıya ibadet etmeye devam eder. Kışları avlanmayı çok seven Barış özellikle kurt avına bayılırdı, bu kışın hiç bir ava karşı istek duymaz. Barış tanrıya olan inancını yoğun bir şekilde yaşamaya başlar, diz kapakları namaz kılmaktan nasırlaşmıştır. Barış ibadetten başka hiç bir şey düşünmez. Evinden cami ve market haricinde dışarı hiç çıkmazdı. Bir sabah kapısı çalar, kapı açtığında muhtarı görür.

- Muhtarım gel içeri hoş geldin.

Sarılır, muhtar kızgınlığını saklayamaz.

Muhtar:
- Bir hafta kalmadı yayla zamanına sen nerdesin, ne gelirsin, ne sorarsın, benim Barış’ım nerde, aynada hiç kendine baktın mı, gözlerin morlaşmış, zayıflamışsın benim sevdiğim oğlum, ne oldu söyle bana.

Barış kışın bittiğini bile anlamamış, şaşırmıştı sanki yayladan dün gelmiş gibiydi.
Barış:
- Kış bitti mi.

Muhtar Barış’ın kolunu tutarak evin içine girer, yatağa otururlar muhtar sinirli bir şekilde:
- Anlat bakalım bir kış boyunca ne yaptın.
Barış sevinçle muhtara bakarak:
- Tanrıyı buldum, yüceliği, sevgiyi, adaleti buldum, yıllarca boş yaşadığımı, tanrının merhametini, cennetini yaşamak istiyorum, yaradana olan sevgiyi, yaradılış amacını buldum, neden yaratıldığımızı, insanların bir birine olan sevgisini, yardımlaşmayı, tanrının yüceliğini buldum, günlerce, haftalarca ve aylarca af diledim, geçmiş olan ibadetlerimi yerine getirdim, ne istersek tanrıdan istememiz gerektiğini buldum, tanrının sonsuz zenginliğini, merhametini, ibadet ettikçe daha fazla ediyorum, tanrınında beni sevmesini istiyorum, yetmiyor bir gün bile ibadet için yetmiyor, çok huzurluyum bilmiyorum gittikçe mutluluğum artıyor.

Muhtar duygulanır, sarılır Barış’a, içinden bir şey söylemek gelmez. İlk defa Barış’ı bu kadar mutlu, heyacan dolu görmüştür, bir boşlukta hisseder kendini, bir yandan da tanrı sevgisi canlanır içinde.
Muhtar:
- Gel senle öğle namazı için camiye gidelim ne dersin ?

Barış kafasını sallayarak tamam der ikisi de abdest (4) alırlar, muhtar içinden nasıl bu kadar tanrı sevgisi oluşur diye düşünür, ben sadece namaz kılar, kurbanımı keser, oruç tutarım, ben neden tanrı sevgisini bulamadım diye düşünür Barış’ın tanrı sevgisi karşısında. Beraber dışarı çıkarken muhtar Barış’ın çobanlık parasını verir.
Barış:
- Bu para ney?

Muhtar:
- Bu senin hakkın olan geçen yazın çobanlık paran, çok bekledim gelir alırsın diye ama gelmedin, işte bu senin hakkın.

Barış:
- İşte bana da  bir gün ibadetimin karşılığını yüce tanrım verecek,  yüce tanrım sana binlerce kez teşşekkür ederim.

Muhtarı korku sarar bir anda,  cehenneme gideceğini düşünür, ben tanrıya kulluk çok az yaptım fakat kötülükte yapmadım kimseye, yüce tanrım beni bagışla affet  diye söyler. İkisi de yavaş adımlarla camiye doğru giderken, Barış’ta dualar ederek yürür, camiye yaklaştıklarında kalabalık vardır caminin yanında.
Muhtar:
- Bu kadar insan öğle namazına mı gelmiş yoksa cenazemi var ?

Barış hafifçe gülümseyerek:
- Bugün cuma namazı var bundan gelmiştir müslüman kardeşlerim.

