HABERLER
Dini Haber

HİNDUİZM'DE PUTA TAPINMANIN TARİHİ

Yazan: Anu
A, hinduizm, Hinduizm ve Putperestlik, Hinduizm'de putlara tapınmak, putperestlik, Putlara ibadet tarihi, Put ibadetinin Vedik geleneği, Puta tapınmanın evrimi,
TANRI VE TANRIÇA İBADETİNİN VEDİK GELENEĞİ
Vedik insanlar imgeye veya putlara tapmadılar. Dualar, tezahüratlar, şarkılar, ayinler ve kurban törenleriyle tanrılara tapıyorlardı. Onları, yeryüzüne Doğa'nın kuvvetleri olarak tezahür eden ilahi varlıklar olarak tasavvur ettiler. Ancak, aynı zamanda onları, insan gibi davrandıkları ve aynı güçlü ve zayıf yönlere sahip olan belirli isimler ve formlarla tasarladıkları da doğrudur. Onlar muazzam güç ve otoriteye sahipken, aynı zamanda beslenmek için insanlara da bağımlıydı.

Puranalar (antik hindu metinleri), Tanrıların ve insanların birbirlerini desteklediklerini ve sıklıkla savaşlarda birlikte savaştıklarını ileri sürüyor. Tanrılar, onları düşmanlarına karşı zafer kazanmaya itip tapanlara yardım ederken (görüldüğü üzere bu inanç tüm dinlerde aynı), krallar genellikle cennete yükseldiler ve tanrıların iblislere karşı göksel savaşlar kazanmasına yardım ettiler. Tanrılar, ölümlü kadın ve erkeklere karşı şehvetliydiler.

Bu durum çoğunlukla lanetler, çatışmalar, mucizeler ve hatta hem tanrıların hem de insanların niteliklerine sahip olan ilahi çocukların doğumuyla sonuçlandı. Ayin olarak tanrılara ibadet etmenin yanı sıra, Vedik insanlar bazı belli kutsal semboller ve geometrik kalıplar ürettiler ve ayinlerde kullandılar. Böylece, tanrıların imgelerine ibadet etmemiş olmalarına rağmen, put ibadetinin tohumlarını geleneklerine gizliden ekmiş oldular.

PUTLARA İBADET TARİHİ
Tanrılar ve tanrıçaların imgelerine veya putlarına ibadet etme pratiği, kabile uygulamaları büyük ihtimalle Shaivizm, Vaishnavizm ve Shaktizm gibi Vedik gelenekleri olmayan eski Vedik dininin bir parçası haline gelmiştir. Hintli alt kıtada yaşayan eski insanlar ve ilk yerleşimciler monolitleri (tek parçalık anıtlar) kurdular ve büyülü güçlerine inandılar. Ölülerini gömdüler ve muhtemelen bir tür öbür dünyaya inanmışlardı. Atalarına ya da yaşça büyük ruhlarına tapmış olabilirlerdi.

İndus Vadisi halkı, tapınma ibadetiyle, imgelerde görgülerini onurlandırma geleneğine sahip gibiydi. Muhtemelen insanlara benzeyen hayvanlara, efsanevi yaratıklara, bitkilere, krallara ve tanrılara tapıyorlardı. Tarihçilere göre, doğurganlık tanrılarına ve tanrıçalarına ibadet etme pratiği, yıkanma ritüeli ve ibadetlerde taş sembollerin, ikonların ve imgelerin kullanılması muhtemelen İndus Vadisi kentsel topluluklarında yaygındı.

Vedik insanlar, tanrılarına ev sahipliği yapacak herhangi bir tapınak inşa etmediler. Onlar için tanrının ikamet yeri gökyüzünün kendisiydi. Ancak, Güney'deki birkaç topluluğun, krallarıyla (Koor) eşitlendikleri ve Koil veya Tanrı'nın tapınağı olarak adlandırdıkları tanrılarının şerefine tapınaklar inşa ettiğine dair bazı işaretler vardır. Tapınaklar orijinal ahşaptan yapılmıştır.

