HABERLER
Dini Haber

AZTEKLERE GÖRE BUNDAN ÖNCE VAR OLAN DÜNYALAR

Yazan: A.Kara
mitoloji, Aztek mitolojisi, Azteklere göre önceden var olan dünyalar, Eski dünyalar, Başka dünyalar var mıydı?, Azteklerin 5 güneşi, Aztek mitolojisinde evrenin yaratılışı, A, Tlaltecuhtli,
  1. Nahui-Ocelotl (Jaguar Güneşi) - Sakinleri, jaguarlarca yutulmuş devlerdi. Sonra bu dünya yok edildi.
  2. Nahui-Ehécatl (Rüzgar Güneşi) - Sakinleri maymunlara dönüştü. Bu dünya kasırgalar tarafından yok edildi.
  3. Nahui-Quiahuitl (Yağmur Güneşi) - Sakinleri bir yağmur tarafından yok edildi. Sadece kuşlar hayatta kaldılar (ya da yaşayanlar kuş haline geldiler).
  4. Nahui-Atl (Su Güneşi) - Sel basan bu dünya, sakinlerini balıklara çeviriyordu. Bir çift kaçmayı başardı ama onlar da köpeklere dönüştü.
  5. Nahui-Ollin (Deprem Güneşi) - Biz bu dünyanın sakinleriyiz. Bu dünya depremler (veya büyük bir deprem) tarafından yok edilecek.
Beş güneşin sözde efsanesine göre, bugün yaşadığımız dünyadan önce başka dünyalar vardı.
Beş güneşin efsanesi, Azteklerin diğer dünyaların kendilerinden önce varolduğuna dair inanışlarını açıklıyor.

Azteklere göre, her biri belirli bir tanrı, eşsiz bir insan ırkı tarafından yönetilen ve farklı bir doğal fenomen tarafından harap edilen, daha önceki dört dünyaya da güneş deniliyordu.

Bu güneşlerin her biri temel elementlerle bağlantılıydı: toprak, su, hava ve ateş. Bu unsurların her biri yalnızca doğaya ve onun kompozisyonuyla ilişkili değil, aynı zamanda yıkılması ile de ilişkiliydi.

Bu mitin birkaç farklı versiyonu olduğundan ve bilgiler genellikle değiştiğinden bu efsanenin birkaç versiyonu vardır.

Bu versiyon, Meksikalıların Tarihine ve güneşin düzeninin: ilk güneş, ikinci güneş, üçüncü güneş, dördüncü güneş ve beşinci güneş olduğu resimlere dayanmaktadır.

BUGÜN YAŞADIĞIMIZ DÜNYANIN KÖKENİ
Dört güneşin yıkımından sonra, Quetzalcoatl ve Tezcatlipoca, yeryüzünün ve gökyüzünün rekabeti için düşman olarak değil müttefik olarak kabul edilir.

Aztec'in yaratılış efsanesine göre, Quetzalcoatl ve Tezcatlipoca, yeryüzünün efendisi Tlaltecuhtli denen canavarı parçalayarak organlarından gökyüzünü ve dünyayı yaratırlar.

Tlaltecuhtli'nin başka bir canavarla, sırtıyla dünyanın dağlarını şekillendirdiğine inanılan büyük timsahla birleştirildiği söylenir.

Konuyla ilgili birçok efsane vardır. Bu efsane versiyonlarından biri, Quetzalcoatl ve Tezcatlipoca'nın Tlaltecuhtli'yi gözlemlemek için gökten indiğini söyler. Bunu yaparken, Tlaltecuhtli'nin taze et için arzusunun o kadar büyük olduğunu gördüler ki, sadece Tlaltecuhtli'nin keskin dişlerle dolu bir çenesi yoktu, aynı zamanda omuzlarında ve dizlerinde gıcırdayan takma dişleri de vardı.

Bunu gördükten sonra tanrılar, bu canavar canlıyken yaratma işinin tamamlanamayacağına karar verdiler. Dünyayı yaratmak için Quetzalcóatl ve Tezcatlipoca dev birer yılana dönüştüler. Tlaltecuhtli'yi yok etmeye karar verdiler.

Bunlardan biri Tlaltecuhtli'nin sol el ve sağ ayağını, diğeri ise sağ eli ve sol ayağını tutarak Tlaltecuhtli'yi kopardı ve canavar ikisi arasında parçalara ayrıldı. Alt kısım gökyüzünü yaratırken canavarın üst kısmı da dünyayı yarattı.

Ancak, Tlaltecuhtli'nin ölümü diğer tanrıları kızdırdı, böylece dünyayı daha rahat biryer yapmak için insanın yaşamak zorunda kalacağı tüm bitkileri Tlaltecutli'den yarattılar.
Saçlarından, ağaçları, çiçekleri ve bitkileri, derisinden çimenleri ve küçük çiçekleri yarattılar. Gözleri ise akarsuların, lagünlerin ve küçük mağaraların kaynağı, ağzı büyük nehir ve mağaralar, burnu ise dağ ve vadilerin tepesi olmuştu.

Efsane, canavarın geceleri ağladığını, kana susadığını ve insanların kalplerini duyabileceğini söylüyor. Onun ihtiyaçlarının, kurbanlar ve Tlaltecuhtli'yi sakinleştiren et ve kan teklifleri olduğu ve bunlar ile sakinleştirildiği ve buna karşın insanların hayatına devam etmesi için gerekli meyveleri vererek, halkına yardım ettiği söyleniyor.

HRİSTİYANLARIN ZULMÜ "CADILIK" | 2

Yazan: A.Kara
Birincisini sizinle paylaştığım "Hristiyanların Zulmü | Cadılık" yazısının ikinci ve sonuncusuyla konuya burada devam edip noktalayacağım. Bu yazının ilk bölümünü okumak için "tıklayabilirsiniz".