Muhtar utanır, cumayı bile unuttuğu için kendine öfke duyar, ben nasıl bir müslümanım der. Muhtar ve Barış köylülerle selamlaşır camiye girerler, içerde din görevlisi tanrıya ibadet etmeyenlerin cehennemde yanacağını anlatmaya başlar, muhtarı korku sarar, bu sözler karşısında kulakları bir anda kimseyi duymaz, korkudan cehennemi düşünür, ben nasıl kurtulurum derken, din görevlisi,  tanrı çok merhametli ve bağışlayıcıdır tövde edin samimi olun tanrı da sizi bağışlasın, yoksullara yardım edin ki tanrı da size yardım etsin der; Yurt dışında yoksul din kardeşleri için namaz bitiminde yardım toplanacağını söyler. Cuma namazı bitiminde Barış yoksullar için bir aylık çobanlık parasını verir. Muhtar buna şaşırır, oda üzerinde olan bir miktar parayı verir, cami çıkışında eve doğru giderler.

Muhtar:
- Neden bu kadar çok para verdin, sen çok zengin değilsin ki bu yardım niye?

Barış:
- Tanrı yücedir bu yardımın karşılığını fazlasıyla verir, müslümam müslümana yardım etmelidir, önce yakın akrabana sonra komşuna sonra ise yoksul olan müslüman kardeşlerine, dinimiz bunu emreder, benim verdiğim para evimin çatısının tahtalarını bile almaya yetmiyordu fakat zor durumda olan müslüman kardeşim için daha da önemlidir, benim evimde yağmurda damlamayan bir oda var ya o kardeşimin o odası da yoksa ben nasıl rahat uyurum yatağımda, tanrım bana hesap sormaz mı o müslüman kardeşin açken sen nasıl tok uyuyorsun diye, ben o zaman nasıl bir cevap veririm yaradana, nerde kalır benim müslümanlığım, dinimiz bunu emreder.

Diğer sayfalar:
◄ [2] , [4] ►

CENNET VE CEHENNEME GİRİŞ ŞİFRESİ

Yazan: Demon Product
DP, din, islamiyet, Allah'ın cehennemlik yaratması,Allah'ın cennetlik yaratması,Kur'an'da kader çelişkisi,Kur'an'da öteki dünya çelişkisi,Cennete gitmek,Cennete gidemeyenler, Hidayete erdirilmemiş

CENNET VE CEHENNEME GİRİŞ ŞİFRESİ


Arkadaşlar arasında bir muziplik yapana hemen yapıştırırız: “Ulan cehennemlik adamsın, hiç öyle yapılır mı?” ya da iyi bir şey yapanı görünce: “Tam cennetlik maşallah” deriz. Yani bir tarafta ödül âlemi, diğer tarafta ceza âlemi. Burası sınav âlemiydi. Burası geçici bir yer. Neye göre geçici? Sonsuz âleme göre. Ölümden sonraki sonsuz yaşam. Peki, sonsuz yaşamda bizi nereleri bekliyor? Cennet ve Cehennem.

Bir düşünün. Sonsuz huzur, huriler, cennet şarapları, her türlü mutluluğun yaşandığı bir yer… Cennet… Ve diğer taraf. Sonsuz ızdırap, acı, kötülük, hüsran… Yani cehennem…

Hangisini tercih edersiniz? Elbette cennet. Kim bu imkânları ve nimetleri reddedebilir ki? Aklı başında olan biri acı ve ıstırap ister mi? Tabii ki cenneti ister.

Şimdi inançlı olan herkes cennete gitmek ister ve dünyevi hayatını buna göre şekillendirir. Çok kısa bir semavi din sıralaması yapacak olursak, bildiğimiz üzere önce hanif bir din vardı. Onu bilmiyoruz. Allah kelamı idi. Ardından Sabiilik geldik. Sabiilikte Allah’ın yeryüzüne indirdiği dinlerdendi. Sonra Yahudilik, Hristiyanlık ve son olarak Müslümanlık. Eğer yaşadığınız dönemde geçerli olan dine mensup iseniz sorun yok.
Ama örneğin Yahudisiniz. Yaklaşık 45-50 yaşlarındasınız. Tevrat’ta müjdelenen cennete kavuşmak için tüm ibadetlerinizi yapıyorsunuz. Sonra bir marangoz çıka geliyor. “Dininizi saptırdınız. Sizlere müjdeci olarak yeni yaklaşımı sunuyorum. Artık böyle yapacaksınız çünkü son peygamber benim. Sözlerim ile cennete gideceksiniz (İsa)” diyor. Tepkiniz ne olurdu? Diyelim ki onun sözlerini deli saçması nitelendirdiniz. İşte şimdi ayvayı yediniz çünkü cennet gitti.