Tapınaklarda taş kullanmanın pratiği çok geç geldi. En erken tapınaklar muhtemelen, daha sonra Shiva veya Vişnu ile kendi yönleri veya tezahürleri olarak tanımlanan yerel tanrıların onuruna inşa edilmişti. Tanrılar için tapınaklar inşa etme geleneği muhtemelen Hindistan'ın çeşitli bölgelerinde bulunan antik mağara tapınaklarından ortaya çıkmıştır.

Puja töreni, ya da içsel ibadetler gibi görülen ve çiçek, tütsü, meyve, su, sandal macunu vb. ile ibadet edildiği iç ibadet töreniyle ilgili ritüeller ise geleneklerin Güney'deki kökeni gibi görünüyor. Pu, çiçek anlamına gelen Dravidian kelimesidir. Puja, ayinde yiyeceklerin sunulduğu orijinal bir Vedik kurban töreni olan Homa gibi çiçeklerin sunulmasıyla adanmış bir ibadettir.

Hindistan'ın uzak bölgelerindeki kırsal kesimler geleneksel olarak uzun zamandır putlara, heykellere, sembollere ya da köy tanrılarına (grama devatas), yılanlara, nehirlere, dağlara ve ağaçlara, onları rahatlatmak ve felaketlere karşı korunma aramak, hastalıklardan arınmak, iyi bir hasat ve nimetlerini aramak için ibadet ettiler. Tanrılar çoğunlukla barınaksız olarak açık bırakıldı ve belirli durumlarda tapıyorlardı. Bazen imgeler yerine, antik dönemin kalıntıları olan taş ya da tepelere tapınırlardı. Hindistan tanrılarının, yılanlarının ve ağaçlarının ibadeti hala birçok köyde devam ediyor.

Batı Hindistan'ın bazı bölgelerinde, dağlık bölgelerin yakınındaki insanlar olan Yunanlılar, Persler ya da Orta Asya Şaman geleneklerinden imaj ibadetlerini ele geçirmiş olabilirler.

Nedeni ne olursa olsun, Budizm popüler hale geldiğinde ve Mauryan İmparatorluğu sağlam bir şekilde kurulmuşken, Hint tarikatında put ibadeti evrensel bir pratikti. Chandragupta Maurya mahkemesinin Yunanistan Büyükelçisi Megasthanese, yaptığı çalışmalarında, Indica'da alay halinde imgeler taşıyan insanlardan söz etti. Hem Hinduizm hem de Budizm'de Tantra'nın ortaya çıkışı ve Shaivism ve Vaishnavism'deki Bhakti'nin popülaritesi, Vedik topluluklar arasında put ibadetinin artan kabulüne de katkıda bulunmuş olmalıdır.

HİNDUİZM'DE PUTA TAPINMANIN EVRİMİ
Put ibadeti Hinduizm için merkez oldu ve kraliyet himayesinde büyük ölçekli tapınak inşası geleneği Mauryan sonrası dönemde başladı ve Gupta Dönemi'nde yükselişe geçti. Sadece Hint Yarımadası'nda değil, aynı zamanda Malezya ve Tayland'a kadar yurt dışında da büyük tapınakların yapılması en az 1000 yıl boyunca devam etti.

Yüksek kalelerden sadece birkaç kişi Vedik törenlere ev sahipliği yapabilecekken, put ibadeti uygun, ucuz ve kolay bir alternatif sunuyordu. Ayrıca, doğrudan, pahalı rahip müdahalesine ihtiyaç duymadan, sıradan insanların tanrılarına doğrudan ibadet etmelerine yardımcı oluyordu. Bugün, put ibadeti Hinduizm'de en seçkin ibadettir. Hindular bunu dünyanın çeşitli yerlerine taşıdılar. Hindistan'ın çeşitli yerlerinde büyük tapınak ve tanrıça ve tanrıça heykelleri yayıldı. Onlara göre bu uygulama, tanrılarıyla bağlarını tahsis etmelerine ve onları yüksek saygınlık içinde tutmalarına yardımcı olur. İnsanlar, zihinlerinde ya da kalplerinde sadece zihinsel ya da ruhsal olarak değil, araçlarında, cüzdanlarında, çantalarında, kilit ve zincirlerinde, dövmelerinde ya da cep telefonlarında, bilgisayarlarında ve dizüstü bilgisayarlarında dijital olarak tanrılarının imgelerini taşımaya devam ediyorlar (Hinduizm'e ek olarak, bunu herhangi bir dine inanan insanların çoğu, neredeyse hepsi yapıyorlar).