Anti-Semitik bir toplumda "hayali cadıların" Yahudi terminolojisine adapte edilmesi doğaldı. 12. yüzyılda onların toplanma yerleri Sinagog olarak anılmıştır. Daha sonra Sabbats olarak adlandırılacaklar ve böylece Yahudi kutsal günü ile şeytanın kutsal günü aynı sayılacaktı. Yine feodal bir toplumda şeytan'ın feodal uygulamaları benimsemesi doğaldır ve şüphesiz şeytan yalnızca taraftarları tarafından yazılı bir sözleşme yapmakla kalmayıp aynı zamanda yeni bir feodal efendiden, herhangi bir köle gibi, ona saygı duymalarını şart koşuyordu.

Vaftizden önce ölmüş olan bebekler cehenneme mahkum edildiğinden, yeni doğan bebeklerin ölümlerinden şeytana pay çıkarılıyordu. Ölü bebek doğurtan ebeler bu nedenle şüpheliydiler. Malleus Maleficarum'un" da verilen kanıtlara göre "Katolik inancını ebelerden daha fazla kimse rahatsız edemez" deniyordu. Asla bebeğini kaybetmemiş nadir bir ebe vardı ve bedelini şeytanla ilişkilendirilerek ölümle ödeyen ebeler de olmuştu. Köln'deki ebeler 1627-1630 yılları arasında neredeyse tamamen yok edildiler.

[The Nightmare, Henry Fuseli'nin 1781-1925 yıllarındaki bir yağlıboya tablosu.
Teologlara göre, iblisler uyuyan erkekleri baştan çıkarmak ve spermlerini almak için kadın formunu, uyuyan kadınları baştan çıkarmak için ise erkek formunu benimseyecekler ve kadınları kötü huylu meni ile dölleyeceklerdi. Kadın formundaki şeytana "succubus" erkek formundakine ise "incubus" deniyordu. De Civitate Dei'deki Aziz Augustine ("Tanrı'nın Şehri"), cadılıkla suçlananların inkar etmeleri için çok fazla saldırı ve baskı olduğunu doğruladı. Aziz Thomas Aquinas'da Inquisitors'ın el kitabı Malleus Maleficarum'un yaptığı gibi onların varlığını doğruladı.
Bu iblisler de, uyuyan kurbanlarının göğsünde oturup, kabuslara neden oldular.]
A, Cadı katliamları, din, Hristiyanların cadı avı, hristiyanlık, Hristiyanların kanlı tarihi, Hristiyanlık ve cadılık, Hristiyanların cadı zulmü 2, Hristiyan tarihi, Hristiyanların katliamları,

Kilisenin Şeytanın hizmetkârlarına olan inancında sınır yoktu. 1550'de bir kadın, Basel'de "canlı bir kadın gnome (mitolojik bir cüce-yaratık)" bulundurduğu için cadı olarak yakılmak üzere cezalandırıldı. 1583'te Viyana'da 16 yaşındaki bir kız mide krampları geçirdi. Sekiz hafta süren bir Cizvitler ekibi, vücudundan 12.652 şeytan çıkarmayı başardı. Anneannesinin bu iblisleri, sinek kılığında cam kavanozlarda tuttuğunu keşfettiler. Büyükanne işkence altında itiraf etti. Evet, o bir cadıydı ve şeytanla seks yapmış olmalıydı. Büyükanneyi suç altına iterken, Cizvitler iyi niyetle yapılmış bir diğer tanrısal iş için kendilerini tebrik etmiş olmalılar. 1586'da Trèves Başpiskoposu kışları uzatan büyü yaptıkları sebebiyle 118 kadın ve iki erkeği diri diri yaktı. 90 yaşındaki kadınlar, 6 yaşındaki genç kızlar, hepsi şeytanın ajanlarıydı ve hepsi ölüm ve laneti hak ediyordu.

Protestanlar ve Katolikler, Şeytanın hem erkek hem de kadınları baştan çıkartmak için insan biçimini benimsediğine ikna oldular. Luther'in söylediği gibi:

"Şeytan, bizi aldatmak istediğinde, insan biçimini tamamen varsayabilir, kadın gibi görünen gerçek et ve kanla yatabiliriz ve yine de şeytan bir kadın şeklini alabilir. 'Kadınlar da bir erkeğin yanında yattığını düşünebilirler, ancak o yalnızca Şeytandır; ve ... bu birleşmenin sonucunda çoğu zaman karanlık, yarım ölümlü, yarım şeytansı bir imp (mitolojik bir şeytani varlık) dünyaya gelir."

Uzun süren papa intikali cadıların varlığını ve cinsel eğilimlerini doğruladı. Teorik olarak, en azından tövbe etmeyen ve pişman olmamış kafirler yakılmıştı. Ancak 15. yüzyıldan itibaren, bu imtiyaz, cadılık ile suçlanan sanıklar tarafından reddedildi. Çok ağır zararlara rağmen, kiliseciler sık sık iddialarını desteklemek için kanıt üretmeyi gerekli gördüler. Örneğin Laudun (1630) ve Louviers (1647) gibi yapımlarda yer almışlardır. Fransa'da önde gelen bir Hıristiyan filozof Jean Bodin, 6. yüzyılın sonlarında cadıların varlığını doğrulayan etkili bir çalışma yayınladı. Ağırlıklı olarak, büyücünülerin varlığını inkar edenlerin cadıların kendileri olması gerektiği inancına eğildi. Hiçbir ceza sert ve yeterli olamazdı. Onları yavaş yavaş yakmak bile yetersiz bir cezaydı. Yazdıklarıyla cadıları mahkum etmeyen yargıçların kendilerini ölüme mahkum ettiklerini söylüyordu.