Diyelim ki doğru bir Hristiyan’sınız. Amacınız cennet hayatı. Bütün ibadetlerinizi yapıyorsunuz. Kiliseden dışarı çıkmıyor, bütün ritüelleri yerine getiriyor, incilinizi elinizden düşürmüyorsunuz. Sonra biri gelip diyor ki ”Son peygamber benim. Son uyarıcı da benim. Bana tabi olun. Yoksa cennete gidemezsiniz. Ayrıca cizye verene kadar sizinle savaşırım!”. Eğer bu kişiye tabi olmazsanız, yani ona inanmaz ve sihirbaz olarak nitelendirirseniz cennet yine gitti.

Bu bahsettiklerimi inkâr mı ediyorsunuz? Yani, şüphesiz âlemlerin rabbinin rahmeti yücedir. O kimlerin cennete veya cehheneme gideceğini bilir, başka din bile olsa belki gider. Abuk sabuk yorum yapma mı diyorsunuz? Hadi ayete bakalım:

Al-i İmran/85: "Kim İslamiyet’ten başka bir dine yönelirse onun ki kabul edilmeyecektir."

Tamam mı? İslamiyet dışındakiler cennet görmeyecek. Anlaşıldı sanırım. Şimdi başka bir ayete göz atalım:

Bakara-62: "Şüphe yok ki, iman edenler, yani Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve Sabilerden Allah’a ve ahiret gününe inanıp salih amel işleyenler için, Rab’leri katında mükâfatları vardır. Onlar için bir korku yoktur. Onlar mahzun da olmazlar."

Şimdi bilmem anlatabildim mi? Siz de haklısınız. Yani hem onlar da gidebilecek, hem de gidemeyecek. Karar sizin. İster Al-i İmran-85’i baz alıp “Onlar cennet göremeyecek, cehennem yakıtı olacaklar!” deyin. İsterseniz de Bakara-62’ yi baz alıp, “Onlardan da mükafat alacak olanlar vardır!” deyin. Seçim sizin.

Kısaca tüm semavi dine mensup insanlar, hatta olmayanlarda, kendi inanç dünyasının cennetine kavuşmaya çalışır. Dünya hayatını buna göre şekillendirir. Ancak sizin ne derece azgın, ne derece sapkın olduğunuz önceden yazılmış. Yani figüransınız.
Değil misiniz?

Bakara / 30: "Ve düşünün ki; Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” dediği vakit; “Orada fesat çıkaracak ve kanlar dökecek bir mahlûk mu yaratacaksın? Biz hamd ile tesbih ve seni takdis edip dururken?” dediler. “Her halde ben sizin bilemeyeceğiniz şeyler bilirim.” Buyurdu."

Yani siz yaratılmadan önce ne olduğunuz belli. Fesat çıkaran ve kanlar döken mahlûklarsınız.
 Şimdi burayı bir inceleyelim,

Şüphesiz gaybı bilen tek varlık olan Allah iken nasıl oluyor da daha siz yaratılmadan melekler sizin hakkınızda hüküm veriyor? Sizin ne yapacağınızı nereden biliyorlar?

Bakara Suresi, 33. ayet: (Allah) "Ey Âdem, bunları onlara isimleriyle haber ver" dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince de dedi ki: "Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten Ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da Ben bilirim."

Melekler sürekli ibadet eden ve sorgulamayan, nurdan yaratılmış varlıklarken nasıl olurda Allah’ın emrini sorgularlar? “fesat çıkarıp kanlar dökecek mahlûk” tabiri ile neden onun kararını eleştirirler? Melekler daha sonra “Tamam” dedikleri için affedildiler de, sadece şeytan uymadığı için mi lanetlendi? Allah şüphesiz gaybı biliyorken neden melekler ile diyalog ihtiyacı duysun? Sonsuz kudret sahibi yaratıcının fikir danışmasına neden gerek olsun?

Şimdi vaad edilen Cennet’e ulaşmaya çalışıyorsunuz diyelim. Eğer hidayete erdirilmemiş iseniz durum yine kötü.

En’am/125: "Allah kimi doğru yola koymak isterse, onun kalbini İslamiyet’ e açar. Kimi de saptırmak isterse kalbini dar ve sıkıntılı kılar. Allah inanmayanları küfür bataklığında kılar."