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 10

Yazan: Zübeyde Savaş
15 yıl tanrı ve ateizm 10, din, Farklı tanrılar, Gerçek hayat hikayesi, Küçük çocuklara tanrı masalları, Tanrılar nasıl oluştu?, Zübeyde SAVAŞ,

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 10

Küçük kardeşimizi de alarak çalışıyorduk öğlenleri buğday ekmeği ve zeytin veriyordu en azından karnımız azda olsa doyar artanı eve götürürdük. Köyün içinde yürürken başımız yerde olurdu belki yolun kenarında bir ekmek ve atık bir yiyecek buluruz diye, bizimle dalga geçerlerdi fitre ve zekatlarını bile köylü bize vermezdi, köyde bulunanların her işini  bir ekmek parasına biz yapardık. Kardeşimin de hastalığı aylar içinde kötüye gitmeye başladı, askerde komutanım aç kaldığınızda birçok hayvanın yenilebileceğini söylediği aklıma geldi, abimle köylüler görmeden ormandan bulduğunuz hayvanları kardeşime yedirmeye başladık, üç ay geçmeden kardeşim de iyileşme fark ettik, abimle solucan, yılan, kurbağa, sülük ve ne bulursak toplamaya yakalamaya başladık bir yıl geçmeden kardeşim çok daha iyi oldu, köylüler bunu fark etti ve bizi dinsiz ilan ettiler köyde iş bile vermiyorlardı, abim ve ben anlatıyorduk  kardeşimiz için yaptık desek de kimse inanmıyor sanki köyde değil yabancı dil konuşulan köye gelmiştik. Abim her gece içten içe kendini yiyordu bunları kaldıramıyordu, bir sabah abim evi temizlerken dedemin resminin arkasında bir mektup bulmuş mektubu dedem göndermiş, abim okuma yazma bilmediğinden bana okutturdu:

- Sevgili oğlum ve can torunlarım, ben şu an iyiyim sana para gönderiyorum torunlarıma iyi bak, fakirlikten aile olarak kurtulsak diye dua ediyorum, en azından rahat ekmek alabiliriz, burada olanlar savaş bittiğinde bize  bolca toprak vereceklermiş bir an önce savaş bitmesi için siz de dua edin, belki bu bizim kurtuluşumuz olur, sizleri yalnız bıraktığım için beni affedin, buraya gelmem ailemin geleceği için.