A, Cadı katliamları, din, Hristiyanların cadı avı, hristiyanlık, Hristiyanların kanlı tarihi, Hristiyanlık ve cadılık, Hristiyanların cadı zulmü 2, Hristiyan tarihi, Hristiyanların katliamları,

Büyücülük suçlamasıyla insanları öldürenler sadece Katolik Hıristiyanlar değildi. Malleus Maleficarum Protestan yetkililerin yanı sıra Roma Katolikleri tarafından da kullanılıyor ve çok saygı duyuluyordu. Her yargıç ve hakim kurulunun otoritesine dayanan, yasalara uygun ve karşı koyulamaz bir yerdeydi. Protestanlar, Roma Katoliklerini cadı-bulucular olarak ele aldılar. Luther, kendini sapkınlıkla suçluyordu ve başlangıçta kafir yakmaya karşı çıksada yine de kimseye zarar vermemiş olsalar bile cadıların yakılması gerektiğini iddia ediyordu. Kendisinin Wittenburg'da yakılmış sözde 4 cadısı vardı. Calvin ayrıca cadıları öldürmenin keskin bir savunucusuydu, çünkü "Kutsal Kitap bize cadıların olduğunu ve öldürülmesi gerektiğini öğretiyor" diyordu.

Gerçekten de Kalvinizmin diğer bütün Protestan mezheplerini büyücülük yolundaki tutkularından daha üstün kılıyordu ve sözde cadılar, sistematik olarak, Kalvin'ciliğin geliştiği her yerde avlanıyordu. Kalvin'in kendisi de davalarda aktifti. Bizzat büyücülere karşı bilgiler verdi ve 1545'te veba yaymakla suçlanan insanlara karşı eylemler başlatıldı. Bazı erkekler, etlerini kementlerle parçalamaya, kadınlar ise kazıkta yakılmadan önce sağ ellerinin kesilmesine mahkum edildi. Kalvinistler, 1689-93' yılları arasında Püritan mezhebi üyesi Amerikan kolonilerine cadı avı ihraç ederek ünlü Salem olayına zemin hazırladılar.

Ann Hibbins, 19 Haziran 1656'da Boston Massachusetts'de büyücülük suçlamasıyla idam edilmiştir. Daha sonra Nathaniel Hawthorne'in Scarlet Letter adlı romanında kurgu haline getirildi.

Avrupa kıtasında cadıların yakılması 18. yüzyıla kadar devam etti. 1749'da Würzburg'da bir rahibe şüphe uyandırdı. Diğer rahibeler, onun bir domuz şeklini benimsediğini ve manastır duvarlarına tırmandığını gördüklerini anlattılar. Rahibelerin ifadesine göre bu formdayken manastırın en iyi şarabını içmişti. Bir tavşan biçiminde manastırın ineklerinin sütlerini çekerek kuruttuğu ve bir kedi şeklinde manastırın etrafında dolaşarak kız kardeşlerini korkuttuğu söylenir. Bu suçlamalar sonrası merkezdeki pazar alanında canlı canlı yakıldı.

[Giles Cory, Salem Cadısı Duruşmaları sırasında büyücülük suçlamalarına karşı çıktı (bu yüzden yargılanamayacak ve sonuç olarak mülkünü elinde tutamayacaktı). Kendini müdafa ederken öldürülerek mülküne el kondu.
 Massachusetts, Peabody Kristal Gölü üzerinde Giles Cory Marker'ın mezarı.]

Çeşitli nedenlerden ötürü işkence kullanımı belirli alanlarda kısıtlanmıştı ve bu bölgelerde cadı terörü hiçbir zaman işkencenin serbestçe uygulandığı alanların yüksekliğine yaklaşmadı. Örnekler Jura, İspanya ve İngiltere'dir. Jura'da yetkililer, işkencenin kullanımını kısıtladılar, çocukların suçlamalarını pek dikkate almadılar ve suçlamaların alenen yapılması gerektiği şartını yürülüğe soktular. İspanya'da Engizisyon, kafir ve mürtedlere yoğunlaşmış ve cadı avcılığını cesaretlendirmiştir. İngiltere'de, büyücülük, dini bir topluluktan ziyade bir sivil suç olarak görülüyordu. Bu nedenle, hüküm giymiş olan cadılar, kıtada ve İskoçya'da olduğu gibi yakılmak yerine asıldılar. Bu nedenle de, İngiltere'de Kilise'nin sınırsız güç kullandığı Avrupa kıtasından çok daha az insan hayatını kaybetti. Alman piskoposları, Von Spee'in açıklanmasından sonra işkenceyi bu kadar liberal bir şekilde uygulamaya son verdiğinde, cadılıklar suçlamalarının oranı mucizevi bir şekilde düştü ve sona erdi.

A, Cadı katliamları, Cadı suçlamasıyla insanların yakılması, din, Hristiyanların cadı suçlaması, hristiyanlık, Hristiyanlık dinine geçmeyenlere katliam, Hristiyanlık ve cadılık, Hristiyanların cadı zulmü 2,Hristiyan tarihi,Hristiyanların katliamları

İngiltere'de bile kovuşturmalar tek taraflıydı. Avrupa kıtasında olduğu gibi, sanıklara Şeytan ile eşlik edip etmedikleri değil şeytana nasıl eşlik ettikleri gibi sorular sormuşlardı. Tek umut, laik hakimin, suçlayıcıları hileli gibi gösterebilen, eğitimli bir rasyonalist olmasıydı. Cadılar için yapılan standart test eski sıkıntıyı suya indirgiyordu ve bu şu an "yüzmek" olarak adlandırdığımız şeydi. Bu uygulama İskoçyalı VI James tarafından 1597'de yayınlanan büyücülük konulu Demonologie adlı kitapta savunuluyordu. Vaftiz aracı olan suyun vaftizden vazgeçmiş olanları reddetmesi teoriydi yani onların tanrıyı reddettiği gibi su da onları reddedecekti. Yüzme terimi biraz yanıltıcı olabilir, çünkü o zamanlar neredeyse hiçkimse yüzme bilmiyordu ve her durumda kurbanların sağ başparmakları sol ayaklarına, sol başparmaklarını da sağ ayağa bağladılar. Sonra suya attılar. Yüzdükleri takdirde, Tanrı adına su tarafından reddedildiklerine ve bunun suçlu olduklarının kanıtı olduğuna inanıyorlardı. Eğer batarlarsa bu masum oldukları anlamına geliyordu ancak masumiyetleri çoğu kez boğuluncaya kadar anlaşılmazdı. Başka bir yöntem ise sanıkları devasa bir incil ağırlığına karşı tartmaktı. Ağır basan insanlar masum, hafif kalanlar ise suçlu bulunuyordu.