Diyelim ki ben inanmak istiyorum. Neden kalbime hidayet düşürülmüyor? Neden kalbim İslamiyet’e açılmıyor? Neden küfür bataklığında bırakılıyorum ki? Hiç bile bile ceza almaya veya sonsuz acıya tıpış tıpış gider mi insan?

A’raf/178: "Allah kimi hidayete erdirirse, doğru yolu bulan odur. Kimi de şaşırtırsa, işte asıl ziyana uğrayanlar onlardır."

Zümer/22: "Allah kimin kalbini İslam’ a açmışsa, o Rabbinden bir nur üzerinde değil midir? Allah’ı anmak konusunda kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun! İşte bunlar apaçık bir sapıklık içerisindedirler."

Şüphesiz beni yaratan, kaderimi bir kılan âlemlerin rabbi neden benim kalbimi daha doğmadan katılaşmış kılsın ki? Beni neden şüphesiz müminlerden yaratmadı?

Nahl/93: "Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı, ama o istediğini saptırır, istediğini doğru yola eriştirir. İşlediklerinizden ant olsun ki sorumlu tutulacaksınız."

Ayrıca bakınız: Fatır/8, Müdessir/31-42 vb.

Kısacası ne yaparsanız yapın. Eğer hidayete erdirilenlerden değilseniz. Ne yapsanız boş. O halde ne yapmalıyız? Hidayetin gönlümüzde hâsıl olması için bekleyecek miyiz? Neden hiç şüphesiz sonsuz nimetler ile nimetlenenlerden olamıyoruz?

Araf 178’ de bahsedildiği gibi şaşırtılmak kim ister? Kim kalbini hidayetten uzak tutmak ister ki? Bu noktada bir sıkıntı var.
Peki, neden herkes bu nimetlerden faydalanamıyor? Bir göz atalım:

Secde/13: "Biz dileseydik, herkese hidayet verirdik, fakat cehennemi tamamen cin ve insanlarla dolduracağıma dair benden söz çıkmıştır."

Neden biz cehenneme yakıt olarak tasarlandık ki? Tüm hayatını iyiliğe ve güzelliğe adayanların tek suçu Müslüman olmamak mı? Mükâfatları cehenneme yakıt olmak mı? Madem biz tüm yaratılmışlara –Hatta Meleklere bile- üstün kılındık, neden cehenneme yakıt olarak piyasaya sürülüyoruz?
Neden Yakıt olacağıma dair bir söz veriliyor?

Hud/118-119: "Eğer Rabbin dileseydi insanları tek bir ümmet kılardı. Fakat Rabbinin merhamet ettikleri bir yana, hala ayrılıktadırlar; esasen onları bunun için yaratmışızdır. Rabbinin, andolsun ki hep insan ve cinlerle dolduracağım, sözü yerine gelmiştir."

Neden tüm varlıklara üstün kılınan insanoğlu ayrılık için yaratıldılar? Bizler neden melekler gibi bir fıtrat üzerine yaratılmadık? Bu bizim üzerimize bir lanet mi? Eğer kaderimde yakıt olmak varsa neden bu dünyaya geldim? Ben kimin sınavıyım? Yakıt olacağım kesin ise bu dünyada ki amacım ve hedefim ne olabilir? Herkes iyilik ve güzellik üzerine olsa ne olurdu? Sorun mu çıkardı? 6 yaşındaki bir çocuk tecavüze uğrayıp öldürüldüğünde bunu yapan aminoasit yığını yakıt ise neden baştan hiç yaratılmamış kılınmadı? O yaratılmasaydı kötülüklerde olmayacaktı. Bu kimin sınavı? (Bkz. A.KARA makaleleri)

A’raf/179: "Andolsun ki biz cin ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır.
Daha önce belirttiğim gibi birçoğumuz yakıtız. O halde cennetlik olanların sınavı olarak mı tasarlandık. Yani bu dünyada cennetlik olanlar benim üzerimden sınav olacak, sonra yaradılış gayem gereği cehenneme yakıt olacağım. Bu mudur? Hiç insanların çoğunu yakıt yapacağım diye ant içip söz vermek sonsuz merhamet sahibi, kudret sahibi yaratıcıya yakışıyor mu? Siz yakıştırıyor musunuz?"

Zuhruf/32: "Dünya hayatında ki geçimlerini aralarında böldük ve bazılarını, bazılarından üstün kıldık."