- Sabahları saldırıya geçiyoruz tanrı sesleriyle ne gariptir ki düşman da saldırırken bizim söylediğimiz tanrı sesleriyle saldırıyor, aynı bizim ettiğimiz duaları duyuyorum düşman askerinden çok şaşırıyorum, bazen arkadaşlarla bizim ettiğimiz duanın daha gerçekçi olduğunu düşman askerleri de bildiği için onlar da bu duaları söylüyor diye şakalaşırdık. İlk zamanlar savaştığımız düşmanın Müslüman olduğunu bilmiyordum. İlk kez geçen ramazan bayramında ateş kez oldu bulunduğumuz düşman topraklarında bir camide bayram namazını kıldık çok ilginç düşman askerleride camide olması aynı tanrı adına ibadet ettik dua ettik ve bayramlaştık, iki gün önce birbirimizi öldürmek, kan akıtmak için mermi yağdırıyoruk, anlamıyorum, düşmanla omuz omuza ibadet ediyorum korkmadan, din görevlisi namaz da ilginç bir tanrı sözünü anlatıyor, savaşta ölen şehitlik makamına yükselir , cennetin ikinci sırası şehitler için ayrılmıştır diye devam ediyor sözlerine ayetlerle. “Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanmayin. Aksine onlar diri olup Rableri katinda riziklandirilmaktadirlar. Allah’in lütfundan kendilerine vermiş olduklarıyla sevinç içindedirler ve arkalarindan henüz onlara kavuşmamis olanlari, kendilerine bir korku olmayacagi ve üzülmeyecekleri üzere müjdelerler.” (Ali İmran, 3/169-170)“ Şüphesiz hicret edenlerin, yurtlarından çıkarılanların, benim yolumda kendilerine eziyet edilenlerin, çarpışanların ve öldürülenlerin kötülüklerini örtecek ve kendilerini altından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. Bu Allah katından bir karşılıktır. Karşılığın en güzel olanı Allah katındadır.” (Ali İmran, 3/195)”Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyin. Aksine onlar diridirler ancak siz fark edemiyorsunuz.” (Bakara, 2/154)” Savaşa geldiğimizden bu yana bunları ezberlettiler zaten, komutanlar devamlı şehitlikle ilgili tanrı sözlerini ezberletiyor, İslami kitabımızdan doğru söylüyor fakat hangimiz cennete gidecek düşmanlar mı yoksa bizler mi aynı dinden olsak da galiba iki tarafta cennete gidecek, düşmanlarla bayram süresince oturduk sohbet ettik cennet ve şehitlik kelimeleri açıldığında kavga çıkıyordu bizler de bunları konuşmuyor ama düşünmeden de geçemiyoruz, iki din kardeşi savaş yapıyor tanrı nasıl buna izin verir diye soruyorum kendime tanrı bizleri sınav yapıyor olsa her gün insanlar ölüyor kiminin bacağı, kolu bedeninden, sevdiklerini bir daha göremeyecektir, bazen geceler gündüz gibi olur yağmur tanesi yerine mermi yağardı, uyku uyumak neydi unuttum, her yanım çamur kaplamış bazen uyumak için sipere girdiğimde burası güvenlimi diye sorardım kendime, bir saatlik uyku bile mutluluk verirdi, gece ve gündüz iç içe olurdu çoğu zaman mermi sesleri ninni gibi gelirdi bomba sesleri hırs ve öfkeyle saldırmamıza neden olurdu, bir gün güneş yerini karanlığa bırakmıştı, ne mermi ne de top sesi duyulur olmuştu, gece ilerledikçe içimizi korku kapladı, ne oluyordu kimse bilmiyor herkes eli tetikte kalmış, telsizimiz bozulmuş, korku her yanda kol gezerken hücum diye bağırdı komutan, iki saat kadar koştuk güneş doğmaya başladığın da bayram olduğundan ateş kez olduğunu öğrendik, korkumuz yerini sevinç aldı, biz nasıl bir insana dönmüştük, kan görmek bizi rahatlatıyor muydu.? Bilmiyorum belki, tanrı neden bizleri bunu yaşatır diye, bu sınav olamaz, bizler sormaya başladık savaşı neden ?  