VI James'in 1604'te İngiliz tahtına gelmesinden kısa bir süre sonra (İngiltere James I), mevcut İngiliz Cadılık Yasası gözden geçirilmiştir. On iki piskopos, Tasarı'nın Lordlar Kamarası'ndaki ikinci okumasında atıfta bulunduğu Komite'de oturdu. Aynı yıl, piskoposların yardımlarıyla, eski İngiliz yasası değiştirilerek, şeytanla anlaşma ve şeytan ibadeti gibi yeni kıtasal temalar getirildi ve yeni yasa oluşturuldu.

Daha önceki Elizabeth yönetmeliği uyarınca bir cadı ölüm cezasına çarptırılmakla suçlanıyor olmalıydı, şimdi ise bir küçük şeytan (imp) ile birlikte yaşamakla suçlanan herkes ölüm cezasına çarptırılmıştı. İmp'ler genellikle sıradan hayvanların biçimi aldılar. Birinin cadı olduğunu tespit etmenin yaygın bir yolu, o kişiyi odadan çıkarmaktı. Odada bulunan herhangi bir hayvan, evcil hayvan olan kediler ve hatta sineğe kadar her hayvan onları suçlu bulmaya yetiyordu. Oda da bulunan sinek gibi hayvanların cadıları tanıdıkları için onlardan kan emmeye geldiği söylenirdi, yani cadı bir nevii sinek kılığına girmiş şeytanı kanıyla besliyordu. Daha önceki zamanlarda, insanlar bir karşı büyü ile (örneğin şüpheli cadıyı kazımak ve kanıyla çizmek) bu büyüyü kırmayı başarmışlardı. Sonrasında ise kilise, bu tür tekniklerin şeytani büyüye de bağlı oldukları gerekçesiyle bunları onaylanmadı. Yani artık bir cadı büyüsünü bozmanın tek kabul edilebilir yolu onu öldürmekti. Yüzüne bir çizik almak yerine, artık asılmak için boyun etrafında bir ilmik alıyorlardı.


1604 kanunun altında 70.000 kadar insanın ölümüne neden olundğunu tahmin ediliyor. James'in saltanatında yayınlanan İncil'in yeni çevirisi olan "Yetkili Versiyon" (Kral James İncil'i olarak da bilinir), cadıyı daha önceki versiyonlardan daha sık kullandı ve onları öldürmek için Kutsal Kitap'a yetki verdi. 1612'de, James'in İncil'inin yeni versiyonunun yayınlanmasından bir yıl sonra, Lancashire'daki Pendle'de sekiz kişi cadı suçlamasıyla asıldı. Onların gerçek suçları ise fakir olmak ve pek tanınmamaktı. Bunların içinde zeka geriliği olan bir genç ve 80 yaşında bir kadın da vardı.

Çoğu sıradan insan büyü gerçeğinden şüphe ediyordu, ancak Kilisenin ve kontrol ettiği öğrenilen meslek grupları bunun bir gerçek olduğunu kabul ettiler. Robert Burton'un 1621'de kaydettiği gibi: "Pek çoğu cadıyı inkar eder, ya da eğer varsa, zarar veremezler, fakat muhalif olarak avukatları, ruhbanları, doktor ve filozoflar vardır".

Kral James, büyü gerçeğinden şüphelenmeye başladı. 1616'da 13 yaşındaki bir çocuğun kanıtı üzerine 9 kadın Leicestershire Yaz Oturumları tarafından büyücülükten suçlu bulundu. Bütün kadınlar idam edildi. Daha sonra kralın kendisi çocuğu inceledi ve kanıtlarının geçersiz olduğu sonucuna vardı. Dokuz kadını öldürmek için herhangi bir neden yoktu. Birkaç yıl sonra başka bir dava olan William Perry, Kral James'in şüpheciliğini arttırdı. 26 Temmuz 1621'de Staffordshire Assizes'de bir çocuk büyücülük suçlamaları yaptığını itiraf etti. Büyüleyici semptomları simüle etmek için bir Roma Katolik rahibesi tarafından eğitilmişti. Bu ayrı bir olay değildi; Kıtada olduğu gibi, bir grup Katolik rahibin, çocukların egzotik güçlerini sergilemesi ya da düşmanlarını suçlayacakları kanıtlar sunması ve bu türden belirtileri yapması için onları eğitmiş olduğu keşfedilmişti.

Kral James artık dedektife dönüşmüştü. Cadılık kurbanlarını test etmek için rasyonalist deneyler geliştirdi. Elde edilen kanıtlar ışığında, James şeytanların ve cadıların işlerini yalanlara ve sanrılara atfediyordu ve saltanatının ikinci bölümünde cadı avı reddedildi. Şimdi 2 aşırıcılık yanlısı grup var olacaktı: Bir kanattaki Püritenler, diğer tarafta Katolikler.

Püritenler yakın zamanda Cromwell'in Milletler Topluluğu altında iktidardaydılar ve cadı avı bir kez daha başlamıştı. İngiltere'de işkence yasadışıydı ancak bunun tamamen fiziksel olduğu düşünülüyordu. Cadı bulucular, fiziksel işkencelerin yanı sıra uyku yoksunluğunun da işe yaradığını keşfettiler. Yardımcı ekipler, sanığı birkaç gün ve gece boyunca sürekli olarak uyanık tuttular ve böylece kıtadaki işkenceciler kadar elverişli, detaylı, ve suçlamayı kabul ettiren bir yöntemleri oldu. Bu, İngiltere'nin cadı bulucu Generali olarak bilinen Matthew Hopkins gibi diğer kalvinistlerin de favori bir tekniği olmuştu ve sayısız gizemli ölümün sebebiydi. Diğer teknikler başarısız olduğunda, Hopkins gibi cadı avcıları, gerekli gördükleri kanıtları elde etmek için sahtekarlık yapmaya hazırlandılar. Örneğin, iğne ile geliştirdikleri bir işkence yöntemi sayesinde mahkumu izleyenler işkence yapıldığını bile anlayamıyorlardı. Bu işkenceler İngiltere nispeten kısıtlanmıştı, ancak 1716 yılında küçük bir kızı annesinin yanında, ruhlarını Şeytan'a sattığı ve komşularının kusmalarına sebep olduğu için cezalandırmışlardı.