Evet, yoruma gerek yok sanırım. Parası olan parası olmayanı ezer. Onlar üstün kılındı çünkü. Eğer parası olan ezerse fakir onun sınavı olduğundan zengin cehennemlik. Eğer zenginin parasını görüp bende niye yok derse bir fakir, o halde isyandan cehennemlik. Yani zenginler, fakirin sınavı. Kısacası Zengin zenginliğini bilecek, fakir de fakirliğini bilecek. Herkes haddini bilecek.

Benim kafam karıştı, sizi bilmem. Gerçi kafamın karışması normal. Şüphesiz sapmışlardan ve zalimlerden olduğumdan olsa gerek…

Neyse Cennet’e kimler girebilecek? Bir bakalım:

"İşte bütün bu hükümler, Allah'ın koyduğu hükümler ve çizdiği sınırlardır. Kim Allah'a ve Peygamberine itâat ederse Allah onu altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. Onlar, orada ebedî olarak kalacaklardır. İşte büyük kurtuluş budur." (NİSA/13)

"Muhacir ve Ensar'dan İslâm'a ilk önce girenlerin başta gelenleri ve iyi amellerle onların ardınca gidenler var ya, işte Allah onlardan razı oldu, onlar da Allah'dan razı oldular ve onlara, altlarında ırmaklar akan cennetler hazırladı ki, içlerinde ebedi kalacaklar. İşte büyük ve muhteşem kurtuluş budur." (TEVBE/100)

"İman edip salih ameller işleyenler, işte öyleleri de cennet ehlidirler ve orada ebedî kalıcıdırlar."(BAKARA/82)

"Allahtan korkanlar, elbette cennetlerde ve pınarların başındadırlar." (HİCR/45)

"Allah mümin erkeklere ve mümin kadınlara, altlarından ırmaklar akan cennetler vaad buyurdu. Orada ebedi kalacaklardır. Hem de Adn cennetlerinde hoş meskenler vaad etmiştir. Allah'ın rızası ise hepsinden büyüktür. İşte asıl büyük kurtuluş da budur." (TEVBE/72)

Bir dakika bir dakika. Adn Cennetlerinden mi bahsedildi? Kaç tane cennet var? Aden benim bildiğim şu an Irak coğrafyasında kalıyor. Kaç cennet var? Aden cennetleri acaba başka hangi inançlarda vardı? Kopya mı? Baş harfi Sümer ve Babil desem? Muazzez İlmiye ÇIĞ desem? Bu sitede bir ton makale var desem?

"Allah, müminlerden, canlarını ve mallarını, kendilerine cennet vermek üzere satın almıştır: Allah yolunda çarpışacaklar da öldürecekler ve öldürülecekler. Bu, Tevrat'ta da, İncil'de de Kur'ân'da da Allah'ın kendi üzerine yüklendiği bir ahittir. Allah'dan ziyade ahdine riayet edecek kim vardır? O halde yaptığınız alış-veriş ahdinden dolayı size müjdeler olsun! Ve işte o büyük kurtuluş budur." (TEVBE/111)

Gerçekten durum karışık. Önceden benim ne olduğumu melekler biliyor ve bizi fesat çıkaran ilan ediyor; üstelik gaybı şüphesiz Allah bilmesine rağmen. Sonra her ne yaparsam yapayım eğer bana hidayet verilmediyse iman edemeyeceğim ve cennete kavuşamayacağım söyleniyor. Ardından benim aslında cennete yakıt olarak yaratıldığım söyleniyor. Müslüman olmayanların cennete gidemeyeceği söyleniyor, ama başka bir yerde Müslüman olmayanlarında mükâfat alacakları söyleniyor yani, yakıt olmayacaklar. Ben niye yakıtım o zaman? Ardından Cennet’e kimlerin girebileceği anlatılıyor. Aklıma “Kibar Feyzo” filminden Kemal Sunal’ın meşhur amele pazarı repliği geldi. Hani amele pazarında kamyonete adam seçme sahnesi:

-Ee Beeeeeennn???,
-Sen gelme ulan ayı!

Şimdi beni cımbızla seçip ayıkladığım ayetler ile milleti kandırmak ile suçlayacaksınız. Eyvallah. Örnek verdiğim ayetlerin bulunduğu surelerin tamamını bir okuyun. Ama anlayarak sağlam okuyun. İnanmak istiyorsanız elbette inanın. Din inanç işidir. Ancak sadece neye inandığınızı bilin. Bildiğinize inanın. Sağlıcakla kalın.