tanrı ? kan ? ölüm ney kimse cevap veremiyor, üç arkadaş yanımızda olan arkadaşlara ve esir düşen askerlere sormaya başladık bir yıl boyunca dini bayramlarda ateş kez olduğunda düşman askerlerine sorduk sen nerede yaşıyor ne iş yaparsın ? işte bu soruları ne kadar askere sorduğumuzu bilmiyoruz yüz binlerce olmalı bir çoğu toprakla bütünleşti, yeşermek için yağmuru bekleyen bitkiler kanla.... acı ne çocuklarını, anne, baba, arkadaş, dostu, sevgilisi ve eşi bir daha yanlarında olamayacaklardı onlar konuşup gülemeyecek, beraber bir zamanları olmayacak, gelecek zamanlarla ilgili plan ve düşünceleri bir daha olmayacak, ne sıcak bir yatak ne güzel sözler duyamayacaklar. Konuştuğumuz her askerin düşman askeri de içinde ortak olansa iki şey vardı, tanrı ve yaşamlarımız, aslında burada savaşan askerler, köylü, ayakkabı boyacısı, pazarcı, inşaat işçisi, bir ekmek almak için hayatın içinde kaybolan insanlar, yani yoksullardan oluşan insan topluluğuydu, savaşı başlatanların ne oğulları ne de yakın bir akrabalarının savaşta olduğunu bizimle savaştığını duymadık. Bu çelişkili bir olay değil mi, insanların savaşması istenirken savaşı başlatanların ne kendisi nede kan bağı olan kimse yok, kandırıldığımızı düşünmeye başladık, savaşmaya ilk geldiğimizde kalbimizde cennet ve tanrı vardı. Gözümüz ve kollarımız düşman askerinin kanını arardı bir makine gibi, sadece öldürmek, isterdik. Ölsek de cennet bize verilen bir ödüldü bu sebeple ölmenin bir anlamı yoktu, bu düşünce oluşturulmuştu. Bir şehri ele geçirdik bir ay süren çetin bir kuşatmayla, zengin birini yakaladık  üzerinde altın ve değerli eşyalarla, neden bu kadar değerli eşyalar var üzerinde dedim oda bana kaçmak için hazırlık yaptığını diğer arkadaşları onu bıraktığını söyledi, neden savaşmak istemediğini sorduğumda ise bu kadar servetim varken neden savaşayım, biz konuşurken bu kadar altın ve para hızlıca duyulmuş olmalı komutan gelerek adamı aldı yanımızdan, adam giderken yanıma gelerek kulağıma yavaşca; etrafına bak yerde yatan ve ayakta olanlar neden burada, sen neden buradasın ben ve benim gibiler olmasa sizlerde burada olmazdınız, ya da şu şekilde düşün tanrı bunu istediği için. Adam gözümün içine bakarak gülümsedi, biz kanlarımızı kimin için kaybediyoruz bu saçmalık bunu anlamak mümkün değil biri bana anlatsın bu nasıl olur milyonlarca hayat, nedenini kimsenin bilmediği, hiç uğruna yok olan sayamadığım arkadaşlarım bilmiyorum. Ölülerin sürüklendiği nehirler, kanla oluşan göller. Yanlış olan bir şey var, bunu düşünecek zamanım yok, zamanım olsaydı bu neden nasıl olduğunu anlardım ne kadar düşünsem de bir anlam bulmak zordu. Hayat da aynı bir savaş gibi bizim düşünmemiz engelleniyor sen ne kadar düşünmeyi istesen de buna izin verilmiyor, insan düşünmediğinde senden istenileni yaparsın.