Kral James'in 1604 Yasası, 1736'da yeni bir yasa ile değiştirildi ve bu, büyülü güçlere sahip olduklarını iddia edenlere yöneltildi. Ancak ana akım Hristiyan mezheplerinde büyücülük gerçekliğine olan inanç devam etti. 18. yüzyıldaki Metodistlerin kurucusu John Wesley, cadı avının keskin bir savunucusuydu. Roma Katolikleri bile bu konu tarafından utandırılmaya başlamışken o cadı avını desteklemek için yazılar yazdı. O büyücülüğün inkarının İncil'in inkarı olduğunu söylüyordu.

"..büyücülükten vazgeçmenin aslında İncil'den vazgeçmesi.."
(John Wesley, 1768 yılındaki gazeteden)

Eğer hiç cadı yoksa İncil'de hata vardı.. İncil'de hata varsa, Hristiyanların tamamı yanılıyordu. Bu nedenle çoğunluğa sahip olan rasyonalistlerle savaşmak gerekiyordu. Cadı inançları tarihi üzerine bir makam şöyle diyor:
"Metodist hareketin 18. yüzyılın ikinci bölümünde cadılara karşı şiddetin artırması ve cadılara olan inancın sonraki yüzyıllarda bile yaşatılmasına yardım ettiği muhtemeldir" John Wesley

Genel olarak, büyücülük kovuşturmaları, kilisenin nüfuzunun en zayıf olduğu alanlarda daha erken kurumuştur. Son resmi idamlar Hollanda'da 1610'da, Amerika'da 1692'de ve İskoçya'da 1727'de gerçekleşti. Fransa'da en son infaz 1745'de gerçekleşti ve bir dizi ihanet ortaya çıktıktan sonra kovuşturma tamamen sona erdi. Son resmi idamlar 1775'te Almanya'da, 1782'de İsviçre'de ve 1793'te Polonya'da gerçekleşti. Görünüşe göre, İtalya ve İspanya gibi kilise kontrolü altındaki bölgelerin ne zaman durdukları bilinmiyordu ancak 19. yüzyıldan önce durmadıkları kesindi.

İngiltere'deki son resmi infazlar 1716'da gerçekleşti. Yargı zaten şüpheciydi. Davalar kanunlara göre yapıldı, ancak bazı hakimler büyü ile ilgili kovuşturmalara alışkın değillerdi. 1712'deki duruşmasında Jane Wenham, havada uçmakla suçlandığında, Justice Powell "uçmaya karşı herhangi bir yasanın olmadığını" belirtti. Cadılık, eğitimli çevrelerde ciddiye alınmaktaydı ve jüri, Jane Wenham'ı mahküm edip onu idam cezasına çarptırmış olsa bile, yargıç, cezanın kaldırılmasında başarılı oldu. İngiltere'de son cadılık duruşması 1717'de gerçekleşti.

Çoğu ülkede 18. yüzyılda cadı duruşmaları durmuş olmasına rağmen hala inanmaya devam edenler İngiltere ve Avrupa'nın geri kalanında olduğu gibi, 19. yüzyılda uzaktaki bölgelerde cadıları öldürmeye devam ettiler. Daha erken zamanlarda cadı korkusundan nispeten uzaklaşmış olan Galler, Metodizmin oraya ulaşmasından sonra cadı inanışlarının son kalelerinden biri haline geldi. Cadı inanışının bir başka kalesi, Metodizmin de popüler olduğu Güneybatı yarımadası (Cornwall, Devon ve Somerset) idi. İngiltere'deki yasal kayıtlar 19. yüzyılda boğulmuş cadıların popülerliğini sürdürdüğünü göstermektedir. Times böyle bir davayı 24 Eylül 1863'de bildirmişti.

Birçok Hristiyan hâlâ cadılara ve büyüye inanmakta ve kontrol altında tutulması gerektiğini düşünmektedir. Kiliseler şeytanın ordusuna karşı savaşmaya devam etmek için hâlâ cinci hocalar tutuyorlar. Bazıları, cadıların doğru bir şekilde ele alındığını düşündükleri eski zamanlara ilgiyle bakıyorlar. 1612'de Pendle'de sekiz insan cadı olarak asılmıştı fakat 1980'lerde birçok mezhep temsilcisi bu olaydan dolayı pişmanlık duymaktan çok uzak kalmaya karar verdiler. Ne olursa olsun kendilerini şeytanın ajanlarından korumak zorundaydılar. Karanlığın kuvvetlerini kontrol altında tutmaya yardım etmesi için Pendle Tepesi'nde büyük bir haç kurmayı planladılar ancak Ribble Vadisi Belediyesi tarafından reddedildiler.

Cadı avcılığının yankıları 20. yüzyıla kadar devam etti. İngiltere'de 1944 yılında Helen Duncan isimli bir kadın 1736 yasası uyarınca büyücülükle suçlandı ve hapsedildi. 1736 Yasası, İngiltere'de 1951'de yürürlükten kaldırıldı ve 1963'ün sonlarına doğru cadılık yasalarının yeniden kullanılmasını talep etmelerine rağmen Sahtekarlık Yasası'nın yerini aldı. Diğer ülkelerde cadılık yasası hala yürürlükteydi. 1986'da Güney Afrika'daki bir Fransız kadın, iki polisi de kurbağaya çevirmekle tehdit ettiği gerekçesiyle suçlandı. Cadıların resmi olmayan şekilde öldürülmesi Avrupa'da son zamanlara kadar devam etti. Almanya'da cadı olmasından şüphelenilen fakir, yaşlı ve hiç evlenmemiş bir kadın 1976'da adam öldürmeye teşebbüsle tutuklandı.