- Her gün bir dost bulurken, bir gün olmadan kaybetmek, artık beynim ve bedenim yoruldu, geldiğim heyecan kalmadı, her gece rüyalarımda mermilerden kaçmak bomba üzerinde uçmaktan yoruldum, koyun yününden olan yatağımı özledim, parmaklarım nasır oldu tetik çekmekten, yeni tüfekler ve bombalar geliyor daha fazla insan öldürmek için, bizler kendi türümüzü yok etmek için uğraşıyoruz, bizlerin yaşamasına izin verenler sadece bu günler olacağını bildiklerinden bir kenarda hayatta bırakıyorlar. Cephe de askerlerin gözlerinin görülmesini çok isterim, insanların acıma duygusu kalmamış sevgiden çok uzak, kin ve öfke sarmış bakışları. Bazen askerlerin elinde bombayla düşman siperlerine koşuyorlar onların bedenine isabet eden mermi bile durduramadığını gördüm defalarca, bazen ben bile koşacak durumda oluyorum, akıl ve beynini kullanan varlıklar olduğumuzu neden hangi amaçla unutuyoruz, düşman askeriyle oturup konuşuyoruz, anlaşıyoruz ekmeğimizi ve suyumuzu paylaşıyoruz iki düşman askeri olarak anlaşırken bu savaşı başlatanlar neden anlaşamıyor, neden savaşta bizimle savaşmıyorlar, savaşsalar aslında bir daha savaş başlatmazlar, insanlar oturarak anlaşabilirler savaşmak niye hangi nedenle, savaşmayı bu kadar isteyenler aslında savaşın içinde olmayanlar olduğunu biliyorum.