Büyü günümüzde geleneksel Hristiyanlar haricinde şaka gibi bir şey. Cadılık ile ilgili Hristiyan öğretileri nedeniyle kaç kişi hayatlarını kaybetti tam olarak bilinmiyor. Kilise kayıtları esrarengiz bir şekilde "kayboldu". Bu nedenle özellikle dini ülkelerde son cadı infazının ne zaman gerçekleştiğini söylemek imkansız. Hayatta kalan insanların kayıtlarından, yüzlerce kişinin tek bir günde tek bir kasabada öldürüldüğü açık. Tüm Avrupa'yı ele geçirmiş olan bu cadılık olayları için 2 milyon kurban tahmini hiç gerçekçi değildir.

Konuyla ilgili olarak "Hristiyanların & Kiliselerin Cadı Avı Tarihi" adlı yazıya göz atabilirsiniz.

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 12

Yazan: Zübeyde Savaş
15 yıl tanrı ve ateizm 12, din, Farklı tanrılar, Gerçek hayat hikayesi, Küçük çocuklara tanrı masalları, Tanrılar nasıl oluştu?, Zübeyde SAVAŞ,

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 12

- Günaydın, Barış, çok mu uyudum.
Barış:
- Olsun, gecenin yorgunluğunu atmış oldun.
Barış ve Abdül kahvaltılarını yaparlar.
Abdül:
- Dostun ne zaman gelir acaba.
Barış, gülerek:
- Çoktan geldi arabana yakıt koydu ve gitti.
Abdül:
- Ben hiç bir şey duymadım, çok iyisin anlatılan az kalır.
Barış'ın aklına evinin çatısı gelir:
- Evimin çatısı için gece konuşuyorduk.
Abdül, ayağa kalkar hemen konuşmasına engeller:
- Çok para tutmaz, köye gittiğin zaman bir ustaya ölçü aldır ve yanıma gel, mutlaka gel ucuza veririm sana ağacı, herşey için çok teşşekkür ederim.

Abdül sıkı sıkı sarılır, hızlıca oradan ayrılır. Barış, hiç birşey söyleyemez, galiba işine geç kaldı diye düşünür o sırada  Ramadan ve Abdül'ün konuştuğunu görür uzaktan, çay demler hemen Ramadan elinde poşetlerle gelir.
Ramadan:
- Ben de mifarin var diye bir şeyler getirmiştim neyse biz yeriz.
Ramadan poşetleri açar için de zeytin, sucuk, yumurta, helva, domates ve salatalık vardır, hepsinden çok fazla almıştır.
Barış:
- Dostum teşekkürler, bunlar neredeyse iki ayda bitmez.
Ramadan:
- Dostum biz yeriz, koyunların yünlerini bitirmiş gibisin.
Barış:
- Yarına tam olarak bitmiş olur.
Uzun uzun neşe içinde sohbet ederler, o kadar keyifli konuşurlar ki sanki bir birleriyle hasret giderir gibi.

Koyunların yavrulama zamanı gelmiştir, Barış’ın için de hiç heyacan yoktur, köylülerin parasını ve evinin çatısını nasıl yaptıracağını düşünür, her günü, gecesi bu şekilde geçer, koyunlar ikiz doğum yapmaz, yayla dönemi biter. Barış sürüyle yayladan ayrılarak köye doğru gider bir yandan da köylülerden çekinir ve korkar, köye geldiği zaman koyunları sahiplerine teslim eder, fakat kimse tek bir kötü söz söylemez.  Koyun sahibipleri eskiden olduğu gibi güzel karşılarlar, bir anlam veremez olup bitene. Barış evine geldiğinde evi değişmiştir yeniden yapılmış, çatısı olan, etrafı düzenlenmiş ayrı olarak koyun ahırı yapılmış bir ev durur evinin yerinde, uzunca bir süre etrafına bakınır olup biteni anlamaya çalışır bir anlam veremez bu duruma, kapıyı açmaya çaılışır fakat kapı kilitlidir, daha önce kapısı hiç kilitlenmemişti, başka bir ev olduğunu düşünür şaşkın şaşkın etrafa bakınır burası neresi diye düşünürken komşusu yanına gelir, bir zarf verir, güzel ve övgü dolu sözler söyleyerek gider, Barış, zarfı açtığın da anahtarları görür, evinin kapısına oturur okumaya başlar mektubu.

- Sevgili Barış, evini beğenmeni çok isteriz senin hayaline uygun olması için elimizden gelen çabayı gösterdik.
- Ben Abdül, seni yıllarca aradım fakat bulamadım, köyüne bir çok kez geldim sen tanrı adamısın diye. Sormak istediğim tanrı yoksullara karşı çok acımasız, neden? Bu acı niye ?
- Senin yardım ettiğin dede ve ninenin oğluyum, bir de benden duy çektiklerimizi, yıllarca bu hayatımızı, yaşadıklarımızı sana anlatmayı yüz yüze çok istemiş ve hayal etmiştim. Köyde  karnımız aç kalmadan yaşardık köyde fakirdik fakat kimseye muhtaç olmazdık tanrının her verdiği nimetler için teşekkür eder başımıza bir iş gelse kendimizde arar iyi kul olmadığımızdan diye tövbe ederkik, bizim çok paramızın olmasını düşünmezdik mutlu ve huzurluyduk, kız kardeşim bir gün çok hastalandı onun tedavisi için elimizde olanları satmaya ve borçlanmaya başladık faizcilere o yüzden borçlandık ne yazık ki kardeşimi yine de kaybettik, ödeme günü geldiğinde karanlık günlerde geldi, çok borcumuz yoktu faizini bir türlü bitmiyorduk, fakat yardım alacak  kimseyi bulamadık. Annem ve babam sen köyden git saklan dediler, ben de  çalışmak için başka şehirlere gittim fakat ne yaptıysam ne işe girdiysem bir türlü olmadı karanlık üzerimden hiç ayrılmıyordu, her şey tersine gider oldu, çıkış yolu bulamıyor tanrım beni deniyor derdim tanrıya olan inancım hiç azalmamıştı, yurt dışında yakın köylerden çalışanlar vardı beni severlerdi. Oradaki arkadaşlarım iş  buldular hemen gel dediler, çok  iyi para verdiklerini söylediler. Tanrıya nasıl dua edeceğimi şaşırmıştım çok mutluydum borcumuzu ödeyecektim, kimseye görünmeden gece yarısı babam ve annemin yanına gittim olanları anlattım  onların sevinç göz yaşlarını anlatamam, sorun nasıl gideceğimdi hiç paramız yoktu, annem evde  ne kadar bakır varsa hazırladı sat bu sana yeter dedi, sabah olmadan evden çıktım sırtıma bağladım çok ağırdı, hepsini alamamıştım ayaklarım titriyordu yürürken, bu borçtan kurtulmak için gerekli olacağını düşünür kendime güç verirdim, öğle gibi şehre geldim bakırları sattım, gece yarısı eve geldim sabah olmadan annem ve babamla vedalaşarak geride kalan bakırları da alarak ayrıldım. Büyük şehir'e gittim, uçak biletimi aldım hemen arkadaşlarımı arayarak geleceğim saati söyledim beni hava alanında alacaklarını söylediler ve çok mutlu oldular, sevincimi anlatamam, uçakğa bindiğimde bir çok kişinin çalışmak için ilk kez gittiklerini öğrendim. Bir yandan dua ediyor mutlu yaşam hayelleri kuruyordum. Uçaktan indim, havaalanında kontrol sırası bana geldiğinde beni içeri götürdüler, başka kimseyi almadılar, üzerimde neredeyse yok denilcek kadar para vardı bir de geri dönüş bileti, beni geri göndereceklerini söylediler, tanrım yardım et ne olursun senden başka kimsem yok dedim, sonra kendimden geçmişim, bu arada orada bulunan arkadaşlar çok yalvarmışlar görevlilere olmadı, geri uçağa bindim titriyordum. Annemin, babamın yıllarca emekle çileyle aldığı bakırlarını düşünüyordum. Büyük şehirden köye dönecek param yoktu, titriyor ve açıkmıştım yol boyu yürürken ilerde madeni paraya benzer bir şey güneş gibi parlıyordu çok sevinerek koştum para zannettiğim şey gazoz kapağı çıktı, otostop çekerek, sadece su içerek üç günde köye geldim saklanıp gece yarısı olmasını bekledim, yaşadıklarımı anlattım. Annem ve babam olsun tanrının bizim için düşündüğü bir hayır vardır dediler. Annem gündüzleri evde olma geceleri gel eve dedi, bana bir şey olmaması için ellerinden geleni yapıyorlardı, ben sabaha karşı ormana gider gece eve gelir evin temizliğini yapardım, annem ve babam tanrıya göz yaşlarıyla dua ederlerdi tanrı dostu gelsin diye yalvarırlardı, her zaman anlatırlardı zorda kalan bir müslüman olduğunda gelir onları çektiği sıkıntıdan kurtarır derlerdi ve mucizeleri anlatırlardı. Ben de hep tanrı dostu gelmesi için tanrıya dua ederdim. Her günüm bir yıl gibi geliyordu, ormanın ıssızlığının korkusu yetmezmiş gibi acılar içimde büyüyor yaşlı annem ve babamın bakıma, huzura ihtiyaç duyduğu zamanların bu şekilde geçmesine çok üzülüyor elimden de bir şey gelmiyordu. Ağaçlar arkadaşım olmuştu ben anlatır onlar dinlerdi, son zamanlarda hayatıma son vermeyi düşünmeye başlamıştım bir çok kere denerken annem ve babam ne yapar faizciler bırakmazki onları diye düşünür öldüremezdim kendimi,  yedi yıl bu şekilde geçti saçlarım beyazlamıştı sanki yüz yıllar geçmişti, bir gece yarısı eve geldiğimde annem ve babam bana sarıldılar evin her yanında dua sesleri yankılanıyordu, baktığım da evde bir çok yiyecek vardı, annem ve babam tanrı  gönderdi tanrı dostu oğlum kurtulduk, kurtulduk diyerek ağlamaktan gözleri şişmişti ben de hemen namaz kıldım dua ettim. Nihayet tanrı bizi kurtardı tanrı dostu geldi diye, yıllar sonra ilk kez  korku olmadan sabah kim kapımızı çalacak kaygısı olmadan huzur ve mutlulukla başımızı yastığa koyarak uyuduk, uyandığımızda üçümüz çok mutlu ve sevinçliydik, yıllar sonra beraber kahvaltı yaptık tanrıya dualarımızın ardı arkası kesilmiyordu, karanlıktan kurtulmuştuk, ormanda iş buldum çok iyi durumlara geldim saklandığım orman bana ekmek sağlıyordu, herkes seni tanrı dostu diye söylüyor ve anlatıyordu, aradan yıllar sonra senin yaptığın yardımlardan bahsediliyordu, seni bulmak teşşekkür etmek ve neden bu kadar yıl beklediğini senin bildiğin, bizim bilmediğimiz ne olduğunu sormak istedim, yaylaları tek tek gezdim bulamadım, köyüne gittim hangi yayla da olduğunu bilmediklerini söylediler, evinin nerede olduğunu buldum, bir çok gece evinin kapısında dua ederek geçirdim, bir gece evinin kapısında dua ederken uyuya kalmışım sabah köyün muhtarı beni uyandırdı, hırsız olsan bu eve gelmezsin dedi, ben de yaşadıklarımı anlattım, muhtar da senin yardıma muhtaç herkese yardım ettiğini söyledi evinin çatısını gösterdi, o andan sonra senin tanrı dostu olmadığını, tanrı sana yardım etmiyorsa bizlere neden etsin, o zaman inandığım inanç boş ve hayal olduğunu anladım, bizlere verilen sadece boş ümit, rahat uyumamız için,  bizimde çaremiz olmadığından ona bağlanmış yaşamak için yalvarıyorduk. Bunu annem ve babama anlatamazdım o yaşta insanlara, yıllardır ümitlerini bağladıkları her şeyi nasıl olurda yıkabilirdim bir anda, senin olduğunu anladığım da o gece bana yardım etmiştin bir daha nasıl olur da seni kırabilir veya üzebilirdim, inanmadığım bir şey için sen tanrıya inanan birisiydin, seni nasıl sözlerimle inciltebilirdim, bu nedenle yılllarca biriktirdiğim her şeyi unutarak oradan bir an önce uzaklaşmak istedim, sen benim için çok değerli bir insandın tanıdığım insanlığını bulan yaşamın ne olduğunu bulmuştun benim için. Sabah ayrılırken Ramadan’la yolda tanıştık, olanları anlattım  evinin çatısını senin bilgin olmadan yapmak istediğimi söyledim, Ramadan da ben de varım dedi, evine gittik gizlice, hızlıca yeniden evini yaptık  hediyemiz olarak düşün lütfen, kalbinde benim için bir yer olması temennilerimle.