- Aynı güneşin altın da ısınıyoruz bizlere güneş ışığı gelmese bile kalbimiz de yarattığımız sevgi ısıtır, her zaman kalbimdesiniz.

- Abime mektubu okuduğumda saatlerce sarılarak ağladık, ben dedemi tanımıyordum. Abim bu yoksulluk değil açlık bizimkisi diyerek tanrıya göz yaşlarıyla dua ediyordu ve artık oyunun bittiğini söylemeye başlamışken bir hafta olmadan abim kendini astı, nasıl canına kıydı yaşayan birinin bunu yapması bu kararı alması zordur, açlığa bir kurban daha vermiştik artık sonbaharda dökülen yapraklar gibi tek tek düşüyorduk, dayanamıyordum evdeki açlık ve  köylünün lafları zor geliyordu, ne yapacağımı bilmiyordum, yaz yaklaşırken köylüler beni aralarına almadan çalışmaya gittiler ben de başka bir yere giderek iş bulmalıydım, kardeşimi de nasıl tek bırakacaktım, yoksa kışın ne yapardık, bir gece dağa giderek büyük bir hayvan öldürmek istedim ne olursa, önemli olan ben gelene kadar etin kardeşime yetmesi iyileşmesine yardımcı olmaktı. Beklemeye başladım bir yandan da tanrıya bir hayvan öldürmem için yalvarıyordum bir süre sonra üç tane ceylen yaklaştı ay ışığında çok güzellerdi en büyüğünü öldürdüm, ceylanın yenecek yerlerini aldım geri kalanını toprağa gömdüm, eti kavurma yaptım. Kardeşime her gün az az yemesini söyledim, kardeşim de beni merak etme sen git çalışmaya diyordu, fakat içinden kal dercesine bakardı oda farkındaydı elimden başka hiç bir şey gelmiyordu, bir gece geç saatlerde köylünün uymasını bekleyerek din adamından yardım etmesini istiyecektim,  evine usulca kimse görünmeden gittim, kapıyı çaldım durumumu anlattım, işe gitmem gerektiğini ve kardeşime ara sıra bakmasını istedim yalvardım, din adamı tanrı yardımcın olsun tabi bakarım dedi, ağlayarak eve geldim kardeşim bana sıkı sıkı sarılarak sen git ben iyiyim dedi, dua ederek evden çıktım, iş buldum iki ay çalıştım güneşin doğuşuyla iş başı yapar, batışıyla bırakırdım, çok iyi para verdi tarla sahibi, hakkım olandan  fazlasını vermişti. Sevinçle köye geldim fakat kardeşim çoktan ölmüştü, ne dünyam ne de hayallerim kalmıştı, evin için de yoksul da olsak ses vardı,  kavurma bile bıraktığım yerde bir kaç lokma almıştı can kardeşim, ölüsünü evden koku geldiği için açmışlar kapıyı zavallı köylüler, kimileri on beş veya yirmi gün olmuştu ölüsünü bulduğumuz da diyorlardı, ailem denen bir şey yoktu, artık bütün ümitlerim yok olduğunu anlamıştım, bu nasıl bir hayat diye ağladım, herkes açlık için de ölmüş çaresizliğin bir anlamı da kalmamıştı açtık fakat bir birimizle şakalaşır  hiç kimsenin servetini düşünmez kimseye kötülük bilmezdik, benim de acı sonumun  yakın olduğunu düşündüm, aileme katılmam gerektiğini bu gün olmazsa yarın olacaktı, anlamını yitirdiği yaşamın ne bir ümidim ne de hayellerim kalmıştı, o gece evde tek başıma bir ses olur diye sabaha kadar uyumadım olan ses sadece benim ağlamamdı, artık ailemden geri kalan bendim, ben ne kadar dayanabilirdim hiç bilmiyordum, sabah olurken dedem geldi aklıma, dedem de ailesi için savaşa gitmişti. Belki ailesini yaşatmak içindi hayalleri vardı, torunlarını sevecek onun da torunları olmasını ailesinin ne kadar büyük ve sağlam olduğunu görmek istiyordu, hiç birimiz bunu başaramamıştık, çünkü açlığa yenilmiştik, gündüzler bile karanlıktı güneşin ne olduğunu bilmiyorduk sadece tanrımız vardı bildiğim, dört gece hiç uyumadım evden de dışarı çıkmadım, köyden hiç biri  kapımı çalmamıştı üzüntümü az da olsa paylaşmak için, dördüncü gecenin sabahın da dedemin  mektubunu tekrar tekrar okudum, o anda anladım ki tanrı bizi açları, yoksulları kontrol altına alan bir şeydi, nasıl çocuklar uymadığın da korkuturuz, yoksullara  verilen şekerli hayalden başka bir şey olmadığını artık çok iyi anlamıştım, eğer tanrı olsaydı bu kadar acıyı bir aileye vermezdi, ya da yarattığı insanların acı çekmesini çok seven bir tanrı vardı, yoksulları sevmeyen, zenginleri çok seven saygı duyan tanrıydı bu. Nasıl olur da yaratan baba oğluna zulüm eder ve çamur için de boğulmasını izlerdi diğer oğullarına servet üstüne servet verirdi, düşündüm ağladım, sızladım yoksul aç kalanlarla kıyasladığımda tanrının sevdiği oğlu azdı ya biz neydik? Kimdik? Neden yaratılmıştık? Oyun olsun arka bahçeyi temizlemek için mi? Kimse görmeden çöpleri mi alacaktık, biz çöpleri alırken sessizce huzur içinde uyuyan kardeşlerimizi de rahatsız etmeyecektik, bu olmazdı bu yanlış, bir hata vardı. Niçinler kafamın içinde fırtına oluşmuştu, dedemin mektubun da bahsettiği aslında buydu savaşan aynı din, aynı tanrıya inananlar, şehitler ve cennet, tanrı benim ailemin çektiklerini izlemekle yetindi sadece. Bu tanrı zenginlere hizmet ediyor, ya da zenginler tanrıyı istediği gibi kullanıyordu, zenginler bize cenneti satıyorlardı. Tanrı hikayesini anladığında huzurla uyudum kaç gün uyuduğumu hatırlamıyorum, uyandığımda öğle yeni oluyordu fakat çok mutluydum neden olduğunu biliyorum. İlk kez evde tanrı sözleri yoktu artık olmayacaktı. Dedemin mektubunu ve kavurmayı aldım, başımı dimdik kaldırdım, artık yiyecek artığı aramıyordum, kavurmayı yiyerek köyden ayrıldım.

- Tanrı sadece zengin ve yoksul arasına konulmuş köprüydü. Köprüyü yapanlar zengin olduğundan yoksullar sadece köprünün karşısın da bulunan evlerin ışık gösterisini izlemekle yetinir ve hayaller kurarlardı.

Diğer sayfalar:
◄ [9] , [11] ►

MODERN PUTPERESTLER

Yazan: Gregoire de Fronsac
GF, din, islamiyet, İslam ve putperestlik, Modern putperestlik, Putperestliğin başka hali, Putperestlik ve kabe, İslam öncesi kabeler ve putperestlik, Hacc ve putperestlik, İslam Arap putperestliğidir,
Hac ibadeti farklı inançlara sahip bir çok   toplumda bulunmaktadır.
Mesela Japonlar, ataları Güneş’in, bir gün, halen kendilerinin üzerinde ikamet ettiklerine inandıkları adaya inip çevrede dolaştıktan sonra tekrar göğe hareket etmiş olduğunu düşünürler. Atalarının kendilerine bahşetmiş olduğu bu şerefin hatırası olarak Japonlar, yaya olarak aynı güzergahı izlerler ve bu onların haccıdır.

Hindistan'ın Hinduları başka bir hac telakkisine sahipler.  Tanrı görülmediğinden, O’na tazimde bulunmak için ilahi yaratıcı gücün en büyük tezahürlerinin ortaya çıkmış olduğu yerleri, ziyaret etmek gerekir. Örneğin Ganj, en önemli nehirdir, ta Himalayalardan Bengal Körfezi’ne kadar kıtayı sular ve hatta denize açıldığı bir kayadan çıkan Ganj’ın kaynağını ziyaret etmek için yolculuk yapmak Hinduların en önemli haccıdır. Ganj, Alfahabad yakınında, diğer bir büyük nehir olan Jumma ile birleşir ve bu birleşme yerinde bilhassa ay ve güneşin tutulmaları gibi özellikle önemli vakitlerde yıkanmak da, Hindu dininin en büyük haclarından biridir.

Gotama Buda'nın , kendi dininin vahyini bir yabani incir ağacı altında almış olduğuna inanılır. Önce bu ağacı, sonra da bu kutsal ağacın eskiden varolduğu yeri ziyaret etmek Budistlere göre haccın konusunu oluşturmuştur ve oluşturmaya devam etmektedir.
Kısaca bir dinin ermiş kurucusunun doğum yeri, onun defnedildiği yer, bir mucizenin meydana geldiği yer, çeşitli toplumlara göre yeryüzünün farklı bölgelerinde hac yapılmasının sebeplerini oluştururlar.

İslam öncesi Araplar’da Kabe (ve Kabe'ler yani küpler)  putperestlerin en kutsal mabetleriydi ve bölge halklarının hac mekanlarıydı. Mekke'de ki  Kabe eldeki kanıtlara göre İbrahim peygamber tarafından yapılmamıştır, yaklaşık MÖ. 800 lü yıllarda yapıldığı bilinmektedir. Ayrıca Kabe hiçbir zaman Yahudiler ve Hristiyanlar tarafından kutsal sayılmamıştır. Tevrat ve İncil’de Kabe ile ilgili tek bir ayet dahi olmaması bunu kanıtlamaktadır. Kabe MÖ 800 lü yıllardan sonra putperestler tarafından “Allah'ın evi” (Ay Tanrıçası Al-İlah) olarak anılmaya başlanmıştır.
Fakat günümüzde çok önemli bazı araştırmacılar bu bahsettiğimiz Kabe'nin Mekke'de ki Kabe değil , Petra'da bulunan Kabe olduğunu iddia etmekteler (Buna başka bir yazıda değineceğim)

Putperestler Kabe etrafında 7 kez tavaf yaparlardı. Kureyş dışından gelen Bedevi putperestler tavafı çıplak olarak yaparlardı. Putları ziyaret, Hacerül Esved taşına el sürme ve öpme, Safa ve Merve tepeleri arasında gidip gelme, şeytan taşlama hac ibadetinin en önemli ayinlerindendi.

Putperestlerin hac sırasında hep bir ağızdan yaptıkları telbiye de aynen şöyleydi:
"Lebbeyk allahümme lebbeyk.
La şerike leke illa şerikun huve lek.
Temlikuhu ve ma-melek."

Yani bugünün hacıları gibi ..

Bunun yanında oruç , namaz , kurban gibi bazı ritüeller de İslam öncesi putperest - pagan ritüellerdir.
Mesela Kabe'nin üzeri örtüyle kapanmış olmasına rağmen orijinal halinde açıktır , zira ibadet esnasında güneş ışıklarının içeriye girmesi gerekir , keza namaz esnasında da secdeye varmak güneş ışınlarına yüz sürmektir esasen ..

Bugün İslam dininin tüm ibadet ve ayinleri incelendiğinde onların putperest - pagan gelenekler olduğunu rahatlıkla görebiliriz.
Her daim umut ve sevgi ile kalın dostlar..

Kaynaklar:
A guide to the contents of Quran : Farug Sherif.. 1995 / pgs 21-22
Diyanet işleri başkanlığı
Kur'an , İncil ve Tevrat'ın Sümerde ki Kökeni : Muazzez İlmiye Çığ
Din Bu serisi : Turan Dursun