Barış, üzülür saatlerce oturur evin kapısında, evinin kapısını açar gözlerini kapatır içeri bir kaç adım atar yavaşça gözlerini açar her şey yenilenmiş ev sanki başka bir ev olmuştur görmediği eşyalar evin tavanı çam ağıcından döşenmiş nefes alırken çamın o eşsiz kokusu sarmıştır her yanı, hayellerini kurduğu ev çok mükemmel olmuştu, yatak odası içinde banyosu ve büyük bir yatak vardır. İlk kez yatakta yatacaktı, mutfağında tüp, yerlerde halı, camlarda tül, artık sevinci ve duyguları  tarif edilemez durumdadır.

Barış’a bir gün sonra Arda’dan bir mektup gelir, mektubu açmadan geri gönderir, bir hafta sonra akşam üzeri Abdül ve Ramadan barış’ın evinde sohbet ederlerken kapı çalar, Barış kapıyı açar gelen Arda’dır.
Barış:
- Seni gördüğüme sevindim lütfen içeri gel.
Barış, Arda’yı tanıştırır içeride mutlu bir sohmet havası varken yavaş yavaş kaybolmaya, üzüntülü ve kasvetli bir hava oluşmaya başlar.
Arda:
- Buraya gelmemin sebebi sana gönderdiğimiz mektubu hiç açmadan geri göndermendir bu duruma çok üzüldük bir hatamı işledik diye düşündüğümüzden geldim, seni de çok özlemiştim.

İçeride derin bir sessizlik vardır, Barış yemek hazırlar, yemek yenir hiç kimse konuşmaz, herkes bir şeyler söylemek ister bu sessizlik yemeğin sonunu bekler.
Barış:
- Mektubu açmamam gerekçesi senin şahsına karşı yaptığım bir tepki değildi.
Arda, üzündür:
- Kilisede bulunan kardeşler senin için dua edeceklerini anlatan ve bir çoğunun senin için yazdığı güzel sözler vardı.
Barış:
- Bu şekilde yazıldığını düşündüğüm için geri gönderdim.
Arda, içerde rahatsız olmaya başlar sanki istenmiyormuş  hissine kapılır.
Arda:
- Genede açman gerekli olduğunu düşünüyorum, kilise kardeşlerinin duygularını bilmeni isterdim.

Barış tebessüm ederek, yaşadıklarını anlatmaya başlar on beş yılın nasıl geçtiğini günlüğünüde yanına alarak çektiklerini zaman içinde nasıl kaybolduğunu bilinmeyene doğru gittiğinde içindeki sevinç ve çoşkunun zamanla kaybolduğunu anlatır, Barış anlatırken herkesin yaşadıkları, duyguları birer birer canlanır içinde acı her yanı sarmıştır bu kadar çileli yıllar son derece acı verici olsa da yaşanmıştır.
Barış:
- Ben uyutulmuşum ve kandırılmış hissediyorum kendimi, on beş yıl çok uzun bir zaman, bu yıllar içinde günde en az beş saatimi tanrı masalına dua ile geçti belki daha da uzun saatler,  bir ailem olsa normal yaşam için çalışsam tanrı adına günde bir saatimi versem, normal de inançlı olan herkesin en az süresi bu olmalı, yüz yaşına gelsen ne anlamı olacak, sadece boşa gecen yıllar, ailene tanrıya ayırdığın zamanı versen ne kadar mutlu olacağını tahmin bile edemessin, aile'de sevgi bağları çok güçlü olur, tanrı masalı, aile gerçekliği, işte bu gerçek yaşam, günde dört, beş saat tanrı için kullandığımda ortalama dört yılım kaybolmuş on beş yıl içinde karar senin, sevdiğim biriyle evlenseydim çocuklarım kaç yaşında olurdu, kendi yaşamım da yıllarım gitti ne uğruna tanrı. Tanrı ne istemiş insanlardan sevgi ve yardımlaşma, yaşadığım her dinde bunlar var, bir gerçek varki sevgiyle kandırılan insanlar yardım etmek zorunda bırakılıyor bu ticaretin tek taraflı olduğunu anladım, bu vicdan duyguları kullanılarak ne uğruna peki bu alınan yardımlar nerde, her ülkenin yaşatılan dini yardımları başka ülke adı altında toplanıyor, her din de başka ülkeler için yardım toplanıyor kimden? Yaşama sarılmış ümidi sadece tanrı olan yoksuldan senin ülken de yoksul yok mu.? Sorusu hiç sorulmuyor, neden? Senin ülkene yardım neden gelmiyor? Bunları denetleyen var mı ?

Diğer sayfalar:
◄ [11] , [13] ►